SURİYELİ MÜLTECİLER KOMŞUDA KRİZ BÖLÜM 2
Kilis’te Suriyelilerin sığındığı metruk bir konut.
Ekonomik Etkiler
Sığınmacılarla ev sahibi toplum arasındaki ilişkileri etkileyen unsurlardan biri kuşkusuz ekonomidir. Türkiye devleti Suriyeli sığınmacıların misafir edilmesi noktasında büyük gayret sarf etmiş ve önemli miktarda harcama yapmıştır. Ayrıca sivil toplum kuruluşları da yaşanan trajedinin etkilerini azaltmak için çaba harcamaktadır. Yapılan bu yüklü harcamalar toplumun bazı kesimleri tarafından eleştiri konusu olmaktadır. Özellikle yoksul, ihtiyaç sahibi gruplara yapılması gereken yardımın Suriyelilere yapıldığı, Türkiyeli yoksulların ikinci plana itildiği
görüşü öne çıkmaktadır. Bağımsız yardım kuruluşlarının kaynaklarını yoğunluklu olarak Suriyeli sığınmacılara aktardığı ve Türkiye’deki yardıma muhtaç insanların ihmal edildiği algısı oluşturulmaktadır. Dolayısıyla sığınmacıların onlarla ilgilenen devlet ve sivil toplum kuruluşlarının bütçelerine yaptıkları etkinin yerli yoksul grupların aleyhine olduğu algısı abartılı bir şekilde işlenmekte ve bu durum halk arasındaki gerilimi beslemektedir.
Öte yandan, Suriyeli mültecilerin ekonomiye etkileri sadece devlet harcama larıyla sınırlı kalmamaktadır. Nüfus artışına bağlı olarak taleplerin
artması, özellikle sınırdaki şehirlerin ekonomisini çift yönlü etkilemektedir. Bilhassa sınır bölgelerinde ev kiralarının ve başta gıda olmak üzere günlük ihtiyaç malzemelerinin fiyatlarında artış olduğu gözlenmektedir. Kilis’te gerçekleştirdiğimiz saha araştırması sırasında Sanayi ve Ticaret Odası yetkilileri sınır bölgeleri ile Suriye ve diğer Arap ülkeleri arasındaki ticaretin de krizden olumsuz yönde etkilendiğini belirtmiştir.
Diğer yandan gerek yerel yetkililer gerekse esnaf, sınır bölgelerine mülteci akını ile birlikte giren sermayeden kaynaklanan ekonomik canlılığa da dikkat çekmektedir. Talep artışı, söz konusu illerdeki iç pazarı hareketlendirmiş, inşaat sektörü büyük ölçüde canlanmış, Suriyelilerin çalışma hayatına katılımıyla birlikte bölgede iş gücü artmıştır. Mültecilerin yasalar gereği yerli ortaklar bularak kendi iş yerlerini açması hem rekabeti arttırmış hem de mülteciler ve yerli halk için iş imkânları oluşturmuştur. Rakamlarla örneklendirmek gerekirse; Gaziantep, Mersin ve Hatay gibi sınır şehirlerinde Suriyelilerin 2013’ün ilk yedi ayında 122, İstanbul ve Bursa’da ise 106 şirket açtıkları, Suriye’den Türkiye’ye
giren toplam sermayenin 39 milyon TL civarında olduğu tahmin edilmektedir.6 Diğer yandan gerek Türk gerekse de Arap işverenler hem çalışanları hem de müşterileriyle aralarındaki dil engelini aşabilmek için tercümana ihtiyaç duymakta, bu da iki dil bilen elemanlara istihdamda avantaj sağlamaktadır.
< Gerek yerel yetkililer gerekse esnaf, sınır bölgelerine mülteci akını ile birlikte giren sermayeden kaynaklanan ekonomik canlılığa da dikkat
çekmektedir. Zanaat sahipleri ise mültecilerin aynı işi daha düşük ücretlere yapmaları nedeniyle tercih edildiklerini, dolayısıyla iş kaybı
yaşadıklarını belirtmektedir. >
İşverenler, konut sahipleri ve esnaf tarafından olumlu karşılanan bu hareketlilik, alt ekonomik grupları çetin bir rekabet ortamı içerisinde bıraktığı için eleştirilmektedir. Kilis’te görüştüğümüz bir sanayici, krizden önce vasıfsız işleri yaptıracak eleman bulmakta zorlandıklarını ancak Suriyelilerin gelmesiyle birlikte bu sıkıntının aşıldığını ifade etmiştir. Zanaat sahipleri ise mültecilerin aynı işi daha düşük ücretlere yapmaları nedeniyle tercih edildiklerini, dolayısıyla iş kaybı yaşadıklarını belirtmektedir. Mültecilerin yoğun olarak yaşadığı illerde vasıfsız iş gücünde yevmiyelerin düştüğü ifade edilmektedir. Mülteciler ucuz iş gücü olarak görülüp işveren tarafından yerli işçilere tercih edilmektedir. Yasal olarak oturma
izni bulunan Suriyelilerin çalışma iznine başvurma hakkı olsa da bu, ne işveren ne de mülteciler tarafından iş bulmalarını zorlaştırdığı için tercih edilmektedir. Bu bağlamda Türki-ye’de yabancıların çalışma izni alımıyla ilgili yasal prosedürde yer alan şartların zorluğu da önemli bir etkendir. Çalışma Bakanlığı’nın rakamlarına göre 2014 başı itibarıyla 800’den az Suriyelinin çalışma izni bulunmakta, bu veri çalışma izni alımına itibar edilmediğini kanıtlamaktadır.
Güvenlik ve Asayiş
< Yabancı olmaları, yerli halktan farklı olarak belirli iç ve dış denetim mekanizmalarının dışında olmaları gibi nedenlerle sığınmacılar kaçınılmaz olarak yaşanan asayiş sorunlarının birincil şüphelisi olarak görülmektedir. >
Suriyeli sığınmacıları ilgilendiren sıkıntılardan birini de asayiş konusu oluşturmaktadır. Bu alandaki endişe birkaç farklı boyut kazanmakta,
hem sınır ötesindeki şiddetin içeriye ithal edilebileceği kaygısı hem de mültecilerin gelmesiyle oluşan nüfus yoğunluğu ve yabancı komşudan duyulan
tedirginlik iç içe geçmektedir.
Suriye’de devam eden iç savaş, diğer komşu ülkeleri olduğu gibi Türkiye’yi de tehdit etmektedir. 11 Şubat 2013 tarihinde Cilvegözü Sınır Kapısı’nda
meydana gelen iki büyük patlama ve 11 Mayıs 2013’te 50’den fazla kişinin öldüğü Reyhanlı’daki bomba yüklü aracın patlaması olayı, bölgede yaşayan yerel halkı ve Suriyelileri büyük ölçüde etkilemiş, halk arasında sığınmacılara karşı olumsuz tepkiler oluşmasına neden olmuştur. Bu tür olaylar sonrası insanların sokağa dökülmesi ve tepkinin kitleselleşmesi noktasında birtakım provokatör grupların etkili olduğu görülmüştür. Dolayısıyla öfke, bu saldırıları düzenleyen teröristler yerine sıradan sivil sığınmacılara yöneltilmiş ve intikam saldırıları yaşanmıştır.
Yaşadıkları savaş dehşetinin üzerine ikinci bir şoka neden olan bu olaylar sebebiyle çok sayıda Suriyeli sıcak çatışmalara rağmen ülkesine geri
dönmüştür. Reyhanlı’da görüştüğümüz yetkililer, sığınmacıların korktukları için haftalarca evlerinden dışarıya çıkamadıklarını, özellikle sağlık sorunları olanların tedavi için hastaneye sivil toplum görevlileri nezaretinde götürüldüğünü belirtmektedir. Bölge halkı, olayların meydana getirdiği gerilimin uzun süre devam ettiği, bugün dahi en ufak bir kıvılcımın provokasyona açık olduğu
bilgisini vermektedir. 2014 yılı Ağustos ayı içerisinde Gaziantep’te yaşanan olaylar bunu doğrulamaktadır.
Suriyeli kiracının Türk ev sahibini öldürmesi olarak yansıtılan olayın arkasında çok farklı sebepler bulunmasına rağmen olayın provoke edilmesi sonucunda onlarca Suriyelinin evi ve dükkânı hedef alınmıştır.7
Farklı şehirlerde yerel halkın şikâyet ettiği konuların başında, yaşadıkları bölgelerde hırsızlık, kavga ve asayişi bozan irili ufaklı olayların sayısında
artış olduğu kanısı gelmektedir. Yabancı olmaları, yerli halktan farklı olarak belirli iç ve dış denetim mekanizmalarının dışında olmaları gibi nedenlerle sığınmacılar kaçınılmaz olarak yaşanan asayiş sorunlarının birincil şüphelisi olarak görülmektedir. Resmî verilere göre ise Suriyelilerin Türkiye’de karıştığı suçlar genele oranla %2,5 civarındadır.8 Bu da sığınmacıların gelmesiyle birlikte ülkedeki suç oranında trajik bir artış yaşanmadığını göstermektedir.
Yaşanan tekil olayların medya tarafından büyütülerek ve genelleştirilerek aktarılması, olumsuz örneklerin ideolojik kaygılarla farklı gruplar tarafından siyaseten kullanılması Suriyelilere yönelik algıyı etkilemektedir. Diğer yandan, kuşkusuz Suriyeli mülteciler yaklaşık dört yıldır içinde bulundukları istikrarsız durum ve özellikle ekonomik koşulları nedeniyle bugün Türkiye’de bulunan en zayıf toplumsal grubu oluşturmaktadır. Kilis’te görüştüğümüz Kilis 7 Aralık Üniversitesi Muallim Rıfat Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Anabilim Dalı Başkanı Sosyolog Dr. M. Ruhat Yaşar, hırsızlık, kaçakçılık ve kavga gibi sebeplerle adliyeye yansıyan vakaların sayısında artış yaşandığını ancak
sorumluları kesin olarak bilinse dahi bu tür olayların kolaylıkla Suriyelilere mal edilebildiğini belirtmiştir. Yerel yetkililer ise bir anda oluşan nüfus yoğunluğuna bağlı olarak asayiş vakalarında da artış yaşanmasının olağan olduğunu ifade etmektedir.
Hatay’da henüz inşaat halindeki bir yapının girişine kiracı olarak yerleşmiş bir Suriyeli aile. Hatay’da henüz inşaat halindeki bir yapının girişine kiracı olarak yerleşmiş bir Suriyeli aile.
Diğer yandan Suriyelilerin kimlik takibinin yapılamamasının da prosedürün işletilmesine engel olduğu belirtilmekte, bu noktada T.C. Başbakanlık
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD)’nın tüm Türkiye’de mültecileri kayıt altına alarak denetimi kolaylaştıracak tanıtım kartı sistemini
başlatması, yerel yetkililer tarafından olumlu karşılanmaktadır.
Kalıcı bir hukuki statüye sahip olmayan; barınma, eğitim, sağlık, beslenme gibi en temel yaşamsal hakları dahi güvence altında bulunmayan mülteciler, içinde bulundukları ko-şullar nedeniyle suça karışabilmekte veya herhangi bir sebeple meydana gelen bir şiddet ortamının mağduru olabilmektedir. Kalış süreleri uzadıkça beraberlerinde getirdikleri birikimleri tükenen sığınmacılar, zorunlu ihtiyaçları olan barınma, gıda ve güvenlik hususlarında kaygı yaşamaktadırlar. Urfa’da yerli ve Suriyeli hamallar arasındaki çatışmalarda olduğu gibi, kendi ekonomik kaynakları kısıtlı olan halk ile kirasını ödemede hatta gıda bulmada zorlanan sığınmacılar arasında, rekabet nedeniyle ortaya çıkan en küçük bir anlaşmazlık dahi ciddi bir asayiş sorununa dönüşebilmektedir.9 Özellikle etnik, dinî/mezhepsel veya ideolojik ayrışmaların daha belirgin olduğu
şehirlerde küçük çaplı olayların büyük sosyal çatışmalara dönüşme riski sürmektedir. Ekim ayında yaşanan Kobani olayları, Suriye kaynaklı bir
gelişmenin Türkiye’de iç kriz oluşturma potansiyelini göstermiştir.
Ayrıca, sokaklarda sayıları ve görünürlükleri oldukça artan dilenci sayısı da Suriyelilerle ilgili şikâyet konularının başını çekmektedir. Bunlar
Suriye’den sınırı geçerek Türkiye’ye gelen, sınır şehirlerinde ve kamplarda kalmayı özellikle istemeyerek dilencilik yapmak üzere büyük
şehirlere giden bir grup mültecidir. Görüştüğümüz Suriyelilere bu konuyu sorduğumuzda dilencilik veya fuhuş yapanların Suriye’de de benzer
işleri yaptıklarını ve Türkiye’de de para kazanmak için özellikle aynı yolu benimsediklerini belirtmişlerdir. Bu grupların olumsuz fiillerinin
tüm Suriyeli sığınmacılara mal edilmesi diğer mültecilere yönelik tutumu da etkilemekte ve buradaki yaşamlarını zorlaştırmaktadır.
< Kalış süreleri uzadıkça beraberlerinde getirdikleri birikimleri tükenen sığınmacılar, zorunlu ihtiyaçları olan barınma, gıda ve güvenlik
hususlarında kaygı yaşamaktadır. >
Lübnan’daki yardım malzemesi dağıtımına gelen Suriyeli mülteciler. Lübnan’daki yardım malzemesi dağıtımına gelen Suriyeli mülteciler.
Sığınmacıların yaşam koşullarının zorluğu ve yaygın sağlık kontrollerinin yapılamaması bulaşıcı hastalık riskini arttırmaktadır.
Sağlık Hizmetleri
Sınırı geçen Suriyelilerin bir bölümünün acil tıbbi bakıma ihtiyaç duyması, bölgedeki sağlık hizmetlerini de etkilemektedir. Çatışmalarda yaralanmış ve Türkiye sınırına ulaşmış Suriyelilerin uluslararası hukukun gereği olarak sınır şehirlerinde bulunan hastanelerde tedavi görmesine imkân tanınmaktadır. Diğer yandan Türkiye’nin Suriyeli mültecilere özel uyguladığı “geçici koruma” politikası, sağlık hizmetlerinin Suriyelileri de kapsayacak şekilde genişletilmesini içermektedir. Dolayısıyla sınır ötesinden gelen yaralılara ek olarak mültecilerin de hizmet almak için gittiği hastanelerde yoğunluklar meydana gelmektedir.
Suriye’de yaşanan çatışmalarda ağır yaralanan ve kanlar içinde, uzuvları kopmuş bir halde Türkiye tarafına getirilen hastaların sınır şehirlerdeki
acil servislerde yoğunluğa neden olmasının hizmet alımını geciktirdiği algısı yerel halk arasında huzursuzluğa sebep olmaktadır. Özellikle kalp, şeker, kanser ve benzeri kronik hastalıklardan muzdarip olan hastaların tedavilerinde acil yaralıların yoğunluğuna bağlı olarak yaşanan gecikmeler tepkiye yol açabilmektedir.
Yerel kaynaklar yoğunluğun yatan hasta kısmında değil, polikliniklerde görüldüğünü tespit etmektedir.
Diğer yandan sığınmacıların yaşam koşullarının zorluğu ve yaygın sağlık kontrollerinin olmamasının bulaşıcı hastalıklara yol açabileceği endişesi
de dile getirilen sıkıntılar arasındadır.
10 Türkiye içerisindeki kamplarda hijyen ve sağlık standartları denetlenebilmektedir ancak kamp dışında yaşayan sığınmacılar bu denetimin
dışında kalmaktadır.
< Sığınmacıların yaşam koşullarının zorluğu ve yaygın sağlık kontrollerinin yapılamaması bulaşıcı hastalık riskini arttırmaktadır. >
Ayrıca su sıkıntısı nedeniyle Suriye’de veya Suriye’nin Türkiye sınırı yakınlarına kurulmuş olan kamplarda görülebilecek
herhangi bir bulaşıcı hastalığın doğal yollarla ithal edilebilme riski bulunmaktadır.
Suriye’den getirilen hasta ve yaralıların hastanelerde oluşturduğu görüntü, psikolojik olarak yerli halk üzerinde tedirginliğe sebep olabilmektedir.
İnsanlar kendilerini savaşın içerisindeymiş gibi hissetmekte ve bundan rahatsızlık duymaktadır. Kilis’te yaptığımız görüşmelerde
bölge halkı sürekli ambulans sirenleri duyduklarını ve bu durumun psikolojik olarak kendilerini etkilediğini belirtmiştir.
< Suriye’den getirilen hasta ve yaralıların hastanelerde oluşturduğu görüntü, psikolojik olarak yerli halk üzerinde tedirginliğe sebep olabilmektedir. >
Suriye’de devam eden şiddetin iki tarafı da etkilediği bir gerçektir. Bu nedenle yerel halk Suriyeli hasta ve yaralıları kendi tedavilerinin aksamasının
sorumlusu olarak görebilmektedir.
Ancak sağlık alanıyla ilgili temel sorun, hizmet alımındaki aksamalar değil, sığınmacıların bu aksamaların sorumlusuymuş gibi yansıtılmasıdır.
Yetkililer Türkiye’deki sağlık altyapısının Suriyeli hasta ve yaralılardan kaynaklanan yoğunluğu kaldıracak güçte olduğunu belirtmektedir. Ayrıca,
yoğunluğun önüne geçebilmek için Türkiye hastanelerinde ilk müdahaleleri yapılan Suriyeliler sınır şehirlerinde sivil toplum kuruluşları
tarafından kurulan bakım evlerine götürülerek tedavilerine buralarda devam edilmektedir. Sığınmacıların yoğun olduğu bölgelerde bu tür bakım
evlerinin sayılarının arttırılması ve sağlık kuruluşlarına personel ve ekipman takviyesinin sağlanması ile sıkıntıların önlenmesi mümkündür.
Eğitim Sorunu
Türkiye’deki kamplarda Suriyeli mülteci çocuklar için eğitim imkânları da sağlanmaya çalışılmaktadır. Bunun için Suriyeli mülteciler arasında bulunan başta eğitimciler olmak üzere kamplarda kalan kişilerce Suriyeli çocuklara kamp içinde kurulan okullarda Suriye’deki eğitim müfredatına uygun Arapça eğitim verilmektedir. Kamp dışında yaşayan Suriyeli çocuklar da eğitim için kamplardaki bu okullara gidebilmektedir.
< Sığınmacılar için kurulan okullarda içerik ve eğitim kalitesine dair endişeler bulunmakta, bu tür kurumlarım merkezî denetime tabi tutulması ve belirli bir standarda kavuşturulması önem arz etmektedir. >
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği mülteci kampları dışında, ikamet izinleri olan okul çağındaki Suriyeli çocukların devlet okullarına kayıt yaptırabileceğini, ikamet izni olmayanların ise misafir statüsünde, resmî kayıtları olmadan okullara devam edebileceklerini veya bazı bölgelerde yerel makamlar veya STK’lar tarafından desteklenen gönüllü Suriyeli öğretmenlerin çalıştığı gayriresmî okullara gidebileceklerini belirtmektedir.11
Bizzat Suriyeliler veya çeşitli sivil toplum kuruluşları tarafından kurulmuş olan özel eğitim kurumları da bulunmaktadır. Ancak özel kurumlar öğrencilerden ücret talep edebilmekte, dolayısıyla maddi olanakları kısıtlı olan sığınmacılar için bu okullar bir alternatif olamamaktadır. Diğer yandan gerek kamp içinde gerekse kamp dışında sığınmacılar için kurulan okullarda içerik ve eğitimkalitesine dair endişeler bulunmakta, bu tür kurumlarım merkezî denetime tabi tutulması ve belirli bir standarda kavuşturulması önem arz etmektedir. Üniversite seviyesindeki öğrencilerin ise ikamet iznine sahip olmaları ve gerekli evrakları temin etmeleri durumunda, devlet üniversitelerine kayıt yaptırmalarının
mümkün olduğu belirtilmektedir.
Babüsselam Mülteci Kampı’nda kurulan çadır okul. Babüsselam Mülteci Kampı’nda kurulan çadır okul. Bazı illerde okul çağındaki Suriyeli
çocukların Türkiyeli yaşıtlarıyla Türk okullarında okudukları gözlemlenmektedir.
Ancak prosedürün ve yaşam koşullarının zorluğu ve dil problemi nedeniyle şehirler-de ikamet eden mülteci çocukların yalnızca %10’u eğitimlerini
sürdürebilme imkânına sahiptir.12 Dolayısıyla şu ana kadar Suriyeli çocukların oluşturduğu bir öğrenci yığılması ve bu yığılmaya bağlı
olarak eğitim sisteminde herhangi bir aksaklık gözlenmemiştir. Kamp dışında yaşayan mülteciler için ne yazık ki yeterli eğitim imkânı bulunmamakta,
bu konuda özellikle devlet kontrolünde bir çözüm geliştirilmesi beklenmektedir.
Mülteci krizinin başlarında Suriyelilerin misafirliklerinin kısa olacağının düşünülmesi nedeniyle mültecilere yönelik Türkçe eğitime
önem verilmemiş, hatta dil eğitiminin ülkelerindeki savaş bittiğinde geri dönmesi beklenen mültecileri kalıcı hale getireceğinden endişe
edilmiştir.13 Ancak krizin dördüncü yılına gelindiği ve Suriyelilerin Türkiye’deki misafirliklerinin bir süre daha uzayacağının öngörüldüğü
günümüz şartlarında, mülteciler ve yerli halk arasındaki iletişimin merkezinde bulunan dil probleminin ve uyum sorunlarının aşılmasında özellikle
genç neslin Türkçe öğrenmesi önem arz etmektedir.
< Suriyeli çocukların oluşturduğu bir öğrenci yığılması ve bu yığılmaya bağlı olarak eğitim sisteminde herhangi bir aksaklık gözlenmemiştir. >
Yaklaşık dört yıldır mülteci durumunda bulunan okul çağındaki Suriyeli çocuklar ve gençlerin büyük çoğunluğu eğitim hayatına devam edememekte, bu durumun gelecekte birtakım sorunlara yol açabileceğinden endişe edilmektedir. Eğitimleri uzun süredir kesintiye uğrayan ve mevcut koşulların devam etmesi halinde eğitimlerini sürdüremeyecek olan genç bir sosyal grubun varlığı, Türkiye’nin gerek sosyokültürel yapısı gerekse toplumsal huzur ve asayişi açısından risk oluşturabilecektir.
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder