28 Kasım 2017 Salı

“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve Çeşitlemeler, BÖLÜM 3


“ Kürt Devleti ” Üzerine Notlar ve  Çeşitlemeler, BÖLÜM 3





İSRAİL ve ABD 

Denebilir ki, ABD ve İsrail’in Kürt milliyetçiliği meselesine yönelik çıkarları arasındaki fark politikaları arasındaki farktan daha fazladır. İsrail’in “vaat edilmiş topraklar” peşinde koşan bir dış politikası ve stratejisi var mıdır? Bu sorunun cevabı “evet” ya da “hayır” olabilir ama bu araştırılması ve tabu olmaması gereken önemli bir konudur. İsrail’in bölgedeki ülkeleri atomize etme 
yönünde bir isteği ve belki de çabası olduğu yönünde genelde kabul gören bir anlayış vardır. 

Türkiye’nin İsrail’e karşı bırakın tehdit olmayı sorun dahi çıkarmadığı dönemlerde bile bu ülkenin hem K. Irak Kürtlerini hem de PKK’yı desteklediği düşünülmektedir. İsrail Türkiye’yi elinden kalıcı bir şekilde kaçırdığını düşünmeye başlarsa bir Kürt devleti için daha ciddi ve odaklanmış 
bir çaba içine girebilir. Bu nedenle, İsrail ile bozuşmanın Türkiye için varoluşsal bazı riskleri olabileceğini söylemek “İsrail muhipliği” olarak algılanmamalıdır. Tabii bu aşamada İsrail’in Türkiye’den ümidi kalıcı olarak ne zaman keseceği, istese bile bir Kürt devleti kurulmasını tek başına sağlayıp sağlayamayacağı gibi sorular akla gelmektedir. 

< K. Irak Kürtlerinin Türkiye’ye bağımlılıkları Ankara tarafından bir dış politika leverajı olarak kullanılamamıştır. >

Türkiye AKP döneminde dış politikada İran ve Suriye ile yakınlaşır ve İsrail’den uzaklaşırken Kürt meselesini “kullanma sırası” da el değiştirmektedir. 
İsrail’in K. Irak Kürtleri ile ilişkisinin uzun tarihi bilinmekte ve PKK ile de bir bağlantısı olduğundan şüphelenilmektedir. Ancak bu ikincisi ile ilgili şüphelerle kanıtlar arasında bir uçurum olduğunu da kabul etmeliyiz. İsrail’in “dostları” dahil herkes aleyhinde “kartlar biriktirmeye” meraklı olduğu, bunu “radarlara yakalanmadan” yapmaya ehil olduğu ve aslında bu topraklarda gözü olduğu yönündeki varsayımlara dayalı bu şüphe Türklerde oldukça güçlüdür. 

Bu tür sorulara aşağıdaki türden neden, motivasyon ve açıklamalar sayılabilir. ABD, 

• Bölge ülkelerini korkutmak ve onları diken üstünde tutmak için, 
• Kürt meselesini bölgedeki gelişmeleri etkileyen bir araç olarak kullanmak için, 
• Geçmişte birçok kez kullanıp sonra ortada bıraktığı Kürtlere “haklarını” geç de olsa teslim etmeyi bir tür ahlaki ve emperyal sorumluluk olarak gördükleri için, 
• Kendine bağımlı bir Kürt devletinin enerji, üs, istihbarat sağlayarak kendi işine yarayabileceğini ve böyle bağımlı bir devletle petrol anlaşmaları yaparken daha rahat ve buyurgan olabileceğini hesaplayarak (zannederek), 
• İçgüdüsel olarak ve üzerinde yeterince düşünmeden, devletleri etnik ve mezhep açısından bölmeyi ve bu parçaları sürekli birbirleriyle kavgalı tutma güdüsüyle, 
• Bölme seçeneğini bugün için değilse bile bir ihtimal olarak saklı tutmak için, 
• Kendi çıkarlarından bağımsız olarak bunun İsrail için iyi olacağını hesaplayan Lobi’nin etkisiyle, Kürt devletinin kurulması yönünde adımlar atıyor olabilir. 

ABD’nin devlet politikası Kürt devleti kurmak değilse bile, bu politikayı etkileyen ve oluşturan bazı kesimlerin, hem bir Kürt devleti oluşmasının şartlarını oluşturma ve hem de başta Türkiye olmak üzere bölge ülkeleri ile ilişkileri stratejik düzeyde korumanın mümkün ve arzulanır bir şey olduğuna inandıkları düşünülebilir. 

Irak’ın parçalanmasının İsrail ve ABD açısından sonuçları neler olabilir? Bu sonuçlar öngörülebilir mi? ABD ve/veya İsrail bu sonuçları öngörebileceklerini düşünürler mi? Özellikle 2003–2007 arasında Irak’ta yaşananlar ABD’ye böyle büyük çaplı ve kompleks süreçleri öngörme ve yönetmenin zorluğu ve “jeopolitik mühendislik denemelerinin” beklenmeyen ve istenmeyen sonuçlar meydana çıkarabileceğine dair dersler vermiş olmalıdır. Ayrıca yaradılış olarak muhafazakâr ve temkinli bir karaktere sahip Obama’nın Irak’ı bölme sürecinin ABD lehine yönetilebileceği konusunda çok şüpheci olacağını varsayabiliriz. Obama’nın önüne bu yönde görüş ve planlar geldiğinde/gelirse buna iltifat etmeyeceğini söyleyebiliriz. Ama elbette ABD dış politikasında Başkan’ın kontrolü ve hatta bilgisi dışında unsurlar olabileceği ihtimalini de kolaylıkla savuşturanlardan değiliz. Tekrar seçilmesi halinde 6 yıl daha Başkanlık yapacak olan Obama’nın kişisel olarak Kürt devletine ebelik yapmak gibi isteği ve hatta belki de lüksü olduğunu düşünmek zordur. Ama aynı Obama, aslında S. Arabistan ve Mısır gibi ülkelerin içinde demokratikleşmeyi Bush gibi büyük bir tantana ile desteklemekten kaçınsa da, Türkiye’de Kürt meselesi konusunda 
siyasal sürece müdahil olmakta bir sakınca görmeyebilmektedir. Bunun nedenlerinden biri Türkiye’nin kendi iç işlerine müdahale edilmesine açık ve hatta istekli bir görüntü vermesi olabilir. 

ABD’ye, eğer bir Kürt devleti kurulursa bunun büyük ihtimalle sürekli komşularıyla ve kendi içinde çatışma yaşayan ve bu nedenle sahip olduğu enerji kaynaklarını uluslararası pazarlara taşımakta büyük zorluk çeken, otoritesini toprakları üzerinde tam kuramayan, uyuşturucu ve uluslararası terör örgütlerinin muhtemelen kendilerine liman bulabileceği bir “başarısız devlet” olacağı anlatılmalıdır. 

<  İsrail Türkiye’yi elinden kalıcı bir şekilde kaçırdığını düşünmeye başlarsa bir Kürt devleti için daha ciddi ve odaklanmış bir çaba içine girebilir. >

Eğer Kürtler bir şekilde “kirişi kırabilirlerse” geride kalan Şiilerle Sünnilerin de beraber yaşamayı başaramayacakları ve ortaya en azından bir süre için ve bir derece İran’ın kontrolüne girebilecek bir Şiistan ile başta Ürdün olmak üzere birçok Arap devleti için istikrarsızlık kaynağı olabilecek bir Sünnistan 
çıkacağı düşünülebilir. Bunlar ABD ve İsrail’in mutlu olacağı gelişmeler değildir. Bunlara ek olarak bölünme sürecinin hızlı, kolay, kansız ve düzenli olmayacağı ve Irak’ı oluşturan grupların birbirleriyle ve alt grupların kendi içlerinde sonu gelmeyen Lübnanvari bir iç savaş senaryosu da yazılabilir. 

Batı Türkiye’yi “elinden kaçırdığını” düşünmeye başlarsa Kürt meselesinde Türkiye aleyhine pozisyonlar almak ve eyleme geçmek konusunda kendini daha rahat ve hatta istekli hissedebilir. Ancak buradaki soru ve sorun Türkiye kendisine büyük bir bağlılık ve “muhabbetle” sarıldığında bile Batı’nın aslında bu tür bir yaklaşımı olup olmadığının açık olmamasıdır. Kürt devletinin kurulma ihtimali, kurulursa Türkiye’ye zarar verme şekli ve ABD’nin bu süreçteki niyet, 
plan, yetenek ve çabalarını abartmanın da zararları olabilir mi? Bu korkular bir şekilde Türkiye’ye zarar verecek gelişmelerin gerçekleşme ihtimalini arttırıyor olabilir mi? Acaba gereksiz bazı evhamlara kapılarak bir Kürt devleti ihtimalini arttırıyor, bunu başkalarının “aklına getiriyor”, onlara bizi korkutma ve bize dolaylı ve muğlak bir şekilde de olsa şantaj yapma imkanı veriyor olabilir miyiz? Belki. Ama ABD Türkiye’ye zarar verecek gelişmeler için bir çaba içinde 
değilse bile bu tür şüpheleri savuşturma yönünde özel bir çaba da göstermiyor gibidir. Bu çaba eksikliği, niyetleri ile ilgili Türk kamuoyunun büyük bir kısmında olan kuşkuların boyutunun farkında olmadığı, durumun vahametini kavramadığı ya da belki de bunun problem olarak görmenin ötesinde kendine avantajlar sağladığına inandığı şeklinde yorumlanabilir. 

Washington ve Ankara’nın Türkiye’deki “Kürt sorunu”na bakışları arasında stratejik, askeri ve insani düzeyde farklılıklar olduğu söylenebilir: Kendi federal bir ülke olan ABD “Türkiye’nin ille de üniter bir ülke olmaya devam etmesinde ısrarlı değildir.” Washington Ankara’nın Kürt meselesi konusunda siyasi ve sosyal açılımlarda bulunmasından ziyadesiyle mutlu olacaktır. 

ABD, PKK’yı Türkiye’deki Kürtlere bazı kültürel haklar, ayrıcalıklar ve otonomi verilmesini sağlamanın tek yolu olarak görüyor olabilir. Ama ABD bunları niye istesin? Washington’un bu ara çözümleri Türkiye’nin çözülmesini ve sonunda Büyük Kürdistan’ın kurulmasını sağlayacağı için arzuladığını düşünenler çoktur. Ama ABD Türkiye’deki Kürt sorununa “teknik” ve insani bir konu olarak bakarken de optimal çözümün bu olduğu sonucuna varmış olabilir. Ancak ABD’nin telkinlerine belli bir ihtiyatla yaklaşmak için bu önerilerin kötü niyetli olduklarını düşünmek de şart değildir. ABD ve AB’nin bu konuya yaklaşımları iyi niyetli olduğu halde de Türkiye’ye büyük zararlar verebilir. 

Sorunun uluslararasılaştırılması kaçınılmaz değildir ama ciddi bir ihtimal haline gelmektedir ve Türkiye açısından ciddi riskler barındırmaktadır. 

Önümüzdeki dönemde PKK’nın ateşkes ve silah bırakma safhalarında konuyu bu düzleme getirmek isteyeceğini tahmin etmek zor değildir. ABD bir Kürt devleti kurulmasını özel olarak istemiyor ve bunu çabalamıyorsa bile sanki en azından o ihtimali ortadan kaldırmak da istememekte ve “gerektiğinde elinin altında böyle bir seçenek olmasını” arzu etmektedir. Ayrıca ABD bölgeden çok uzakta olduğu için sonuçlarına ancak kısmen kendi katlanacağı için Türkiye’den farklı olarak hata yapma lüksüne sahiptir. 

Türkiye PKK’ya destek veren ve göz yuman aktörlere karşı kapsamlı, kararlı, sabırlı ve bedellerini de ödemeye hazır olduğunu gösterdiği bir cezalandırma politikası güdememiştir. Türkiye’nin bölünmesi mümkün müdür? İsrail ve/veya ABD bunu ister mi? 

Bunun mümkün olduğunu düşünüyorlar mı? Bunun için çaba harcıyorlar mı? Şimdi değilse bile “gerekirse” harcarlar mı? Nasıl? Böyle bir istek ve planları varsa bile onları vazgeçirmek mümkün olabilir mi? Buna karşılık şöyle diyenler çıkabilir: “Nereden çıkarıyorsunuz bunları? Bunu niye istesinler? Adamların zaten yeterince derdi var. Bir de böyle bir şeyle niye uğraşsınlar? ABD Irak’ı bölen güç olarak görülmek istemeyecektir. Bir Kürt devleti ve onu ortaya çıkarmak İsrail ve/veya ABD için yarattığı imkânlardan çok daha fazla zorluk ve sorun çıkarır. Hem böyle bir şey isteseler bile buna güçlerinin yeteceğini niye düşünüyoruz? “Türkiye’nin bütünlüğünü başka ülkelerin iyi niyetine, insafına ve akıllı olmasına bırakmak doğru olmaz. K. Irak’ta bir Kürt devleti kurulması ve ABD’nin bunu resmen tanıması, koruması ve desteklemesi durumunda Ankara’nın Washington ile ilişkisini toptan değiştireceğini ABD’ye hiçbir şüpheye yer kalmayacak netlikte anlatmak lazımdır. 

SONUÇ 

Bazıları artık bağımsızlığın PKK’nın söyleminden bile düştüğünü söyleyerek farazi olarak da olsa “Kürt devleti” hakkında bu kadar konuşmanın ve kafa yormanın “modası geçmiş”, gereksiz, anlamsız ve son tahlilde zararlı olduğunu iddia edebilir. Ama bölünme endişesini temelsiz ve kendine güvensiz bir “paranoya” diye niteleyen ve kolaylıkla karikatürize edenler aslında Türkiye’yi önemli bir entelektüel savunma hattından mahrum bırakıyor olabilirler. 
Türkiye bir Kürt devletinin Kürtler dâhil herkes için büyük riskler, belirsizlikler ve zorluklar ortaya çıkaracağı, maliyetinin getirisinden çok daha fazla olacağı, “nereden bakarsanız bakın buna değmeyeceği” konusunda eğitici bir rol üstlenmelidir. 
AKP’nin Türk siyasi hayatını domine etmesi, başta TSK olmak üzere devletçi ve güvenlikçi kurumlar ve bakış açısının etkisinin azalması, Türk devletinin çözülmeye başladığı algısı, yavaşlasa ve heyecanını kaybetse bile yaşamaya devam eden AB süreci, ABD’nin K. Irak’taki varlığı ve bu sırada PKK’ya karşı gösterdiği son derece müsamahakâr tavır, son dönemde teknolojinin 
de yardımıyla Kürtler arasında sınır-aşan ilişkilerin artması ve PKK’nın “dayanıklılığı” gibi faktörler bazı Kürtlerin bağımsızlık veya ona yakın hedefler konusunda umutlarını korumalarını mümkün kılmıştır. “Kürt açılımı” da Türkiye’deki Kürtlerin beklentilerini, taleplerini ve bunları açıkça ifade etme isteklerini arttırmıştır. Bu sürecin muğlak, ucu açık ve vaatkar karakteri Kürtlerin ileride tatmin olmalarını da zorlaştırabilir. Mağduriyet psikolojisi, “neredeyse her şeye hakları olduğu” duygusu, hakları talep ederken sorumluluktan kaçınma isteği Türkiye’deki Kürtlerin siyasi duygusal hayatında giderek daha da etkinleşmektedir. 

 < “Artık işin işten geçtiği”, “cinin şişeden çıktığı”, “entelektüel ve siyasi barajların yıkıldığı” ve “ bekçinin uyuduğu, kandırıldığı ya da satın alındığı ” yönünde giderek güçlenen bir kolektif algı oluşmaktadır. >

Kürt elitleri ve PKK’nın taleplerinin ve nihai amaçlarının muğlaklığı, saydam olmayışı ve değişkenliği Kürt olmayanların konuya bakışını olumsuz yönde etkilemektedir. Referandum sonuçları Kürt meselesinin Türkiye’de evrilirken aldığı durumun bu konulara karşı hassas olduğu düşünülen milliyetçi muhafazakâr kesimler için bile artık/aslında o denli öncelikli olmayabileceğini 
düşündürtmektedir. Türkiye’de Kürtlerin çoğunlukta olmadığı bölgelerinde Türk-Kürt çatışması bir-iki korkutucu ama sınırlı olay dışında büyük ölçekli ve kontrol dışı şiddete dönüşmemiştir. 
Yabancı gözlemcilerin ve Kürtlerin bu durumun başka bir ülkede olsa farklı şekiller alabileceğini yeterince takdir etmedikleri söylenebilir. Bu durumun (şiddet içeren sivil etnik çatışmanın yokluğu) devam edeceğinden ise emin olunamaz. Türk-Kürt toplumsal ilişkilerinin yakınlarını kaybetmiş bir-iki akrabanın kızgınlıklarının kontrolden çıkmasının ya da yabancı unsurların 
kolaylıkla provoke edebileceği tezgâhların sonucunda kontrolsüz bir çatışma ve şiddet sarmalına girmeyeceğinden emin olabilir miyiz? Etnik gerilim ve çatışma, Türkiye’nin üniter yapısının bozulması, Türkiye’nin fiili olarak ya da resmen bölünmesi, PKK’nın sadece kırsal bölgelerde, güvenlik güçlerine ve sınırlı eylemlerin ötesinde şehirlerde, sivillere karşı ve çok büyük çaplı terör 
eylemlerini tırmandırması, Kürtlerle Kürt olmayanlar arasında sosyal hayatın geneline yayılan bir husumet oluşması, Türkiye’nin K. Irak’ta uzun süreli, maliyetli, çok kayıp verdiği ve askeri olarak amaçlarına ulaşamadığı sınır ötesi bir harekâta girişmesi düşünülemez ihtimaller değildir.3 

Görülebilir bir gelecekte Kürt devletinin kurulması mümkündür ama kaçınılmaz değildir. Sonucu, başka şeylerin yanında ama belki de en fazla tarafların irade mücadelesi belirleyecektir. Türkiye belli aralıklarla bu devlete neden, nasıl ve ne kadar karşı olduğunu gözden geçirmeli ve bu “davaya” olan imanını tazeleme lidir. Ayrıca bu muhalefetin Kürt karşıtı bir şey olmadığını göstermek ve Türkiye’nin içindeki Kürt meselesinin daha da ağırlaşmasına neden de olmaması gerekir. Ayrıca Kürt devletinin kurulmasını engellemek de yeterli değildir. Bu zorlu amacın dışında ve ötesinde Türkiye’deki Kürtlerle Kürt olmayanların bir şekilde beraber yaşamayı öğrenmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde Kürtler dâhil Türkiye önümüzdeki on yılları da “diken üstünde”, insanlarını ve kaynaklarını bu soruna harcayarak ve “huzursuz” bir şekilde geçirebilir. 

“Artık işin işten geçtiği”, “cinin şişeden çıktığı”, “entelektüel ve siyasi barajların yıkıldığı” ve “bekçinin uyuduğu, kandırıldığı ya da satın alındığı” yönünde giderek güçlenen bir kolektif algı oluşmaktadır. Türkiye’nin Kürt meselesi konusunda uzun süre koruduğu pozisyonları ve argümanları büyük bir hızla terk etmesi “domino dinamiklerini” harekete geçirebilir. Türkiye’nin çözüldüğü yönünde bir algının oluşması Türkiye’nin hasımlarını cesaretlendirebilir, iştahını ve taleplerini artırabilir, aralarındaki işbirliğinin derecesini yükseltebilir. 

< Sonucu başka şeylerin yanında ama belki de en fazla tarafların irade mücadelesi belirleyecektir. >

Kürt devleti sonuçta, Kürtler dâhil, kimse için iyi olmayacaksa bile bu öngörüyü şimdiden herkesin paylaşacağından emin olamayız. Bu yönde şüpheleri olan Kürtlerin bir kısmı bile yine de “bir denemek” istiyor olabilirler. Kürtleri bu sevdadan vazgeçirmek için güç, kararlılık, şefkat, kardeşlik ve terapi gibi “araçları” hem de “birbirinin ayağına dolandırmadan” kullanmak gerekecektir. 
Bu dönemde Türkiye’nin, diğer komşularla beraber K. Irak’la ilgili oluşan görüş birliğini eylem birliğine taşıması; bütün yükü tek başına çekmek yerine diğer 
başkentlerin de “taşın altına ellerini koymalarını” sağlaması; ABD’nin ülkeye Kürtler lehine sınırları korumak için dönmesine mahal vermemesi ve K. Iraklı Kürtlere “dükkânın onların olmadığını” hissettirmesi gerekecektir. 21. YÜZYIL 

DİPNOTLAR;


* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Amerika Araştırmaları Merkezi Başkanı, ajp1914@yahoo.com 
1 Okuyucu yazıyı bitirdiğinde kafası başladığından da karışık olabilir.
Bunun yazının bir kusuru olarak görülmemesini umuyoruz. Aslında muhtemelen makalede böyle başlığa sahip bir yazıyı okumaya karar veren türde insanların daha önce duymadıkları ve açıkça ya da belli belirsiz düşünmedikleri çok az şey vardır. Ama yine de okumaya devam edilmesinde fayda olabilir. Yazı meseleye olabildiğince cesur, makul ve pratik açılardan yaklaşmaya çalışacaktır. 

Objektif olmak için de elden gelen yapılacaktır ama bu konuda kesin bir söz veremiyoruz. 
2 Sınır ötesi operasyonların gerekliliği için bkz. Nihat Ali Özcan, “Operasyon Neden Gerekli?”, Yeni Şafak, 17 Ekim 2007. 
3 Bu ifade böyle bir harekatın ille de maliyetli ve başarısız olması gerektiği şeklinde algılanmamalıdır. 

21 YY DERGİSİ SAYI 22

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder