28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 32
Bu dönemde içerisinde yine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep
Tayyip Erdoğan’ın, Siirt’te yaptığı “Minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz, camiler ise kışlalarımızdır. Okunan ezanı kimse susturamayacak. Türkiye'deki ırk ayırımına kesinlikle son vereceğiz. Yolumuzdan Dönmeyiz: Gökler yerler açılsa, üzerimize tufanlar yanardağlar saçılsa yolumuzdan dönmeyiz. Benim referansım İslamiyet’tir.
Bunu dile getiremiyorsam, yaşamamın ne anlamı var? Avrupa'da ibadete, başörtüsüne saygı duyuluyor. Ama Türkiye'de engelleme getiriliyor" konuşması yüzünden 6 Aralık 1997’de DGM’ce TCK’nin 312. maddesine göre "Halkı sınıf, din, ırk, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek" suçunu işlediği gerekçesiyle dava açılmış ve 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştır (Özgan, 2008, s.102).
Yaşanan bu olaylarla beraber o dönem de özellikle önemli bir kurum olan
Diyanet İşleri Başkanlığı’na danışman olarak Em. Alb. Kalelioğlu görevlendirilmiş ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ilk asker kökenli danışmanı olmuştur. Dönemin Diyanet İşleri Başkan’ı Mehmet Nuri Yılmaz ise; “Albayım teşkilata çeki düzen verecek diyecek kadar kendisinden umutlu olduğunu belirten” (Opçin, 2004, s.89) açıklamalar yapmıştır.
Bütün bu yaşanan gelişmeler 28 Şubat 1997 tarihi MGK Toplantısı öncesi ve
sonrası ile demokratik sistemimize yönelik son Askeri müdahale olan 28 Şubat’tır. Ancak belirtmek gerekir ki iki tane 28 Şubat’tan söz edilebilir. Bunlardan birincisi, Necmettin Erbakan'ın başbakanlıktan istifa ettiği 17 Haziran 1997'ye kadar olan dönemdir. Bu dönemde, yaşananlar özetle, askeri darbe söylentileriyle hükümetin istifasının sağlanmasıdır. İkinci ve etkileri bakımından kalıcı olan 28 Şubat ise Başbakan Erbakan’ın istifanın hemen ardından başlamıştır. Sivil siyasi düzen üzerindeki etkilerinin bu denli yüksek olmasının başlıca müsebbibi de, normalleşmeyi sağlayamayan Mesut Yılmaz başkan lığındaki Anasol-D Hükümeti olmuştur. 1997 Haziran’ında, Türkiye demokratik normalleşmeyi ararken ve bir an önce seçime gitmeyi istemektedir. Sonuçta bu hükümet, Cumhuriyet tarihinin yolsuzluk iddialı bir gensoruyla düşürülen ilk ve tek hükümeti olmuştur (Özgan, 2008, s.102).
Dönemin Dz. Kuv. Kom. Ora. Güven Erkaya, daha sonrasında 28 Şubat MGK
toplantısı öncesi ve sonrasında yaşananları gazeteci Yavuz Donat’a verdiği bir
röportajda dile getirirken özellikle röportajda bir durum değerlendirmesi yapan Ora. Güven Erkaya; “Son aylarda biz grup olarak, yani komuta kademesi olarak bir misyon üstlendik… Bizim üstlendiğimiz misyonun iki ayağı vardı: Birincisi, irticanın bir tehlike olduğunun Türk toplumu farkına varmalıydı. İkincisi, bu işi asker değil, siviller çözmeliydi. Sivil toplum… Örgütler… Siyaset… Yani silahsız kuvvetler” (Gürses, 2009, s.225).
Bütün bu yaşanan gelişmeler sonucunda; 28 Şubat süreci ismini her ne kadar 28 Şubat 1997 tarihli MGK Toplantısından almış olsa da aslında bu sürecin başlaması MGK Toplantısı öncesinde yaşanan siyasi ve sosyal olaylara dayanmaktadır. Bu siyasi ve sosyal olaylar başta kamuoyu, medya, üniversite ler, siyasi örgütler, sivil toplum kuruluşları ve en önemli unsur olan ordu tarafından dikkatle izlenmiş olmakla beraber bu süreç, 28 Haziran 1996 tarihinde kurulan Refah-Yol Hükümeti, RP lideri Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller’in genel başkanlığını yaptığı DYP koalisyonu sonucunda kurulmuş olmakla beraber laik ve Cumhuriyet karşıtı söylemleri ile ön plana çıkmıştır.
Yaşanan bu gelişmeler 28 Şubat sürecinin yerel bir hareket olmadığının bizlere
göstermesi açısından oldukça önemlidir. Son günlerde adının sıkça duymuş olduğumuz “Toplum Mühendisliği” kavramı genel olarak Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren kendisini göstermiş olmakla beraber özellikle Cumhuriyet’ten bu yana toplumun sosyal yapısı üzerinde adeta toplum mühendisliği yapan, ülke başta olmak üzere Cumhuriyet’in ve her şeyin sahibi olarak kendini gören bir çevre, adeta bir gizli el bulunmaktaydı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihine baktığımızda neredeyse her 10 yılda bir
askeri darbe ya da müdahale olduğunu görmekteyiz. Bu darbe ve müdahaleler başta ekonomi ve güvenlik meselelerinden ziyade en önemli sorunun demokratik rejimin işlerliğinin düzene sokulamayışı olduğu görülmektedir. Cumhuriyet tarihinin ilk Askeri darbesi olan 27 Mayıs 1960 Askeri darbesinden günümüze kadar her 10 yılda demokratik rejim sekteye uğratılmıştır. Bunun belki de en önemli nedenlerinden bir tanesi, Türkiye’nin demokratikleşmeyi ve bununla paralel olarak da modernleşmeyi sanayi devrimi, feodalitenin çöküşü gibi koşullara bağlı olarak değil, bir bağımsızlık savaşı sonucunda elde etmiş olmasıdır (Özgan, 2008, s.113).
28 Şubat sürecine baktığımızda, bu süreç özellikle; toplumun demokratik bir
ortam içerisinde seçmiş ve iktidara getirmiş olduğu bir hükümete karşı yapılmış bir müdahale olmasının yanı sıra özellikle oligarşik sınıflar başta olmak üzere, sivil toplum kuruluşları ve derneklerin o dönem içerisinde bulunan sendikaların, üniversitelerin, medya ve basın organlarının, muhalefet partilerinin, birlikte yaptıkları bir darbedir. Bilinmesi gereken önemli bir unsur ise Türkiye’de yaşayan sivil vatandaşların olmaları gerektikleri kadar demokrat, laik, cumhuriyetçi olmadıkları ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalınmadığı sürece, demokrasinin korunması ve gelişmesi hep sekteye uğrayarak gerçekleşecektir. Bunun en önemli nedeni ülkede bulunan başta siyasi partiler olmak üzere yargı, basın ve medya organları, üniversiteler, sivil toplum
kuruluşları ve dernekler vb. kurumlar demokrasiyi sahiplenmez tam tersi yönde hareket edip yapılan müdahale ve darbeleri destekler ve onaylarlar iseler demokrasiyi yaşatmak gerçekten çok zor olacaktır.
28 Şubat süreci ile gerçekleştirilmek istenip de hayat bulmayan birçok talep ve
istek o dönem içersin de gerçekleşmemiş olmakla beraber halkın kendi seçtiğinin seçim yolu ile değil de ancak başka yöntemler ile iktidardan uzaklaştırılmasına tepkisi yine geç olmamıştır. Nitekim 28 Şubat süreci ile siyaset sahnesinden silinmek istenen kadronun, yapılan müdahaleden 5 yıl sonra tek başına iktidara gelmiş olması, milletin 28 Şubat’ı onaylamadığının bir kanıtı olarak gösterilmektedir (Özgan, 2008, s.117).
Ancak unutulmamalıdır ki bu süreç içersin de yapılan, haklı ya da haksız bütün
uğraşalar Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar vermiş, ülke karanlık dönemlere sürüklenmek istenmiştir. Bununla beraber Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihi aynı zamanda bir askeri darbeler tarihi olarak anılmış olmakla beraber bütün darbe ve müdahaleler de olduğu gibi 28 Şubat dönemi içerisinde de “Hükümet içeriden, devlet dışarıdan” yıpratılmaya çalışılmıştır.
TEZİN BEŞİNCİ BÖLÜMÜ
5. 28 ŞUBAT VE EĞİTİM Eğitim alanında çalışan her bilim adamının, eğitim alanında çalışmalar yapan her eğitimcinin bununla beraber her öğretmenin kendine özgü bir eğitim tanımı vardır. Eğitim kavramının birçok tanımı yapılmıştır. Eğitimin en çok bilinen tanımlaması, “Bireyin davranışlarında, kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak olumlu ve istendik yönde değişiklik oluşturma sürecidir” şeklinde ifade edilmiş olmakla beraber bunun dışında da eğitimle ilgili birçok tanım yapılmıştır. Bu tanımlamalar genellikle eğitimcilerin farklı felsefi görüşler ve fikirlerinden hareketle “olanı” değil “olması gerekeni” tanımlama girişimlerinden ortaya çıkmıştır. Farklı görüşlere karşın eğitimciler, eğitimi bir değiştirme süreci olarak görmektedirler. Ayrıca eğitim bilimcilere göre, “Bireyin mevcut haliyle yetersiz bulunduğunu ve belli ölçütlere ve telakkilere göre yeterli bir hale getirilmesi gerektiğidir”. Yani eğitim sonucunda birey davranışlarında mutlak bir değişiklik beklenmektedir (Tekin, 1979, s.1).
Eğitim kelimesi Latince “educare” kelimesinin anlamsal karşılığı olan “bakım
ve yetiştirme” anlamını karşılar. İngilizce’de kullanılan bir kelime olan “educate” de “terbiye etmek, yetiştirmek, okutmak” olarak tercüme edilmektedir. Eğitim kelimesi, günümüzde bir süreci veya bir süreç içerisinde elde edilen ürünü akla getirecek şekilde tanımlanmaktadır (Şimşek, 2012, s.22).
“Eğitim; önceden saptanmış amaçlara göre insanların davranışlarında belli
gelişmeler sağlamaya yarayan planlı etkinlikler dizgesidir” (Oğuzkan, 1993, s.46). “Eğitim; bireyin davranışlarında, kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme sürecidir” (Ertürk, 1974, s.12).
Eğitim ve öğretim kavramlarına baktığımızda; öğretim; teşkilatlı ve düzenli
olarak genellikle bir öğretim kurumunda (okul vs.) öğretmenler tarafından, öğrencilere, araç gereç kullanılarak bilgi aktarılması ve öğretilmesi çalışmalarının tümüdür. Başka deyişle öğretim, öğrenmenin gerçekleşmesi için girişilen düzenli, teşkilatlı, plânlı çabaların tümüdür ve bazen örgün eğitim olarak da adlandırılır. Öğretim, eğitimin bir parçasıdır ve ancak öğretilen şeyler kişinin davranışlarında olumlu yönde değişiklikler meydana getirmişse eğitim haline dönüşür.
Eğitim ise; kişinin zihnî, bedenî, duygusal, toplumsal yeteneklerinin,
davranışlarının en uygun şekilde ya da istenilen bir doğrultuda geliştirilmesi, ona bir takım amaçlara dönük yeni yetenekler, davranışlar, bilgiler kazandırılması yolundaki çalışmaların tümüdür. Eğitim, hayat boyu sürer; plânlı ya da tesadüfî olabilir. Okul, okuma-yazma, ders araç gereçleri ile ve bunların dışında aile veya bir çevre içinde, kişisel yetişme vs. yollarıyla yapılan öğretme, öğrenme, bilgi aktarma, beceri kazandırma çalışmalarının tümünü kapsayan bu çabalara yaygın eğitim de denmektedir. Kısaca, eğitim, öğretimi de içine alan çok geniş bir terimdir (Akyüz, 2012, s.2).
Eğitim kavramının bireylerin bilişsel/zihinsel, duyuşsal/duygusal, sosyal yönler den üzerlerinde oluşan etki anlamında geniş anlamda tanımlanabileceği gibi daha dar kapsamlı olarak eğitimin birey üzerinde bilişsel, duyuşsal ve psiko motor beceri alanlarında kasıtlı bir değişimin sağlanması olarak tanımlana bileceğini ifade etmektedir (Şişman, 2000, s.120-122).
Eğitim; kişinin zihni, bedeni, duygusal, toplumsal yeteneklerinin, davranışlarının
istenilen doğrultuda geliştirilmesi ya da ona bir takım amaçlara dönük yeni yetenekler, davranışlar, bilgiler kazandırılması yolunda ki çalışmaların tümüdür. Eğitim hayat boyu sürer, planlı ya da tesadüfi de olabilir.
Eğitim, istenilen bir yaşama düzenine ulaşma çabası olan kalkınmanın en etkili
araçlarından biridir. Toplumun yaratıcı gücünü ve verimini artırıp, toplumda kişilere kabiliyetlerine göre yetiştirme imkânı sağlar (Özbulut, 1999, s.2). Bunun yanında eğitim, bireylerin ve toplumun geleceğinin şekillendiren en önemli faktördür. Günümüzde eğitim, değişimlere uyum sağlayabilen, çevresiyle bütünleşebilen bir sistemdir. Çağdaş bilgi toplumunda istenilen düzeyde yer alabilmek için eğitimin gelişmesine gereken önem verilmelidir (Şen, Tokay, 1998, s.6).
Eğitimde amaç, kişi ve kişiliği tam olarak geliştirmek, akıl beden sağlığı yerinde, gerçeği ve adaleti seven, bireysel değerlere ve emeğe saygılı, derin bir
sorumluluk duygusu ile bağımsız bir ruha sahip, barışçı bir devlet ve toplum kuran insanların yetiştirilmesini sağlamak olmalıdır (Güvenç, 1974, s.13). Eğitim; insanı sosyal, siyasal, ekonomik ve bireysel yönden çözümleme ve geliştirme sürecidir. İnsanın, ilk çağlardaki mağara yaşantısından günümüz modern yaşantısına kadar gösterdiği gelişmeler eğitim sayesinde olmuştur. Bu nedenle eğitim tarihi insanlık tarihi ile başlar. İnsanın eğitimi, doğumu ile başlar ve ölüme kadar devam eder (Kol, 2003, s.1).
Eğitim toplumsal bir olgudur. Eğitim; bireyi değiştirme, yönlendirme, geliştirme
ve kültürleri kuşaktan kuşağa aktarma işlevi görür. Bireye istenilen davranışları
kazandıran ve belirlenmiş hedefler doğrultusunda değiştiren eğitimdir (Öztürk, 1993, s.20). Yeryüzünde insan davranışlarını, değiştirme ve geliştirmede eğitim kadar etkili olabilen başka bir etken yoktur. Bu değişim ve gelişim, olumlu ya da olumsuz olabilmektedir. Eğitim insan tarihi kadar eski bir olgudur. İnsanın doğumundan mezara kadar geçen süre içinde aldığı eğitim toplumsal gelişimi sağlayan en önemli unsur olmuştur. Bunu iyi organize eden toplumlar uygarlık düzeyini yükseltmiş, sorunlarını azaltmışlardır. Eğitimin önemini kavrayamayan veya kavrayıp da insanlarını yanlı eğiten toplumlar da çağdaş uygarlığın gerisinde kalmışlardır. Eğitim, toplumu biçimlendiren en önemli etkenlerden biridir (Yıldız, 2005, s.15).
Yahya Kemal Kaya’ya göre; “Eğitim etkinliği, herhangi bir plan, amaç ve
kurgudan yoksun olabileceği gibi eğitim; planlanmadan, amaçlanmadan,
kurgulanmadan yani informel biçimde olabildiğini savunmakla beraber, eğitimin; planlı, amaçlı, güdümlü yani formel biçimde de olabileceğini ifade etmiştir. Formel biçimi ile eğitim toplumsal bir kurum aracılığı ile gerçekleşir. Yani eğitimin bir toplumsal amacı ve sistematiği vardır. Bu yüzden her toplumun kurumsal olarak “Eğitim Sistemi” vardır. Her toplum kendi eğitim sistemi ile nasıl bir insan yetiştireceğini planlar ve uygular” (Kaya, 1999, s.15) şeklinde ki ifadesi ile Kaya; eğitimin bir düzen ve plan içerisinde olabileceği gibi herhangi bir plan veya düzen olmadan da eğitimin kendiliğinden olabileceğini de ifade etmiştir.
Eğitimin bireye uygulandığı ilk kurum aile olmakla beraber ikinci en önemli
kurum ise okuldur. Ancak, doğumdan ölüme kadar insanlar eğitim ile yüz yüze olmak zorundadırlar. Bu yüzden eğitim uğraşı, yalnız anne-baba, okul ve öğretmenin sorunu değil, başta devlet olmak üzere herkesin sorunu ve görevidir. İnsanın şekillenmesinde aile ve okulun yanı sıra, çağımızda çevre ve medya gibi başka önemli faktörler de vardır (Yıldız, 2005, 16). İnsanın ve insanlığın tüm yaşamını düzenleyen eğitim, bilgilerin, kültürlerin, dönem içerisinde ki yaşanan olayların bir sonraki kuşaklara aktarılmasında da önemli rol oynamaktadır.
Eğitim, toplumsal açıdan yeniden üretimin sağlandığı, bireylerin çeşitli rolleri ve
becerileri kazandığı, toplumsal eşitsizliklerin kuşaklar arasında aktarıldığı/pekiştirildiği bir alandır. Bir başka ifadeyle, bireyler bir yandan yeni roller ve beceriler edinerek, toplumsal yeniden üretim sürecine dâhil olurken bir yandan da bu rolleri ve becerileri değiştirir ve dönüştürürler. Bütün bu süreçler eğitimin sosyal ve toplumsal açıdan önemini göstermekle beraber, eğitimin topluma şekil veren, üretim araçlarını ve üretimi şekillendiren, toplum içerisinde sosyal bir varlık olan bireylere çeşitli rol ve beceriler kazandıran bir işleve sahip olduğu bilinmektedir.
Eğitim denilince önce eğitilecek kişiler ve bunları eğitecek kurumlar akla gelir.
Kişileri daha iyi eğitmek, daha sağlıklı bir toplum yaratmak için uğraşlar sürerken, bir taraftan da yenileşmeye karşı hep engeller çıkarılmıştır. Bundan dolayı her toplum kendine göre bir eğitim sistemi geliştirmiştir. Genel olarak baktığımızda hemen hemen bütün eğitim politikaları devletler tarafından belirlenir ve devletlere bağlı bulunan okullar tarafından yürütülmektedir. Birçok ülkede devlet dışı kuruluşlar da eğitim alanında faaliyet gösterseler de, belirleyici olan devletin uyguladığı ve kontrol ettiği eğitim sistemidir. Bununla birlikte örgütlenmiş okul eğitiminin (Örgün Eğitim) yanında, çok değişik kurumlar tarafından geliştirilen okul dışı eğitim (Yaygın Eğitim) de çağımızda büyük önem kazanmaktadır. Eğitim kurumlarında amaç ve yöntem konusu her zaman büyük önem taşımıştır. Tüm eğitim kurumlarında eğiticiler, önceden belirlenmiş amaçlar doğrultusunda, yine önceden belirlenmiş yöntemlerle, eğitim ile birlikte öğretimi de gerçekleştirirler. Amaç ve yöntem için arayışlar her dönemde ve
toplumda süregelmiştir. Değişen ve gelişen bir dünyada bu arayışlar doğaldır (Yıldız, 2005, s.16). Türkiye’de eğitim politikaları genel olarak devlet ve hükümetler tarafından şekillendirilmiş olmakla beraber dönem dönem yurt dışı eğitim politikaları da örnek alınmış ve ülkemizde uygulanmıştır.
Türkiye’ de uygulanan eğitim politikaları genel olarak yukarıda ki gibi
şekillenmiş olmakla beraber ülkemizde uygulanan eğitim sisteminin amacı eğitimin tanımına uygun olarak, eğitim işinin gerçekleştirecek; etkili verimli, yararlı, sağlıklı ve eğitim iş görenlerinin işten doyumunu sağlamış olarak yasamasını sürdürmektir. Eğitim sistemi, yaşamını sürdürmek için eğitime ilişkin hizmet, düşünce (bilgi) ve mal üretir (Başaran, 1993, s.25-26). Her eğitim örgütü girdisini toplumdan almak ve çıktısını topluma vermek zorundadır. Bunun anlamı eğitim sisteminin çevresine açık olduğudur.
Yani açık sistem özelliği göstermektedir. Eğer bir sistem girdilerini çevresinden alıyor; çıktılarını çevresine veriyor; böylece çevresine ürün verme yoluyla yaşamasını sağlıyor ise bu sistem açık bir sistemdir (Yalçınkaya, Başaran, 1993,25-26). Bununla beraber Eğitim sisteminin kendine has özelliklerini üç temel düzeyde açıklanmak mümkündür:
Bu üç temel özelliğe baktığımızda ise;
1. Üst Sistemler: Bakanlık merkez örgütü ile Yükseköğretim Kurulunu ve Üniversitelerarası Kurulu kapsamaktadır.
2. Aracı Üst Sistemler: İl ve ilçe eğitim örgütlerini, yurtdışı eğitim temsilcilikleri ve üniversite rektörlüklerini kapsamaktadır
3. Temel Sistemler: Okulöncesi, ilköğretim ve ortaöğretim okullarını, yaygın eğitim ve hizmet içi eğitim merkezlerini, fakülteleri, enstitüleri, yüksekokulları
ve bunlara benzer kuruluşları kapsamaktadır (Başaran, 1993, s.25).
Türk eğitim tarihinin amacına baktığımızda ise, en eski tarihlerden günümüze
kadar Türk milletinin ürettiği, benimsediği, geliştirdiği eğitim ve öğretimle ilgili
düşünceleri, kurumları, uygulamaları ortaya koymak, insan yetiştirme düzenini ve nasıl bir insan tipi yetiştirilmeye çalışıldığını araştırmak, Türk toplumlarının mutluluğu ve mutsuzluğu ile eğitim ve öğretimlerinin ilişkisini araştırmak, bugünkü eğitim sorunlarımızı en iyi biçimde çözebilmek için geçmişten bir takım dersler çıkarılıp çıkarılamayacağını tartışmak (Akyüz, 2012, s.1) şeklinde ifade edilmektedir.
KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;
http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1
33 NCÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder