16 Aralık 2015 Çarşamba

28 ŞUBAT SÜRECİ ARİFESİNDE VE ERTESİNDE İKİ MİLLİ GÖRÜŞ PARTİSİ: REFAH PARTİSİ (RP) - FAZİLET PARTİSİ (FP) ( KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ ), 2




28 ŞUBAT SÜRECİ ARİFESİNDE VE ERTESİNDE İKİ MİLLİ GÖRÜŞ  PARTİSİ: REFAH PARTİSİ (RP) - FAZİLET PARTİSİ (FP)  ( KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ ), 2



5 Haziran 1977’deki genel seçimlerde oy oranını %11.8’den %8.6’ya düşüren MSP, seçimlerin ardından Demirel’in başkanlığında kurulan II. Milliyetçi Cephe Koalisyonu’nda da yer almıştır. Demirel’in başkanlığında AP, MSP ve MHP’nin oluşturduğu II. Milliyetçi Cephe Koalisyonu’nda yer alan MSP’nin milletvekili sayısı önceki döneme göre yarıya düşmesine rağmen (24 milletvekili), “anahtar parti” iddiasını sürdürüp taviz vermez tutumunda ısrar etmesi, AP’de zor günlerin yaşanmasına neden olmuştur (Çakır, 2005: 547). 
Nihayet CHP’li Altan Öymen ve Hayrettin Uysal tarafından ülkenin içine düştüğü yoksulluk, güvenlik zafiyeti ve Anayasadan uzaklaşıldığı iddialarıyla II. Milliyetçi Cephe Hükümeti aleyhine verilen gensoru önergesinin görüşmelerinde güvenoyu alamayan Hükümet düşürülmüştür. II. Milliyetçi Cephe Hükümeti’nin ardından kurulan Ecevit Hükümeti, 14 Ekim 1979’daki ara seçimlerde muhalefetin iktidar partisini üyeleri itibariyle geçmesi üzerine Ecevit’in istifasıyla sona ermiştir. Ecevit’in istifasının ardından, Demirel’in başkanlığında MHP ve MSP’nin dışarıdan desteklediği azınlık hükümeti kurulmuştur (Tekin ve Okutan, 2011: 183). Bu hükümet de, 1970’li yılların ikinci yarısında artan siyasi istikrarsızlık ve kanlı toplumsal kutuplaşmaların getirdiği 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi’yle sona ermiş ve MSP dahil dönemin siyasi partilerinin tamamı kapatılmıştır 
(Ermağan, 2011: 229). 


3. 28 ŞUBAT SÜRECİ ARİFESİNDE MİLLİ GÖRÜŞ HAREKETİ’NİN KALESİ REFAH PARTİSİ: VESAYETÇİ DEMOKRASİNİN KURBANI SİYASİ PARTİ 


12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi’yle kapatılan tüm siyasi partiler, darbe yöneticilerinin demokratik hayata dönüş kararıyla 1983’ten sonra yeni adlara ya da önce farklı adlara ardından 12 Eylül öncesindeki adlarına tekrar kavuşmuşlar dır. Demokrasiye tekrar dönülmesiyle birlikte (Poyraz, 2010: 316-317) Avukat Ali Türkmen’in başkanlığında 33 kişi tarafından 13 Temmuz 1983’te kurulan RP de, MSP’nin yerine Milli Görüş Hareketi’nin yeni partisi olarak Türk siyasal hayatındaki yerini almıştır (Çakır, 2005: 548). 

Ancak RP’nin kurulmasının ardından ordunun kamu yaşamında İslam’ın rolüyle ilgili sert düzenlemeleri sürdürmeye karar vermesinden dolayı, 6 Kasım 1983 genel seçimlerinde Milli Güvenlik Konseyi (MGK) tarafından RP’nin kurucu üyeleri veto edilmiştir. MGK’nın vetosundan dolayı seçimlere katılamayan ve genel başkansız kalan RP’nin başına, Ahmet Tekdal getirilmiştir. Tekdal’ın genel başkanlığında 25 Mart 1984 yerel seçimlerine katılan RP, genel oyların %4.4’ünü alarak Van ve Şanlıurfa belediye başkanlıklarını kazanmıştır (Yavuz, 1997: 71). RP’nin Türk siyasal hayatına damgasını vurması için, siyasi yasaklarının kalkması ve Erbakan’ın 11 Ekim 1987’deki RP İkinci Kongresi’nde Partinin genel başkanlığına seçilmesini beklemek gerekmiştir. Erbakan’ın genel başkanlığında 29 Kasım 1987 genel seçimlerine katılan RP, seçimlerde %7.3 oranında oy alarak dördüncü büyük parti olmuştur. RP ilk sandık başarısını, 26 Mart 1989 yerel seçimlerinde oyların %9.8’ini ve Konya, Sivas, Van, Şanlıurfa ve Kahramanmaraş il merkezlerinde belediye başkanlıklarını alarak elde etmiştir. 20 Ekim 1991 genel seçimlerinde ise, %16.2’ye erişen oy oranıyla oylarını ikiye katlamıştır. Seçimlere Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) ve Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP) ile ittifak yaparak giren RP, 62 milletvekili çıkarmıştır. RP en büyük başarısını 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde genel oyların %19.1’ini alarak 
elde etmiş olup (Çakır, 2005: 548-49; Yılmaz, 2012: 365-366), Partinin bu başarısı 24 Aralık 1995 genel seçimlerinde %21.3’lük oyla birinci parti olmasının yolunu açmış ve RP’nin popülaritesini zirveye taşımıştır (Akdoğan, 2005: 622). 

Kuruluşu ve katıldığı seçimlerdeki performansı kısaca özetlenen RP’nin ideolojisi, kimliği, söylemi, ekonomi politikası ve kısmen dış politikası, siyasi başarısıyla paralel şekilde dinamik bir görünüm arz etmiştir. Selefi MSP’den farklı olarak daha az dinsel kavramlardan oluşan, daha demokrat bir söyleme sahip olan RP’nin ideolojisinin, muhafazakâr milliyetçi söylemi İslami kavramlarla kurgulayan bir yanı bulunmaktaydı. 

Dünya görüşünü Milli Görüş şeklinde tanımlayan RP, hem milliyetçi hem de İslamcı bir partiydi. Muhafazakâr-milliyetçi yönü bulunan RP, devletçiliğe vurgu yapan ve “Yeşil Kemalizm” olarak nitelenebilecek düzeyde devlet aşkı içinde olan bir parti profili çizmesine rağmen, hem düzen hem de diğer siyasi partilerin sistem karşıtı bir parti olduğu iddialarına maruz kalan; ancak bunlara karşı gelmeyen, en sivil yönü İslamcılık olan, çevreyi aşamalı olarak merkeze taşıyarak merkezle çevre arasında adeta lastik görevi gören bir siyasi partidir (Yavuz, 2005: 596-600). RP’nin sosyal tabanı, geleneksel dindar zümreler, büyük kentlerin çeperinde toplanıp da milli gelirden yeterli düzeyde pay 
alamayan yoksul kesimler ve kırsal alandan, topraktan henüz kopup küçük kentlere gelen dağınık bireylere dayanmaktaydı. Partinin sosyal tabanını teşkil eden bileşenlerden geleneksel dindar zümrelerin bütün zor koşullara rağmen belli düzeyde ekonomik bir performans göstermesine rağmen, buna mukabil kimliklerini kamusal alana taşıyamamaları ve önlerine çıkan engelleri aşamamaları; milli gelirden sınırlı düzeyde pay alan geniş yoksul kesimlerin daha somut ve uygulanabilir projeler istemeleri ve topraktan kopup 
küçük kentlere göçen bireylerin büyük kentlere yönelmesi RP’ye destek vermelerini sağlamıştır. Ayrıca Anadolu’da palazlanmaya başlayan küçük ve orta ölçekli sermayenin bir yandan uluslararası sürece dahil olmak için daha çok özgürlük ve sivil inisiyatif isterken, diğer yandan resmi toplumla da karşı karşıya gelmek istememesi, RP’ye yönelmesine yol açmıştır. RP’nin “Adil düzen, kimlik beyanı, aidiyet, ahlaki dürüstlük, farklı dış politika ve Müslüman kardeşliği” gibi kendine özgü argümanları da RP’yi diğer merkez partileri karşısında avantajlı konuma taşımıştır (Bulaç, 2009: 549). 

RP, İslamcı ve şeriatçı olma suçlamasıyla sık sık karşılaşan Milli Görüş Hareketi’ nin kurduğu bir siyasi parti olmasına rağmen, dini motifleri ve mesajları olabildiğince açık şekilde kullanmaktan kaçınmamıştır. Propaganda, slogan ve söylemleriyle dinsel ve yerel ağırlıklı bir kimlik tasarlamaya çalışan RP, “Başörtüsü milli kıyafetimizdir” diyecek kadar yoğun dinsel içerikli bir söyleme, “diğer partilerin seçmenleri, bizim ise inananlarımız var” şeklinde parti içi örgütlenmenin dinsel kaynaklı bir motivasyonla pekiştirilmesini amaçlayan bir propagandaya başvurmaktan dahi çekinmemiştir (Küçükyılmaz, 2010: 106). Parti Programı’na bakıldığında, bu durum daha iyi anlaşılmaktadır. Selefi Milli Görüş partilerinde olduğu gibi, kalkınmacı-ithal ikameci modelle kapitalizmin geliştirilmesi için dini, bir araç olarak gören bakış açısının da aynen korunduğu Parti Programı’nda, “Temel Prensipler” başlığı altında din ve laiklik konusu; “Milli Eğitim ve Öğretim” başlığı altında ise, dinsel eğitim konusu işlenmiştir. Bol miktarda İslami öğeyi söylemlerinde barındıran RP, Parti Programı’nda laiklik, vicdan ve inanç hürriyeti hususlarına fazla yer ayırmamıştır (Şen, 2004: 272). Laiklik, din ve vicdan hürriyetinin birkaç cümleyle ele alındığı Parti Programı’ nda; “fikir, vicdan ve düşünce hürriyetine duyulan inanç ve bu hürriyetlere yönelik her türlü baskının iptidai ve laikliğe aykırı kabul edildiği; laikliğin din düşmanlığı olmayıp aksine söz konusu hürriyetleri her türlü ihlalden koruyacak bir prensip olarak geliştirildiği ve uygulamaya konulduğu” ifade edilmiştir (Refah Partisi Programı, 1986: 42). 

Parti Programı’nın “Milli Eğitim ve Öğretim” başlığı altında ise, “Din eğitiminde aydın din kadrosu yetiştirilerek ihtiyaçlarının karşılanmasının, din görevlilerinin terfih edilmelerinin ve sayı bakımından milletin ihtiyacını karşılayacak düzeye eriştirilmesinin gerekliliğine inanıldığı; din eğitiminin manevi gelişmenin temeli olduğu gibi yeni nesillerin hizmetinde bulunacağı asil Türk milletinin manevi hasletleriyle de yakından tanınmasına ve yapacağı hizmetlerde başarılı olmasına yardımcı olacağı” dile getirilmiştir (Refah Partisi Programı, 1986: 53). 


Ancak RP liderliğinin ürettiği mesajlara, Parti Programı’nda, söylem ve propagandalarında kullandıkları dini motiflere bakarak RP’yi “şeriat esaslarına dayalı”, “din devleti tesisine çalışan” bir parti olarak tanımlamak oldukça hatalıdır. Önder kadrosu içinde dini eğitim almış kişilerin sınırlı, çarpıcı bir şekilde mühendislerin ağırlıkta olduğu RP’nin söylemleriyle Kemalist çevrenin şimşeklerini üzerine çeken lideri Erbakan da bir cami imamı kadar dini bilgiye sahip olmadığı Partinin kurmaylarınca dile getirilen, teknokrat yönü ön plana çıkan bir isimdir. Buna rağmen RP, tekeline geçirdiği “antici” retoriği, sosyal adalet, milli onur, gelenek, muhafazakârlık ve din gibi argümanlarla zenginleştirmiş ve “iktidara aç” toplumsal kesimlerin dinamik, ısrarlı ve kararlı particiliğiyle bu argümanları mezcederek sonuca ulaşmıştır (Türköne, 1994: 72-73). 

Siyasi partilerin mücadelesinin çatışmacı sosyo-politik kimlikler ve iyi yaşam düzeyi üzerine konuşlandığı 1990’lar Türkiye’sinde, yoksul ve yeni kentleşmiş kitleler Müslüman olarak kabul edilmeyi ve tanınmayı tercih etmiştir. Onlar bu tercihini ve ekonomik ürünler ile ekonomik genişlemenin eşit olarak dağıtılması isteğini RP’nin Adil Düzen açıklamasında bulmuştur. Bu yüzden, Parti Türkiye’nin sessiz ve bastırılmış kitleleri ve sosyal, kültürel ve politik etkileşimleri yeniden tanımlamak ve dönüştürmek için arayış içinde olan sosyal akımlar için kurumsal bir çerçeve önermiştir (Yavuz, 1997: 74-75). 
RP’nin kendisini diğer partiler karşısında avantajlı konuma taşıyan Adil Düzen retoriği altında sergilediği ekonomik model, gerçekten Üçüncü Dünyacı, RP propaganda literatüründe sıklıkla kullanılan antiemperyalist dille tutarlıdır. Adil Düzen modeli, Batının serbest piyasa ekonomisiyle Doğu Bloku ülkelerinin devlet kontrollü Sosyalizmi arasında karma bir ekonomik yapıyı, “üçüncü bir yolu” canlandırmaktadır. Karma ekonomik modelde, devletin temel altyapı ve bölüşüm desteği sağlamasında önemli rol oynadığı özel girişimin teşkili, ekonomik gelişmişliğin ana motoru olarak görülmektedir. Adil Düzen projesi, aynı zamanda özellikle faizsiz bankacılık gibi bir grup İslami elementi de içermektedir. RP’nin Adil Düzen retoriği, bireyselliğe ve pazara daha fazla, sosyal adalete daha az vurgu yapan başlıca merkez sağ partilerin pozisyonundan oldukça farklı bir duyguyu içermektedir. Aynı zamanda, demokrasiye, insan haklarına ve sosyal adalete daha fazla, özel girişimciliğe daha az vurgu yapan, soldaki sosyal demokrat partilerin pozisyonundan belirgin bir şekilde farklıdır (Öniş, 1997: 754). 
Bazı seküler çevrelerce kabile Sosyalizmi, Sovyet stili Komünizm veya Arap tipi Sosyalizm olarak adlandırılan Adil Düzen projesi, kronik ekonomik problemlere ve toplumda algılanan ahlaki erozyona karşı geliştirilen eklektik, kompleks ve ütopik bir yaklaşımdır. Dayanışmayı, uyumu ve adaleti, Türk toplumunun cemaatçi geleneklerini vurgulayan Adil Düzen projesi, daha iyi bir toplum kurmak için modern teknolojinin kullanılması gerektiğini savunmakta, modernite ve ilerleme umudunu önlememekte, farklı bir bağlamda sunmaktadır. Hızlı 
ekonomik gelişme ve ulusal gelirin adil dağıtımı ana temalarına dayanan Adil Düzen Projesi; “politika, ekonomi, bilim, din ve ahlak” şeklinde sıralanabilen farklı ve ilişkili alanların toplamından oluşmaktadır. Bu alanlardan politika, daha iyi sosyal düzenlemeler için ulusal gelirin dağıtımının yeniden düzenlenmesini sağlamayı amaçlayan siyasi gücün elde edilmesinin gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Ekonomi, sosyal adalet konusuna ve ekonomik sahada banka faizlerinin elemine edilmesini gerçekleştirmek üzerine odaklanmaktadır. Bilimi, ifade özgürlüğünü ve modern teknolojiyi cesaretlendirmekte ve her nerede bulunursa bulunsun bilimsel gelişmeleri engelleyen her türlü engelli reddetmekte dir. Nihayet din ve ahlak, toplumda algılanan ahlaki erozyonu azaltmak için, İslami prensiplere dayanan manevi bir yaşam stilini önermektedir. Ahlak; sıkı çalışma, toplum hizmetleri, kardeşlik ve böylece sosyal barışın temeli olarak iddia edilmektedir (Yılmaz, 2012: 368). 


Adil Düzen retoriğine sahip olan RP, selefi olan Milli Görüş partilerinden farklı olarak, devletçi ve korumacı politikalardan vazgeçerek piyasa ekonomisi modeline yönelmiştir. RP’nin ekonomi politikasındaki bu yön değişikliğinde, Turgut Özal döneminde uygulanan neo-liberal politikalar sonucu oluşan “imkân alanları” ve bu alanlardan yararlanan Anadolu burjuvazisinin devletin kontrolcü ve sınırlayıcı gücünden kurtulma önceliği oldukça etkili olmuştur (Yavuz, 2005: 597). Özal tarafından 1980’lerin sonlarında ve 1990’larda uygulanan serbest piyasa politikası, küçük ölçekli işadamları ve büyük şehirlerdeki küçük burjuva tarafından desteklenmiştir. Özal’ın serbest piyasa politikasını benimseyen bu 
kesimler, devlete ve büyük sanayicilere karşı kamuoyu oluşturmak için İslami sembollere ve etiğe en iyi silah olarak bakmıştır. Özal döneminde uygulanan serbest piyasa politikasıyla ülkede meydana gelen ekonomik gelişmeden en fazla küçük ölçekli şirketler yararlanmış ve Avrupa pazarlarıyla hızla birleşme görüşünde olan büyük iş çevrelerine karşı çıkarlarını korumak için Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD)’ni kurmuşlardır. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve genellikle büyük iş camiası tarafından yaratılan rekabetsiz çevreye karşı, MÜSİAD tarafından tam liberalizasyon ve Türk ekonomisinin özelleştirilmesi savunulmuştur (Yavuz, 1997: 72). 
Anadolu’da palazlanan bu yeni burjuva sınıfının talepleri RP’nin piyasa ekonomisi modeline yönelmesine yol açmıştır. Dolayısıyla RP, Özal’ın mimarlığını yaptığı 24 Ocak 1980 Kararları’nın ürünü olarak beliren liberal ekonomik gereksinimleri sağlamaya yönelen ve Cumhuriyetten itibaren kendisini İslamcılık çeperi içinde ifade etmiş ekonomik ve sosyal kesimler arasındaki kopuşu birbirine bağlayan bir Milli Görüş partisi olmuştur (Bakan ve Arpacı, 2012: 136). 

RP’nin ekonomi anlayışı kadar, dış politika anlayışı da diğer siyasi partilerden farklılık göstermektedir. Parti Programı’nda “Dış Politika” başlığı altında; bütün ülkelerle ve bilhassa komşularla iyi ilişkiler tesis edileceğine, tarihi ve kültürel bağlarla bağlı olunan ülkelerle ilişkilerin daha fazla geliştirilmesinin mümkün olduğuna, bundan her türlü maddi ve manevi yararlar doğacağına inanıldığına değinilmiştir (Refah Partisi Programı, 1986: 31). Parti Programı’nda açıkça dile getirilmemesine rağmen RP’nin dış politika yönelimi, siyasi düzenin diğer kurulu partileriyle güçlü bir tezatlık oluşturmaktadır. RP’nin anti Batıcı yönelimi gereği temel hedefi, Türkiye ile geri kalan İslam ülkeleri arasında sıkı bir birlik 
oluşturmaktır. Ortadoğu ülkeleri, Sovyetler Birliği sonrasında kurulan Asya ülkeleri ve nüfusu ağırlıklı olarak Müslüman olan Malezya ve Endonezya gibi ülkelerle işbirliğini savunan RP’nin dış politikası, milliyetçilik ve İslami transnasyonalizmin ilginç bir karışımını yansıtmaktadır. Bir düzeyde RP’nin transnasyonalizm açıklaması, kardeşlik ve İslam ülkeleri arasında işbirliği üzerine vurgu yapılması anlamındadır. Ekonomik potansiyeli ve jeopolitik pozisyonu bakımından Türkiye’yi İslam dünyasının liderliği için doğal bir aday ülke olarak gören RP, Batı yönelimli merkez partileriyle taban tabana zıt bir şekilde AB’yi yoğun bir şekilde eleştirmekte ve reddetmektedir (Öniş, 1997: 754-755). 
1989’da yapılan II. Parti Kongresi’nde genel başkanlığa seçilen Erbakan, dış politikada “Müslüman Ülkeler Birleşmiş Milletler Teşkilatı” kurulması gerektiğini, seksene yakın ülke ve topluluğun kendi Birleşmiş Milletler teşkilatını kurdukları zaman, bu teşkilatın yeryüzünde “ Kuvvetin” değil, “Hakkın” hâkim olmasını amaç edineceğini belirtmiştir (Üste, 2006: 343). 
Erbakan’ın en yakın danışmanlarından biri olan ve Refahyol Hükümeti döneminde Devlet Bakanlığı ve Hükümet sözcülüğü yapan Abdullah Gül de, “Bizim AB’ye karşıtlığımız Avrupa ülkelerinden farklı bir kültüre, farklı bir kimliğe ve farklı ekonomik yapıya sahip olmamız temeline dayanmaktadır” demiştir. Erbakan da bu farklılıkların altını, AB içinde Müslüman toplulukların uğradığı baskıyı belirterek çizmektedir. Aynı zamanda, AB’nin karar alma yöntemi hakkındaki endişelerini de dile getiren Erbakan, AB’nin karar alma sürecinin karanlık bir odada, parlamenterlerin ya da üye ülkelerin yurttaşlarının görüşleri alınmadan sürdürüldüğü vurgusunu yapmıştır. Ayrıca RP, özellikle Türkiye’nin 


AB’nin resmi karar alma sürecine dahil olmadan AB’nin dış ticaret politikasına uymak zorunda kaldığı gerekçesiyle Gümrük Birliği’ne de karşı çıkmıştır (Robins, 1997: 86). 

Dış politikada Batı ve AB karşıtı bir tutum izleyen RP, içte de vatandaş-devlet ikileminde tercihini vatandaştan yana yaptığını beyan ederek sistemdeki partilerden farkını tekrar ortaya koymuştur. RP’nin daha iyi çözümlenebilmesi için devlet hizmetleri konusundaki yaklaşımı kadar, adalet, bayındırlık, içişleri, milli eğitim ve aile gibi konulardaki görüşlerine değinilmesinde yarar vardır. Bunun için de Parti Programı’na göz atılması gerekmektedir. Kamu hizmetlerinde kamu görevlilerinin kendilerini vatandaşın emrinde gören ve bu açıdan vatandaşa yaklaşan zihniyeti hâkim kılmaya çalıştıklarının ifade edildiği Parti Programı’nda, diğer kamu hizmetlerine nazaran ihmale uğramış olan adalet 
mekanizmasının ve mahkemelerin ihtiyaçlarının süratle giderileceği ve yargı bağımsızlığı için adli teminat müessesesinin revize edilmesinden yana oldukları belirtilmiştir. Bayındırlık hizmetlerinde büyük bir hamleye ihtiyaç duyulduğunun belirtildiği Program’da, içişleri hizmetlerinin ihtiyaca cevap verecek düzeye ve kapasiteye kavuşturulması, milli eğitim ve öğretimin yurt kalkınmasına ve bu kalkınmanın doğurduğu ihtiyaçlara cevap verecek biçimde yeniden şekillendirilmesi gerektiğine değinilmiştir. Milli eğitim ve öğretimde din eğitimine ayrı bir önem verdiğini belirten RP, din eğitiminin manevi gelişmenin temeli olduğu ve milli kalkınma hamlelerinde Türk milletinin manevi potansiyelinin harekete geçmesine ve bu hamlelere hız verilmesine olanak sağlayacak şekil ve şartlara kavuşturulması gerektiği temasını işlemiştir. Ailenin milletin temeli olduğuna inanıldığı vurgusunun yapıldığı Parti Programı’nda, fertlerin manevi eğitim ve gelişiminin aileden başladığı, ailenin güçlenmesi, huzur saadet ve selamet içinde yaşaması ve her türlü yıkıcı maddi ve manevi tehditten korunması için gereken bütün önlemlerin alınmasının vazgeçilmez prensipleri arasında olduğu ifade edilmiş olup, ailenin dışında birey olarak 
kadına değinilmemiştir (Refah Partisi Programı, 1986: 8-23). 

Ancak RP döneminde önceki Milli Görüş partilerinden farklı olarak kadın, kamusal ve siyasal alanda görünmeye başlamıştır. İslami hareketin yükselişiyle birlikte eskiden evlerine hapsedilen kadınların artık cemaat ya da partinin çıkarları için belli düzeydetoplumsallaşıp siyasallaşmasına izin verilen 1980’ler Türkiye’sinde, bu amaca uygun olarak cemaatler ya da parti bünyesinde kadın birimleri kurulmuştur. Büyük ölçüde erkeklerin denetimi altında bulunan bu birimlerin kadın konusunu ayrı ve özel bir formda ele alması arzulanan bir şey değildi; ancak konunun hayatiyeti ve buralara devam eden kadınların belki de yegâne kamusal mekân olmaları nedeniyle bu birimler adeta “kadınlar gettosu”na 
dönüşmüştür. Özellikle büyükşehirlerde faaliyet gösteren birçok cemaatin bünyesinde, bazı durumlarda bir dernek ya da vakıf tabelası altında örgütlenen bu birimler, bir tür “kadın kolu” işlevi üstlenmiştir (Çakır, 2000: 32). 1980’lerde ülkede yaşanan bu dönüşümde RP’nin payı oldukça büyüktür. 1980 sonrasında kadın konusunda en büyük atağı gerçekleştiren siyasi parti olan RP, bir yandan başörtüsüyle üniversitelere devam edilmesine öncülük ederek destek vermiş, diğer yandan da kadınları siyasal faaliyetlere çekerek onları kendi programları doğrultusunda harekete geçirmiştir. Parti bünyesinde faaliyet gösteren kadın komisyonlarında görev alan RP’li kadınlar, 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde partilerini birçok yerde yerel yönetimlerin başına getirmişlerdir. 

RP’li kadınların bu seçimlerde İstanbul’da ev ev dolaşarak yaptığı çalışmalar, partinin kadına bakışında büyük bir aşınmaya yol açmıştır. İslami bir söylemle yola çıkan RP, fikirlerini sahiplendiği İslami düşünürlerin karşı oldukları “kadının kamusal alana çıkışı” konusunda büyük bir yol kat etmiştir. RP’nin kadınlarda siyasete karşı uyandırdığı ilgi, kadınların zamanla geleneksel ev kadını rolünden sıyrılıp “politik birey”e dönüşmesinde önemli bir rol üstlenmiştir (Çaha, 2010: 257). 

İslamcı kadının siyasallaşmasında kilit rol oynayan RP’nin daha iyi analiz edilebilmesi için, öncelikle RP’nin en büyük başarısı olan 27 Mart 1994 yerel seçimleri ve kısmen onun semeresi olan 24 Aralık 1995 genel seçimlerinin üzerinde durulması, akabinde genel seçimlerden 28 Şubat sürecine uzanan ‘yukarıdan ayarlı’ döneme değinilmesinde yarar vardır. %19.1’e varan oy oranıyla 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde oylarını artıran RP’nin bu başarısı, RP’ye Türkiye’nin en büyük iki şehrinin -Ankara ve İstanbul’un- yanı sıra, 
birçok il merkezini kontrol etme olanağı tanımıştır (Küçükcan, 2003: 493). 1994 yerel seçimleri, Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanı olduğu İstanbul örgütünün başını çektiği “Yenilikçiler”in gerçek gücünü ortaya çıkarmıştır. Erdoğan’ın en yakın rakibi ANAP’lı İlhan Kesici’ye 100 binden fazla oy fark atıp İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesiyle ülkede yaşanan büyük şok, Ankara’da 11 bin oy farkla RP’li Melih Gökçek’in seçilmesiyle iyice katmerleşmiştir (Çalmuk, 2005: 551-552). 
Ankara ve İstanbul’un Büyükşehir Belediye başkanlıklarının alındığı yerel seçimler, adeta siyasal İslam’ın zaferi olmuştur. Seçimlerde büyükşehirlere alışamayan, ahlaki değerleri yozlaşmış ve dinden kopmuş olarak gören büyük kentlerin taşralı sakinleri, dini ve RP’yi bir sığınak olarak görmüştür. RP’nin gecekondu semtlerinde yaptığı yoğun propagandalar da Partinin başarısını artırmıştır (Ay, 2004: 7). Ana muhalefet partisi oylarında düşmenin olduğu, iktidarın büyük ortağı DYP’nin ancak vaziyeti kurtarabildiği ve küçük ortak SHP’nin tam bir hezimet yaşadığı bu seçimler, oylarında artış beklenen MHP’de de tam bir şok etkisi yaratmıştır. Oy oranından öte bir de ortada pratik bir sonuç bulunmaktaydı: RP’nin kazandığı belediye başkanlıkları başta İstanbul ve Ankara olmak üzere ülke nüfusunun üçte birini yönetecekti. Sonuç olarak RP dışında kimsenin hesabının tutmadığı bu seçimlerde (Türköne, 1994: 66) 
RP, 6 büyükşehir, 22 il, 92 ilçe ve 207 belde olmak üzere toplam 327 belediye başkanlığı kazanmış, Güneydoğu’dan da birinci parti olarak çıkarak geleneksel oy deposu olan Kürt illeriyle olan ilişkisini rehabilite etme noktasında önemli adımlar atmıştır (Çalmuk, 2005: 551-552). 

Yukarıda da değinildiği gibi, 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde RP’nin gösterdiği bu başarı, 24 Aralık 1995 genel seçimlerinde RP’nin %21’lik oyla birinci parti olmasının yolunu da açmıştır. Başka bir ifadeyle 1995 genel seçimlerinde elde edilen bu başarı, 1994 yerel seçimlerinde kazanılan başarıyla birlikte yerel yönetimlerdeki rüzgârın genel siyasete yansımasıydı (Akdoğan, 2005: 622). Seçimlerden önce yayımlanan Refah Partisi 24 Aralık 1995 Seçimleri Seçim Beyannamesi’nde, ülkedeki sorunların asıl sebebinin taklitçi zihniyetlere sahip partilerin yanlış politikaları olduğu ve bu sorunların çözümünün Refah Partisi’nden geçtiği belirtilmiştir. Seçim Beyannamesi’nde; kuvveti üstün tutan taklitçi siyasi partilere rağmen hakkı üstün tuttuğunu iddia eden RP, Batı’ya uydu olmak yerine bağımsızlıktan yana olduğunu, “koyu faizci kapitalist düzene” rağmen “adil ekonomik düzen”i savunduğunu, baskıcı “gardiyan devlet”e rağmen insan haklarına ve özgürlüklere saygı duyan “garson devleti” öncelediğini, inançlı temiz kadrolarla yürütecekleri Adil Düzen projesiyle ve gerçekleştirecekleri üretim seferberliğiyle işsizlikle mücadele edeceklerini, ekonomik kalkınmada IMF reçeteleri yerine Milli Görüş uygulamasına 
geçileceğini, iktidarlarıyla geçim sıkıntısının ortadan kaldırılacağını ve herkesin refah düzeyinin yükseltileceğini, ülkede inananlara yapılan zulümlerin kaldırılarak ve güdümlü demokrasiye son verilerek gerçek demokrasinin tesis edileceğini, devletin gerçek manada hukuk devleti olacağını, dış politikada uydu değil lider bir Türkiye hedefi için bir Hıristiyan birliği olarak kurulan AB’den ziyade Dünya Müslüman Ülkeler Birliği’nin kurulması gerektiğini, iktidarlarıyla Adil Düzen çerçevesinde adil ekonomik düzen ve adil siyasi düzenin kurulacağı gibi adil ahlaki düzenin de kurularak ahlaki çözülmenin durdurulacağını ve bilakis manevi kalkınmanın yeniden planlı olarak başlatılacağını ifade etmiştir (Refah 
Partisi, 1995: 3-10, 19-31). Seçim Beyannamesi’nde ifade edilen bu vaatlerden /hususlardan da anlaşılacağı üzere, mevcut siyasi partilerden oldukça farklı bir söyleme sahip olan RP’nin katıldığı 24 Aralık 1995 genel seçimleri, Türk siyasal hayatında bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. Kamusal alanda dinin ve siyasetin yeniden yapılandırılmasıyla sonuçlanan seçimlerde RP’nin gösterdiği yükseliş, İslami yönelimli bir parti retoriğinin geniş bir halk desteği anlamına gelmektedir (Küçükcan, 2003: 494). 

3.CÜ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR..


.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder