TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ
12 EYLÜL VE ÖNCESİ
BÖLÜM 23
THKP ( TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ ) EYLEMLERİ,
Cezaevi müdürü Cihan’ı vuracaktık,
30 Mayıs’ta Maltepe’de girdikleri evde 14 yaşında bir kızı rehin aldılar. 2 gün sonra polis evi bastı. Vurdukları kişiyi Çayan sandılar, oysa Hüseyin Cevahir’di.
GİRİŞ
"Büyük Firar”, 12 Mart 1971 darbesinden sonra 5 devrimcinin Kartal Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçışını anlatan bir dizi...
Firara tarihi önem kazandıran birkaç unsur var:
Askeri yönetimin itibarını sıfırlayan bir eylem olması...
Türkiye solunun iki büyük örgütünün ilk ortak eylemi sayılması...
Eylem sırasında cezaevinde, Silahlı Kuvvetler’de, istihbaratta ya da örgütte olanların bir kısmının zaman içinde önemli noktalara tırmanması...
O isimler, bugüne dek, tanığı oldukları bu çok önemli eylemi anlatmadı, yazmadı. O nedenle “Büyük Firar”, ayrıntıları bilinmeyen, ama izleri de
silinmeyen bir efsane olarak konuşulageldi.
Firarın tanıklarını 44 yıl sonra aradım; kimini İzmir’de, kimini Antalya’da, Ankara’da, Amerika’da, Avustralya’da buldum. Tarihi firarın nasıl planlandığını, tünelin nasıl kazıldığını, askeri yönetim altında, bir zırhlı tugaydan nasıl kaçıldığını onlardan dinledim.
Sadece firarı planlayanlarla değil, firara yardımcı olan devrimci subaylarla, firarilere malzeme taşıyan tutuklularla, firarı önlemekle görevli gardiyanlarla, firarın sırrını çözmeye çalışan istihbaratçılarla röportajlar yaptım. Yolları 1971 yazında aynı cezaevinde kesişen bu tanıklar da ilk kez konuşacak bu dizide...
Tünel gün ışığına kavuşuyor
Firardan sonra askerlerin cephesinde neler yaşandığını, tutsakların kaçtığı demir parmaklıkların nasıl gardiyanların üzerine kapandığını da öğreneceğiz; firarın kapısını aralayan aşk hikâyesini de...
Tünelden geçip arkadaşları için ölüme giden “onlar”ı da, tünelin kapısından dönüp hayatta kalanları da anacağız.“Büyük Firar” ve onun özgürlüğe çıkan karanlık tüneli, 44 yıl sonra, gün ışığına kavuşacak.
Çayan, kurşunu kalbine sıktı
MALTEPE ASKERİ KIŞLASI ALBAY DİNÇEL ERKAN KIZI SİBEL ERKAL REHİN ALINDI,
30 Mayıs 1971...
İstanbul Maltepe’de Küçükbağ Sokağı 8 Numaralı evde 2 genç adam, 14 yaşındaki bir kızı rehin aldı.
Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir’di.
Kızın adı ise Sibel Erkan...
Mahir, İsrail Başkonsolosu Elrom’u öldürmek suçundan aranıyordu. Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi’nin (THKP-C) neredeyse bütün önder kadrosu yakalanmıştı. Onlar da Maltepe’de saklandıkları ev deşifre olunca kaçmak istemişler ve tesadüfen Binbaşı Dinçer Erhan’ın evine girip kızını rehin almışlardı.
Bunun üzerine hemen semt boşaltılmış, bina polisler ve askerlerce kuşatılmış ve 51 saati aşan uzun bir bekleyiş başlamıştı.
Polis, içerdekilere “Teslim olun” çağrısı yapmış, içeriden “Gerekirse ölürüz, ama teslim olmayız” cevabı gelmişti. Eylemciler yurtdışına çıkmak için pasaport ve araç istiyorlardı. Asıl amaçları, bu eylemle örgütleri THKP-C’nin adını Türkiye’ye duyurmaktı.
Parola: “Aslan”
Emniyet ve ordunun vurucu timleri dışarıda yerlerini alır ve binanın üstünde helikopterler uçuşurken onlar, evin en korunaklı köşesine buzdolabını çektiler; Sibel’e çatışma çıktığında oraya saklanmasını tembihlediler.
Kendileri de aralarında sözleştiler.
O sözleşmeyi daha sonra Ulaş Bardakçı, Ayşe Emel Mesci’ye şöyle anlatacaktı: “Biri vurulduğu an, diğeri ‘Aslan’ diye bağıracaktı. Bu, aralarındaki parolaydı. ‘Aslan’ı duyan, kendi canına kıyacaktı. Asla sağ yakalanmamak konusunda kararlıydılar.”
Ve operasyon başlıyor
Bekledikleri operasyon 1 Haziran gecesi başladı.
Karşıya yerleştirilmiş keskin nişancının dürbünü, içerdeki uzun boylu, siyah kıvırcık saçlı adamı arıyordu. Sorguda arkadaşları Mahir Çayan’ı öyle tarif etmişlerdi.
Bir ara onu salonda gördü; tetiğe dokundu ve çenesinin altından vurdu. Esmer genç kanlar içinde salonun ortasına devrilirken, “Aslan” diye haykırdı. Diğer genç, önce Sibel Erkan’ı elinden tutup buzdolabının arkasına sakladı, özel timler eve dalarken de teslim olmamak için silahı kendi göğsüne dayayıp tetiği çekti. Kanlar içinde yere devrildi.
Ciğere saplanan kurşun
Eve giren çelik yelekli polisler doğruca salondaki esmer adama yöneldiler, yerde can çekişirken onu kurşun yağmuruna tuttular. Mahir Çayan’ı öldürdüklerini sanıyorlardı. Oysa 20 küsur kurşunla vücudunu delik deşik ettikleri esmer adam, Hüseyin Cevahir’di.
Mahir Çayan, az ilerisinde, akciğerine saplanan kurşunla ağır yaralı olarak yatıyordu. Polis aşağıda bekleşen kalabalığa önce Sibel’i gösterip alkışlattı, sonra Hüseyin’in cansız bedenini gösterip yuhalattı. (DÜZELTME VE ÖZEL NOTUMDUR OLAY GÜNÜ MALTEPEDEYDİM BÖYLE BİR OLAY VUKUU BULMADI)
Ardından da Mahir Çayan’ın ( KAÇARKEN YAKALANDI KADIKÖY İSTİKAMETİN E GİDEN MİNÜBÜS YOLU ÜZERİNDEKİ SHELL BENZİNLİĞĞİNE YÖNELDİĞİ SIRADA VURULDU YARALI İDİ HATTA SEKEN KURŞUNLARDAN BİRİ MALTEPE LİSESİNDE OKUYAN ARKADAŞIMIZ ( YUNUS ÇAPAN' A AYAKTAN İSABET ETTİ O DA YARALANDI ) BU OLAYI YAŞAMASAK YUKARIDAKİ ANLATILAN BU HABERE İNANACAKSINIZ..SAYGIYLA..) kan revan içindeki yaralı bedeni çıkarıldı binadan… Ambulans, dışardaki kalabalığın saldırıları arasında uzaklaştı.
Hücrede tek başına
THKP-C eylemcisi olarak Haziran ayında tutuklanan Ayşe Emel Mesci, Mahir’i yeniden gördüğünde, hastaneden çıkarılmış, Selimiye’de bir hücrede zincirlenmiş ti.
Tuvaletin yanındaki hücresinin kapısı, gelip geçenler halini görsün diye açık tutuluyordu. Mesci, süngülü askerler eşliğinde tuvalete giderken gördü
Mahir’i... Kollarından yukarı, ayaklarından aşağı zincirliydi. Bitkin haldeydi. Bir an gözgöze geldiler. Çayan, konuşamayacak haldeydi; Mesci’nin ise üzülmekten başka yapabileceği bir şey yoktu. Mahir orada kaldı; Temmuz ayında Mesci’yi, dönemin önde gelen aydın ve devrimcileriyle birlikte Maltepe Kartal Zırhlı Tugay’ına götürdüler.
Maltepe’de deşifre olan ev polisler ve askerlerce kuşatılmıştı. 50 küsur saati aşan uzun bir bekleyiş başlamıştı. Eylemciler yurtdışına çıkmak için pasaport ve araç istiyorlardı. Operasyonla eve giren çelik yelekli asker ve polisler Hüseyin Cevahir’i ölü, Mahir Çayan’ı (sağdaki fotoğraf) ağır yaralı halde ele geçirdi.
AYŞE EMEL MESCİ ANLATIYOR
Mesci kendisini “Dev-Gençli Cephe gönüllüsü” diye tanımlıyordu
‘İkinci Kuvayi Milliyeciler’dik
Ayşe Emel Mesci, 1971 yılında Konservatuvar Bale Bölümü’nü bitirmiş, Şehir Tiyatroları’nda kadrolu oyuncu olarak göreve başlamıştı. Kendisini “Dev-Gençli Cephe gönüllüsü” diye tanımlıyordu. Maltepe’deki tutukluluk günlerini şöyle anlattı:
Yahudi barakaları gibi ( ÖZEL NOTUM !! ACİTASYONA GEREK YOK !!!!ÖRGÜT ÜYESİ OLACAKSIN VE ŞİDDETİ ÇEVRENE YAYAÇAKSIN YAKALANINCADA '' SIKIYÖNETİM DE VAR ''ASKERİ CEZA EVİNDE KRAL DAİRESİNDE YATACAK HALİN YOK HERHALDE? )
Bizi savcılık ifadeleri bittikten sonra Maltepe’ye götürdüler, Zırhlı Tugay içinde, tepedeki bir barakaya koydular. Kadınlar bölümü, 2. Dünya Savaşı’nda Yahudile ri koydukları barakalar gibi bir yerdi. Tek katlı bu büyük salonun içinde bir sürü ranza vardı. Ortada bir demir soba yanardı.
Kalabalık değildik pek: Hatırladıklarım; İlkay Demir, Rüçhan Manas, Kadriye Deniz Özen, Rukiye Dülger, Elif Tolon, Matilda Gökçeli, Azra Erhat, Magdelena Rufer, Seçkin Cılızoğlu, Jülide Zaim, Tülay Tat... Askeri karargâh bizim tepenin aşağısındaydı. Orada 4 kule, garnizon, bahçe ve erkek tutukluların kaldığı bina vardı. Oradan bize bol bol yiyecek gelirdi.
[Haber görseli]Yaşar (Kemal) abi sepetler dolusu meyveler, etler, tavuklar hatta -laf aramızda- içkiler gönderirdi. Zeytinyağı tenekesinin altını kestirip araya hazne yaptırır, oraya votka koyup lehimletir, öyle gönderirdi.
Tabii görevli askerlerin bir kısmı da buna göz yumardı. Doğrusu biz, orduya mesafeliydik; ‘NATO’nun ordusu, oligarşinin vurucu gücü’ diye bakardık. Ama birlikteki subayların çoğunun bize sempatiyle bakan radikal devrimciler olmasına da şaşardık.
Mustafa Kemal’in silah arkadaşları
Henüz 20’li yaşlardaydık. Vatan sevgisiyle doluyduk. Mahir‘in savunmasında dediği gibi, ‘İkinci Kuvayi Milliyeciler’, ‘Mustafa Kemal’in silah arkadaşları’ olduğumuza inanıyorduk.
O 1971 sonbaharını hayatımız boyunca unutmadık.”
ZİYA YILMAZ ANLATIYOR
Türkiye’nin yüz aklarıyla bir arada
THKP-C’li Ziya Yılmaz, Kartal Maltepe Cezaevi’ndeki tutukluluk günlerini Barış Mutluay’a (Nota [Haber görseli]Bene, 2014) şöyle anlattı:
“Maltepe aslında askeri bir cezaevi... Devrimciler için hazırlanmış özel bir durumu yoktu. Bir koridor ikiye ayrılmış: Bir taraf A-B, C-D şeklinde,
diğer taraf E-F, G-H biçiminde...
Bizim koğuş A bloktaydı, idareye en yakın blok...
Bizden bir sonraki blokta da İlhan Selçuk, Sarp Kuray, Nihat Sargın, Çetin Özek, Çetin Altan gibi isimler kalıyordu.
Bizim koğuş ve bu arkadaşların koğuşunun hayatlığı aynıydı.
Bu arada ‘koğuş’ diyorduk, ama küçük odaların birleştirilmesiyle kurulmuş bir düzeni vardı binanın... Aslında askerlere yönelik yapılmış ve disiplin
amaçlı bir binaydı. Bizi getirmeden önce küçük odaları birleştirerek koğuş yapmışlar.
Türkiye’nin yüz akı pek çok insan oradaydı. Şiar Yalçın’dan briç öğreniyorduk. Ahmet Hamdi Dinler ise bize satranç öğretiyordu; keyifli maçlar yapıyorduk. Sabahattin Eyüboğlu rüzgârgülleri yapıp mazgallara asıyordu; rüzgâr esince onlar enteresan bir ses çıkarıyordu.
Bir de ‘Şans ruleti’ yapmıştı; üzerinde ‘5 sene’, ‘10 sene’, ‘15 sene’ gibi yazılar vardı; oynayanlar, şansına ne kadar tutukluluk düşeceğine bakardı. O koşullarda bize moral veren eğlencelerdi bunlar...”
CEZAEVİ MÜDÜRÜNÜ VURACAKTIK..
Ali Haydar Yedek, 30 Ağustos 1971’de üsteğmenliğe yükseldikten sonra, 2. Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral Celal Bulutlar ve devre
arkadaşlarıyla.
ALİ HAYDAR YEDEK ANLATIYOR
‘Kendimi birden gardiyan olarak buldum’
Ali Haydar Yedek ve Mahir Çayan, Maltepe’de “gardiyan ve tutuklu” kimlikleriyle buluştular Ali Haydar Yedek, 1968 yazında Topçu okulunu dereceyle bitirmiş, ilk kıta görevi olarak da Kartal Maltepe’deki Zırhlı Tugay’ı seçmişti.
Mahir’lerin bastığı evin sahibi Erkan Binbaşı, Yedek’in görev yaptığı taburu fiilen yöneten komutandı. Ve rehin alma eylemi sırasında evi kuşatan
askerler arasında Teğmen Ali Haydar Yedek de vardı.
İlginç bir tesadüfle, aynı yaşlarda, farklı yollarda olan Yedek ve Çayan, 1971 yazında bu kez Maltepe Askeri Cezaevi’nde “gardiyan ve tutuklu” kimlikleriyle buluştular. Mahir’lerin kaçmasından sonra ise, içeri girme sırası Ali Haydar Yedek’e gelecekti.
8 subay, 80 er
Yedek, bu maceranın başlangıcını şöyle anlattı:
“1971 Temmuzunda alay komutanımız Albay Ruşen Beyazıt’ın isteği ve girişimleriyle ceza ve tutukevini koruma görevi bize verildi.
Alaydaki 40 topçu subayın en güvenilir olanlarından seçilen 8 kişilik bir ekip, cezaevinde görevlendirildi.
Yarbay İrfan Çimentepe, Topçu Yüzbaşı Ali Yücel, Topçu Üsteğmen Ayhan Arat, ben, Topçu Teğmen Berker Barçak, Topçu Teğmen Fuzuli Yazıcı,
Topçu Teğmen Sabahattin Sakman (Fuzuli Yazıcı’nın yerine sonradan katıldı) vardı.
8 subay, 10 astsubay, 80 kadar da er ve erbaş...
Bu görevde iken, 30 Ağustos 1971 de üsteğmenliğe yükseldim. O zamana kadar herhangi bir cezaevinin yakınından bile geçmemiştim. Cezaevi
yönetimi konusunda hiçbir ders, kurs, seminer, vs. eğitim almamıştım. Kendimi birden gardiyan konumunda buldum. Fakat bütün okul yaşamı
birinciliklerle dolu, idealist ve iddialı bir subay olarak bu görevin de üstesinden geleceğime inanıyordum.”
****
AYDIN ENGİN ANLATIYOR:Büyük koğuşun ünlüleri
MALTEPE’DE İSYANIN BAŞLADIĞI GÜN
Komutan silahını çekti ve Cihan’a ateş etti
1971 yılı Ağustos ayı.
Kartal Maltepe Askeri Cezaevi’nde sıradan bir ziyaretçi günüydü. Ancak sıradan olmayan bir şey vardı:
Alay Komutanı Albay Ruşen Beyazıt, içeri yasak malzeme girdiği gerekçesiyle, ziyaretçilerin tutuklulara yiyecek getirmesini yasaklamıştı. İçeriye de
sadece yakın akrabalar alınacaktı. Gardiyanlar o sabah her zamanki gibi yanlarında yiyeceklerle gelen ziyaretçilere “Yasak” dedi. Ve kıyamet koptu.
Tutuklular sloganlarla durumu protesto etti; koğuşların demir kapılarına vurarak gösteriye başladılar. Kapıdaki yüzlerce ziyaretçi de dışardan
onlara destek verdi.
Cezaevi Müdürü Yarbay İrfan Çimentepe sinirlendi. İsyanı bastırmak için D doğuşuna girerek göstericilere “Susun” diye bağırdı.
İsyan başlıyor
Sesler yükseldikçe ziyaretçi kadınlar çığlıklar atmaya, çocuklar ağlamaya başladı. Ortalık birbirine girdi. Komutan yüksekçe bir yere çıktı; “Kesin
sesinizi” diye haykırdı.
Bir tutuklu, “Susup susmayacağımıza biz karar veririz” diye karşı çıktı. Bunun üzerine komutan, öfkeyle bağırarak tutukluyu koğuştan çıkartıp
kelepçeletti. Ancak itirazlar yatışacağına daha da kızıştı. Tutuklular pencerelerin cam ve panjurlarını kırmaya başladı.
Protesto, isyana dönüşmüştü.
Cihan’ı vuruyordu
İşte o anda İrfan Yarbay, silahını çekti ve tutukluları hedef alarak bir el ateş etti. Ateş ettiği noktada THKO’lu iki tutuklu vardı:
Cihan Alptekin ve Oktay Kaynak... Cihan, birden yanındaki Oktay’ı yere itti; aynı anda Oktay, ani bir refleksle Cihan’ın önüne atlamıştı.
İsyan, bu kurşun sesiyle son buldu.
O günden sonra
Ağustos’taki bu kriz, birkaç önemli sonuç verdi: Cezaevi yönetimi, bir daha gardiyanların ve subayların -hele de silahlakoğuşlara girmemesine
karar verdi.
Tutuklular, buradan bir an önce kurtulmanın çaresini aramaya başladı. Ve Cihan’la Oktay, o kritik andan sonra, adeta iki kardeş gibi oldular.
Bu kardeşlik bağını, 15 metrelik bir tünel ayıracaktı.
YARIN: ULAŞ, MAHKEMEDE MAHİR’İN KULAĞINA FISILDADI: “KAÇIŞ HAZIRLIĞINDAYIZ, SENİ DE YANIMIZA ALDIRACAĞIZ”
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/268438/Cezaevi_muduru_Cihan_i_vuracakti.html
***********
NİHAT ERİMİN ÖLDÜRÜLMESİ..,
Eski Başbakan Nihat Erim'i öldüren güç! Kirli eller, 1980'de dönemin başbakanı Nihat Erim'i öldürttü. Cinayetin arkasındaki güç kendilerini gizlemeyi başarsa da Erim'in çevresinin ajanlarla sarıldığı yıllar sonra anlaşıldı
Türkiye Cumhuriyeti eski Başbakanı Nihat Erim, 19 Temmuz 1980 günü Dragos Deniz Kulübü'nün önünde otomobilinden inerken öldürüldü. Türkiye 12 Eylül askeri darbesine adım adım yaklaşırken, Nihat Erim'in öldürülmesi bu sürece adeta ivme kazandırdı. 12 Eylül darbesinden kısa bir süre sonra eylem talimatını veren örgüt lideri Dursun Karataş'tan, tetikçiler Ahmet Karlangaç ve Sadettin Güven'e kadar tüm militanlar birer birer yakalandı.
Erim'in öldürülme talimatını, Dev - Sol'un "Haydar", "Dayı", "İsmail" kod adlarını kullanan lideri, Dursun Karataş ile Hüseyin Solgun birlikte vermişti. Sanıklar yargılandıkları Sıkıyönetim Mahkemesi'nde cinayetin gerekçesini, suikasttan sonra olay yerine bırakılan bildiriyi tekrarlayarak açıkladılar: Faşist Nihat Erim'i devrimcilerin katlini protesto için cezalandırdık." Karataş, Metris Cezaevi'nden firar ettiği için, Erim cinayetinin arkasında hangi güçlerin bulunduğu anlaşılamadı. Tetikçilerden biri olduğu öne sürülen Maden Fakültesi öğrencisi
Ahmet Karlangaç'tı. Gözler Karlangaç'ın ifadesine çevrilmişti. Ancak 17 Ekim 1980'de cinayetin arkasındaki kirli ellerin açığa çıkmasını bekleyenler şok yaşadı. Ahmet Karlangaç, gözaltında bulunduğu sırada intihar ettiği iddia edildi. Üstelik yaşamına, tarihe geçecek tuhaflıktaki açıklamaya göre, "başını duvara vurarak" son vermişti. Bir numaralı sanık Karataş ise firari olduğu için gıyabında hüküm giydi.
Türkiye, bir Başbakanını teröre kurban verdi, ancak kanlı zincirin ucunu tutanlara, eylemi gerçekleştirenler yakalandığı halde ulaşamadı. Merhum Erim'in damadı Prof.Dr. Akın Önalp, kayınpederi ve ailesinin CIA ve İngiliz ajanları tarafından takibe alındığını söyledi. Önal, "Eve gelerek Erim ailesine dil dersi veren öğretmen İngiliz ajanı (MI6) çıktı" demişti.
ÖLÜME GÖTÜREN MEKTUP
Nihat Erim, ölümünden 2 yıl önce yazdığı ve Anayasa Hukukçusu Prof. Dr İlhan Lütem'e gönderdiği mektubunda, Encümeni Daniş'i anlatıyordu. Erim'in Encümen-i Daniş'in, geçmişini kanıtlayan tarihi mektupta şöyle: Tayfur Sökmen başkanlığındaki toplantılara katıldım. Türkiye'nin siyasi, ekonomik ve sosyal konularında önemli kararlar alınıyordu. Toplantıya katılan kişiler genelde generallerden oluşuyordu. 15 günde bir, perşembe günleri bir araya gelip çeşitli siyasal, ekonomik sosyal konular üzerinde ciddi görüşmeler yapıyoruz. ''Ergenekon adı verilen operasyonla birlikte Türkiye'ye kimler yön veriyor sorusu gündeme getirildi. Devlet içerisinde devleti yönetin var mı? Bazen bu tür yorumlar hedef şaşırtmaya yöneliktir.
Devletin gizli bir başkanı, yöneticisi var mıdır yok mudur? Ergenekon bağlamında ismi gündemleştirilen 'Encümen-i Daniş nasıl bir kuruluştur?
Bu kuruluş içinde eski Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, Genelkurmay başkanları, Yüksek Askeri Şura üyeleri, MGK üyeleri, Meclis Başkanları, milletvekilleri, general rütbesinde bazı subaylar, gazeteciler, işadamları... 1971 muhtıra sonrası üye olanlara bakalım. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, eski bakan Fethi Çelikbaş, İlhan Evliyaoğlu, Sadık Batum, eski Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Kemal Kayacan. Eski Genelkurmay başkanları Necdet Üruğ, İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu da Daniş'e üye olan isimler.
BİRÇOK ÜLKEDE OPERASYON YAPTI
P2 Mason Locası'nın patronu Gelli, kısa sürede dünyanın en güçlü isimlerinden biri olmuştu.
İtalya Askeri İstihbarat Merkezi Başkanı General Vito Miceli'nin evinde ortaya çıkan bir liste, Gelli'yi de zor durumda bıraktı. P2 ile sağcı terör ve darbeciliği ilişkilendiren kanıtlar ortada iken, önündeki perde bir türlü açılmayınca gerçekler ortaya çıkarılamadı. Türkiye ve birçok ülkede faliyetlerini artıran P2 Mason Locası, istihbarat örgütlerinden de destek alıyordu. Özellikle CIA ve MI6... Bologna saldırısı başta olmak üzere birçok suçtan hakkında dava açılan Gelli, perde arkası destekle hapisten kurtuldu. Yargı sürecinde Gelli'nin masumiyetini ispatlaması için ona fırsat veren yeniden yargılama hakkı tanındı. Tek celsede masumiyetini ispatladı. Onu suçlayan şahıs ise 8 yıla mahkûm edildi.
Gelli'nin CIA'nin malı mı? Yoksa CIA'nin yüksek dereceli ajanı mı? soruları hiçbir zaman anlaşılamadı. Ancak ortada bir gerçek vardı:
Gelli, P2 Mason Locası'nın kendisine verdiği güçle, dünyayı yöneten birkaç isimden biriydi. Hatta istediği ülkelerde, Masonlar'ın lehine kanunlar
çıkartabiliyordu.
http://www.hurhaber.com/eski-basbakan-nihat-erim-i-olduren-guc/haber-339490
*****
ÖLÜMLE İLĞİLİ.. DİĞER BİR HABER ;
12 Eylül'ü haber veren cinayet Eski Başbakan Nihat Erim'in öldürülmesi Türkiye'yi askeri darbeye götüren süreci hızlandırdı
Ercüment İŞLEYEN
ESKİ başbakanlardan Nihat Erim, 19 Temmuz 1980 günü Dragos Deniz Kulübü'ne girmek için otomobilinden indi.
Ağır adımlarla kapıya doğru yürürken, yanına iki kişi yaklaştı. Birden ellerindeki poşetlerde gizledikleri silahları çıkartıp ateş etmeye başladılar.
Herşey birkaç saniye içinde olup bitti. Terör, artık Türkiye Cumhuriyeti'nde Başbakanlık yapmış bir isme kadar uzanmıştı.
Erim'in vurulması, o günlerde Türkiye'nin üzerinde dolaşan umutsuzluk bulutlarını artırdı. Silahlı örgütlenmelerin gücü ve geldikleri nokta,
Nihat Erim suikastıyla kanlı harflerle vurgulanmıştı.
Katillerin kimliklerinin belirlenmesi için yapılan çalışmalar uzun süre robot resim çizme aşamasını geçemedi. Polis ressamları tarafından görgü
tanıklarının ifadelerine dayanılarak çizilen robot resimler ise kimseyi tatmin etmedi. Acemi çizgiler, katillerin izinin bulunmasına yardımcı olmaktan
çok uzaktı.
Hükümet yetkililerinin, dönemin İstanbul Valisi Nevzat Ayaz ve İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı'nın açıklamaları da birer vaatten öteye
geçemiyor, cinayetle ilgili en küçük bir ipucu bile bulunamıyordu. Polis, Erim suikastından sonra çaresiz kaldı. Türkiye 12 Eylül askeri darbesine
adım adım yaklaşırken, Nihat Erim'in öldürülmesi bu sürece adeta ivme kazandırdı.
12 Eylül darbesinden kısa bir süre sonra o güne kadar cinayeti çözmekte aciz kalan İstanbul polisi, sanıkları kıskıvrak yakaladı. Operasyon
bir hafta içinde sonuçlandırıldı ve eylem talimatını veren örgüt lideri Dursun Karataş'tan, tetikçiler Ahmet Karlangaç ve Sadettin Güven'e kadar
tüm militanlar birer birer yakalandı.
Erim'in öldürülme talimatını, Dev - Sol'un "Haydar", "Dayı", "İsmail" kod adlarını kullanan lideri, Orman Fakültesi öğrencisi Dursun Karataş
ile Mahaller Birimi İstanbul Sorumlusu, Şişli Siyasal Bilgiler Yüksek Okulu öğrencisi Hüseyin Solgun birlikte vermişti. Sanıklar yargılandıkları
Sıkıyönetim Mahkemesi'nde cinayetin gerekçesini, suikasttan sonra olay yerine bırakılan bildiriyi tekrarlayarak açıkladılar:
"Faşist Gün Sazak'tan sonra faşist Nihat Erim'i işkencecileri, hükümeti ve devrimcilerin katlini protesto için cezalandırdık."
Karataş, tutuklu bulunduğu Metris Cezaevi'nden firar edip yurtdışına kaçtığı için, Erim cinayetinin arkasında başka güçlerin bulunup
bulunmadığı anlaşılamadı.
Cinayetin kilit ismi, tetikçilerden biri olduğu öne sürülen Maden Fakültesi öğrencisi Ahmet Karlangaç'tı. Polis, Erim'e Dragos Deniz Kulübü
önünde önce Karlangaç'ın ateş ettiğini açıklıyordu. Karlangaç'ın gözaltında bulunduğu sürede örgüt arkadaşları ile de ters düştüğü iddia ediliyordu.
Gözler Karlangaç'ın ifadesine çevrilmişti.
Ancak 17 Ekim 1980 günü İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden gelen açıklama, cinayetin arkasındaki ellerin açığa çıkmasını bekleyenler
üzerinde soğuk duş etkisi yaptı. Ahmet Karlangaç Emniyet Müdürlüğü'nde gözaltında bulunduğu sırada intihar etmişti. Üstelik yaşamına,
tarihe geçecek tuhaflıktaki açıklamaya göre, "başını duvara vurarak" son vermişti.
Cinayet zanlıları Dev - Sol ana davasında yargılandılar. Bir numaralı sanık Dursun Karataş ise firari olduğu için gıyabında hüküm giydi.
Türkiye, bir başbakanını teröre kurban verdi, ancak kanlı zincirin ucunu tutanlara, eylemi gerçekleştirenler yakalandığı halde ulaşamadı.
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder