22 Eylül 2015 Salı

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL VE ÖNCESİ BÖLÜM 24




TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL VE ÖNCESİ   
BÖLÜM 24


TKP  TÜRKİYE KOMİNİST PARTİSİ

94 yıl önce adil, özgür, bağımsız ve yaşanası bir Türkiye istedikleri için öldürüldüler.,

94 yıl önce Türkiye'nin işgaline karşı mücadeleyi birinci görev belleyen on beş kişi öldürüldü. Trabzon'dan bir tekneye binmeye zorlandılar. Açılan tekneye arkadan yetişen katiller bu insanları öldürerek denize attı. Sadece bir kadını öldürmeyip sağ bıraktılar: kaçırdılar ve başka çetelere sattılar..

Mustafa Suphi ve arkadaşları 10 Eylül 1920'de Azerbaycan'ın Bakü şehrinde buluşmuşlar ve Türkiye Komünist Partisi'ni kurmuşlardı. Aldıkları en önemli karar işgal altındaki ülkeye dönüp kurtuluş kavgasının parçası olmaktı.

Parti başkanı Mustafa Suphi gazeteciyken kovuşturmaya uğramış, hapse atılmış, kaçıp yurtdışına, Rusya'ya gitmişti. Rusya'da 1917 Ekim Devrimine katıldı, bolşevik oldu. Çarlık ordularınca esir alınıp, devrimle özgürlüklerine yeniden kavuşan Osmanlı savaş esirlerinden bir kızıl alay kurdu. Bu birliğin Kurtuluş Savaşının müfrezelerinden biri olmasını amaçlıyorlardı. Parti genel sekreteri Ethem Nejat tanınmış bir eğitimciydi. Solcuydu, İstanbul'da işçileri örgütlemeye yıllarını verdi. Diğerleri arasında Binbaşı İsmail Hakkı gibi Osmanlı ordusundan yurtsever askerler vardı. Yoksul ve yaralı ülkeden hekimler, öğretmenler, mühendisler vardı.

İşçileri, köylüleri Kurtuluş Savaşına aktif olarak katmaya karar vermişlerdi. Sadece aktif olarak savaşa katılmak da değil. Emekçileri, kendi kaderlerini ellerine alacakları bir düzen kurmak için örgütlemeyi amaçlıyorlardı. Bakü'den kalkıp Ankara yoluna düştüler...

Ankara'ya varamadılar.

Mustafa Suphi ve arkadaşları öldü diye Kurtuluş Savaşı durmadı. Bağımsızlık da kazanıldı birkaç yıl içinde. Ama yeni ülkenin başına birileri çöreklendi. Kimisi Meclis binasından zengin oldu. Diğerleri sanki kaçan Ermenilerin, Rumların mallarına göz koyduğu için Kurtuluş Savaşına destek olmuştu! Kürt ağalarıyla, şeyhleriyle pazarlık yapılırken yoksul Kürtlerin öldürülmesi vakayı adiyedendi.

Türkiye, komünistler olmadan vicdanını koruyamıyordu sözün kısası... Zamanla laikliğin altı oyuldu. İmam hatip açma yarışına girdi hükümetler. Kurtuluş Savaşının ve Cumhuriyetin reddettiği şeriat düzeni, boş bırakılan kapıdan içeri girdi, iktidara yürüdü. Zamanla bağımsızlığın da altı oyuldu. NATO’ya yaranmak için Kore’ye ordu yollandı.

Küçük Amerika olmakla övünenlerle başlamıştık, geldik Ortadoğu’ya Batının çıkarları için cihatçı yollamaya. Türkiye her gün birden fazla işçinin 
“iş kazası” diye, birden fazla kadının “töre” diye öldürüldüğü bir cehenneme döndüyse, bunun bir tarihi var. O tarihin başlangıç noktalarından biri 28 Ocak’ı 29 Ocak’a bağlayan gecedir. Komünistlerin öldürülmesidir.

Cinayetlerin, katliamların çok olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Çoğunlukla ne insanların neden öldürüldükleri tam olarak açığa çıkartılıyor, ne de doğru nedenler toplumun hafızasında yer edinebiliyor... Cinayet vahşettir. Katiller vahşi. Ama cinayetin nedeni bu değildir. Türkiye bugünkü haline kan dökmeden getirilemezdi.

Komünistlerin başına gelmedik kalmadıysa Türkiye bugünkü hale dönüştürülebilsin diyeydi... Komünistlerin ışık tuttuğu, solun güçlü olduğu 
bir ülkede neler olmaz?

Yobaz ve sapıklar “altı yaşındaki kız çocuğunu evlendirin” demeye cesaret edemezler. Hırsızlar için “çalmış ama...” diye mazeret üretilemez.
Soyguncular yargılanmasın diye kampanya yürütülemez.Çalışmaktan geri kalmasın, kârlar düşmesin diye yemeğini yerin binlerce metre altında yemeye kimse zorlanamaz. Önlem almaya para harcanmadığı için kaza diye ölenler hakkında fıtrat diyen saraya değil hapse gider.

Savaş kışkırtıcılığı devlet politikası değil suç sayılır.

Yöneticiler kadın-erkek eşit değildir diyerek töre cinayetleri kışkırtamaz.
Çocuklar aç kalmaz, yemek artığı dilenen çocuklar dövülmez.
Mustafa Suphiler hırsızları, katilleri, yobazları kovalamaya çağırdıkları için öldürüldüler. Komünistlerin ışık tuttuğu, solun güçlü olduğu bir 
ülkede soyguna, cinayete, karanlığa geçit verilmez.

Suphileri anmak için hırsızı, katili, yobazı kovalamaya çağırıyoruz...

Komünist Parti Genel Merkezi

http://www.kp.org.tr/tr/bildiriler/94-yil-once-adil-ozgur-bagimsiz-ve-yasanasi-bir-turkiye-istedikleri-icin-oldurulduler



GAZETE BAŞLIKLARI



< http://bilgealtun.com/?Syf=4&Fa=2&Id=114406  >



FAİLİ MECHÜLLER  DOSYASI..,

< https://www.youtube.com/watch?v=4n3fsUKDtko  >


MENDERES İDAMI < https://www.youtube.com/watch?v=HhElsj0wCq0  >



KIZILDERE OLAYLARI..


Murat Bjeduğ

lennonbjedug@hotmail.com

Mahir Çayan ve arkadaşları ile rehineler Kızıldere'de nasıl öldürüldü?

Sene 1972. 18 Mart'ta, Ertan Saruhan’ın kullanmakta olduğu kamyonla Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Cihan Alptekin ve Ömer Ayna Ünye'ye 
ulaşırlar. Ahmet Atasoy, Ünye'de aldığı grubu, abisi Mehmet Atasoy’un Fatsa'nın Yapraklı köyündeki evine götürür.

Bir parantez açmak gerekiyor, tam da bu noktada: Ertan Saruhan’ın, güzergâh boyunca yapılan kontrolleri kendi kimliği ile geçtiği, uzun yıllar 
evvel Uğur Mumcu tarafından işlenmiş ve kuşkulu bulunmuştu. Konspiratif yaklaşımlar, bu mevzu üzerinden Kızıldere’nin zaten devletçe planlanmış bir senaryo olduğu ve akıbetin bu şekilde organize edilmiş olduğu iddiaları zaman zaman seslendirilmiş ti.

“Karadeniz – DEV-GENÇ – THKP-C” denince akla gelen ilk isimlerden biri de, geçtiğimiz aylarda vefat eden “Çörtük İsmet” lakaplı İsmet Öztürk’tür. 
Mahir'in Karadeniz örgütlenmesi için ilk görüştüğü simalardan biri olan İsmet Öztürk, köy çalışması ya da kaçak olduğu için  Karadenize gelen 
militanların ilk temas kurduğu mahalli kadrolardan olduğu için ve Maltepe firarı sürecinde görev de verildiği için olayların iç yüzüne vakıf olmasının 
yanı sıra, Karadeniz kadrosunu, hele de THKP-C’nin Karadeniz sorumlusu Ertan Saruhan’ı hem çok iyi tanımakta, hem de sıkı ilişkisini 
sürdürmektedir. Ölümünden evvel yayımlanan “THKP-C’den Kurtuluş’a MÜCADELE HAYATIM” isimli siyasi anı kitabının 64. sayfasında bu mesele 
hakkında şunları yazıyıyor:

“Benim aranıp aranmadığım belli değildi, ama Ertan serbest dolaşıyordu. Uğur Mumcu’nun köşe yazılarına malzeme olan 'Ertan aranmasına 
rağmen  polis hüviyetine bakıp serbest bıraktı' safsataları boş kuruntudan başka bir şey değildir. Ertan’ın arandığına dair şüphelerin oluşması, … 
Mahir’leri Karadeniz'e geçirdikten sonra izini kaybettirmesinden kuşkulanan polisin izini bulmak için sürdürdüğü çabaların sonucu olmuştur.
Yani Fatsa’ya geldikten sonra.’’

KIZILDERE   HARİTA 

Kızıldere'ye gitmeye nasıl karar verildi?

Fatsa'nın Yapraklı köyünde, kararlaştırılan eylemin planı yapılır. Ünye’deki Amerikan radar üssü çalışanları, tesadüf, THKP-C sempatizanı bir 
avukatın bürosunun da bulunduğu apartmanın üst katında ikamet etmektedirler.

Ahmet Atasoy, avukatın bürosuna giderek Mahir’lerin istediği istihbaratı toplayıp, gruba iletir.

Mehmet Atasoy’un evinde, tamamen yapılacak eyleme odaklanmış bulunan Çayan ve arkadaşlarının, eylemden sonra rehinelerle birlikte gidecekleri 
güvenilir bir yer bulunması işi de yine Ahmet Atasoy tarafından halledilir. Ne Çayan, ne de  diğerleri o sıralar ne Kızıldere, ne de kalacakları ev 
hakında bir bilgiye sahiptirler. Ahmet Atasoy, Alevi bir sülaleden gelmektdir. Önce, “Yüncü Hasan” diye anılan Hasan Yılmaz’ı bağ fidesi sattığını 
bildiği için pazar yerinde bulur. Kazandığından daha fazlasının kendisine verileceğini söyleyerek kalınacak yer bulmasını ister. Kızıldere köyü  
muhtarı ve Alevi olan Emrullah Aslan’ın yakını olduğunu söyleyen Yüncü Hasan ile birlikte Emrullah Aslan’la görüşülür. Kızıldere’de öldürülen 
Nihat Yılmaz’ın kardeşi Abdullah Yılmaz'ın da bulunduğu görüşmede, yetenekli ve vasıflı bir insan olan Ahmet Atasoy, Emrullah Aslan’ı şu sözlerle 
ikna eder:

“Maltepe Cezaevi'ni yarıp geçen arkadaşlardan dört kişiyi buraya getireceğiz. Bunlar Alevidir. Bunları saklamak bizim görevimizdir. 
Sen de görevini yapmalısın. Bunlar yiğit insanlardır, doğru insalardır, namuslu insanlardır. Kayseri’de Hıdır diye biri var, 
Hüseyin İnan’ın babası.” ( THKP-C ve KIZILDERE – KORAY DÜZGÖREN SYF: 31).

Böylece kalınacak ev meselesi de hallolur. Köyün “Kızıldere” olan adı ile garip bir tesadüf eseri, olayın özü denk düşecektir!

'Ne devrimi görmesi, altı ay yaşarsak iyi!'

Eylem timi Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Cihan Alptekin, Ertan Saruhan, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy, Hüdai Arıkan olarak belirlenir. 
Eyleme katılmaması kararlaştırılan Saffet Alp, Ömer Ayna, Sinan Kazım Özüdoğru, 23 Mart günü Sabahattin Kurt’un kalmakta olduğu Fatsa, 
Nurettin köyündeki Hüseyin Gümüş’ün evine getirilir. Evdeki bir sohbet sırasında Hüseyin Gümüş, sorar:

“Sabahattin ne dersin, devrimi görebilecek miyiz?‘’

Sabahattin Kurt’un cevabı şimdi bile yürek sızlatıyor; “Ne devrimi görmesi, altı ay yaşarsak iyi...” 

24 Mart günü, Ömer Ayna, Yüncü Hasan, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt ve Saffet Alp, şoförlüğünü Mehmet Bayrak’ın yaptığı araçla 
ulaştıkları Niksar'ın Reis köyünde araçtan inerler.


Ömer Ayna, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt ve Saffet Alp, Yüncü Hasan tarafından Kızıldere’ye getirilir. Vakit sabaha karşı olduğun dan, 
eve girmek mahzurlu görülür ve gün boyu köy dışında havanın kararması beklenir. Hava kararınca da muhtarın evine girilir.





'T.C Cumhurbaşkanlığı, Parlamentosu ve Hükümetine...'
25 Mart 1972 tarihli, “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, Parlamentosu, ve Hükümetine” başlığını taşıyan bildiri ile eylemciler isteklerini şu şekilde sıralayarak dünya ve Türkiye kamuoyuna ilan ederler:

1 – İnfazlar derhal durdurulacak,

2 – Hiçbir yurtsever ve devrimci asılmayacaktır.

3 – Ençok kırk sekiz saat içerisinde bu konuda Türkiye radyolarından infazların durdurulduğu hakkında yayın yapılması şarttır.


HÜRRİYET GAZETESİ HABERİ
Ve Ünye'de teknisyenler kaçırılıyor


26 Mart 1972 günü Ertuğrul Kürkçü, Mahir Çayan, Cihan Alptekin ve Hüdai Arıkan Charles Turner, Gordon Banner ve John Stuart Law’ı rehine 
alırlar. Grup, dışarıda İngiliz teknisyenlere ait Land-Rover'a Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz ile birlikte binerek Niksar’a doğru 
hareket eder. Aracı Nihat Yılmaz kullanmaktadır. Eylem başlamadan Ünye’ye gelmiş olan (Çörtük) İsmet Öztürk, ilk etapta zaman kazanılması 
için gerekli gördükleri kurum ve kişilerin telefon hatlarını kesmiştir.

27 Mart'ta apartmana gelen müstahdem evdeki diğer İngilizleri elleri bağlı, ağızları flasterli vaziyette bulunca olay açığa çıkar.

27 Mart saat 01:30 sıralarında Kızıldere eteklerine gelen Mahir Çayan, arkadaşları ve rehineler araçtan inerler. Ahmet Atasoy kılavuzluğunda 
yürüyerek Kızıldere’ye varılır, ancak günün ışımış olması nedeniyle muhtarın evine girilmez, bir ağılda akşamın olması beklenir. Gece geç saatte 
ekip eve girer.

Bütün bunlar olurken, istihbarat güçleri, özellikle de Mehmet Eymür ve Hiram Abas hiçbir açığı kaçırmadan iz sürerken Mahir’lerin Karadeniz'e 
geçtiklerini öğrenirler. Ziya Yılmaz’ın Fatsa’lı olması akıllarına gelir sorguyu yapan Eymür ve ekibinin. Fatsa’ya odaklanırlar ve sorgulamalar 
akabinde hemen tutuklamalar başlar.

Arkadaşlarının yanına dönüp öldüler

Mahir Çayan, Kızıldere yöresine geldiklerinde Land-Rover'dan inerken aracı kullanan Nihat Yılmaz ile yanındaki Ertan Saruhan’a aracı uzak bir yere 
bırakarak Ankara, İstanbul’a gitmelerini, izlerini kaybettirmelerini ve bu tarihsel eylemi gelecek kuşaklara anlatmalarını ister. Jipi en uzak noktaya 
götürüp terk eden Saruhan ve Yılmaz, 28 Mart 1972 günü, bugün anlaşılması, algılanması ve izahı güç bir duygudaşlık ve cesaretle son derece 
zor koşullarda, saatlerce yürüyerek, sora sora Kızıldere’ye dönerler. Ve iki gün sonra cenazelerinin çıkacağı o meşum evde yoldaşlarının yanına 
yerleşirler.

Hem ihtiyaçları karşılaması, hem de etrafı bir kolaçan etmesi için 28 Mart'ta Tokat’ın Niksar ilçesine gönderilen muhtar, askeri birliklerin ve sıkı 
önlemlerin boyutunu evdeki konuklarına aktarır. Mahir Çayan ve arkadaşları artık kendilerine doğru adım adım yaklaşıldığını tahmin ederler.

Peşpeşe tutuklamalar ve sorgulamalar sonucu özellikle Yüncü Hasan’dan alınan bilgilerle Kızıldere tespit edilir. 
29 Mart gecesi saat 23:00 sıralarında Yüncü Hasan  güvenlik güçleriyle Kızıldere’ye getirilir. Muhtar Emrullah Aslan’ın 
(Koray Düzgören – THKP-C ve Kızıldere syf: 111 ) anlatımından öğreniyoruz ki, Mahir Çayan ve arkadaşları Yüncü Hasan’ın ele geçtiğini ve 
kendilerine doğru yaklaşıldığını ellerindeki telsizden zaten öğrenirler.

Hasan Yılmaz’ın oyalayıcı tutumu üzerine  Jandarma Teğmen Mustafa İlerisoy ile Astsubay Başçavuş İsmail Hakkı Topaloğlu 30 Mart 1972 
tarihinde köyün muhtarı ile görüşmek üzere eve gelirler. Ama henüz Mahir'lerin o evde oldukları bilgisine sahip değillerdir, muhtardan bilgi almak 
amacıyla gelinmektedir.

Askeri Savcı'nın iddianamesinden Kızıldere 

Şimdi Kızıldere trajedisinin, askeri savcı Albay Naci Gür tarafından hazırlanan iddianamedeki anlatımına bakabiliriz:

Jandarma Teğmen Mustafa İlerisoy ile Jandarma Astsubay başçavuş İsmail Hakkı Topaloğlu’nun  eve doğru yaklaştığını gören nöbetçi eylemci, 
durumu arkadaşlarına ve muhtara bildirmiş; eylemcilerce Emrullah Aslan, görevlilerin gelişlerinin gerçek sebebini öğrenmek ve zaman kazanmak  
amacıyla onları dışarıda karşılaması için gönderilmiş; ancak durumun vehamet arz ettiğini, köyün güvenlik kuvvetlerince sarıldığını öğrenen 
muhtar Emrullah Aslan kendisini sorumluluktan beri kılmak için daha önce hazırladığı bir mektubu görevlilere vererek anarşistlerin ve kaçırılan üç 
İngiliz’in evinde bulunduğunu beyan etmiştir.Emrullah Aslan’ın güvenlik kuvvetlerince gözaltına alınmasını müteakip evdeki ailesi mensubu da 
dışarı çıkmıştır.

Durumun… J. Alb. Kadri Sönmez’e bildirilmesi üzerine komando taburunca köy çevrilmiş; anarşistlerle üç İngiliz’in bulunduğu ev civarı da görevli 
kılınan timlerce abluka altına alınmıştır.

30 Mart 1972 günü sabahı Kızıldere köyüne gelen Harekât komutanı J. Alb. Sezai Durukan (…) komutayı almış; öncelikle ev yakınına kadar 
emniyet müfrezelerini ve dinleme postalarını görevlendirdikten sonra Mahir Çayan ve arkadaşlarına megafonla teslim olmalarını… adalete teslim 
edileceklerini… İngilizlerin Türkiye’de misafir bulunduklarını, onların öldürülmemesini, bu İngilizlerin öldürülmelerinin Türk milletini güç durumda 
bırakacağını, İngilizleri göstermelerini birçok kerre  ihtar ve ikaz etmiştir. Buna karşılık Mahir Çayan ve arkadaşları teslim olmayacaklarını, 
buraya ölmek ve öldürmek için geldiklerini, bunda kararlı olduklarını, şartları yerine getirilmediği takdirde çarpışaklarını ve İngilizleri 
öldüreceklerini belirterek silahlı kuvvetler ve komutanlarına hakaret teşkil eden sözlerle karşılık vermeğe devam etmişlerdir.. 
Eylemciler evin sarılmasından sonra çatı kiremitlerini yer yer açarak dışarıyı daha iyi görebilecek bir durum sağlamışlar; dışa karşı isabetli atışı 
temin etmek üzere bina duvarında da mazgal delikleri açmışlar; ayrıca evin kapı ve pencereleri arkasına eşyaları yığarak tahkimat yapmışlardır.

Yapılan müteaddit ihtarlardan sonra üç İngiliz… görevlilere gösterilmiş; güvenlik kuvvetlerince, kaçırılan üç İngilizin de evde bulunduğu kesinlikle 
öğrenilmiştir.

Saat 12:00 sıralarında güvenlik kuvvetlerince megafonla eylemcilere hitaben: “İçinizde hiçbir eyleme katılmamış şahıslar var, teslim olmak onların 
menfaatleri icabıdır. Adalete teslim olun ve İngilizleri öldürmeyin’’ şeklinde ihtarda bulunulmuş; bunun üzerine Mahir Çayan arkadaşlarını toplayarak “bu olay Sibel Erkan olayının daha yüksek seviyedeki tekrarıdır. Sibel olayı sırasında Hüseyin Cevahir, çok yiğit bir arkadaşımız olmasına rağmen bu kabil ihtarlar karşısında teslim olmak istemişti. Oysa bu onun bir zayıflığının ifadesiydi” demek suretiyle arkadaşlarının hislerine hitapta bulunmuş; bunun üzerine müştereken yapılan konuşmada teslim olunmaması ve İngilizlerin öldürülmesi hususunda tekrar tam bir anlaşmaya varılmıştır.

Saat 14:00 sıralarında evde eylemcilerce güvenlik kuvvetlerine seri atışlar yapılmağa başlanmış; dıştan da görevli erlerce ev saçak kısmına 
3-4 el ikaz atışı yapılması üzerine  harekât komutanı J. Alb. Sezai Durukan İngilizleri sağ olarak kurtarmak ve eylemcileri de sağ olarak ele 
geçirmek amacını güttüğünden derhal emrindeki birliğe ateş kesmesi emrini vermiştir.

Bu arada Mahir Çayan’ın verdiği talimat  veçhile hareket eden eylemciler, elleri arkadan bağlı vaziyette tutulan Charles Turner, Gordon Banner 
ve John Stuart Law’ı tabanca ile müteaddit atış yapmak suretiyle öldürmüşler; güvenlik kuvvetlerince evden boğuk silah sesleri geldiğinin 
duyulması üzerine dinleyici postaları çağırılıp sorulduğunda tabanca ile atış yapıldığı kesinlikle öğrenildiğin den eylemciler tarafından İngiliz 
teknisyenlerinin öldürüldüğü anlaşılmıştır.

KATLİAM EYLEMİNİN  GERÇEKLEŞTİĞİ EV  



Bütün buna rağmen eylemcilere saat 15:45’e kadar devamlı olarak İngilizleri göstermeleri ve teslim olmaları, aksi halde güvenlik kuvvetlerinin 
kanuni yetkilerini kullanacakları ve atışlarına atışla karşılık verileceği ihtar edilmesine rağmen müspet bir cevap alınamamış; aksine küfür ve silah 
atışı ile mukabele edilmiştir. Saat 16:00 sıralarında içerden el bombası atılmağa ve arkasından da silah atışı yapılmağa başlanmış, bu zorunlu 
durum karşısında güvenlik kuvvetleri de… mukabil atışta bulunmuştur. Bu müsademe sırasında evden Çayan vuruldu diye bir ses duyulmasına 
rağmen içeriden silah ve bomba atışına devam edilmiş; bu sırada ev içinde eylemcilere ait el bombalarının patladığı işitilmiştir.

İngiliz teknisyenlerinin öldürüldüğünün kesinlikle öğrenilmesi, müteaddit ihtarlara rağmen eylemcilerce atışa devam edilmesi karşısında harekât 
komutanlığınca teşkil edilen tim, göz yaşartıcı ve sis bombası kullanarak eve girmeğe muvaffak olduğunda evde bulunan Cihan Alptekin, 
Ömer Ayna, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru, Mahir Çayan, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan, Sabahattin Kurt ve  Nihat Yılmaz’ın 
ölmüş oldukları; İngiliz teknisyeni Charles Turner, Gordon Banner, ve John Stuart Law'un ise eylemcilerce öldürüldüğü, cesetlerinin soğumuş 
olduğu, kolları arkadan bağlı ve sırtüstü bir şekilde ev holünde bulundukları tespit edilmiştir.

Sanık Ertuğrul Kürkçü ise arkadaşlarındaki savunma el bombalarının patlaması bu sebeple birçoğunun ölmesi ve yaralanmasından sonra 
beraberine Mısır yapısı 9 mm çaplı 13746 numaralı otomatik tabanca, 61 adet aynı çaplı mermi ve 1 adet fünyeyi alıp ev alt katındaki samanlığa 
kaçarak samanlar arasına saklanmış; ele geçirilen sanıklar arasında Eruğrul Kürkçü’nün bulunmadığı tespit edildikten sonra 31 Mart 1972 günü 
aynı evde arama yapıldığında adı geçen sanık gizlendiği samanlıkta taşıdığı silah, mermi ve fünye ile ele geçmiştir.”
12 Mart ve Türün kardeşlerin icraatı 

Albay savcı Naci Gür’ün iddianamesinde vaka böyle anlatılıyor.

Bu noktada atlanmaması gereken önemli bir detay var. 12 Mart muhtırasından sonra Demirel hükümetinin istifasının ardından 26 Mart'ta  
CHP’den 
bu görev için istifa etmiş bulunan Prof. Nihat Erim tarafından kurulan hükümet, 27 Nisan'da İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı'na, 
1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün’ü getirir. Faik Türün’le birlikte muazzam bir tevkifat dalgası ülkeyi ve İstanbul’u sarar.
12 Mart sürecinde tüm toplantılara iştirak etmiş ve sürecin önemli isimlerinden biri olan General Celil Gürkan, Hava Kuvvetleri Komutanı ve 
12 Mart'ın mimarı Muhsin Batur’un son dakika çalımıyla emekliye sevk edildikten hemen sonra, bir Faik Türün eseri olan Ziverbey Köş

kü denilen işkencehaneye getirilerek 6 gün misafir !? Edilir. Bu Ziverbey Köşkü'nden geçmeyen aydın-demokrat kalmamıştır neredeyse.

 EVİN HALİ VE SAMANLIKTA SAKLANAN ERTUGRUL SAĞ KURTULDU.!!!



Faik Türün’ün kardeşi Tevfik Türüng de (iki kardeşin soyadları farklı geçiyor M.B) Ankara Merkez 

Komutanlığı'nda abisi ile aynı misyonu yerine getirmektedir. 1971-72 döneminin, devrimciler açısından bu denli kanlı ve ölümlerle geçmesinde bu 
iki isme sık raslanır.

İlk gün verdiğimiz kronolojide ismini andığımız Koray Doğan’ın babası subaydır. Tevfik Türüng'ün tanışıyor olduğu Koray Doğan'ın babası ile 
görüşmek için evlerine gelir ve çok açık bir şekilde 24 saatte teslim olmazsa Koray Doğan'ın başına kötü şeylerin geleceğini açıkça söyler. 
Aile Koray’a ulaşamadan, Koray ertesi gün vurularak öldürülür! Faik ve Tevfik Türün kardeşlerin görev ifasında benzeri olayların sık vuku bulduğu 
biliniyor.

İşte, THKP-C iddianamesini hazırlayan bu savcı albay Naci Gür’ün, Faik Türün’e yakın isimlerden olduğu söylenegelmiştir ki, bunda hakikat payı 
olduğunu tahmin etmek güç olmasa gerek.

İddianamede ve dönemin gazetelerinde “üç İngiliz” olarak geçen teknisyenlerden Charles Turner (1926) ve Gordon Banner'ın (1937) 
İngiliz, John Stuart Law'un (1946) ise Kanadalı olduğu notunu düşerek bugünkü bölümü noktalayalım.





...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder