31 Ekim 2018 Çarşamba

1999_2007 Türk Toplumunun Yasama Sürecine Yön vermiş Türk Siyasi Elitlerinin Etkileri , BÖLÜM 2


1999_2007  Türk Toplumunun Yasama Sürecine Yön vermiş Türk Siyasi Elitlerinin  Etkileri , BÖLÜM 2


4.3. EĞİTİM VE YABANCI DİL


İtalyan düşünür Vilfredo Pareto (1968)’nun “Tarih, aristokrasilerin mezarlığıdır” sözünün de özetlediği gibi, elit dolaşımı (Jary, 1991: 70) ya da elitlerin deveranı kavram, toplumsal yapıdaki yukarıdan aşağıya ya da aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşen ve sürüp giden dikey hareketlilikleri, bir başka anlatımla elit grupları içindeki yer değiştirme ve yenilenmeleri anlatmak için kullanılır. Elitlerin dolaşımında, bireysel faktörlerin yanı sıra toplumsal faktörler de etkilidir.


Elitlerin dolaşımı sürecinde bir çok sosyal, psikolojik ve biyolojik faktörler etkin rol oynadığı görülür. Bu faktörlerin ilk akla gelenleri arasında sosyal sınıf, eğitim, ailesel öz geçmiş (toplumsal köken), yaş, cinsiyet, bireysel ve psikolojik özellikler, ...vb. dir. Bununla birlikte aile bağları (sosyal orijin) ve eğitim etkenleri (Macdonald, 1977), en çok üzerinde durulan faktörlerdendir (Arslan, 2003-f). 


Günümüz Türk siyasi hayatında elit dolaşımı sürecinde etkili olan faktörlerin başında eğitim gelmektedir (Arslan, 2004-f). Eğitim, yalnızca nicelik bakımından yani eğitim düzeyi olarak değil, alınan eğitimin niteliği de bu süreçte oldukça belirleyici rol oynamaktadır. Eğitim faktörünün elit dolaşım sürecindeki etkinliği de her geçen gün daha da artmaktadır. Örneğin 1946-1995 yılları arasında TBMM çatısı altında görev yapmış milletvekillerinin ortalama yüzde 77’si üniversite mezunu iken, Tablo 4’te de gözlemlenebileceği gibi, günümüz Türk siyasi elitleri arasında üniversite mezunlarının ortalama oranı yüzde 90’a ulaşmıştır.




Tablo-4
Türk Siyasi Elitlerinin Eğitim Düzeyleri ve Yabancı Dil Ortalaması.

Ortaokul ve ilkokul mezunlarının 1995-2005 dönemi parlamentolarındaki ortalama temsil edilme oranı ile 1946-1991 dönemleri ortalaması  karşılaştırıl dığında bu değişim daha net bir şekilde gözler önüne serilir: 1946-1991 döneminde yalnızca ortaokul mezunu milletvekillerinin oranı yüzde 8.5, yalnızca ilkokul eğitimli milletvekillerinin oranı ise yüzde 5’tir (Arslan, 2003-c). Son üç parlamentoyu kapsayan 1995-2005 döneminde ise,  yalnızca ortaokul mezunu parlamenterlerin oranı yüzde 2, yalnızca ilkokul mezunu parlamenterlerin oranı ise yüzde 1.2’dir. 

Tablo-5
Türk Siyasi Elitlerinin Yabancı Dil Bilme Durumları

 
Yabancı dil bilme konusunda da Türk siyasi elitleri, Türk toplumunun geneline oranla seçkinci bir görünüm sergiler. Eğitim düzeyi gibi yabancı dil bilgisi de, her geçen gün elit dolaşım süreci üzerinde etkisini arttırmaktadır. 1946-1991 döneminde milletvekillerinin yaklaşık yüzde 70’i en az bir yabancı dil bilmekte iken (Arslan, 2003-c), Tablo 6’da da görüldüğü gibi günümüzde bu oran yüzde 80’i aşmıştır. Türk siyasi elitlerinin yabancı dil ortalaması is 1.11’dir (Tablo 4).


Tablo-6
Türk Siyasi Elitlerinin Aldıkları Eğitimin Türü

(*) 20. Dönem TBMM Albümü, giriş bölümündeki veriler temel alınarak hesaplanmıştır.

Eğitim faktörünün bir başka önemli bileşeni de alınan eğitimin türüdür. Bir başka anlatımla eğitim faktörü baz alındığında, Türkiye’de siyasi elit dolaşımı sürecinde eğitim düzeyi ve yabancı dil bilgisinin yanı sıra, alınan eğitimin türü de oldukça önemli bir rol oynamaktadır. Tablo 6’da da görüldüğü gibi, üniversiteler in bazı bölümlerinin mezunları olmak, bireyleri elit dolaşım sürecinde daha  avantajlı kılmaktadır. Bu bölümlerin başında hukuk, mühendislik, siyaset bilim ve ekonomi ağırlıklı olmak üzere sosyal-ticari bilimler, tıp ve eğitim gelmektedir.


4.4. GÜNÜMÜZ TÜRK SİYASİ ELİTLERİNİN CİNSİYETİ VE MEDENİ DURUMU 


Bilindiği gibi Atatürk tarafından, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı bir çok batılı ülkelerden çok daha önce verildi. Türk kadını, 1930 yılında seçme, 1934 yılında da seçilme hakkına kavuştu. Türk kadını milletvekili seçilebilme hakkını ilk kez 1935 genel seçimlerinde kullandı ve seçimler sonucunda 18 kadın milletvekili parlamentoya girdi. O günün parlamento aritmetiği içinde yüzde 3.8’lik bir orana karşılık gelen bu oldukça olumlu başlangıç, ne var ki takip eden süreç içinde sürdürülemedi (Arslan, 2004-g; 2004-h).


Günümüzde bile Türk kadını, yasalar karşısında erkeği ile birlikte sahip olduğu eşit hakları toplumsal hayatta ve özellikle de siyasette kullanamamaktadır. Bu durumda, kadınların haklarını kullanma konusundaki tembelliği kadar, toplumsal hayatın hemen her tarafında olduğu gibi siyasi hayatta da köşe başlarını tutmuş durumda bulunan erkeklerin iktidarı paylaşma konusundaki gönülsüzlüğü de büyük rol oynamaktadır. 


Tablo 7’de de görüldüğü gibi cinsiyet etkeni, ülkemizde siyasi elit deveranı üzerinde rol oynayan en önemli faktörlerden bir tanesidir. 


Üçüncü bin yılda bile, kadınların parlamentoda temsil edilme oranı yüzde 4’ü bile aşamamaktadır. 1946’dan 1995’e kadar olan süreçte Türk kadınının ortalama temsil edilme oranı ise yalnızca 1.3’tür. Bu çağdaş bir toplum için yüz kızartıcı durumun en büyük sorumlusu ise hiç kuşkusuz, yüzde 98.7’lik bir temsil edilme oranına sahip olan Türk erkeğidir. Öyle görünüyor ki, çağdaş dünyada olduğu gibi Türk demokrasisinin de en önemli açmazlarından birisi yaşçılık ise bir diğeri de cinsiyetçiliktir. 





Tablo-7
DÖNEMLER CİNSİYET  (?) MEDENİ DURUM   (?)

Aynı dönem, medeni durum kriterine göre incelendiğinde de cinsiyettekinde benzer bulgular ile karşılaşılır. Günümüz Türk siyasi elitlerinin yaklaşık yüzde 97’sini evli milletvekilleri oluşturur. Evli milletvekillerinin parlamentoda temsil edilme oranı özellikle 1940’lı yıllarda artış trendine girdi ve bu durum günümüze kadar sürdü. 1946-1995 yıllarını kapsayan dönemde, evli Türk siyasi elitlerinin ortalama oranı yüzde 93.7 iken, bekar ve dulların oranı yalnızca yüzde 6.3’tür (Arslan, 2003-d). Bu durum Türk toplumunun evliliğe, ister bir kurum isterse bir yaşam tarzı olarak, büyük bir önem atfettiği gerçeğiyle ilişkilendirilebilir.

5. GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ





Elitlerin özellikle de Türk siyasi elitlerinin toplumsal özgeçmişlerinin incelenmesi ve sosyal anatomilerinin ortaya konması, Türk toplumunun iktidar yapısının daha iyi anlaşılmasında olduğu kadar, ülkede yaşanan bir çok sosyal ve siyasi gelişmelerin değerlendirmesinin objektif şekilde yapılabilmesin yardımcı olması açısından da önemldir. Konumlar, kontrol ettikleri toplumsal kaynaklar ve sahip oldukları güç bakımından toplumun hiyerarşik yapısının en üst katmanlarını oluşturan elitler, yalnızca toplumda uyulması gereken kuralları belirlemekle kalmazlar, aynı zamanda milyonlarca insanın oynayacağı rolleri de belirlerler. Ülkenin yaşantısını büyük ölçüde onlar yönlendirir, toplumun rotasını onlar çizer, devlet ve toplumun portresinin şekillendirilmesinde de yine onlar en önemli rolü oynarlar.

Bu saptamalardan yola çıkılarak, 1995’ten günümüze kadar geçen süreçte Türk toplumunun, toplumsal ve siyasal yaşantısına yön vermiş ve vermekte olan Türk siyasi elitlerine yönelik olarak gerçekleştirilen araştırmada  özetle şu bulgulara ulaşıldı: Günümüz Türk siyasi elitleri arasında bazı toplumsal gruplar aşırı şekilde temsil edilirken, bazı toplumsal kesimler toplum içindeki varlıklarına oranla çok daha az oranda temsil edilmektedirler. Söz konusu elit grubu özellikle yaş, cinsiyet, mesleksel özgeçmiş, eğitim düzeyi ve görülen eğitimin türü 
(Boyd, 1973; Macdonald, 1977) gibi sosyal faktörler açısından ele alınıp incelendiğinde bu eşitsizlik açık bir şekilde gözler önüne serilir.

Özetle, Türk siyasi elitleri orta ve ortanın üstü yaşta, üniversite mezunu, sivil bürokrasi-yönetici ve hukukçu kökenli, evli erkeklerin, egemen olduğu bir elit grubudur. Bunlar da göstermektedir ki, Türkiye’de siyasi gücün toplumsal kesimler arasında dağılımı konusunda büyük bir eşitsizlik söz konusudur. Klasik demokrasi teorisinin “salt eşitlikçilik” ilkesi ile taban tabana zıt bir görünüm oluşturan bu durum, ancak elit teorisi ile, özellikle de elitist (Etzion, 1993) elit teorisi ile açıklanabilir. 


Konuya, Pareto’nun “tarih, aristokrasilerin mezarlığıdır” sözünün açıkça ifade ettiği “elit dolaşımı” kavramı (Jary, 1991: 70) temelinden yaklaşıldığında da, günümüz Türk toplumunda elitlerin dolaşımı sürecinde bir çok sosyal, psikolojik ve biyolojik faktörler etkin rol oynadığı görülür. Bu faktörlerin ilk akla gelenleri arasında sosyal sınıf, eğitim, ailesel özgeçmiş (toplumsal köken), yaş, cinsiyet, mesleksel öz geçmiş, …vb. gibi bireysel ve psikolojik etkenler sayılabilir. 


Gelişmekte olan ve az gelişmiş toplumlarda, elit dolaşımı süreci üzerinde önemli rol oynayan aristokratik etkenler, belirli ölçülerde de olsa, gelişmiş toplumlarda da etkisini sürdürmekle. birlikte, Putnam’ın (1976: 172) da vurguladığı gibi, Amerika’da, Türkiye’de, Hollanda’da, Japonya’da, Sri Lanka’da ve öteki bir çok ülkede böylesi aristokratik etkenler giderek etkisini yitirmeye, buna karşın bireysel başarı elit dolaşımı sürecinde önemli bir faktör haline dönüşmeye başlamıştır




KAYNAKÇA:

ALBAYRAK, M. (2004), Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti, Ankara: Phoenix Yayınları.

ARSLAN, A. (2005-a), “Tek Partili Dönem Ve Çok Partili Dönem Türk Siyasi Elitlerinin Toplumsal Profillerinin Karşılaştırmalı İncelemesi”, 


“İş-Güç” Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, cilt: 7, Sayı: 1, 2005, http://www.isguc.org/arc_view.php?ex=240, 8.3.2005.


ARSLAN, A. (2005-b), "The Evaluation Of Parliamentary Democracy In Turkey And Turkish Political Elites". Historia Actual On-Line, 


(Contemporary History Association – Asociacion De Historia Actual) v. 3, n. 6 (2005) (Revısta Electrónıca «Hıstorıa Actual On-Lıne», Año 


III, Nº 6, Invıerno 2005), [journal on line] Available from Internet at: <http://www.hapress.com/abst.php?a=n06a10 > 08.03.2005.


ARSLAN,  A. (2004-a), “The Theories on the Power: Elite Theory”, “İş-Güç” Endüstri 

İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, cilt: 6, Sayı: 1, 2004, 
http://www.isguc.org/arc_view.php?ex=193

ARSLAN,  A. (2004-b), “The Theories on the Power 2: Class Theory”, “İş-Güç” Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, cilt: 6, Sayı: 


2, 2004, http://www.isguc.org/. 


ARSLAN,  A. (2004-c), “Türkiye’de İktidarın Sosyolojik Anatomisi ve Türk İktidar Seçkinleri”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler 


Enstitüsü Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 1, 1 Ocak-31 Mart 2004, ss. 1-25.


ARSLAN,  A. (2004-d), “Türk İktidar Seçkinleri”, Kırgızistan Kommersiyalık Enstitüsü, Akademik Bakış, Türk Dünyası Celalabad İşletme 


Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 3, 2004, ss.: 1-9, http://www.tdcif.org/a_view.php?pg=arc_view&ex=13


ARSLAN, A. (2004-e), “Turkish Political Elites (Türk Siyasi Elitleri)”, International Journal of Human Sciences, Political Science, 


20.12.2004, http://www.insanbilimleri.com/en, 


ARSLAN, A. (2004-f), “Social Anatomy of Turkish Top Political Elites in Contemporary Turkey”, International Journal of Human Sciences, 


Political Science, 21.12.2004, http://www.insanbilimleri.com/en, 


ARSLAN, A. (2004-g), “Cumhuriyet’ten Günümüze Türk Siyasi Hayatında Eşitsizlikler”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, Siyaset Bilimi 


01.01.2005, http://www.insanbilimleri.com/. 


ARSLAN, A. (2004-h), “Çağdaş Türk Toplumunun Siyasi Hayatında Kadının Yeri ve Türk Siyasi Elitleri Arasında Kadının Temsil Edilme 


Durumu”, Kadın Çalışmalarında Disiplinlerarası Buluşma Sempozyumu Kitabı, Cilt: 3, Ss.: 101-110, İstanbul: Yeditepe Üniversitesi.


ARSLAN, A. (2003-a), “Eşitsizliğin Teorik Temelleri: Elit Teorisi (The Thoeries On Inequality: Elite Theory”, Kocaeli Üniversitesi, Sosyal 


Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 2003-2, ss. 115-135.


ARSLAN, A. (2003-b), “Elit Teorisi Işığında Günümüz Türk Toplumunun Genel Bir Değerlendirmesi”, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi (Journal 


of Sociological Research), Cilt: 6, Sayı: 2, Güz/Autumn 2003, ss. 5-30, Ankara, 


ARSLAN, A. (2003-c), “A Different Modernisation Experience In the Middle East: The Army And Modernisation In Turkey”, Fırat Üniversitesi 


Orta Doğu Araştırmaları Merkezi Orta Doğu Araştırmaları Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, Temmuz 2003, ss.: 151-168, 


ARSLAN, A. (2003-d), “Çok Partili Dönem Türk Siyasi Elitlerinin Sosyolojik Profilleri”, Jeopolitik Bilimsel Araştırmalar Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 


7, Yaz 2003, ss. 131-138, İstanbul. 


ARSLAN, A. (2003-e), “Emergence Of The Turkish Bourgeoisie And Business-Polıtıcs Relations In Turkey”, “İş-Güç” Endüstri İlişkileri ve 


İnsan Kaynakları Dergisi, cilt: 5, Sayı: 2, 2003, 


ARSLAN, A., (2003-f) “Elit Teorisi Işığında Günümüz Türk Toplumunun Genel Bir Değerlendirmesi”, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi (Journal 


of Sociological Research), Cilt: 6, Sayı: 2, ss. 5-30, Güz / Autumn 2003.


ARSLAN, A., (2001), “Cumhuriyet Dönemi (1920-1995)Türk Siyasi Elitlerinin Toplumsal Profili (Sociological Profiles of Turkish Political 


Elites in Republican Era)”, Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 2, 2001, ss. 5-16.


ARSLAN,  A. (2000), “Cumhuriyet’ten Günümüze Türk Siyasi Liderleri: Atatürk’ten Demirel’e Üst Siyasi Elitler”, Hacettepe Üniversitesi, 


İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, c. 8,  s. 2/200, s. 499-514.


ARSLAN,  A. (1998), “The Theories On Inequality: Elite Theory and Class Theory”, 18 march 1998, Guildford: University of Surrey, 


Department of Sociology.


ARSLAN,  A. (1995), Turkish Political Elites: Social Construction of Turkish Political Elites  and Top Political Leadership in Turkey, 


Guildford: University of Surrey, Department of Sociology.


ALTUNIŞIK, R., Coşkun, R., (vd.) (2004) Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri (SPSS Uygulamalı), Sakarya: Sakarya Kitabevi. 


BACHRACH, P. & Baratz, M. (1962), "Two Faces of Power", American Political Science Review, vol. LVI.


DAHL, R. (1961), Who Governs?, New Haven, Yale UP.


ETZIONI, H . (1993), The Elite Connection, London: Polity Press.


FREY, W.F. (1965), The Turkish Political Elite, Massachusetts: MIT Press.


GILBERT, N. (1994), Researching Social Life, London: Sage.


JARY, D. & Jary, J. (1991), Dictionary of Sociology, Glasgow: Harper Collins.


HERTZ, R. & Imber, J. B. (1995), Studying Elites Using Qualitative Methods, London: Sage.


LANDAU, J. M., Özbudun, E., & Tachau, F. (1980) Electoral Politics in the Middle East, London: Cronm Helm. 


MACDONALD, M. (1977), The Education of Elites, Milton Keynes: Open University Press.


MEISEL, J. (1962), The Myth of the Rulling Class: Gaetano Mosca and Elite, Michigan: University Press.


MOYSER, G. & W’agstaffe, M. (1987), Research Methods for Elite Studies, London: Allen and Unwin.


MOSCA, G. (1939), The Ruling Class, New York: McGraw Hill.


PARETO, V. (1968), The Rise and Fall of the Elites, New Jersey: The Bedminster.


MILLS, C.W. (1956), The Power Elite, London: Oxford.


PRESTHUS, R. (1964), Men at the Top, New York: Oxford University Press.


PUTNAM, R. (1976), The Comparative Study of Political Elites, New Jersey: Prentice Hall.


THOENES, P. (1966), Elites in the Welfare State Toronto: Trans Canada Press.


TURHAN, M. (1991), Siyasal Elitler, Ankara: Gündoğan Yayınları.


YÜCEKÖK, A.N. (1983), Türkiye’de Parlamentonun Evrimi (The Evaluation of the Parliament in Turkey), Ankara: Ankara University.

UNFPA, (2005), Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA), 20.05.2005,    
http://www.un.org.tr/unfpa_tur/populationdynamics1turkey.asp




http://www.yasader.org/web/yasama_dergisi/2007/sayi4/1999_2007_Turk_Toplumunun_Yasama_Sureci.pdf

***


1999_2007 Türk Toplumunun Yasama Sürecine Yön vermiş Türk Siyasi Elitlerinin Etkileri , BÖLÜM 1

1999_2007  Türk Toplumunun Yasama Sürecine Yön vermiş Türk Siyasi Elitlerinin  Etkileri, 
BÖLÜM 1


Sosyaolojik Analizi
Yrd. Doç. Dr. D. Ali ARSLAN (*)


1995’TEN GÜNÜMÜZE TÜRK SİYASİ ELİTLERİNİN
SOSYOLOJİK ANALİZİ(**)

Yrd. Doç. Dr. D. Ali ARSLAN (*)

Özet

Elitler, yalnızca toplumsal konumları bakımından karar verme sürecine en yakın durumda bulunmazlar, aynı zamanda karar verme sürecini yönlendirme ve şekillendirme araçlarını da ellerinde bulundururlar. Toplumun geneline yönelik olarak alınan kararlar hep elitlerin, özellikle de anahtar elitler olarak tanımlanan elit gruplarının damgasını taşır. Türk siyasal hayatının ayrılmaz bir parçası olan Türk siyasi elitlerinin toplumsal özgeçmişlerinin incelenmesi ve sosyal anatomilerinin ortaya konması, yalnızca Türk toplumunun iktidar yapısını daha 
iyi anlaşılması açısından değil, aynı şekilde ülkemizde yaşanan bir çok sosyal ve siyasi gelişmelerin değerlendirmesinin daha objektif bir şekilde yapılabilmesi için de büyük önem taşır.

Bu çalışmada, toplumsal yapı içinde stratejik konumları işgal eden elitler teorik açıdan incelendikten sonra son 3 dönem (20. Dönem-1995, 21. Dönem-1999, 22. Dönem-2002)’de Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) çatısı altında görev yapmış/yapmakta olan Türk siyasi elitleri incelendi. Söz konusu elit grubu özellikle yaş, cinsiyet, mesleksel öz geçmiş, eğitim düzeyi ve görülen eğitimin türü gibi sosyal faktörler açısından ele alındı. 

Çalışmanın sonuçları, Günümüz Türk siyasi elitlerinin orta ve ortanın üstü yaşta, üniversite mezunu, sivil bürokrasi-yönetici ve hukukçu kökenli, evli erkeklerin, egemen olduğu bir elit grubu olduğu gerçeğini ortyaya koymaktadır. Türk 
toplumunun genel durumu ile kıyaslandığında, Günümüz Türk siyasi elitlerinin, elitist bir görünüm sergilediği kolaylıkla söylenebilir. 

Bununla birlikte, bu elitist görünüm, her geçen gün azalma eğilimi göstermektedir.

1. GİRİŞ,

Türk siyasi elitleri, en genel anlamıyla Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, parlamento gibi Türk siyasi hayatının kalbinin attığı kurumların bazen başı, kimi zaman ise bir üyesi olarak yaptıkları görevlerle toplumsal ve siyasi yaşantımızda ön plana çıkmış bireyler olarak tanımlanabilir. 

Türk siyasal hayatının ayrılmaz bir parçası olan Türk siyasi elitlerinin toplumsal özgeçmişlerinin incelenmesi ve sosyal anatomilerinin ortaya konması, yalnızca Türk toplumunun iktidar yapısını daha iyi anlaşılması açısından değil, aynı şekilde ülkemizde yaşanan bir çok sosyal ve siyasi gelişmelerin değerlendirmesinin daha objektif bir şekilde yapılabilmesi için de büyük önem taşır. Bulundukları konum, kontrol ettikleri toplumsal kaynaklar ve sahip oldukları güç bakımından toplumun hiyerarşik yapısının en üst katmanlarını oluşturan siyasi elitler, diğer bazı elit grupları ile birlikte, yalnızca toplumda uyulması gereken kuralları belirlemekle kalmazlar, aynı zamanda milyonlarca 
insanın oynayacağı rolleri de belirlerler. Deyim yerindeyse toplumun kaderinin yanı sıra, bireylerin kaderini de onlar çizerler.

Bu realiteden yola çıkarak çalışmada, son 3 dönem (20. Dönem-1995, 21. Dönem-1999, 22. Dönem-2002)’de Türkiye Büyük Millet Meclisi 

(TBMM) çatısı altında görev yapmış/yapmakta olan Türk siyasi elitlerinin sosyolojik profilleri araştırıldı.

2. MATERYAL VE YÖNTEM:

Genel olarak elit çalışmalarında, araştırma evrenini ve örneklem kümesini belirlerken başlıca 4 teknik kullanılır:
1-  Konumsal (kurumsal) analiz. (Positional Approach)
2- Ünsel analiz. (Reputational analysis)
3- Kararsal analiz. (Decisional analysis)
4- Sentez teknikler. (Snowball analysis)
Bütün bu tekniklerin ortak hedefi, karar verme sürecinde en etkili olan, bu süreçte konum itibariyle en üstlerde bulunan ve iktidar bakımından en güçlü olan bireyleri belirlemektir. Bu konuda en yaygın olarak kullanılan tekniklerin başında “konumsal analiz” tekniği gelir. 
Konumsal analistler en etkin ve en güçlü karar vericileri belirlemek için kurumsal kayıtları kullanırlar.

İki ana bölümden oluşan çalışmada, metodolojik (Gilbert, 1994, Hertz, 1995, Moyser & Wagstaffe, 1987) açıdan araştırmanın evrenini tanımlamak için “kurumsal yaklaşım” kullanılacak. Örneklem kümesini belirlerken de “konumsal analiz tekniği” kullanılacak. Teorik yönü ağır basan ilk bölümde, iktidar ya da toplumsal ve siyasi güç konusunda bu güne değin ortaya konulmuş düşüncelerin genel bir değerlendirilmesi yapılacak. Bu bağlamda özellikle bu alandaki iki temel yaklaşım olan sınıf teorisi ve elit teorisi üzerinde durulacak. Sınıf 
teorisinin ve elit teorisinin temel açılımları ile birlikte ayrıntılı olarak incelenmesindeki asıl amaç, her iki yaklaşımla ilgili olarak son yıllara kadar üzerinde az durulmuş olan bazı noktalardan hareketle, bu konularda sıklıkla ileri sürüle gelen bir takım spekülatif değerlendirmelerin bir son bulmasına katkıda bulunmaktır. Bunu gerçekleştirirken de, çağdaş batılı sosyal bilimcilerin, özellikle de Eva Etzioni ve John Scott’un çalışmalarından yararlanılacak.

Araştırmanın en önemli bölümü olan ikinci bölümde ise daha çok ülkemizde elit olgusu ve Türk siyasi elitleri (Arslan, 2005-a; 2005-b) üzerinde durulacak. Özellikle siyasi elitlere yönelik bulgu ve değerlendirmelerin ağır bastığı bu bölümde, Türk toplumunun siyasi yapısı ve ülkedeki güç dengelerine ilişkin bir takım genel bulgulara da yer verilecek. Türk siyasi elitleri ile ilgili bölümde, içerik ve kapsam bakımından sistematik bir bütünlük ortaya koymak amacıyla, 1995’den günümüze TBMM çatısı altında görev yapmış ve sayıları 1650’yi 
bulan milletvekilleri incelenerek, her bir parlamento dönemi için bir  “data-set” olmak üzere toplam 3 ayrı data-set oluşturulacak. Bu data-setler oluşturulurken temel kaynak olarak TBMM kayıt ve yayınlarının yanı sıra, çeşitli resmi ve resmi olmayan yayınlar, biyografiler ve daha önce yapılmış çalışmalarda ortaya konan bulgulardan da yararlanılacak. Toplanan veriler, SPSS programı kullanılarak analiz edilecek 

(Altunışık, 2004).

3. KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE TEORİK TEMEL

3.1. ELİT YA DA SEÇKİN,

Köken olarak Latince “eligre” ve “electa” dan gelen “elit” kavramı, Fransızca “elite” sözcüğünden dilimize geçmiştir. Eligre sözcüğü latince’de seçme, “electa” ise seçilmiş, en iyisi anlamına gelir. Kavrama, sosyal bilimler alanında popülerlik kazandıran Vilfredo Pareto (1968) ve Gaetano Mosca (1939)’dır. Elit sözcüğünü sosyal bilimlerde ilk kullanan Gaetano Mosca, bu sözcüğü, Fransız sosyolog Henri de Saint Simon’dan etkilenerek keşfetmiştir. Bilimsel alanda ün kazanması ise Pareto sayesinde olmuştur. Pareto elit’i, belirli hiyerarşik yapılanmalar içinde en üst konumu elinde bulunduranlar veya kendi faaliyet alanının en iyileri, en etkilileri olarak tanımlar (Arslan, 1995: 

12). Bir başka deyimle, Pareto’ya göre elit, kendi çalışma alanlarında en üst konumda, zirvede bulunan insanların oluşturduğu toplumsal sınıftır (Arslan 1997: 22 ve 1995: 4).
Sosyalbilimlerde kavramlar genellikle teorik ve metodolojik (Hertz & Imber, 1995; Gilbert, 1994) açıdan tanımlanır. Teorik açıdan elit kavramı, kurumsal iktidara sahip, toplumsal kaynakları kontrol edebilecek konumda bulunan, karar verme sürecini doğrudan ya da dolaylı olarak ciddi bir şekilde etkileme (aktif ya da potansiyel olarak) yetisine sahip, karşıtlarına rağmen istek ve amaçlarını gerçekleştirebilen bireyler olarak tanımlanabilir.

Güç (iktidar) (Bachrach, 1962; Dahl, 1961), konum bakımından toplumsal kaynakları kontrolünde etkin ve toplumsal karar verme sürecinde etkili olabilmek ve tanımlamanın temelini oluşturmaktadır (Scott, 1991). Sözü edilen temel toplumsal kaynaklar zenginlik, prestij, statü gibi sosyal ve ekonomik kaynakların yanı sıra, karizma, motivasyon, enerji, zaman gibi bireysel kaynakları da içerir. 

Toplumsal karar verme sürecini etkileme yetisi konusunda sözü edilen toplumsal kararlar, toplumun tamamını ilgilendiren kararlar olabileceği gibi, toplumun büyük çoğunluğunu etkileyecek türden kararlar veya belli bir toplumsal kesimi ilgilendiren kararlar da olabilir (Mills, 1956). Karar verme sürecini etkileme ise, karar verme sürecine katılım şeklinde “doğrudan” olabileceği gibi; lobicilik, baskı grubu oluşturma, kamuoyu yaratma şeklinde “dolaylı” yollardan da olabilmekte dir.

3. 2. SİYASİ ELİT 

Çalışmada siyasi elitler (Landau, 1980), metodolojik açıdan ve “konumsal yaklaşım” kullanılarak tanımlandı. Genel olarak siyasi elitler, siyaset kurumu içinde en üst ya da en üste yakın konumları işgal eden bireyler olarak tanımlanabilir. Bir başka anlatımla, siyasi partiler ile yasama ve yürütme organlarında en etkin ve yetkin konumdaki bireyler, siyasi elit kavramı kapsamına girer. Siyasi parti liderleri, siyasi partilerin genel sekreterleri ve en etkili diğer üst kurul üyeleri, milletvekilleri, hükümet başkanları ve bakanlar, meclis başkanları, Cumhurbaşkanı ya da devlet başkanı gibi elitler bu tanım kapsamında incelenebilir. Bu çalışmada siyasi elit (Turhan, 1991) kavramın kapsamı, son üç dönem (1995-2005 yılları arası) Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında görev yapmış/yapmakta olan milletvekilleri ile sınırlı tutuldu.

4. GÜNÜMÜZ TÜRK SİYASİ ELİTLERİNİN SOSYAL ANATOMİSİ

Toplumların sosyo-politik yapıları araştırılırken genellikle “eşitsizlik” olgusundan yola çıkılarak, toplumların “iktidar yapısı” ve toplumsal yapı içinde cereyan eden “güç ilişkileri” incelenir. Bu yapılırken de ya “sınıf teorisi” (Meisel, 1962) ya da “elit teorisi” (Arslan, 2004-a; 2004-b; 2003) kullanılır. Bu bağlamda sınıf teorisi, sınıf farklılaşmasını açıklarken “sahiplik” ve “kontrol” kavramlarını kullanır. Elit teorisi ise daha çok sosyo-politik eşitsizlikleri ön planda tutar.

Elit teorisi (Etzioni, 1993; 1995) ağırlıklı olarak iktidar (güç) üzerinde yoğunlaşmasına rağmen öteki toplumsal kaynaklar üzerinde de durur 

(Arslan, 1998). Elit teorisine göre toplumlar iki kategoriye ayrılır; güç sahibi ve yöneten “azlar”, yönetilen “çoklar”. Elit olarak adlandırılan bu yöneten azlar, gücü etkin bir şekilde tekellerinde tutarlar (Arslan, 2004-c; 2004-d). Önemli kararları da onlar verirler. Ötekiler ya da geniş halk yığınları ise göreceli olarak güçsüzdür ve azınlığın kararlarını kabul etmekten başka seçenekleri son derece sınırlıdır. 

Çalışmada, elit teorisinin ortaya koyduğu kuramsal birikimden hareketle, siyasi gücü elinde bulunduran, top yekun toplumun uyması gereken kuralları ve oynaması gereken rolleri belirleyici konumda bulunan günümüz Türk siyasi elitlerinin sosyolojik profilleri (Arslan, 2004-e), 1995’ten günümüze uzanan süreç içinde, yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi ve eğitim türü, meslek, medeni durum gibi temel sosyolojik değişkenler kullanılarak incelendi.

4.1. YAŞ

Bir çok gelişmiş, gelişmekte olan ya da az gelişmiş toplumda olduğu gibi, günümüz  Türk toplumunda da halen oldukça önemli bir sosyolojik faktör olarak varlığını sürdürmektedir. Son yıllarda yaşanan olumlu bazı gelişmelere ve “Akıl yaşta değil, baştadır” şeklinde genel toplumsal önermelere rağmen yaş, özel ve geleneksel bir statü sembolü olarak toplumsal yaşamda etkili olmaya devam etmektedir. 


Figür 1
2000 Genel Nüfus Sayımına Göre Türkiye Nüfus Piramidi

Kaynak: Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) – Türkiye’nin Web Sayfasından Alınmıştır. 

   http://www.un.org.tr/unfpa_tur/populationdynamics1turkey.asp

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu – Türkiye’nin (Figür 1) verileri de açıkça göstermektedir ki, günümüz Türkiye’si, büyük bir genç nüfusa sahip olmak gibi çok büyük bir ayrıcalığa sahip bulunmaktadır. Bununla birlikte, bu genç ve dinamik nüfustan, diğer alanlarda olduğu gibi, siyasi alanda da yeterince yararlanıldığı söylenemez. Genç nüfusun, orta yaşlı ve ileri yaşlılar tarafından siyaset sahnesinden izolasyonu, dün olduğu gibi bugün de sürmektedir. Daha önceleri Anayasa’nın 76. maddesinde yer alan, milletvekili adayı olabilmek için 30 yaşın üzerinde olma zorunluluğu, son düzenlemelerle 25 yaşa indirilmiş olduğu halde, günümüz Türk parlamentosunda 30 yaşın altında hiçbir milletvekili bulunmamaktadır. Oysa 30 yaş ve altı nüfus grubu, günümüz Türkiye nüfusunun yüzde 60’ından fazlasının oluşturmaktadır. 


Tablo-1
Türk Siyasi Elitlerinin Yaş Ortalaması 


Tablo-2
Türk Siyasi Elitlerinin Dönemlere Göre Yaş Grupları.

Bunun da ötesinde, Tablo 2’de de görüldüğü gibi, milletvekilliği açısından erken genç kategorisi olarak adlandırılabilecek 35 yaş altı Türk nüfusunun, son üç dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilme oranı yüzde 4’ü bile bulmamaktadır. Bu ise, Türk siyaset hayatında köşe başlarını tutmuş durumda olan orta ve ortanın üstü yaş gruplarından bireylerin (Tablo 1’de de görüldüğü gibi), uzun yıllardan beridir ellerinde bulundurdukları bu ayrıcalığı kimseye kaptırmamakta ısrarlı ve kararlı olduğunu göstermektedir (Frey, 1965: 71). 

Daha önce gösterdikleri “yasal engel” mazereti de ortadan kalkmış olmasına rağmen, dominant yaş grubunun siyasi iktidara gençlerle paylaşım konusunda pek de gönüllü olmayacağı, gençlerin parlamentoda temsili sembolik olmaktan öte geçemeyeceği gözlemlenmektedir.

4.2. MESLEK

Günümüzde, elit dolaşım süreci (Pareto, 1968; Mosca, 1939) üzerinde önemli bir etkiye bir diğer faktör de, mesleksel özgeçmiştir. Özellikle günümüz Türk toplumu açısından bakıldığında, dün olduğu gibi bugün de, bazı meslek grupları üyelerine, toplumsal güç hiyerarşisi içinde üst basamaklara ulaşma sürecinde, önemli fırsatlar, olanaklar ve ayrıcalıklar sunmaktadır. Bu durum, üçüncü bin yılda, Türkiye’de siyasi elitlerin dolaşım süreci açısından da geçerliliğini korumaktadır (Arslan, 2003-c; 2003-d). 

Sivil bürokratlar, çok partili dönem başlarına kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, (Arslan, 2003-c) en büyük meslek grubunu oluştururken, çok partili dönemle (Albayrak, 2004) birlikte, profesyonel meslek grupları (avukatlar, mühendis ve mimarlar, doktorlar, dişçiler,...gibi) önemli oranda varlık göstermeye başlamıştır. Adnan Menderes’in de hukukçu bir milletvekili olması ile ne ölçüde ilişkilidir bilinmez fakat, Demokrat Parti’nin Türk siyasi hayatında önemli bir faktör olarak boy göstermeye başladığı bu dönemde, hukukçu kökenli milletvekillerinin oranında, gözle görülür bir artış yaşanır. 1970’li yılların sonuna doğru ise sivil bürokrat ve yönetici kökenli siyasi elitler tekrar en etkin meslek grubu konumuna geçer ve bu durum günümüze kadar sürer (Arslan, 2001). Tablo 3’te de görüldüğü gibi, 2005 yılı itibarı ile, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında görev yapan milletvekillerinin dörtte birinden fazlası, kamu sektöründe ya da özel sektörde yöneticilik görevinden parlamentoya dikey geçiş yapmıştır.


Tablo-3
Türk Siyasi Elitlerinin Mesleksel Özgeçmişleri.
(*) 20. Dönem TBMM Albümü, giriş bölümündeki veriler temel alınarak hesaplanmıştır.

Günümüz Türk siyasi hayatında, en az sivil bürokrat ve yöneticiler kadar etkili olan bir başka meslek grubu da tüccar ve sanayicilerdir. 
Onları ise avukat, hakim ve savcıların oluşturduğu hukukçular takip etmektedir. Türkiye’nin kaderinin tayin eden siyasi elitler arasında, son dönemlerde önemli ölçüde varlık göstermeye başlayan bir başka meslek grubu da üniversite hocaları ve öğretmenlerini oluşturduğu eğitimcilerdir. 
21. ve 22. dönem parlamentosunda bu meslek grubunun ortalama temsil edilme oranı yüzde 15’i bulmuştur. Öte yandan, son 3 dönem parlamentosunda mesleksel kompozisyon bakımından dikkat çeken bir başka durum da Asker ve polis kökenli milletvekillerinin meclis aritmetiği içindeki azalıştır: Çok partili dönem öncesinde özellikle askerler, yüzde 15’i aşan oranlarda bir temsil edilme gücüne sahip iken, 1970’lere gelindiğine bu oran yüzde 7’ye kadar gerilemiştir. Takip eden süreçte de düşüş trendi sürmüş, 1983-1995 yılları arasında bu oran yarı yarıya azalmıştır (Arslan, 2005-b). Tablo 3’te de görüldüğü gibi, günümüzde ise asker ve polislerin birlikte temsil edilme oranı yüzde 1’in bile altına gerilemiştir. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Türkiye, 2018 Görevinin Sona Erdiği Personel.,



Türkiye, 2018 Görevinin Sona Erdiği Personel.,


16 Şubat 2018

Sonuç Bildirgesi, IMF personelinin bir resmi personel ziyaretinin (veya 'misyon') sonunda, çoğu durumda bir üye ülkeye ilişkin ön bulgularını açıklar. Misyonlar , IMF'nin Sözleşme Anlaşmasının IV . Maddesi kapsamındaki düzenli (genellikle yıllık) istişarelerin bir parçası olarak, IMF kaynaklarının (IMF'den alınan ödünç alma) programlarının tartışılması kapsamında, ya da izlenen programların görüşmelerinin bir parçası olarak ya da diğer personelin ekonomik gelişmelerin izlenmesi.

Yetkililer bu ifadenin yayınlanmasını kabul etmişlerdir. Bu ifadede ifade edilen görüşler, IMF personelinin görüşleridir ve IMF'nin Yönetim Kurulunun görüşlerini temsil etmemektedir. Bu misyonun ön bulgularına dayanarak, personel, yönetim onayına tabi olan, görüşme ve karar için IMF Yönetim Kurulu'na sunulacak bir rapor hazırlayacaktır.

2016 yılında faaliyetlerdeki yavaşlamanın ardından büyüme, politika uyarısı ve elverişli dış koşulların yardımıyla geçtiğimiz yıl keskin bir toparlanma kaydetti. Bu durum ekonominin şu anda aşırı ısınma belirtileriyle karşı karşıya kaldığı iyileşmenin gücü olmuştur: pozitif çıktı açığı, enflasyon hedefin çok üzerindedir. ve daha geniş bir cari hesap açığı. Bu, Türkiye'nin değişen küresel koşullara potansiyel olarak maruz kalma olasılığını artırmakta ve savunmasızlıkları ele alma ihtiyacının altını çizmektedir. İç ve dış dengesizliklerin azaltılması için, personel yeniden yapılandırılmış bir politika karışımını önermektedir - mali ve yarı-maliye politikalarının yanı sıra ilişkili koşullu yükümlülüklerin dikkatli bir şekilde yönetilmesi gibi daha fazla parasal sıkılaştırma da garanti edilmektedir. Makro ihtiyati politikalar, finansal istikrarı ve yeterli tamponları sürdürmeye odaklanmalıdır. Hedeflenen yapısal reform uygulaması büyümeyi destekleyecektir.


Son gelişmeler, Görünüm ve Riskler

1. Büyüme geçen sene çok güçlüydü ve 2018'de bir miktar ılımlılık bekleniyordu. 2017'de, iç talebin anemik göründüğü bir dönemde, devlet kredisi garantileriyle yönetilen büyük bir kredi dürtüleri ve mali politika ekonomiyi destekledi. İhracat, daha güçlü bir lira fonuna karşı, daha güçlü dış talep nedeniyle keskin bir şekilde artmıştır. Büyüme potansiyelinin üzerinde, 2017 yılında yüzde 7 civarında tahmin ediliyor. Sonuç olarak, çıktı açığı, ilişkili dengesizliklerin belirtileriyle birlikte, şimdi olumlu görünmektedir. Personelin temel çizgisi altında, bu yıl% 4'lük bir büyüme bekleniyor ve bu da kısmen daha zayıf bir politika güdümlü dürtüden kaynaklanıyor.

2. Enflasyon hedefin çok üzerindedir ve bu yüzden daha fazla politika ayarlaması yapılmadan devam etmesi beklenmektedir. Başlangıçta büyük lira değer kaybından etkilenen enflasyon, artan talep, artan maliyet baskıları ve artan enflasyon beklentileri nedeniyle artış gösterdi. Baz etkisinin, bu yılın başlarında enflasyonun düşme eğilimine girmesine rağmen, personelin görüşüne göre, daha fazla faiz artışı olmaksızın, enflasyonun bir kez daha çift haneli rakamlarla sona ermesi muhtemeldir.

3. Dış cari açık, GSYİH'nın yüzde 5'inin üzerinde kalmaya hazır görünüyor. İhracatın çok iyi bir performans göstermesine rağmen, yüksek yakıt fiyatları, güçlü talep ve altın ithalatı artışı, geçen yıl daha geniş bir cari hesap açığına yol açtı. Bu, ağırlıklı olarak Eurobond ihracı, diğer portföy girişleri ve rezerv avansları ile, istenen seviyelerin altında kalan doğrudan yabancı yatırım (DYY) girişleriyle finanse edildi. Güçlü ortak büyümesine ve toparlanmaya devam eden turizm sektörüne rağmen, yurt içi talep artışının devam etmesi ve petrol fiyatlarının bu yılın cari açığının daha da genişlemesine ve dış finansman ihtiyaçlarının da artmasına neden olması beklenmektedir. Rezervler, Türkiye'nin brüt dış finansman ihtiyacının sadece yarısını kapsayan nispeten düşük kalmaktadır.

4. Dış koşullar olumsuz bir dönüşe girdiğinde risk alanları daha belirgin hale gelebilir. Zayıflıklar, büyük dış finansman ihtiyaçlarını, sınırlı döviz rezervlerini, kısa vadeli sermaye girişlerine daha fazla bağımlılığı ve yüksek kur riskine yüksek kurumsal riski içermektedir. Bina ve inşaat sektöründe olası aşırı arz işaretleri de ortaya çıkmaktadır. Risk tetikleyicileri, doğası gereği, projelendirilmesi zor olsa da, iç gelişmelerden ya da bölgesel jeopolitik gelişmelerden ya da gelişmekte olan piyasalara yönelik yatırımcı duyarlılığından kaynaklanabilir.

Politika Gündemi

Temel politika sorunu, Türkiye ekonomisini aşağı yönlü risklerden korurken, makroekonomik politikaların sürdürülebilir büyümeyi teşvik eden ölçülebilir, ancak güvenilir bir şekilde yeniden yapılandırmasıdır. Orta ve uzun vadeli büyümeyi destekleyecek odaklanmış yapısal reformlarla birleştiğinde, bu durum Türkiye'yi gelişmekte olan piyasalara yönelik küresel duyarlılığın herhangi bir tersine çevrilmesi için daha iyi bir konuma getirecektir.

Para ve finans sektörü Politikaları

5. Enflasyonda yeniden canlanma para politikası için en önemli zorluk olmaya devam etmektedir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) geçen yıla göre yaklaşık 500 baz puanlık bir faiz artırımına gitmiş ve enflasyonu daraltmaya ve enflasyonist beklentilerin artmasını engellemeye yeterli olmamıştır. Bunun nedeni, üç kanalın (talep-çekme, maliyet düşürme ve döviz kuru amortismanı) enflasyon üzerinde yukarı yönlü baskı oluşturmasıdır. Personelin görüşüne göre, yeniden yapılandırılmış bir politika paketinin bir parçası olarak, merkez bankası enflasyon tahminlerinin güvenilirliğini güvence altına almak ve zaman içinde yüzde 5'lik enflasyon hedefine yaklaşmak için ön yüklü bir parasal sıkılaştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır. İnandırıcı bir sıkılaştırma, TCMB'nin uluslararası rezervleri, hala küresel likidite koşullarının ardında da artmasına neden olabilir. Zaman içinde parasal çerçevenin sadeleştirilmesi de memnuniyetle karşılanacaktır.

6. Küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ'ler) için döviz (FX) borçlanma risklerini ele alan son tedbirler doğru yönde bir adımdır. Bankalar, toptan döviz finansmanı konusuna büyük ölçüde güvenmektedir ve kurumsal döviz borç yükü, ekonomide bir kırılganlık kaynağıdır. Kesilmeyen şirketlerin döviz borçlanmasını sınırlamak için son zamanlardaki kalibre hareketleri memnuniyetle karşılanmakta ve genel olarak geçmiş yıllardaki personel tavsiyeleri ile uyumlu hale getirilmektedir. Kurumsal döviz borçlanmasına ilişkin düzenlemelerin daha da sıkılaştırılması, bazı büyük şirketlerin açık döviz pozisyonlarından kaynaklanan kırılganlıklara karşı hafifleyecektir.

7. Yetkili makamların Kredi Garanti Fonu (KGF) hedefine daha iyi karar verme kararı açıktır. Geçtiğimiz yıl CGF açılımı - zor bir birleşme noktasına sokuldu - güven ve büyümeye güçlü bir katkıda bulundu, ancak banka finansman maliyetlerine baskı yaptı ve daha fazla hedefe ulaşabilirdi. Mevcut aşırı ısınma belirtileri ve bankalar ve KOBİ'ler için sürdürülebilir uzun vadeli teşviklerin sıfırlanması gereği, bu destek mekanizmasının aşamalı bir aşaması olarak, tesisin kullanılmayan kısmının planlanan hedeflemesi ile birlikte tartışılmaktadır.

8. Makro ihtiyati araçlar, finansal istikrarı korumaya odaklanmalıdır. Makro ihtiyati politika değişikliklerine, talep yönetiminden ziyade finansal istikrarı ve bina tamponlarını korumaya yönelik uzun vadeli değerlendirmeler yönlendirilmelidir. 2016 yılında başlayan tüketici ve kurumsal borçlanmayı hafifleten politikalar yeniden gözden geçirilmelidir.

Maliye Politikası

9. Türkiye'nin güçlü mali çapası yıllardır kritik bir rol oynamıştır. Ancak, ileriye bakıldığında, yetkililerin iki baskı kaynağına karşı koruma sağlamaları gerekiyor: bütçe harcamalarının giderek artmasıyla birincil harcamalar ve vergi gelirleri arasındaki uçurum; ve şarta bağlı yükümlülükleri artırarak mali alanın daralması. Bu, uzun vadeli kalkınma projelerinin garantilerini, en uygulanabilir olanlara sınırlama dahil olmak üzere, mali ve yarı mali politikaları dikkatli bir şekilde belirlemeyi gerektirir.

10. Sabit ve ölçülü mali konsolidasyon, dengesizliklerin azaltılmasına ve yatırımcı duyarlılığının artmasına yardımcı olacaktır. Geçici vergi kesintilerinin sona ermesi ve kurumlar vergisi oranı artışı, gelir vergisi muafiyetlerinin azaltılması ve motorlu araçlardaki tüketim vergilerindeki artış gibi yeni vergi önlemlerinin alınması memnuniyetle karşılıyor. Bununla birlikte, buna yeni vergi muafiyetleri ve istihdam sübvansiyonları eşlik etmiştir ve genel ve merkezi yönetim dengelerinin 2019 yılına kadar GSYH'nın yüzde of ?sini oluşturan faiz dışı fazlalara getirilmesi için daha fazla tedbir alınması gerekmektedir. Bunlar arasında gelir tabanının genişletilmesi, doğrudan vergilendirmenin artırılması, katma değer vergisi (KDV) sisteminin verimliliğinin artırılması; esas olarak ücret faturasını daha fazla engellememek suretiyle bütçe katılıklarını sınırlamak; Ad-hoc sübvansiyonları içererek ve bu sübvansiyonlar üzerinde güvenilir zaman limitleri belirleyerek bütçe disiplini güçlendirmek; şeffaf ve zamanında maliyet sağlamak.

11. Mali saydamlık ve mali risk yönetimi reformları trende olmakla birlikte daha fazla iyileştirmeye ihtiyaç duymaktadır. Kamu-özel sektör ortaklığı (PPP) faaliyeti, ilgili ve diğer koşullu yükümlülüklere sahip olduğu gibi keskin bir biçimde artmıştır. Personel, son IMF ve Dünya Bankası teknik desteği tarafından desteklenen PPP risk yönetimi ve raporlama çerçevesini güçlendirmek için yetkililer tarafından alınan tedbirleri memnuniyetle karşılamaktadır. Bunun üzerine bina, mali alanın korunmasına yardımcı olacak ve uzun vadeli borç sürdürülebilirliğini destekleyecektir. Daha geniş anlamda, bütçe dışı ve diğer merkezi olmayan hükümet kuruluşlarının kapsamı ve rolü ve yeni oluşturulan Türk devleti refah fonu (SWF) gibi kurumların, azami şeffaflık derecesiyle dikkatle tanımlanması ve izlenmesi gerekmektedir.

Yapısal Politika

12. Odaklı yapısal reformlar, orta vadeli büyümenin desteklenmesine yardımcı olacaktır. Son 10 yılda toplam faktör verimliliğinin artması, ekonomik büyümenin temel olarak sermaye ve işgücü girdilerini artırdığını göstermektedir. Dolayısıyla, gerekli reformları uygulamak için mevcut güçlü döngüsel büyüme koşullarından yararlanılmalıdır.

13. Emek piyasası reformu bu açıdan çok önemlidir. Türkiye'nin doğal demografik avantajının ne olması gerektiğinin altını çizen bir beceri boşluğu var. Aynı şekilde, ancak hala düşük olan kadın işgücüne katılım oranının iyileştirilmesi, potansiyel büyümeyi artırmak için önemlidir. Bu alanlarda daha fazla reform yapılmadan, önemli kaynaklar kullanılmaya devam edecektir. Daha ileri reformlar şu konulara odaklanabilir: eğitim düzeylerinin yükseköğretim düzeyinde geliştirilmesi ve mesleki eğitimin daha fazla desteklenmesi; çocuk bakım tesislerinin yanı sıra esnek ve yarı zamanlı iş fırsatları geliştirmek; ve kıdem tazminatı sisteminin yeniden düzenlenmesi.

14. Diğer yapısal reformlar da büyüme beklentilerine yardımcı olabilir. Bunlar arasında, yatırım ortamını ve kurumsal kapasiteyi iyileştirmenin yanı sıra, gönüllü bireysel emeklilik sistemine daha fazla katılımı teşvik etmeyi de içermektedir.

Veri

15. Türkiye'nin ekonomik istatistiklerini daha da güçlendirmek için bazı iyileştirmeler yararlı olacaktır. Personel, yetkililerin yüksek frekanslı göstergelere daha fazla iyileştirme getirme planlarını ve bu yıl ulusal gelir hesaplarında özel ve kamu yatırımları arasında bir bozulma sağlamayı planlamaktadır. Personel, şeffaflığın daha da artırılmasına yardımcı olacak bu iyileştirmelerin hızlı bir şekilde tamamlanmasını talep ediyor.

Mülteciler

16. Mültecilere ev sahipliği yapan Türkiye'nin cömertliği, küresel bir örnek teşkil etmektedir. Geçici koruma altındakiler için çalışma izinlerinin alınması, gayri resmi sektörün mülteciler için temel istihdam modlarından biri olduğunu kabul ederek çok memnuniyetle karşılanmaktadır. Mültecilerin daha resmi işgücü piyasası entegrasyonunu sağlamak için, çalışma izinleri ve iş yaratma için başvuru süreci daha da basitleştirilebilir.

IMF ekibi, sıcak misafirperverlikleri ve açık ve yapıcı tartışmalar için yetkililere ve özel sektör meslektaşlarına teşekkür etmek ister.

IMF İletişim Departmanı
MEDYA İLİŞKİLERİ
BASIN GÖREVLİSİ: WİKTOR KRZYZANOWSKİ

TELEFON:  +1 202 623-7100 E-POSTA: MEDIA@IMF.ORG

https://www.imf.org/en/News/Articles/2018/02/15/ms021618-turkey-staff-concluding-statement-of-the-2018-article-iv-mission

***

29 Ekim 2018 Pazartesi

SYKES-PİCOT ANTLAŞMASI 1916 HAKKINDA NE BİLİYORSUNUZ?

SYKES-PİCOT ANTLAŞMASI 1916 HAKKINDA NE BİLİYORSUNUZ?  




BUGÜN TÜRKİYE DE OLANLAR BU ANTLAŞMA İLE NASILDA ÖRTÜŞÜYOR!!! 

YIL 1916

YÜZ YILDIR HINÇ YARATAN HARİTA 

( NOT:  BİLGİLER YABANCI İNGİLİZ BBC WEB SAYFASINDAN 100 YIL ANISINA HABER YAPILAN SAYFADAN ALINTIDIR..)
DÜNYA UYUMUYOR !!!
( HER GÜN AYRI BİR GÜNDEM.., YARATILIP DİKKATLERİ DAĞITARAK BİZİ UYUYAN  TOPLUM HALİNE GETİRDİLER..)

Image caption Sykes-Picot anlaşması İngiliz diplomat Mark Sykes ve Fransız diplomat Francois George-Picot tarafından hazırlandı
1916 yılında imzalanan gizli Sykes-Picot anlaşması yüzüncü yılına girerken hiç olmadığı kadar saldırı altında.
Irak daha derin bir kargaşa ve bölünmeye doğru sürüklenirken, kuzeydeki özerk Kürt yönetimi Bağdat'ı bağımsızlık ilan etmekle tehdit ediyor.
Irak İslam Şam Devleti (IŞİD) militanları Irak ve Suriye sınırını 2014 yılında buldozerle dümdüz ederek Sykes-Picot anlaşmasını tarihe gömme ve bölgenin tüm sınırlarını ortadan kaldırma niyetlerini de ilan etmişti.
IŞİD'in kaderi ne olursa olsun, Sykes-Picot projesinin merkezindeki Suriye ve Irak devletlerinin bütünlüğü tehlikede.
Telif hakkı NationalArchives
Image caption 1916 tarihli haritada Sykes ve Picot'nun imzaları.
Aslında Orta Doğu'nun bugünkü sınırları, 16 Mayıs 1916'da Mark Sykes ve Francois George-Picot tarafından imzalanan belgede açıkça tanımlanmamıştı.
IŞİD'in sildiği Irak-Suriye sınırı büyük olasılıkla Sykes ve Picot tarafından çizilen meşhur "kumdaki çizgi"den bir kaç yüz kilometre ötedeydi.
Bu çizgi kuzeydoğuda İran sınırından, aşağıda Musul ve Kerkük ve çölü geçerek Akdeniz ve Filistin'in üst sınırına doğru uzanıyordu.
Telif hakkı .
Image caption IŞİD Suriye-Irak sınırını 2014 yılında buldozerle yıktı.
Bölgenin mevcut sınırları Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünde ve Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda uzun ve karmaşık antlaşmalar, konferanslar ve çatışmalar sonunda belirlendi.
Ancak rakip iki sömürgeci gücün çıkarları ve acımasız hedeflerinin hakimiyetindeki Sykes-Picot'nun ruhu bu süreçte ve onu takip eden yıllarda 1956'daki Süveyş Kanalı krizine hatta daha sonrasına kadar hüküm sürdü.

Kürtlerin dönemi?

Gizlice sömürgeci paylaşımlara örnek teşkil eden Sykes-Picot anlaşması dış güçlerin kendi iradelerini dayattıkları, sınırlar çizdikleri ve yerel liderlikleri yerleştirdikleri, bölge halklarıyla 'böl ve yönet' oynadıkları ve kendi kazançları için diğerlerini harcadıkları bir çağın etiketi haline geldi.
Orta Doğu'nun miras aldığı düzende çeşitli ülkelerin sınırlarının etnisite, kabile, din ya da dil gözetmeksizin çizildiği görülüyor.
Çok sayıda azınlık grubu içinde barındıran ülkeler güçlü tek bir lider ya da güçlü bir merkezi hükümet olmadan yıkılmaya yatkın oluyor.

İlginç olan Sykes-Picot'nun mirasına açıkça saldıran iki tesirli güç şu an birbirlerinin boğazına sarılmış durumda; IŞİD militanları ve Irak ile Suriye'nin kuzeyindeki Kürtler.

Her iki ülkede de Kürtler batılı koalisyon güçlerinin IŞİD'le mücadelede en etkili müttefikleri oldu. Oysa hem IŞİD hem de Kürtler bölge haritasını yeniden çizme kararlılığını paylaşıyor.

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani BBC'ye röportajında "Bunu sadece ben söylemiyorum. Sykes-Picot başarısız oldu. Bitti." diye konuşuyordu.
Barzani "Bölge için yeni bir formül bulunmalı. Ben bu yeni formülde Kürtlerin tarihi taleplerini ve bağımsızlık haklarını alacaklarından umutluyum" diyordu.
Barzani "Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Irak devletinin oluşumunda acı tecrübeler yaşadık. Irak'ın bütünlüğünü korumaya çalıştık ama parçalanmasından biz sorumlu değiliz. Başkaları sorumlu. Irak'ı her yandan saran kaos ve sorunların bir parçası olmak istemiyoruz" diye de ekliyordu.
Barzani bağımsızlık dürtüsünün çok ciddi olduğunu ve hazırlıkların "tam gaz" ilerlediğini de vurguluyordu.
Irak'ta merkezi hükümetle ciddi müzakarelerin yapılması gerektiğini ve "dostça bir ayrılık" sağlanması gerektiğini söyleyen Barzani, bu olmadığı takdirde Kürtlerin tek taraflı olarak bir referandumla bağımsızlığını ilan etmesi gerektiğini anlattı.
Telif hakkı Reuters
Image caption Suriye'deki Kürtler kontrollerindeki bölgede federal sistem ilan ettiler.
Iraklı Kürtler, taleplerine sıcak bakmayan Suriye, Türkiye, İran ve Irak'la çevrelenmiş durumda.

IŞİD tehdidi altında Batılı güçlere her zamankinden daha fazla bağımlı olan Kürtler, Batılı müttefiklerinden Irak içinde kalma tavsiyeleri alıyor.
Iraklı Kürtler yakın zamanda resmi bir bağımsızlığa ulaşmasa da pasaport ve kendi para birimleri hariç, kendi sınırları içinde bir bayrak, uluslararası havaalanları, bir parlamento ve hükümet, kendi güvenlik güçleri bulunan bir varlık oluşturdular.

Bu anlamda haritayı yeniden çizmiş oldular. Kuzey Suriye'deki Kürtler de kendi kendine yönetim adı altında Türkiye ile sınırdaki bölgeyi kontrol ediyor.
IŞİD'in ise toprak kazanımları zirveye ulaştı.

Irak ve Suriye'deki kaos bunun kök salmasına izin verdi. Ancak Irak'ta Sunni Arap azınlığın ve Kürtlerin yabancılaştırılması ve Suriye'nin tehlikeli mehzepçi bir savaş içinde parçlanması henüz doğal sürecini tamamlamadı.
Konuşulmayan çaba, 20. yüzyılın mirasının bıraktığı sınırlar içinde farklı toplulukların yaşaması için formüller bulunup bulunamayacağı, insanları barındıracak yeni sınırların çizilip çizilemeyeceği ve bu kavramın nasıl belirleneceği üstüne.

Sınırların Geleceği belirsiz

Lübnanlı Dürzi lider Walis Jumblatt " Sykes-Picot kesinlikle bitti. Ama şimdi her şey havada. Sonucun açıklığa kavuşması için uzun zaman gerekiyor" diyor.

Image caption İran'dan Ürdün Nehri'ne kadar çizilen çizgi.
Sykes-Picot anlaşması Osmanlı İmparatorluğu'na karşı destekleri karşısında İngilizlerin Araplara verdikleri özgürlük sözleriyle doğrudan çatışıyordu.
Anlaşma aynı zamanda ABD Başkanı Woodrow Wilson'un Osmanlı hakimiyeti altında yaşayan halkların kenedi kaderini belirlemesi gerektiği yönündeki görüşüyle de zıt düştü.

Wilson'un dış politika danışmanı Edward House anlaşma hakkında İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour'dan bilgi aldıktan sonra şunları yazmıştı:
"Bu son derece kötü bir anlaşma. Bunu Balfour'a da söyledim. Gelecekte savaşların üreyeceği bir bölge yaratıyorlar".



***

28 Ekim 2018 Pazar

TERÖRİSTLERİN Savaş Teknikleri..

TERÖRİSTLERİN Savaş Teknikleri.. 


Degerli Dostlar vede Bu Bölümde yazısı olan tüm üyeler..

İnternette terör ile ilğili araştırma yaparsanız Savaşların vede tekniklerinin degiştigini görürsünüz..Okursunuz..hepinizinde mantıgı ve fikirleri görüşleri dogrultusundada yorumlar yapabilirsiniz tıpkı burada oldugu gibi..

Bende araştırma sonucu tesadüfen bu sitenizdeki yazılarınızı ÜYE olmadan okudum..ve karşılıklı yazışmalarda hoşuma gittiği için üye oldum ilk mesajımıda yazıyorum.. Dediğim gibi savaşlar artık askeri olmuyor dünyada..o 2 G varya bizde biri K olarak okunuyor..

Global Dünya
Küreselleşmiş dünya,
Görüşü cercevesinde savaşlar para ekonomi ve Din agırlıklı oldu..
Köşe yazarlarına gelince..Siz Onlara pek bakmayın Gündem yaratmak için bir sabah bakmışssınız bu mesaj başlıgındada oldugu gibi 3.cü 
Dünya savaşının türkiye ile ilğili sorunlardan dolayı cıkabilecegi yazılmış..yazabilir senaryoda cizebilir..Stratejide belirleyebilir..Metal fırtına serisini okumuşssunuzdur.. yazmak serbest.. bakın ben bile yazıyorum..

Haritaya Gelince.. Bende bir harita var oda cizilmiş Aşagıda yayınlayacagım bunlarıda inceleyiniz..



Enosisi 1960 larda o da Kıbrıs için bir harita cizmişti..
Merak eden olursa o haritayıda bulur yayınlarım..
ama gerçekleşmedi o harita.. bir temmuz sabahı Türk ordusu Kıbrısa giriverdi 1974 tte..harita enosisin degil türkiyenin dediği şekilde degişiverdi..? Benim haritada aşagıda..( Yukarıda Dediğim Gibi eli kalem tutan cografya bilğiside olan herkes harita cizebilir..)



Buda Farklı bir görüşü simgeleyen Harita..

Haritalar ciz ciz bitmez.. Mühim olan Haritadaki sınırları koruyabilmektir..Birlik ve beraberlikle.
Son 50 yılkda kan ve gözyaşı ile dünyanın haritası degişmedimi.? degişti Kıbrıs..Yugoslavya. Afganistan.. Ermenistan_Azerbaycan (Karabag )olayından dolayı.. buyrun ortadogu..İsrail filistin ürdün mısır lübnan suriye ırak ı da içine alan 1967 İsrail harbi..
Yakınımızada Irak olayı ilki 1991 de ırakın kuveyti işgaliyle bir degişim geri çekilme ve şimdiki girişim..
ABD ile gecicide olsa Komşu Olduk..!

Bu tür degişiklikler Dünyada Milletlerin halkların Ülke vatandaşlarının elinde olmadan da olabiliyor..İç ayaklanmalar dış mihraklar ekonomik sorunlar adalet sizlik eşitsizlik.ETNİK Bölünmeler..
(Bende Forumda Görevliyim..Kusura bakmayın bazı kelimeleri Büyük harf yazıyorum yanlış anlaşılmasın) vurgu yapacagım için yazdım..

Bölünmelerin içindeki o etnik olanı varya şu an yaşıyoruz maalesef 1983 te kurulan PKK ile..ve halada devam ediyor..

bir arkadaşımız güzel bir araştırma yapmış detaylı..
bendede var aşagıda yazıyorum En Tehlikeliside bu.. 
Ülkeyi İç savaşa kadar götürebilir..ki dolaylı şu an iç savaş halınde gibiyiz.benim Kanaatim..

Lütfen Alttaki yazıyı Dikkatlice okuyun..ve sonrasında DARBE ye gelecegim..

Terör Algılamalarında Ortadoğu’nun Yeri

Metin USTA
Yayın Tarihi : 10.8.2005

Bize göre ABD’nin ilk hedef olması hem Batının sömürgeci ve oryantalist politikalarının geçmişinde hem de ABD’nin yakın tarihte Ortadoğu ve dünyanın genelinde yürüttüğü politikalarda aranmalıdır. Kısacası ABD açısından sorun geçmiş üç yüz yıl içinde değil de geçmiş otuz yıl içinde aranmalıdır.

Terör nedir?

Daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi terörü tanımlamada birden çok tanımlama üzerinden gideceğiz. Burada ilk olarak şu tanımı yapmak gerekir. “Terör; “suçlu” ile sistem arasında bir etkileşimdir. Sistemin dışında olanın içinde olana saldırısıdır.” Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi var olan küresel ve bölgesel sistemler içerisinde merkezde olup gücü kontrol edenle çevrede olup güce müdahil olmak isteyen arasında bir düello söz konusudur. Günümüzde hegemonik güç olan ABD’nin çevrede kalan Doğu ülkelerine veya Güney ülkelerine karşı olan politikalarını da göz önünde bulundurursak bu tanım hiç de yadsınamaz. Fakat daha gelişmiş bir tanım getirmek gerekirse terör; sistematik, kasıtlı ve zaman içerisinde süreklilik arz eden bir eylem tarzıdır. Diğer şiddet eylemlerinden ayırt edici olarak teröre katılım sürekli bir taahhüt gerektirir. Ayrıca terör kitlelerin eylemlerinden daha ziyade hedefe yönelik bir grubun eylemelerini kapsamaktadır.

Bu tanımı daha da genişletmek gerekirse terörizm politik karar alan mekanizmaları etkilemek üzere bir organizasyonun kararı sonucunda ortaya çıkan bir olgudur. Teröristlerin akılcı organizasyonlar oluşturduklarını ortaya koyan analizler şunu öngörürler; teröristlerin tutarlı ve istikrarlı bir değerler, inançlar ve çevresel düşleri vardır. Kısaca teröre başvurma nedenini sebep-sonuç ilişkisi belirler. Fakat her grubun aynı mantıksal süreç ve çerçeve içerisinde hareket ettiğini söylemek güç olur. Terörizm için en temel neden tanınma veya ilgi çekmektir. Yani yerel veya uluslararası kamuoyu oluşturma en temel hedeftir. Bugün karşılıklı bağımlı dünyada uluslararası tanınma ihtiyacı küresel terörü de kışkırtmaktadır. Bu ifade bir ithamdan öte var olan bir durumun yansımalarını belirlemek açısından önemlidir. Yazının ilerleyen bölümlerinde de değinileceği gibi Usame Bin Ladin için teröre başvurma nedeni uluslararası arenada ABD’nin Müslüman coğrafyada yaptığı politikaları dünya kamuoyuna duyurma hedefidir. Aynı zamanda terörizm politik yönetim süreçlerini işlevsiz hale getirmek ve yöneten zümreyi demoralize etmek için de kullanılır.

Terörizm halkın tavrını olumlu ya da olumsuz şekilde etkiler. Örneğin terörist gruplara karşı bir sempati oluşur veya korkunun da ön plana çıkmasıyla bir düşman algılaması oluşabilir.

Teröristler rejime karşı bir hareketlenmeyi de niyet edinmiş olabilirler. Bu nedenle kalabalıkları provoke ederler. İnsanlar direnişçiler ordusuna çekilip hükümetin göstermek istedikleri yüzü gösterilmiş olurlar. Fakat burada hatırlanması gereken ise ilk verdiğimiz tanımdır. Buna göre sistemin dışına itilmiş grupların karşı hareketlenmeleri modern dünyada terör adını alabilmektedir. Bir başka deyişle terörizm güçsüz olanın bir silahı ve stratejisidir.

Güçsüzlük rejimin veya hâkim gücün muhalefeti (çevreyi) aşırı bastırmasından da kaynaklanabilir. Şunu da varsaymak yanlıştır: Terörizmin olduğu her yerde baskı vardır. Bazı durumlarda gruplar talepleri için zaman kaybetmek istemeyebilirler. Üstelik hâkim güç bu işlemi mümkün olduğunca geciktiriyor ise ve bir de ona güvensizlik varsa bu sonuç ortaya çıkabilir. Aynı zamanda demokratik ortamda çoğunluğu mobilize edebileceğine inanmayan veya buna imkânı olmayan gruplar da teröre başvurabilir. Bu da onlara şiddet alternatifini sunar ve başka seçenekleri olmadığını düşünürler.
Aynı zamanda devletler de terörist faaliyette bulunabilirler. Örneğin İran’ın rejim ihracı isteğiyle yaptıklarında veya İsrail’in yeni yerleşim yerleri açmak için sürdürdüğü faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan manzarada buna birer örnek bulmak mümkündür. Fakat burada vurgulanmak istenen devletleri itham etmek değil sonuca ulaşmak için uygulanan politikalarla yaptığımız terör tanımı arasındaki benzerlikleri vurgulamaktır. Örneğin bir devletin kendi halkına yönelik psikolojik savaş teknikleri uygulaması devletler hukuku açısından kabul edilebilir olabilir ama bir terörist grubun işlem mantığıyla benzerlikler gösterebilmektedir.
Kısacası terörizmi devlet otoritesine veya hâkim güce karşı koyan farklı ideolojik grupların bir stratejisi olarak görüyoruz. Bir nedeni dramatize etmek isteyen gruplar, yöneticileri ve kitleleri demoralize etmek isteyenler, kitlesel destek sağlamak isteyenler, takipçilerini ve geniş kitleleri etkilemek isteyenler için uygun bir yoldur terör.

Ortadoğu Kaynaklı Terör:

Batının sömürgeci döneminden kalan bir alışkanlıkla Doğuyu klasik oryantalist anlayışla ve “öteki” olarak niteleyecek şekilde sınıflamaya tabi tutması hiç şüphesiz Doğulu halklar ve aydınlar üzerinde bir etki bırakmıştır. Ayrıca yakın tarih içerisinde de petrol sayesinde belirli bir zümrenin aşırı zengin olup halkların da nispeten rahat bir hayat sürmesi fakat bu ülkelerin hak ettikleri gerçek zenginlikleri elde edememeleri tepkilere yol açmış oldu. Dahası yaşanan bu süreci “yeni sömürgecilik” olarak da nitelemek çok yanlış olmaz. Örneğin sadece sattıkları petrolle ayakta duran Arap Ülkelerindeki ekonomiler tüketime dayalıdır ve gayri safi milli hâsılaları Avrupa ile karşılaştırılamayacak durumdadır.

Bütün bunların yanında politik hayatta Ortadoğu ülkelerinin durumu da ortadadır. Ortadoğu’daki hemen hiçbir Müslüman ülkede demokrasi yoktur, insan hakları kısıtlı seviyededir ve evrensel ölçütlerde saygı görmemektedir. Bu bölgedeki halklara göre bütün bunların nedeni petrollerini satın alan Batı ülkelerinin kendilerine bıraktıkları otoriter rejimlerdir. Örneğin Birinci Körfez Savaşı’nda ABD’liler bu bölgeye büyük bir iyilik yaptıklarını düşünürlerken bu bölgedeki halklar ise yapılanın sadece hanedan tarzı otoriter rejimleri korumaya yönelik olduğunu düşünmektedirler.

Günümüzde hepimizin muzdarip olduğu köktenci grupların terör eylemlerinin başındaki adam olan Usame Bin Ladin’e göre ise bütün bu eylemlerin nedeni ABD’nin bu bölgede güttüğü politikalardır. Ladin’e göre ABD İsrail’e koşulsuz destek vererek Filistin’de ve Lübnan’da yaşlı, çocuk ve kadınları acımadan öldürdü. Şimdi El-Kaide’nin aynı şekilde sivilleri hedef alarak asimetrik bir savaş uygulamasının nedeni ise çektikleri acıları ABD’ye de tattırmaktır.

Bu açıdan bakacak olursak Ortadoğu kaynaklı terörün bir çeşit reaksiyon sonucunda ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Aynı şekilde Ladin’in bu açıklamasından ortaya çıkan sonuç itibariyle yukarıda yaptığımız terör tanımlamasına göre Hegemon güç sayesinde bölgede gücü elinde bulunduran hanedan tipi otoriter rejimlerin politikaları bir çeşit reaksiyon doğurmuştur. Aynı zamanda yine Hegemon gücün koşulsuz olarak destek verdiği İsrail’in politikaları sonucunda yine ABD birinci hedef olmuştur.

Buna karşılık ABD’nin 2002 yılında yayınlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne göre ise Amerikan ulusunun yapması gereken insanın özgürlüğüne kastetmiş bu güçlere karşı sonuna kadar mücadele etmektir. Aynı şekilde başka bir Amerikalı uzmana göre ise ABD bu sorunla ilgili üç ayrı strateji uygulamalıdır. Bunlardan ilki askeri, ikincisi politik ve üçüncüsü de kültürel olanıdır. Askeri aşamada hiçbir şekilde taviz verilmeden mücadele devam etmelidir. Diğer aşamalarda ise bölgedeki ılımlı gruplar desteklenmelidir.

Usame bin Ladin’in yukarıda değindiğimiz deklarasyonuna bakacak olursak yapılanın bir çeşit küresel savaş yani İslami terimle Cihat olduğu anlaşılmaktadır. Fakat bu görüşe karşı olan İslami gruplar da vardır. Örneğin Londra’da meydana gelen terör eylemleri sonucunda bir açıklama yapan Ömer Bakri Muhammet’e göre Darü’l İslam olmadığına göre Darü’l Harb ilan etmek de anlamsızdır. Buradan anlaşılan şudur: Halife makamı var olmadan dünya çapında kâfirlere karşı bir savaş mümkün değildir.

Fakat şunu da eklemek gerekir ki uygulanan terörist faaliyetler sonucunda Batıda zaten Doğuya karşı var olan “öteki” kavramı iyice derinleşmektedir.

Ek olarak küresel terörün sadece Hegemon güç ve köktenci gruplar arasında bir mücadele olmadığını da belirtmemiz gerekiyor. Zaten terörün bir başka ifadeyle “asimetrik savaş” olarak da anılması şunu gösteriyor ki birbirine rakip olan büyük veya orta büyüklükteki güçler terör olgusunu kullanarak birbirleri arasındaki mücadeleyi derinleştirmektedirler. Bunun en bariz örneği terör örgütlerinin finansal ve askeri desteklerindeki çeşitliliktir.

Sonuç

Genel olarak incelediğimiz terör tanımları da gösteriyor ki Ortadoğu kaynaklı olduğunu söylediğimiz ve bugün küresel bir boyut alan, aynı zamanda da dinsel öğeler taşıyan terör bir çeşit reaksiyon sonucunda sistemin dışında kalan güçlerle merkezdeki güçler arasındaki mücadelenin bir ürünüdür. Aynı zamanda merkeze dâhil olup merkez içi mücadelede de öne çıkmak isteyen uluslar tarafından desteklenen bu olgu küresel güç dengelerinin yeniden yerine oturacağı döneme kadar belirleyici güç parametrelerinden birisi olacaktır.

* Stajyer, TASAM Kafkaslar-Orta Asya-Orta Doğu Çalışma Grubu

Dipnotlar

Fareed Zakaria. Newsweek. New York: Oct 15, 2001. Vol. 138, Iss. 16; p. 22
Tuğtan, Mehmet Ali. Stradigma. Bkz: http://www.stradigma.com/index.php?sayfa=makale&no=191
Hegemon güç sadece hükmetmekle kalmayıp her türlü parametreye de hâkim olmaya kalkmaktadır.
Prof. Martha, Crenshaw. Comparative Politics, Vol.13, No.4 (Temmuz, 1981), p. 379–399
Prof. Martha, Crenshaw. Comparative Politics, Vol.13, No.4 (Temmuz, 1981), p. 379–399
Fareed Zakaria. Newsweek. New York: Oct 15, 2001. Vol. 138, Iss. 16; p. 22
Bkz: http://english.aljazeera.net/NR/exeres/8BAF429F-BADD-40E2-AD66-712FCF7D7A95.htm
Bkz. http://www.state.gov/r/pa/ei/wh/15421.htm
Fareed Zakaria. Newsweek. New York: Oct 15, 2001. Vol. 138, Iss. 16; p. 22 bkz. http://www.fareedzakaria.com/articles/newsweek/101501_why.html
Al-Muhacirun Cemaati lideri ve London School of Shari’ah’ın öğretim görevlisi. Bkz. http://memri.org/bin/articles.cgi?Page=subjects&Area=jihad&ID=SP43502

Diğer Yazılarım.,


1 - Kafkaslarda Güç Dengeleri Ve Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan Demiryolu
2 - Vahhabilik Ve Terör
3 - Terör Algılamalarında Ortadoğu’nun Yeri

http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/292/teror_algilamalarinda_ortadogunun_yeri

http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/292/teror_algilamalarinda_ortadogunun_yeri