5 Ocak 2017 Perşembe

Türk Tezi, BÖLÜM 2




Türk Tezi,
  BÖLÜM 2



Avrasyacilik: Bir ABD projesi

Avrasya denilen Orta Asya coğrafyası bu bakımdan iki güç tarafından da paylaşılma mücadelesine sahne olmaktadır. Orta Asya Türk coğrafyası, tarihsel birikimi, ticaret yollarını denetimi, zengin enerji ve doğal kaynakları, eğitimli nüfusu ile büyük bir uluslararası güç merkezi olmaya adaydır. Bu potansiyeli gören ABD ve Rusya karşılıklı bir oyuna girişmişlerdir.

ABD, özellikle Fethullahçılığı kullanarak, İslamcı Amerikan Turancılığına oynamaktadır. Böylece Rusya içinde Türk nüfusu içinde etkili olmaktadır. Rusya ise, zaten öteden beri uydusu olan bu bölgede, enerji antlaşmaları ile halen bir adım öndedir.

Fakat iki metropolün de esas kaygısı Türkiye’yi engellemektir. Bunun için Amerikan Psikolojik Harp Dairesi iki akımı kullanmaktadır. Birinci akım, doğrudan Amerikancı bir Fethullahçılıktır. Fakat her Psikolojik Harp gibi, kendi alternatifini de kendisi yaratarak tehlikeli alternatifin önüne geçmektedir.
Bu Amerikan alternatifi Avrasyacılıktır. Türk milletinin ABD’ye tepkisini gören, Türk coğrafyasına ilgiyi gören ABD Psikolojik Harbi, bunun bir Türk Birliği olmasındansa, Rusya’ya eklemlenmesini istemektedir.
Rusya’ya gelince o zaten ABD Psikolojik Harbi’ne göre daha ufak parçalarına bölünecektir. Güçsüz düşürülecek Rusya, parçalanacak Rusya Türk Cumhuriyetleri’ni etrafına toplamış değil sadece Türkiye Cumhuriyeti’nden koparmış olacaktır.
O nedenle Avrasyacılık her ne kadar Rus sömürgeciliğinin bir ideolojisi olarak günümüze kadar gelse de bugün esas işlevi ABD’nin Batı için en büyük tehlike gördüğü Türk Birliği’ni engelleme projesidir.

3-Üçüncü Dünyacılık mücadelesi

Türk Tezi’nin üçüncü önemli ideolojik dayanağı Üçüncü Dünyacı karakteridir. Türkiye Cumhuriyeti, kendisi ile aynı uyduluk kaderini paylaşan tüm ezilen dünya ülkeleri ile ortak bir Üçüncü Dünya’nın üyesidir.
Üçüncü Dünya, sömürge ülkeler arasında kurulan bir bağ olmaktan ziyade, zaten bir bütün oluşturan sömürgeler coğrafyasının ortak kimliğidir. Üçüncü Dünyacılık ise bu coğrafayanın kendi kimliği ile kendisini varetmesidir. O nedenle dışardan değil, içsel bir ideolojidir.

Bugün Üçüncü Dünyacılık özellikle Batıcılığın saldırısına uğramaktadır. Onlara göre sömürgeler zaten geri toplumlardır. Üçüncü Dünyacılık ise bu geri toplumsal yapının ilerlemesine karşı çıkmaktadır.

Oysa sömürge dünya Batıya göre geri değil kendine özgüdür. Bu nedenle Batıya doğru ilerlemek, ilerlemek değil gerilemektir. Sömürge dünya kendini gerçekleştirmelidir. Kendi gibi olmalıdır.
Batıcılıkla Üçüncü Dünyacılık arasındaki bu cepheleşmede, sağcı Batıcı güçlerin imdadına sosyal demokrasi yetişmektedir. Onlar ise, işçi sınıfı politikaları üreterek, tüm dünya işçilerinin kardeş olduğu, ortak çıkarları olduğu tezini öne sürerler. Böylece sömürge dünyanın emekçilerini, Üçüncü Dünyacı değil proleter tepki vermeye çağırırlar.

Oysa Batı işçi sınıfı Batının mensup olduğu sömürgeci kastın içindedir. O kasttan beslenmekte, o şekilde varolmaktadır. Onun maddi çıkarlarını, içinde bulunduğu kast temsil eder. Üçüncü Dünya’nın emekçileri ise, kendi kastının çıkarlarını savunmak zorundadır. Bu ise Üçüncü Dünyacılıktır.
Üçüncü Dünyacılığın bir birleştirici yanı ise, milliyetçiliğin ırkçılığa kaymasına engel olmasıdır. Böylelikle tüm ezilen ulus milliyetçilikleri Üçüncü Dünyacı bir ideoloji içinde ortak düşmana karşı mücadele edecektir. Bu, bir anlamda sömürgeler enternasyonalizmidir.

4- Antiemperyalist mücadele

Son ideolojik mücadele zemini antiemperyalizmdir. Antiemperylalizm en geniş sömürgecilik karşıtı ideolojik temeli sunmaktadır. Burada farklı kampların çıkarlarının çatışması vurgulanmaktadır.
Ancak günümüzde karşılıklı bağımlılık vs tezlerle, emperyalizm çağının bittiği propagandası yapılmaktadır. Bu tezlerin ana kaynağı ise özellekle ABD’de yerleşen sol liberal akademisyenlerdir. Halbuki emperyalizm en saldırgan ve en kan dökücü dönemini yaşamaktadır. ABD’nin son elli yıldır yaptıklarını, daha önceki hiçbir emperyalist kuvvet yapamamıştı.
Çağ değişmediği için tüm sömürgeler dünyasının antiemperyalizmde ısrar etmesi gerekmektedir. Bugün emperyalizm çağının bittiği argümanıyla ortaya çıkan liberal, sosyal demokrat ve Marksist görüşlerle bu anlamda mücadele edilecektir.
Antiemperyalizm, Türk Tezi’nin hayata geçmesi için yedek kuvvetleri devreye sokar. Örneğin dünyanın pek çok bölgesindeki kimi Sosyalist, kimi Şeriatçı hareketlerin, emperyalizme karşı mücadelesi Türk Tezi için hesaba katılacak dayanaklardır. Esas güç buraya verilmediği sürece bu Türk Tezi’ni güçlendirecektir. O nedenle Türk Tezi’nin ana düsturu, emperyalizme darbe vuran, onunla mücadeleye girişen her tür antiemperyalist hareketin desteklenmesi, bunun sonuçlarının da üstlenilmesidir.

İdeolojik karşı saldırı

İdeolojik dayanaklar savunma halinde yeterli dayanaklar değildir, ancak saldırı aracı olarak kullanılırsa gerçek dayanak haline gelirler. O nedenle bu dörtlü ideolojik cephe, bütün halinde, aynı anda ve en radikal haliyle bir saldırı ideolojisi haline sokulmalıdır.
Düşmanına saldırmayan, onunla mücadeleye girişmeyen her ideoloji söner gider. O nedenle ideolojiyi düşmanla mücadele içinde konumlandırmak, mücadele içinde gittikçe radikalleştirmek gerekmektedir.
Burada özellikle, düşmanın her tür saldırısına, savunma psikolojisi ile değil saldırı cesareti ile karşı çıkmak gerekir. Böyle yapıldığında, esas hedef düşman olacaktır. Bırakalım, bu kast sistemini yaratanlar kendilerini savunsunlar, biz mağdurlar değil.
Bunun dışında saldırı ideolojisi, kendi toplumunu ayağa kaldırır ve harekete geçirir. Bunu miskin, uzlaşmacı bir ideolojinin yapma ihtimali yoktur. Kitleleri harekete geçirmekse, savaşın olmazsa olmazıdır.

Postmodern siyasal atmosfer

İdeolojik dayanak noktalarını sağlam tutmanın ve bu dayanakları bir saldırı üssü olarak kullanmanın yanında, toplumsal bilinç ve mantık bozulması ile de mücadele etmek gerekmektedir.
Günümüz siyasal ve akademik atmosferinde mantıklı ve gerçekçi hiçbir şeye yer yoktur. Mantıksızlık ve saçmalık, en fazla rağbet gören şeylerdir. Düne kadar delilik diye elimizin tersiyle bir kenara ittiğimiz teoriler baştacı edilmektedir. Bu, postmodern siyaset atmosferinin görünümüdür. Burada özellikle komplo teoriciliği üzerinde durmak gereklidir. Çünkü komplo teoriciliği bir delilik halini aşmış, emperyalist güçlerin halklara karşı en önemli ideolojik silahı haline gelmiş bulunuyor.
Komplo teorilerini bir kaç noktada özetleyebiliriz. En önemlisi tüm dünyayı Yahudilerin yönettiği teorisidir. Buna göre Yahudiler tüm dünyada gizli örgütler yoluyla ülkeleri yönetmektedir. Mesela Türkiye’de ortaya atılan Sabetaycılık iddialarına göre neredeyse tüm Türkiye Sabetaycı ilan edilmiştir. Onlara göre Türkiye’de kim etkili bir mevkiye gelirse onun kökeninde bir Yahudilik mutlaka vardır. Aynı durum ABD için de geçerlidir. ABD’yi aslında Hıristiyanlar değil Yahudiler yönetmektedir. Hatta bu ABD derin devleti içindeki bir Yahudi şebekedir.
Bu iki örnekte görüleceği gibi gerek ABD gibi bir emperyalist ülke, gerek Türkiye gibi bir ezilen ülke Yahudiler tarafından yönetilmektedir. Durum bu olunca mücadele, metropole karşı değil, onu ele geçiren Yahudiliğe karşı olmaktadır.
Böylelikle ABD Başkanı Bush 11 Eylül’den sonra bir Haçlı Seferi başlattıklarını açıklarken dahi komplo teoricileri bu durumu Yahudi komplosu olarak göstermiştir.

Komplo Teorıciliğinin Hedefi   Cumhurıyet ve Atatürk, tür

Komplo teoricilerinin en önemli bilgi kaynağı ise yine Yahudilerdir. Dünya medya ve iletişim ağını denetleyen Yahudi tekellerden alınan bilgi ve belgelerle dünyayı Yahudi şebekenin yönettiği ispatlanmaktadır!

Derin devlet ve Yahudi şebekesi teorilerinin Türkiye açısından asıl önemi ise bu teorilerin esas hedefinin Cumhuriyet tarihi ve Atatürk olmasıdır.
Bu Yahudi komplosu teorilerini ortaya atan iki kesim vardır, biri Şeriatçılar diğeri ise sol ve Kürtçü çevreler. Onlara göre Kurtuluş Savaşı diye bir şey uydurmadır. Selanikli Mustafa Kemal ise zaten Sabetaydır. Böyle olduğu zaman Cumhuriyet’in Hilafete ve Osmanlı’ya karşı bir komplo olduğu ispatlanmaktadır.
Bu teoriler ABD’nin Yeşil Kuşak türü militan İslam ve Fethullahçılık ya da Akepecilik gibi Ilımlı İslamcı akımlarına yardımcı olmaktadır. Böylece laik ve antiemperyalist ulus devletler Yahudi komplosu gibi gösterilmekte ve Şeriatçılık güçlenmektedir. Bu, ABD’nin BOP operasyonuna eş zamanda ortaya çıkmaktadır. Yani oyun içinde bir oyun varsa, o oyun bizzat Dünya Kast Sistemi’nin merkezi ABD’den tüm dünyaya yayılmaktadır.

İdeolojıik seferberlik

Bu akımlarla mücadele için de, sömürgecilerle mücadele için de en önemli başlangıç noktası ideolojik seferberliktir. Bu seferberlik, uydu ülkelerde metropolün ideolojik hakimiyetinden kopmayı başlatarak yola çıkmak zorundadır. Bu ise metropole ait her tür kavram ve teorinin reddedilmesini gerektirir.
Ancak reddetme tek başına yeterli değildir. Sömürgecilerin kavram ve açıklamaları reddedildikten sonra, kendi kavramlarımızın inşa edilmesi ve gerçekliğin buna göre açıklanması gerekmektedir.
Burada iki tür yanlıştan da özenle kaçınılmalıdır, bir yanda kapitalizmin modernleşmeci felsefesi, diğer yanda yine kapitalizmin postmodern alternatifi aynı anda reddedilmelidir. Bu ikisine karşı modern ama modernleşmeci olmayan, alternatif ama postmodern olmayan tutarlı, laik, kendine özgü bir felsefe geliştirilmelidir.
Bu, Üçüncü Dünya’nın kafasının metropol gibi çalışmaktan vazgeçmesi demektir. Esas hedef de bu olmak zorundadır.
Bu felsefi duruşun hemen ardından Atatürkçü 6 Ok ideolojisi çerçevesinde fikri bir merkez oluşturarak bu merkezden mücadeleyi başlatmak gerekmektedir.

Dumlupınar Stratejisi

Türk Tezi, görüldüğü gibi stratejik, tarihi, ve ideolojik dayanaklara sahip güçlü bir tezdir. Ancak bu tezi yaşama geçirebilmek için bir stratejiye ihtiyaç vardır. Bu strateji Türk tarihinde mevcuttur: Dumlupınar Stratejisi.

Sıklet merkezi meselesi

Bu anlamda Türk Tezi’ni gerçekleştirmek üzere uygulanacak Dumlupınar Stratejisi bir Türk örgütlenmesi ve Türk önderliği şeklinde tesis edilecektir. Bu Türk merkezi, Türk Tezi’ni hayata geçirmek için gereken tüm önlemleri alacak, tüm hazırlıklara girişecek, hazırlıklar tamamlandığı zaman taarruza geçecektir.
Siklet Merkezi, savaşçı kuvvetlerin en fazla olduğu yerde değil ideolojik merkezde kurulacaktır. Çünkü, gerek emperyalist güçlerle, gerek Şeriatçı iktidar güçleriyle mücadele edecek kuvvetler, harp alanından çekilmişlerdir.

a-Emek güçleri, ekonomik yıkım ve dışa bağlılık süreci içinde çökertilmiş, örgütsüzleştirilmiş, örgütlenmeler işbirlikçileştirilmiş, teslim alınmıştır.

b-Devlet bürokrasisi direnç noktası olmaktan çıkmıştır. Tüm yasal darbeler, bürokrasiyi bir direniş odağı olmaktan çıkartmıştır.

c-Devletin kendini koruma organı olan MGK sivilleştirilmiş, güvenlik kurumu niteliğinden çıkartılmıştır.

d-Ordu güçleri, NATO stratejisi içinde tüm kırmızı çizgilerden çekilmiştir. Yurtsever komutanlara yönelik yıpratma ve emekli etme operasyonu sürmektedir.

e-Üniversite marjinalleştirilmiş, bölünmüş ve toplumdan yalıtılmıştır.

f-Parlamenter muhalefet ABD denetimindedir.

g-Parlamento dışı muhalefet yine dış metropollerin denetimindedir.
Görüldüğü gibi direniş kuvvetlerinin direnme gücü kalmamıştır. Bunun nedeni ise direniş kuvvetlerinin, yanlış ideolojik görüşleridir. Gerek Batıcılığın yarattığı tahribat gerekse alternatif olarak ortaya konulan görüşlerin arkasındaki Amerikan oyunları, bu kuvvetlerin kendi kendilerini bitirmelerine yol açmıştır.
O halde toparlanma, idelojik silkinme ile başlayacaktır. Bu silkinmenin ideolojisi ise 6 Ok ve Atatürkçülüktür. Direniş kuvvetlerini yaratacak olan da, diriltecek olan da sadece ve sadece Atatürkçülüktür.

Bu nedenle siklet merkezi Atatürkçü harekettir. Bu hareket sivil olacak ancak parlamenter oyunlardan uzak duracaktır. Toplumsal bağları kuvvetli olacak ancak bu bağlar Türk örgütlenmesine yönelik olacaktır.
Siklet merkezinin öncelikli görevi, hazırlık ve kuvvetleri organize etmektir. Bu nedenle her tür hayalcilikten ve her tür erken teşebbüsten uzak duracak, zamanı kollayacaktır.

Bu süre zarfında şu hazırlıklar yapılacak ve politikalar hayata geçirilecektir.

1-İdeolojik örgütlenme

Atatürkçülük yeni baştan bir çekim merkezi haline getirilecektir. Bunun için, Atatürkçülüğün mandacılık karşıtı, emperyalizm karşıtı, Üçüncü Dünyacı bir ideoloji olarak tanımlanması ve halka benimsetilmesi gerekmektedir. Siklet merkezinin öncelikli uğraşı bu ideolojik harekatı başlatmak ve yönetmektir.

2-Türk dilinin ve toprağının savunulması

Bu mevzi tutunma mevzisidir.

O nedenle dilde Türkçülük, toprakta devletçilik, önce bir slogan haline getirilecek, sonra mevzi savaşına girilecektir. Bu noktada Türk diline yönelik Batı kaynaklı saldırıya karşı Türkçe savaşı verilecektir.
Türk toprakları ise özellikle Hıristiyan ve Yahudilerin eline geçmektedir. Bilinçli bir toprak satın alma operasyonu başlamıştır. Girit ve Kıbrıs’ta uygulanan taktik uygulanmaktadır. Türk toprağını satın alın yabancılara ve satan Türklere karşı yıldırma mücadelesi verilecektir.

3-Türk bölgelerinde Türk Seddi

Artan Kürt bölücülüğü ve azınlık ırkçılıkları, Türk nüfusunu sıkıştırmaktadır. Kürtçülük istilacılık şeklinde yayılmakta, Türk nüfusunu eritmektedir. Buna karşı Türk bölgelerde bir Türk seddi kurulacaktır. Kürt istilacılığının yayılma noktası olan, Akdeniz’le Güneydoğu Anadolu’nun birleşme noktasında Türk seddi kurulacaktır.

O nedenle Hatay-Adana-Mersin bölgesi ile Antep ve Maraş’tan oluşacak bölge Türk direnme bölgesi olarak belirlenerek burada bir Türk direniş örgütlenmesine gidilecektir.
Türk nüfusunu korumada ikinci önemli bölge büyükşehirlerdir. İstanbul, Ankara ve İzmir’de Türk örgütlenmesi yapılacak, Türklerin ekonomik ve siyasal alanda ağırlıkları arttırılacaktır.
Üçüncü Bölge ise Sivas-Erzincan-Erzurum-Kars hattıdır. Bu hatta Kürt istilacılığının Karadeniz’e çıkışı ve özellikle Ermenilerle birleşmesinin önü kesilecektir.

4-Limanları denetim altına almak

Türk toprağında güçlü olmak için, liman şehirlerinde denetim kurmak gerekmektedir. Limanlar, hem yabancıların ülkeye giriş noktası hem de bölücülüğün dışarıyla buluşma noktasıdır. Yani hem iç hem dış düşmanı engellemek için liman şehirlerinde güçlü olmak gerekir.
Bu bakımdan kritik iki hat vardır. Birincisi güneyde İskenderun ve Mersin Limanları. Bu limanlar hem ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya açılma kapısı hem de Kürt bölücülüğünün denizlere açılma noktasıdır. O nedenle İskenderun-Mersin hattında güçlü durmak gerekir.
İkinci hat Samsun-Trabzon limanlarıdır. Şu an çok ön planda durmasa da ABD’nin Rusya’da girişeceği karıştırma politikasının ilk üssü Kafkaslar olacaktır. Trabzon ve Samsun limanları Kafkaslar’a açılan kapıdır. Bu bakımdan ABD için de Rusya için de stratejik önemi vardır.
Türkiye için ikinci önemi ise Ermeni, Pontus, Gürcü, Laz bölücülüklerinin de bu limanların hinterlandında yerleşmiş olmasıdır.
Bu iki liman hattı, güneyde Akdeniz’de ve kuzeyde Karadeniz’de Türk için direnme hattıdır. Ama burayı şimdilik direnme hattı olarak kullansak bile, Türk Tezi için bu bölgeler, Türk coğrafyasını birleştirmenin limanları olacaktır. Bu perspektif de kaybedilmemelidir.

5-Nüfus politikası

Emperyalist metropoller, uyuyan dev Türkler’i daha da uyutmak için 25 yıldır Türk nüfusunu azaltmak için nüfus planlaması uygulamaktadır. Bu planlama Türk nüfusunun artışını keskin bir şekilde sınırlandırmıştır.
70 milyona ulaşan Türkiye 2050 yılında 100 milyon nüfuslu bir ülke olacaktır. Ancak Kürt bölücülüğünün çoğalma politikası nedeniyle 2050’de Türkler azınlık konumuna düşeceklerdir.

Bu Anadolu’da tutunmak isteyen Türkler için felaketin başlangıcıdır. O nedenle ikili bir nüfus politikası güdülmelidir. Birincisi Türk nüfusun fiilen arttırılması için pozitif bir nüfus planlaması ile nüfus artışının teşvik edilmesi. Bu teşvikin de özellikle Türk Seddi’nin kurulacağı bölgede yapılması.
İkincisi Kürt nüfus artışının sınırlandırılması için nüfus denetiminin uygulanması. Ve yine kültürel asimilasyon politikalarının devreye sokulması ile, Türk milleti içinde kaynaşmanın teşvik edilmesi.

6-Ekonomi politikası

Ekonomide hazırlık iki aşamalı olacaktır. Birincisi Türk ekonomisinin metropol ekonomilerine bağını zayıflatmak, özellikle parasal politikaları engellemek. Bu noktada yabancı tekelleri caydırmanın bir yolu olarak her tür mücadele yöntemi uygulanmalı ve yabancı sermaye Türkiye’den kaçırtılmalıdır.
İkinci hazırlık, Türk ekonomisinin güçlendirilmesidir. Çünkü Türk ekonomisinde de bölücü Kürt hareketi, gitikçe denetim kurmaktadır. Bu denetimin özellikle mafya ayağı çökertilmelidir. Kürt mafyası aracılığıyla Kürt bölücülüğü tüm kritik sektörlere el atmakta ve güçlenmektedir.
Özellikle nakit akışını denetleyen sektörler bugün Kürt mafyasının denetimi altındadır. Buna engel olmak için Türkler bilinçlendirilmeli ve Kürt mafya ekonomisini çökertmek için tedbirler alınmalıdır.

7-Örgütlenme politikası

Türk Tezi’ni hayata geçirecek örgütlenmenin ana halkası, Türklük şuuru ile yoğrulmuş genç nesillere dayanmaktır. Bu nedenle gençliğin Türklük heyecanı ile dolması gerekmektedir. Türklüğü yüceltmek, kendine güveni arttırmak, başarı duygusunu tattırmak belirleyicidir.
Özellikle mandacı Batıcı fikirlerle tahrip olmamış genç beyinler, Türk coğrafyasının ihtiyacıdır. Bu nedenle tümüyle tam bağımsızlıkçı, tümüyle savaşçı bir nesil yaratmak görevimizdir.
Örgütlenme, halkın kendi kendini fikirler etrafında örgütlemesidir. Şemalar ve birimler değil, beyinler ve gönüllerdir esas olan. Bu nedenle, statik örgütlenmelere doğru her zorlayışta biraz daha düşünmek, emperyalistlerin kışkırtmalarından uzak durmak gerekmektedir.
Aslonan siklet merkezinin kurulması, direniş merkezlerinin yaratılması, hazırlık politikalarının hayata geçirilmesidir. Örgütlenme, Dumlupınar günü geldiğinde ihtiyaç haline gelecektir.


***

Türk Tezi, BÖLÜM 1



Türk Tezi, 
BÖLÜM 1


  _ “ Esas olan, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. 

Bu essas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla elde edilebilir. Ne kadar zengin ve refah içinde olursa olsun bağımsızlıktan mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık olamaz.''

“ Yabancı bir devletin himaye ve sahipliğini kabul etmek, insanlık vasfından mahrumiyeti, acizlik ve miskinliği itiraftan başka birşey değildir. Hakikaten bu seviyesizliğe düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.''

“ Halbuki Türk’ün haysiyet ve şerefi ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Büyük bir millet esir olarak yaşamaktansa mahvolsun daha iyidir!..
“ Öyleyse Ya İstiklâl Ya Ölüm. ”

Mustafa Kemal

Türk Tezi


Türk Tezi nedir?
Türk Tezi, Mustafa Kemal’in 1919-38 yılları arasında uyguladığı politikadır. Temeli tam bağımsızlıktır.

Mandacı anlayışlara göre Türk toprağı, metropoller için üs, Türk insanı metropoller için paralı askerdir. Mandacılara göre, Türk toprağı ve insanı, sömürgeci ülkelerin desteğinin alınması için bir kozdur. Bu kozu pazarlayarak, Türkiye’yi daha güçlü bir ülke yapacakları iddiasıyla ortaya çıkarlar.
Ancak, mandacıların göremedikleri ya da görüp de halkın görmesine istemedikleri şey, bir metropolün uydusuna bakışıdır. Örneğin tüm Avrupa devletleri, ABD ve Rusya, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkemizi “hasta adam” olarak görüyorlardı.

Her uydu gibi, Türkiye de, metropol için sadece bir uydudur. Ama Türkiye, özel konumu itibarıyla uydudan biraz daha fazla birşeydir.


 < Türkler 1000 yıldır Anadolu’dadır. 1000 yıllık Türk hakimiyeti Türk insanı ile coğrafyayı bütünleştirmiştir. Türk insanının toprağına olan bağlılığı Türk Tezi’nin en önemli dayanağıdır. 1000 yıldır Anadolu’dan atılamayan Türkleri bu topraklardan atabilecek bir güç mevcut değildir. >


Metropoller, kimi uydularının uydu olarak yaşamasına razı olurlar. O uyduların sömürgeleri olarak kalmaları, metropole rant aktarmaları yeterlidir. Ancak Türkiye için bu geçerli olamaz. Çünkü Türkiye, gerek Hıristiyanların, gerekse Yahudilerin hak iddia ettikleri Anadolu’dadır.

Batılı ülkelerle Türklerin Haçlı Savaşları bilinmektedir. Bunun nedeni, Hıristiyan Batılının, Hıristiyan toprağı olarak gördüğü Anadolu’yu Türklerden geri almak istemesidir. 1000 yıldır bu amaçlarına ulaşamasalar da, bu amaçtan vazgeçmemişlerdir. Örneğin İstanbul, hem Katolik, hem Ortodoks Hıristiyanlar için asla vazgeçilemeyecek dini merkezdir.

Aynı şekilde Yahudiler için de Anadolu toprakları kutsaldır. Onlara Tanrının vaadettiği topraklardır. Bu vaade ulaşmak için çalışmaktadırlar. Türk toprağının bu dinsel niteliği, Türkiye’yi işgal edilecek bir ülke, Türkleri de Anadolu’dan kovulması gereken bir kavim haline getirmektedir.

Dört cephede de Batı Hakimiyeti

Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsız olabilmesi için, askeri, siyasi, ekonomik, kültürel vs her alanda tam bağımsız olması gerekmektedir. Ancak Türkiye bugün bu durumda değildir.


Türk tezi'nin Coğrafi dayanakları
Türk Tezi’nin dayanakları:


1-Anadolu 
2-Türk Coğrafyası 
3-Ortadoğu 
4-Ezilen dünya.

İdeolojik planda dayanaklar:

1-Milliyetçilik 
2- Türklük 
3- Üçüncü Dünyacılık 
4- Antiemperyalizm


Öncelikle askeri açıdan NATO’ya bağlıdır. Bu, Türk Ordusu’nun Türkiye ve Türkler için bir güvence olmasını zedelemektedir. Bu bakımdan Türk cephesinde bir gedik açılmıştır.
Siyasi açıdan Türkiye Batı kampına mensuptur. ABD ile stratejik müttefiklik ilişkisi ve AB’yle tek taraflı bağımlılık ilişkisi, Türk siyasetinin tümüyle Batı yörüngesinde olmasını getirmiştir. Siyasi bakımdan Türkiye cephesi, Batının cephesi haline gelmiştir.
Ekonomik açıdan, dışa bağımlı modeller, Türk ekonomisini kendine yeterlilikten çıkartmıştır. Türkiye bir savaş durumunda kendi halkını en fazla iki ay besleyebilecek kadar güçsüz bir ülke durumundadır.
Bunun ötesinde ekonomik sistem, ancak yabancı para akışı sayesinde dönebilmektedir. Tüm sektörleriyle ekonomi metropollerin tam bir uydusudur. Ekonomi cephesi Batının çok güçlü olduğu bir alandır. Burada Türkiye’nin potansiyeli çok büyük olduğu için bu cephede, bir “darbe” ile konumlanışı tersine çevirme imkanı vardır.
Kültürel alanda Türkiye, Batı, Hıristiyan ve Yahudi kültürlerinin etkisi altındadır. Kültürün her alanından Türk dışlanmış durumdadır. Bu alanda da Batılılar çok güçlüdür. Ayrıca gerici akımın etkisi, bu cephenin Batcı-gerici bir ittifaka teslim olması anlamını taşımaktadır. Ulusal kültür savaşı için hem Batıcılığın hem de gericiliğin yarattığı tahribatın giderilmesi gerekmektedir.

Türk Coğrafyası
Türk coğrafyası: Tarihsel ve güncel gerçeklik

Türk Tezı’nin dayanakları

Görüldüğü gibi Türkiye, bu dört alanda da önemli ölçüde Batının tam uydusu haline gelmiş durumdadır. Her uydu gibi, metropolün çekim kuvvetine karşı bir itme kuvveti oluşturarak, yörüngeden çıkartmak mümkündür. Ancak bu yörünge değişikliği için bazı dayanakların olması gerekmektedir.
Türk Tezi’nin dayanakları mevcuttur.

1-Türkler 1000 yıldır Anadolu’dadır. 1000 yıllık Türk hakimiyeti Türk insanı ile coğrafyayı bütünleştirmiştir. Türk insanının toprağına olan bağlılığı Türk Tezi’nin en önemli dayanağıdır.1000 yıldır Anadolu’dan atılamayan Türkleri bu topraklardan atabilecek bir güç mevcut değildir. Türk insanına, Türk insanının savaşma gücüne, direnme gücüne dayanmak Türk Tezi’nin ana dayanak noktasıdır.

2-Türkiye Cumhuriyeti, Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar uzanan Türk coğrafyasının bir parçasıdır. Bu coğrafi alan Türk’ün doğal dayanağı ve sığınağıdır.Ancak bunu değerlendirebilmek için, Türk coğrafyasının benimsenmesi gerekmektedir. Böyle baktığımız zaman Batı Trakya’dan başlayan Türk toprakları, Anadolu’dan geçerek, Kafkaslar ve Azerbaycan yoluyla Orta Asya içlerine kadar gitmekte, oradan Moğolistan’a ve Sibirya’ya kadar uzanmaktadır.

Bu geniş coğrafya Türklerin 5000 yıllık ata yurdudur. Bu yurtta Türk toprakları sömürgeci Rus metropolünün uydusu haline gelmiştir. Ancak bu uyduluk Türk Birliği bir çekim gücü haline geldiği an bitecektir.

3-Türkiye, Ortadoğu’nun merkezidir. Bu, sadece coğrafi olarak değil tarihi olarak da böyledir. Osmanlı mirası Türkiye Cumhuriyeti’ni Ortadoğu’nun varisi yapmaktadır. Türkler bu topraklar üzerinde manevi bir otoriteye sahiptir.
Bu otorite maddi bir güç haline getirilirse, Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli bir dayanağı olacaktır. Batılı Hıristiyan ve Yahudilere karşı mücadelede, Türkler, aynı zamanda Müslüman halkların savunucusu oldukları zaman bu otorite yeniden kurulacaktır.

Ancak bu otorite artık, çağdaş bir temele dayanmalıdır. Bu temel, Şeriatçılığın dışlandığı, ulus temelli bir antiemperyalizm ve Batı karşıtlığıdır.

4-Tüm dünyada antiemperyalist mücadele ve hareketler Türkiye’nin lojistik dayanaklarıdır. Bu hareketlerle işbirliği ve mücadele birliği geliştirmek Türk Tezi’ni güçlendirecektir.

Burada önemli bir avantaj, Türklerin Batılı ülkeler dahil tüm dünyaya yayılan nüfus gücüdür. Avrupa ülkelerindeki yaklaşık 5 milyon Türk, Türk Tezi’nin birer uç unsurları olarak kullanılmalı, Batılı sisteme orada bir tehdit unsuru oluşturacak şekilde değerlendirilmelidir.

Türk Seddi
Artan Kürt bölücülüğü ve azınlık ırkçılıkları, Türk nüfusunu sıkıştırmaktadır. Kürtçülük istilacılık şeklinde yayılmakta, Türk nüfusunu eritmektedir. Buna karşı Türk bölgelerde bir Türk seddi kurulacaktır. Kürt istilacılığının yayılma noktası olan, Akdeniz’le Güneydoğu Anadolu’nun birleşme noktasında Türk seddi kurulacaktır. 


O nedenle Hatay-Adana-Mersin bölgesi ile Antep ve Maraş’tan oluşacak bölge Türk direnme bölgesi olarak belirlenerek burada bir Türk direniş örgütlenmesine gidilecektir.


İdeolojik dayanaklar

Görüldüğü gibi Türk Tezi’nin güçlü dayanakları bulunmaktadır. Ancak bu dayanaklar bugün değerlendirilmediği gibi, bu dayanakların ortaya konulması bile bir türlü kabul edilemez. Çünkü hiçbir emperyalist güç uyuyan dev Türklerin uyanmasını istemez.
Bu konuda hem ABD, hem Avrupa, hem de Rusya ortak hareket ederler. O nedenle Türk Tezi, her tür metropole ve her türden uyduculuğa karşı konumlanır ve bunun mücadelesi yürütür.

Türk Tezi’nin bir de ideolojik dayanakları vardır. Bunlar ise sırasıyla şunlardır:

1-Milliyetçilik
2-Türklük
3-Üçüncü Dünyacılık
4-Antiemperyalizm


Türk Tezi bu ideolojik dayanakları kullanarak kendisini ortaya koyabilir. Bunun için büyük bir ideolojik seferberlik ve mücadele gerekmektedir. Sonuçta uyduluğa karşı mücadele, uydu kafalarla mücadeledir.
Türk Tezi, dört ideolojik dayanak noktasında savunulmalı, kökü dışarda mandacı ideolojilere karşı mücadele edilmelidir. Bugün Türkiye’de pek çok farklı ideoloji mevcuttur. Ancak tüm farklılıklara karşın bu ideolojiler, mandacılıkta birleşirler. Bu nedenle tüm bu ideolojileri kökü dışarda ideolojiler olarak adllandırmak doğru olacaktır.

Kürt istilasındaki Türk limanları
Türk toprağında güçlü olmak için, liman şehirlerinde denetim kurmak gerekmektedir. Limanlar, hem yabancıların ülkeye giriş noktası hem de bölücülüğün dışarıyla buluşma noktasıdır. Yani hem iç hem dış düşmanı engellemek için liman şehirlerinde güçlü olmak gerekir.

1- Mıllıyetçilik mücadelesi

Türk Tezi’nin en önemli ideolojik dayanağı milliyetçiliktir. Milliyetçilikten anladığımız, Atatürk milliyetçiliğidir, Türk milliyetçiliğidir. Atatürk’ün tarif ettiği şekliyle, ortak tarih, ortak kültür ve birlikte yaşama arzusu, aynı coğrafyadaki halkı millet haline getirir. Bu millet, Misak-ı Milli sınırları içinde bölünemez, ayrıştırılamaz.

Bugün Türk milliyetçiliği çok yönlü bir saldırı altındadır. Saldırının en önemli ayağı, Türk milliyetçiliğini Türk ırkçılığı gibi algılayan, göstermeye çalışan kesimlerden gelmektedir. Böylece Türk kimliği, diğer etnik kimlikleri ezen bir ırk tanımına dönüştürülmektedir.

Oysa Türk, bir ırkı değil milleti simgeler. Türk milletini, etnik parçalarına ayırma planı, esas ırkçı plandır. Bu ırkçılık, Kürt ırkçılığı şeklinde ortaya çıkmaktadır. Kürt ırkçılığı, Türk milliyetçiliğinin en büyük mücadele hedefidir. Ancak Kürt ırkçılığının bazı ideolojik dayanakları vardır. Kürt ırkçılığı kendisini Türkiyecilik ve halkların kardeşliği gibi hümanist sloganlar ardına gizlemektedir.
Oysa Türkiyecilik de halkların kardeşliği sloganı da, tek bir millet içinde birleşmiş, kardeşten öte tek bir varlık haline gelmiş olan milleti bölme amacı taşımaktadır. Bu argümanları piyasaya süren de Kürt ırkçılığını destekleyen Avrupalı ve Amerikalı emperyalistlerdir. Emperyalistlerin, ezilen ulusları etnik parçalara bölme planının bir yansımasıdır.
Buna özellikle akademik çevrelerden verilen bazı sözde bilimsel desteğin de ortaya konulması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti tek milletten oluşur. Bu millet bir üst kimlik değildir. Oysa bugün Türk bir üst kimliğe dönüştürülerek, Türkiye’nin federasyonlaştırılmasına dayanak yapılmak istenmektedir.
Türk milliyetçiliğinin bu direnişçi yanının dışında özellikle toparlayıcı, birleştirici, organize edici yanının da ortaya konulması gerekmektedir. Kürt ırkçılığının toplumda yarattığı rahatsızlık aşikârdır. Kürt ırkçıları bir yandan, diğer azınlık ırkçılıkları diğer yandan örgütlenmekte, toparlanmakta ve Türkiye’yi bölmeye çalışmaktadır.

Burada Türkiye Cumhuriyeti’nin harcı Türk milletidir. Bu da Türk’ün her tür ırkçılığa karşı kendisini ortaya koymasını, kendi varlığını savunmasını gerektirir. Yükselen bölücü ırkçılığa karşı, birleştirici bir Türk örgütlenmesi ihtiyaç haline gelmiştir. Bu mileltin asıl sahipleri haklarını savunmak için örgütlenecektir.

2- Türklük mücadelesi

Türk Tezi’nin bir dayanağı Türkiye Cumhuriyeti, diğer dayanağı ise Türk coğrafyasıdır. Bu geniş perspektiften baktığımızda, Türk milliyetçiliğinin direniş gücüne bir Türklük şuur ve heyecanını da eklemek gerekir. Türklük, bu geniş coğrafyanın insanlarının, kendi varlıklarının farkına varması, kendi geleceklerini, çıkarlarını düşünmeleri demektir.
Batı Trakya’dan Uzak Asya’ya kadar Türk kökenli halklar, farklı milletleşme süreçlerinden geçmiştir. Bu milletleşme süreci tek bir Türk milleti ortaya çıkartmamıştır. Ancak her bir Türk soylu milleti bağlayan, bu soydaşlık bağı önemli bir bağdır. Bu bağı değerlendirmek Türk Tezi’nin temel yaklaşımıdır. Bu, uyuyan devi uyandırmaktır. Büyük Türk coğrafyası bir Türk uyanışına sahne olmalıdır.

Burada üç tür handikap vardır. Birinci handikap enternasyonal fikirlerdir. Özellikle sol liberal kesimde hakim olan bu enternasyonal saplantılar, Türklerin biraraya gelmesini her zaman için faşistlik ve ırkçılık olarak görmüş ve suçlamışlardır. Bu sözde sol ama özde emperyalist sağ bakış açısı ile mücadele etmek gerekmektedir.

İkinci handikap Türk ırkçılığıdır. Türk ırkçılığı içinse Türk coğrafyası ırki bir devletin vatanıdır. Ancak bu hayalcilikten öte bir şey değildir. Fakat bu hayalcilik, faşist hareketin elinde, şoven bir ırkçılığa dönüşmüştür.
Bu ırkçı anlayış, aynı zamanda, çeşitli emperyalist güçlerin güdümünde kullanılmıştır. Gerek Birinci Dünya Harbi öncesi ve sonrasında Almanya’nın, İkinci Dünya Harbi öncesi ve sonrasında yine Almanya’nın oyuncağı olan ırkçı hareket, 60 sonrası tümüyle Amerikan piyonu olmuştur.
Türklük şuurunun önündeki üçüncü handikap Şeriatçılıktır. Şeriatçı hareket de Türk’ü aşağı bir kavim olarak görür. Arap ırkçılığını yücelten, millet duygusunu da tıpkı Marksistler gibi yoketmeye çalışan Şeriatçı hareket, Türk coğrafyasında bir ayrıştırıcı kuvvettir.

Bu kuvvet de yine, gerek Sovyet Devrimi sırasında, gerek 60 sonrası Yeşil Kuşak projesinde ABD’nin hizmetinde kullanılmıştır. Ve yine hem ABD’nin hem de Rusya’nın en büyük kozu, Türklük şuuruna karşı Şeriatçılıktır. O nedenle Şeriatçı hareket Orta Asya’da Türklüğe karşı mücadelenin ideolojisidir.
Burada Ermenistan’ın konumuna bir göz atmak faydalı olacaktır. Ermenistan, Azerbaycan’a karşı da Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı da hem ABD hem de Rusya tarafından desteklenmektedir. Ermenistan, Türk coğrafyasını tam Türkiye Azerbaycan sınırında bölen kama bir devlet rolü oynamaktadır.

Uyuyan dev Türkler

Buna ilişkin önemli bir belge “Sovyetler Birliği’ne karşı uygulanacak Psikolojik Harp” belgesidir. NATO bünyesinde oluşturulan piskolojik harbin amacı şu şekilde ortaya koyulmaktadır.
Psikolojik savaşın hedef kitlesi Rus olmayan uluslardır, ya da ulusal topluluklardır. Sovyetler Birliği’nin merkezi otoritesi çöktüğü zaman, Rusya’dan başka 16-17 yeni devlet ortaya çıkacaktır. Ortaya çıkacak yeni devletlerden 5-6 tanesi Türk devleti olacaktır. Bunların bulundukları coğrafya stratejik yönden çok değerli ve doğal kaynakları zengindir. Bu devletler, Batıdaki Türkiye Cumhuriyeti ile birleşirse, o zaman “Hitler Almanya’sından ve Stalin Rusya’sından daha tehlikeli bir kuvvet” Batılıların karşısına çıkacaktır.
Bu nedenle şu soru sorulmaktadır: “Büyük bir tehlikeyi yaratmamak ve Türkiye ile doğudaki Türklerin birleşmesini önlemek için alınacak önlemler neler olmalıdır?”

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***


Şehidine sahip çık Türkiye!




Şehidine sahip çık Türkiye!













ABD’si, AB’si, Rusya’sı, AKP’si, PKK’sı, Yunan’ı, Ermeni’si tek bir koro olmuş 

Kürt açılımı ” diye tutturuyorlar!

Peki bizden gerçekte ne istiyorlar?

Diyorlar ki Türkiye Kürtlere baskı uyguluyor, haklarını vermiyor.

Öyle mi acaba?

Bu ülkede bugüne kadar Türk’e hak olup da Kürt’e yasak olan ne var?
Başbakan olabiliyorlar, Cumhurbaşkanı olabiliyorlar, siyasi parti kurabiliyorlar, Meclis’te yıllardır tonla milletvekilleri var.
Hatta Türk’ün arkasında olmayan büyük güçleri de var: Emperyalizm.
Amerikası, Avrupası, Rusyası, Yunanistanı, Ermenistanı hep arkalarında.
Peki ne için?
Büyük Kürdistan’ı kurmak için!
Yeni bir proje mi bu?
Hayır!
Daha Kurtuluş Savaşı dönemimizden bu yana Batılı devletler bir Kürt devleti kurma peşindeler. Bu amaçla Şeyh Sait İsyanı’dan bu yana 16 tane ayaklanma çıkarttılar. Kurtuluş Savaşımız sırasında bile Türk Ordusu’na karşı ayaklandılar.
Yani yeni bir olayla değil çok eski bir planla karşı karşıyayız.
Bizden hak değil yurdumuzu istiyorlar!

...

Diyorlar ki bu yurt Kürtlerin siz bizim yurdumuzu işgal ettiniz!

Gerçek mi peki?

Elbette hayır.

Tam tersine Türkler 1000 yıldır Anadolu’da yerleşen bir halk.
Bugün Kürtlerin kendilerine kale gördükleri Diyarbakır bile, bir Türkmen devleti olan Akkoyunlu Devleti’nin başkenti.
Yani dağdan geldiler bağdakini kovmaya çalışıyorlar!
Hem suçlular hem güçlüler!
Ama Kürtlerin bu bölgede Türkler’den eski olduğuna inanmamızı istiyorlar.
İnanacak mıyız?
Elbette hayır!
Yalanlarına, dolanlarına inanmayacağız!
Tarih ortada, belgeler ortada, Anadolu bin yıldır Türk’ün yurdu.
Yurdumuza sahip çıkacağız!
...
Ama şunu da bileceğiz.
Bizden istedikleri sadece Kürt devleti kurmak değil!
Emperyalizmin isteği Türk’ü Anadolu’dan tamamıyla atmak.
Güneydoğu’da bir Kürdistan, Doğu Anadolu’da bir Ermenistan, Karadeniz’de Pontus, İstanbul’da Bizans, İzmir’de Yunan devleti kurmak.
Yani Sevr’i gerçekleştirmek!
Bölünmekten korkmayın, burakın paranoyayı diyorlar?
Sevr’i biz mi uyduruyoruz?
Sevr’de bu maddeler yok mu?
Biz paronoyak değiliz ama siz bizi uyutmaya çalışıyorsunuz.
Ama uyumayacağız!

...

Artık barışalım, bu savaşı bitirelim diyorlar.
Ne savaşı?
Ortada bir savaş değil bir hainlik, bir kahpelik var.
Sana aş veren, iş veren, kız veren, yurt veren Türk’e arkadan saldırmak var!
Hainlerle mi barışacağız?
Teröristlerle birlikte mi yaşayacağız?
Elbet hayır!
Hainlerden hesap soracağız.
Akan kan dursun mu?
Hayır durmasın!
Gerekirse hepimiz kanımızı bu yurt için veririz ama hainlerle barışmayız!

...

Bizden istedikleri tecavüzcümüzle evlenmemiz!
Razı mıyız?
Yurdumuza, dilimize, geleneklerimize, mahallelerimize tecavüz eden teröristlerle evlenecek miyiz?
Hayır! Hayır! Hayır!

...

Bu yurdu savunurken, halkını savunurken, karakolunu savunurken, okulunu savunurken, hastanesini savunurken öldürülen asker, polis, öğretmen, hemşire şehitlerimizi unutacak mıyız?
Unutmayacağız!
Unutmayacağız çünkü onlar bizim için öldüler...
Onlar ölürken geride bize bir emanet bıraktılar.
Emanete ihanet etmeyeceğiz.
Hainleşmeyeceğiz.

...

Yurdumuzu düşmana vermeyeceğiz!
Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız!
Öleceğiz ama boyun eğmeyeceğiz! Diyorlar ki bu yurt Kürtlerin siz bizim yurdumuzu işgal ettiniz!
Gerçek mi peki?
Elbette hayır.
Tam tersine Türkler 1000 yıldır Anadolu’da yerleşen bir halk.
Bugün Kürtlerin kendilerine kale gördükleri Diyarbakır bile, bir Türkmen devleti olan Akkoyunlu Devleti’nin başkenti.
Yani dağdan geldiler bağdakini kovmaya çalışıyorlar!
Hem suçlular hem güçlüler!
Ama Kürtlerin bu bölgede Türkler’den eski olduğuna inanmamızı istiyorlar.
İnanacak mıyız?
Elbette hayır!
Yalanlarına, dolanlarına inanmayacağız!
Tarih ortada, belgeler ortada, Anadolu bin yıldır Türk’ün yurdu.
Yurdumuza sahip çıkacağız!

...

Ama şunu da bileceğiz.
Bizden istedikleri sadece Kürt devleti kurmak değil!
Emperyalizmin isteği Türk’ü Anadolu’dan tamamıyla atmak.
Güneydoğu’da bir Kürdistan, Doğu Anadolu’da bir Ermenistan, Karadeniz’de Pontus, İstanbul’da Bizans, İzmir’de Yunan devleti kurmak.
Yani Sevr’i gerçekleştirmek!
Bölünmekten korkmayın, burakın paranoyayı diyorlar?
Sevr’i biz mi uyduruyoruz?
Sevr’de bu maddeler yok mu?
Biz paronoyak değiliz ama siz bizi uyutmaya çalışıyorsunuz.
Ama uyumayacağız!
...
Artık barışalım, bu savaşı bitirelim diyorlar.
Ne savaşı?
Ortada bir savaş değil bir hainlik, bir kahpelik var.
Sana aş veren, iş veren, kız veren, yurt veren Türk’e arkadan saldırmak var!
Hainlerle mi barışacağız?
Teröristlerle birlikte mi yaşayacağız?
Elbet hayır!
Hainlerden hesap soracağız.
Akan kan dursun mu?
Hayır durmasın!
Gerekirse hepimiz kanımızı bu yurt için veririz ama hainlerle barışmayız!
...
Bizden istedikleri tecavüzcümüzle evlenmemiz!
Razı mıyız?
Yurdumuza, dilimize, geleneklerimize, mahallelerimize tecavüz eden teröristlerle evlenecek miyiz?

Hayır! Hayır! Hayır!

...
Bu yurdu savunurken, halkını savunurken, karakolunu savunurken, okulunu savunurken, hastanesini savunurken öldürülen asker, polis, öğretmen, hemşire şehitlerimizi unutacak mıyız?

Unutmayacağız!
Unutmayacağız çünkü onlar bizim için öldüler...
Onlar ölürken geride bize bir emanet bıraktılar.
Emanete ihanet etmeyeceğiz.
Hainleşmeyeceğiz.

...

Yurdumuzu düşmana vermeyeceğiz!
Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız!
Öleceğiz ama boyun eğmeyeceğiz! Diyorlar ki bu yurt Kürtlerin siz bizim yurdumuzu işgal ettiniz!
Gerçek mi peki?
Elbette hayır.
Tam tersine Türkler 1000 yıldır Anadolu’da yerleşen bir halk.
Bugün Kürtlerin kendilerine kale gördükleri Diyarbakır bile, bir Türkmen devleti olan Akkoyunlu Devleti’nin başkenti.
Yani dağdan geldiler bağdakini kovmaya çalışıyorlar!
Hem suçlular hem güçlüler!
Ama Kürtlerin bu bölgede Türkler’den eski olduğuna inanmamızı istiyorlar.
İnanacak mıyız?
Elbette hayır!
Yalanlarına, dolanlarına inanmayacağız!
Tarih ortada, belgeler ortada, Anadolu bin yıldır Türk’ün yurdu.
Yurdumuza sahip çıkacağız!
...

Ama şunu da bileceğiz.
Bizden istedikleri sadece Kürt devleti kurmak değil!
Emperyalizmin isteği Türk’ü Anadolu’dan tamamıyla atmak.
Güneydoğu’da bir Kürdistan, Doğu Anadolu’da bir Ermenistan, Karadeniz’de Pontus, İstanbul’da Bizans, İzmir’de Yunan devleti kurmak.
Yani Sevr’i gerçekleştirmek!
Bölünmekten korkmayın, burakın paranoyayı diyorlar?
Sevr’i biz mi uyduruyoruz?
Sevr’de bu maddeler yok mu?
Biz paronoyak değiliz ama siz bizi uyutmaya çalışıyorsunuz.
Ama uyumayacağız!

...

Artık barışalım, bu savaşı bitirelim diyorlar.
Ne savaşı?
Ortada bir savaş değil bir hainlik, bir kahpelik var.
Sana aş veren, iş veren, kız veren, yurt veren Türk’e arkadan saldırmak var!
Hainlerle mi barışacağız?
Teröristlerle birlikte mi yaşayacağız?
Elbet hayır!
Hainlerden hesap soracağız.
Akan kan dursun mu?
Hayır durmasın!
Gerekirse hepimiz kanımızı bu yurt için veririz ama hainlerle barışmayız!
...

Bizden istedikleri tecavüzcümüz ile evlenmemiz!
Razı mıyız?
Yurdumuza, dilimize, geleneklerimize, mahallelerimize tecavüz eden teröristlerle evlenecek miyiz?
Hayır! Hayır! Hayır!
...
Bu yurdu savunurken, halkını savunurken, karakolunu savunurken, okulunu savunurken, hastanesini savunurken öldürülen asker, polis, öğretmen, hemşire şehitlerimizi unutacak mıyız?

Unutmayacağız!

Unutmayacağız çünkü onlar bizim için öldüler...
Onlar ölürken geride bize bir emanet bıraktılar.
Emanete ihanet etmeyeceğiz.
Hainleşmeyeceğiz.
...
Yurdumuzu düşmana vermeyeceğiz!
Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız!
Öleceğiz ama boyun eğmeyeceğiz!


4 Ocak 2017 Çarşamba

Halkın Halk Tarafından Halk İçin Yönetildiği Bir Ülke Haline Gelebilecek Miyiz?


Halkın Halk Tarafından Halk İçin Yönetildiği Bir Ülke Haline Gelebilecek Miyiz?



TASAM Bşk. Yrd. Murat BİLHAN



15.09.2007
TASAM Bşk. Yrd. Murat BİLHAN

Bugün muhakkak herkes gibi “halkın yönetildiği” bir ülkeyiz, ama “halk tarafından ve halk için yönetildiği bir ülke” miyiz? Yani, gerçek bir demokrasi olduğumuz söylenebilir mi? Dört veya beş yılda bir kere seçim sandığına yönelen halkımız, kendi kendisini gerçekten yönettiğini mi zannetmektedir? Eğer demokrasi kavramını ve tarifini sadece sandıktaki sonuca indirgerseniz bu kısmen doğru olabilir. Yani temsili demokrasinin bir şartı oluşmuş olur. Ama aşağıdaki sorulara doğru cevaplar verirseniz kendi tarafımızdan yönetilmenin neresindeyiz, daha iyi görebiliriz. 


- Halkımız, seçtiği insanların, kendisinin “patronu” değil, “hizmetkârı” olduğunun bilincinde midir? 

- Aynı bilinç, seçilenler, yani halktan onu temsil sorumluluğu alanlarda da var mıdır? 
- Seçilenlere verdiğimiz ayrıcalık, dokunulmazlık, yetkilere karşılık, bununla orantılı sorumlulukları ve görevleri bulunduğunun ve bütün bu geçici ayrıcalıkların belli görevleri yerine getirebilmeleri için kendilerine kısıtlı sürelerle tanındığının veya öyle algılanması gerektiğinin farkında mıyız? (hem seçenler, hem seçilenlerce)
- Dokunulmazlıkların hiçbir uygar ülke demokrasisinde kabul edilemeyecek ölçüde kötüye kullanıldığının ve bu ayrıcalığın kürsü dokunulmazlığı ile sınırlandırılmasının gerçek bir demokrasi için zorunlu olduğunun farkında mıyız? 
- Devletin bizim yarattığımız, sadece bize hizmet amacıyla oluşturulmuş bir kurum olduğunun, dolayısıyla devlet görevlilerinin (bu kez seçilmemişleri, bürokratları kasdediyorum), bizden üstün ve aramızda sınıf farkı olan bir zümre olmadığının bilincinde miyiz? Ve daha da önemlisi, onlar da bunun bilincinde mi? 
- İster seçilmiş, ister atanmış olsun, sivil veya asker kamu yönetim kadrolarındaki kişilerle ilişkilerimiz, ast-üst ilişkileri şeklinde mi yürütülüyor, yoksa her uygar toplumda olması gerektiği gibi eşit fertler arasında karşılıklı sevgi ve saygıya ve nezaket kurallarına dayalı bir iletişim şeklinde mi cereyan ediyor? 
- Bir vatandaş sorumluluğuyla seçtiklerimizi iki seçim arasında sürekli denetleme görevini yerine getiriyor muyuz? Yoksa “oyumu verdim, görevim bitti; beğenmezsem öbür seçimde değiştiririm” diyerek demokratik görevimizi ihmal ederken yerine getirdiğimizi mi zannediyoruz? Daha da kötüsü, aynı zamanda demokratik bir hak olan bu denetleme ayrıcalığından kendi irademizle vaz mı geçiyoruz? 

- Bizim vergilerimizden, harçlarımızdan, katkı paylarından, bağışlarımızdan, primlerimizden ve alın terimizden her türlü paralarımızdan kamusal havuza aktardığımız gelirlerden yapılan harcamaları denetliyor muyuz? Zengin Batı ülkelerinde her kör kuruşun hesabı “vergi veren” sıfatını öne süren sıradan vatandaşlar tarafından her gün sorulurken ve kamu görevlisinin (seçilmiş ve atanmış) yakasına yapışılırken, bizim vatandaşımızda bu bilinç yerleşmiş midir? Hepimizin ortak malı olan ve ortak refah için harcanması gereken paraya uzanıp ondan haksız kazanç sağlayan, nemalanan, devlet malını har vurup harman savuran, kendilerine görev ve temsil için geçici ve emaneten verilen devlet olanaklarını kendi kişisel çıkarları için kullanan insanlardan hesap sormak, vatandaşımızın aklına gelmekte midir? Yoksa vatandaşımız, ortak malı sahiplenmemekte, kendi malı gibi görmemekte; bir kamu görevlisinin denetlenmesini, başka bir kamu görevlisine (örneğin müfettişe) emanet etmeyi yeterli mi görmektedir?

- Vatandaş, kuvvetler ayrımının farkında mıdır? Yasama, yargı ve yürütmenin, birbirini denetlemesi ve dengelemesi, ama birbirine karışmaması gerektiğini, bunun diktatörlükle demokrasi arasındaki önemli farklardan biri olduğunu, ama devlet aygıtını oluşturan tüm bu kurumların en üstünde, devletin mevcudiyet sebebini teşkil eden kendisinin bulunduğunu bilmekte midir? “Devlet benim için vardır, ben devlet için değil” diyebilmekte midir? 

- Vatandaşımız küreselleşme ile özelleştirmenin, birbiriyle bazen uyumlu, ama farklı kavramlar olduğunu bilmekte midir? Küreselleşmeden kaçılamayacağını, ama özelleştirmenin özgür kararımıza bağlı olduğunu; birini uluslararası toplumun, öbürünü kendimizin yönlendirdiğini vatandaşımız bilmekte midir ve kontrol görevini yerine getirmekte midir? Yoksa bu kararları verenleri kontrolsüz ve başıboş bırakmakta, onlara yerli ve yersiz, sınırsız olarak güvenmekte midir? Hortumlanan, çarçur edilen, yağmalanan bankalar, kurumlar, tesisler ve ekonomik değerlerde, kendi payı ve emeği ve çocuklarının ve torunlarının geleceği de olduğunu aklına getirerek, “arkadaş bu benim param, kimden alıp kime veriyorsun” diye sorarak, doğru karar verilip verilmediğini denetlemekte midir? (Bu noktada bir hususun altını çizmek gerekmektedir: Küreselleşmeye uyum da tabiatıyla lüzumlu, özelleştirme de lüzumludur. Bunların aksini düşünmek çağ dışılık olur. Önemli olan doğru yöntemleri, doğru enstrümanları bulmak, doğru zamanda ve ülke çıkarlarına uygun olarak kullanmaktır.) 

- İyi ve demokratik bir yönetimin temel şartlarından biri, tüm nüfusun ve tabanın katılımının sağlanmasıdır. Nüfusun yarısını teşkil eden kadının yönetime katılımı, erkekle eşit şekilde sağlanamazsa, halkımızın kendini yönettiği söylenebilir mi? Olsa olsa halkın bir bölümünün diğer bölümünü yönettiği söylenebilir. Bununla sadece kadının siyasete girerek seçilme ve yönetme hakkını bihakkın kullanabilmesini (örneğin İsveç gibi) ifade etmekle yetinmeyip, daha seçme hakkı aşamasında üzerindeki ataerkil ve toplumsal etki ve baskı ipoteklerinden kurtulup yukarıda saydığımız tüm hususlarda bilinçlenerek özgür iradesine kavuşmasını ve vatandaşlık görevini yerine getirmesi gereğini vurgulamak istiyoruz. 

- Vatandaşımız seçim kampanya dönemlerinde kendisini ziyarete gelen siyasetçilerin doğruyu mu söylediklerini, oy avcılığı için mi geldiklerini gerçek kanıtlarıyla süzgeçten geçirip anlayabilmekte midir? Örneğin, ütülü, kravatlı, marka elbisesiyle gelip köylüye şirin görünmek için yere oturup, ortadaki çorba tenceresine topluca kaşık sallayarak ve etleri elleriyle kemirdikten sonra ellerini üstüne başına süren bir politikacıyı acaba vatandaşımız sempatik bulmalı mıdır ve kendinden saymalı mıdır? Yoksa kendisini yer sofrasından masaya kaldırıp, sandalyeye oturtan ve çatal bıçakla yemek yemeğe ikna edebilecek bir politikacıyı vatandaşımız kendisinden uzak ve antipatik mi bulmaktadır? Bu kriterin hiçbir kamuoyu yoklamasında ele alınmış olduğunu sanmamaktayım ve uygulamada da birinci şıkkın maalesef egemen olduğunu tahmin etmekteyim. Bu da, ülkemizde yürütülen seçim politikalarının onyıllardan beri “Demokrasi” diye yutturulmaya çalışılan ucuz bir popülizm olduğunu göstermekte ve bu oyun çeşitli şekil ve örneklerle devam etmektedir. Vatandaşın sağduyusuna hakaret eden bu ucuz propagandanın, bizzat vatandaş tarafından layık olduğu cezaya çarptırılacağı günün de geleceğine – 60 yıllık çok-partili “demokrasi” deneyiminden sonra artık inanmak gerektiğini düşünüyorum. İşte o zaman vatandaş kendi yönetimine gerçek anlamda sahip çıkabilecektir. 

- Vatandaşımız kendisine ait olan ve yönetimini üstlenmesi ve tabiatıyla koruması gereken vatanının sahipliğinin ne ölçüde bilincindedir? Bir yandan “tabii onun sahibiyim” derken, onu her türlü tehlikeden koruma işinin başkasına ait bir görev ve sorumluluk olduğunu mu düşünmektedir? Yani örneğin, ormanı yakan veya başkası yakarken seyreden, kundakçıya engel olmayan, onun cezadan kurtulmasına aldırış etmeyen vatandaşımız, buna karşı tedbir almanın kendisine ait bir sorumluluk ve görev olmadığını mı düşünmektedir? İzmariti ve çöpü, arabasının penceresinden atarken ve böylece arabasını temiz tutarken “sokaklar, ormanlar, parklar benim değildir” mi demektedir? “Elalemin koskoca denizini ben mi temiz tutacağım, deniz nasıl olsa bu kiri temizler” mi diyor? Sayabildiğiniz kadar sorumsuzluk ve bilinçsizlik örneği sayabilirsiniz. Bunu söylerken sorumluluk duygusuyla hareket eden vatandaşlarımızı töhmet altında bırakmak istemiyorum, ama maalesef zararlıların gücü bazı alanlarda daha fazla olabiliyor. 

Bunları yapanlardan vatan topraklarını, vatan denizlerini yönetme ve koruma sorumluluğu ve bilinci beklenebilir mi? Bunların faturasını, ülkemizin gerçek vatanseverleri, milliyetçileri, halkın halk tarafından halk için yönetilmesi gerektiğine inananlar, onların masum çocukları ve torunları ödemeye mecbur bırakılmaktadır. Ülkemizin eksik ve kusurlu demokrasiyle yönetilmesine sebep olanlarla maalesef aynı hava, toprak ve suyu paylaşmak zorunda kalmaktayız.

Dört mevsimi bir arada yaşayan, iki kıtayı kucaklayan, ana kucağı kadar sıcak ve şefkatli denizlerle çevrili, bize yedi bin yıllık dünya medeniyetini hediye eden, bu dünyanın en güzel ve verimli ülkesi ve onurlu vatanı, bu muameleye layık değildir. Uygarlıkların beşiği, uygar Türkiye bu değildir ve olmamalıdır. Er geç bu sıkıntılardan kurtularak vatanını gerçekten seven ve onu sahiplenen tertemiz çoğunlukla kucaklaşacağına ve özlenen demokrasiyi ve uygarlık düzeyini yerleştireceğine yürekten inanıyorum.

Murat BİLHAN,  Büyükelçi (E), TASAM Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı, Kültür Üniversitesi Öğr. Gör.