15 Aralık 2016 Perşembe

ALGI YÖNETİMİ


 ALGI YÖNETİMİ




ÜMİT ÖZDAĞ 



ALGI YÖNETİMİ “ Propaganda, Psikolojik savaş, Örtülü Operasyon ve Enformasyon Savaşı ” isimli kitap Prof. Dr. Ümit Özdağ tarafından yazılmış olup, 2014 yılında Kripto Yayınları tarafından basılmıştır.

***

Düşünceleri kendisine ait zanneden ancak başkasının istediği gibi düşünen kişi en büyük esaretin içinde yaşayan kişidir. Ancak tarih boyunca insanların büyük bölümü “düşüncelerini kendilerine ait zanneden” kişilerden oluşmaktadır.


***

Algı yönetiminin amacı, insanların en güçlü organları olan beyinlerine nüfuz ederek onların dış dünyayı “istenilen şekilde” algılamalarını sağlamak ve böylece yargılarının da istenilen yönde şekillenmesini sağlamaktır. Türkçede annelerimizin mutfakta kullandığı bir kavram vardır: ‘’Kulak memesi kıvamına getirmek’’. Bu kavram ile kastedilen yoğurulan hamurun şekil verilecek kıvama ulaşmasıdır. Algı yönetiminin amacı da insanların düşünce ve duygularının istenilen şekli alacak kıvama ulaşmasıdır. Propaganda, psikolojik savaş, örtülü operasyon ve enformasyon savaşı ise beyinleri kulak memesi kıvamına getirmenin araçlarıdır.


***

İnsanlar, toplumlar ve milletler arasında tarih boyunca gerçekleşen savaşların en büyük hedefi toprak, zenginlik, köle ele geçirmekten çok, zihinleri ve kalpleri ele geçirmek olmuştur. Çünkü zihinler ve kalpler ele geçirildiği zaman elde edilen toprakları korumak, gasp edilen zenginliği savunmak veya köleleştirilen bir gruba karşı sürekli teyakkuz halinde olmak ihtiyacı ortadan kalkmaktadır. Bundan dolayı tarih boyunca değişik isimler alan “algı yönetimi” teknikleri neredeyse insanlık kadar eskidir. Algı yönetimi, bir insanın veya bir grup insanın gerçekliği olduğu gibi değil de nasıl algılanması isteniyor ise öyle algılanması için birey/grubun algı kapasitelerine yönelik şekillendirilmiş bilgi aktarımıdır.


***

Propaganda, gerçekleştirilen odağa yarar sağlamak amacıyla, belirli bir grubun duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını özetle bilincini ve bilinçaltını etkilemek, yönlendirmek, değiştirmek için hazırlanmış, bütün bilgiler, fikirler, doktrinler veya özel çağrıların hedef seçilen toplum, topluluk veya kişiye yönelik olarak sistematik bir şekilde, uygun araç ve teknikler kullanılarak iletilmesi ve benimsetilme girişimidir.  A. Pratkanis ve E. Aronson, propaganda işgaldir, yani bir saldırgan zihnini ve düşüncelerinizi fethetmeye çalışmaktadır, derken meselenin özüne parmak basmaktadır. Başkalarının görüşlerini değiştirme çalışması daha yazı bulunmadan önce yani insanlık tarihlerinin derinliklerinde başlamıştır.


***

Tarih başından beri uygulandığını bildiğimiz kayıtlı propaganda tekniklerine eski Yunan’da Sofistlerin hitabet tekniklerinde rastlarız. Sokrates ile Sofistler arasındaki mücadele bir propaganda savaşıdır. Atinalı bir Sofist olan Gorgiyas, propagandanın gücünü anlatmak için şu örneği verir: “Bir hatiple bir hekim, bir şehre gitsinler. Bir meydan da bunlardan hangisinin hekim olduğuna ilişkin bir münazara açılsa, hatibin kendisini hekim gibi göstermeye muvaffak olacağını söyleyebilirim. Zira retorik sanatını bilen bir kimsenin, halk karşısında herhangi bir sanat adamından daha ikna edici bir şekilde bahsedemeyeceği bir konu yoktur.”


***

Tarihin ilk aşamalarından itibaren gerçekleşen savaşların bir parçası olan propaganda ve psikolojik savaşın yayılmasında kullanılan araç, insan ağzı iken takriben 500 yıl önce yazılı metinlerin de propagandanın güçlü bir aracı olduğu görülmüştür.


***

İlk modern propaganda reklamcılık şeklinde başlamıştır. 1843’de ABD/Philadelphia’da Volney Palmer adlı kişinin açtığı reklam ajansı büyük bir sektör ve yaşamın doğmasının ilk adımı olmuştur. 1850’lerden itibaren ABD ve İngiltere propagandayı bir siyasal araç olarak uluslararası ilişkilerde etkili bir şekilde kullanmaya başlamışlardır. 1890’lardan itibaren üniversitelerde reklamcılık ve propaganda ile ilgili dersler verilmeye başlanmıştır.


***

Propaganda, 20 yüzyıl boyunca geçirdiği evrim ve gelişme sonucunda artık bir kısım ikna ve pazarlama tekniklerinin ötesine geçerek, türdeş bir toplum oluşturmak ve düşman görülen toplumları psikolojik olarak çökertmek amacı ile kullanılan bir araç, gelişmiş bir bilim haline gelmiştir.


***

Propagandanın değerini en iyi kavrayanlardan birisinin Mustafa Kemal Atatürk olduğu görülmektedir. Mustafa Kemal’in İstiklal Savaşı başında Anadolu Ajansı kurduğu ve Avrupa’da Ankara dostu bir yapı oluşturmak için sistemli çalışmalar gerçekleştirdiği bilinmektedir.

Bu inançla propaganda, bilimsel yöntemler ile uygulanarak gelişen kitle iletişim araçlarından istifade eden bir araç olarak bir millî güç unsuruna dönüşmüştür. Kendi millî hedefleri doğrultusunda etkili propaganda yapamayan ve dost/ rakip/ düşman güçlerin propagandalarını etkisiz hale getiremeyen milletlerin millî hedeflerini gerçekleştirmeleri mümkün olmayacaktır.


***

Jean-Marie Domenach, “Tarih bir fikre gerçekten inananların daima diğer insanları da inandırma çareleri aradıklarını gösteriyor… Propagandanın özünde, millî hareketleri destekleyen hemen de biyolojik bir inanç mevcuttur. Propaganda kendine, gelişmesine ve geleceğine güvenen toplulukların tabiatından doğan bir faaliyettir” derken çok önemli bir gerçeğin altını çizmektedir.


***

Propagandanın hedefi, insanın aklı değil; ruhudur. Ve propagandanın temel hedefi de birey olarak insan değil, kitle içindeki insandır. Çünkü kitle içindeki insan, birey hâlindeki insandan daha kolay ikna ve sevk edilebilen bir ruh yapısına sahiptir. Kitle, sevk edilmesi kolay, propagandaya açık bir topluluk olarak, bireyden daha kolay “nasıl düşünmesi gerektiği değil, ne düşünmesi gerektiği” söylenebilen sosyal varlıktır.


***

Toplumsal psikolojiyi dikkate almayan bir propagandanın başarı şansı yoktur. Toplumsal psikolojide ölçü aydınlar değil, ortalama insandır. İkna edilmesi gereken odur. Ancak onun ikna sürecinde de iki fikir kategorisinin olduğu göz önünde tutulmalıdır. Bunlardan birisi adeta kişiliğini oluşturan derin inanışları diğer ise geçici, sathi, değişebilir, etkiye açık fikirleridir. Propagandanın ilk hedefi önce ikinci kategorideki düşünceleri hedef alarak değiştirmektir. Ancak propaganda her zaman burada kalmaz. Çoğu kez insanın kişiliğini oluşturan kategorideki fikir ve inançlarını da değiştirmeye çalışır. Bunu özellikle din ve ideoloji propagandaları hedefler.


***

Propaganda yaratıcı ve şaşırtıcı olmalıdır. Propaganda rakibin/ müşterinin/ seçmenin beklemediğini yapmalıdır. Propaganda sürprizlerle rakibin dengesini bozmayı hedeflemelidir.


***

Propagandanın Ana İlkeleri

1. Propaganda bir ana eksen fikri/ mesajı olmalıdır.
2. Propaganda merkezî planlanmalı, yerel uygulanmalıdır.
3. Propaganda profesyonel süreç olarak sürdürülmelidir.
4. Propaganda inanılır ve güvenilir olmalıdır.
5. Propaganda hedef toplumun kültürel yapısına uygun olmalıdır.
6. Propaganda onurlu/ olumlu bir önderi de bulunmalıdır.
7. Propaganda dikkati üzerine çekmelidir.
8. Propaganda sürekli olmalıdır.
9. Propaganda basit olmalıdır.
10. Propaganda bir ihtiyacı ortaya çıkarmalıdır.
11. Propaganda bir ihtiyaca cevap vermelidir.
12. Propaganda karşı tarafın propaganda stratejisini hedef almalıdır.


***

Kaynağına göre propaganda;

a) Beyaz Propaganda: Kaynağı açıkça belli olan ve resmen yapılan propagandadır. Propaganda konusu olarak ele alınan konu gerçektir.
b) Gri Propaganda: Kaynağı belli olmayan ve hedef toplumun yorumuna bırakılmış olan propaganda türüdür.
c) Kara Propaganda: Başka bir kaynağın adını kullanarak yapılan propaganda türüdür.


***

Gri ve kara propaganda yoluyla yürütülen propaganda çalışmalarına “gizli propaganda harekâtı” denir. Gizli propaganda harekâtı istihbarat servisleri tarafından yürütülür. Gizli propaganda harekâtında gizli servisler sızdıkları basın organlarını veya devşirdikleri gazetecileri etkili bir şekilde kullanırlar.


***

Gizli propaganda çalışmaları için iki başarılı örnekten biri; Romanya’da Çavuşesku rejimi devrilirken, morglardan alınan cesetlerin yollara konulması ve Çavuşesku’ya bağlı Securitat adlı istihbarat servisi tarafından yayılması olmuştur. Keza İngiliz petrol şirketlerinin faaliyette bulunduğu Kuzey Denizi’nde petrol atıklarının öldürdüğü bir kuşun filmini Saddam Hüseyin’in Basra Körfezi’ne bıraktığı petrolden ölen deniz kuşları diye dünya televizyonlarında göstermek bir başka gri propaganda çalışmasıdır.


***

Propagandanın üretiminde kullanılan belli başlı teknikler şunlardır:

a) Parlak ve genel anlamlı sözcük ve deyimlerin kullanılması,
b) Tanık gösterme,
c) Basitleştirme,
d) Halk adamı yaklaşımı,
e) Amaçlı seçim,
f) Kaçınılmaz zafer yöntemi,
g) İma yöntemi,
h) İsim takma,
i) Eğlendirme yöntemi


***

Mesaj, hedef toplumun orta yetenek ve kültür düzeyindeki kimseler tarafından kolayca anlaşılmalıdır. Bu noktada Türkiye’de akılda tutulması gereken husus, eğitim seviyesinin 4.sınıf olduğudur. Propagandanın ortalama entelektüel seviyesi bu ortalamanın çok üstünde olduğu taktirde propaganda başarısız olacaktır.


***

İnsanlar genellikle, kendi işleri dışındaki diğer uğraşların önemini kabul etmek istemezler. Bunun nedeni bilinçaltı özlemlerdir. Örneğin, “Modern sanat saçmalıktır.”, “Doktorlar hatalarını gömerler.”, “Tüccarlar avantadan para kazanırlar.”, “Avukatlar gösterişli sözlerle yasaları dejenere ederler.”, “Öğretmenler sekiz ay çalışır dört ay yatarlar.”, “Yargıçlar rüşvet alırlar.” Gibi cümleler kolayca taraftar bulabilir. Çünkü insanların bilinçaltındaki özlemleri, yapamadıkları veya bilmedikleri konuları küçük görme eğilimi yaratır.  Bu tür propaganda genellikle kışkırtıcı propaganda türünde kullanılır. Amaç, bir kısım insanı duyguları ile oynayarak hedef alınan gruba karşı kışkırtmaktır.


***

Halk adamı yaklaşımında göz önünde tutulması gereken önemli hususlar şunlardır:

1. Yerli dil, argo, deyim ve nükteleriyle birlikte doğru olarak kullanılmalıdır.
2. Uygun lehçe kullanılmalıdır. Telaffuz ve aksan uygunluğu çok önemlidir.
3. Yuvaya ve köye ait sözcük, konu ve semboller kullanılmalıdır. Bu sözcükler her yerde sempati uyandırır ve olumlu duygusal tepkiler yaratırlar.


***

Hedef toplumun ima yoluyla etkilenmesinde kullanılan bazı usuller şunlardır:

a) Belirli cevaplara götüren sorular sorma,
b) Mizah yoluyla ima etme,
c) Açık nedenler ileri sürerek ima etme,
d) İlişki kurma yoluyla ima etme,
e) Söylenti yoluyla ima etme,
f) Resim ve karikatürle ima etme,


***

Propaganda teknikleri ile birlikte ele alınması gereken husus propagandistin aklında tutması gereken dört aşamalı etkileme stratejisidir. Birinci aşama ön ikna süreci veya durumu kontrol altına almak ve vereceği mesajın olumlu olarak algılanması için ortamı hazırlamak şeklinde tanımlanabilir. (…) İkinci aşamada kaynağın güvenilirliği oluşturulur. Mesajı veren konuya ne kadar hâkim olduğunu ortaya koyar. (…) Üçüncü aşamada mesajı veren mesajı alanın dikkat, duygu ve düşüncelerini istediği noktaya yönlendirmelidir. Bu aşamada artık mesajı alanın kendi kendine verilen mesaj konusunda ikna etmesi zamanı gelmiştir. (…) Dördüncü aşamada artık mesajı alanın duyguları üzerinde yoğunlaşılır. Mesaj veren, mesajı alanda bir duygu uyandırır ve bu duygu ila baş etmenin yolunu sunarak, onu istediği gibi davranış biçimini yapmaya iter.


***

Propagandaya karşı koyma teknikleri:

1. Önleme teknikleri
2. Doğrudan doğruya çürütme
3. Dolaylı çürütme
4. Başka yöne satırda tekniği
5. Sessizlik 
6. Bağışıklık kazandırma/ aşılama tekniği
7. Kısıtlayıcı tedbirler
8. Konuyu önemsememek
9. Taklit edici aldatma


***

Bir milletin bütün kaynaklarını kullanarak ordusu ile diğer milletin ordusuna saldırmasının amacı; savaşın milleti/ orduyu karşıt olmaktan, etkili bir engel olmaktan çıkarmak, uyumlu ve bağımlı hale getirmek veya yok etmektir. Bu eyleme genellikle konvansiyonel veya nizami savaş denir. Ancak bir milletin düşman olarak gördüğü milleti karşıt güç olmaktan çıkarmak, uyumlu ve bağımlı hale getirmek hatta yok etmek için muhakkak ordusu ile saldırması, konvansiyonel bir savaş sürdürmesi şart değildir. Hasım gücün iradesini başka yöntemlerle eritmek, çürütmek, çözmek ve tahrip etmek mümkündür. Hasım gücün iradesine yönelik sürdürülen savaşa psikolojik savaş denir. 


***

Psikolojik savaşın tarihi muhtemelen savaşın tarihi kadar eskidir. Ve psikolojik savaş alanında devlet yöneticileri ve askerler yüzlerce yıl önce bugün hala imrenilen bir ustalık kazanmışlardır. Fiilleri bir psikolojik savaş taktiği olarak kullanan Kartacalı Hannibal ve Cesar dünya tarihinin gördüğü en önemli psikolojik savaş ustalarıdır. Cengiz Han dünya tarihinin en önemli psikolojik savaş dehasıdır denilebilir. Uyguladığı psikolojik savaş yöntemleri ile rakip orduları daha karşılaşmadan  yıldırmayı başarmıştır. 

Tarihteki en önemli psikolojik savaş araçlarından birisi genellikle bu açıdan bakılması da Köktürk kağanlarının diktiği Orhun - Yenisey veya Köktürk Abideleridir. Abidelerde Türk Millî kimliği, devletin misyonu ve tarihi,  devlete ve millete başta Çin olmak üzere yönelik tehditler ortaya konulmuş ve sonra alınması gereken önlemler izah edilmiştir. Sun Tzu, Savaş Sanatı adlı eserinde psikolojik savaşın temel aksiyonlarını ortaya koymuştur. Bir başka yazılı psikolojik savaş unsuru ise Machiavelli'nin "Hükümdar" adlı kitabıdır. Machiavelli, Hükümdar'da psikolojik savaşı iktidara gelme ve iktidarda kalmanın aracı olarak ele almıştır. 


***

21. yüzyıl psikolojik savaşın kazandığı imkân ve kabiliyetler düşünüldüğünde insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar bu savaş türünün etkin olacağını göstermektedir. Üstelik sadece zengin uluslar değil... Ucuz psikolojik savaş yöntemleri fakir uluslara hatta devlet dışı aktörlere de saldırı ve savunma anlamında başarılı psikolojik savaş uygulama imkânı vermektedir. 


***

Konvansiyonel savaşlar durur, ancak konvansiyonel savaş sırasında sürdürülen psikolojik savaş hiç kesilmeden barış ortamında da devam eder. Bu anlamda psikolojik savaş kesintisiz savaştır, barışı ve mütarekesi yoktur. 


***

Ulusların içinde oldukları askerî, politik, ekonomik ve kültürel mücadelede dayandıkları ulusal güçlerinin iki temel unsuru vardır. Bunlar sahip olunan maddî manevî değerlerdir. Millî gurur, devlet ve topluma karşı bireylerde yüksek sorumluluk duygusu, dayanışma, eğitim seviyesinin yüksekliği, devlete/ sisteme inancı ve bağlılığı, çalışkanlık, dürüstlük gibi özellikler bir ulusun manevî değerleridir. Maddî değerler ise sahip olunan bütün yer altı ve yer üstü kaynaklarıdır. 


***

Psikolojik savaş maddî unsurları değil, maddî unsurlarını kullanan manevî unsurları hedef alarak, maddî unsurların da hasım tarafından başarı ile kullanılmasını engeller. Psikolojik savaş ile hasmın zihni bulandırılır, şuur kaybına sevk edilir, menfaatlerini doğru tespit etmesi engellenir. Psikolojik savaş ile hasmın kendini savunma, düşmanını doğru tanımlama yetenekleri elinden alınmaya çalışılır. Psikolojik savaşı, kitlesel hipnotizma faaliyeti olarak nitelemek de mümkündür.


***

Psikolojik savaşın ne kadar önemli olduğunu bir Rus uzman, askerî araştırmalar dergisinde şöyle ifade etmiştir: “SSCB hiçbir savaşı kaybetmediği halde yenilmiştir. Çünkü politik ve askerî önderliği savaşın gerçek doğasını anlamamış, savaşı çok dar bir anlamda yorumlamış ve bunun neticesinde yaşamsal bir alan, Sovyet halkının psikolojisi güvence altına alınmamıştır. Bu hata SSCB’nin dağılmasına neden olmuştur.”


***

Düşman, kemdi sistemini en adil, en üstün, en demokratik ve en fazla refah getiren sistem olarak överken hedef aldığı ülkenin sistemini ise insanlık dışı, adil olmaktan uzak, antidemokratik ve halkı fakirliğe mâhkum edecek sistem olarak karalar. Hasım ülkenin yönetici sınıfı, karamsarlık ve teslimiyet duygusuna itilmeye çalışılır. Psikolojik savaş bir anlamda milletlerin ülküleri arasındaki savaştır. Ülküsünü yitirmiş millet veya psikolojik savaş neticesinde yanlış ülkü tespit ettirilmiş olan millet, psikolojik savaşı yitirmiştir. “Tefrika girmeden bir millete, düşman giremez. Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez” mısralarının yazarı şair, psikolojik savaşın özünü kavramıştır.


***

(…) 2. Dünya Savaşı’nın yaklaştığı bir dönemde Atatürk iki önemli psikolojik savaş hamlesi gerçekleştirmiştir. Bunlardan birisi, 1936’da Recep Peker’e yazarak Çanakkale muharebelerinin yıldönümünde okumasını istediği metinde Çanakkale muharebelerinde hayatlarını kaybeden İngiliz, Fransız, Avustralya ve Yeni Zellandalı annelere yönelttiği ve “Sizin evlatlarınız artık bizim evlatlarımız” şeklindeki mesajıdır. Böyle bir mesajı alan Batı kamuoyu ikinci kez evlatlarını Çanakkale önüne yığma konusunda oluşacak muhalefeti göz önünde tutmak zorunda kalacaklardır.

Atatürk’ün ikinci psikolojik harekâtı, yine 1936’da Ayasofya Camii’nin müzeye dönüştürülmesidir. Böylece Atatürk, düşman psikolojik operasyon karargâhlarının elinde İstanbul’un “neden” işgal edilmesi gerektiği ile ilgili bir argümanı almayı hedeflemiştir.


***

Psikolojik savaşın özellikleri;

1. Psikolojik savaş, konvansiyonel savaştan farklı olarak belirgin bir cepheye veya cephelere sahip değildir. Psikolojik savaşta fethedilecek şehirler veya aşılacak nehirler de yoktur. Psikolojik savaşta her yer cephedir. Ancak modern psikolojik savaşta psikolojik harekâtlar, “etki merkezli operasyonlar” şeklinde “toplumsal sıklet merkezleri” diye nitelendirebileceğimiz sosyal kolonlar üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bundan dolayı, psikolojik savaşa karşı savunma saldırının kendisi gibi bütünsel bir nitelik taşırken, sıklet merkezlerinin savunulmasına özel bir önem verilmelidir.
2. Psikolojik savaş, konvansiyonel savaştan farklı olarak sona ermez, sadece şiddeti azalır ancak sürekli devam eder.
3. Psikolojik savaşta düşmanı üniformasından ve elindeki silahlardan tanımak mümkün değildir. Psikolojik savaşta düşman üniformasız hedef toplumla aynı dili kullanan ve bu dili ortalamanın çok üstünde iyi derecede kullanan kişilerden oluşur.
4. Psikolojik savaşta kullanılan silahlar öldürücü değil, beyinleri ve vicdanları ele geçirmeyi hedefleyen sözcükler, semboller, sloganlardan oluşan silahlardır.
5. Psikolojik savaşta zayiat hemen belirginleşmez, çünkü psikolojik savaşın verdiği zararın genellikle çok geç farkına varılır.
6. Psikolojik savaşta bu savaşın bombalarının hedefleri, askerî tesisler, köprüler, fabrikalar değil, bir milleti ayakta tutan temel manevi değerler ve özgüvenidir. Bir milletin özgüveni ağır bir yara alır veya yıkılır ise psikolojik savaş başarıya ulaşmış demektir.


***

Psikolojik savaşın sürdürülmesinin ilkeleri;

1. Psikolojik savaş bir uzmanlık konusudur ve uzmanları tarafından yürütülmelidir.
2. Psikolojik harekât uzmanlığı, disiplinler arası bir çalışma üzerine kuruludur. Bu disiplinler öncelikle psikoloji, sosyoloji, psikiyatri, siyaset bilimi, reklamcılık gibi disiplinler olmalıdır.
3. Başarılı bir psikolojik savaş ancak başarılı bir psikolojik savaş istihbaratı sonrasında gerçekleştirilebilir
4. Başarılı bir psikolojik savaşın yapılabilmesi, psikolojik savaşın hedeflerinin çok iyi tanımlanmasına, toplumsal/psikolojik sıklet merkezlerinin doğru tespit edilmesine bağlıdır.
5. Bu sıklet merkezlerine uygun araçlarla uygun psikolojik harekâtların yapılmasına bağlıdır.
6. Psikolojik savaşın süresi konusunda sabırlı olunmalıdır. En zor yenilen insan organı beyindir.
7. Psikolojik savaş devam ederken sürekli olarak hedeflere ulaşıp ulaşılmadığı konusunda değerlendirmeler yapılmalı ve gerekiyor ise yeni araç düzenlemelerine gidilmelidir.


***

NATO belgelerinde psikolojik harekâtın üç kademesi vardır. Bunlar, a) Stratejik psikolojik harekât, b) Operasyonel veya krize yanıt veren psikolojik harekât, c) Taktik veya muharebe psikolojik harekâtı. Stratejik psikolojik harekât, yüksek seviyede bir ülkenin bir başka ülkeyi hedefleyerek yaptığı uzun süreli, çok boyutlu harekâttır. Operasyonel veya krize yanıt veren psikolojik harekât konvansiyonel savaş dışındaki askerî çatışmalarda halkı kazanma operasyonudur. Taktik veya muharebe psikolojik harekâtı ise çatışma alanında düşman birliklerin çatışma iradesini kırmayı hedefler.


***

Selçuklu Ordusu’nun da muharebe öncesinde düşman orduları arasında yaptığı psikolojik harekâtın bir parçası, Selçukluların düşmanlarını yediği şeklindedir. Osmanlı İmparatorluğu’nda nizami savaşta önde giden bir grup olarak “başıbozuklar” da belki örnek olabilir. Ürkütücü kıyafetleri, iri cüsseleri ve kontrol altına alınamaz duygusu yaratması ile başıbozuklar da karşı taraf üzerinde yıldırıcı bir etki yaratmıştır ve zaten bu düşünülerek başıbozuklar savaşta kullanılmıştır.


***

Türkçeye de tercüme edilerek yayınlanan Conan adlı çizgi romanda “Turanlılar iki nehrin üzerine inşa ettikleri barajlarla aşağı coğrafyada yaşayan hakları hem susuz bırakmakta hem de ezmekte, yok etmektedirler. Turanlılar ülkesinde minareler görülmektedir. Kötü, çirkin ve vahşi Turanlıları Batıdan yüce ve soylu bir beyaz, Conan gelerek yok eder”. 9-15 yaş grubuna hitap eden bir çizgi romanla Batı psikolojik operasyon karargâhları kendi gençlerinin kafalarına Türkü, İslâmı, Güneydoğu Anadolu Projesi’ni nefret edilecek şeyler olarak kazırlar. İlginç olan bu çizgi romanların Türkçeye tercüme edilerek Türk çocuklarına okutulmasıdır.


***

PKK dökümanında şöyle denmektedir: “Psikolojik savaş; düşman güçler tarafından karşılıklı olarak yürütülen ve moral bozukluğu, şaşkınlık, panik ve bozgun yaratmayı hedefleyen bir savaş biçimidir. Gelişigüzel ve her zaman değil, uygun zaman ve ortamlarda gerek düşman gücü, gerekse de kendi gücümüz hakkında, içinde gerçekleri de taşıyan propagandalar çeşitli yöntemlerle yaygınlaştırıldığında ve diğer psikolojik savaş yöntemleri geliştirildiğinde amacımız doğrultusunda olumlu sonuçlar alınacaktır. Bunun için;

a. Daha çok kitleler aracılığıyla, içinde gerçekleri de taşıyan ve düşmanı manevi alanda çökertmeyi hedefleyen propagandalar yayılmalıdır.
b. Sahte eylem ya da faaliyet planları hazırlayarak düşmanın eline geçmesi sağlanmalıdır.
c. Ulaşma olanaklarımızın çok zor olduğu ajan ve işbirlikçilerin isim listelerini hazırlayarak ellerine geçmeleri sağlanmalıdır.
d. Bizim tarafımızdan açığa çıkarılan ve etkisizleştirilen ajan ve işbirlikçiler aracılığıyla düşmana yanlış bilgiler aktarılmalıdır.
e. Açığa çıkarılan ve yargılanması yapılan düşman ajanlarının itirafları yayınlanmalıdır.
f. Düşman askerî ve siyasi yöneticileri, zayıflıkları tespit edilerek ve tehdit yoluyla sürekli baskı altında tutulmalıdır.
g. Düşmanın güvenlik güçleri içinde bulunan Kürt kökenli ögeler aracılığıyla güvensizlik, inançsızlık, cesaretsizlik yayma gibi amaçları hedefleyen propagandaların yapılması sağlanmalıdır.
h. Düşman güçlerine hitap eden bildiriler dağıtılmalı ve pullamalar yapılmalıdır.
i. Düşman güçleri içinde örgütlü olduğumuz imajı yayılmalıdır.
j. Gerçekleştirilen eylemlerden bazıları henüz kurulmamış birlikler ve komutanlıklar adına üstlenilmelidir.
k. Kitleler aracılığıyla gücümüz hakkında abartılı haberler yayılmalıdır.
l. Psikolojik savaş yürütülürken kitlelerin mücadelemize olan inanç ve güvenlerinin zayıflamasını getirecek haberleri yaymaktan kaçınılmalıdır.
m. Düşman psikolojik savaşı hakkında kitleler bilinçlendirilmelidir.

PKK’nın daha sonraki senelerde taktik psikolojik savaşı, örgüte destek veren ülkelerin düşman genelkurmay başkanlıkları ve istihbarat sevişlerinin desteği ile etkili bir stratejik psikolojik savaş zeminine yükselmiştir.

PKK’nın sürdürdüğü psikolojik savaşın çok önemli bir ayağını da şüphesiz etnik çatışma/ ayrışma zeminini beslemek adına yapılan mağduriyet psikolojisinin beslenmesi oluşturmaktadır.


***

Seçilmiş travmanın temelinde “mağduriyet psikolojisi” vardır. Zaten var olan, dönemin Başbakanı Celal Bayar’ın 1936’da hazırladığı Şark Raporu’nda “bölge insanı kendini dışlanmış hissediyor” şeklinde ifade ettiği bu psikoloji, PKK tarafından ustaca beslenmiştir. “Mağduriyet psikolojisi”nin özünde bölge insanına, bölgedeki bütün olumsuzlukların temelinde yani bölgenin geri kalmışlığının, bölgede yaşanan çatışmaların ve akla gelebilecek her türlü olumsuzluğun temelinde “bizim Kürt olmamız yatıyor” düşüncesi yatmaktadır. Mustafa Akyol, Kürtçülükteki mağduriyet yaklaşımının Hitler’in ileri sürdüğü Yahudi komplosu tezinden esinlendiğini Kürtçü ideolog Mehrdad İzady’in belirttiğini kaydetmektedir.


***

Bu mağduriyet psikolojisi etrafında PKK, Türk’ten nefret eden, başına gelen her kötü şeyin sorumlusu olarak Türk’ü gören bir ırkçı Kürt kimliği oluşturmaya çalışmaktadır. Murat Belge bu mağduriyet psikolojisini yakalamış görünmektedir.  Belge şöyle diyor: “Kimi zaman da kendini haksızlığa uğramış gören azınlığın ideolojisi yatıyor sorunun temelinde. Ve belirli durumlarda –bunu birçok somut örneği var- haksızlığa uğradığını iddia eden azınlığın ya da onun adına hareket edenlerin ideolojisi, ‘egemen çoğunluğun’ ideolojisinden daha dar, daha baskıcı, kısacası daha ‘antidemokratik’ olabiliyor.


***

Mağduriyet psikolojisinin önemli bir işlevi de PKK için “mazuriyet psikolojisine” daha farklı bir ifade ile PKK’yı mazur göstermeye el vermesidir. “Evet, PKK terör eylemleri yapmaktadır ama bunun nedeni Kürtlerin Türkler tarafından Kürt oldukları için ezilmesidir” söylemi açık kapalı Kürtçü siyasetçiler tarafından yıllardan bu yana kullanılmıştır.


***

Psikolojik savaş/ operasyonda verilen mesajlar değişik nitelikler taşıyabilirler. Bir bölge halkının bulunduğu ülkeye sadakatini azaltmaya yönelik mesajlar verebilir. Bir dış politik eylem öncesinde kamuoyu oluşturmak için politikalar uygulanabilir. Halkın kendisine ve devlete güvenini azaltmak için psikolojik operasyonlar yapılabilir. Psikolojik savaşta uygulanan bir teknik de bir ülkenin karar alıcılarını çaresizliğe sevk ederek kendilerini çaresiz, zayıf ve mağlûp hissettirmektir. Bu durumda ülke kaçınılmaz olarak bir gerileme, dağılma sürecine girecek, halkın devlete güveni ortadan kalkacaktır. 

Psikolojik harekâtta en önemli saldırı noktalarından birisi toplumu bir arada tutan kavramlardır. Kavramlar toplumları milletleştiren, onları biyolojik yığınlar olmaktan kurtarıp tasada, kıvançta, sevinçte bir araya getiren bağları çözerek, milleti yığınlaştırarak çözme girişimidir.


***

Psikolojik savunmada kullanılan temel ilkeler;

1. Devletin varlığı, milletin ve vatanın bütünlüğü, anayasal düzenin varlığının savunulması,
2. Millî menfaatlerin tanımlanmasına imkân vermeyecek düşman psikolojik operasyonlarının etkisiz kılınması,
3. Ülkenin izlediği millî hedeflerin belirsizleşmesi ve/veya yok edilmesinin engellenmesi,
4. Yurttaşların millî hedeflere bağlılığını ortadan kaldırmayı hedefleyen düşman psikolojik operasyonlarının yok edilmesi için çalışılmalıdır.
5. Olaylar, uzmanlara tahlil ettirilerek halkın sürekli doğru bilgilendirilmesi için çalışılmalıdır.


***

Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde alınan kararlar ile Türkiye kendi eli ile psikolojik savaş yeteneklerini ortadan kaldırmıştır. Millî Güvenlik Kurulu Toplumla İlişkiler Merkezi’nin dağıtılması çok vahim bir süreci tetiklemiştir. Psikolojik savaş sürecinin İçişleri Bakanlığı’na verilmesi ve valiler/ kaymakamlar aracılığı ile yapılmasının öngörülmesi zaten sıkıntıları olan psikolojik savaş sürecini tamamen zaafa sokmuştur. Oysa Türkiye gibi 25 yıldır düşük yoğunluklu çatışma sürecinden geçen ve sürekli psikolojik savaş saldırılarına maruz kalan bir ülkenin çok daha etkili bir psikolojik savaş anlayış ve mekanizmasına ihtiyaç vardır.

Bu yanlışı yani Türkiye’nin psikolojik savaş kapasitesinin tasfiye edilmesini ikinci yanlış olarak Kamu Diplomasisi Kurumunun kurulması izlenmiştir. Nedir Kamu Diplomasisi? Bu kavram İngilizce olan Public Diplomacy kavramının Türkçeye tercümesidir ve İngilizcede de 2000’li yıllarda kullanılmaya başlanmıştır. Kamu Diplomasisi, psikolojik savaşın yeni ve Amerikalıların halklara karşı sürdürülen bölümünün adıdır. Orduları, istihbarat servislerine ve devlet kurumlarına yönelik operasyonlar için hâlâ psikolojik savaş kavramı kullanılmaktadır.


***

İstihbaratın, karşı tarafın niyet ve kapasitelerini öngörme ve öğrenmenin ötesine geçip karşı tarafın eylemlerinin yönünü belirleme hedefine yönelmesi, yeni bir tür istihbarat çalışması gerektirir. Psikolojik savaşın bir parçası olan bu tür çalışmalara örtülü operasyon denilebilir. Örtülü operasyonlar öyle planlanır ve gerçekleştirilir ki destekleyicisi, gerektiğinde gayet ikna edici bir şekilde inkâr edebilir.


***

Örtülü operasyonlar, istihbarat altyapısı ve kapasitelerini, yabancı hükümetleri, olayları, örgütleri ve kişileri örtülü operasyonu düzenleyen ülkenin dış politik hedefleri doğrultusunda etkilemek için kullanılarak yapılan faaliyetlerdir. İngiliz istihbarat literatüründe, “özel politik eylem”, Rus istihbarat literatüründe, “etkin önlem” diye adlandırılan örtülü operasyonlar kültürel faaliyetlerden bir ülke içinde düzenlenen sabotaj ve suikastlere kadar geniş bir alana yayılırlar. Konvansiyonel olmayan savaş, gerilla savaşında olduğu gibi, örtülü veya gizli diğer doğrudan saldırı operasyonları ile dolaylı, yıkıcı eylemleri, sabotaj, uyuşturucu kaçakçılığının desteklenmesi, mafyanın desteklenmesi ve istihbarat faaliyetlerini kapsar.


***

Savaş, geniş kapsamlı, eksiksiz tanım ve uygulaması ile iki ordunun karşılaşması ve çatışma ile sınırlı değildir. Savaş, devletlerin rakip veya dost devletlere her türlü güç uygulaması sonucunda iradelerini kabul ettirme mücadelesidir. Orduların kullanılması, geniş kapsamlı savaşın sadece bir aşamasını oluşturur. Ancak geniş kapsamlı savaşın ustaca yönetilmesi, son aşamaya, silahlı çatışma aşamasına gerek bırakmayabilir. Etkili bir örtülü savaş, psikolojik-ideolojik saldırı, hedef alınan ülkeye silahlı kuvvetleri kullanmadan, sıcak savaş durumu yaratmadan yerleşmeyi, davetli gibi girmeyi sağlar.


***

Hedef alınan milletin birliğini, ahlâkını, moral gücünü, sağlığını, iç dayanışmasını, iş disiplinini, düzenli aile hayatını, öz değerlerine saygı ve bağlılığını, genç nesillerin nitelikli eğitim ve gelişimini zedeleyen; toplumu kötü alışkanlıklara, çalışmadan, üretmeden parazit yaşamaya, lüks tüketime, tembelliğe özendiren; hedonizmi, eşcinselliği, fuhuşu, kumarı, talih oyunlarını, içki kumar oyunlarını teşvik eden; devleti ve görevlilerini, millî savunma hizmetlerini, askerliği, yurttaşlık görevlerini aşağılayan psikolojik savaş faaliyetleri dolaylı ya da doğrudan psikolojik savaşın bir parçasıdır.

Örtülü operasyon teknikleri çok boyutludur. Örneğin, örgütlü seks ve fuhuş bunlardan birisidir. Türk gücünün Anadolu içinde hızla ilerlemesi karşısında çaresiz kalan Bizans’ın, Hassan Sabbah’ın katiller ve suikastçiler ordusunu ayakta tutmak için oluşturduğu sahte cennete binlerce sahte huri sağladığı bilinmektedir. Bu Hassan Sabbah çetesi Nizam-ül Mülk’ü bir suikast ile şehit etmeyi başarmıştır. Bu suikastten 30 gün sonra Büyük Selçuklu Sultanı Melik Şah da Hassan Sabbah çetesinin karıştığı ileri sürülen bir suikast ile zehirlenerek öldürülmüştür. Bu iki suikast ile 15 milyon kilometrekareye yayılan Büyük Selçuklu İmparatorluğu bir kaosa girmiş ve yıkılışa sürüklenmiştir.


***

Ülkemize karşı 19. yüzyıl başında uygulanan bir Yunan örtülü operasyonu oldukça çarpıcıdır. 1897 Türk Yunan savaşında ağır bir yenilgiye uğrayan Yunan Genel Kurmay Başkanlığı, Türk Ordusu’na karşı bir biyolojik savaş sürdürmek amacı ile Yunan istihbaratına İstanbul’da Galata ve civarında frengili Rum fahişelerin çalıştırıldığı genelevler kurdurmuştur. Bu genelevlerde çalışan fahişeler yıllarca Anadolu’dan ve özellikle Kuzey Batı Anadolu’dan İstanbul’a çalışmak üzere gelen genç erkeklere hastalık bulaştırmışlardır. Fuhuş parasının Yunanistan’a aktarıldığı çok sonra tespit edilmiş, bir Rum fahişe millî görev olarak 3000 Türk’e frengi bulaştırdığını ifade etmiştir.


***

Psikolojik operasyonları başarıya ulaştıran faktörlerden birisi de psikolojik operasyona muhatap olan kişi, kuruluş veya toplumun sağlam, iç tutarlılığı olan bir fikre, inanca sahip olmamasıdır. Bu durumda, operasyonun başarıya ulaşması daha kolay olur. Fikir ve inanç kalıpları boş olan kişi, kurum veya topluma daha kolay aşılama yapılır.


***

Türkiye’nin 1974 Barış Harekâtı sonrasında Kıbrıs’ta oluşturduğu düzen Batı ülkeleri tarafından bir Hristiyan ülkenin topraklarının bir kısmının Müslüman Türkler tarafından işgal altında tutulması olarak anlaşılmış ve sona erdirilmek için çalışılmıştır. Bu amaçla 1974 sonrasında Batı dünyasının gerçekleşen birçok girişimi Türkiye ve Denktaş siyaset bloğunun ortak karşı çıkışı ile başarısızlığa uğratılmıştır.

3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra AKP’nin iktidara gelişi ile bu blokun Türkiye ayağı kırılmıştır. AKP hükümeti, “40 yıllık sonuçsuz politikalardan” vazgeçtiğini açıklayarak, KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’ı yalnız bırakmıştır. Böylece Annan Planı örtülü operasyonunun kökleri 1990’lı yıllara geri gitmektedir. Aşağıda bu örtülü operasyon, uygulanan psikolojik harekâtlar çerçevesinde analitik bir şekilde incelenecektir.

Rumların kurduğu Kıbrıs Komünist Partisi AKEL’in Türk mensuplarının partisi olan Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin 1990’lı yıllarda KKTC’de hükümete ortak olması ve Eğitim Bakanlığını alması sonucunda Türk okullarında tarih derslerinden Rum katliam ve politikaları sistemli olarak çıkarılmaya başlanmıştır. Böylece Kıbrıslı Türk çocukların tarih hafızası silinmeye çalışılmıştır. Bu süreçte CTP/AKEL yanlısı birçok öğretmen çok olumsuz işlev üstlenmiştir. (Gençliğe yönelik geçmişi unutturucu psikolojik hareket) 

1974 sonrasında Türk-Rum görüşmelerinin devam etmesi Kıbrıs Türklerinin “geleceği belirsiz sürekli zihni göçebe” bir toplum olmasına yol açmıştır. Bir gün Rumlarla bir anlaşma yapılacak ve onlarca seneden bu yana içinde yaşamasına rağmen “koçanı” (tapusu) kendisinde olmadığı için evinden çıkarılarak başka bir yere yerleşmeye zorlanacaktır. Bu ne kadar geç olursa gelecek o kadar belirsiz olmaya devam edecektir. Bundan dolayı aslında Rumlarla birlikte yaşamaya gönüllü olmayan ve Annan Planı’nı kabullenmeyen birçok Kıbrıs Türkü Annan Planı’na “evet” demiştir. (Toplumu huzursuzluğa sevk eden/ huzursuzluğu güçlendiren psikolojik harekât)

Kıbrıs Türk toplumu esas itibarı ile özellikle de Türkiye ile karşılaştırılınca refah düzeyinin yüksek olduğu bir toplumdur. 263 bin nüfusa 217 bin aracın düştüğü bir toplumun gelir seviyesinin düşük olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Ancak Rus kara parası, Avrupa fonları ve turizm gelirleri ile beslenen Kıbrıs Rum kesiminde gelir seviyesi KKTC’nin üstündedir. “Geleceği belirsiz sürekli zihni göçebe” topluma karşı, sürekli AB’ye girince “sizde Rumlar kadar zengin olacaksınız” propagandası yapılmıştır. (Topluma daha iyi gelecek vadeden psikolojik hareket)

Türkiye’de AKP’nin iktidara gelme sürecinde Kıbrıs Rum kesimi ile şahsi menfaatleri olan bir BM temsilcisi Türk toplumunun önüne gelecek olan Anan Planı’nı Rum kesimi ile beraber hazırlamış, plan ile ilgili onaylarını almış ve plan bundan sonra açıklanmıştır. (Örtülü operasyon)

Planın açıklanması için Cumhurbaşkanı Denktaş’ın New York’ta kalp ameliyatı geçirdiği dönem seçilmiş ve Kıbrıs Türk kesimi siyasal bir şoka maruz bırakılmıştır. (Psikolojik operasyon)

Annan Planı’nın varlığının açıklanması ile birlikte Türk ve dünya basınında planın sorgusuz sualsiz bir propagandasını hedefleyen psikolojik harekât başlamıştır. Daha planın içeriği gizli iken Türk televizyonlarında planı okumamış akademisyenler planın içeriğinin ne kadar adil ve kabul edilebilir olduğunu anlatmaya başlamışlardır. (Basın-yayın psikolojik harekâtı)

Cumhurbaşkanı Denktaş’ın hastanede iken yaptığı ve Annan Planı’nın birinci versiyonunu reddeden açıklamalarından sonra ABD merkezli olarak Denktaş ile ilgili olarak “Mr. No” lâkabı ile psikolojik harekât başlamış, Denktaş herkesin arzu ettiği barışın önündeki tek engel olarak gösterilmeye başlanmıştır. (Kişiye yönelik psikolojik harekât)

Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye dönmeye razı olan Türkiye’den göçmen Türklere büyük ekonomik yardımlar yapacağı propagandası yapılmıştır. (Şaiya psikolojik operasyon)

Turuncu Devrim diye anılan ve yukarıda da kısaca değindiğimiz ilk provası KKTC’de yapılmış, başlarını öğretmen sendikalarının çektiği on binlerce öğrenci ve AB merkezli sivil toplum örgütleri sokağa dökülmüş, “Yes be anacığım” sloganı ile psikolojik harekât yeni bir aşamaya taşınmıştır. (Siyasal iktidarı ve kitleleri etkilemeye yönelik, yandaş kitleleri mobilize etmeye yönelik psikolojik harekât)


***

İnsanlık tarihinin çok büyük bir bölümünde gerçekleşen “Birinci Dalga” savaşlar toprak elde etmek için yapılmıştır. 19. yüzyıl savaşlarının ancak yüzyılın sonuna denk düşenleri ve 20. yüzyıl savaşları “İkinci Dalga” savaşlarıdır ve amaçları, ekonomik kapasiteleri kontroldür. 20. Yüzyılın sonuna ve 21. Yüzyılın başında gelmekte olan “Üçüncü Dalga” savaşta ise amaç, bilginin kontrolüne yöneliktir. Bilgi üzerinde hâkimiyet için verilen savaşa ise “enformasyon savaşı” denilmektedir.


***

Enformasyon savaşı bilgisayar ve bilgisayar ağları üzerinde gerçekleştirilen savaşlardan daha fazla şeyi ifade eder. Irak Savaşı’nı anlatan Org. Wesley K. Clark, savaş öncesi yaptıkları, yanlış bilgi yayma, düşman haberleşmesini dinleme, madya üzerinden yapılan psikolojik operasyonlar, Iraklı liderlere e-posta yollama ve doğrudan görüşmeleri, 500 civarında iliştirilmiş gazeteciyi de Irak Ordusu’nun komuta-kontrol sistemlerine müdahale gibi, enformasyon savaşı kapsamında değerlendirmiştir.

Enformasyon savaşının örneklerinden birisi de 2008 Ağustos’unda Rusya ile Gürcistan arasındaki savaş sırasında gerçekleşmiştir. Gürcü Ordusu 8 Ağustos’ta Güney Osetya’yı bombalarken, Güney Osetya’daki bütün internet siteleri de bir siber saldırı ile kapatılmıştır. Bunu Rus internet gazetelerine yönelik bir ikinci siber saldırı izlemiştir. Ruslar bu saldırıya Gürcü devlet sitelerine aynı anda 500 merkezden yaptıkları karşı saldırı ile cevap vermişlerdir. Gürcüler ilk saldırı yapan adreslere yönelik önlem alınca başka adresler üzerinden ikinci Rus saldırı dalgası başlamıştır.


***

Sivil enformasyon savaşı hedef toplumun/grubun “algı sistemini yönetmek” amacı ile yapılan enformasyon savaşıdır. Diğer ifadeyle bir toplumun/grubun nasıl düşünmesi, hissetmesi, duyumsaması, karar vermesi isteniyor ise bu sonucu ortaya çıkarmak gayesi ile insan akıl ve vicdanına karşı onun algılama sistemini ele geçirerek yönlendirmek amacı ile sürdürülen savaşa sivil enformasyon savaşı adı verilir.


***

İnsan zihninin manipülasyona muhatap olması bir çeşit fetih gibidir. Çarpıtma/manipülasyon, dış güçlerin ya da toplumda etkin ve seçkin grupların kitleleri kendi amaçları doğrultusunda biçimlendirmesinin araçlarından birisidir. Çarpıtma yöntemi ile bilgi anlamı, gerçek içeriği dışında bir başka zemine kaydırılır. Gerçekleşen bir hadise, söylenmiş bir söz vardır. Bu veri çarpıtma eylemini bilinçli olarak gerçekleştirenler tarafından gerçek içeriğinden koparılarak kendi amaçları için ve ona uygun bir anlam yüklenerek bilgi evrenine sokulur. P. Freire göre çarpıtma; bir bilgiyi, bir veriyi, anlamı, bir haberi gerçek içeriği dışında bir alana kaydırma, yeni bir içerik giydirme faaliyetidir. Çarpıtma yönteminin diğer bir boyutu; farklı sosyal programları, etkinlikleri devre dışı bırakmak için bazı kişileri ve öncüler için gerçek dışı etiketler üretmek, övücü mitler geliştirmek, insanların uyanmasını ve gerçekleri fark etmesini önlemektir.

***

Algı yönetiminin önemli unsurlarından birisi olan yalan bilgi ve haber üretme çift yönlü işletilen bir süreçtir. Birinci yönü: yanlış bilgi vermek, mevcut durumu abartmak ya da tam tersine küçültmek, yokmuş gibi göstermektir. Bu yönlendirme biçimi yanlı bir gerçekliğe ihtiyaç duyar. Yanlış bilgiyle yönlendirmenin ve yönetmenin sürdürme imkânını veren kavram çoğu kez tarafsızlıktır. Kendi amaçlarını gerçekleştirmeye dönük olarak zihinleri yönetmek için tarafsız olduğunu, siyaset üstü durduğunu/ siyasete karışmadığını telkin etmesi ve inandırması gerekir. İkinci yüzü: Hiçbir gerçekliği yani hiçbir varlığı olmayan haber/bilgi üretmedir ki bunu adı yalan haberdir. Günümüzde yalan haber, zaman-mekânı kenetleyen iletişim ağlarıyla servis edilmekte ve “iktidar alanı” genişletilmektedir.


***

Stratejik enformasyon savaşının özellikleri R. C. Molander ve Andrew S. Riddle tarafından yedi ana başlık altında ele alınmıştır. a) Stratejik enformasyon savaşının temel araçları olan bilgi teknolojilerinin maliyeti düşüktür. b) Stratejik enformasyon savaşında geleneksel sınırlar geçerli değildir. c) Stratejik enformasyon savaşında devlet dışı unsurların da savaş alanında yeri ve işlevi vardır. d) Stratejik enformasyon savaşı yeni stratejik istihbarat modellerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. e) Stratejik enformasyon savaşında taktik düzeydeki ikazların/hücumların anlaşılması çok zordur. Saldırının arkasında kimin olduğunu bilmek imkânsızdır. f) Stratejik enformasyon savaşında tarafların birbirlerinden bilgi gizlemesinden dolayı ittifak oluşturmak zordur.


***

İnsanların Algılarını yönetmek tarih boyunca yönetici elitlerin, din adamlarının, komutanların genel amacı olmuştur. Çünkü algıları yönetenler insanları istedikleri gibi daha kolay ve zahmetsiz yöneteceklerini bilirler. Algıları yönetenler “dostlarını” algılarını yöneterek daha kolay yöneteceklerini bildikleri gibi düşmanlarını da daha kolay yeneceklerini bilmişlerdir. Yani algı yönetimi dostları yönetmek düşmanı ise yenmek için gerekli, hatta vazgeçilmezdir. Algı yönetimini gerçekleştirebilmek için ise geliştirilen teknikler, anlayışlar, yöntemler tarih içinde gittikçe gelişmiştir. Yöneticiler algı yönetimi tekniklerini mükemmelleştirmek için çalışmışlardır ve çalışmaktadırlar. Propaganda, reklam, psikolojik savaş, örtülü operasyon ve nihayet en gelişmiş şekli ile enformasyon savaşı algı yönetiminde katedilen mesafeyi göstermektedir. Ancak algı yönetimi hiçbir zaman mükemmel olmayacaktır, çünkü rakibi “insan beyni”dir. İnsan beyni vücudun en sert ve en güçlü organıdır, sürekli gelişmektedir.


.

14 Aralık 2016 Çarşamba

BAŞKANLIK SÜRECİNİ ULUSAL GÜVENLİK




BAŞKANLIK SÜRECİNİ ULUSAL GÜVENLİK VE ULUSLARARASI İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİ BAKIMINDAN DEĞERLENDİRMEK


Onur Dikmeci 
12 Aralık 2016 Pazartesi

    Türkiye'de ki Başkanlık süreci ve tartışmaları genel olarak hukuk ve siyaset bilimi literatürleri çerçevesinde ele alınıp irdelenmektedir. Fakat bu sürecin gözden kaçan bir boyutuda istihbarat örgütleriyle alakalı olan hususudur. Bugün dahi her ülke için öncelikli tehdit içsel sorunlar yani bölünebilme ihtimalini içeren ülkelerin güvenlik konseptlerini zedeleyici gelişmelerdir. İsrail'in ultra ortodoks ve İsrailli arap, Abd'nin Teksas, Fransa'nın sınırları içerisindeki müslüman topluluklar gibi ülkeden ülkeye farklılık gösteren her ülkenin saptamasına göre değişen faktörler o ülkeler için birer tehdittir ve bu durum rakip ülkelerce kullanılmak istenmektedir. Türkiye'nin ise büyük zaafları arasında etnisite ve mezhep ile alakalı sorunlar yer alırken buna son yıllarda eklenen kuvvetli siyasi hizipleşme veyahut siyasi bölünmedir. 1980 evveli sağcılar ve solcular olarak adlandırılan ekseriyeti temiz niyetli, birbirleriyle komşu, akraba, arkadaş olan insanlar yabancı istihbarat servislerininde yoğun örtülü operasyonları neticesinde nasıl birbirlerini düşman olarak bellemiş ve bu yönde bir tutum geliştirmişlerse bugünün siyasi hizipleşmeside gizli servislerce ustaca kullanılabilir. Bu duruma Türkiye'nin tarihi geçmişi ve sosyal dokusu oldukça müsaittir.
Başkanlık sisteminden ziyade Cumhurbaşkanını seven ve sevmeyen hatta nefret eden bir kitle oluşturulmuştur. Bu grupların oranlarını kabaca Cumhurbaşkanını seven yüzde 60, Cumhurbaşkanından nefret eden yüzde 40 olarak belirlediğimizi varsayarsak bunların içinde Başkanlık için herşeyi göze alacak olan gruplarla, başkanlık karşıtı ve bu yönde bir sisteme geçilmemesi için herşeyi göze alabilecek grupların olacağı şüphesizdir.

Türküye yakın siyasi tarihinde iki büyük kitlesel hareket görmüştür bunlardan biri Gezi Eylemleri, diğeri ise 15 Temmuz darbe girişimine karşı sokaklara dökülen sivil insanların oluşturduğu vakalardır. 2013 Gezi olayları Taksim merkezli başlamasına rağmen yurt çapına yayılmış, günlerce sürmüş, günlük eylemlerin başlama saatleri ve içerikleri bile senkronize olurcasına tutarlılık göstermiş hükümetin istifasını isteyebilecek kadar mahiyeti farklı noktalara gelebilmiş ve adeta kurgulanırcasına profesyonel bir sivil itaatsizlik eylemi halini almıştır. Diğer büyük kitlesel hareket ise 15 Temmuz günü sokaklara çıkan kışlaların etrafını tanker ve kamyonlarla çevirmek gibi özel harp tekniklerini öğrenen ve uygulayan, cesaretli hatta herşeyi göze almış insanların oluşturduğu fiiliyattır. Bu gruplardan ilki muhtemelen başkanlık sürecine karşıyken, ikincisi ekseriyetle yeni sistemin destekçisi olacaklardır.

Dünya istihbaratının önemli bir kaidesi vardır bu da yerele nüfuz edenin yereli kontrol edebileceğidir. Örneğin; Cıa dev bütçeli ve sistematik bir yapıdır ancak kültür istihbaratı yönü zayıftır Irak operasyonlarında bile İngiliz özel istihbarat şirketlerinden destek almıştır. Alman istihbaratı Avrupa'da oldukça etkindir ancak Afganistan'da örneğin güvenlik maksatlı yerli kadınların erkek askerlerce elle aranmaları gibi acemiliklere imza attıklarından bölgede tutunamamışlardır. Oysa bir bölgenin kültürünü ve insanını yakinen bilen bir sistem o bölgeye daha kolay nüfuz edebilir ve bu yapı en ideal olarak İngiliz İstihbaratında bulunmaktadır. Türkiye'nin siyasi geçmişi ve mevcut durumu Türkiye'yi çok iyi tanıyan örneğin İngiliz İstihbarat Servisi tarafından suistimal edilebilir mi? Sorusuna yüzde bir ihtimalle dahi evet yanıtını verirsek bu, çok yüksek bir orandır ve mutlaka tedbir alınmasını gerektirir. Son günlerde Pentagon danışmanlarından ve daha Mart ayında darbe olacağını yazan ünlü Neo Con Micheal Rubin, yeni bir yazı kaleme alarak Türkiye'nin bölündüğünü belirtmiştir. Bunu Pentagon fikri olarak ele alırsak bu durum nasıl tatbik edilebilir? Unutulmasın ki sokak tecrübesi kazanmış iki grup Geziciler ve 15 Temmuz darbesine karşı koymak için yollara çıkanlar Başkanlık sürecinde karşı karşıya getirilmek istenecek her iki grubun içinden provokatörler itinayla öne sürülebilecekler dir. Pekiyi bu durumda Türkiye hangi sorunları yaşayabilir?

1) Yeniden asker seçeneği devreye girebilir ve sıkıyönetim ilanıyla ikinci bir kalkışma ihtimali doğabilir.
2) Ekonomik bir bozulma ile erken seçim ihtimali zorlanabilir seçim süreci ise çeşitli istikrarsızlıklara yol açabilir.
3) İktidar partisini eleştiren açıklamalarla İktidar partisinden toplu istifalar yaşanabilir. İstifa edenler, Türkiye'de İngiliz istihbaratıyla son derece içli dışlı bazı politik figürlerin etrafında toplanmak suretiyle yeni bir siyasi dalgalanma yaşanabilir.
4) Anarşinin boyutuna göre, Türkiye'ye yabancı askeri müdahale doğabilir.
5) Anarşi bugün teknolojik çalışmalarlada gerçekleştirildiği öne sürülen örneğin deprem gibi doğal felaketler ile birleştirilmek suretiyle siyasi ve askeri emir komuta zaafa uğratılabilir, ortadan kaldırılabilir.

Hangi ihtimal geçerli olursa olsun Türkiye için istenmeyen sonuçlar doğacaktır. Bu sebeple bu süreçte Türk İstihbarat örgütleri oldukça etkin olmalı, Mgk gerektiğinde daha sık toplanmalı, özellikle sosyal medya Türk istihbarat birimleri tarafından iyi tahlil edilmeli ve Türkiye'de gerçekleştirilmesi düşünülen örtülü operasyonlara aynı karşılıkla yabancı ülkelerde cevap verilmelidir. Önümüzdeki dönem Türkiye'de çok şiddetli bir istihbarat savaşının yaşanacağı açıktır ve buna ne kadar önceden ve ne derece ciddi bir hazırlık yapılacağı  Türkiye'nin istikbali bakımından mühimdir.

http://dikmecionur.blogspot.com.tr/2016/12/baskanlik-surecini-ulusal-guvenlik-ve.html

...

GÜNDEMİ BELİRLEYEN TARTIŞMA: BAŞKANLIK SİSTEMİ



GÜNDEMİ BELİRLEYEN TARTIŞMA: BAŞKANLIK SİSTEMİ





GÜNDEMİ BELİRLEYEN TARTIŞMA: Başkanlık Sistemi





    Ülkemizin değişmeyen ve belirleyici etkileri olan gündem maddelerinden önde gelenlerinden biri hükümet sistemi ve demokrasi tartışmalarıdır. 

   Bu tartışmalar özellikle 12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra gündemden hiç düşmemiştir. Demokrasimizin gelişememesi, siyasi sorunların çözülememesi, istikrarsızlıkların ana nedeni olarak 1982 Anayasası ve mevcut hükümet sistemi gösterilmiştir. Türkiye’de uzun yıllardır devam edegelen hükümet sistemi tartışmaları, çoğu zaman teorik analizleri tekrar etmekten öteye geçememiştir. Siyaset uzmanlarının değerlendirmelerinde bu tartışmalar, genellikle kısır kavramsal tartışmalar şeklinde olduğu ifade edilmiştir. Konu üzerinde çalışan uzmanlar “ İdeal bir Anayasal ” çerçevenin varlığının, hiçbir sistem içerisinde anayasal organlar arasında ideal ve barışçıl bir ilişkiyi garanti etmediği görüşünü savunuyorlar. Zira çerçevesi anayasalarla belirlenen devlet başkanı, parlamento ve hükümet arası ilişkilere etki eden pek çok faktörün bulunduğunu belirtiyorlar. “Tarihi ve siyasi miras, parti ve seçim sistemi, parlamento çoğunluğunun yapısı ve hatta bazen siyasi aktörlerin kişilik özellikleri, aynı hükümet sistemini uygulayan ülkelerde çok farklı neticeler doğurduğunu” dünyadaki uygulama örnekleriyle değerlendiriyorlar. Ülkemizde süregelen hükümet sistemi tartışmalarında özellikle 2003 yılından beri giderek artan bir şekilde üstüne durulan sistem Başkanlık Sistemi’dir. Bu tartışmalar son aylarda iktidar ve muhalefetin karşılıklı olarak yaptıkları açıklamalarla yeni bir boyut kazanarak Başkanlık sisteminin referanduma getirileceğinin ifade edilmesiyle siyasi gündemin acil ve önemli bir maddesi haline geldi. Başbakan Binali Yıldırım ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin karşılıklı Başkanlık Sistemi yorumları, Başkanlık konusunu yeniden Türkiye’nin birinci gündem maddesi durumuna getirdi. İlk önce MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Başkanlık Sistemi” konusunun Meclis’e gelmesi gerektiğini söylemesi; Başbakan Binali Yıldırım’ın da Başkanlık Sistemi’nin Meclis’e getirileceğini belirtmesi üzerine kamuoyunun dikkatleri TBMM üzerinde yoğunlaştı. Ülkemizde ağırlıklı bir şekilde 2003 yılından beri tartışılan Başkanlık Sistemi’nin ne olduğu, bu sistemde nelerin değişeceği, siyasi sistemdeki sorunları çözüp çözemeyeceği, demokrasiyi nasıl etkileyeceği, yararları (avantajları) ve sakıncaları (dezavantajları), gibi sorular vatandaşlar arasında yoğunluk kazanır ve cevaplar aranırken, Başkanlık, Yarı Başkanlık ve Parlamenter Sistem karşılaştırmaları yapılmaya başlandı. Başkanlık Sistemi’nin Kavramsal Çerçevesi Başkanlık sistemi, “hem yürütme organının başı hem de devlet başkanı olan başkanın, sabit bir süre için halk tarafından seçildiği ve yasama organının başkanı düşüremediği, başkanın da yasama organını feshedemediği bir sistem olarak tanımlanmaktadır.” Bu tanım detaylandırıldığında Başkanlık Sistemi’nin, Yasama, Yargı ve Yürütme organlarının birbirinden keskin hatlarla ayrıldığı bir yönetim biçimi olduğu belirtilir. Başkanlık Sistemi’nde Yürütme Yetkisi halkın doğrudan seçtiği Başkan’dadır. Buna karşılık Parlamenter sistemlerde Yürütme Yetkisi Bakanlar Kurulu’ndadır. Başkanlık Sistemi’nde yürütme organı olarak halk Başkanı seçer. Yasama organını (Parlamento/ Meclis) da halk seçmektedir. Ancak Başkanlık Sistemi’nde halk bir başbakan seçmez. Bakanlar, Başkan tarafından halkın verdiği yetkiye dayanarak seçilir. Başkan, meclis tarafından çıkarılan kanunu veto edebilir, Parlamento da gerekli yeterli çoğunluk ile Başkan’ın kararını veto edebilir. Başkanlık Sisteminin Genel Kabul Görmüş Özellikleri 

• Yürütme gücünün tek sahibi olan Başkan halk tarafından seçilmektedir. 

• Yasama ve yürütme organlarının görev süreleri sabittir. 

• Yasama ve yürütme organları birbirinin varlığına son verebilecek hukuki araçlara sahip değildirler. Yürütme organı, yasama organını feshedemez ve yasama organı yürütme organını düşüremez. Anayasa hukukçularına göre başkanlık sistemini parlamenter sistemden ayıran temel özellik Yürütme ve Yasama organlarının göreve geliş ve görevde kalma şeklidir. Parlamenter sistemde halk sadece parlamentoyu seçer; hükümet Meclis içinden çıkar ve Meclis’e karşı sorumludur. Parlamenter sistemlerin çoğundabu bağımlılık karşılıklıdır, yürütmenin de parlamentoyu feshetme ve erken seçime gitme imkânı vardır. Başkanlık sisteminde ise parlamento ve başkan bağımsız bir şekilde seçilir ve görevde kalmak için ötekinin kabulüne ihtiyaç duymaz. Başkan yürütmenin tek sahibi olup, kabine tamamen kendisine bağlıdır ve ayrıca yasama sürecine ilişkin önemli role sahiptir. Başkanlık sistemindeki başkanların kabineye hâkimiyeti ve yasama sürecine ilişkin rolü, onları, başkanları halk tarafından seçilen parlamenter rejimlerden ayıran önemli bir kriterdir.Diğer bir deyişle, tek başına başkanın halk tarafından seçilmesi sistemin “ Başkanlık ” olarak nitelendirilmesini mümkün kılmaz. Başkanlık sisteminde öne çıkan iki özellik dikkat çekmektedir. Bu özelliklerden birincisi başkanın “güçlü demokratik meşruiyet” iddiası, ikincisi ise görev süresinin “sabit” olmasıdır. Bazı anayasa hukukçuları, Başkanların güçlü meşruiyetlerinin yasama organının meşruiyetiyle denklik sağladığını belirterek, ikisinin karşı karşıya gelmesi durumunda sistemin çıkmaza girme ihtimaline dikkat çekmektedir. Bu ihtimalin özellikle “ABD’den farklı olarak parti disiplini olan ülkelerde yüksek olduğu” belirtilmektedir. Aynı şekilde başkanın görev süresinin sabit olmasının “siyasi sürecin esnekliğini” yok ettiğini ve koşulların gerektireceği değişikliğe imkân vermediğine de dikkat çekilmektedir. Başkanlık sisteminin farklı bir yönü (özelliği) de devlet bürokrasisi üzerindeki kontrolün yasama ve yürütme arasında paylaşılmış olmasıdır. Uzmanlara göre bu durum Başkanın kendi atadığı bürokrasi üzerindeki kontrolünü zayıflatmakta, dolayısıyla modern devletin karmaşık işlerini yürütebilmesine sekte vurmaktadır. 

  Başkanlık sisteminin ayırt edici önemli bir özelliği, yasamanın yürütmenin görevine son verememesidir. Bu özelliğe göre yürütme organı varlığı için yasamanın desteğine muhtaç değilse bu sistem başkanlık sistemidir. Yasama hükümetin görevine son verebiliyorsa ya parlamenter ya da yarı-başkanlık sistemi söz konusu olur. Hükümeti görevden alabilen tek organ yasama ise, parlamenter sistemden söz edilir. Şayet hem parlamento hem başkan (herhangi bir usulle) hükümeti görevden alma yetkisine sahipse yarı-başkanlık sistemi söz konusudur. Anayasa hukukçularının değerlendirmelerine göre Başkanlık sisteminin ideal tipi ya da orijinal örneği, ABD hükümet sistemidir. Bu nedenle başkanlık sistemine özgü temel kurumlar da bu ülkede oluşmuş ve başka ülkelerde bunlar üzerinde birtakım değişiklikler yapılmıştır. Başkanın halk tarafından seçilmesi ve görevde kalmak için parlamento desteğine muhtaç olmamasın sistemin ortak özellikleri olarak diğer ülkelerde de geçerli ilkelerdir. Başkanlık Sisteminin Yararları ve Sakıncaları Parlamenter sistem, daha çok refah düzeyi yüksek ve siyasi istikrara sahip OECD ülkeleri arasında yaygınken, başkanlık ve yarı-başkanlık sistemi, görece yeni, siyasi ve anayasal istikrarı daha düşük demokrasilerde yaygınlık kazanmıştır. Başkanlık sisteminin yarar (avantaj) ve sakıncaları (dezavantajları) konusunda bu sistemde yürütmenin “katı görev süresi” iki tarafın da odaklandığı nokta olmuştur. Başkanlık sistemini savunanlar için bu katılık “hükümet istikrarı”nı, dolayısıyla siyasi istikrarı sağlayan bir güvencedir. Karşıt görüştekiler içinse parlamento-başkan uyumsuzluğu veya başkanın başarısız olması halinde sistemin kendini onarma imkânının bulunmaması anlamına gelmektedir ki bu durum siyasi krize ve demokrasinin çökmesine yol açabilir. Bu görüşe katılmayan bazı uzmanlar başkanlık sisteminin ileri sürülen zaaflarının ve başkanlık demokrasilerinin çökme nedenlerinin sistemden değil, ülkelerin sahip olduğu özelliklerden kaynaklandığını savunmaktadırlar. Başkanlık Sisteminin Yararları 

   • İstikrarlı yönetim: Başkanlık sisteminde yürütme organına verilen sabit görev süresi, istikrarlı hükümetlerin oluşumuna hizmet eder Hükümet krizleri yaşanmaz. Parlamenter sistemlere özgü olan ileriyi görememe ve belirsizlik sorunu yoktur. Hükümet istikrarı toplumsal istikrara, dolayısıyla demokrasinin sağlamlaşmasına katkıda bulunur. 

   • Güçlü yönetim: Parlamenter sistemde parlamentoya karşı sorumlu olan başbakanlara göre, başkan, karar alırken daha fazla inisiyatif kullanabilir. Hızlı karar alabilir ve etkin bir yönetim sağlayabilir. Güçlü yürütme güçlü devleti doğurabilir. Oysa parlamenter rejimlerde hükümet, bir taraftan yetkilerini cumhurbaşkanıyla paylaşıp diğer taraftan parlamentonun baskısı altında kaldığından, yürütmenin gücü azalmakta ve yönetimde zafiyet meydana gelmektedir. 

   • Daha fazla demokrasi: Başkanlık sisteminin daha fazla demokrasi sağlayacağı görüşü vardır. Başkanlık sisteminde öncelikle seçmenler muhtemel hükümet seçeneklerini baştan görerek oy verir. Halkın hesap sorma imkânı daha fazladır. Sorumlunun teşhisi daha kolay hale gelmekte, halkın yeni seçimde bu teşhis ışığında isabetli karar verme şansı artmakta ve seçmenler için daha fazla seçme imkânı sağlamaktadır. Yasama organı için bir partinin adaylarını desteklerken yürütme organının seçiminde başka bir partinin adayını destekleme fırsatına sahip olurlar. Parlamento üyeleri, hükümetin devamı kaygısı taşımadan kanunlar üzerinde bağımsız karar da verebilirler. Aynı şekilde yürütme organı yasama organını feshetme yetkisine sahip olmadığından milletvekilleri daha özgür ve vicdani hareket etme imkânına kavuşurlar. Güçler ayrılığı ve sınırlı iktidar, bireysel özgürlüklerin de garantisi olmaktadır. Yürütme organının doğrudan halk tarafından seçilmesi daha fazla demokrasi demektir. Siyasi güç ve yetkiye sahip yürütmenin halk tarafından doğrudan seçilmesi, ona büyük bir güven, saygınlık ve meşruiyet sağlar. Başkanlık Sisteminin Sakıncaları 

   • Katılık: Başkanlık sistemlerinde yasama ve yürütme organları birbirlerinin görev sürelerini etkileyebilecek yetkilere sahip değildir. Yasama organı, Başkanın varlığını sona erdiremediğinden yürütme gücünün süresi sabittir. Bu durumda bir başkan ne kadar yeteneksiz olursa olsun görev süresini doldurmadan görevinden alınamayacaktır. Halk desteği veya meşruiyeti tartışmalı hale gelse de başkan, sabit süresi dolmadan değiştirilemeyecektir. Buna karşılık çok başarılı bir başkan, yeniden seçilme yasağı olan ülkelerde tekrar seçilememektedir. 

   • Çift meşruiyet: Başkanlık sistemlerinde yasama ile yürütme iki rakip gibi meşruiyet iddiasında bulunabilmektedir. Bu, her iki organın halk tarafından seçilmesinin doğal sonucudur. Özellikle parti sayısının çok olduğu veya ideolojik ayrımların derin olduğu başkanlık sistemlerinde bu iki gücün izlenecek politikalar üzerinde çatışma içine girmesi ihtimali güçlenmektedir. Bu çatışma, sistemin kilitlenmesine ve tıkanmasına yol açabilir. Her iki organın birbirinden bağımsız olması ve birbirinin yaşayabilirliği üzerinde herhangi bir yetkiye sahip olmaması uzlaşmayı çok zorlaştırabilir. Bu tür ihtimallerde ikisi de halk tarafından seçilen organlar demokratik meşruiyet iddiasında bulunabilirler. Bu tür durumlarda ordunun arabulucu güç olarak müdahale etmesi, 20. yüzyıl Latin Amerika’sında sıkça tecrübe edilmiştir. 

   • Sıfır toplamlı oyun: Yürütme gücü üzerinde yaşanan başkanlık yarışı, kazanan adaya yürütme gücünün tamamını sunarken, kaybeden adayın yönetim sürecindeki etkinliğini sıfırlar. Ya hep ya hiç oyunu söz konusudur. Kazanan aday bir sonraki seçime kadar yürütme gücünü tek başına kontrol edecektir. Kaybeden aday için parlamenter sistemlerde olduğu gibi garanti edilmiş muhalefet sıraları mevcut olmayacaktır. 

   • Siyaset yarışının dışarıdan katılanlara açık olması: Güçlü parti yapısının mevcut olmadığı başkanlık sistemlerinde başkanlık seçimlerinin kişiselleşmiş karakteri, dışarıdan gelenlerin iktidar yarışını kazanmaları ihtimalini doğurmaktadır. Bu yüzden başkanlık sistemlerinde adayların arkasında bir parti örgütünün bulunması gerekmez. Popüler herhangi bir aday, diğer politikacıların desteğine ihtiyaç duymadan, kendi kendini aday gösterip sahneye aniden çıkabilir. Ancak bu durum genellikle Latin Amerika’ya özgü bir olgu olarak görülmektedir. Halkın herhangi bir vesileyle tanıdığı, sempati duyduğu ve beğendiği kişiler siyasi tecrübeleri olmasa da başkanlık yarışında iktidarı ele geçirme şansı bulabilmektedir. 

   • Başkanlık sistemlerinin siyasi üslubu: Başkanlık yarışının çoğunlukçu (plebisitçi) doğası ve siyaset sürecinin toplam-sıfır kuralına göre işlemesi kutuplaşmaya yol açmaktadır. Kazananın her şeyi aldığı, kaybedenin her şeyi kaybettiği bir sıfır toplamlı oyunda uzlaşmaya değil kutuplaşmaya teşvik eden faktörler ön plana çıkmaktadır. Gelecek başkanlık seçimine kadar iktidarını koruyacağından emin olan başkan, gerek muhalefetin gerekse seçmen kitlesinin taleplerine karşı duyarsız hale gelebilir. 

  Otoritesinin temelinde plebisitçi unsurlar bulunan başkan, tüm halkın temsilcisi olduğu inancına kapılabilir. Kendi politikalarını halk iradesinin yansıması olarak görürken, muhaliflerin politikalarını dar çıkarların bencil planları olarak tanımlayabilir. Türkiye’de Başkanlık Sistemi Tartışmaları Siyasi rejim tartışmalarının Türkiye’nin gündeminde yer bulması 1960’lara kadar gitse de, hükümet sistemleri konusundaki tartışmalar ilk kez 1982 Anayasası’nın hazırlanması döneminde zayıf biçimde de olsa gündeme gelmiştir. 1987’den itibaren Başbakan Turgut Özal’ın açık bir biçimde gündeme getirdiği başkanlık sistemi tartışmalarını, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de kendi döneminde sürdürmüştür. AK Parti iktidarının ikinci döneminde başkanlık sistemine geçiş konusu daha üst bir seviyeye taşınmış, siyasi çevrelerde ve kamuoyunda bu sistem hakkında lehte ve aleyhte yoğun bir tartışma yaşanmaktadır. Başkanlık Sistemi Lehindeki Görüşler Başkanlık sistemini savunan Anayasa Hukukçularına ve siyaset bilimcilerine göre, parlamenter rejimlerin olağan dönemlerinde var olmayan kuvvetler ayrılığı gerçek anlamda başkanlık sisteminde bulunmaktadır. Bu sistem hem parlamentoya hem yürütmeye güç ve itibar kazandırır. Başkan halktan aldığı sabit süreli yönetim döneminde düşürülme korkusu olmadan çalışır. Yasamayı kendi denetimine alıp tüm devlet iktidarını elinde toplayamaz. Başkanı diktatör gibi tasavvur edenler, olağan parlamentarizmde başbakanın bir başkandan daha güçlü olduğunu gözden kaçırmaktadırlar. Başbakanın güçlü konumundan dolayı literatürde parlamentarizmi başbakanlık hükümeti olarak adlandıranlar çoktur. Türkiye’de mevcut durumda yürütmenin yasamayı da kontrol etmesini kuvvetler ayrılığına aykırı bulanlar, aynı zamanda kuvvetler ayrılığını öngören başkanlığa da karşı çıkmaktadırlar.

   Bunun nedeni Türkiye’de cari sistemde demokratik çoğunluklara karşı “ideolojik devlet iktidarını” temsil eden bir cumhurbaşkanlığının ve diğer vesayet kurumlarının sürdürülmek istenmesidir. Başkanlık sisteminde halkın seçtiği ve yürütme yetkisine tümüyle sahip bir başkanın yanında ayrı başı çekecek unsurlara zemin oluşturacak bir yetki belirsizliği olmayacaktır. Bürokratik kurumlar doğrudan demokratik meşruluğa sahip bir başkan karşısında kendi sınırlarını aşamayacaklardır. Seçim sisteminde, partilerin yapısında ve idari sistemde gerekli değişiklikler yapılmak kaydıyla başkanlık sistemi Türkiye’yi daha demokratik kılabilir. Başkanlık sisteminden duyulan korku diktatörlükten değil, halktandır. Konuyu değerlendiren uzmanlara göre, parlamenter rejim Türkiye’de yönetim istikrarsızlıklarına ve krizlere yol açmıştır. Ekonomik, sosyal ve siyasal olarak bu krizlerin bedeli çok ağır olmuştur. 21. yüzyıl hızlı ve etkin kararlar alabilen güçlü bir yönetimi gerektirmektedir. Türkiye’nin siyasi geleneği aslında başkanlık sistemine yabancı değildir. Başkanlık sistemi, toplumsal parçalanmışlığı giderecek, devlet millet kaynaşmasını sağlayacak bir kurum olarak değerlendirilmektedir. 

Atatürk, İnönü, Menderes ve Özal dönemlerinde başkanlık benzeri yönetimler hâkim olmuştur. 

Bu dönemler diktatörlük tehlikesine yol açmamıştır. Yine aynı uzmanlara göre Latin Amerika ülkeleri Türkiye için örnek olarak verilemez; çünkü bunlar hem tarihsel-toplumsal olarak farklılık taşır hem de uzun bir sömürge geçmişleri vardır. Türkiye hâlihazırda yarı-başkanlığa yakın bir yerde durmaktadır. Bununla birlikte bir sistem değişikliğine gidilecekse reformlar tamamlanmalıdır. Vesayet anlayışı sona erdirilmeli, demokrasi işler hale getirilmeli, seçim sistemi değiştirilmeli, bürokrasinin ve ülkenin yapısal sorunları çözülmelidir ki sistem değişikliğinden sonuç alınabilsin. Başkanlık Sistemi Aleyhindeki Görüşler Başkanlık sistemine karşı olan uzmanlara göre başkanlık sisteminde özellikle yasama organı ile yürütme organı arasında çıkabilecek ihtilaflarla sistemin tıkanması riski yüksektir. Uzlaşma kültürünün gelişmiş olduğu ABD’de bile bu anlamda sorunlar yaşanırken Türkiye’de bu sistemin başarılı olması mümkün görünmemektedir. Hükümet sisteminde değişiklik yapılması demokrasiyi çöküntüye uğratacak krizlerden kaçınmayı garanti etmez. Bütün hükümet sistemlerinde kilitlenmeye yol açan asıl faktör, seçim sistemlerinin parti sisteminde aşırı parçalanma yaratmasıdır. Bu yüzden sağlam bir demokrasinin yolu hükümet sistemiyle değil, iki parti veya ılımlı çok parti yaratacak parti sistemiyle açılır. 

Dolayısıyla yapılması gereken, seçim kanunlarında parti sistemindeki parçalanmayı önleyecek ve partileri merkeze yaklaştıracak değişiklikler yapmak ve parlamenter sisteme işlerlik kazandıracak mekanizmalar geliştirmektir. 

Bu mekanizmalar parlamentarizmin rasyonelleştirilmesi, yapıcı güvensizlik oyu ve alternatif başkanlık sistemidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Mevcut Sistem Sorunlar Barındırıyor” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan mevcut sistemin sorunlar barındırdığını, “Türkiye’ye özgü Başkanlık Sistemi” ile sorunların çözüleceği ve Başkanlık sisteminin Türkiye’ye sıçrama kazandıracağı görüşünü kamuoyu ile paylaşmaktadır. Başkanlık sistemi olmazsa, yarı başkanlık sistemi ve partili başkanlık sistemlerinin de mevcut tıkanıklığın aşılmasını sağlayacağını ifade etmektedir.Kamuoyuna yansıyan tartışmalarda muhalefet partileri tarafından reddedilen başkanlık sistemi konusunda, AK Parti kulislerinde en çok ABD’dekine benzer bir sistem konuşuluyor. Ancak, Meclis’i feshetme yetkisi ve kararname çıkarma yetkileri muhalefet partilerinin temel itiraz noktasını teşkil ediyor. Yarı başkanlık sistemi seçeneğinde ise Fransa’daki başkanlık sisteminin bir benzeri konuşuluyor. Anayasa görüşmeleri sırasında bu sistemin ayrıntılarının da görüşülebileceği ileri sürülüyor. AK Parti’de çeşitli Senaryolar Üzerinde Çalışılıyor AK Parti’de, partili cumhurbaşkanlığı sistemiyle cumhurbaşkanı ve başbakanın aynı partiden olmasına rağmen yetkilerin cumhurbaşkanında toplanacak olması nedeniyle taraflar arasında bir yetki çatışmasının yaşanmayacağı değerlendiriliyor. AK Parti’de anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi ile ilgili yapılan çalışmalarda Anayasa değişikliği sonrası 2019’a kadarki ‘geçiş dönemi’nde yürütme erkinin işleyişine ilişkin çeşitli senaryolar üzerinde durulduğu belirtiliyor. Bu kapsamda AK Parti’nin, Anayasa değişikliği konusunda MHP’ye üç farklı teklif sunduğu sızan haberlerden anlaşılıyor. Sunulan tekliflerden biri “Geniş kapsamlı” olarak ifade ediliyor. Bu teklif yeni bir Anayasa yaklaşımını ortaya koyuyor. “Orta paket” olarak ifade edilen ikinci teklif ise yürütmenin görev, yetki ve sorumluluklarının çerçevesini belirliyor. İki madde halinde kısa bir düzenleme şeklinde sunulan üçüncü teklifte, Cumhurbaşkanı’nın partisi ile bağının kurulması öngörülüyor. AK Parti ve MHP arasında sürdürülen görüşmelerde 10 veya 12 madde içerdiği belirtilen “orta paketin” ön plana çıktığı ifade ediliyor. AK Parti ile MHP’nin üzerinde yoğunlaştığı bu pakette, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu’nun birlikte devam edeceği ve 2019 yılına kadar yaklaşık üç yıllık bir “geçiş süreci” düşünülüyor. Cumhurbaşkanı’nın temel hak ve özgürlükler dışında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarma yetkisinin olması yönündeki yaklaşım üzerinde durulduğu bu formülde hükümetin hazırlayacağı yasa tasarılarının TBMM’ye gönderilmesini içeren mevcut sistemi devam edebileceğinin de tartışıldığı sızan bilgiler arasında yer alıyor. AK Parti’nin başkanlık içeren Anayasa değişikliği ile ilgili hazırladığı taslak metinin MHP’ye sunmasının ardından iki partinin görevlendirdiği milletvekilleri bir araya gelerek yaptıkları değerlendirmelerden sonra bazı maddelerde revizeler yaptılar. AK Parti’nin sunduğu teklife ilişkin MHP’nin ilettiği görüş ve önerileri kapsamında Cumhurbaşkanı’nın yeni sistemde siyasi ve cezai sorumluluk alanlarının tanımlanması ve bu konudaki mekanizmaların işletilmesi noktasında gerekli çoğunluklarla ilgili hassasiyetlere yer verildi. AK Parti’nin; MHP’nin bazı önerilerini yerinde bulduğu ancak bazı önerilerine ise sıcak bakmadığı ifade edildi. Başbakan Yıldırım ve MHP Genel Başkanı Bahçeli’den Ortak Açıklama: “AKP ve MHP Anlaştı” AK Parti ve MHP heyetleri arasında yapılan görüşmelerde varılan sonuçların değerlendirilmesinden sonra Başbakan Binali Yıldırım ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Çankaya Köşkü’nde yeni anayasayı görüşmek üzere bir araya geldi. Anayasa değişikliği müzakereleri konusunda yaklaşık 1,5 saat süren Yıldırım-Bahçeli görüşmesinde iki parti arasındaki son pürüzler değerlendirildi. Başbakan Binali Yıldırım ile MHP Genel Başkanı Bahçeli görüşmeden sonra varılan sonuçları düzenledikleri ortak basın toplantısında kamuoyuna duyurdular. MHP lideri Devlet Bahçeli, “Bugünkü görüşmemiz son değerlendirmeler ışığında olumlu geçmiştir. İnşallah çok kısa bir süre içerisinde TBMM’ye bir metin sunulmuş olacaktır” dedi. Başbakan Binali Yıldırım ise, “Anayasa değişikliği konusu memleketimizin gündemindedir. Bu konuda MHP ile birlikte yürüttüğümüz müzakereler belirli bir olgunluğa erişti. Önümüzdeki hafta AK Parti olarak Anayasa değişiklik teklifimizi Meclis’e sunmuş olacağız. Tabii ondan sonraki iş Meclis’imizin iradesidir. Meclis’te 330’u aşan bir kabulle geçmesi gerekiyor ki ondan sonra referandum süreci başlasın. Referandum süreci de milletimizin vereceği bir karardır. Ülkemiz milletimiz için inşallah hayırlı bir karar olacaktır diye düşünüyoruz. Biz, niyet hayr akıbet hayr anlayışıyla hareket ettik. Biz artık ülkenin sistem tartışmasıyla zaman kaybetmesini istemiyoruz. AK Parti kendi anayasa değişikliği olarak bu teklifi sunacak. Şüphesiz sunacağımız bu teklif, MHP’nin de üzerinde mutabık kaldığı veya müzakere edip uzlaştığımız bir metin olacak. Dolayısıyla Meclis görüşmelerinde buna göre de işlem görecek.” dedi. AK Parti ve MHP’nin anlaşmasıyla Başkanlık Sistemi’nin yolu açıldı. Başbakan Yıldırım ile MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin anlaşmasından sonra yapılan değerlendirmelere göre Haziran ayında ilk adımın atılması bekleniyor. Bu süreçte öncelikle MHP’nin de ikna edilerek başkanlık sisteminin yaşama geçirileceği değerlendiriliyor.


13 Aralık 2016 Salı

BEŞİKTAŞ PATLAMASI VE TÜRKİYE’NİN TERÖRLE MÜCADELESİ




BEŞİKTAŞ PATLAMASI VE TÜRKİYE’NİN TERÖRLE MÜCADELESİ


 Metin Aydoğan
13 ARALIK 2016



 < Türkiye, bölünme ve iç çatışma dahil her türlü tehlikeyi içeren bir karmaşa ortamına doğru gitmektedir. Teröre karşı mücadelenin emperyalizme karşı mücadele olduğu ve bu mücadelenin yüksek anti-emperyalist bilinç yani Atatürkçü bakış gerektirdiği bilinmelidir. Atatürk’ü ve yaptıklarını kavramadan emperyalizme karşı mücadele edilemez. Emperyalizme, tarihin ilk yenilgisini yaşatan Türkiye, bu birikimiyle büyük ve güçlü bir ülkedir. Uygulanan yanlış politikalardan kurtulup Atatürk’e yönelirse altından kalkamayacağı güçlük yoktur. Gücünü, kendisi ve bölge güvenliği için kullanıp komşu ülkelere önderlik ederek, Ortadoğu’daki emperyalist oyunu bozabilir ve dünyanın ezilen uluslarına yeniden örnek olabilir. >


Geçmişten Gelen: “Barış ve Çözüm Süreci”

PKK’yla yürütülen barış sürecinin eşgüdümünden sorumlu Bakan Beşir Atalay, bu sürecin; Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005’deki Diyarbakır konuşmasıyla başladığı ve 2009’da uygulamaya sokulan Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi ile geliştiğini söylüyor.1
Barış süreci, hükümetle PKK arasında yapılan görüşmelerle 11 yıl sürdürüldü ancak bu düzeyde bırakılmadı. Proje’ye 2009 yılında, çözüm süreci adı verildi ve yasal dayanakları olan devlet politikası haline getirildi. Çözüm sürecinin sonucu olarak, Meclis’ten geçirilen, Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun; 16 Temmuz 2014’te Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.2

Başlangıç

2009 yılında Oslo’da yapılan MİT-PKK görüşmeleri, çözüm sürecinin başlangıç tarihi olarak kabul edilir. Konuyla ilgili ilk açıklamayı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yapmış ve “Kürt sorunuyla ilgili ilerleyen günlerde çok iyi şeyler olacak” demişti.3 Bu açıklamadan 13 gün sonra, Bağdat’a giderken uçaktaki gazetecilere, Barzani’yi tanıma anlamına gelen sözler söylemiş ve Kuzey Irak için “Kürdistan” tanımını kullanmıştı.4
5 Ağustos 2009’da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kürt açılımıyla ilgili olarak DTP Başkanı Ahmet Türk’le bir araya gelerek görüşmeler yaptı.5 Yapılanlar Batı’dan destek görüyor,açılımı savunan açıklamalar yapılıyordu. Economist Dergisi bile, “Kürt açılımı cesaret verici”başlıklı yazılar yayınlıyordu.6
Aynı günlerde, Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla 34 PKK üyesi, “gerilla giysileriyle” Habur Sınır Kapısı’ndan girip teslim oldu. Gelenleri karşılamak üzere Şırnak’ın Silopi İlçesi’nde yaklaşık 50 bin kişi toplandı.7 Sınır kapısında mahkeme kuruldu. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’nin daha önce örgüt üyeliğinden arama kararı çıkardığı 30 kişi dahil, gelen tüm PKK’lılar serbest bırakıldı. Mahkeme başkanı, “gelenlerin tepkisini çekeceği” gerekçesiyle; salondaki Türk Bayrağı ile Atatürk’ün resmini kaldırttı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Milli birlik ve kardeşlik projemiz bir hedeftir. Demokratik açılım süreciyle bu hedefe ulaşacağız. Habur Kapısı’ndaki manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü? Bu bir umuttur. Türkiye’de birşeyler oluyor; güzel şeyler oluyor” dedi.8

Yapılanlar

21 Şubat 2010’da, Başbakan Recep Tayyip Erdoğanaçılımı ve çözüm sürecini anlatmak ve destek toplamak için 62 sanatçı ile bir araya geldi ve onlara “açılıma omuz verin” dedi.9
Özel kanalların değişik dil ve lehçelerde 24 saat yayın yapmasına izin verildi. YÖK, aynı amaçla Kürt Enstitüsü Araştırma Merkezi kurulması yönünde karar aldı. Yaşayan Diller Enstitüsükuruldu. Yol denetimlerinin azaltılması ve yayla yasaklarının asgari seviyeye indirilmesi yönünde valiliklere genelge gönderildi.10
1 Ekim 2013’te, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, demokratikleşme paketini açıkladı. Pakette, çözüm süreciyle ilgili olarak; farklı dilde eğitim, eski köy isimlerinin yeniden verilmesi, öğrenci andının kaldırılması, “x, w, q” harflerinin kullanılabilmesi gibi “yenilikler” olduğu belirtildi.11
Hükümet, Türkiye’nin Yedi Bölgesi’ni temsil eden ve halka çözüm sürecinin gerekliliğini anlatacak Akil İnsanlar Heyeti adıyla komiteler kurdu.
Dolmabahçe Sarayı’nda Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala, AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal ile İmralı Heyeti’nden Sırrı Süreyya ÖnderPervin Buldanve İdris Baluken’in katıldığı toplantıda, 10 maddelik bir anlaşma metni açıklandı. Metin, Sırrı Süreyya Önder tarafından okundu.
9 Haziran 2014’te, Diyarbakır’da gösteri yapan bir grup, 2.Hava Kuvveti Komutanlığı’nın arka kapısının olduğu bölgedeki duvardan atlayarak kışla içindeki Türk bayrağını indirdi.12 Eylemciye karşı önleyici bir davranışta bulunulmadı.
30 Ağustos 2014’te, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, “Hükümet yol haritasını bize vermedi, basından öğreniyoruz. Keşke görüşümüz sorulsaydı” dedi.13
Doğu ve Güneydoğu’da, PKK tüm gücüyle örgütlenirken ordu kışlasında tutuldu, operasyona çıkmasına izin verilmedi. Orduya karşı kumpas davaları sürerken; PKK, mahkemeler kuruyor, vergi topluyor, gümrükleri denetliyor ve silah depoluyordu.
PKK, o denli özgür kılınmıştı ki; hükümeti tehdit eden açıklamalar yapıyor, AKP’nin parti binasını bombalıyor ama hükümet çözüm sürecinden vazgeçmeyeceğini açıklıyordu. Abdullah Öcalan, 2010 yılında; “15 Haziran’dan sonra süreç ya büyük bir anlaşmaya, ya da büyük bir savaşa evrilecektir. Eğer büyük bir savaş çıkarsa hükümet 3 ay bile dayanamaz” derken; AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelikçözüm sürecini kendileri için varlık nedeni haline getiriyor ve “ya biz bu meseleyi çözeriz, ya bu mesele bizi çözer” diyordu.14

Terörle Mücadele ve Seçim

7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP Meclis’te azınlığa düştü. Çoğunluğu elde eden diğer 3 parti, seçim çalışmalarında, AKP’den hesap soracaklarını, rüşvet ve yolsuzlukları soruşturacaklarını söyleyerek halktan oy istemişti. Şimdi, hükümeti oluşturarak verdikleri sözü yerine getirme olanağı elde etmişlerdi. Bu durum, sayısız yolsuzluk suçlaması, özellikle de 17 ve 27 Aralık suçlamalarının muhatabı olanlar için büyük bir tehlikeydi.
AKP, bu tehlike altında 4 yıl geçiremezdi. Birşeyler yapılmalı, Meclis çoğunluğu yeniden sağlanmalıydı. Açmazdan çıkış için en uygun yol, erken seçime gitmek ve çoğunluk şansını denemekti. Üç ay içinde güvenoyu alacak bir hükümet kurulamazsa, seçime gitmek yasal bir zorunluluktu.
Üç ay, hükümet kurmak için değil, kurmamak için yapılan partilerarası görüşmelerle geçirildi. Oyalayıcı toplantılar ve içtenlikten yoksun açıklamalarla süre dolduruldu ve ilk aşama başarıylagerçekleştirildi. Devlet Bahçeli’nin destek anlamına gelen garip tutumu, bu sürecin AKP adına aşılmasında belirleyici oldu. 1 Kasım’da erken seçim kararı alındı.
Erken seçim kararı kolayca alındı ama ana sorun AKP’nin oyların meclis çoğunluğunu sağlayacak düzeyde arttırmaktı. Olağan seçim çalışmalarının dışında birşeyler yapılmalı, oy artırmayı sağlayacak bir çıkış bulunmalıydı. Halk, AKP’nin Kürt ayrılıkçılığına karşı, barış ve açılım süreci adı altında sürdürdüğü politikadan rahatsızdı. Azınlığa düşmesinin nedeni de buydu. Ülkede, ulusal duyarlılık yayılıyor, PKK’ya tepki artıyordu.

Milliyetçi Söylemler ve 24 Temmuz

Önce, yandaş medyada yoğunluğu giderek artan milliyetçi yayınlar yapıldı. Yıllarca demokratikleşmenin, açılımın erdemlerini yazan kalemler, aniden terör karşıtı savaşçılar haline geldi. Türk halkında PKK’ya karşı duyulan nefret, devlet olanakları ve yandaş basının yayınlarıyla birleştirilerek yoğun bir yaymaca kampanyası başlatıldı. Hemen ardından PKK’ya savaş açıldı, 24 Temmuz’da Kandil bombalanmaya başlandı. PKK’yla mücadele, seçim kazanmaya yönelik araç olarak kullanıldı. AKP’nin, PKK’yla ilişkisi ve yıllarca sürdürdüğü “barış süreci-açılım” politikaları gözönüne getirildiğinde, bu ani tutum değişikliğinin, seçime yönelik bir taktik olduğu görülüyordu. Terörle mücadele gibi önemli bir konu, seçim kazanmak için siyasi malzeme olarak kullanılıyordu.
AKP’yi vatan savunmasına girişen bir parti, Recep Tayyip Erdoğan’ı ulusal kahramangösteren yayınlar yapıldı. “Milliyetçiliğin ayaklar altına alınacağı” söylemi, “tek bayrak, tek millet, tek vatan” haline getirildi? Uzun yıllar ısrarla sürdürülen açılım politikasından, bir anda vazgeçildi ve silahlı mücadeleye geçildi. Gerekçe olarak, “biz onlara dost elimizi uzattık onlar bize ihanet etti” sözüyle açıklandı.
PKK’yla mücadele, halkta karşılık buldu ve AKP beklenmeyen bir oy artışıyla meclis çoğunluğunu yeniden elde etti.

“Reel Politika”

ABD, Ortadoğu’da başat sorun durumuna getirdiği terör örgütlerini; kuruyor, büyütüyor ve kullanıyor. Kürtlerin onun gözünde ayrıcalığı var. Barzani’yle, Büyük Kürdistan’a giden yolda ilk adımını attı. Şimdi kurduğu ve yakın gelecekte tanıyacağı bu devleti Akdeniz’e bağlayacak Kürt Koridoru’nu gerçekleştirmek için uğraşıyor. IŞİD’e karşıymış gibi açıklamalar yapıyor onları bombalıyor görüntüsü veriyor ancak gerçekte koridor açarak Kürtlerin önünü açıyor. Suriye’de özyönetim ya da kanton türü yapılanmalara sıcak bakmadığını ve tanımayacağını söylüyor.15 Çünkü onun gündeminde, bugünkü aşamada kanton değil, Kuzey Irak’tan Akdeniz’e ulaşacak merkezi bir Kürt devletini kurmak var. Kantonların tek başına yaşayamayacağını biliyor.
Obama’nın danışmanlarından Hannah, New York Times’da yayınlanan yazısında, önümüzdeki süreçte Suriye’nin 4 parçaya bölüneceğini söylüyor.16 Kürdistan’ın mimarı Henri Barkey, Türkiye’ye “Suriye’deki Kürdistan’a alışın” çağrısı yapıyor.17

Türkiye ABD’yle Anlaştı mı?

Kent çatışmalarının olanca şiddetiyle sürdüğü günlerde, Recep Tayyip Erdoğan ABD’ye gitti ve Obama’yla görüştü. Obama, ABD’nin her zaman yaptığını yapmadı ve barış sürecinden, sorunu görüşmelerle çözmekten söz etmedi. “Türkiye’nin güvenliği için terörizme karşı mücadelesini desteklediklerini ve ortak mücadele çabalarını arttıracaklarını” açıkladı.18
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Blinken, 11 Mayıs 2016’da, IŞİD’in elindeki Türkiye sınırına yakın yerdeki Münbiç’ten Mare’ye kadar olan hattın temizlenmesi için Ankara’yla işbirliği konusunda uzlaştıklarını açıkladı...19 Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerde stratejik açıdan büyük ölçüde bir örtüşme olduğunu söyledi.20
ABD, PKK’ya karşı silahlı mücadelenin başlatıldığı 24 Temmuz 2015’ten kısa bir süre sonra Ekim 2015’te, Türkiye’ye akıllı bomba olarak da nitelendirilen “Müşterek Doğrudan Saldırı Savaş Malzemesi” satışını onayladı.21 Bu malzeme Hava Kuvvetleri’nin envanterine girdi ve PKK’ya karşı kullanıldı. Ancak, Suriye’de sınır güvenliğinde kullanmak için istenen Yüksek Mobiliteli Topçu Roket Sistemi (HIMARS) verilmiyor. Sürekli erteleniyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD’nin bunun üzerine “Bu konuda vardığımız anlaşmada ABD sözünü tutmuyor” diye açıklama yaptı.22

ABD'nin Yaptığı

ABD, Büyük Kürdistan hedefinin ilk aşamasını, Kuzey Irak’ta Barzani’yle Özerk Kürt Bölgesi’ni kurarak gerçekleştirmiştir. Şimdi, ikinci adım olarak bu devletçiği Akdeniz’e bağlayıp büyütmeye çalışıyor. Bunu büyük oranda gerçekleştirmiş durumda. ÖSO’yla yürütülen Fırat Kalkanı, bu girişimi önleyecek düzeyde bir harekat değil. ABD’nin gelecekteki adımı, 4 ülkeden (Türkiye, Irak, Suriye ve İran) toprak alarak nihai hedefine ulaşmak yani Büyük Kürdistan’ı kurmakolacaktır.
Türkiye, ABD’nin Barzani politikasını kabul etmekle kalmamış gerçekleşmesi için destek vermiştir ve vermektedir. Turgut Özal, Barzani’ye kırmızı pasaport verirken; Recep Tayyip Erdoğan Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanı olduğunu açıklamıştır. ABD’ye bağımlılık, Türkiye’de değişmeyen hükümet politikalarıdır. Son günlerde Washington’a karşı söylenen eleştirel sözlerin bir önemi yoktur. Bunlar, etkilemesi kolay Türk kamuoyuna yönelik sözlerdir.

Olanlar ve Olacaklar

2002’den bugüne dek geçen 14 yılda, terörün nerden nereye geldiği pek konuşulmuyor. 2002 yılında terör durdurulmuş, şehit haberleri ortadan kalkmıştı. Doğu ve Güneydoğu’da, yerel halktan oluşan büyük katılımlı birlik ve bütünlük yürüyüşleri yapılıyordu. AKP, böyle bir ülke teslim almıştı.
Uzun süre terörle mücadele edilmedi, “müzakere” edildi. Bu durum, siyasi anlayışın ve dışarıyla kurulan ilişkiler ağının doğal sonucuydu. 7 Haziran seçimlerinde azınlığa düşülmese, olasıdır ki ordunun kışlada tutulması sürecek, terörle silahlı mücadeleye izin verilmeyecekti.
Orduyu hareketsiz kıldıktan ve terörle mücadele eden komutanları tutuklattıktan sonra yapılan tutum değişikliği; siyasi geleceğin terörle mücadeleye bağlı olduğunun görülmesindendir. PKK’ya karşı silahlı mücadeleyi, bir anlamda, AKP değil onu mecliste azınlığa düşüren halkın giderek artan tepkisi başlatmıştır. AKP, barış sürecinde ısrar ettikçe halkın desteğini yitireceğini anlamış, terörle mücadele gibi önemli bir konuyu siyasi malzeme olarak kullanmıştır. Bu nedenle, içtenlikten yoksundur. Tutum ve davranışı her an değişebilir; başka adlarla yeniden barış süreçlerine dönebilir.
Terörle mücadele edecek ordunun, bütün kurumları ortadan kaldırıldı. Harp Okulu ve Harp Akademisi yerine “üniversite” açılıyor. Rektörü saptandı. Subay yetiştirmek, nüfus ya da tapu memuru yetiştirmek sanılıyor. Bu güne dek yetişmiş subay kadrosu gidince, ordu subaysız kalacak, savaşma yeteneğini yitirerek polis örgütüne dönüşecektir. AKP, iktidarını korumayı tek değer olarak gören tutumuyla, Türkiye’yi yeni bunalımlara götürmektedir. Şehit cenazeleri bitmeyecek, giderek artacaktır.

DİPNOTLAR

1          http://www.aljazeera.com.tr/haber/surece-takvimli-yol-harita
2          a b .c. http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/07/20140716-1.htm
3          http://www.milliyet.com.tr/kurt-acilimi-sinyali/siyaset/siyasetdetay/11.03.2009/1069480/default.htm
4          http://www.haberturk.com/gundem/haber/136247-cumhurbaskani-gul-kurdistan-dedi
5          http://www.ntvmsnbc.com/id/24989239/
6          http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2009/08/090827_economist.shtml
7          http://www.milliyet.com.tr/Siyaset/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1151953
8          http://www.milliyet.com.tr/Siyaset/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1162249  ve  www.tarihunutmaz.org
9          http://www.milliyet.com.tr/-acilima-omuz-verin-/guncel/gundemdetay/21.02.20ş10/1201867/default.htm
10       http://www.milliyet.com.tr/acilimda-4-  mekanizma/siyaset/siyasetdetay/16.01.2010/1186710/default.htm
11       http://www.ntvmsnbc.com/id/25469387/
12       http://www.radikal.com.tr/turkiye/licedeki_kislada_bayraklar_indirildi-1196235
13       http://www.aljazeera.com.tr/haber/ozelden-hukumete-cozum-sitemi
14       http://www.milliyet.com.tr/ya-biz-cozeriz-ya-bu-mesele-bizi-cozer/siyaset/siyasetdetay/08.02.2010/1196107/default.htm
15       “ABD-PKK İlişkileri ve Rusya”Cem Küçük haber.star.comtr
16       “ABD ve İsrail’i Kürt Koridoru”Doğu Perinçek, Aydınlık,  07.11.2012
17       Mehmet Ali Güler, Aydınlık, 03.11.2012
18       Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Obama Arasındaki Görüşmeden Çarpıcı Detaylar”  www.hürriyet.com.tr
19       “Ortak Hedef Mumbuç-Mare Hattı”www.gazetevatan
20       Gürkan Zengin“ABD’nin Tehlikeli İlişkileri” www.aljazeera.com tr
21       “ABD’den Türkiye’ye Silah Satışına Onay Çıktı” www.milliyet.com.tr
22       “PYD/PKK’ya Silah Veren ABD Türkiye’yi Geri Çevirdi” haber365com.tr
http://kuramsalaktarim.blogspot.com.tr/2016/12/besiktas-patlasi-ve-turkiyenin-terorle.html
..