2 Nisan 2015 Perşembe

YENİ GLADİO NEDİR NE DEĞİLDİR?


YENİ GLADİO NEDİR NE DEĞİLDİR?


Nurullah AYDIN
3 Haziran 2012 
ANKARA


Bir dönem; NATO-ABD-İngiltere-Fransa odaklı Gladio tipi devlet gücünü kullanan gizli örgütler, çeteler, cesur siviller, savcılar ve politikacılar sayesinde Belçika, Yunanistan ve İtalya’da ortaya çıkarılmışdı.

Türkiye’de ise Gladio, dile getirilmiyor. Kafa karıştırıcı hedef şaşırtıcı kitaplar yazılıyor, açıklamalar yapılıyor. Siyasi iktidara karşı organize olan, karşı olan bazı kesimlere Ergenekon dendi. Ergenekon operasyonu, Gladio operasyonu değildir. Bu arada Türkiye’de Gladio kimlik değiştirdi, yenilendi.

Türkiye; siyasetçisiyle, gazetecisiyle, akademisyeniyle, STK’sıyla Haşhaşiler ve Ergenekon diye ikiye ayrılmış durumda. Çoğunluk ise sessizce olan biteni izliyor. ABD, bir kez daha kendisinin Türkiye ve bölgesel toplumsal olaylardaki rolünü tartışma dışı bıraktırdı.

Emekli Yarbay Talat Turhan, Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla isimli kitabında, “Bir ülkede siyasi cinayetler işleniyor da failleri bulunamıyorsa fail, büyük bir olasılıkla istihbarat örgütleridir. Bu iç istihbarat örgütlerinden biri veya birkaçı olabileceği gibi, dış istihbarat örgütleri de olabilir. Ya da iç ve dış istihbarat örgütlerinin ortak kararıyla gerçekleşen bir eylem şeklinde de gerçekleşebilir.” diyor. (s.14, II)

Turhan’a göre; “Bir ülkede bu tür eylemlerde fail bulunmuyorsa eylemler artarak devam edecektir.”(s.III) Örgüt Türkiye’nin NATO’ya girmesinden sonra Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kuruldu ve sonradan Özel Harp Dairesi adını aldı. 20 yıldır terör ve istihbarat konularında yaptığı çalışmalar ve kitaplarıyla tanınan Turhan, Özel Harp Dairesi’nin talimnamesinde yer alan görevlerini şöyle sıralıyor: “Adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm haline getirme, adam kaçırmak suretiyle tethiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alı konması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık, şantaj” (s.23)

Özel Harp Dairesi’nin kuruluş talimnamesi Amerika’dan alınma. “Contrgerilla Operatıon FM 31-16″ talimname, Türkçeye tercüme ediliyor. Sadece adı değişiyor: ST 31-15 Kara Kuvvetleri Sahra Talimnamesi- Gayrı nizami Kuvvetlere Karşı Harekat Bu talimname Orgeneral Ali Keskiner imzasıyla T 31-15, 25 Mayıs 1964 gün ve OPS: 1708-74-64 Mr. Ta.Krl. sayılı KKK emriyle yürürlüğe giriyor. (s.26) Bugüne kadar yetkili kişiler, bu örgüt elemanlarının vatansever(!) sivillerden oluştuğunu da açıklamışlar.” Özel Harp Dairesi’nin finansmanının ABD tarafından sağlandığı da yetkili kişiler tarafından açıklanmıştır.”(s.27)

Turhan’a Göre; Genelkurmay Başkanlığı’nda basına verilen brifingde Özel Harp Dairesi Başkanı Tuğgeneral Kemal Yılmaz şu açıklamayı yapıyor: “Özel Harp Dairesi, 7 Eylül 1952 tarihinde, şimdiki Milli Güvenlik Kurulu’nun işlevini gören Milli Savunma Yüksek Kurulu’nun 17/c sayılı kararıyla kuruldu.”…. “Özel Harp Dairesinin yer altı örgütü yasaların üstünde. Örgütler insanlardan oluşur. ÖHD de üst düzeyde görev almış kişilerin gizli bir dokunulmazlığı olduğu anlaşılıyor. Üst rütbelere ulaşan generallerin çoğunun, Özel Harp Dairesi’nde ya da MİT’te görev yapmaları bir rastlantı mıdır?”(s.30)

Orgeneral Kemal Yamak  (Özel Harp Dairesi Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Özal döneminde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği görevlerinde bulunan emekli) “Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler” anı kitabında; dönemin Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit’in kontrgerilla iddialarına yanıt verirken bazı CHP milletvekillerinin de Özel Harpçi olduğunu açıklamışdı.

1950′li yıllarda Özel Harp Dairesi’nin, Gayri Nizami Harp bölümünün kuruluşu, böyle bir ihtiyaç dikkate alınarak gerçekleşmişti. (s.248) Tercüme olarak ordumuza giren ve daireye de görev olarak verilen terim, gayri nizami harp’tir. Gayri kanuni harp değildir. Bunun gibi, gayri nizami askeri kuvvetler tabirinde de, bazılarının maksatlı olarak yorumladığı gibi, gayri kanuni askeri kuvvetler anlamı yoktur. (s. 245)

Yamak, TBMM içinde birbirinden habersiz pek çok milletvekilinin Özel Harpçi olduğunu şöyle anlatıyor: “Birçok kimseyi ayağa kaldıracağını biliyorum ama bu noktada yazmak istiyorum. Sayın Ecevit’in inandırıcılığına dayanarak alevlenen ve Sayın Ecevit’in zaman zaman medyanın ilgisi için bizzat öne çıkarak söyledikleriyle devam eden bu iftira kampanyası sürdürülürken, bu teşkilatın içinde o zaman kendi partisinden ne kadar personelin, hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde birbirini hiç tanımayan kaç milletvekilinin bulunduğunu ve bunun sadece kendi partisine ait bir durum olmadığını, birisi söyleyiverseydi ne olurdu?”

Yamak, Özel Harpçi olarak eğitilenlerin nasıl ve neden seçildiklerini de şöyle açıklıyor: “Aslında onlar milletvekilliği dönemlerinde değil, daha genç yaşlarda bölgesinde güvenilir, saygın, sözü geçen ve gerektiğinde halkıyla bütünleşerek, milleti ve vatanı için yapılacak mücadelede önder olabilecek niteliklere sahip oldukları için seçilmişlerdi. Milletvekili oluşları da bu seçimin doğruluğunu göstermiyor muydu?” (s. 461-462)

İstihbarat örgütleri sivillerin denetiminden uzaktır. CIA, MI6 ve MOSSAD ile beraber çalışan militer güçler, Türkiye’de oyun oynuyor. Oysa; ABD’de CIA dahil bütün istihbarat örgütleri, meclis denetimindedir.

Yapılması gereken
Türkiye Gladio’su nicelerini kullandı. Dün milliyetçi vatanseverler, şimdi ise vatansız İslamcı etnik kimlikli kişiler, yapıda organize edildiler. Siyasette, medyada, bürokraside göreve getirilenlerin özgeçmişlerine bakıldığında bu açıkça görülür.

Tarih boyunca hür ve bağımsız yaşamış Sunni, alevi, Türk, Kürt, Zaza, Gürcü, Yahudi, Arap oluşturduğu Türk Millet’nin ve Türk Devleti’nin varlığı ve bekası tehdit altında tehlikededir.

Türkiye ve Türk Milleti’nin birlik ve beraberliğine odaklı milliyetçi, Müslüman, demokrat, muhafazakar, ulusalcı unsurların bu gerçekleri bilerek hareket etmeleri, tarihin yüklediği en önemli görevdir. Hiç kimse bu tarihi sorumluluktan kendini ayrı tutmamalıdır.

Türkiye’yi; ABD’nin veya Avrupa Birliğinin eyaleti yapmaya kararlı şer güçlerinin organize yapılanması karşısında; tarih, coğrafya, kültür birlikteliği olan her duyarlı vatan evladı bir ve beraber olmalıdır.

Günün Sözü: Oynanan oyun, anlaşılması, bilinmesi ve gereğine yönelmekle bozulur.

https://groups.google.com/forum/#!msg/millitepkiler/IY_BEnNMwRY/J2PRK5OwrH0J


.

NE OLACAK.,?


NE OLACAK.,? 



Yekta Güngör Özden, 

Sık sık karşılaşılan, yanıt vermekte güçlük duyulan bir soru bu “Ne olacak?”. Kimileri de “Oyumuzu hangi partiye vereceğiz?” diyor. Siyasal iktidarın şeriat düzeninden vazgeçmediğini, değişmediğini gösteren güçlü ve somut belirtiler ortada. İmam hatip okullarının sınırı ders programına karşın genel liselerle bir tutularak üniversite kapılarının onlara açılması için öngörülen ayrıcalık, AİMH’nin gerekçesi yazılmakta olan kararına, AB ülkelerinin sıkı tutumuna karşın üniversitelerde sıkmabaş uygulaması ve YÖK Yasası konusunda olduğu gibi Kamu Yönetimi Temel Yasası ile Yerel Yönetimler Yasası tasarıları için diretme, önlenemez boyutlara getirilen kadrolaşma seçim söylemleriyle kanıtlanan olumsuzluklardan başlıcalarıdır. Şakşakçı basının abarttığı, kıyıda köşede kalmış kimi ilerici yazarların da kendi yönlerinden haklı olarak eleştirdikleri “Fişleme” olayına ilişkin Genelkurmay Başkanlığı açıklaması doyurucu olsa da sömürü, sataşma bahanesi özelliği süreceğe benzemektedir. Günümüz Başbakanının seçim alanlarında “Beraber yürüdük biz bu yolları” derken cezalandırıldığı dizeleri anımsatan inadı Niğde’nin Ulukışla ilçesinde “İktidarla elele 84 yıllık karanlığa son” yazılı taşıtlarla yansıyan içdünyalarını bir kez daha ele vermiştir. Cumhuriyetin ilanından önceki Ulusal Kurtuluş Savaşı döneminden başlayıp günümüze kadar uzanan zamanı kapsayan yılları yadsıyanlar, karanlık olduğunu savlayanlar Osmanlı’nın son 150 yılının ne olduğunu, neler yitirdiğimizi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği tam bağımsızlık, Türk Devrimi ve yapı değişiklikleriyle neler kazandığımızı bilmeyen, anlamayan bağnazlar ve köktendinci bağımlılardır. Bunlar için bağımsızlığın, özgürlüğün, ulusal egemenliğin, çağdaşlaşmanın, devletin, cumhuriyetin, laikliğin, demokrasinin, ahlak ve adaletin önemi yoktur. İmamın itaat ilkeleridir. İmam isterse onur, namus, hiçbir şey düşünmeden buyruklarını yerine getirirler. Kişilikleri yoktur. Yetenekleri yoktur. Bilgileri yoktur. Karanlık, dikta görmediklerinden, köktendinci terörü uygun bulduklarından aydınlığın ayırdında değillerdir. Utanmaları da yoktur. Nankörlük, değerbilmezlik iliklerine işlemiştir. Atatürk’ün ve laikliğin sayesinde ezan dinleyip namaz kılmak olanağına kavuştuklarını unutmuşlardır. Dinsel yönden hiçbir zorunluluğu olmayan sıkmabaşın peşinden sürüklenmekte, karanlıktan medet ummakta, dinsel söylemlerle oy peşinde koşmaktadırlar. Asıl bunların tutumu dine zarar, dindarlara saygısızlıktır. Ne yazık ki muhalefet partilerinden biri de “Başörtüsünü çözmekten korktular. Bu bizim meselemiz olsun” diyerek gericilikle milliyetçiliği birleştirip oy istemektedirler. Sıkmabaşa hukuksal güvence isteyen AKP milletvekili de çıkmıştır. Önceleri neler istediğini, nasıl sızma yolları önerdiği bilinen Fettullah Gülen’in askerlerimiz dinsizmiş gibi “Dindar asker isteriz” demesi gibi.




ZORUNLU AÇIKLAMA



Tutum ve davranışlarını uygun bulmadığım için ilişkimi kestiğim kimilerinin gerçekdışı anlatımlarını değişik çevrelerde yayarak karalama çabalarına karşı özet açıklamalarımı, yasal yanıt ve dava haklarımı saklı tutarak, aşağıda sıralıyorum:.

1.Kimseden beni çağırıp konuşturmalarını, radyo ve TV programları ile etkinliklere çıkarmalarını, yazı ve kitaplarımı yayımlamalarını, satmalarını istemedim. Yazılarımı isteyenlere gönderiyorum.
2.Kimseden ödünç almadım. Bedelini ödemediğim bir alımım yoktur. Veresiye yöntemi kullanmadım, krediye gerek duymadım. Ben ve iki çocuğum, ev, taşıt aracı ya da başka bir şey için kimseden parasal yardım almadık. Tersini söyleyenler onursuz ve yalancıdır. Para işlerini, parasal ilişkileri hiç sevmedim. Bizim adımıza kimse kimseye bir şey ödememiştir. Kimseye tek kuruşluk borcum-borcumuz yoktur.
3.Emekli olmadan önce kendi evimize taşındık. Lojmanda emekli olarak bir saniye bile oturmadım. Evimizde devletin toplu iğnesi bile yoktur.
4.Taşıt aracı tartışmaları benimle ilgili değil, koruma görevlileriyle ilgilidir. Bana, Başbakanlığın onayıyla verilen aracı bu onayı kaldırmadan ısrarla isteyip koruma görevlilerinin araçlarına karşılık tuttukları için son beş ayında hiç kullanmadan geri verdim. Görevlilere vermek istedikleri araç 20 yaşını geçtiği için alınmadı. Paramla sağladığım araç kullanılmaktadır. Yakıt ve onarımını da ben karşılıyorum.
5.Koruma görevlilerini geri çekmeleri için dilekçeyle başvurdum. Görevlilere güçlük çıkaran tutumdan kaçınmadılar ve başvuruma yanıt vermediler.
6.Hiçbir siyasal kuruluşa ve oluşumla ilgim yoktur. Bir üniversitede Anayasa Yargısı ve Türk Devrim Tarihi dersleri veriyorum. Hiçbir derneğin ve kurumun yönetiminde de değilim.
7.Eczacılık yapan bir kız yeğenimden başka yeğenim yoktur. Akrabalarım arasında ticaretle, örneğin sigortacılıkla uğraşan birisi de yoktur. Adımı kullanan, dostluğumu ve hemşehriliğimi yalanlarla süsleyip çıkar sağlayanlar olduğunda gerekli işlemleri yaparım.
8.Bu gazetede ya da başka bir organda kadrolu yazar ve çalışan değilim. Yalnız kendi yazımdan sorumluyum. Yurtsever, Atatürkçü gençleri desteklemeyi görev saydığım için yazıyorum. Herhangi bir ücret almıyorum. Yaşadıkça yurttaşlık görevimin gereğini yerine getireceğim. Baro kaydımı yenilemedim, avukatlık yapmıyorum. Şerefli ve namuslu insanlar yalan söylemezler, yalana olanak tanımaz ve destek olmazlar. Benden duyulmadıkça, bana bağlanan sözlerden, benden sorulup öğrenilmedikçe, doğrulanmadıkça bana yüklenen eylemlerden sorumlu olmam.



Günümüz iktidarı, dünkü iktidarın eseridir. Günümüz Başbakanı da anamuhalefet partisinin siyasete armağanıdır. Dokunulmazlık dosyaları dönem sonuna bırakılma, iktidar bildiğini okumayı sürdürmekte, AB ve ABD desteğinde yol almaktadır. Yasama organında sansür uygulayacak biçimde soru önergeleri geri çekilmekte, AB’ne girme hayaliyle yeni ödünler demeti, yeni Anayasa değişikliği hazırlığına yerleştirilmek istenmektedir. Kıbrıs’ta Denktaş’ın tümüyle çekilme olasılığını gündeme getiren dörtlü görüşmelere katılmama durumu bile iktidara yetmemektedir. Davos’ta Yunanistan’a bırakıldığı anlaşılan Kıbrıs için “Elden gelen yapıldı, başka çare yoktu, ancak bunu kurtarabildik” demenin ortamı oluşturulmaktadır. Daha da ötesi, Denktaş suçlanıp kusur ona yüklenerek rumlar sevindirilecektir. “Sus” uyarısı boşuna değildir.1921 Anayasası ile laik yaşama ilk adımını atan Türkiye’yi her alanda laikleştirmenin özgün günü olan 3 Mart (1924)’ta Öğretim Birliği Yasasını unutan Milli Eğitim Bakanı kendi takıntısını başkalarına yükleyerek konumuna yaraşırlığını tartışmaya açmıştır. Bir sendika başkanı eğitimde haremlik-selamlık uygulaması önermiş, yeni kürtçe kurslar terör örgütünü öven sloganlar atılarak açılmış, süslü medyanın büyük kesimi iktidarın hizmetine emrine girmiştir. Yazar Emin Çölaşan’ın “İzin(!)” notunun arkasındaki gerçek gerçek demokratları uyarmalıdır. Abdülhamit dönemini anımsatan, sıkıyönetim, 12 Eylül dönemlerinde bile rastlanması güç aykırılıklar, çirkinlikler yaşanmaktadır. İlerici bilinen-tanınan kimi yayın organları da değişik yöntemler uygulayarak ayrım yapmakta, iktidara yaranma çabalarına girmektedirler. Bilinen gerici, besleme, sözcü basın için ne söylenip yazılsa az gelir.

Başbakanlık ve Milli Eğitim Müsteşarlarına TBMM Başbakanı’nın Danışmanı Kemal Öztürk eklenmiştir. Önceki yazıp söylediklerine direnen iki müsteşardan “O kitabı unuttum” diyerek ayrılan Öztürk’ün yazdıklarına göz atmakta yarar var. İktidarın ideolojisi, amacı, yöntemi, araçları bir bir ortaya dökülmekte, değişmenin olanaksızlığı, aldatma ve oyalamanın oyunları birbirine bağlanmaktadır. Böyle bir ortamda muhalefetteki partilerin dağınıklığı, ufuksuzluğu, ilkesizliği, tutum ve yöntem bozuklukları, boşlukları, birleşme ve dayanışma yetersizlikleri seçmenleri bıktırmış görünmektedir. Bencilliği, büyüklenmeyi, kişiselliği, slogan yarışını bırakmayı becerememişler, tembellikten, aymazlıktan, kazanmak için ilkelerinden ödün vermekten uzak kalamamışlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin değişik yönlerden, değişik nedenlerle karşıtlarıyla işbirliğini uygun bulanlar, umut olmaktan çıkmışlar, terör örgütü bayrakları, terörbaşını öven sloganlar arasında seçim söylevlerine sürdürmekte sakınca görmeyenler, terör eylemlerini kimi günleri ve olayları kullanarak büyük kentlere taşıyanların sesleriyle de kendilerine gelememişlerdir. Yerel seçimlerin özellikleri, adayların kişisel durumları, iktidar partisiyle ilişkilerinin ağırlığı, akçalı durumu güçlü olanların açılımları ve çalışmalarındaki genişleme sonuçları etkileyen kimi nedenlerdir. Partilerden çok adaylar öne çıkmaktadır. Ama kimi yerlerde de partisinin başka partilerle kurduğu ilişki yüzünden adaylar oy yitirebilmektedir. Bu seçimlerde bu etken büyük ölçüde geçerli olacaktır. Oyları bilinçle kullanmak, oy vermekten kaçınmamak demokrasiye katkının gereğidir. Verilmeyen, kullanılmayan oylar, istenmeyen partiye ve adaya kazandırılmış sayılır. Siyasal iktidar Anayasa, Siyasal Partiler Yasası ve seçim yasaları değişiklikleriyle demokrasiyi gölgeleyen, sözde bırakan çarpıklıkları gidereceği yerde, AB ve ABD yönlendirmesinde ödünler vermeyi yeğlemektedir. Seçimler sonrasında inatçı ve kindar iktidarın dili uzayacak, olumsuzlukları dayatma gücü artacak, yasama organını etkilememesine karşın “Oylarımızı arttırdık” böbürlenmesiyle şimdikinden daha kötü durumlara kayacaktır. Seçimlerde yansıması beklenen sağduyu, iktidar zorlamaları, tehditleri ve sözverileriyle tehlikededir. Seçmenin sağgörüyle davranması güçtür. Sınırlamalar, kısıtlamalar, yoksunluklar, çelişkiler, aykırılıklar, olumsuzluklar, kötülükler artacaktır. “Görünen köy kılavuz istemez” sözündeki gerçek önümüzdedir. Başbayiliğinden söz edilen Başbakanın konuşmaları, Devrim Yasalarını, yargı kararlarını göz ardı etme alışkanlıkları, ileri boyutlara varabilecektir. Kuyruk olmayı içine sindiren kimi yazarların amaçlı yorum ve değerlendirmeleri, yıpratma çabaları iktidarı azdıracak, ne olursa olsun iniş ve çöküşleri de bu ölçüde hızlanıp ağır bir düşüşe dönüşecektir. Cübbeli, sarıklı, sakallı muhtar adayları, sıkmabaşlı afişler, üstü kapalı söylemler bu gidişin perdeleridir.
Sıkmabaşın özgürlük sorunu olduğunda direnen sömürücülerle sözcülerinin gülünecek yanılgıları belirgindir. Zincirin özgürlüğü savunulabilir mi? Ayrımcılık simgesi olduğu açıkken Oostlander’in laikliği suçlaması Tayyip yandaşlığı ve destekçiliğine bağlanabilir. Avusturya’da Haider’e karşı çıkanların AKP suskunluğu ibretliktir. Neredeyse AB üyesi krallıkları unuttukları gibi Türkiye’de cumhuriyete karşı çıkacaklar. Türkiye için Türk ulusunun sakıncalı olduğunu söyleyecekler. Dünyada müslüman çoğunluğun yaşadığı ülkelerin hangisinde Türkiye’dekinden daha iyi yaşanan din var? Hangisinde daha çok özgürlük, demokrasi, insan hakları, hukuk, mutluluk Türkiye’dekinden daha fazla? Laikliğin, laik cumhuriyetin Türk toplumunu, Türkiye insanlarının nereden nereye getirdiğini bilmiyorlar mı? Öğrenmedilerse bu görevlerde nasıl bulunuyorlar? Türkiye’de laiklik olmasaydı, Anayasa’da yazılmasaydı neler olurdu, düşünebiliyorlar mı? Tarih bilmeyen, hiçbir şey bilmez, kendini de bilmez.
Çelişkiler-Çirkinlikler
Hindistan müslümanlarının yardımından artan parayı nasıl kullandığı, ulusu için yeniliklere nasıl örnek olduğu, neler kazandırdığı, varlıklarını ulusa nasıl armağan ettiği bilinen Atatürk’ü Abdülhamit’le, Recep Tayyip’le karşılaştırıp şimdiki başbakanın ticaret ilişkisini olağan göstermeye çalışanlar çıktı. İşsizlikle, üniversitelerin vereceği bursların engellenmesiyle, haksızlıklarla yolsuzluklarla ilgilenmeyen ısmarlamacı kalemlerin yavşaklık ve yalakalıkları tiksindiricidir. Utanma duygularını da yitirmiş görünmektedirler. Dokunulup değinilecek nice konu sahipsizdir. Enflasyon uyutmalarını doğrulamayan yaşam güçlükleri intiharlara, değişik suç olaylarına neden olurken, işçiler çıkarılır, işyerleri kapatılırken, yağma nitelikli özelleştirmeler sürdürülürken, kayırmalar ve ayrıcalıklar sırıtırken televizyon ve gazete kuşları iktidar şakşakçılığının en çirkin örneklerini vermektedirler. Onlar için herşey geçerli ve uygundur, Atatürkçü olmak, tam bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği, insanlığı, hukuku, demokrasiyi, eşitliği, onuru, ahlakı ve adaleti savunmak, gençlere yardımcı olmak suçtur.
AB’ne sunulan raporda, Türkiye’de laikliğin ayrımcılık yaptığı, iyi uygulanmadığı eleştirisi, işkence savları onları asla ilgilendirmez. Irak’ta zar-zor imzalanan Geçici Anayasa’nın Türkmenleri dışlaması, ABD’nin PKK/Kongra-Gel’e ilişkin yandaşlık tüten ikilemleri onların umrunda değildir. Kıbrıs’ta Papadopulos’un herşeyi reddetmesinin onlara göre önemi yoktur. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi yeni ilgi odaklarıdır. Köktendinci yazarların dönüşlerindeki çelişki, öncesinin doğrultusunun bugüne uyarlanması üzerinde durulacak değer taşımamakta, Dünya Kadınlar Günü’nün sıkmabaşlılar korosunun ilahiler okuyarak kutlaması uyarıcı olmamaktadır.
Solculuğu sözde kalmış çelişkili ve güvenilmez kimilerinin “Solu birleştireceği” savsözü güçleri ve tutumlarıyla karşılaştırılınca gülünüp geçilmektedir. Bu arada köktendinci, gerici, tutucu, çıkarcıların dayanışması karşısında ilericilerin dağınıklığı, birbirlerine karşıtlığı, anlamsız ve sakıncalı özseverlikleri, tembellik ve hukuk tanımazlıkları tartışılmaktadır. Bu konuda kişilerden kaynaklanan sorunlar aşılmadıkça sağlıklı birliktelikler oluşamaz, sürüp giden dağınıklık ve bozuklukları yansıtan karşıtlıklar çözülmelerle yıkımlar getirir. Gericilerin düşünsel hiçbir gücü yokken onların değirmenine suyu taşıyan sözde ilericiler, sözde aydınlar, sözde Atatürkçülerdir. Demokratik kitle örgütlerinde şöyle ya da böyle biryerlere gelenlerin kimileri kendilerini dev aynasında görerek koltuğa yapışmakta, hiçbir yararı geçmemesine karşın kendi tutarsız anlatımlarıyla olmadık başarıları sıralayıp övünmekte, etiketi kullanarak dolaşmak, kendini kanıtlamak amacıyla yerini kimseye vermemek, yıllarca oturmak üzere her yola başvurabilmekte, üstelik bu gerici çabayı “demokratik” olarak niteleyebilmektedir.
Eğitim, Bilgi ve Ahlak
Birilerinin kaypaklığı, yüzsüzlüğü, kulisçiliği, klikçiliği, oyunları, yalanı, dedikoduları, ahlaksızlığı bir süre insanı bir yere taşıyabilir, iktidar yapabilir ama itibarlı yapamaz. Katıksız Atatürkçüler dışlanıp karışık adamlar öne çıkarılabilir. Yıllarca İsmet İnönü de oy alamadı. Alanlar ondan iyi mi idi? Tıpkı şimdi 84 yılı karanlık sayanlar gibi Atatürk’ün 15 altın yılının da içinde bulunduğu 27 yılı oy için karalayanlar olmadı mı? Sonu ne oldu? Hiç. Başbakan CHP’nin kökünü kötülerken kendi kökünün ne olduğunu söylüyor mu? Nereden ve nasıl geldiğini bilmeyen var mı? Kim olduğu unutuluyor mu? Köksüz de denilebilir, ne kökünden geldiği de söylenebilir ama niteliği ve düzeyi düşürmemek için bu tür tartışmalara, sataşmalara girişilmez.
Bir zamanlar “Hem laik hem müslüman olunmaz” diyen bunlar değil miydi? Şimdi laiklikten yana sözler etmeye çalışarak arayı kapatmak istiyorlar. Ama asla içtenlikli değiller. Laikliği savunan insanlara karşı tutumları, Eve Dönüş Yasası’yla bağışladıkları köktendinci ve etnik ayrımcı teröristlerinkinin tümüyle tersi. Teröristlere olanaklar, yardım ve katkılar, destekler; laikliği ve Atatürkçülüğü savunanları hedef gösterme çelişkileri. Gerçekçi olsalar, görünümleri gerçek olsa özür dileyip düşmanlık sayılacak tutumları bırakmaları gerekir.
Seçimler “Nabza göre şerbet” sakatlığını geçerli gösterme süreci oluyor. Demokrasi şöleni yapılması gereken ortamlar demokrasi çöplüğüne dönüyor. Uzun yıllar unutulan seçmenler beş yılda bir seçim nedeniyle anımsanıyor ama demokrasiyi yozlaştıran, oyları “Namus ve onur” sayma bilincinden uzaklaştıran yöntemler kullanılıyor. Sonuçta spor takımı tutar gibi hatır için parti tutulup o veriliyor. Bölgecilik, etnik dayanışma, partizanlık, tarikat, aşiret, ticaret ilişkisi, çıkar etkili olabiliyor. Sonuçta da olanlar demokrasiye, ulusa, ülkeye, bizlere, hepimize oluyor. Seçim bir sınav ve olanaktır. Demokrasinin en belirgin göstergesidir. Ona yaraşır olmak çabası gerçek yurttaşlığın ölçütüdür. Kimi parti sorumlularının köktendincilere, kimilerinin kürtçülük yapanlara, kimilerinin de mezhepçilik koşturanlara hoşgörünme çabalı gereksiz sözleri demokrasinin kötüye kullanılmasının örnekleridir. Bunlar kimseye yarar sağlamaz., kötülükler büyür o kadar. Demokratik kitle örgütleri de bağımsızlık ve yansızlıklarına gereken özeni göstermez, kimi kuvvetlerde söz ederek bir şey kazandırdığını anlatır, yönlendirmeye, etkilenmeye elverişli duruma düşerse bağımlı olur, güdümlü olur. İstenileni yapmak ya da yapmamak zorunda kalır. İlkeli, tutarlı olmak, gereksinimlerini kendisi karşılamak ekonomik gücüyle işlev özgünlüğüne uygun davranışları sürdürmek çekiciliği korumaktır. Kimi olaylara, oluşumlara, kimi yazarlara ve yazılanlara baktıkça umudu taşımak ve korumak güçleşiyor. Milli Görüşçülerin Milli Çözüm dergisinde yazılanlar günümüz iktidarının doğrultusunu açıklamaktadır. Başlangıçta ulusal çözülmeyi erek edinenler, şimdi karşıtlıkları nedeniyle yapılarını yeniliyorlar. Kimileri de bilinenleri antiemperyalist göstererek yeni ilişkilerle sahneye çıkıyorlar. Ümmetçilerin antiemperyalist olduğunu savunmak yanılgıdır. Bir ya da birkaç devlete belli nedenlerle karşı olmak geçici bir tavırdır. Antiemperyalist kişi, ilkede tüm sömürü, uluslararası tekelcilik, yayılmacılık ve dayatmacılığa, kapitalizmin oyunlarıyla oyuncularına karşıdır. Çizgi ve doğrultu değişikliği, yön ve yol düzenleme nitelikli açılımlar ilkelerden ödün kuşkusu yaratmaktadır.
Doğrulanan kuşkular Türkiye’mizin içine çekilmek istendiği karanlığın belirtilerle artmaktadır. TRT’deki görevden almalar ve atamalar, Çanakkale Belgeseli’ni “Ajans 1400” adına hazırlayan kimsenin yenilmez kahraman Mustafa Kemal’e yer vermemesi anlayışından vazgeçmediğini kanıtlamaktadır. Kadınlarımızı ikinci sınıf yurttaş sayan gerici anlayış ne yazık ki sürmektedir. Yıllar önce Türk Kadınlar Birliği avukatı olarak Danıştay 5. Daire’de 2’ye karşı 3 oyla “Kadınların kaymakam olamayacağına” ilişkin kararı aldığım zaman duyduğum üzüntüyü yeniden yaşıyorum. Kadın eli sıkınca abdesti bozulan, insanlığını unutan, başka şeyler düşünen insanın dindarlığına inanılır mı? Müslümanlığı bu kadar zayıf ve değişken göstermek doğru mu? Program değişiklikleri, dinsel içerikli yayınlar Türkiye genelinde amaçlı gidişin somutlaşmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın amacı, sonuçları, insan hakları, demokrasi, laiklik, hukuk devleti, Söylev, Anayasa konusunda bilinç dokuyan izlenceler belli günlere ve saatlere sıkıştırılarak geçiştiriliyor.
Karamanlis’in Karamanlı olduğu söylemleri vurgulanırken Papadopulos’un Akritas Kıyım Planı yapımcılarından olduğu gözardı edilmektedir. Karmakarışık, dolaşık gidiş kimilerinin işine gelmektedir. İstanbul’daki terör olaylarından sonra Madrid’deki olay da köktendincilerin herşeyi göze alabilecekleri konusunda yeterli sayılmamıştır. Gerici basın hızla, Silahlı Kuvvetlere, yargıya saldırılarını sürdürmektedir. Olaylar, yıllarca koşullandırmanın, kışkırtmanın, dolaylı ve açık eğitimin sonucudur. Suça özendirenler konusunda ciddi hiçbir işlem, güven verici hiçbir yaklaşımın tanığı değiliz. İlerici geçinip asılsız suçlamalarda bulananlar yargı kararıyla sorumlu bulunduklarında özür dilemeyi bilmeyecek ölçüde katılık içindeler. Hakların özgürlüklerin inançların en sağlıklı güvencesi laikliği savunurken bize “Jakoben, 1930’larda kalmış baskıcılar, laikçiler, laikperestler” diye saldıranlar İspanya olaylarıyla acaba uyanmışlar mıdır? Vicdanlarının sesine kulak vermişler midir? Kendilerine yakınlarına yönelik bir saldırı olsaydı ne yaparlardı? Bu soruları akıllarıyla yanıtlamayanlardan hiçbir şey beklenemez.
50 yılı aşan demokrasi deneyimimiz umduklarımızı, özlediklerimizi getirmedi. Rusya Stalin’den, Almanya Hitler’den, Fransa Peten’den, Portekiz Salazar’dan, İspanya Franko’dan, İtalya Mussolini’den, Yugoslavya Tito’dan, Romanya Çavuşesku’dan, daha başkaları kendi diktatörlerinden kurtuldu, AB’ye katılıyorlar. 1930’ların en iyi cumhuriyetlerinin başında gelen Türkiye bekletiliyor, oyalanıyor. Demokrasiyle diktatörlükler, laikliğiyle dinci rejimler için kötü örnek olan Türkiye’yi AB yetkilileri bir türlü benimseyemiyor. İçimizdeki yalvar-yakarcıların, verkurtulcuların ödüncü yaklaşımları değerimiz konusunda kuşku yarattı. Eşitliği, hukuku ve onuru düşünmeyip kendilerini düşünenler sorumludur.
Çok kimse işin kolayına kaçıyor. Açıkça, doğrudan tavır koyamayanlar, çekinenler, kaçınanlar başkalarını kullanarak dolaylı yollarla etkili olmaya ya da kimi olumsuzlukları böylece önlemeye çalışıyor. Seslerini böylece duyurmayı uygun buluyorlar. Görevlerinin gereğini, beklenenleri yapamayanlar başkalarını öne çıkararak “Biz de varız, işte böyle yaptırırız” türü yolları deniyorlar. Minder dışı, kaçak güreş. Başkalarının üzerinde ya da başkalarını konuşturmak kurnazlığı işe yaramaz. Diyeceğini başkasının eline tutuşturmakla, başkasının yazdığını okumak birdir, marifet değildir. Yürekli olmak gerekir. Sakıncalı ise kalkışma, değilse kendin yaz, kendin oku. Halka doğruları anlatarak benimsetmeyi beceremeyenler nerede olurlarsa olsunlar başarılı olamazlar.
Yerel seçimlere rahatsız eden gürültüler, kimi Bakanların seçmenleri tehdidi, kimi belediyelerin tapu, kiminin de su parası borçlarını silmesi gibi seçim rüşvetleriyle giriliyor. Adayların çokluğu “Ne var bu işte?” dedirtecek ölçüde. Ama kimsenin Kıbrıs’a ilgili dörtlü zirveye katılmayacağını açıklayan Denktaş’ın neleri vurgulamak istediğine ilişkin sorunu yok. Tayyip Erdoğan’ın “Önemsenecek konu değil” sözleriyle küçümsenip dudak bükülecek bir olay değil. Kıbrıs’ı, sorunlarını, tarihiyle ve özellikleriyle Denktaş’tan daha iyi bildiklerini, daha çok sevdiklerini asla ileri süremeyecek kimilerinin Denktaş’ı suçlayıp dışlama çabaları bağışlanacak bir aymazlık değil.
Sevenler herşeyi düşünerek oy vermeli, Kıbrıs’ı da asla gözardı etmemeli. Yalnız bu mu? Yine Recep Tayyip’in koşullandırma eğitimi girişiminin bozulmasına katlanamayıp “... top bir döner, iki döner, üçüncüde gol olur” sözleriyle Milli Eğitim Bakanlığı’nın Ders Kitapları Yönetmeliği’nde yaptığı değişiklik birlikte değerlendirilmelidir. Okullara tarikat ürünlerinin girmesine kolaylık sağlayacak yeni düzenleme laik cumhuriyet yönünden sakıncalara açıktır. Tanımı yapılmamış “Toplumun ortak değerleri” bugüne değin olduğu gibi Türk-İslam Sentezi doğrultusunda “milliyetçi-muhafazakar” ve “milli-manevi değerler” söylemleriyle gelişen gericiliği anımsatmaktadır. Hıristiyan dininden olduğu için spor merkezinden çıkarılıp giriş kartı geçersiz sayılan bayanın da durumu gözetilirse değişmenin, laikliği anlamanın, modern ve demokrat olmanın gerçekleri yansıtmadığında duraksanamaz. İnanç sömürüsü yaptıklarını açıklayarak geçmişindeki kara bölümü aklatmaya çalışan Recep Tayyip’in sözlerine inanıp güvenmenin güçlüğü ortadadır. YÖK’le uzlaşmanın diretmelerle olanaksız kalması da gerçek amaçlarının oyalama ve aldatmalarla gizlenip ertelenerek yürürlükte tutulduğunu göstermektedir.
Pakistan Cumhurbaşkanı’nın, Suriye Cumhurbaşkanı’nın eşlerinden sora ikinci kez Türkiye’ye gelen Ürdün Kralının eşi de çağdaş görünümüyle anlamlı bir örnek oluşturuyordu. Kral’ın tutucuların kutsal kitaplara aykırı düşen tutumlarına ilişkin sözleriyle birlikte değerlendirilince Kraliçenin açık başının bizdeki inatçıları utandırması, hiç olmazsa düşündürmesi gerekir. Seçmenlerimiz inanç sömürüsü yaparak yönetimi ele geçirenlerin inatlarıyla nerelere gidebileceğimizi kestirmeye çalışmalı oylarının değerini bilmelidir. İş işten geçince yakınmanın yararı olsaydı “Son pişmanlık fayda etmez” sözü kullanılmazdı.
İktidar birşeyleri çok kötü yaptı. Muhalefet anımsanacak olumlu bir şey yapamadı. Kötülüklerden neyi düzeltti, neyi geri çevirdi, neyi önledi, neyi seslendirdi, hangi birlikteliği sağladı? Kimleri uyardı? Kimlere yardımcı oldu? Kimlerle ilgilendi? Anamuvafakat partisi görünümünden kurtulamayıp seçim atışmalarıyla ilgi toplanamaz. Seçim kazanmak için her yolu, her yöntemi geçerli sayan çağdışı anlayış tüm hızıyla hiçbirşeye aldırmadan sürüyor. İktidar ve muhalefet hiç fark etmiyor. Seçmen bıkkın ve şaşkın. Yeni çalışma yerlerinin açılışında konuk olarak bulunan önceki genel başkanlarını övgüyle kutlayacak yerde katkısına karşı çıkacak yönde hırçınlaşan partizanlar, militanlar duyuluyor. Kuruluşlarına bağlılıkları rozetle sınırlı olan sözde üyelerin varlığı en zararlı yığınaktır. Gençliğe, yenilenmeye, atılımlara, devingenliğe kapılarını kapamış bir yapı er-geç yıkılır. Yapılanları yadsımak değil, üstüne birşeyler eklemek başarıdır. Gelecekte düzenlenecek çizelge kimlerin ne olup olmadığını belgeler.
Ulusal dayanışma, toplumsal barışla sağlanır. Ulusal birliği yıkmak isteyenlere karşı kendi içinde birlik sağlayarak ilk yanıtı veremeyenlerin, karalama ve kavga yanlılarıyla birlikteliği kendi çıkarları için sürdürenlerin, yurttaşlık görevlerini ve tüzüksel yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin göstermelik toplantıları, kimseyi kandıramaz ve birşeye yaramaz. Siyasal güç sağlamadıkça, böyle bir oluşumu amaçlamadıkça hiçbir etkisi olamaz. Zaman yitirilir, o kadar.
Çanakkale savaşlarını anımsamak, Atatürk’ün “Topraklarımızda yatanlar bizim evladımız olmuşlardır” sözündeki yüceliği, insanlık anlamını kavramak günümüz için büyük derstir.
Ülkemizin, yurdu kurtarıp laik Türkiye Cumhuriyetini kuranların, birbirimizin değerini bilelim. Demokrasi siyasal bir oyun değil, çağdaş topluma yaraşan yönetim biçimidir, yaşama biçimidir. Devlette, özel kesimde gereklerine özenle uyarak yaşatıp koruyalım.




İki Büyük Tehlike





İki Büyük Tehlike















Yekta Güngör Özden

Her ülkenin olduğu gibi Türkiye’mizin de kimi sorunları çözüm beklemektedir. Ekonomik, toplumsal, hukuksal, siyasal her tür sorun iyi niyetli ve yetenekli iktidarların öncülüğünde başarıyla çözümlenir. Bunların yaratacağı güçlüklerin giderilmesi olanağı her zaman vardır, bulunabilir. Ama giderek büyüyen iki tehlike Türki­ye’mizin varlığını ve geleceğini olumsuzluklarla karşı karşıya bırakmaktadır.

Biri İRTİCA (gericilik), öbürü IRKÇILIK’tır. 

İkisinin de terörle yakın ilişkisi vardır. Uluslararası ortamda El-Kaide islâmcı terör örgütünün yanında Afganistan’ın Taliban’ı, Mısır’ın Müslüman Kardeşler’i, Filistin’in Hamas’ı hemen anımsanan gerici-dinci örgütlerdir. Türkiye’de İbda-C, Hizbullah, Kaplancılar vd. adlarla kendini duyuran yasadışı dinci örgütler ulusal bağlamdaki örneklerdendir. Günümüz siyasal iktidarı lâiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak suçundan Anayasa Mahkemesi’nce cezalandırılmıştır. Sakıncalı tutumundan dönmek yerine sık­ma­başa sarılarak, sıkmabaşlı milletvekillerine yeşil ışık yakarak, yargı kararlarına karşın sıkmabaşlı öğrencilere ve öğretim üyelerine üniversite kapılarını açarak dinsel düzenden vazgeçmediğini sık sık yinelemektedir.

İkinci tehlike, dinci açılımları gerçekleştirmekte kolaylık sağlanması için verilen ödünlerle kürt ırkçılığının boyutlarının artmasıdır. Tam eşitlikçi yurttaşlar düzeni olan, hiçbir soy ve inanç ayrımı gözetmeyen cumhuriyetin yurttaşı olmayı, her yurttaşı kucaklayan “Türk Ulusu” kavramının anlam ve amacını yadsıyarak sürdürülen bölücülük ve yıkıcılık 1980’li yıllardan bu yana 40 bine yakın yurttaşımızı aramızdan almıştır. Hâlâ güneydoğudaki kimi il ve ilçelerde denenen ayaklanmalar, kolluk güçlerine karşı çıkmalar, saldırılar, terör örgütünün rengini taşıyan bezler sallayıp zafer işaretleri yaparak, örgüt başının adıyla bölücü sloganlar atıp posterlerini taşıyan kalabalıklar kürtçülük akımının geldiği düzeyi göstermektedir. Güncel durumları, gerçekleri bırakarak ekonomik ve toplumsal kimi sorunlardan söz ederek sorunu yanlış değerlendirmekle bir yere varılamaz. İktidarın 2011 seçimleri için tüm kalkışmaları, tehditleri, saldırıları, amacı açıklayan konuşmaları görmezlikten-duymazlıktan gelerek savuşturmaya çalışması yarınlarda daha büyük sorunları karşımıza çıkaracaktır. Somutlaşan amaç kürtçü liderlerin açıkladığı gibi özerk yönetimden bağımsız kürt devletine geçmektir. Geçmişin olaylarını tersine çevirerek, Mustafa Kemal Atatürk’ü ve cumhuriyeti suçlayarak, Mustafa Kemal’in 85 no.lu 1921 Anayasası ile 16 Ocak 1923 İzmit konuşmasını yanlış değerlendirip Lozan görüşmelerini çarpıtarak, 1924 Anayasası’nı ve kürt isyanlarını yadsıyarak bir yere varılamaz.
Güneydoğudaki genel seçimlerin ve yerel seçimlerin sonucu baskı, tehdit ve ölümle korkutulan yurttaşların kürtçüleri yeğlediğini göstermektedir. Kürtçü belediye başkanlarının, öbür yerel yönetimcilerin yanında, hattâ önünde BDP’li milletvekillerini göstermektedir. Ama hiçbirine Silivri yargısı kapsamındakilere uygulanan yöntemler uygulanmamakta, 30 yıl süren ceza dâvası da zamanaşımı nedeniyle sonuçsuz kalmaktadır. Kandil elebaşları “Sınır dışına çekilmek asla söz konusu değildir” diyerek Türkiye içindeki yuvalanmaları, destekleri, militan varlığını ve güçlerini itiraf ve ikar etmektedirler. Ne Kandil’e karşı, ne de yurt içinde etkin bir önlem, anlamlı bir tepki saptanamamaktadır. İktidara yaranma, ilişkileri düzeltme çabasındaki medyada kürtçülere destek giderek artmakta, “anadilde eğitim”le “Kürt ulusu” teriminin Anayasa değişikliğiyle gerçekleştirilmesi önerilip istenmekte, iktidar “Yeni Anayasa” çıkışıyla sanki 2011 seçimlerinden sonra bu istemleri gerçekleştirecekmiş gibi kürtçülere umut vererek oy almaya, istediklerini daha rahat yapabilme olanağı bulmaya çalışmaktadır. Kürtçülerin isteklerini yerine getirince ayrı devlet kurma, “kendilerini yönetme” ayrımcılığından vazgeçecekleri sanılarak aldanılmakta ve halk çoğunluğu aldatılmaktadır. Eşitlik olmasaydı nasıl milletvekili olacakları, nasıl asker ve sivil devlet görevini yüklenecekleri, nasıl özel kesimde varlık edinecekleri, zenginlikleri songulanmamakta, feodal yapının getirdiği sorunlar bırakılıp cumhuriyet yapısının yıkımıyla uğraşılmaktadır.
İktidar o kadar aşırı hoşgörülü sorumlular o kadar ilgisiz ki siyasal yasaklılar siyasal çalışmalara yoğun buçunde katılmakta, onbinlerce yurttaşın kanına giren teröristbaşından “Sayın” diyerek söz etmekte, sorunun çözümü için onu yetkili göstermekte, onun avukatlarınca ulaştırılan buyruklarına uymakta, uymaya çağırmakta, devleti tehdit etmekte, daha ileri giderek “Kürt halkı kendini yönetmek istiyor” sözüyle sakladıkları amacı açıklamak için iktidarın yarattığı ortamı elverişli bulmaktadır. Unutmamak gerekir, hukuk diploması ve avukat ruhsatı almakla kendini hukukçu sanan kimileriyle, muhabirlik günlerini anımsatan çocuksu yazılarıyla gelişmediğini gösteren düşünce yotksullarının “Kürt sorunu” deyişleri asla gerçeği yansıtmamaktadır. Türkiye’de “Kürt sorunu” değil “Kürtçülük sorunu” vardır. BDP milletvekillerinden Sırrı Sakık’ın TBMM kürsüsünde “Ben Türk değilimi” sözleri Türklük ile Türk Ulusu kavramlarını anlamadığını ya da özellikle anlamamış görünerek sömürüsünü göstermektedir. Anayasa’nın 81. Maddesi gereğince içtiği anda aykırı davranmaktan öte andını geri almış sayılacağından milletvekilliğinin düşürülmesi gerekir. Bu sonuç, Ahmet Türk’ün taşıdığı soyadını değiştirmemesi nedenini de düşündürmektedir. Korkak, çıkarcı ve lâik cumhuriyetle Atatürk karşıtı kimi bilimsel sanlı kinci ve dincilerle kimi aymazların ve sapkınların destek verdiği, kimi varlıklılarla yabancıların yardım musluklarını açık tuttukları anlaşılan kürtçülük, anayasal, ulusal ve yaşamsal ilkelerden ödünler verilerek değilaçık, kesin, gerçekçi ve yürekli duruş ve tutumlarla önlenir.

Kürtçüler iktidarın gündeme getirdiği “alt, üst kimlik” tartışmalarını da kabûl etmemekte “Türk ayrı, Kürt ayrı kimliktir, başka kimlik söz konusu değildir” demektedirler. Tüm bu durumları görmemek için görme özürlü olmak gerekir. Doğuya yapılan yatırımlar, bayındır kılma çabaları, teröristlerin yakıp yıktıkları okullar, tesisler, öldürdükleri yurttaşlarla, yalan ve iftiralarla, gizli tanıklar ve sözde itirafçılarla karşılanmıştır. Kimi sözcüklerine katılmasak bile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bu konudaki eleştirileri yerindedir.
Önceki devlet yöneticilerinin “Federasyon” ve “Realite” söylemlerini AKP’nin ödünleri izledi. Habur karşılamaları durumun kötülüğünü tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Ayaklanmalar, çocuklarını panzerlerin önüne süren, onları taş, molotof kokteyli, havaî fişeklerle polise ve jandarmaya saldırtan aileler, teröristlerin cenazelerini sloganlar, posterler ve zafer işaretleriyle kaldıranbinler, BDP’li milletvekillerinin kışkırtıcı konuşmaları hızından ve dozundan birşey yitirmiş değildir. Silâhlı Kuvvetleri yıpratmak, yargıyı etkisiz kılmak, giderek bölmekle uğraşmaktan teröre yeterli zamanı ayıramadığı anlaşılan iktidarın sorumluluğu ağırlaşmakta ve artmaktadır.

Dış destek, sözde dostların ve kimi komşuların yardımlarıyla şımarıp azgınlaşan kürtçülere AB ülkeleri de kapılarını açık tutmakta, onları dinleyip yönlendirmekte, kimi azınlık savlarıyla onlara arka çıkmaktadır. Bunlara karşın arap ülkeleriyle ilişkileri güçlendirmeyi yeğleyen iktidar, Türk Cumhuriyetlerine karşı soğukluğuna aldırışsızlık ekleyerek olayların ve yerine getirilmesi olanaksız isteklerin sürmesine neden olmuştur. Ermenistan, İsrail ve İran kuşatmasındaki Türkiye, bir zamanlar terör örgütünü yuvlandıran, aşırı solcu olup şimdi iktidarı destekleyen eski militanları barındıran Suriye ile Lübnan’ın koltukçusu olmuştur.
Irak egemenlerinin oyalayıcı, aldatıcı ve iki yüzlü tutumu da gereken tepkiyi görmüyor. ABD’nin gizlenen koruyuculuğu altında kabadayılık taslayan Kandil kaçakları, Türk Hava Kuvvetleri’nin onca bombardımanına karşın güçlerini korumaktadır. Demekki eksik olan, yeterince yapılamayan, yapımlak istenmeyen, başarılamayan bir şey vardır. Türkiye Cumhuriyeti’ne kafa tutan terör örgütü varlığını sürdürebiliyorsa Türkiye yönetimi sorgulanmalıdır. Silâhlı Kuvvetler eli-kolu bağlı duruma getirilmiş, lâf ebelerinin yakınması üzerine kozmik odalarına, lomanlarına, çalışma-görev yerlerine kadar girilip araştırmalar yapılmış, gerçek dışı suçlamalarla komutanlar önüne çıkarılarak haklarını almaları engellenmiş, iktidarın kötülüklerinin, yanlışlıklarının ve sakıncalı gidişinin önüne çıkması olası güçler ve kesimleryargı kullanılarak sindirilip yokedilmek istenmiştir. Türkân Saylan öldürülmüştür. Haberal, Hilmioğlu, Yurtkuran, Özkan, Poyraz, Cihaner, Doğan, Balbay ve öbür Silivri tutuklularının da ölmelerinin istendiği anlaşılmaktadır. Çelişkili, aykırı, amaçlı uygulamalar bunu göstermektedir. Silivri’dekiler Kandil’dekilerden daha tehlikeli sayılmakta, yabancı ve dşman kuklası kürtçülere gösterilen kolaylıklar Silivri’deki komutanlardan, bilim adamlarından, yazar ve gazetecilerden esirgenmektedir. “Masumiyet karinesi” yok sayılarak tüm şüpheli ve sanıklar iktidar tarafından cezası kesinleşmiş hükümlüler gibi nitelendirilmektedir.
Kendi halkından, ulusundan çokyabancıları dinleyen iktidar, sorunu kestirip atmaktan kaçınmakta, “Günüzüm varsa gelin, alın” diyemektedir. Soruşturma, kovuşturma, geçiştirme, oyalama, avutma, savsaklama, ertelem, uyutma ve bildiğini okuma birbirine karışmış durumdadır. İktidarın kendinden başkasını, ülkesini düşündüğüne inanmak güçtür. Öte yandan Apo tek seçici gibi davranıp belediye başkanını tehdit etmekte, ateşkes süresinin sınırını belirlemekte, koşullar gündeme getirerek iktidarı etkilemekte, konuklar düzeninde ağırlanarak amacından dönmediğini açık biçimde ortaya koymaktadır. PKK’nın İmralı’dan yönlendirilip yönetildiğine ancak yandaşları karşı çıkabilir. Siyasal iktidar, yönetimindeki devlet kurumlarıyla PKK’nın doğrudan görüşme yaptığını dolaylı anlatımlarla açıklamaktadır. Apo’yla görüşmelerin bugüne değin neler sağladığı da bilinmemekte, sağladığı bir yarar saptanmamaktadır.

Yönetimin zayıflığı o kadar belirgin ki son günlerde PKK yararına görüş veren kimilerinin emeklilikten önce çok önemli görevlerde bulunanlar olduğu kuşku ve üzüntüyle öğrenilmektedir. BDP’lilere gösterilen aşırı hoşgörüden anlaşılıyor ki günümüz iktidarı PKK’dan da BDP’den de korkmakta, üstesinden gelemeyeceği olaylara neden olmaktan çekinmektedir. Ulusal devletin yapısını bozacak girişimleri ve kalkışmaları devleti koruyacak iktidar önleyemiyor. İktidar için ödün vermek çözüm, başarı ve beceri sayılıyor. Yarın neler olacağı kestirilemiyor, gerçekçi, kalıcı, etkin önlemler alınamıyor,cumhuriyeti koruyacak çalışmalar yapılamıyor.

PKK’nın 32. kuruluş yılı nedeniyle Hakkâri-Yüksekova’da, Diyarbakır-Lice’de yapılan taş­kın­lıklar (aslında ayaklanmalar)a iktidar önem vermiyor görünmektedir. Kışkırtıcı konuşmaları gerçek durumu bilmeyen, aldatılan yurttaşlar zafer işaretleriyle, alkışlarla karşılıyor. Kimi yargı yerlerinden kürtçülüğe açılım sayılacak öneriler, güç verecek kararlar çıkıyor, insan hakları, özgürlük, demokrasi sömürüleri sürüyor. Kürt kökenli yurttaşlarımızı değil, kürtçülük yapanları eleştiriyoruz.kürt kökenliler içinde arkadaşlarımız, meslektaşımız, öğrencimiz, dostumuz var. Kürt kökenli avukatla birlikte savunma görevi aldığımız davâ oldu. Kürtçülük yapmayan, ulus bağlamındaki birlikteliğimizin ve cumhuriyetle Atatürk’ün değerini bilen yurtseverleri var. Sorunun sorumluları AB, ABD, Er­menistan, Irak ve içimizdeki PKK’lılarla yan­daşlarıdır. Bir o kadar da siyasal iktidardır, medyadır, üniversitelerdir, yargıdır.
“Yeni Anayasa..” sözü kürtçülerle sıkmabaşçılara uzatılmış ucu zehirli bir oltadır. Bundan önce yapılanların olduğu gibi bundan sonra yapılacakların da demokrasiyle ilgisi olmayacaktır. İktidarın ruhunda, anlayışında demokrasi yoktur. Demokrasiyle eğitilmemişler, inançla dokunmuşlardır. Demokrasiyi bilmeyenler demokrasiden söz edemezler. “Sivil irade, askerî vesayet, yargı vesayeti” sözleriyle yolalmak isteyen iktidar, rejimi koruyup güçlendirmek, demokratik niteliğini yükseltmek yerine tehlikeye atmaktadır. Feodal yapının, topraksızlığın, şeyhe ve aşiret başına bağımlılığın çözümlenmesine önclik vermek gerekir. Yoksa kimi raporlardan söz ederek, kimi ödünler ve ayrıcalıklarla çözüm olacağı havasını basmanın hiçbir anlamı ve yararı yoktur. Türkiye bölünmez bir bütündür. Bir bölgede demokrasi olacak, öbüründe olmayacak, böyle bir çelişki düşünülemez. Etnik duyarlıklar, kültür farklılıkları, kimi özellikler elbet özgürlük içinde yaşam bulur. Kürt kökenlilerden başka kökenliler de var. Ancak etnik özellikler ve özgünlükler ulusal yapıyı bozacak zorlayıcı girişimler olamaz. Anadil öğretilir ama devletin Türkçe’den başka ikinci bir resmî dili olamaz. Yurtdışından verilen örneklerin Türkiye için uygulanmasını gerektiren benzerlikler bulunmamaktadır. Bir kez ödün verilince nerede duracağı, ne sonuçlar getireceği iyi düşünülmelidir. Çok açık olan gerçek, kimi siyasal kuruluşların içlerindeki kürt kökenlilerden kürtçülük yandaşlarının etkisiyle ya da liberal demokrat geçinenlerin kışkırtmasıyla ödünler vererek sorunu çözecekleriune ilişkin kanılar yanılgılarıdır. Yaşamı, güncel olayları, iç kalkışmaları, ayaklanma olaylarını ve dış baskılarla destekleri hep birlikte değerlendirmeden hazır reçetelerle sonuç alacaklarını sanmaktadırlar. Ayrım, kutuplaşma giderek keskinleşmektedir. Kürtçülerin ölçüsüz, aşırı, ayrımcı çabaları dracak sanılmamalıdır. Devletle çatışmaktadırlar. Bundan daha belirgin bir kanıt olamaz. İktidar da kendi amacı ve doğrultusu için bu kesimi okşayarak susturup durduracağı inancıyla yumuşak davranmaktadır.




“Asimilâsyon” söylenti ve suçlamalarına, “Özgürlük” yalanlarına kanmamak gerekir. Farklılıkların yarattığı zenginliğin ulusal dokunun özelliği olduğu bilinmeli, yıkıcılıkla, kavgayla, savaşla, ödünle, şirin görünme çabasıyla, anlayış ve hoşgörüyü aşan tutarsızlık ve zayıflıkla bir yere varılamayacağı benimsenmelidir. Teröre başvurup dışardan destek alan kürtçülerle, terör karşıtı kürtlerin ayrı duruşu bile teröristlerin ağır yanılgı ve sapkınlığını anlatmaktadır. Bize düşen, ulusal birliği, ülke ve ulus tümlüğünü korumak, yanılanlara gerçeği öğretmektir. Siyasetin ikilemleri ve ödünleri gerçek çözümü sağlamaktan uzak görünmektedir. Yepyeni Türkiye Cumhuriyeti aşırılıklara kıydırılamaz.




Şamata,




Şamata,


Yekta Güngör Özden
07.11.2005/Sayı:94


Cumhuriyetin bir erdem niteliğiyle demokrasiyi yaşama geçirmesi, yönetim biçimi ve onurlu bir ad olarak dokularımıza işlemesi kimileri yönünden değer taşımıyor. Bitmez tükenmez kinleriyle çıkar düşkünlüklerini hiçbir utanma duymadan açığa vurmaktan çekinmiyorlar. Yabancılara yaranmak için, her şeylerini borçlu oldukları kurtarıcılarla kuruculara saldırmayı beceri sayıyorlar. İnsanı tiksindiren çirkinlikleri sınır tanımaz arsızlıklarla sürüyor. 10 Kasım’la sınırlı tutulmaya çalışılan Atatürk’ü anma etkinlikleri, sözde, yapay, sahte Atatürkçülerin içtenliksiz konuşmaları, göstermelik toplantılar, yinelenen geçiştirici konuşmalarla, bilinen iletilerle geçecek. Yabancı, asker ve sivil tanınmış kişilerin değerini tanımlayamadıkları, övücü sözlerle saygı sundukları Atatürk’e sahip olmakla benzersiz bir kıvanç duyacağımız yerde yalana dayalı, inancı kötüye kullanma örneği yergilerle karalayıp yadsımanın kötülüğü açık. Siyasal iktidarın her yeri iyice ele geçirmek için yabancı desteğiyle attığı adımlara koşut olumsuzlukları yaşadığımız bugünlerde, kötü gidişi destekleyen, partizanlığa, kadrolaşmaya, yağmaya, kayırmaya, demokrasiyi yozlaştırmaya katlanan, hattâ bunlara araç olanlar kendi karanlıklarında tükeneceklerdir.

Orucu yalnız midesiyle tutanlar, dinsel görevlerin ve gereklerin bilincinde olmayan aymazlarla çağdışılıkları belirgin bağnazlar toplumsal yaşamı çekilmez duruma getirmek yarışındalar. Ilımlı islâm, müslümanlığın lâiklikle güvencede olduğunun reddiyle biraz yumuşatılması ve lâikliğin Müslümanlığa uygun duruma getirilerek anlamından arındırılmasıdır. Ne islâmiyet için ne de lâiklik için yararlı olmayan ılımlı islâm, ABD’nin Ortadoğu dengelerini kendi çıkarına düzenleme amacıyla Türkiye’ye uygun bulduğu konumdur. Ümmetçilerin yurt, bağımsızlık, özgürlük gibi bir ilkeleri olmadığından dinden sözedilerek ne yapılırsa boyun eğmeye hazır duruşları, yabancıları umutlandırmakta ve sevindirmektedir. Savaşla alamadıklarını, barışla ve hukuk yoluyla sağlayamadıklarını dinsel yoldan elde edeceklerini sanmaktadırlar.

Uydular korosu

Kimi ödül beklentisiyle, kimi patron etkisiyle, kimi görünmek ve edinmek hevesiyle ülkesini, ulusunu, devletini kötülemekte, yabancı kaynaklı yalanlarla ulusal değerlere saldırmaktadır. Bu bozukluklar terör örgütünün de işine yaradığından azgınlığını artırmakta, şehit ailelerinin yakınmalarına kulak tıkayan yetkililer kırmızı çizgileri, önceki sözlerini, görev gereklerini unutup oldubittilere uymaktan sözetmektedir. Birisi “Ezberimizi bırakmak” önerisinde bulunurken, biri “Solun çelişkileri” çizelgesi düzenlemekte, köktendinciler bildiklerini okumaktadır. Sorun, sağ ya da sol sorunu değil, adam olmak sorunudur. Görev dönemindeki aykırılıklar nedeniyle ayrılmayı düşünmeyip sorunların önceden geldiğini savunanlar, köktendincilikten başka birliktelikleri olmayanların birbirlerini korumak için yıktığı değerler, yurtseverlerin gözünü açmalıdır. İnsanları kandırıp oy toplayan siyasî sahtekârların neler yapabildiğini, yapabileceğini her gün örnekleriyle izlemekten bıkıyoruz. Yineliyorum: Yobazların dayanışması Atatürkçü ve aydın geçinenleri utandırmalıdır. Zamanında gerekenleri yapmaktan kaçınan, ayrımcılığı, kavgayı ve bozgunculuğu yeğleyenlerin şimdi birleşme çağrıları inandırıcı olmamaktadır. Yaradılış, ıra (karakter), ahlâk, duygu, düşünce, tutum, ilke, anlayış vd. uyuşmazlıkları belirgin kişilerin, örneğin önce maocu, stalinci, kürtçü, PKK yandaşı olanların, şeriatçılarla kucaklaşanların, kafatasçıların, ırkçıların, çıkarcıların, döneklerin gerçek Atatürkçüleri aldatması olanaksızdır.

Türkiye’ye yeni Sevr’i dayatmak, yeni kapitülâsyonlarla Türkiye’yi güç durumlara düşürmek isteyenler AB ve ABD’den çok içimizdeki paracılarla pazarcılara güveniyorlar. Fener Patriği Bartholomeos AB parlamenterleriyle İstanbul’da toplanıp taktikler tartışıyorsa, ruhban okulu dayatması büyüyorsa, sözde ermeni soykırımı kararları ve anıtları birbirini izliyorsa, AB İlerleme Raporu baskı, ödün çizelgesi ve gözdağı bildirisi içeriğiyle hazırlanıyorsa, Barzani’yi ABD Başkanı, KKTC Cumhurbaşkanı’ndan daha önemli ve önde birisi gibi karşılıyorsa, abuk-sabuk, yamuk kişiler korunuyorsa, asıl ilgilenilmesi gereken sorunlara gözler kapatılıyorsa, Irak’ın kuzeyindeki terör yuvası için verilen sözler tutulmuyorsa nedenleri dışardan çok içerde aranmalıdır. Dağınıklık, kopukluk, ilkesizlik, tutarsızlık, kararsızlık ve köktendinci-çıkarcı ortaklığının saplantı ve sapkınlıkları lâik cumhuriyet karşıtlarına kapı açtığı içindir. Barzani’nin Türkiye’nin iyiliklerini unutup PKK yanlı konuşması ve tehdide kalkışması Özal’cıları uyarmalıdır. İktidarın yavaşlığı bu sonuçları getirmiştir. İçte ayrı, dışa ayrı görünme kimseyi kandırmamaktadır.

Gerçekdışı tanıtmalarla ABD Kongre Sarayı’nda bohçabaş sergisi açılmakta, gerici kalkışmalar ılımlı islâm adına destek bulmaktadır. ABD kendi çıkarı için gerçekdışı suçlamalarla Irak’ı işgal ediyor, binlerce insanı öldürüyor, Türkiye’nin güvenliği söz konusu olunca dağların operasyonlara elverişli olmadığı bahanesini getiriyor. Ankara Maslahatgüzarı da Irak kürt yönetimiyle işbirliğini öneriyor. Belçika Mahkemesi, Sabancı cinayeti sanığını demokrasilerin yüzünü karartacak bir yanlılıkla koruyor. Avrupa Parlamentosu üyesi Renate Sommer “Hepimiz iyi komşuluk istiyoruz ama hepimiz Türkiye’nin tam üyeliğini istemiyoruz” diye (21.10.2005) Avrupa’nın ikilemini Angela Merkel doğrultusunda yineliyor. Yunanistan Cumhurbaşkanından sonra Başbakanı Karamanlis de “Türkiye siyasî tavrını değiştirmeli” öğüdünde bulunuyor. Ya kendileri? Nato’nun askerî kanadına dönerken ses çıkarmayan yöneticilerin kulakları çınlasın.

Fransız sigorta şirketi Axa’nın Osmanlı’ların 1915’de zorunlu göç yaptırdığı ermenilerin yakınlarına 17 milyon dolarlık ödemeyi kabul etmesiyle başlayan gelişmelerin ABD mahkemelerinden sonra ikinci gedik olması, bu konuda Türkiye’nin başının ağrıtılacağının açık kanıtıdır. OYAK’ın gereken duyarlıkla ağırlığını koyup bu saçmalığı olabildiğince önleyeceğini umuyoruz.

Gülücüklerle, armağanlarla, nikâh tanıklıkları, kahvaltı ve iftarla dış ilişkilerin yürümediğini anlayacak deneyimi kazansalar da günümüz siyasetçilerinin akıl yolunu izleyecekleri kanısında değilim. Var-yok din, dinsellik… Dinden anlasalar, inanca saygıları olsa, yerinin özgünlüğünü bilseler ne ise…

Ya olanlar?

Çocuk yuvası olayları için bir mahkeme yayın yasağını geri çeviriyor, bir mahkeme yasak kararı veriyor. Hukuktaki çelişkiler, siyasal etki, baskı, kuşku ve söylentileriyle ilgilendirilirse yarayı kimse saramaz. Gereksiz yasaklamalar sansürden başka bir şey değildir. Demokrasilerin asıl ve en sağlıklı güvencesi hukuktur, bağımsız yargıdır.

Diyarbakır’daki 29 Ekim törenlerinde Atatürkçü Düşünce Derneği üyelerinin Atatürk posterini taşımalarının engellenmesinin sonucu o gün belli olmalı, Apo’nun posterlerinin taşınmasına ses çıkarılmayan ilde Atatürk için getirilen yasaklamaya karşı en başta valinin sesi duyulmalı idi. Nerde? Bir ara emniyet müdürü ile de anlaşmazlığa düşen valinin oraya özellikle getirildiği, kimi nitelikleri ve yakınlıklarının etkili olduğu söylentileri doğru olamaz.

Göztepe yeşil alanına cami yaptırılması yargıya taşınmışken Kadıköy’de altı cami daha yaptırılacağı yazıldı (1.11.2005, Yalçın Bayer, Hürriyet). Gerçekten ne yaptıklarını biliyorlar mı? Halkı uyuşturup uyutmakla iktidarda kalmanın olanaksızlığı tarihsel örnekleriyle bellidir. Dubai’lilere kuleler yaptırıp İstanbul’u İstanbul olmaktan çıkarmak da beceri değildir. İstanbul kirlenmesin.

Medyanın dokusu bozuldu. “Mütareke” ya da “müzakere medyası” ne denilirse denilsin, medya medya olmaktan çıktı. Şakşakçılık, yalakalık ve saldırganlık aldı yürüdü. Büyük kesimi çürüdü. Sahibini tanımadan, yalnızca makamına, sıfatına bakıp bir çağrısı, bir el sıkması, bir gülümsemesi nedeniyle övgüler yazanlar, bir yere girip çıkmakla değişenler, mevki, rütbe etkileriyle eğilip bükülenler, neler görülüyor.

Sivas Kongre Lisesi bahçesine kurulan iftar çadırlarının 4 Eylûl Kongresi’ne saygı yönünden sakıncası açıktır. 1950’lerde lisenin adı Sivas Erkek Lisesi idi. Öğrenci Derneğimiz öncülüğünde Millî Eğitim Bakanlığı’na yapılan başvuru uygun karşılanınca adı 4 Eylûl Lisesi olmuştu. Sonra Kongre Lisesi yapıldı. Sanırım 1981’de lise çıkarılarak müze oluşturuldu. Durumu 2001’de zamanın ilgili Bakanlarına anlatıp bakımı ve yeniden liseye verilmesinin yararı üzerinde durmuştum. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kutsallığını yeterince kavramış olsalardı tarihsel yapı bu durumlara düşürülmezdi.

Çokeşli milletvekili sayısı 5 olmuş. Bu bilineni, ya bilinmeyenleri? Çorum’un Lâçin ilçesinin Narlı beldesinde on yıllık öğretmen bayanın AKP iktidarından sonra bohçabaşla derslere girmesi önlenemiyormuş. “Böyle başa böyle tarak” sözü anımsanıyor.

Dışişleri Bakanı’nın eşi Ankarapalas’ta 8 Kasım’da karşı balo düzenlemiş. Sıkmabaşlılar boy gösterecek. Bu oluşumlar birbirine ekleniyor. Gaziantep’te Başbakan elpençe divan karşılanıyor. Bürokrat ve partici kuyruğu upuzun. TRT’de dinci izlenceler giderek artıyor. “Allah, inşallah, maşallah, fesüphanallah”lı konuşmalar, lâik rejim karşıtı değerlendirmeler, emekli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının katılmasını önlemek için izlenceyi kaldırmak (ben çağrıyı kabûl etmemiştim), iktidar organı sayılacak gazete yazarlarını konuşturmak, eşe dosta izlence ve sunuculuk yaptırıp onları zenginleştirmek neler neler yazılıp söyleniyor.

Başbakanın YÖK yöneticileri için sözlerini rektörler için kimi milletvekilinin terbiyedışı sözleri izledi. Liderlerine yaranmak çabası “adamlık” tartışmalarını gündeme getirdi. Demokrasiyle, insanlıkla bağdaşmayan durumların yaşanması ne acı. Karşıtlarına mevki, makam, koltuk açan cumhuriyeti kutlamaktan kaçınan belediye başkanları siyasetin ayıbıdır. Dışarda lâik, içerde dinci iktidarın simgeleri işte böyleleri; işte bunlar…

Başbakan kendi söylediklerini, yaptıklarını unutup Cumhuriyet Bayramı iletisi nedeniyle Cumhurbaşkanı’nı eleştirmekte, argo benzeri deyişler kullanmaktadır. Bir Başbakana böyle eleştiri yakışmakta mıdır, düşünmek gerekir. Cumhurbaşkanı’nı “Yargıya baskı yapmak”la suçlamak çok yanlış. İlkeyi ve genel doğrultuyu açıklamak baskı değil, destektir. Asıl baskı, mahkeme kararlarını uluorta eleştirmek, mahkemenin hakkında olumsuz karar verdiği kişileri zamansız ve kanıtsız suçlayarak hep böyle karar verilmesine çalışmaktadır. Baskı yapanı, baskıya açık olanı da kınamak gerekir.

Recep Tayyip Bey gürleyerek konuşunca sözlerine anlam kazandıracağını sanmakla yanılmaktadır. Bohçabaş için Londra’da söylediği “kamuoyu mutabakatı” kendi yandaşlarının desteğidir. Oyu da bellidir, boyu da. Kurumlararası mutabakat Anayasa’ya aykırı olamaz. Sorun temelinde geçersizdir. Tabu kendilerinindir. Sıkmabaşlının inançlı, açıkbaşlının inançsız olduğu ayrımı her yönden sakıncalıdır. Dayatmanın özgürlükle hiçbir ilgisi yoktur. Tersine, kadınların özgürlüğüne siyasal yetkiyi ele geçirmek için inanç sömürüsü yaparak elatmadır.

Ne acı... 82. yılında hâlâ 10. Yıl Marşı’yla cumhuriyeti kutluyoruz. 60 yılda böyle bir coşku duyuracak başarı yaşanmadığı için sözleri ve bestesiyle doyurucu bir marş özlemi sürmektedir.

Bilinen biri “Çıktık açık alınla, emin misiniz?” diye yazı yayımladı. İlk on yılda nerden nereye geldiğimizi, ortamı, koşulları, olanakları, yapıyı, durumu unutarak.

Kürtçülerin saygıya uzak toplantıları da ayrı.

Partizanlıkla kadrolaşmanın çocuk yuvalarındaki yıkımı herkesi etkilemiş görünse de sonuç değişmez. Sıkmabaşlı olunca kapılar açılıp iş bulunuyor, atama yapılıyor, nakil yapılıyor, yerleştirme, yükselme oluyor, kadro veriliyor. Eğitim, deneyim, başarı, kişilik, önemli değil. Şeriatçı ne yapsa sorumlu tutulmuyor, yeter ki yandaş olsun.

Gençlerin seçimle görevlendirilen temsilcilerini değil, aldatılmış yandaşlarını toplayarak nutuk çekmenin, nabza göre şerbet vermenin yararı sürekli olmaz. Bilimsel, sanatsal, sportif, düzeyli etkinliklerle gençleri akla, bilime, ahlâka, adalete, çalışmaya çağırmak gerekir. Daha üniversitelerde kendi derneklerini oluşturma özgürlüğü yok.

Ankara’da da sokak adları değiştirilip yakınlara ayrıcalık tanınıyor. Çocuk yuvalarında kız-erkek ayrımı düşünülüyor. Kredi kartı intiharları, ölümleri önlem düşündürmüyor. Genelkurmay Başkanı’nın orucu önemli haber oluyor. Çocuklar da oruç tutuyor. Kendilerine yakın göstermek için dinsel eğilim benzerliğini yansıtıp vurgulamak hoş değil. Baroları suçlayan Başbakan bilmeli ki onlar her zaman görevlerinin başındadır. Tutuklama ile ceza giymek ayrı durumlardır. Kişisel ve kurumsal durumlar da ayrıdır.

Tuhaflıklar

İlerleme, kalkınma, ekonomik başarı sözden ileri geçmiyor. Yazılanlar, yayınlar ortada. Halkın çektiği sıkıntı çok ağır. Olaylar yakınmaları doğruluyor. Yeni Türk Ceza Yasası sanıklara, suçlulara yaradı. Toplumsal barış ve düzen yönünden yararı saptanamadı. Bütçeyle ilgili Anayasa değişiklikleri nedeniyle kimi gereksiz düzenleme tasarılarının askıya alınması başarı mı, oyun mu, sonra yeniden gündeme getirilecek mi göreceğiz. Anamuhalefet partisinin bu tasarıları tümüyle kaldırtma güvencesi almadan Anayasa değişikliğine olur verdiği söylentileri doğru çıkarsa kendileri zarar görecektir.

Millî Güvenlik Kurulu’nun “Aşırı sağ öncelikli tehlike değil” saptaması gerçeklerle uyuşuyor mu? Dışarı bilgi sızdırılması kimleri öne çıkarıyor? MGSB’nin görüşülmesinin ertelenmesi nedenleri gözetilip değerlendirmeler düşünülürse ilginç sonuçlar ortaya çıkmaktadır.

Üniversitelerde iftar yemekleri düzenlenmesi de ilginç.

Paradan başka şey düşünmediği anlaşılan siyaset önderlerinin yargı, eğitim, sağlık, çevre, iş, aile, gençlik sorunlarıyla ilgileri (!) kimseyi mutlu kılmıyor.

Üsküdar Belediyesi 21.10.2005’te Said-i Kürdi’yi şaşaalı biçimde anma toplantısı düzenliyor. Üsküdar’ın caddeleri, sokakları nasıl, görmek gerekir.

2006 Bütçesi’nde YÖK ve kimi üniversiteler için artış yapılmaması özel ve amaçlı uygulamanın belirtisidir.

Gericilerle yandaşları kamuoyunu aydınlatma görevini asla gereken biçimde yapmıyorlar. Doğruları, gerçekleri yazmaya elleri, kalemleri varmıyor. Saptırarak, dolaylı anlatımlarla başka anlamlar yükleyerek çirkinlikleri saklıyor, güzellikleri de çirkinlik olarak yansıtıyorlar.

Camiye bayrak asılmasını önlemek, cami karşısında bayrağı küçültmektir. Camiyle bayrak birbirine ulusal günlerde yakışır. Yaranmak, yükselmek için olmadık yollara başvuranlar kendi vicdanlarında mahkûm olurlar. Kurallar amaçdışı yorumlanırsa uygulama bozuk olur.

Başbakanın, cumhuriyetin temel direkleri içinde lâikliği saymaması, değişme savlarını geçersiz kılmaktadır. Lâiklik, bağımsızlığın, özgürlüğün, hakların ve demokrasinin kaynağıdır. AKP’lilerin bu gerçeği benimsemeleri olanaksız görülmektedir. RTE’nin sözlerinin ciddiye alınması, üzerinde durulması giderek güçleşmektedir. Birçok şeyi bilmediği, bilmek istemediği ve kavrayamadığı izlenmektedir. Kimilerini de çarpıtıp saptırmaktadır. AKP hiçbir amacından vazgeçmedi. Düzelme, değişme, çağdaşlaşma, bilime, adalete, gerçeğe yönelme var mı? Hep cart-curt, zart-zurt.

Siyaset düzeyli bir alandır. Dilinin bozulması, özünü de etkilemektedir. Son zamanlarda beklenmedik sözlerle siyasetin niteliği tartışılmaktadır. Kanımca, siyasetçiler siyaseti gölgelemektedir. 9. Cumhurbaşkanı’nın “Silâhlı Kuvvetlere cumhuriyeti koruma görevini siyasetçilerin vereceği” yolundaki sözleri, cumhuriyeti kuranların çabasını, amacını, katkısını ve özellikle yasal gerekleri dışlamaktadır. Genelkurmay Başkanı’nın “Silâhlı Kuvvetler siyasal otoritenin kontrolü altındadır” biçimindeki uygun sözcükler kullanılmayan görüşünden sonra İç Hizmet Yasası’nın 35. maddesini gündeme getirecek yaklaşım tartışmalara açıktır. Gündem değiştirme, gündemde kalma gibi eğilimlere bağlanacak sözlere çok özen göstermek gerekiyor.

Genelkurmay Başkanı’nın 28 Şubat’la ilgili sözleri de böyle. Gerici basın nasıl sarıldı? 28 Şubat’ın bin yıl süreceği görüşü, aynı koşulların varlığında aynı kararların her zaman, iki bin yıl da olsa, alınacağının belirtilmesidir. 28 Şubat kararlarını Millî Güvenlik Kurulu aldı. Anayasal bir yetkiyle. Geçerli kararlar. Hepsi hukuka uyun. Bunu sürekli tartışmanın bir anlamı da yok. Kişiler ayrı olunca tutum da ayrı olabilir. Şimdiki Başkan, önceki gibi davranmayabilir. Herkesin etkilenmesi ayrıdır. Önem verdiği şeyler ayrıdır. Çoğunluğun katılacağını sandığım bir gerçek var, bugünkü durum 28 Şubat’takinden de kötü. Genel Kurmay Başkanı’nın özel koşulları ayrı olabilir. Bu görünüm basında kimi sorulara neden olduğuna göre tartışılacak demektir.

Silâhlı Kuvvetlerimize söz edilmesine karşıyız. Silâhlı Kuvvetler kişilerle de özdeşleştirilemez. Silâhlı Kuvvetlerimizi en az komutanları kadar sayar, sever ve koruruz. Cumhuriyet Bayramı iletisinde Genelkurmay Başkanı, Silâhlı Kuvvetlerden çok kendisine sataşmalara yanıt vermeye çalışmıştır. Kervan yürür. Her havlayana baş çevrilse yolda yürünmez. Silâhlı Kuvvetler konusundaki çirkinlikler ve haksızlıklar için Cumhuriyet Bayramı’nı beklemeden açıklama yapılması daha uygun düşerdi. Bayramda cumhuriyetin değeri ve nitelikleri belirtilip vurgulanarak koruma ve kollama görevini yinelemek, Atatürk’e ve ilkelerine bağlılıkları açıklayıp sapanları uyarmak gerekirdi. Bu, “ordu üzerinden siyaset yapmak” değildir. Silâhlı Kuvvetlerin tutumu, bakışı, temsili ve etkisi konusunda görüş açıklamak kimilerini yanlış değerlendirmelere götürmektedir. Demokrasi, askerî elatmalarla, silâhlı olaylarla bağdaşmaz. Kim Silâhlı Kuvvetleri siyasete karıştırır, araç kılarsa onarılmaz bir yanlışlık yapar. Ancak, Silâhlı Kuvvetler karşıtlığı da en az bu ölçüde tehlikelidir. Bu konuda söylenip yazılacak çok şey var. Zamanı ve yeri gelir, gerekirse, değiniriz.

Başbakan “Cumhuriyet sloganlarla korunmaz” demiş. Gerçek cumhuriyetçiler çalışarak, canlarını adayarak korurlar. İlkelere değinmek, aykırılıkları belirtip özlenenlere çağırmak slogan atmak değildir. Sloganları cami avlularında köktendinciler, şeriatçılar atıyor. Cumhurbaşkanı’nın Anıt-Kabir Özel Defteri’ne yazdıkları da mı slogan? Oraya yazılanlardan “… Her gün artan bir coşku ve birlik içinde kutladığımız…” sözleri gerçeği yansıtıyor mu? Keşke böyle olsa. Cumhuriyete slogansız sahip çıkmak, lâikliği inkâr edip Atatürk ilkelerini yıkarak, her şeyi satarak, Atatürkçülere çatarak, borca batarak, bağırıp çağırarak, AB’nin kapısında, ABD’nin eşiğinde yatarak mı olur?

Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçişi için işlemin zorunlu gereği Padişah olurunu, özel gönderme gibi göstermeye çalışan hain melekleri türedi. Büyük Söylev’i okumamış, okusa da anlamamış kimi bağnazlar “resmî tarih” suçlamasıyla gerçekleri karartmaya uğraşıyor. Suskun ve çekingen aydınlar kötülüklerin sorumlusudur.

PKK’nın kaçırdığı Polis Memuru Hakan Açıl kurtarılamadı. Yetkililer, ilgililer, görevliler, sorumlular nerde? Kırmızı çizgiler ne oldu? Kürt devleti için ne yapılıyor? Oldu-bittiler sineye mi çekilecek? Komutanların birbiriyle çelişen sözleri neyi gösteriyor? Neler oluyor? Apo, Irak devleti ya da güneydeki bir kürt devletinin başkanı olsa, onun için de mi aynı şeyler söylenecek? Hiçbir siyasi tavır konmayacak mı? Avrupalılar neler yapıyor? Barzani ve Talabani’yle kürt devletine ve PKK’ya ilişkin sözler unutulacak mı? Siyasetin ve uluslararası ilişkilerin doğal ve zorunlu gerekleri elbet gözetilecek, elbet bunlara uyulacak ama önleyici hiçbir çaba, uyarıcı hiçbir girişim, etkin hiçbir çalışma izlenmeyecek mi? Hep seyirci mi kalınacak?

Günler iç ve dış olayların değişkenliği ve çarpıcılığıyla geçiyor. Olumlu bir gelişme yok. Doyurucu bir açıklama duyulmuyor. Şamatayla da bir yere varılmıyor.

http://www.turksolu.com.tr/94/ozgun94.htm

..

İKİ İMAM FARKI


İKİ İMAM FARKI,


İki imam farkı























İran’ın imamı halkının arasında Türkiye’nin imamı
ise koruma duvarı arasında
























İran’ın imamı İsrail’e karşı, Türkiye’nin imamı İsrail için var





















İran’ın imamı PKK’yla savaşıyor Türkiye’nin imamı
PKK’yı masaya çağırıyor


























İran’ın imamı ABD’ye kafa tutuyor, Türkiye’nin imamı gariban çiftçiye efelenip küfrediyor,















İran’ın imamı füze üretiyor Türkiye’nin imamı sınırındaki mayınları bile temizleyemiyor



..