Şamata etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şamata etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Nisan 2015 Perşembe

Şamata,




Şamata,


Yekta Güngör Özden
07.11.2005/Sayı:94


Cumhuriyetin bir erdem niteliğiyle demokrasiyi yaşama geçirmesi, yönetim biçimi ve onurlu bir ad olarak dokularımıza işlemesi kimileri yönünden değer taşımıyor. Bitmez tükenmez kinleriyle çıkar düşkünlüklerini hiçbir utanma duymadan açığa vurmaktan çekinmiyorlar. Yabancılara yaranmak için, her şeylerini borçlu oldukları kurtarıcılarla kuruculara saldırmayı beceri sayıyorlar. İnsanı tiksindiren çirkinlikleri sınır tanımaz arsızlıklarla sürüyor. 10 Kasım’la sınırlı tutulmaya çalışılan Atatürk’ü anma etkinlikleri, sözde, yapay, sahte Atatürkçülerin içtenliksiz konuşmaları, göstermelik toplantılar, yinelenen geçiştirici konuşmalarla, bilinen iletilerle geçecek. Yabancı, asker ve sivil tanınmış kişilerin değerini tanımlayamadıkları, övücü sözlerle saygı sundukları Atatürk’e sahip olmakla benzersiz bir kıvanç duyacağımız yerde yalana dayalı, inancı kötüye kullanma örneği yergilerle karalayıp yadsımanın kötülüğü açık. Siyasal iktidarın her yeri iyice ele geçirmek için yabancı desteğiyle attığı adımlara koşut olumsuzlukları yaşadığımız bugünlerde, kötü gidişi destekleyen, partizanlığa, kadrolaşmaya, yağmaya, kayırmaya, demokrasiyi yozlaştırmaya katlanan, hattâ bunlara araç olanlar kendi karanlıklarında tükeneceklerdir.

Orucu yalnız midesiyle tutanlar, dinsel görevlerin ve gereklerin bilincinde olmayan aymazlarla çağdışılıkları belirgin bağnazlar toplumsal yaşamı çekilmez duruma getirmek yarışındalar. Ilımlı islâm, müslümanlığın lâiklikle güvencede olduğunun reddiyle biraz yumuşatılması ve lâikliğin Müslümanlığa uygun duruma getirilerek anlamından arındırılmasıdır. Ne islâmiyet için ne de lâiklik için yararlı olmayan ılımlı islâm, ABD’nin Ortadoğu dengelerini kendi çıkarına düzenleme amacıyla Türkiye’ye uygun bulduğu konumdur. Ümmetçilerin yurt, bağımsızlık, özgürlük gibi bir ilkeleri olmadığından dinden sözedilerek ne yapılırsa boyun eğmeye hazır duruşları, yabancıları umutlandırmakta ve sevindirmektedir. Savaşla alamadıklarını, barışla ve hukuk yoluyla sağlayamadıklarını dinsel yoldan elde edeceklerini sanmaktadırlar.

Uydular korosu

Kimi ödül beklentisiyle, kimi patron etkisiyle, kimi görünmek ve edinmek hevesiyle ülkesini, ulusunu, devletini kötülemekte, yabancı kaynaklı yalanlarla ulusal değerlere saldırmaktadır. Bu bozukluklar terör örgütünün de işine yaradığından azgınlığını artırmakta, şehit ailelerinin yakınmalarına kulak tıkayan yetkililer kırmızı çizgileri, önceki sözlerini, görev gereklerini unutup oldubittilere uymaktan sözetmektedir. Birisi “Ezberimizi bırakmak” önerisinde bulunurken, biri “Solun çelişkileri” çizelgesi düzenlemekte, köktendinciler bildiklerini okumaktadır. Sorun, sağ ya da sol sorunu değil, adam olmak sorunudur. Görev dönemindeki aykırılıklar nedeniyle ayrılmayı düşünmeyip sorunların önceden geldiğini savunanlar, köktendincilikten başka birliktelikleri olmayanların birbirlerini korumak için yıktığı değerler, yurtseverlerin gözünü açmalıdır. İnsanları kandırıp oy toplayan siyasî sahtekârların neler yapabildiğini, yapabileceğini her gün örnekleriyle izlemekten bıkıyoruz. Yineliyorum: Yobazların dayanışması Atatürkçü ve aydın geçinenleri utandırmalıdır. Zamanında gerekenleri yapmaktan kaçınan, ayrımcılığı, kavgayı ve bozgunculuğu yeğleyenlerin şimdi birleşme çağrıları inandırıcı olmamaktadır. Yaradılış, ıra (karakter), ahlâk, duygu, düşünce, tutum, ilke, anlayış vd. uyuşmazlıkları belirgin kişilerin, örneğin önce maocu, stalinci, kürtçü, PKK yandaşı olanların, şeriatçılarla kucaklaşanların, kafatasçıların, ırkçıların, çıkarcıların, döneklerin gerçek Atatürkçüleri aldatması olanaksızdır.

Türkiye’ye yeni Sevr’i dayatmak, yeni kapitülâsyonlarla Türkiye’yi güç durumlara düşürmek isteyenler AB ve ABD’den çok içimizdeki paracılarla pazarcılara güveniyorlar. Fener Patriği Bartholomeos AB parlamenterleriyle İstanbul’da toplanıp taktikler tartışıyorsa, ruhban okulu dayatması büyüyorsa, sözde ermeni soykırımı kararları ve anıtları birbirini izliyorsa, AB İlerleme Raporu baskı, ödün çizelgesi ve gözdağı bildirisi içeriğiyle hazırlanıyorsa, Barzani’yi ABD Başkanı, KKTC Cumhurbaşkanı’ndan daha önemli ve önde birisi gibi karşılıyorsa, abuk-sabuk, yamuk kişiler korunuyorsa, asıl ilgilenilmesi gereken sorunlara gözler kapatılıyorsa, Irak’ın kuzeyindeki terör yuvası için verilen sözler tutulmuyorsa nedenleri dışardan çok içerde aranmalıdır. Dağınıklık, kopukluk, ilkesizlik, tutarsızlık, kararsızlık ve köktendinci-çıkarcı ortaklığının saplantı ve sapkınlıkları lâik cumhuriyet karşıtlarına kapı açtığı içindir. Barzani’nin Türkiye’nin iyiliklerini unutup PKK yanlı konuşması ve tehdide kalkışması Özal’cıları uyarmalıdır. İktidarın yavaşlığı bu sonuçları getirmiştir. İçte ayrı, dışa ayrı görünme kimseyi kandırmamaktadır.

Gerçekdışı tanıtmalarla ABD Kongre Sarayı’nda bohçabaş sergisi açılmakta, gerici kalkışmalar ılımlı islâm adına destek bulmaktadır. ABD kendi çıkarı için gerçekdışı suçlamalarla Irak’ı işgal ediyor, binlerce insanı öldürüyor, Türkiye’nin güvenliği söz konusu olunca dağların operasyonlara elverişli olmadığı bahanesini getiriyor. Ankara Maslahatgüzarı da Irak kürt yönetimiyle işbirliğini öneriyor. Belçika Mahkemesi, Sabancı cinayeti sanığını demokrasilerin yüzünü karartacak bir yanlılıkla koruyor. Avrupa Parlamentosu üyesi Renate Sommer “Hepimiz iyi komşuluk istiyoruz ama hepimiz Türkiye’nin tam üyeliğini istemiyoruz” diye (21.10.2005) Avrupa’nın ikilemini Angela Merkel doğrultusunda yineliyor. Yunanistan Cumhurbaşkanından sonra Başbakanı Karamanlis de “Türkiye siyasî tavrını değiştirmeli” öğüdünde bulunuyor. Ya kendileri? Nato’nun askerî kanadına dönerken ses çıkarmayan yöneticilerin kulakları çınlasın.

Fransız sigorta şirketi Axa’nın Osmanlı’ların 1915’de zorunlu göç yaptırdığı ermenilerin yakınlarına 17 milyon dolarlık ödemeyi kabul etmesiyle başlayan gelişmelerin ABD mahkemelerinden sonra ikinci gedik olması, bu konuda Türkiye’nin başının ağrıtılacağının açık kanıtıdır. OYAK’ın gereken duyarlıkla ağırlığını koyup bu saçmalığı olabildiğince önleyeceğini umuyoruz.

Gülücüklerle, armağanlarla, nikâh tanıklıkları, kahvaltı ve iftarla dış ilişkilerin yürümediğini anlayacak deneyimi kazansalar da günümüz siyasetçilerinin akıl yolunu izleyecekleri kanısında değilim. Var-yok din, dinsellik… Dinden anlasalar, inanca saygıları olsa, yerinin özgünlüğünü bilseler ne ise…

Ya olanlar?

Çocuk yuvası olayları için bir mahkeme yayın yasağını geri çeviriyor, bir mahkeme yasak kararı veriyor. Hukuktaki çelişkiler, siyasal etki, baskı, kuşku ve söylentileriyle ilgilendirilirse yarayı kimse saramaz. Gereksiz yasaklamalar sansürden başka bir şey değildir. Demokrasilerin asıl ve en sağlıklı güvencesi hukuktur, bağımsız yargıdır.

Diyarbakır’daki 29 Ekim törenlerinde Atatürkçü Düşünce Derneği üyelerinin Atatürk posterini taşımalarının engellenmesinin sonucu o gün belli olmalı, Apo’nun posterlerinin taşınmasına ses çıkarılmayan ilde Atatürk için getirilen yasaklamaya karşı en başta valinin sesi duyulmalı idi. Nerde? Bir ara emniyet müdürü ile de anlaşmazlığa düşen valinin oraya özellikle getirildiği, kimi nitelikleri ve yakınlıklarının etkili olduğu söylentileri doğru olamaz.

Göztepe yeşil alanına cami yaptırılması yargıya taşınmışken Kadıköy’de altı cami daha yaptırılacağı yazıldı (1.11.2005, Yalçın Bayer, Hürriyet). Gerçekten ne yaptıklarını biliyorlar mı? Halkı uyuşturup uyutmakla iktidarda kalmanın olanaksızlığı tarihsel örnekleriyle bellidir. Dubai’lilere kuleler yaptırıp İstanbul’u İstanbul olmaktan çıkarmak da beceri değildir. İstanbul kirlenmesin.

Medyanın dokusu bozuldu. “Mütareke” ya da “müzakere medyası” ne denilirse denilsin, medya medya olmaktan çıktı. Şakşakçılık, yalakalık ve saldırganlık aldı yürüdü. Büyük kesimi çürüdü. Sahibini tanımadan, yalnızca makamına, sıfatına bakıp bir çağrısı, bir el sıkması, bir gülümsemesi nedeniyle övgüler yazanlar, bir yere girip çıkmakla değişenler, mevki, rütbe etkileriyle eğilip bükülenler, neler görülüyor.

Sivas Kongre Lisesi bahçesine kurulan iftar çadırlarının 4 Eylûl Kongresi’ne saygı yönünden sakıncası açıktır. 1950’lerde lisenin adı Sivas Erkek Lisesi idi. Öğrenci Derneğimiz öncülüğünde Millî Eğitim Bakanlığı’na yapılan başvuru uygun karşılanınca adı 4 Eylûl Lisesi olmuştu. Sonra Kongre Lisesi yapıldı. Sanırım 1981’de lise çıkarılarak müze oluşturuldu. Durumu 2001’de zamanın ilgili Bakanlarına anlatıp bakımı ve yeniden liseye verilmesinin yararı üzerinde durmuştum. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kutsallığını yeterince kavramış olsalardı tarihsel yapı bu durumlara düşürülmezdi.

Çokeşli milletvekili sayısı 5 olmuş. Bu bilineni, ya bilinmeyenleri? Çorum’un Lâçin ilçesinin Narlı beldesinde on yıllık öğretmen bayanın AKP iktidarından sonra bohçabaşla derslere girmesi önlenemiyormuş. “Böyle başa böyle tarak” sözü anımsanıyor.

Dışişleri Bakanı’nın eşi Ankarapalas’ta 8 Kasım’da karşı balo düzenlemiş. Sıkmabaşlılar boy gösterecek. Bu oluşumlar birbirine ekleniyor. Gaziantep’te Başbakan elpençe divan karşılanıyor. Bürokrat ve partici kuyruğu upuzun. TRT’de dinci izlenceler giderek artıyor. “Allah, inşallah, maşallah, fesüphanallah”lı konuşmalar, lâik rejim karşıtı değerlendirmeler, emekli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının katılmasını önlemek için izlenceyi kaldırmak (ben çağrıyı kabûl etmemiştim), iktidar organı sayılacak gazete yazarlarını konuşturmak, eşe dosta izlence ve sunuculuk yaptırıp onları zenginleştirmek neler neler yazılıp söyleniyor.

Başbakanın YÖK yöneticileri için sözlerini rektörler için kimi milletvekilinin terbiyedışı sözleri izledi. Liderlerine yaranmak çabası “adamlık” tartışmalarını gündeme getirdi. Demokrasiyle, insanlıkla bağdaşmayan durumların yaşanması ne acı. Karşıtlarına mevki, makam, koltuk açan cumhuriyeti kutlamaktan kaçınan belediye başkanları siyasetin ayıbıdır. Dışarda lâik, içerde dinci iktidarın simgeleri işte böyleleri; işte bunlar…

Başbakan kendi söylediklerini, yaptıklarını unutup Cumhuriyet Bayramı iletisi nedeniyle Cumhurbaşkanı’nı eleştirmekte, argo benzeri deyişler kullanmaktadır. Bir Başbakana böyle eleştiri yakışmakta mıdır, düşünmek gerekir. Cumhurbaşkanı’nı “Yargıya baskı yapmak”la suçlamak çok yanlış. İlkeyi ve genel doğrultuyu açıklamak baskı değil, destektir. Asıl baskı, mahkeme kararlarını uluorta eleştirmek, mahkemenin hakkında olumsuz karar verdiği kişileri zamansız ve kanıtsız suçlayarak hep böyle karar verilmesine çalışmaktadır. Baskı yapanı, baskıya açık olanı da kınamak gerekir.

Recep Tayyip Bey gürleyerek konuşunca sözlerine anlam kazandıracağını sanmakla yanılmaktadır. Bohçabaş için Londra’da söylediği “kamuoyu mutabakatı” kendi yandaşlarının desteğidir. Oyu da bellidir, boyu da. Kurumlararası mutabakat Anayasa’ya aykırı olamaz. Sorun temelinde geçersizdir. Tabu kendilerinindir. Sıkmabaşlının inançlı, açıkbaşlının inançsız olduğu ayrımı her yönden sakıncalıdır. Dayatmanın özgürlükle hiçbir ilgisi yoktur. Tersine, kadınların özgürlüğüne siyasal yetkiyi ele geçirmek için inanç sömürüsü yaparak elatmadır.

Ne acı... 82. yılında hâlâ 10. Yıl Marşı’yla cumhuriyeti kutluyoruz. 60 yılda böyle bir coşku duyuracak başarı yaşanmadığı için sözleri ve bestesiyle doyurucu bir marş özlemi sürmektedir.

Bilinen biri “Çıktık açık alınla, emin misiniz?” diye yazı yayımladı. İlk on yılda nerden nereye geldiğimizi, ortamı, koşulları, olanakları, yapıyı, durumu unutarak.

Kürtçülerin saygıya uzak toplantıları da ayrı.

Partizanlıkla kadrolaşmanın çocuk yuvalarındaki yıkımı herkesi etkilemiş görünse de sonuç değişmez. Sıkmabaşlı olunca kapılar açılıp iş bulunuyor, atama yapılıyor, nakil yapılıyor, yerleştirme, yükselme oluyor, kadro veriliyor. Eğitim, deneyim, başarı, kişilik, önemli değil. Şeriatçı ne yapsa sorumlu tutulmuyor, yeter ki yandaş olsun.

Gençlerin seçimle görevlendirilen temsilcilerini değil, aldatılmış yandaşlarını toplayarak nutuk çekmenin, nabza göre şerbet vermenin yararı sürekli olmaz. Bilimsel, sanatsal, sportif, düzeyli etkinliklerle gençleri akla, bilime, ahlâka, adalete, çalışmaya çağırmak gerekir. Daha üniversitelerde kendi derneklerini oluşturma özgürlüğü yok.

Ankara’da da sokak adları değiştirilip yakınlara ayrıcalık tanınıyor. Çocuk yuvalarında kız-erkek ayrımı düşünülüyor. Kredi kartı intiharları, ölümleri önlem düşündürmüyor. Genelkurmay Başkanı’nın orucu önemli haber oluyor. Çocuklar da oruç tutuyor. Kendilerine yakın göstermek için dinsel eğilim benzerliğini yansıtıp vurgulamak hoş değil. Baroları suçlayan Başbakan bilmeli ki onlar her zaman görevlerinin başındadır. Tutuklama ile ceza giymek ayrı durumlardır. Kişisel ve kurumsal durumlar da ayrıdır.

Tuhaflıklar

İlerleme, kalkınma, ekonomik başarı sözden ileri geçmiyor. Yazılanlar, yayınlar ortada. Halkın çektiği sıkıntı çok ağır. Olaylar yakınmaları doğruluyor. Yeni Türk Ceza Yasası sanıklara, suçlulara yaradı. Toplumsal barış ve düzen yönünden yararı saptanamadı. Bütçeyle ilgili Anayasa değişiklikleri nedeniyle kimi gereksiz düzenleme tasarılarının askıya alınması başarı mı, oyun mu, sonra yeniden gündeme getirilecek mi göreceğiz. Anamuhalefet partisinin bu tasarıları tümüyle kaldırtma güvencesi almadan Anayasa değişikliğine olur verdiği söylentileri doğru çıkarsa kendileri zarar görecektir.

Millî Güvenlik Kurulu’nun “Aşırı sağ öncelikli tehlike değil” saptaması gerçeklerle uyuşuyor mu? Dışarı bilgi sızdırılması kimleri öne çıkarıyor? MGSB’nin görüşülmesinin ertelenmesi nedenleri gözetilip değerlendirmeler düşünülürse ilginç sonuçlar ortaya çıkmaktadır.

Üniversitelerde iftar yemekleri düzenlenmesi de ilginç.

Paradan başka şey düşünmediği anlaşılan siyaset önderlerinin yargı, eğitim, sağlık, çevre, iş, aile, gençlik sorunlarıyla ilgileri (!) kimseyi mutlu kılmıyor.

Üsküdar Belediyesi 21.10.2005’te Said-i Kürdi’yi şaşaalı biçimde anma toplantısı düzenliyor. Üsküdar’ın caddeleri, sokakları nasıl, görmek gerekir.

2006 Bütçesi’nde YÖK ve kimi üniversiteler için artış yapılmaması özel ve amaçlı uygulamanın belirtisidir.

Gericilerle yandaşları kamuoyunu aydınlatma görevini asla gereken biçimde yapmıyorlar. Doğruları, gerçekleri yazmaya elleri, kalemleri varmıyor. Saptırarak, dolaylı anlatımlarla başka anlamlar yükleyerek çirkinlikleri saklıyor, güzellikleri de çirkinlik olarak yansıtıyorlar.

Camiye bayrak asılmasını önlemek, cami karşısında bayrağı küçültmektir. Camiyle bayrak birbirine ulusal günlerde yakışır. Yaranmak, yükselmek için olmadık yollara başvuranlar kendi vicdanlarında mahkûm olurlar. Kurallar amaçdışı yorumlanırsa uygulama bozuk olur.

Başbakanın, cumhuriyetin temel direkleri içinde lâikliği saymaması, değişme savlarını geçersiz kılmaktadır. Lâiklik, bağımsızlığın, özgürlüğün, hakların ve demokrasinin kaynağıdır. AKP’lilerin bu gerçeği benimsemeleri olanaksız görülmektedir. RTE’nin sözlerinin ciddiye alınması, üzerinde durulması giderek güçleşmektedir. Birçok şeyi bilmediği, bilmek istemediği ve kavrayamadığı izlenmektedir. Kimilerini de çarpıtıp saptırmaktadır. AKP hiçbir amacından vazgeçmedi. Düzelme, değişme, çağdaşlaşma, bilime, adalete, gerçeğe yönelme var mı? Hep cart-curt, zart-zurt.

Siyaset düzeyli bir alandır. Dilinin bozulması, özünü de etkilemektedir. Son zamanlarda beklenmedik sözlerle siyasetin niteliği tartışılmaktadır. Kanımca, siyasetçiler siyaseti gölgelemektedir. 9. Cumhurbaşkanı’nın “Silâhlı Kuvvetlere cumhuriyeti koruma görevini siyasetçilerin vereceği” yolundaki sözleri, cumhuriyeti kuranların çabasını, amacını, katkısını ve özellikle yasal gerekleri dışlamaktadır. Genelkurmay Başkanı’nın “Silâhlı Kuvvetler siyasal otoritenin kontrolü altındadır” biçimindeki uygun sözcükler kullanılmayan görüşünden sonra İç Hizmet Yasası’nın 35. maddesini gündeme getirecek yaklaşım tartışmalara açıktır. Gündem değiştirme, gündemde kalma gibi eğilimlere bağlanacak sözlere çok özen göstermek gerekiyor.

Genelkurmay Başkanı’nın 28 Şubat’la ilgili sözleri de böyle. Gerici basın nasıl sarıldı? 28 Şubat’ın bin yıl süreceği görüşü, aynı koşulların varlığında aynı kararların her zaman, iki bin yıl da olsa, alınacağının belirtilmesidir. 28 Şubat kararlarını Millî Güvenlik Kurulu aldı. Anayasal bir yetkiyle. Geçerli kararlar. Hepsi hukuka uyun. Bunu sürekli tartışmanın bir anlamı da yok. Kişiler ayrı olunca tutum da ayrı olabilir. Şimdiki Başkan, önceki gibi davranmayabilir. Herkesin etkilenmesi ayrıdır. Önem verdiği şeyler ayrıdır. Çoğunluğun katılacağını sandığım bir gerçek var, bugünkü durum 28 Şubat’takinden de kötü. Genel Kurmay Başkanı’nın özel koşulları ayrı olabilir. Bu görünüm basında kimi sorulara neden olduğuna göre tartışılacak demektir.

Silâhlı Kuvvetlerimize söz edilmesine karşıyız. Silâhlı Kuvvetler kişilerle de özdeşleştirilemez. Silâhlı Kuvvetlerimizi en az komutanları kadar sayar, sever ve koruruz. Cumhuriyet Bayramı iletisinde Genelkurmay Başkanı, Silâhlı Kuvvetlerden çok kendisine sataşmalara yanıt vermeye çalışmıştır. Kervan yürür. Her havlayana baş çevrilse yolda yürünmez. Silâhlı Kuvvetler konusundaki çirkinlikler ve haksızlıklar için Cumhuriyet Bayramı’nı beklemeden açıklama yapılması daha uygun düşerdi. Bayramda cumhuriyetin değeri ve nitelikleri belirtilip vurgulanarak koruma ve kollama görevini yinelemek, Atatürk’e ve ilkelerine bağlılıkları açıklayıp sapanları uyarmak gerekirdi. Bu, “ordu üzerinden siyaset yapmak” değildir. Silâhlı Kuvvetlerin tutumu, bakışı, temsili ve etkisi konusunda görüş açıklamak kimilerini yanlış değerlendirmelere götürmektedir. Demokrasi, askerî elatmalarla, silâhlı olaylarla bağdaşmaz. Kim Silâhlı Kuvvetleri siyasete karıştırır, araç kılarsa onarılmaz bir yanlışlık yapar. Ancak, Silâhlı Kuvvetler karşıtlığı da en az bu ölçüde tehlikelidir. Bu konuda söylenip yazılacak çok şey var. Zamanı ve yeri gelir, gerekirse, değiniriz.

Başbakan “Cumhuriyet sloganlarla korunmaz” demiş. Gerçek cumhuriyetçiler çalışarak, canlarını adayarak korurlar. İlkelere değinmek, aykırılıkları belirtip özlenenlere çağırmak slogan atmak değildir. Sloganları cami avlularında köktendinciler, şeriatçılar atıyor. Cumhurbaşkanı’nın Anıt-Kabir Özel Defteri’ne yazdıkları da mı slogan? Oraya yazılanlardan “… Her gün artan bir coşku ve birlik içinde kutladığımız…” sözleri gerçeği yansıtıyor mu? Keşke böyle olsa. Cumhuriyete slogansız sahip çıkmak, lâikliği inkâr edip Atatürk ilkelerini yıkarak, her şeyi satarak, Atatürkçülere çatarak, borca batarak, bağırıp çağırarak, AB’nin kapısında, ABD’nin eşiğinde yatarak mı olur?

Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçişi için işlemin zorunlu gereği Padişah olurunu, özel gönderme gibi göstermeye çalışan hain melekleri türedi. Büyük Söylev’i okumamış, okusa da anlamamış kimi bağnazlar “resmî tarih” suçlamasıyla gerçekleri karartmaya uğraşıyor. Suskun ve çekingen aydınlar kötülüklerin sorumlusudur.

PKK’nın kaçırdığı Polis Memuru Hakan Açıl kurtarılamadı. Yetkililer, ilgililer, görevliler, sorumlular nerde? Kırmızı çizgiler ne oldu? Kürt devleti için ne yapılıyor? Oldu-bittiler sineye mi çekilecek? Komutanların birbiriyle çelişen sözleri neyi gösteriyor? Neler oluyor? Apo, Irak devleti ya da güneydeki bir kürt devletinin başkanı olsa, onun için de mi aynı şeyler söylenecek? Hiçbir siyasi tavır konmayacak mı? Avrupalılar neler yapıyor? Barzani ve Talabani’yle kürt devletine ve PKK’ya ilişkin sözler unutulacak mı? Siyasetin ve uluslararası ilişkilerin doğal ve zorunlu gerekleri elbet gözetilecek, elbet bunlara uyulacak ama önleyici hiçbir çaba, uyarıcı hiçbir girişim, etkin hiçbir çalışma izlenmeyecek mi? Hep seyirci mi kalınacak?

Günler iç ve dış olayların değişkenliği ve çarpıcılığıyla geçiyor. Olumlu bir gelişme yok. Doyurucu bir açıklama duyulmuyor. Şamatayla da bir yere varılmıyor.

http://www.turksolu.com.tr/94/ozgun94.htm

..