3 Kasım 2014 Pazartesi

VAKIFLAR YASASI BÖLÜM 1




VAKIFLAR  YASASI   BÖLÜM 1
VAKIF YASASI











Yapılan Değişikliklerle Eski ve Yeni Vakıflar Yasası
Tepkimiz.net


Eskisi ve yenisi ile birlikte vakıflar yasasında yapılan tüm değişikler !!! 


Metin Takip Rengi ;

1/a) 2762 Sayılı Vakıflar Kanunu metin rengi,

b) 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu metin rengi,

c) 6760 Sayılı Vakıflar Umum Müdürlüğü Vazife ve Teşkilatı Hakkında Kanun metin rengi,

d) 227 Sayılı Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname metin rengi,

e) 5072 Sayılı Dernek ve Vakıfların Kamu Kurum ve Kuruluşları ile ilişkilerine dair Kanun metin rengi

f) 5035 sayılı bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'da yer alan Vakıflara İlişkin Hükümler metin rengi

g) 7044 Sayılı aslında Vakıf olan Tarihi ve Mimari Kıymeti haiz Eski Eserlerin Vakıflar Umum Müdürlüğüne Devrine dair Kanun metni rengi,

ı) 748 Sayılı Emvalı Milliye ve Metrukeden veya Vakıflardan bazı Müessesat ile Belediyelere satılabilecek arazi ve arsalar hakkında kanun metni rengi.






KABUL ETTİĞİ METİN
VAKIFLAR KANUNU TASARISI
BİRİNCİ KISIM
Amaç, Kapsam ve Tanımlar
Amaç
MADDE 1- Bu Kanun; vakıfların yönetimi, faaliyetleri ve denetimine, yurt içi ve yurt dışındaki vakıf taşınır ve taşınmaz vakıf kültür varlıklarının tescili, muhafazası, onarımı ve yaşatılmasına, vakıf varlıklarının ekonomik şekilde işletilmesi ve değerlendirilmesinin sağlanmasına ilişkin usul ve esasların belirlenmesi; Vakıflar Genel Müdürlüğünün kuruluşu ile Genel Müdürlüğün teşkilat, görev, yetki ve sorumluluklarının düzenlenmesi amacıa hazırlanmıştır.
Kap­sam
MAD­DE 2- Bu Ka­nun; maz­but, mül­hak ve ye­ni va­kıf­lar, ce­ma­at ve es­naf va­kıf­la­rı ile Va­kıf­lar Ge­nel Mü­dür­lü­ğü­nü kap­sar. Bu Ka­nu­nun uy­gu­lan­ma­sın­da mil­let­le­ra­ra­sı mü­te­ka­bi­li­yet il­ke­si sak­lı­dır.
Ta­nım­lar
MAD­DE 3- Bu Ka­nu­nun uy­gu­lan­ma­sın­da;
Ge­nel Mü­dür­lük ve­ya De­ne­tim Ma­ka­mı: Va­kıf­lar Ge­nel Mü­dür­lü­ğü­nü,
Ge­nel Mü­dür: Va­kıf­lar Ge­nel Mü­dü­rü­nü,
Mec­lis: Va­kıf­lar Mec­li­si­ni,
Va­kıf­lar: Maz­but, mül­hak, ce­ma­at ve es­naf va­kıf­la­rı ile ye­ni va­kıf­la­rı,
Vak­fi­ye: Maz­but, mül­hak ve ce­ma­at va­kıf­la­rı­nın mal­var­lı­ğı­nı, va­kıf şart­la­rı­nı ve vak­fe­de­nin is­tek­le­ri­ni içe­ren bel­ge­le­ri,

1936 Be­yan­na­me­si: Ce­ma­at va­kıf­la­rı­nın 2762 sa­yı­lı Va­kıf­lar Ka­nu­nu ge­re­ğin­ce ver­dik­le­ri be­yan­na­me­yi,

Va­kıf se­ne­di: Mül­ga 743 sa­yı­lı Türk Ka­nu­nu Me­de­ni­si ile 22/11/2001 ta­rih­li ve 4721 sa­yı­lı Türk Me­de­ni Ka­nu­nu hü­küm­le­ri­ne gö­re ku­ru­lan va­kıf­la­rın, mal­var­lı­ğı­nı ve va­kıf şart­la­rı­nı içe­ren bel­ge­yi,
Maz­but va­kıf: Bu Ka­nun uya­rın­ca Ge­nel Mü­dür­lük­çe yö­ne­ti­le­cek ve tem­sil edi­le­cek va­kıf­lar ile mül­ga 743 sa­yı­lı Türk Ka­nu­nu Me­de­ni­si­nin yü­rür­lük ta­ri­hin­den ön­ce ku­rul­muş ve 2762 sa­yı­lı Va­kıf­lar Ka­nu­nu ge­re­ğin­ce Va­kıf­lar Ge­nel Mü­dür­lü­ğün­ce yö­ne­ti­len va­kıf­la­rı,
Mül­hak va­kıf: Mül­ga 743 sa­yı­lı Türk Ka­nu­nu Me­de­ni­si­nin yü­rür­lük ta­ri­hin­den ön­ce ku­rul­muş ve yö­ne­ti­mi vak­fe­den­le­rin so­yun­dan ge­len­le­re şart edil­miş va­kıf­la­rı,
Ce­ma­at vak­fı: Vak­fi­ye­le­ri olup ol­ma­dı­ğı­na ba­kıl­mak­sı­zın 2762 sa­yı­lı Va­kıf­lar Ka­nu­nu ge­re­ğin­ce tü­zel ki­şi­lik ka­zan­mış, men­sup­la­rı Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti va­tan­da­şı olan Tür­ki­ye'de­ki gay­ri­müs­lim ce­ma­at­le­re ait va­kıf­la­rı,
Es­naf vak­fı: 2762 sa­yı­lı Va­kıf­lar Ka­nu­nu­nun yü­rür­lü­ğün­den ön­ce ku­rul­muş ve es­na­fın seç­ti­ği yö­ne­tim ku­ru­lu ta­ra­fın­dan yö­ne­ti­len va­kıf­la­rı,
Ye­ni va­kıf: Mül­ga 743 sa­yı­lı Türk Ka­nu­nu Me­de­ni­si ile 4721 sa­yı­lı Türk Me­de­ni Ka­nu­nu hü­küm­le­ri­ne gö­re ku­ru­lan va­kıf­la­rı,
Şu­be: Va­kıf fa­ali­yet­le­ri­nin yü­rü­tü­le­bil­me­si için ye­ni vak­fa bağ­lı ola­rak açı­lan, tü­zel ki­şi­li­ği ol­ma­yan ve bün­ye­sin­de or­gan­la­rı bu­lu­nan alt bi­ri­mi,
Tem­sil­ci­lik: Va­kıf fa­ali­yet­le­ri­nin yü­rü­tü­le­bil­me­si için ye­ni vak­fa bağ­lı ola­rak açı­lan, tü­zel ki­şi­li­ği ve bün­ye­sin­de or­gan­la­rı bu­lun­ma­yan alt bi­ri­mi,
Va­kıf yö­ne­ti­mi: Mül­hak, ce­ma­at ve es­naf va­kıf­la­rı ile ye­ni va­kıf­lar­da; vak­fi­ye, 1936 Be­yan­na­me­si, va­kıf se­ne­di, 4721 sa­yı­lı Türk Me­de­ni Ka­nu­nu ve bu Ka­nu­na gö­re vak­fı yö­net­me­ye ve tem­si­le yet­ki­li or­ga­nı,
Va­kıf yö­ne­ti­ci­si: Mül­hak, ce­ma­at ve es­naf va­kıf­la­rı ile ye­ni va­kıf­lar­da; vak­fi­ye, 1936 Be­yan­na­me­si, va­kıf se­ne­di, 4721 sa­yı­lı Türk Me­de­ni Ka­nu­nu ve bu Ka­nu­na gö­re vak­fı yö­net­me­ye ve tem­si­le yet­ki­li ki­şi ve­ya yet­ki­li or­gan­lar­da gö­rev alan ki­şi­le­ri,
Hay­rat: Maz­but, mül­hak, ce­ma­at ve es­naf va­kıf­la­rı ile ye­ni va­kıf­la­rın, doğ­ru­dan top­lu­mun is­ti­fa­de­si­ne be­del­siz ola­rak sun­duk­la­rı mal ve­ya hiz­met­le­ri,
Akar: Va­kıf amaç ve fa­ali­yet­le­ri­nin ye­ri­ne ge­ti­ril­me­si için ge­lir ge­ti­ri­ci şe­kil­de de­ğer­len­di­ril­me­si zo­run­lu olan ta­şı­nır ve ta­şın­maz­la­rı,
Mu­ka­ta­alı va­kıf: Ze­mi­ni vak­fa, üze­rin­de­ki ya­pı ve ağaç­lar ta­sar­ruf ede­ne ait olan ve ki­ra­sı yıl­lık ola­rak alı­nan va­kıf ta­şın­maz­la­rı­nı,
İca­re­teyn­li va­kıf: De­ğe­ri­ne ya­kın pe­şin üc­ret ve ay­rı­ca yıl­lık ki­ra alın­mak su­re­tiy­le sü­re­siz ola­rak ki­ra­la­nan va­kıf ta­şın­maz­la­rı­nı,
Ta­viz be­de­li: Mu­ka­ta­alı ve ica­re­teyn­li ta­şın­maz­la­rın ser­best ta­sar­ru­fa ter­ki için alı­nan be­de­li,
Gal­le faz­la­sı: Maz­but ve mül­hak va­kıf­lar­da, vak­fın hay­rat ve akar­la­rı­nın ona­rı­mı ile vak­fi­ye­le­rin­de­ki hay­rat hiz­met­le­rin ifa­sın­dan son­ra ka­lan mik­ta­rı,
İn­ti­fa hak­kı: Maz­but ve mül­hak va­kıf­lar­da, vak­fi­ye­le­rin­de­ki şart­la­ra gö­re il­gi­li­le­re bı­ra­kıl­mış gal­le faz­la­la­rı ve hak­la­rı, ifa­de eder.



İKİN­Cİ KI­SIMI
Va­kıf­lar­la İl­gi­li Hü­küm­ler
Bİ­RİN­Cİ BÖ­LÜM
Tü­zel Ki­şi­lik, Eh­li­yet, Yö­ne­tim, Tem­sil
Tü­zel ki­şi­lik


MAD­DE 4- Va­kıf­lar, özel hu­kuk tü­zel ki­şi­li­ği­ne sa­hip­tir.
Hükmi şahsiyet
Madde 6 - Mülhak vakıflar, Vakıflar Umum Müdürlüğünce niyabeten idare olunsa bile ayrı ayrı birer hükmi şahsiyet sayılır. Bunlar kendi taahhüdleriyle ilzam olunur. Ve borçlarını kendi mallarından öderler. Umum Müdürlüğün idare ve temsil ettiği vakıflar da bir kül halinde hükmi şahsiyet sayılır.
Madde 7 - Vakıflar mahkeme veya vakıf kütüğüne kaydedilmiş olup olmamaları şahsiyetlerine halel getirmez. Şimdiye kadar tescil edilmemiş olan mülhak ve mazbut vakıfların bu kanun hükümleri yürümeğe başladığından itibaren beş yıl içinde vakıflar kütüğüne kaydedilmeleri mecburidir. Bu müddet içinde kaydedilmemiş olanlar yine hükmi şahsiyetlerini kaybetmezler. Ancak kayıt ile mükellef olanlar mesul olur ve mülhak vakıflar hakkında 36 ncı madde tatbik olunur. Kaydın nasıl yapılacağı nizamnamede gösterilir. Kaydı yaptıranlar kaydettirdikleri şeklin hilafını iddia edemezler. 
Ye­ni va­kıf­la­rın ku­ru­lu­şu, mal var­lı­ğı, şu­be ve tem­sil­ci­lik­le­ri
MAD­DE 5- Ye­ni va­kıf­lar; Türk Me­de­ni Ka­nu­nu hü­küm­le­ri­ne gö­re ku­ru­lur ve fa­ali­yet gös­te­rir­ler.
Ye­ni va­kıf­la­rın ku­ru­lu­şun­da ga­ye­si­ni ger­çek­leş­ti­re­cek as­ga­ri mal var­lı­ğı mik­ta­rı, mah­ke­me­sin­ce be­lir­le­nir.
Ye­ni va­kıf­lar, va­kıf se­net­le­rin­de ya­zı­lı amaç­la­rı­nı ger­çek­leş­tir­mek üze­re Ge­nel Mü­dür­lü­ğe be­yan­da bu­lun­mak şar­tıy­la şu­be ve tem­sil­ci­lik aça­bi­lir­ler. Be­yan­na­me­nin dü­zen­len­me­si­ne iliş­kin usul ve esas­lar yö­net­me­lik­le dü­zen­le­nir.
Ya­ban­cı­lar, Tür­ki­ye'de, hu­ku­ki ve fi­ili mü­te­ka­bi­li­yet esa­sı­na gö­re ye­ni va­kıf ku­ra­bi­lir­ler.
A. Kuruluşu
I.Tanımı
MADDE 101.- Vakıflar, gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır.
Bir malvarlığının bütünü veya gerçekleşmiş ya da gerçekleşeceği anlaşılan her türlü geliri veya ekonomik değeri olan haklar vakfedilebilir.
Vakıflarda üyelik olmaz.
Cumhuriyetin Anayasa ile belirlenen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine,  hukuka,  ahlâka, millî birliğe ve millî menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz.
II. Kuruluş şekli
MADDE 102.- Vakıf kurma iradesi, resmî senetle veya ölüme bağlı tasarrufla açıklanır. Vakıf, yerleşim yeri mahkemesi nezdinde tutulan sicile tescil ile tüzel kişilik kazanır.
Resmî senetle vakıf kurma işleminin temsilci aracılığıyla yapılması, temsil yetkisinin noterlikçe düzenlenmiş bir belgeyle verilmiş olmasına ve bu belgede vakfın amacı ile özgülenecek mal ve hakların belirlenmiş bulunmasına bağlıdır.
Mahkemeye başvurma, resmî senet düzenlenmiş ise vakfeden tarafından; vakıf ölüme bağlı tasarrufa dayanıyorsa ilgililerin veya vasiyetnameyi açan sulh  hâkiminin bildirimi üzerine ya da Vakıflar Genel Müdürlüğünce re'sen yapılır.
Başvurulan mahkeme, mal ve hakların korunması için gerekli önlemleri re'sen alır.
III. Temyiz ve iptal
MADDE 103.- Mahkemenin verdiği karar, tebliğ tarihinden başlayarak bir ay içinde, başvuran veya Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından temyiz edilebilir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü veya ilgililer, vakfın kurulmasını engelleyen sebeplerin varlığı hâlinde iptal davası açabilirler.
IV. Tescil ve ilân
MADDE 104.- Tesciline karar verilen vakıf, vakfın yerleşim yeri mahkemesi nezdinde tutulan sicile tescil edilir; ayrıca Vakıflar Genel Müdürlüğünde tutulan merkezî sicile kaydolunur.
Tescil kararı, başka bir mahkemece verilmiş ise, ilgili belgelerle birlikte tescil için vakfın yerleşim yeri mahkemesine gönderilir.
Yerleşim yeri mahkemesinin yapacağı bildirim üzerine Vakıflar Genel Müdürlüğünce merkezî sicile kaydolunan vakıf Resmî Gazete ile ilân olunur.
Tescil ve ilân tüzük hükümlerine göre yapılır.  

B. Vakıf senedi

I. İçeriği
MADDE 106.- Vakıf senedinde vakfın adı, amacı, bu amaca özgülenen mal ve haklar, vakfın örgütlenme ve yönetim şekli ile yerleşim yeri gösterilir.
C. Mirasçıların ve alacaklıların dava hakkı
MADDE 108.- Vakfedenin mirasçıları ile alacaklılarının, bağışlamaya ve ölüme bağlı tasarruflara ilişkin hükümler uyarınca dava hakları saklıdır.
F. Yönetimin, amacın ve malların değiştirilmesi

I. Yönetimin değiştirilmesi

MADDE 112.- Haklı sebepler varsa mahkeme, vakfın yönetim organı veya denetim makamının istemi üzerine diğerinin yazılı görüşünü aldıktan sonra vakfın örgütünü, yönetimini ve işleyişini değiştirebilir.
Mahkeme, denetim makamının başvurusu üzerine, tüzükte gösterilen sebeplerle duruşma yaparak yöneticileri görevden alabilir ve vakıf senedinde başka bir hüküm yoksa yenisini seçebilir.
Yö­ne­tim ve tem­sil şek­li
MAD­DE 6- Maz­but va­kıf­lar, Ge­nel Mü­dür­lük ta­ra­fın­dan yö­ne­ti­lir ve tem­sil edi­lir.
Mül­hak va­kıf­lar, vak­fi­ye şart­la­rı­na gö­re Mec­lis ta­ra­fın­dan ata­na­cak yö­ne­ti­ci­ler eliy­le yö­ne­ti­lir ve tem­sil edi­lir. Va­kıf yö­ne­ti­ci­le­ri ken­di­le­ri­ne yar­dım­cı ta­yin ede­bi­lir­ler. Mül­hak va­kıf yö­ne­ti­ci­le­rin­de ara­na­cak şart­lar ile yar­dım­cı­la­rı­nın ni­te­lik­le­ri yö­net­me­lik­le dü­zen­le­nir. Vak­fi­ye­de­ki şart­la­rı ta­şı­ma­ma­la­rı ne­de­niy­le ken­di­le­ri­ne yö­ne­ti­ci­lik ve­ri­le­me­yen­ler bu şart­la­rı el­de edin­ce­ye, kü­çük­ler ile kı­sıt­lı­lar fi­il eh­li­yet­le­ri­ni ka­za­nın­ca­ya ve boş ka­lan yö­ne­ti­ci­lik ye­ni­si­ne ve­ri­lin­ce­ye ka­dar, va­kıf iş­le­ri Ge­nel Mü­dür­lük­çe tem­si­len yü­rü­tü­lür.
Ce­ma­at va­kıf­la­rı­nın yö­ne­ti­ci­le­ri men­sup­la­rın­ca ken­di ara­la­rın­dan se­çi­lir. Va­kıf yö­ne­ti­ci­le­ri­nin se­çim usul ve esas­la­rı yö­net­me­lik­le dü­zen­le­nir.
Es­naf va­kıf­la­rı, mül­hak va­kıf­la­rın ta­bi ol­du­ğu hü­küm­le­re ta­bi­dir. Bu va­kıf­lar, es­na­fın seç­ti­ği yö­ne­tim ku­ru­lu ta­ra­fın­dan yö­ne­ti­lir.
Ye­ni va­kıf­la­rın yö­ne­tim or­ga­nı va­kıf se­ne­di­ne gö­re oluş­tu­ru­lur ve bu va­kıf­la­rın yö­ne­tim or­gan­la­rın­da gö­rev alan­la­rın ço­ğun­lu­ğu­nun, Tür­ki­ye'de yer­le­şik bu­lun­ma­sı ge­re­kir.

Madde 18 - (Değişik: 28/6/1938-3513/2 md.)
Birinci maddede zikredilen mülhak vakıfların tevliyetleri bu kanun hükümleri dairesinde Umum Müdürlükçe tevcih olunur. Milli sınırlar dışında kalan vakıfların mütevellilikleri vakfiyetlerine göre tevcih olunur.

Madde 19 - Umum Müdürlükçe tevcih yapılmadan, mütevelli vakfa el koyamaz. Nizami vasıf ve şartları taşımadıklarından dolayı kendilerine mütevellilik verilmeyenler bu vasıf ve şartları elde edinceye ve küçüklerle mahcurlar şahsi ehliyetlerini kazanıncaya kadar vakıf işleri bunlara niyabeten vakıflar Umum Müdürlüğünce idare olunur. Bu gibilerin mütevellilik maaş ve hakları mahfuzdur.

Madde 20 - Azledilen mütevellilerin yerine vakfedenlerin şartlarına ve bu kanun hükümlerine göre mütevelli olması lazım gelenler varsa onlara tevcih yapılır.

Madde 21 - Boş kalan mütevellilik, yenisine verilinceye kadar, vakıf işlerine Umum Müdürlük bakar. Mütevelli olması lazım gelenlerden kimse sağ kalmamışsa o vakıf mazbut vakıflar arasına alınır.

Madde 22 - Bu kanun hükümleri yürümeğe başladıktan sonra vakıflara cihet olarak cabi, katip ve nazır adıyla kimse tayin olunamaz. Ancak büyük vakıflarda Umum Müdürlüğün izni katip ve tahsildar kullanılabilir. Eskiden tayin edilmiş nazırlar varsa vazifelerine son verilir.

Madde 23 - Mütevelliler vakıflarının mümessilidirler. Bu sıfatla:
A - Vakfın hayrat ve akarlarını görüp gözetirler;
B - Tahsili kendilerine bırakılan gelirleri toplarlar;
C - İzinli oldukları masrafları yaparlar;
Ç - Vakıfta vazifeli olanları kontrol ederler;
D - Her mali yıl başından bir ay önce gelecek yıl bütçesini ve altı ay içinde de geçmiş yılın kati hesabını bağlı oldukları vakıflar idaresine verirler.
E - İzinli oldukları başka vazifeleri de yaparlar.

Mütevelliler yalnız akarlara mahsus olmak üzere borç para alabilirler. Bu da idare meclisinin iznine bağlıdır. Yukarda sayılan vazifelerin nasıl yapılacağı nizamnamede gösterilir.

Madde 24 - (Mülga: 31/5/1949 - 5404/2 md.)

Madde 25 - Mütevelliler muamelelerinden dolayı cezaen ve hukuken mesuldürler.

Madde 33 - Aşağıda yazılı sebepler mütevellilerin azlini mucipdir;
A - Vakfında mülkiyet iddia edipte mahkemece sabit olmaması;
B - Vakfına maddi zarar veren kavli veya fiili hareketlerde bulunması;
C - Vakfın gelirlerini vakfiyedeki şartlar ve muayyen salahiyetler dışında sarf etmesi;
Ç - Yapılması vakıflar idaresinin iznine bağlı işleri kendiliğinden yapması;
D - Bütçesini ve hesaplarını kabule değer bir mazereti olmadığı halde vaktinde vermemesi;
E - Bu kanun hükümlerine göre vakfını kütüğe kaydettirmemesi
F - Haysiyet ve şerefi bozan suçlardan biri ile veya ağır hapis veya altı aydan fazla hapis ile mahkum olması;
G - Vakfına zarar verecek yolda vazifesinde kayıtsızlığı görülmesi.

Azline karar verilen mütevelli kararın tebliğinden itibaren 15 gün   içinde yazı ile idare meclisine itiraz edebilir.

Madde 34 - Azli katileşen mütevelli başka bir vakfın da mütevellisi ise ondan da azledilmiş sayılacağı gibi bir daha mütevelli de olamaz.

Madde 35 - Mütevellinin azledilmiş olması, hakkında ayrıca takip yapılmasına mani olmaz. Ceza Kanununun tatbikında vazifelerinden doğan suçlardan dolayı mütevelli memur sayılır.

Madde 36 - Müddeti içinde kısmen veya tamamen kütüğe kaydettirilmeyen vakıflar mazbut vakıflar arasına alınır.

Madde 37 - 13 üncü ve 32 nci maddelerde yazılı paraları nemasız bırakanlara bunların faizi ve bu paraları bu kanunda gösterilen yerlerden başka yerlere sarf edenlere ve sarfını emredenlere yerlerine konuncaya kadar zıyaa uğrayan faizleri tazmin ettirilir.

(Değişik: 24/3/1981-2437/1 md.) Cemaatlere ve esnafa mahsus vakıflar, bunlar tarafından seçilen kişi veya kurullarca yönetilir. İlgili makamlarla Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından teftiş edilir ve denetlenirler. Teftiş ve denetlemenin usulleri ve nasıl yapılacağı ile sonuçları çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.
Ek: 24/3/1981 - 2437/2 md.) Cemaat vakıflarının Türk Kanunu Medenisinin 78 nci maddesi gereğince Vakıflar Genel Müdürlüğüne ödeyecekleri teftiş ve denetleme masraflarına katılma payının, genel bütçeden karşılanmasına Bakanlar Kurulunca karar verilebilir. Bu karar anılan vakıfların teftiş ve denetimini etkilemez.


Ge­nel Mü­dür­lük­çe yö­ne­ti­le­cek ve tem­sil edi­le­cek va­kıf­lar
MAD­DE 7- On yıl sü­rey­le yö­ne­ti­ci ata­na­ma­yan ve­ya yö­ne­tim or­ga­nı oluş­tu­ru­la­ma­yan mül­hak va­kıf­lar, mah­ke­me ka­ra­rıy­la Ge­nel Mü­dür­lük­çe yö­ne­ti­lir ve tem­sil edi­lir.
Bu Ka­nu­nun yü­rür­lü­ğe gir­me­sin­den ön­ce maz­but va­kıf­lar ara­sı­na alı­nan va­kıf­lar­la, bu Ka­nu­na gö­re maz­but va­kıf­lar ara­sı­na alı­nan va­kıf­la­ra bir da­ha yö­ne­ti­ci se­çi­mi ve ata­ma­sı ya­pı­la­maz.
İl­gi­li­le­rin vak­fi­ye şart­la­rı­na gö­re in­ti­fa hak­la­rı sak­lı­dır.


Madde 1 - (Değişik: 28/6/1938-3513/1 md.)

4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücut bulmuş vakıflardan

A - Bu kanundan önce zapt edilmiş bulunan vakıflar,
B - Bu kanundan önce idaresi zapt edilmiş olan vakıflar,
C - Mütevelliği bir makama şart edilmiş olan vakıflar,
D - Kanunen veya fiilen hayri bir hizmeti kalmamış olan vakıflar,
E - Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerinden başkalarına şart edilmiş vakıflar,

Vakıflar Umum Müdürlüğünce idare olunur. Bunların hepsine birden (Mazbut vakıflar) denir.
(Değişik: 31/5/1949-5404/1 md.) Mütevelliliği vakfedenlerin fer`ilerine şart edilmiş vakıflara (Mülhak Vakıflar) denir. Bunlar mütevellileri tarafından idare olunur. Mütevelliler Vakıflar Genel Müdürlüğünün ve Genel Müdürlük de İdare Meclisinin kontrolü altındadır.
Madde 39 - Bu kanunun birinci maddesinde Umum Müdürlük tarafından idare edileceği gösterilen ve bu kanunun neşri tarihine kadar mazbutiyet altına alınmış olan vakıfların mazbutiyetleri kaldırılmaz. On seneden beri mütevelliliği kimseye tevcih edilmemiş olan vakıflarda artık tevcih yapılmaz. Ancak alakalıların vakfiyeye göre intifa hakları mahfuzdur.
Geçici Madde 1 - (2762 sayılı Kanunun kendi numarasız Muvakkat maddesi olup, teselsül için numaralandırılmıştır.)
A - Şimdiye kadar vakıflar idaresine hesap vermemiş olan bütün mütevelliler veya mütevelli heyetleri bu kanunun hükümleri yürümeğe başladığı günden itibaren üç ay içinde idare ettikleri vakıfların mahiyetlerini,varidat membalarını ve bunların sarf ve tahsis mahallerini,geçmiş son senenin varidat ve masraflarının miktar ve nevilerinin ve mütevelliliği hangi selahiyetli merciin intihap veya kararına müsteniden ve hangi tarihten beri yaptıklarını gösterir bir beyanname tanzimine ve mensup oldukları vakıflar dairesine vermeğe mecburdurlar.
B - Yukarki fıkra mucibince beyanname vermiş olan mütevellilere bir makbuz ilmühaberi verilir. Bu ilmühaberi hamil olan kimseler bu kanun dairesinde vakıflarının idaresine devam ederler.
C - Birinci fıkrada yazılı müddet içinde beyanname vermemiş olanlar vakıflarında tasarruf edemezler. Gecikme haklı bir sebebe müstenit değilse veya verdikleri beyanname hakikate uygun bulunmazsa mütevellilikten derhal azlolunurlar.
Ç - Vakıflar idaresine verilecek beyannamelerin verildikleri tarihten itibaren, altı ay içinde tetkik ve tasdiki mecburidir. Bu müddet içinde tasdik edilmediği takdirde yalnız mukannen masraflar tasdik edilmiş sayılır.
D - Beyannameler muhteviyatının vesika ve teamüllere müstenit olması ve bu vesika veya teamüllerin bu kanunun neşrinden evvel mevcut ve merî`i bulunması şarttır.
E - Bu kanun hükümleri yürümeğe başladığı zaman mevcut olan ferilerden gayri mütevellilerle Vakıflar Umum Müdürlüğünce mütevellisi olmadığından veya mütevellisi mevcut olduğu halde vakfı bizzat idare edemediklerinden dolayı idare kendilerine tevdi edilmiş olan kaymakamlar şimdiye kadar olduğu gibi vakıfları idareye devam ederler. Azil veya her hangi bir suretle inhilal vukuunda bu kanun hükümleri tatbik olunur.


Ye­ni va­kıf or­gan­la­rı­nın ta­mam­lan­ma­sı



MAD­DE 8- Ye­ni va­kıf­la­rın or­gan­la­rın­da ölüm, is­ti­fa ya da her­han­gi bir ne­den­le ek­sil­me ol­du­ğu tak­dir­de; va­kıf se­ne­din­de­ki hü­küm­le­re gö­re, hü­küm bu­lun­ma­ma­sı ha­lin­de va­kıf se­ne­di de­ği­şik­li­ği­ne yet­ki­li or­ga­nın, bu­nun bu­lun­ma­ma­sı ha­lin­de ise ic­ra­ya yet­ki­li or­ga­nın ka­ra­rı ve Ge­nel Mü­dür­lü­ğün gö­rü­şü alı­na­rak mah­ke­me­ce ye­ni­si se­çi­lir.
D. Vakfın örgütü
I. Genel olarak
MADDE 109.- Vakfın bir yönetim organının bulunması zorunludur. Vakfeden, vakıf senedinde gerekli gördüğü başka organları da gösterebilir.
II. Çalıştırılanlara ve işçilere  yardım vakfı
MADDE 110.- Çalıştırılanlara ve işçilere yardım vakıflarının yöneticileri, yararlananlara, vakfın örgütü, işleyişi ve malî durumu hakkında gerekli bilgiyi vermekle yükümlüdürler.
Vakfa ödenti veren çalıştırılanlar ve işçiler en az yapmış oldukları ödeme oranında yönetime katılırlar ve temsilcilerini olabildiğince kendi aralarından seçerler.
Vakfın malvarlığının çalıştırılanların ve işçilerin yapacakları ödemelerle sağlanacak bölümünün işverene karşı vakfın bir alacağından ibaret olması, ancak bu alacak için yeterli güvence sağlanmış olmasına bağlıdır.
Yararlananların, vakfın edimlerinin yerine getirilmesini dava yoluyla isteyebilmeleri, ödenti vermiş olmalarına veya vakfı düzenleyen hükümlerin kendilerine bu hakkı tanımış bulunmasına bağlıdır.  
Çalıştırılanlara ve işçilere  yardım vakıflarında yararlananların yönetime katılmaları ve vakıftan yararlanma koşulları ile ilgili hükümlerde yapılacak değişiklikler, vakıf senedine göre buna yetkili organın istemi üzerine, denetim makamının yazılı görüşü alındıktan sonra yerleşim yeri mahkemesince karara bağlanır.
II. Noksanlıklar
MADDE 107.- Vakıf senedinde vakfın amacı ile bu amaca özgülenen mal ve haklar yeterince belirlenmiş ise, diğer noksanlıklar vakfın tüzel kişilik kazanması için yapılan başvurunun reddini gerektirmez.
Bu tür noksanlıklar, tescil kararı verilmeden önce mahkemece tamamlattırılabileceği gibi; kuruluştan sonra da denetim makamının başvurusu üzerine, olanak varsa vakfedenin görüşü alınarak vakfın yerleşim yeri mahkemesince tamamlattırılır.
Tescili istenen vakfa ölüme bağlı tasarrufla özgülenen mal  ve haklar amacın gerçekleşmesine yeterli değilse; vakfeden aksine bir irade açıklamasında bulunmuş olmadıkça bu mal ve haklar, denetim makamının görüşü alınarak  hâkim  tarafından benzer amaçlı bir vakfa özgülenir.
Va­kıf yö­ne­ti­ci­si ola­ma­ya­cak­lar
MAD­DE 9- Va­kıf­lar­da; hır­sız­lık, ni­te­lik­li hır­sız­lık, yağ­ma, ni­te­lik­li yağ­ma, do­lan­dı­rı­cı­lık, ni­te­lik­li do­lan­dı­rı­cı­lık, zim­met, rüş­vet, sah­te­ci­lik, hi­le­li if­las, iha­le­ye fe­sat ka­rış­tır­ma, edi­min ifa­sı­na fe­sat ka­rış­tır­ma, gü­ve­ni kö­tü­ye kul­lan­ma, ka­çak­çı­lık suç­la­rı ile dev­le­tin gü­ven­li­ği­ne kar­şı iş­le­nen suç­la­rın bi­rin­den mahkûm olan­lar yö­ne­ti­ci ola­maz­lar.
Va­kıf yö­ne­ti­ci­si se­çil­dik­ten son­ra yu­ka­rı­da­ki suç­lar­dan mah­kum olan­la­rın yö­ne­ti­ci­li­ği so­na erer.
Va­kıf yö­ne­ti­ci­le­ri­nin so­rum­lu­luk­la­rı ve gö­rev­den alın­ma­sı
MAD­DE 10- Va­kıf yö­ne­ti­ci­le­ri; vak­fın ama­cı­na ve yü­rür­lük­te­ki mev­zu­ata uy­mak zo­run­da­dır.
Bi­rin­ci fık­ra­da be­lir­ti­len zo­run­lu­lu­ğa uy­ma­yan­lar ile;
a) Vak­fın ama­cı doğ­rul­tu­sun­da fa­ali­yet­te bu­lun­ma­yan,
b) Vak­fın mal­la­rı­nı ve ge­lir­le­ri­ni amaç­la­rı­na uy­gun ola­rak kul­lan­ma­yan,
c) Ağır ih­mal ve ka­sıt­lı fi­il­le­riy­le vak­fı za­ra­ra uğ­ra­tan,
d) De­ne­tim Ma­ka­mın­ca tes­pit edi­len nok­san­lık ve yan­lış­lık­la­rı ve­ri­len sü­re içe­ri­sin­de ta­mam­la­ma­yan, dü­zelt­me­yen ve­ya ay­kı­rı iş­lem­le­re de­vam eden,
e) Me­de­ni hak­la­rı kul­lan­ma eh­li­ye­ti­ni kay­be­den ve­ya gö­re­vi­ni sü­rek­li ola­rak yap­ma­sı­na en­gel teş­kil ede­cek has­ta­lı­ğa ve­ya ma­lu­li­ye­te ya­ka­la­nan,
f) Bu Ka­nu­nun 11 in­ci mad­de­si uya­rın­ca iki de­fa ida­ri pa­ra ce­za­sı alan,
va­kıf yö­ne­ti­ci­le­ri, Mec­li­sin ve­re­ce­ği ka­ra­ra da­ya­lı ola­rak De­ne­tim Ma­ka­mı­nın baş­vu­ru­su üze­ri­ne vak­fın yer­le­şim ye­ri as­li­ye hu­kuk mah­ke­me­sin­ce gö­rev­le­rin­den alı­na­bi­lir. Te­la­fi­si imkânsız so­nuç­lar do­ğu­ra­bi­le­cek hal­ler­de da­va so­nuç­la­nın­ca­ya ka­dar, Mec­lis ka­ra­rı üze­ri­ne De­ne­tim Ma­ka­mın­ca, va­kıf yö­ne­ti­mi­nin ge­çi­ci ola­rak gö­rev­den uzak­laş­tı­rıl­ma­sı ve kay­yım­ca yö­ne­til­me­si ih­ti­ya­ti ted­bir ola­rak mah­ke­me­den ta­lep edi­lir.
Gö­re­vin­den alı­nan va­kıf yö­ne­ti­ci­le­ri Mec­lis üye­si ola­maz ve beş yıl sü­rey­le ay­nı vak­fın yö­ne­tim ve de­ne­tim or­ga­nın­da gö­rev ala­maz­lar. Ay­rı­ca ikin­ci fık­ra­nın (c), (e) ve (f) bent­le­rin­de be­lir­ti­len ne­den­ler­le gö­re­vin­den alı­nan va­kıf yö­ne­ti­ci­le­ri baş­ka bir vak­fın yö­ne­ti­ci­si ise o gö­re­vin­den de alın­mış sa­yı­lır ve beş yıl sü­rey­le hiç­bir vak­fın yö­ne­tim ve de­ne­tim or­ga­nın­da gö­rev ala­maz­lar.
Va­kıf yö­ne­ti­min­de yer alan ki­şi­ler ile va­kıf ça­lı­şan­la­rı ku­sur­lu fi­il­le­ri ne­de­niy­le vak­fa ver­dik­le­ri za­rar­lar­dan so­rum­lu­dur­lar.
Va­kıf yö­ne­ti­ci­le­ri mah­ke­me ka­ra­rı ol­mak­sı­zın gö­rev­le­rin­den uzak­laş­tı­rı­la­maz­lar.
I. Yönetimin değiştirilmesi
MADDE 112.- Haklı sebepler varsa mahkeme, vakfın yönetim organı veya denetim makamının istemi üzerine diğerinin yazılı görüşünü aldıktan sonra vakfın örgütünü, yönetimini ve işleyişini değiştirebilir.
Mahkeme, denetim makamının başvurusu üzerine, tüzükte gösterilen sebeplerle duruşma yaparak yöneticileri görevden alabilir ve vakıf senedinde başka bir hüküm yoksa yenisini seçebilir.
H. Faaliyetten geçici alıkoyma
MADDE 115.- İçişleri Bakanlığı, Anayasada öngörülen hâllerde ve belirlenen usullere uygun olarak, denetim makamının da görüşünü almak suretiyle mahkemece bir karar verilinceye kadar vakfı geçici olarak faaliyetten alıkoyabilir ve derhâl mahkemeye başvurur. Hâkim başvuruyu gecikmeksizin karara bağlar.
 
İda­ri pa­ra ce­za­sı

MAD­DE 11- Ge­nel Mü­dür­lük­çe ya­pı­lan teb­li­ga­ta rağ­men, bu Ka­nun uya­rın­ca is­te­nen be­yan­na­me, bil­gi ve bel­ge­le­ri za­ma­nın­da ver­me­yen, or­gan­la­rın vak­fi­ye ve­ya va­kıf se­ne­di­ne ay­kı­rı ola­rak top­lan­ma­sı­na se­be­bi­yet ve­ren ve­ya ger­çe­ğe ay­kı­rı be­yan­da bu­lu­nan va­kıf yö­ne­ti­mi­ne Ge­nel Mü­dür­lük­çe her bir ey­lem için beş­yüz Türk Li­ra­sı ida­ri pa­ra ce­za­sı ve­ri­lir. İda­ri pa­ra ce­za­la­rı­na kar­şı teb­liğ ta­ri­hin­den iti­ba­ren on­beş gün için­de 30/3/2005 ta­rih­li ve 5326 sa­yı­lı Ka­ba­hat­ler Ka­nu­nu hü­küm­le­ri­ne gö­re ka­nun yo­lu­na baş­vu­ru­la­bi­lir.


http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=6551

..


Behiç Gürcihan'a Hatırlatma : 12 Eylül ve "Amcalarınız"



Behiç Gürcihan'a Hatırlatma : 12 Eylül ve "Amcalarınız"

24.09.2012
Serdar Ant - Bellek 


Behiç Gürcihan, Tolga Örnek’e yazdığı açık mektupta “TSK'nın bittiği an, babanın mahkûm edildiği an değildir” diyor ve ekliyor:
 
“Ben sana TSK'nın bittiği anları hatırlatayım. Sizlerin o yere göğe sığdıramadığı, özel sohbetlerinizde çok büyük adam olarak lanse ettiğiniz Hilmi Özkök, askerinin başına çuval geçiren ABD büyükelçisini ballı börekli Genelkurmay'da ağırladığı gün TSK bitti... "Amca" dediğin Yaşar Büyükanıt, Bush'un konuşmasını dinlemek için Ortaköy'de Bush'un korumalarına elini açıp kontrol ettirdiği gün bitti... Sizlere desteğini hiç bir zaman esirgemeyen Çevik Bir, bu ordu ile milletin arasına 28 Şubat'la Cumhuriyet tarihinin en karanlık perdesini çektiği gün bir kez daha bitti TSK…”
 
İnsan, şu satırları okuyunca sormadan edemiyor:
 
Bu kadar basit mi?
(Açık İstihbarat : Tabi ki o kadar basit değil fakat eleştirilen yazının kapsamı çerçevesinde Serdar Ant'ın aşağıdaki yazısında haklı olarak dile getirdiği konular ele alınmamıştır. Yoksa TSK'nın Mustafa Kemal'in askerlerinden NATO'nun ordusuna evriminin ele alınması gereken yüzlerce miladı sayılabilir.)

Behiç Gürcihan’ın “Tolga Örnek'e Açık Mektup: Her Sakallıyı Hacı; Her Üniformalıyı Amca Zannetme” (Açık İstihbarat, 22.9.2012) başlıklı yazısını kâh içim burkularak kâh gülümseyerek okudum.

Öncelikle belirtmeliyim ki Behiç Gürcihan’ı tanımam. Bir kere bile olsa bir araya gelip konuşmuşluğumuz, herhangi bir tanışıklığımız yok. Açık İstihbarat isimli sitede yayınlanan yazılarını okurum ara sıra… Gazeteci Fatma Sibel Yüksek ile evli olduğunu, Ergenekon davası kapsamında bir ara gözaltına alınıp bir süre tutuklu kaldığını, ama şu anda tutuksuz yargılandığını biliyorum, o kadar… Onun Tolga Örnek’le olduğu gibi, kendisiyle bir ortak geçmişimiz de yok tabii… 

Benim de babam bir askerdi, ama ben “paşa çocuğu” değilim. Geçmişte babamın görevi nedeniyle yurtdışında, mesela Napoli’de bulunma imkânına sahip olamadığım için, “İtalya’nın nimetlerinin peşinden koşma” gibi bir durumum da olmadı hiç… Ama çocukluk ve gençliğimin tamamı Gölcük gibi bir ortamda geçtiğinden askeriyeyi biraz da olsa bilirim. Bu bağlamda Tolga Örnek’i ve ailesini, uzaktan da olsa tanıdığımı söyleyebilirim.

Behiç Gürcihan, Tolga Örnek’e açık mektubunu yazarken Napoli günlerinden ve eski Yugoslavya’nın parçalandığı dönemden bahsediyor. 

Öyle anlaşılıyor ki tanışmaları ve arkadaşlıkları o yıllara dayanıyor. Yani 1990’lı senelere… O yılları 20’li yaşlarda delikanlılar olarak yaşamış olmalılar. Gürcihan, 

“Babalarımız NATO emrinde AFSOUTH karargâhından Yugoslavya'yı parçalarken, bizim güle oynaya İtalya'nın nimetlerinin peşinde koştuğumuz günler…” 

dediğine göre, o dönemde dünyada olan bitene karşı kaygısız kaldıklarını, daha doğrusu bugün olduğu gibi bir bilince sahip olmadıklarını da itiraf etmiş oluyor bir bakıma. Bir tür özeleştiri yapıyor kendince… Bunu eleştirmek için yinelemiyorum. 

Ama çocukluk ve gençlik yıllarımızda hangimizin dünya umurundaydı ki? Hele ki “İtalya’nın nimetleri” ayaklarınızın altına serilmişken kim takar Yugoslavya’yı? Babanız Washington’da askeri ateşe ise, Türkiye’de olup bitenler sizi çok mu ilgilendirir sanki? Neyse…

Benim Tolga Örnek’i ve ailesini “tanımam” ise daha eskiye dayanıyor. 

1970’li yılların ikinci yarısı, 1980’lerin başına… 12 Eylül öncesi ve sonrasının karanlık yıllarına yani… Aslında buna “tanımak” denilebilir mi, bilmiyorum. Tolga Örnek daha kısa pantolonla dolaşırken, aynı mahallede ve aynı apartmanda oturmuştuk Örnek ailesiyle… Ben ve kardeşim, Tolga ve Burak’tan 5-6 yaş kadar büyüktük, ama aynı okula aynı askeri servislerle gittik, Yüzbaşılar Mahallesi’nin sokaklarında koşturduk durduk, bağlardan kiraz aşırdık, 8. Sokak’ın o ünlü deresinde oyuncak “kayık” yarıştırdık. Dünyadan bîhaber olduğumuz çocukluğumuzun o avare yıllarında, yaşamımız kısa bir dönem de olsa çakıştı Tolgalarla...

Özden Örnek, daha o yıllarda parmakla gösterilen bir subaydı. 

Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, o seneler binbaşı ya da yarbay idi galiba, ama geleceğin Deniz Kuvvetleri Komutanı olacağı söylenirdi hep… Öyle derlerdi, biz çocuklar da büyüklerimizin konuşmalarından duyardık bu lafları. Kimi günler, gecenin bir saatinde apartmanın kapısı önünde bir askeri aracın durduğunu ve o saatte Özden binbaşıyı alıp gittiğini görürdük. Kısacası parlak bir subaydı, soyadı gibi “örnek” bir askerdi.

Eşi “Sevil teyze” de anımsayabildiğim kadarıyla “burnu Kaf dağında” bir insan değildi. Sonradan bu alçakgönüllü yapısı değişti mi, bilmiyorum. Ama askerlerin dünyasında subay ve astsubay aileleri arasında nasıl bir “uçurum” olduğunu o ortamda yaşayanlar gayet iyi bilirler. Buna rağmen benim anımsadığım “Sevil teyze” böyle bir insan değildi. Annemlerle görüşürler, karşılıklı ev gezmelerine gelip giderlerdi. Bayramlarda ziyaretimize de gelirlerdi, aradaki rütbe farkına falan bakmadan…

Biz çocuklar, böyle bir ortamda büyüdük işte… Türkiye kan ve ateş denizinde çalkalanır, her gün 15—20 kişi “anarşi ve terör” ortamında can verirken, bizler böyle bir sahte cennette yaşıyorduk. 

Ne “sağ”dan haberimiz vardı, ne “sol”dan… 

Hatta Türkiye’de olup bitenleri bile bilmezdik. Hem yaşımız böyle şeyleri anlamak için çok küçüktü, hem de yaşadığımız ortam bunların bize ulaşmasını engelliyordu. 

Türkiye’nin içine sürüklendiği bu batağın, Behiç Gürcihan ve Tolga Örnek’in babalarının 1990’larda “NATO emrinde AFSOUTH karargâhından Yugoslavya'yı parçalarken” yaşananların bir ön habercisi, belki de bir provası olduğunu o yıllarda nereden bilebilirdik ki? 

Türkiye’nin bir “istikrarsızlaştırma operasyonu” ile nasıl faşizme sürüklendiğini, generallerin müdahale için koşulların olgunlaşmasını nasıl sabırla beklediklerini, 12 Eylül darbesiyle olacaklardan, darbenin gerçekleşmesinden çok önce Amerikan askeri kaynaklarında nasıl bahsedildiğini yıllar geçtikten sonra öğrenebildik ancak…

Behiç Gürcihan, Tolga Örnek’e yazdığı açık mektupta “TSK'nın bittiği an, babanın mahkûm edildiği an değildir” diyor ve ekliyor:

“Ben sana TSK'nın bittiği anları hatırlatayım. Sizlerin o yere göğe sığdıramadığı, özel sohbetlerinizde çok büyük adam olarak lanse ettiğiniz Hilmi Özkök, askerinin başına çuval geçiren ABD büyükelçisini ballı börekli Genelkurmay'da ağırladığı gün TSK bitti... "Amca" dediğin Yaşar Büyükanıt, Bush'un konuşmasını dinlemek için Ortaköy'de Bush'un korumalarına elini açıp kontrol ettirdiği gün bitti... Sizlere desteğini hiç bir zaman esirgemeyen Çevik Bir, bu ordu ile milletin arasına 28 Şubat'la Cumhuriyet tarihinin en karanlık perdesini çektiği gün bir kez daha bitti TSK…”

İnsan, şu satırları okuyunca sormadan edemiyor:

Bu kadar basit mi?

Behiç Gürcihan, bugün, 1990’larda olduğu gibi “İtalya’nın imkânlarının peşinde koştuğu” yıllarda değil artık. Dediği gibi, “o günler geride kaldı.” Belki o yıllarda, bugün olduğu kadar bilinçli ve duyarlı bir insan değildi. Ama bugünkü Behiç Gürcihan için aynı şey söylenebilir mi? 

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Eylül’de nasıl bir rol oynadığını görmezden gelerek “TSK "biteli" 10 seneyi geçti” şeklindeki sığ bir değerlendirmeyle gelişmeleri açıklamaya çalışmak, Tolga Örnek’a “açık mektup” yazan Behiç Gürcihan’ı inandırıcılıktan yoksun kılar, o kadar... 

Hatta ne 12 Eylül’ü, TSK’nın bitiriliş öyküsünü çok daha gerilere uzatmak da olasıdır. Ve eminim ki bu sürecin dönüm noktalarını Behiç Gürcihan da en az benim kadar iyi bilmektedir.


Dünya askeri darbeler literatürüne “bizim çocuklar” (our boys) olarak geçen 12 Eylül’ün faşist generalleri kimi temsil ediyorlardı ki?

12 Eylül akşamı ABD Başkanı Carter’ı arayan Dışişleri Bakanı, 

“Mr. President, Türk Ordusunun komuta heyeti Ankara’da yönetime el koydu. Herhangi bir kaygıya gerek yok. Kimler müdahale etmesi gerekiyorsa onlar müdahale etti” 

derken, kimi kastediyordu acaba?

6 Kasım 1983 seçimlerinden hemen önce Türkiye’ye gelen ABD Dışişleri Bakanı Alexander Haig, Org. Evren ile 14 Mayıs 1982’de yaptığı görüşmede 

“Türkiye, NATO’nun ötesinde bir önem taşır. İyi bilirsiniz ki, Washington’da dostlarınız vardır. Başkan Reagan durumu gayet iyi kavramıştır. Başarınız için her desteği verecek. Sizin başarınız bizim de başarımız sayılır” 

derken ne demek istiyordu acaba?

ABD Başkanı Jimmy Carter’ın, 1985’in Temmuz ayında Cumhuriyet muhabiri Ufuk Güldemir’e söylediği 

“Asıl zorlandığım konu, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına entegrasyonunu sağlamak olmuştu. Gerçi bu sorun sonraları daha kolay çözüldü. Biraz General Rogers sayesinde. Sayın Evren ile çok yakın dosttu. Sayın Evren’in, çok takdir ettiğim bu güçlü liderin, iyi niyetli yaklaşımı olmasaydı, bu sorun çözülemezdi. Yıllarca uğraşıp, vaatler yapıp, telkinlerde bulunup başaramamıştık, ama dostlukla oldu. 1980 Harekâtı olmasaydı, bu mümkün olmazdı” 

şeklindeki sözleri, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ne zaman bitirildiği konusunda bir fikir vermiyor mu acaba?

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bitirilmesi ve “milletin ordusu” olmaktan çıkıp bir “NATO kuvveti” haline gelmesini içeren süreçte, Behiç Gürcihan için 90’lı yıllar öncesinin bir önemi yok mu peki? 

Tolga Örnek’e seslenirken Hilmi Özkök’ten, Yaşar Büyükanıt’tan, Çevik Bir’den bahsediyor ve bu generallerin oynadığı rolü eleştiriyor. İyi de bu paşalar 90’lı yıllar öncesinde ne yapıyorlardı? Ay’da mı yaşıyorlardı!

12 Eylül döneminde Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Harekât Başkanlığı’nda çalışıyordu. Ne yapıyordu orada? 

Darbenin nasıl yapılacağı, kimlerin gözaltına alınacağı, nerelerde işkence tezgâhları kurulacağı, kimlerin vatandaşlıktan çıkarılacağı, milletin anadilinin nasıl yasaklanacağı ve daha böyle bir sürü “ince” işin planlamasıyla mı ilgileniyordu acaba? 

“Bizim çocukların” lideri Kenan Paşa, yıllar sonra gazeteci Yavuz Donat ile yaptığı söyleşide Yaşar Büyükanıt hakkında şunları söylüyordu:

“Henüz ihtilal yapmamıştık... Ben Genelkurmay Başkanıydım... Yaşar Paşa, yarbay rütbesi ile Genelkurmay Harekât Başkanlığı'nda çalışıyordu... Dikkatimi çekti... Ve yanımdaki komutanlara dedim ki: Bu yarbaya dikkat edin... İstikbal vaat ediyor... İleride büyük komutan olacak."



Kenan Paşa’nın, Behiç Gürcihan’ın hedef tahtasında olan Hilmi Özkök için verdiği referans da sağlam:

“1980'de biz ihtilali yaptığımızda, Hilmi Paşa, yarbay rütbesindeydi... Milli Güvenlik Kurulu'nda görev yaptı. Çok sevdiğim bir komutan... Çalışkan, bilgili... İyi yabancı dili var. Deneyimli.”

Çevik Bir’e ise hiç değinmiyorum. 12 Eylül döneminde Kenan Evren’in yaveri olarak görev yaptığını gösteren fotoğrafları daha birkaç ay önce basında hepimiz gördük.




Behiç Gürcihan Tolga Örnek’e yazdığı mektupta, 1990’lı yılları kastederek “Babalarımız NATO emrinde AFSOUTH karargâhından Yugoslavya'yı parçalarken” diyor… 1990’da bunları yapan babalarınız, 1980 darbesinde neler yapıyordu peki?

Behiç Gürcihan, bu konuda bir açıklama yapar mı bilmiyorum, ama 12 Eylül öncesi ve sonrasında, örneğin Özden Örnek’in hangi görevlerde bulunduğunu özgeçmişinden öğrenebiliyoruz:

“1978'den itibaren iki yıl süre ile Donanma Komutanlığı Harekât ve Eğitim Şube Müdürü olarak çalıştı. 1982'de ABD Deniz Komuta Kolejinden mezun oldu. 1982'de yılında Albay olan Örnek, aynı yıl Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekât Şube Müdürlüğüne atandı.”

Hiçbir yorum yapmıyorum!

Bugün Balyoz operasyonu ve davası ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bir temizlik yapıldığından ve “Mustafa Kemal’in askerleri”nin Türk ordusundan tasfiye edildiğinden, “kangren olan kolun” kesildiğinden bahsediliyor. Gel de sorma şimdi:

Kimdir bu “Mustafa Kemal’in askeri” olanlar?



12 Eylül döneminde Yaşar Büyükanıt, Hilmi Özkök, Çevik Bir gibi geleceğin “parlak” subaylarıyla beraber aynı kurmay kadrosunu oluşturanlar mı? 

ABD’nin “bizim çocuklar” (our boys) olarak tanımladığı beş generalin, 12 Eylül faşist darbesi sırasında gözü kulağı, eli ayağı değil miydi bu kişiler? 

Balyoz davasında yargılananların ya da 1990’larda “NATO emrinde AFSOUTH karargâhından Yugoslavya'nın parçalanmasında” görev alanların, 12 Eylül döneminde nerelerde, neler yaptığına bir bakılsa, oldukça çarpıcı sonuçlara ulaşılır herhalde… 

Örneğin, birkaç yıl önce Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturan Org. Işık Koşaner’in 1978’de Kara Harp Akademisi’nden mezun olduktan sonra Özel Kuvvetler Komutanlığı emrinde kurmay subay olarak çalışması gibi… 

Ne ilginçtir ki, 12 Eylül ve darbe soruşturması yapanlar, Işık Paşa’nın o yıllardaki deneyimlerine ve tanıklığına başvurmuyorlar nedense…

Bugünlerde bir “Mustafa Kemal’in askerleri” lafıdır gidiyor. 

İyi de “Mustafa Kemal’in askeri” olarak tanımlanan bu generallerin ağzından en son ne zaman “ya istiklal ya ölüm” sözünü duydunuz? 

Bu paşaların görev yaptıkları süre içinde, Anadolu’nun göbeğine kurulmuş Amerikan üslerine karşı en ufak bir tepkisi oldu mu? 

“NATO’ya karşı en ufak bir eleştirileri oldu mu?” diye sormuyorum, çünkü hepsi NATO karargâhlarında görev yaparak, ABD’deki Askeri Kolejlerde ya da Kraliyet Akademilerinde eğitim alarak yükseldiler ordu içinde… 

Türkiye’nin AB’ye üye yapılacağı masalıyla ekonomide, siyasette, hukukta, dış politikada, kısacası yaşamın her alanında ödün üstüne ödün vererek AB kapısında uşak yapılmasına karşı en ufak bir karşı çıkışı oldu mu, bu “Mustafa Kemal’in askerlerinin”? 

Türkiye ekonomisi Dünya Bankası memurlarına teslim edilip IMF reçetelerinin uygulanması sonucu milyonlarca insan açlık ve sefalet denizinde kulaç atar hale düştüğünde, başta Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ana ikmal kaynağı olan TÜPRAŞ olmak üzere kamu varlıkları bir avuç asalağa peşkeş çekilirken bu paşaların aklına “Mustafa Kemal’in askeri” olmanın gerektirdiği sorumluluk geldi mi hiç? 

MGK toplantılarında bu konularda eleştirel tek söz ettiler mi mesela? 

OYAKBANK satılırken bile susulmadı mı? 

“Mustafa Kemal’in askeri” olanlar, silah arkadaşları Org. Bitlis’in kuşkulu bir kaza ile yaşama veda etmesine hiç tepki gösterdiler mi?

Muavenet batırıldığında neden mezar gibi sessizdiler? Kuzey Irak’taki kukla devleti kuran Çekiç Güç, Anadolu’nun göbeğinde konuşlandığında, her 6 ayda bir, bu emperyalist kuvvetin görev süresinin uzatılması için MGK’da onay verenler bu “Mustafa Kemal’in askerleri” değil miydi? 

Türk askerinin terörist yatağı Kuzey Irak’a adımını atması yasaklanmışken, Afganistan’dan Lübnan’a kadar uzanan coğrafyada ABD’ye taşeronluk yapmasını sineye çekenler kimlerdi?

Bugün Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bir tasfiyeden bahsediliyor.

Peki, 12 Eylül döneminde, Atatürkçü ve solcu kaç subay atıldı TSK’den? 

Bugün gerçekleşen tasfiyeyi şimdi birileri nasıl seyrediyorsa, Yaşar Büyükanıtlar, Hilmi Özkökler, Çevik Birler de 12 Eylül döneminde Atatürkçü ve solcu subay kıyımını seyretmediler mi? 

Büyük bir ihtimalle o listelerin hazırlanmasında bile rol oynamışlardır!

İşte şimdi tasfiye edilenler de, 12 Eylül’de Özköklerin, Büyükanıtların silah ve dönem arkadaşı olan kurmaylar değil miydi? Bugün de tasfiye edenler tasfiye ediliyor! 

Kısacası sustunuz, sıra size de geldi en sonunda!



Ve bütün bu olanlara rağmen, Behiç Gürcihan “TSK "biteli" 10 seneyi geçti” diyor! 

Hangi 10 sene? Bilgi dağarcığınızda ve belleğinizde “12 Eylül” diye bir olay yok mu sizin?

Atatürk, 

“Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ordusu, istilâlar yapmak veya saltanatlar kurmak için şunun, bunun elinde ihtiras aleti olmaktan münezzehtir. İnsanca ve müstakil yaşamaktan başka gayesi olmayan milletin aynı ideale bağlı ve yalnız onun emrine tabi ve sadık öz evlâtlarından mürekkep muhterem ve kuvvetli bir heyettir” 

diyordu. Oysa artık Yugoslavya’dan Afganistan’a, Lübnan’a kadar uzanan coğrafyada emperyalizme hizmet sunan Türk Silahlı Kuvvetleri, sadece son 10 yıldır değil, çok daha uzun bir süredir milletin ordusu değildir ne yazık ki… 

“İstilâlar yapmak veya saltanatlar kurmak için şunun, bunun elinde ihtiras aleti” haline getirilmiştir. 

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “milli ordu” olmaktan çıkışı, Behiç Gürcihan ile Tolga Örnek’in “İtalya yıllarının” da, hatta benim çocukluk dönemimin de gerisine uzanır. 

Ama bugünkü iktidar savaşını yerli yerine oturtmamızı sağlayacak bu arka planı görmezden gelir ve hikâyeyi sadece 10 yıl öncesinden başlatırsanız, sonunda “amcalarınıza” tepki göstermenin de ötesine geçemezsiniz! Oysa bütün o “amcalar”, ABD’nin “bizim çocuklar” takımının üyesidirler.

Madem babalarınızın Yugoslavya’nın parçalanmasında rol oynadığını kabul edecek kadar gerçekçi bir bakışa eriştiniz, o zaman o “amcalar” ve 12 Eylül döneminde silah arkadaşı olan günümüzün “Mustafa Kemal’in askerileri”(!) o dönemde neler yaptıklarının, daha doğrusu ne tür olayların yapılmasına tanık ve aracı olduklarının da hesabını versinler.

Açık İstihbarat @ 2012
Kaynak: Serdar Ant - bellek2009.blogspot.com


http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=10175

..

İŞTE GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ !! YAZI DİZİSİ 2




İŞTE GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ !!   2




Yüzyıl dergisi…
Tarih: 24 Mart 1991
Yıl: 2, Sayı: 7, sayfa: 41…


Aynı sayfada iki PKK’lının ölüm ilanı var. Biri Mazlum Doğan’ın ve yine bir “şiir” eşliğinde…


Üç kibrit çöpüdür, tutsak bedenlerde 
başkaldırıyı anlatan.
Biri halkım
biri belasına sevdalandığım ülkem
biri bağımsızlık.
21 Mart 1982’de ihanetin göğsüne
hançer olup saplandığı çağdaş KAWA
MAZLUM DOĞAN
Şehadetinin 9. yılında saygıyla anıyoruz.
Diyarbakır E Tipi Cezaevi Siyasi Tutukları…”


Diğer ilan da başka bir PKK’lı Zekiye Alkan için… Onda da şiirimsi satırlar var:


Sen; Gerilla’nın namlusunda patlayan mermi,
Sen MAZLUMUN açtığı ışıklı yolda ilerleyen
yiğit Kürt kızı
Sen; Diyarbakır burçlarında yanan baştan
başa bir kızıl meşale,
Sen; Kürt proletaryasının yılmaz savunucusu
Sen ZEKİYE ALKAN’dın
şehit düşünün 1. yıldönümünde seni
mücadelemizde yaşatacağımıza
söz veriyoruz.
DİYARBAKIR DEUTAĞ İŞÇİLERİ”


Ne ilginçtir ki, şimdi Haçlı İrticadan bahseden Aydınlık grubu, o yıllarda İncil ilanları da yayınlıyordu dergilerinde! İşte örnek…


“İNCİL’i okudunuz mu?
İSA MESİH’in tarihsel yaşamı ve öğretişleri hakkında bilgi edinmek isterseniz bize yazı. PK 112 ÜSKÜDAR” 


Şimdi buradan İşçi Partililere soruyorum:
1987-1993 döneminde 2000’e Doğu ve Yüzyıl gibi yayın organlarınızda yayınlanmış bir tane şehit Türk askeri ilanı var mı? PKK’nın katlettiği Türk askerleri için gözyaşı döken bir tane haberiniz var mı?
İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!


***


2000’e Doğru’nun kapatıldığı dönemde çıkan Yüzyıl dergisinin 24 Mart 1991 tarihli 7. sayısının kapak haberinde PKK övgüsü var. Kapakta halay çeken PKK teröristlerini görüyoruz. Biri saz çalıyor, 5-6 tanesi de halay çekiyor. Üstlerinde de “gerilla” elbisesi… Peki, haberin başlığı ne?
“Dört bir Yanda Newroz Ateşi… KÜRTLERİN YENİDEN DOĞUŞU”


Bu fotoğraf için o sıralar derginin Yazı İşleri Müdürü olan Serhan Bolluk şu açıklamayı yapmış:
“Cudi dağındaki gerillaların fotoğrafı, Türkiye basınında ilk kez yayınlanıyor. Yüzyıl’ın kapak fotoğrafı Cudi’den…” 
Peki, haberde neler söyleniyor? Kapakta yer alan haberin iç sayfalardaki başlığını okuyalım şimdi de:


“Tarihin en kitlesel ve yaygın Newroz kutlaması… Halk organları oluşuyor. Yetkililerle pazarlıklarda artık milletvekilleri değil halk komitesi temsilcileri yer alıyor… Mücadele devletin önlemlerini boşa çıkardı… Bugüne kadar hareketlenmemiş yerlerde de gösteriler… Önde yoksullar var… Kawa hem Kürt bölgelerinde, hem Batı’da… Öne çıkan iki güç PKK ve Sosyalist Parti…” 

Bu haberin yapıldığı sayının; 
Genel Yayın Yönetmeni: Doğu Perinçek… 
Genel Yayın Yönetmen Yardımcıları: Hasan Yalçın, Mehmet Bedri Gültekin… Yazı İşleri Müdürü: Serhan Bolluk… 
Sorumlu Müdür: Adnan Akfırat…
Derginin aynı sayısında yayınlanan Mehmet Bedri Gültekin imzalı Başyazı da kapak haberi kadar dikkat çekici… Okuyalım:


“Devrimci Kawa 2500 yıl sonra Kürdistan’da yeniden ayağa kalktı. Newroz bayramı geçen yıllarla kıyaslanamayacak bir kitlesellikle kutlandı. Şimdiye kadar fazla bir kıpırdanışın yaşanmadığı yörelerde bile Newroz ateşleri yandı.
1991 Martı şimdiden Kürt tarihi açısından önemli dönüm noktalarından biri oluyor. Kürtler tarihin yapımına aktif olarak katılarak, bir anlamda yeniden doğarak Ortadoğu’da bir kuvvet olarak ortaya çıkıyorlar. Hem kendi tarihlerinin öznesi oluyorlar hem de silahlı güçleriyle bölgede etkin bir güç konumuna yükseliyorlar. 

Genel Yayın yönetmenimiz Doğu Perinçek ile beraber geçen intifadaların hemen öncesinde bütün bölgeyi adım adım dolaşmıştık. Bu sene de Newroz dolayısıyla gene bölgedeydik. Malatya, Siverek, Urfa, Suruç, Nusaybin, Cizre ve İdil’de Newroz kutlamalarına katıldık. İki yılın Newroz bayralarının tanığı olarak gelişmeleri doğrudan ve yerinde izleme olanağımız oldu. 

… Aradan tam bir yıl geçti. Geçen sene her türden Türk şoveninin uykularını kaçıran intifadalar, bu sene daha da yaygın bir biçimde gerçekleşti. Ama artık intifadaların, serhıldanların meşruluğu tartışılmıyor. 

… Irak Kürdistan’ındaki gelişmeler Türkiye Kürtlerini doğrudan etkiliyor. Newroz kutlamalarının kitleselliğinde Irak Kürtleri’nin ayağa kalkışının büyük rolü var. Ama esas etken, bir yıl boyunca Kürt illerinde durmayan hakın mücadelesidir. Cizre, Nusaybin, Kerkoban, Lice, Doğu Beyazıt, Kızıltepe, Şırnak ve İdil’de yıl boyu süren kitlesel mücadeleler, adım adım kendi Newroz’unu yarattı. Kürtlerin ulusal hakları için ayağa kalkması ülkemizin demokratlaşmasına, demokratik devrim yolunda mesafe kat etmesine büyük aktkıda bulunuyor. 

… Kürtlerin ulusal talepleri için verdiği mücadeleyi ‘azınlık ırkçılığı’ olarak niteleyenler ise artık tamamen iflas etmiş Türk milliyetçiliğinin kötü bir savunucusu olduklarını ispatlıyorlar sadece.

… Kürt sorunu ise ancak her türlü bağnazlıktan kurtularak, kendi kaderini tayin hakkında saygı gösterilerek çözülür. Kürtlerin ve Türklerin birliği ise ancak bu hakka saygı temelinde mümkün olabilir.”

Bu satırlar, şu anda İşçi Partisi Genel Başkan Vekili olan Mehmet Bedri Gültekin’e ait… Yorum yapmaya gerek var mı, ne dersiniz?

İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!


***

Yüzyıl dergisinin 17 Mart 1991 tarihli 6. sayısında kapak haberinde ise tokalaşan iki el resmi var. Başlık ise çarpıcı:
“Sosyalist Parti’nin Kürt sorununa barışçı çözüm önerisi

HÜKÜMET PKK İLE GÖRÜŞSÜN” 

“Hoş geldin BDP!” mi demeli şimdi? 
Hayır, önce o sayıda yer alan Doğu Perinçek’in “Komşu Kürdü Sev, Evdeki Kürdü Döv Politikası” başlıklı başyazısından birkaç cümle okuyalım:


“Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt sorununu inkâr politikası iflas etti. … Cumhuriyet’in getirdiği statükonun çözümsüzlüğü ortada… Asıl çıkmazda olan ideolojik olarak Türk milliyetçiliğidir, uygulamada ise askeri yöntem… Sorun Kürt sorunudur, milliyet sorunudur. Kuzey Irak’taki Kürt milliyeti, yaşadığı topraklarda silahlı bir otorite kurmak için ayaklandı. Irak’ın bu milli harekete şiddet uygulamasına karşıyız. Kürtler kendi geleceklerini özgürce belirlemelidirler. Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı, hiçbir politik gerekçeyle rafa kaldırılamaz. Eğer bir millet emperyalizmi güçlendiren bir çözümü benimsiyorsa, bu tavrın üzerine de şiddetle gidilemez. Burada şiddete göğüs germek bir ilke tutumudur.”

Doğu Perinçek’in söyledikleri sizi tatmin etmediyse, biraz da o zamanlar Sosyalist Parti Genel Başkanı olan Ferit İlsever’e kulak verelim. Bakın Ferit İlsever de neler demiş:


“Sorun, Kürt sorununu çözmekse bunun için taa Bağdat’a kadar gitmeye ne gerek var? İşte sorunun büyük kısmı burada, ülkemizde bulunuyor. Buradan Irak Kürtlerine “bağımsızlığı”, “federasyonu” bol keseden dağıtanlar, kendi Kürdümüzün dilini bile çok görüyor. Orası için çözümler tartışılırken, Türkiye için neden konuşulmasın? Örneğin federasyon niçin özgürce tartışılmasın? Artık bu sorunun özgürce konuşulacağı ve Kürtlerin iradesinin serbestçe belirleyeceği ortam yaratılmalıdır. Barışçı bir çözüm için PKK ile görüşülmelidir.” (Yüzyıl, 17 Mart 1991, sayı: 6)

PKK ve uzantılarının 2000’lerde savunduklarını, Aydınlık grubu 1990’ların başında savunuyordu! 
Aslında daha çok örnek var verecek, ama şimdilik bu kadar yeter sanırım!
İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!


***

Şimdi zerre kadar utanıp sıkılmadan “Ey! Yaşamları boyunca konuşmaktan, eleştirmekten, çamur atmaktan başka hiçbir şey yapmayanlar, ülkemizi, cumhuriyetimizi, bağımsızlığımızı, egemenliğimizi savunmak için peki siz ne yaptınız? Çamur atmaktan başka yaptığınız bir şey gösterin bari!” diyerek yavuz hırsızlık yapanlara sormak gerek:

Geçmişte PKK terörünü “serhıldan” diye alkışlayan sizler değil miydiniz? 

PKK teröristlerine “gerilla” diyen sizler değil miydiniz?
Federasyonu savunan, bu konuda PKK’ya destek veren, "PKK ile görüşülsün" diyen sizler değil miydiniz?
Kuzey Irak’ta emperyalizmin kuklası Kürt devletini savunan sizler değil miydiniz?
“Türkiyelilik kimlik olsun”, “Kürtlerin kimliği anayasal olarak tanınsın”, “Kürtçe anadilde eğitim yapılsın” diyen sizler değil miydiniz?

Dergilerinizde PKK teröristlerinin sayfa sayfa ölüm ilanlarını yayınlayan sizler değil miydiniz?
Atatürk’e “Kürtlere ulusal katliam yapmış bir kişidir” diyen sizler değil miydiniz?
Şeyh Sait’in Kürtlerin ulusal değeri olarak ele alıp “saygı göstermeliyiz” diyen sizler değil miydiniz?
89-90-91’de koşulların elverişli olduğu dönemlerde Güneydoğu’da Sosyalist Parti’nin mitinglerinde ve toplantılarında “Kürt marşı söyledik” diye övünen sizler değil miydiniz?

“Hedefimiz burjuva ulusal bayrağı ilelebet dalgalandırmak değil, emeğin enternasyonalist bayrağını ülkenin milli bayrağı haline getirmektir. …Biz ne Türk bayrağını ne de Kürt bayrağını bu bizim siyasi bayrağımız diye dalgalandırmıyoruz” diyen sizler değil miydiniz?
CIA Ajanı Fuller gibi “Kemalizm, artık tarihte kalmıştır ve Türkiye’nin geleceği üzerinde rol oynama şansına sahip değildir” diyen sizler değil miydiniz?
Kemalizm’i “zorba bir diktatörlük” olarak tanımlayan sizler değil miydiniz?
“Kemalizm, bir burjuva ideolojisidir. Biz ise Marksistiz. Biz, bir ideoloji olarak Kemalizm’i savunmuyoruz” diyen sizler değil miydiniz?
“Kemalizm, rolünü oynamıştır ve tarihte kalmıştır” diyen sizler değil miydiniz?

İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!


Şimdi karşımıza çıkıp çamurdan bahsedenler kendi geçmişlerine bakarlarsa, o “çamuru” orada bol bol bulacaklardır!

Serdar ANT, bellek2009, 30 Mayıs 2011


..