30 Ocak 2020 Perşembe

Değişen Dünyayı kavramak.

Değişen dünyayı kavramak. 


SONER POLAT. 
6 NİSAN 2019

Dünya sadece jeopolitik, siyaset ve strateji alanlarında değil, yaşamın neredeyse her alanında büyük değişimlere sahne oluyor. Bu değişim ve dönüşümü kavrayanlar siyasette öne çıkmaya, yeni siyasi oluşumlar güçlenmeye başladı. Geleneksel tüketim alışkanlıkları tepeden tırnağa değişiyor. Özellikle 18-35 yaşları arasındaki kesimin davranışları belirgin ölçüde farklılaşıyor. Dünyaya başka bir açıdan bakan yeni bir kesim belki geleceğimizi de şekillendirecek...

YENİ BİR EKONOMİK YAKLAŞIM

Bu kesim sosyal sorumluluk projelerinde görev üstlenmeyi benimsiyor. Çok hızlı öğreniyor ve bilgilerini yaptıkları işlere mükemmel düzeyde yansıtıyor.
Kariyer planlaması onlar için vazgeçilmez bir uğraş alanı! Bu nedenle üst kademelere tırmanabilecekleri ve yeteneklerini sergileyebilecekleri işkollarını
tercih ediyorlar. Günlük mesai ile sınırlanan işler onlara cazip gelmiyor. Bu çerçevede çokuluslu şirketler ya da çeşitli ülkelerde çalışma alanları olan
firmalar onlar için bir cazibe merkezi niteliğinde! Konut alarak ömür boyu ev kredisi ödemek istemiyorlar. Kiralamayı bir özgürlük olarak algılıyorlar.
Pahalı arabalar alıp uzun süre borç ödemekten kaçınıyorlar. Bisiklet ve motosikleti daha fazla tercih ediyorlar. Metro sistemlerini yaygın olarak kullanıyorlar.
Çevreye ve insan haklarına son kerte duyarlı bu kesim hayvanların korunup kollanmasına da özel bir önem atfediyor. Dünya vatandaşı olmayı hedefleyen bu
kesim dinlere ve ideolojilere uzak duruyor.

TÜKETİCİNİN DOĞASI DEĞİŞİYOR...

Bütçeleri markalı şık kıyafetlere yetse de spor ve rahat kıyafetler giymek onlara cazip geliyor. Bazı dünya markaları bu eğilimi fark ederek şimdiden onlar
için daha düşük ücretlerle satılan yeni kıyafetler hazırlamış! Pahalı ürünlerin satışındaki ciddi düşüş bu firmalar için kalk borusu niteliğinde! Yeme-içme
ve seyahat için para harcamaktan kaçınmıyorlar. Sınırsızca para harcadıkları tek alan teknoloji ve iletişim! Çünkü geleceklerini orada görüyorlar. Yatırım
yapmak yerine para kazanmak ve bu kazançla diledikleri gibi hayatı sürdürmek istiyorlar. Tasarruf yapmıyorlar. “Belirli koşullar oluşunca, tasarrufa ya
da tüketime yönelme olur!” gibi genel ekonomi teorileri anlamını kaybetmeye başladı. Çünkü tüketicilerin doğasında ve her türlü alışkanlığında büyük değişikler oluyor. Dünya bu değişim ve dönüşümü anlamadığı takdirde, küresel ekonomide bir durgunluk yaşanacağı anlaşılıyor.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME,

Dünyada 1980’li yıllardan itibaren şaha kalkan küreselleşme çokuluslu şirketlerin önünü açma amacını güdüyordu. Ama sistem tıkandı. Yürüyemiyor. Her şeyi
yakıp yıkarken kendini de yaktı. Ama toplumsal dinamikleri öylesine hareketlendirdi ki beklenmedik sonuçlar ortaya çıktı. Ulus devletleri yıkma amacı güden küreselleşme kısa bir süre için kısmen başarılı olsa da son dönemlerde ulus devletler yeniden ve daha güçlü bir şekilde ayağa kalktı. Küreselleşme ekonomik ilişkileri etkilediğinden doğal olarak yeni bir insan tipi ortaya çıkardı. Ancak ne yazık ki bu yeni insan tipi ne küresel elitlere ne de ulus devletlere
çare oldu. Tüketim alışkanlıkları değişen bu yeni kesim küresel sistemin ezberlerini bozdu. Tüketim çarkının dişlileri arasına çomak soktu. Ama aynı zamanda kendileri açısından olumlu görülse de bireysel ve bencil davranışları ulus devletlerin doğasına pek uygun düşmüyor.

Aidiyet duygusu olmayanlar, milliyetçi eğilimleri azalanlar mutluluğu yakalayamaz. Mutluluk biraz da paylaşmaktır; içinde bulunduğu toplumun refah ve mutluluğu için fedakârlık yapmaktır. Mensup olduğu topluma karşı hiçbir sorumluluk duygusu olmayanlar, kişisel çıkar ve kişisel özgürlük peşinde koşanlar, önünde sonunda hüsrana uğrar. Zenginleşmek tek başına bütün sorunlara çözüm olamaz. Bugünlerde dillere pelesenk olan ve bir üstünlük göstergesi olarak sunulan “dünya vatandaşlığı” aslında çıkmaz bir sokaktır. Dünya vatandaşı “hiçbir yere ait olmayan” anlamındadır. Bu tercihi yapanların yalnız kalması kaçınılmazdır.

Unutmayalım, tek bir insan hiçbir değer yaratamaz. Değerler toplumsallaşma sonucu ortaya çıkar. Bunun için de birden fazla insanın bir araya gelmesi gerekir.
Türk yetkili ekonomi uzmanlarının bu değişen tüketici profilini dikkatle analiz etmesinde büyük bir fayda olduğunu değerlendiriyorum.

Yazımıza Aydın Durucan’ın dizeleri ile son verelim: “ Varlığını / paranı paylaşmak / dünyanın en zengini olsan da / ne önemi var paylaşmadıktan sonra // Yaşamını/hayatını paylaşmak/ben kendime yetiyorum diyorsan / paylaşma kalsın, dost kal yalnızlıkla //”

AYDINLIK.,

***


Demokrasi Durağında İnmeyin isterseniz.

Demokrasi Durağında İnmeyin isterseniz. 



Yazgülü Aldoğan. 
Cumhuriyet Gazetesi 
6 NİSAN 2019


    Tam duruma kendimizi alıştırıyoruz, tamam sakin sakin izleyelim, saya saya yorulacaklar ve alışacaklar, kabullenecekler yenilgiyi diyoruz; yatıyorlar kalkıyorlar yeni bir numara icat ediyorlar. Dün öğle saatlerinde ülke gündemine bomba gibi düşen bir haber, seçimlerin yenilenmesi talebiydi! Sonra bütün Türkiye değil, bütün İstanbul değil, sadece Büyük Çekmece için AKP İlçe Başkanlığı’nın böyle bir talebi olduğu anlaşıldı. Çünkü efendim, burada 18 bin seçmen fazla yazılmış, ne tesadüf, tam da aradaki farkı kapatacak kadar? Peki bu seçmen listeleri asıldığı zaman kimse itiraz etmemiş mi? Etmemiş. Süre bittikten sonra, hele hele seçim bittikten sonra, hele hele kazanan belli olduktan sonra seçmen listelerine itiraz edilebilir mi? EDİLEMEZ! Nitekim İlçe Seçim Kurulu da itirazı reddetti. O arada dolar çıktı, lira çakıldı, kimin umrunda? Tabii süreci devam ettiriyorlar. İl Seçim Kurulu’na ve YSK’ye kadar götürürler. Maksat, kazanmak için her yol mubah, ki siyasi İslam inancına göre, savaşı kazanmak için her yol mubah, devam ederler.

Niye muhalefetin itirazları reddediliyor? 

     Zaten şu ana kadar yapılan itirazların da temeli, mantıklı dayanağı yok. 
Bir itiraz yapılıyor, geçersiz oylar sayılıyor. “Bu sonuç bizi tatmin etmedi,
bir daha sayılsın” diye yeniden itiraz ediliyor. İyi de nereye kadar, sizin adayınız kazanana kadar mı? Özele dönersek Ekrem İmamoğlu, belediye tarihinde
İstanbul’u, 4 milyon 171 bin gibi en yüksek oyla kazanan başkan olmakla kalmadı, bu seçim geçersiz oy sayısı açısından da (318 bin) en düşük geçersiz oy sayısıdır! Ve şu anda iki aday arasındaki 19-20 bin oy bandında gözüken fark, geri kalan ilçelerdeki geçersiz oyların sayımı sonrasında da değişmeyecektir.
Her sayımda değişen rakamlar, 3- 5-10! Ha, niye CHP oyları daha az artıyor, AKP oyları daha çok? CHP seçmeni daha bilinçli olduğu için geçersiz oy oranı
düşük. Arkadaşların seçmenleri tam becerememiş. Bilimsel olarak açıklamaları var; yarısında böyleyse diğer yarısında da öyle çıkar. 

Tabii bunlar mantık çerçevesinde, illa da biz kazanacağız mantıksızlığın da kilere neyi nasıl anlatacaksın? Efendim, hukuki süreç devam ediyor, niye kızıyorsunuz diyorlar ya.

Adil değil. Niye AK Parti’nin itirazları dışındakiler reddediliyor? Niye mesela HDP’nin şu ana kadar hiçbir itirazı kabul edilmedi? “Muş, Tatvan, Malazgirt,
Viranşehir ve daha birçok merkezde itirazlarımız reddedildi” diyor, HDP’liler? Balıkesir’de itiraz niye kabul edilmedi? İktidarınız süresinde yapılan seçimlerin
demokratik biçimde geçtiğini iddia etmiyoruz, ama bari oy sayım ve sonuçları kabullenme konusunda biraz sakin olun. Razı olun, mantıklı olun.

Şerif Gören yeniden film çekse 

Siyaset gündeminden kurtulsak da kültür sanattan bahsetsek? İKSV Film Festivali 38. yılında, tiyatro üzerine şahane bir filmle başladı, Cyrano de Bergerac’ın nasıl yazıldığını konu alan Edmond! Ömür Boyu Başarı Ödülü’nün Şerif Gören gibi Türk sinemasına olağanüstü filmler yapmış bir yönetmene verilmesi ne güzel oldu, belki törenin gedikli sunucusu Cem Davran’ın hatırlattığı gibi, bir prodüktör akıl eder de Şerif Gören yeniden kamera arkasına geçer! Tarık Akan’ı da yıllarca kahve köşelerinde oturttular, oynatmadılar! Kaybına ağladığımız Agnes Varda, son ana kadar film çekti. Şerif Gören, tam da ustalık çağında, niye film yaptırmıyorlar? Sinemaseverlerin günde üç film izlemek için yarıştıkları 12 gün boyunca gösterilecek 187 film içinde size de hitap edecek bir
film vardır. Vakti olan kaçırmasın. İki yarışmanın filmleri ise tanıtımda gördüğüm kadarıyla pek dertli! Sanatçılar etraflarında ne görüyorsa ondan besleniyor
tabii. Siyaset sahnesinde izlediğimiz türlü çeşitli entrika ve trajikomedi senaryoları bırakıp karanlık salonlarda sinemanın kollarına atılmalı yeniden.
Yaşasın 7. sanat!

Cumhuriyet Gazetesi 

***

Bİ SORALIM BAKALIM.,

Bİ SORALIM BAKALIM.,


Can Ataklı. 
6 NİSAN 2019

Hırsız olan CHP ama sandıklara sahip çıkan da yine CHP iyi mi. 

Hırsız olan CHP ama sandıklara sahip çıkan da yine CHP iyi mi?
Tam 17 yıldır iktidarda olan AKP'yi hiç böyle görmüş müydünüz?

Deli gibiler.

Gece Gündüz saldırıyorlar.

İsimlerini yeni öğrendiğimiz, yüzlerini yeni gördüğümüz bazı AKP yetkilileri, günlerdir ekranlarda çaresizce bağırıp çağırıyorlar.
Yandaş yalaka tetikçi takımı, altüst olmuş suratlarıyla “olamaaaaz”diye çırpınıyor.
Her seçimden sonra muhalefetten yapılan itirazları “Yenilen pehlivan güreşe doymazmış” diyen alaycı ifadelerle geri çevirtenler; şimdi kalkmışlar “İtiraz
etmek de demokratik bir haktır” diyor.
Elbette demokratik hak da, bunun bir demokratik hak olduğu, AKP seçim yenilgisi alınca mı akla geldi?
AKP ve yandaşlarına göre; CHP “tarihin en büyük oy yolsuzluğunu” yaptı.
1946 yılında bile bu kadarı olmamıştı.
Gerçi bu AKP'lilere “1946'da ne olmuştu?” diye sorarsanız hiçbiri cevap veremez ama olsun, hep ağızdan dolma tüfek gibi konuştukları için bu kadar kusur
kabul edilebilir belki de.
Bununla yetinmeyen, daha da ileri giden de var.
Aklıevvellerin önde gidenleri seçim galibiyetini “darbe” olarak niteliyor.
AKP kazanırsa “milli iradenin tecellisi” oluyor ama maazallah muhalefet bir yeri AKP'den almışsa “darbe” oluyor.

Komik bile değil.

Neyse ki CHP'liler son derece sakin ve soğukkanlı.
Yapılan bütün tahriklere rağmen, bir tek CHP'li bile sesini yükseltmiyor, kavga etmiyor, ağız dalaşına bile girmiyor.
Ve en garibi ne biliyor musunuz?
Yeniden sayım kararı verilen oyları CHP'liler koruyor.
Şimdi belki bazılarınız “Ne var bunda?” diyebilir.

Aslında çok şey var.

AKP, bir haftadır muhalefete saldırıyor ve “hırsızlık” yaptığını ileri sürüyor.
Bu nedenle oylar yeniden sayılıyor pek çok yerde.

Peki, nasıl oluyor da “oyları çaldı” denilen CHP'liler yeniden sayım için tüm torbaları koruma altına alırken, AKP'liler hiç ortada görünmüyor.
Mantıklı olan; AKP'lilerin seçim kurullarında kamp kurmaları ve “oy çalındı, usulsüzlük yapıldı” dedikleri torbaları korumaları, CHP'lilerin ise delilleri
ortadan kaldırmak için çırpınmasıdır.

Oysa bizde öyle olmuyor.

Yolsuzluk, hırsızlık yaptığı için oyların bulunduğu torbaların asla emanet edilemeyeceği CHP'liler, torbaları “namusları gibi”koruyup gece üstünde yatıp
sayım anına kadar kimseye el sürdürtmezken, AKP'liler dışarıdaki masalarda ha babam itiraz dilekçesi yazıyor.
Hiçbir AKP milletvekilinin aklına “Aman, oyların içinde olduğu torbaları sıkı koruma altına alalım, muhalefeti yaklaştırmayalım” demek gelmiyor.
Neden acaba?
Kim bilir, belki de oyları korusalar da korumasalar da sonucu önceden biliyorlar.
YSK'nın nasıl bir karar alacağından haberleri var belki de.  

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Hani İstanbul'a aşıktınız?
Neredeyse tam bir ay boyunca Erdoğan, İstanbul halkına “Bizimkisi bir aşk hikayesi” yazan dev afişlerden baktı.
Nereye baksak bu afişler vardı.
Kurtuluşumuz yoktu yani.
Tabii bu kadar çok olunca bu afişlerdeki slogana da inanmıştır pek çok insan.
Öyle ya “İstanbul aşığı olmayan” biri ne diye böyle afişler yaptırıp milyonlarca lira para ödesin ki?
Ancak seçimler bitti, AKP'nin kazanamadığı anlaşıldı, bu büyük aşkın da aslında bir yalan olduğu ortaya çıktı.
AKP Genel Başkanı Erdoğan, bir camide kendisine gözyaşları içinde yalvararak, “Biz bu adamlara çalışamayız, ne olur bir şeyler yapın”  diyen kadınlara
“Merak etmeyin daha her şey bitmedi. Meclis'te biz üstünüz, bunlar topal ördek zaten” cevabını verdi.
Amerikan başkanları için, seçim günüyle görevin devir teslim edeceği tarih arasındaki 2 aylık süreyi anlatmakta kullanılan “topal ördek” deyimini; belli
ki İmamoğlu için “Belediye başkanlığına otursa da hiçbir şey yapamayacak” anlamında kullandı.

Özeti şu; “İmamoğlu başkan olabilir belki ama Belediye Meclisi'nde AKP çok güçlü olacaktır. Bu durumda başkan hiçbir şey yapamayacaktır.”
İyi de İmamoğlu ya da bir başkası olsaydı kendisine mi çalışacaktı?

Hayır, İstanbul için çalışacak seçilen kişi.

Ama “İstanbul aşığı” Erdoğan, eğer başkan kendisinden değilse çalıştırmayacağını söylüyor.
Hani “Çok seviyorum ulaaaan” diye bağıran ve kendisine yüz vermeyen sevdiğini bıçaklayıp öldürenler vardır ya, tam o durum işte.ŞAŞIRDIM

İmamoğlu'nun teşekkür afişine de çok kızdılar
AKP'liler ve yandaşları Ekrem İmamoğlu'nun Anıtkabir Defteri'ne “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı” unvanını yazmasına ateş püskürüyorlar.
Efendim nasıl olurmuş da henüz seçildiği tescillenmemiş birisanki seçilmiş gibi davranabilirmiş.
AKP anlayışına göre her şey sadece kendilerine yakışıyor.
Ekrem İmamoğlu'na, “Sen daha seçilmeden nasıl böyle yaparsın?” diyenler, bütün İstanbul'u “Teşekkürler İstanbul, gönül belediyeciliği kazandı” afişleriyle
doldurmadı mı?
Herkesi aptal yerine koyanlar, “Aynı değil, çünkü AKP İstanbul'da belediyelerin çoğunu kazandı, teşekkür o nedenle” diyor.
Peki o halde seçimi kazanıp kazanmadığı belli olmayan Binali Yıldırım'ın o afişlerde ne işi var?
O afişleri astığınızda Binali Yıldırım da seçimi kazanmış başkan gibi sunulmuş olmuyor mu?
Sokaktaki 100 kişiye, “Bu afişlerin kazanılan belediyeler için verildiğine mi inanıyorsunuz?” diye sorduğunuzda nasıl bir cevap alırsınız?
Şimdi haklı olarak Ekrem İmamoğlu da bazı yerlere “Teşekkürler İstanbul” afişleri astırmış.
Çıldırmış gibi saldırıyorlar yine.  

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Sahte anketle CHP'yi “sokağa dökülmek istiyor” gibi göstermeye çalışıyorlar
Pek çok okurdan şikayetler aldım.

Diyorlardı ki; “Bir araştırma şirketinden aradıklarını söyleyenler, CHP için bir kamuoyu araştırması yaptıklarını söylüyor ama durum çok şüpheli.”
Tabii “Neden şüpheli?” diye sordum hemen.
Çünkü önce CHP ile ilgili birkaç soru sorduktan sonra şu soru geliyormuş; “Eğer İmamoğlu'na mazbatası verilmezse büyük protesto gösterileri yapılmasını
ister ve buna katılır mısınız?”

Soruya bakar mısınız?

Şunu umut ediyorlar herhalde; öfkeli CHP'liler, “Tabii başka çare yok, zaten bunlar bu dilden anlar” türü cevaplar verecek.
Bu araştırma şirketi de sonuç raporuna, “İmamoğlu, Belediye Başkanı olarak ilan edilmezse CHP sokağa inecek, yeni bir Gezi planlanıyor”  diye yazacak.
Yandaş-tetikçi medya da sanki bilimsel bir veriymiş gibi “İşte gördünüz araştırmalardan da bu çıkıyor” diyerek olayı köpürtecek.
Vatandaşların sözde anket bahanesiyle arandığı numara 0216 227 08 80.
Bu numarayı aradım…

Bir bant kaydı çıktı karşıma ve “Ipsos Araştırma Merkezi. Anket için sizi aramıştık, geri dönüşünüz için teşekkür ederiz” dedi. Sonra da telefon kapandı. 

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Süleyman Soylu hiç ortaya çıkmıyor ya şokta ya da bir şeyler düşünüyor
Seçimden önce en şahin isimlerden biri İçişleri Bakanı Süleyman Soylu idi.
Bir devlet adamı olma vasfını tamamen yitiren Soylu,muhalefeti terörle işbirliği içinde göstermekten ve hatta terörist olarak suçlamaktan geri kalmıyor
ve avaz avaz bağırıyordu;
“Muhalefetin listelerinden belediye meclislerine giren bütün teröristleri biliyoruz. Ama seçimden sonra hepsinden tek tek hesap sorulacak.”
Soylu'nun bu sözlerine, AKP Genel Başkanı da destek veriyor ve muhalefetin teröristleri belediyelere sızdırdığını ama bunların hepsinin seçimden sonra
halledileceğini söylüyordu.

Bakalım tutuklamalar ne zaman başlayacak?

Ancak Soylu'nun seçimden bu yana ortalıkta hiç görünmemesi de hem canımı sıkıyor hem de şüphemi çekiyor.
Büyük ihtimalle şok yaşıyordur.
Öyle ya, ısrarla muhalefetin teröristlerle işbirliği yaptığını söyleyeceksiniz, herkesi terörist olmakla suçlayacaksınız, sonra halk gidip sizin terörist
dediklerinizin arkasında duracak.
İnsan içine çıkmak, bu duruma bir cevap bulmak herhalde çok zordur.
Tabii bir de bu yenilgiyi hazmedemeyip karşı operasyon yapılması ihtimali var.
Ne bileyim belki de Soylu adamlarıyla bir köşeye çekilmiştir, “Bu işi nasıl hallederiz?” diye planlar yapıyordur.

Sözcü Gazetesi

***

Ben Kazanıncaya kadar yeniden Sayım!!!

Ben Kazanıncaya kadar yeniden Sayım!!!


YALÇIN DOĞAN. 
TE 24
6 NİSAN 2019


AKP ve MHP itiraz ederse, ilçe ve il seçim kurulları ile YSK bu itirazı yüzde yüz kabul ediyor, muhalefet itiraz ederse, yüzde 99.9 reddediyor

Muş: AKP adayı 538 oy farkla seçimi kazanıyor. HDP itiraz ediyor. 2.499 geçersiz oy var, itiraz reddediliyor.

Muş, Malazgirt İlçesi: AKP adayı üç oy farkla kazanıyor. 432 geçersiz oy var. HDP itiraz ediyor, itiraz reddediliyor.

Balıkesir: AKP adayı kazanıyor. İYİ Parti itiraz ediyor. Geçersiz oyların yeniden sayılmasını istiyor, itiraz reddediliyor.

Uşak: AKP adayı kazanıyor. İYİ Parti itiraz ediyor. Geçersiz oyların yeniden sayımını istiyor, itiraz reddediliyor.

Siirt merkez ile Kurtalan ve Baykan ilçeleri: HDP adayları kazanıyor. AKP itiraz ediyor. Geçesiz oyların yeniden sayımını istiyor, itiraz kabul ediliyor.

Eskişehir Çifteler ilçesi: AKP adayı 8 oy farkla kazanıyor. CHP geçersiz 400 oyun yeniden sayılmasını istiyor, itiraz ediyor, itiraz reddediliyor.

Yalova: CHP adayı kazanıyor. AKP itiraz ediyor. Geçersiz oyların yeniden sayımını istiyor, itiraz kabul ediliyor.

Iğdır: HDP adayı kazanıyor. MHP itiraz ediyor. Geçersiz oyların yeniden sayılmasını istiyor, itiraz kabul ediliyor.

Bartın: MHP adayı kazanıyor. AKP itiraz ediyor. Geçersiz oyların yeniden sayılmasını istiyor, itiraz kabul ediliyor.

Karaman: MHP adayı kazanıyor. AKP itiraz ediyor. Geçersiz oyların yeniden sayılmasını istiyor, itiraz kabul ediliyor.

Daha pek çok örnek var.

Normal ve Anormal

Yukarıda aktardığım yerlerde seçimlere şu ya da bu parti itiraz ediyor. İtirazlar her yerde, yani her ülkede ve her zaman oluyor. İtiraz normal. Bazen
makul bir nedene dayanıyor, bazen laf olsun diye itirazlar var. Bu da, normal.

Ama, normal olmayan bir durum var bugünkü itirazlarda.

İşte, örnekler yukarıda.

Seçim sonucuna AKP ve MHP itiraz ederse, ilçe ve il seçim kurulları ile Yüksek Seçim Kurulu bu itirazı yüzde yüz kabul ediyor, muhalefet itiraz ederse,
yüzde 99.9 reddediyor.

Anormal olan bu.

Hukuk dışı olan bu.

Seçim kurullarının birbiriyle çelişen bu tavrı, zaten var olan yargı güvensizliğine yeni bir güvensizlik daha ekliyor.

Üstelik, bu güvensizlik bir kentin kaderini etkiliyor.

“Milli irade” diye her fırsatta dillerinden düşürmedikleri, aslında demokrasinin en kutsal kavramını ağır biçimde yaralıyor.

Gerekçeler çelişiyor

Anormal olan bir başka konu daha var, “itirazları kabul ya da red gerekçeleri.”

Bir il ya da ilçe seçim kurulu itirazı reddederken:

“Geçersiz oylar yeniden sayımı gerektirmez.”

Bir başka il ya da ilçe seçim kurulu itirazı kabul ederken:

“Geçersiz oylar yeniden sayılmalıdır.”

Hangisi doğru?..

Hukuk bunun neresinde?..

Ölçü ne?..

Tek ölçü: İktidarın isteği

Hukuk, mukuk hikâye.

“Ölçü, iktidarın istediği ne ise, o.”

AKP ne istiyor?..

“Sandıktan ben çıkıncaya kadar oylar yeniden ve yeniden sayılsın. Hâlâ çıkmıyorsa, seçim yeniden yapılsın!..”

Hemen her yerde ve asıl İstanbul‘da oynanan oyun bu.

İstanbul’da oylar sayılıyor ve sayılıyor, Ekrem İmamoğlu hep önde, Binali Yıldırım İmamoğlu’nu bir türlü yakalayamıyor. Arada 20 bine yakın oy farkı var,
bu farkı kapatması mümkün değil.

Ve AKP bu kez İstanbul genelinde değil ama, Büyük Çekmece’de seçimin yenilenmesini istiyor. Yakında İstanbul genelinde isterse, şaşmamak gerek.

Şanla ve Şerefle

Bu oyalamaların, insanları bir kez daha germenin ne demokrasiyle, ne milli iradeyle, ne seçim hukuku ile ne siyasi nezaketle uzak yakın ilgisi var.

Bütün Avrupa hep bir ağızdan AKP’yi “seçim sonuçlarına uymaya” davet ediyor. 

Seçim sonuçlarını kabullenmemek, sadece Türkiye’de yaşayan seksen milyon insana karşı işlenen bir “ayıbın” ötesine geçiyor. Batı Dünyasında AKP iktidarının
itibarı biraz daha sarsılıyor.

“Ya ben kazanırım ya da ben kazanırım” gibi bir komedi belki bir kaç gün daha devam eder, sonunda İmamoğlu mazbatayı şanla ve şerefle alır.

***


At gitti, Süvari kaldı

At gitti, Süvari kaldı

Bekir Coşkun. 
6 NİSAN 2019 

Hatırlayın Şimdi…  7 Haziran 2015 seçimleri…

Sandıklar açıldı, AKP çoğunluğu yitirmişti…

Hiçbir siyasi parti hükümeti kuracak sandalye sayısına ulaşamamıştı… 550 milletvekilliğinden 258'ini AKP, 132'sini CHP, almıştı, MHP ile HDP 80'er milletvekili çıkartmışlardı…

Reis Kızdı…

Normal demokrasilerde bu durumda koalisyon kurulurdu… Ama daha ilk gün koalisyona razı olmayacaklarını, erken seçime gideceklerini belli ettiler…
Sıra (Bugün İstanbul'da yaptıkları gibi) ayak oyunlarına gelmişti…?AKP ile MHP arasında gizli planlar yapılmaya başlandı…

Bunun farkına varan Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli'ye “Gel Başbakan ol” dedi…
Bahçeli sanki kendisine Başbakanlık sunulmuş değil de küfür edilmiş gibi küplere bindi… Havaya iki şaplak patlatıp “Her kim ki bana başbakanlık teklif
ediyor, ben onun…..” demeye getirdi…

CHP ile AKP arasında, laf ola görüşmeler başladı…

45 günlük zaman daralıyordu, bu zaman içinde hükümet kurulmazsa Cumhurbaşkanı erken seçime gidebilecekti…
İki parti arasında heyet kuruldu…

Dünyanın en ilginç koalisyon görüşmeleriydi bu, sondan başladılar, başa geçtiklerinde, baş ile son birbirini tutmadı…
Ve 45 gün doldu…
Reis mutluydu, 1 Kasım'da yeniden seçime gidildi…
Hokus-pokus AKP kazandı…?Aynı sihirbazlığı şimdi İstanbul'da izliyorsunuz…
Başarabilirlerse; İstanbul seçimlerini iptal etmeyi, yeniden seçim yapmayı deniyorlar…?İstanbul'un bütçesi 58 milyardır…
İstanbul demek rant demek…
İstanbul'u kaybeden iktidar, muslukları kaybetmiştir…
Elbette vermek istemiyorlar…
Atı alan Üsküdar'ı geçecekti…
At gitti, süvari kaldı…?Şu anda ortalığı karıştırarak ne planlıyorlar, hangi oyunların peşindeler bilemeyiz…
Bildiğimiz tek şey var:
Gidişin başlamıştır…
Durdurulamaz…

SÖZCÜ GAZATESİ.,

***

SATRANÇ OYUNUNDA VEZİR HAMLESİ

SATRANÇ OYUNUNDA VEZİR HAMLESİ


6
 CHP-MHP’nin ortak çatı adayı beklenmedik bir hamleydi.
Adı geçmeyen, akla gelmeyen, toplumun genelinde tanınmayan Ekmeleddin İhsanoğlu kimdi? Nerden bulunmuş, kim(ler)in aklına gelmişti? Elbette AKP’nin lider kadrosu onu tanıyordu. İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliğine onu büyük çabayla getirmişler, Mısır ve Suriye politikalarında ters düşünce de yollarını ayırmışlardı.
Ama CHP bu adayı nasıl karşılıyor, onun adaylığını nasıl benimsiyordu? Utku Çakırözer’in yazısı kimi konulara açıklık getiriyor, adayın Atatürk’e ilişkin, laikliğe ilişkin görüşlerini açıklıyordu. Erol Manisalı’nın belirttiği gibi, özünde Arap kültürünü iyi bilen, İslam kültürünü anlamış bir araştırmacı bilim insanı aranan nitelikleri karşılıyor muydu?
Politik alanda oynanan satranç oyununda alışılmışın dışındaki bu hamle vezir hamlesidir.
Piyonlar ikişer birer ilerlerken, atlar, filler kendi yerlerini alırken hesaplar oyun sonundaki yarım piyona dayanırken birden sürpriz bir hamleyle vezir oyunu değiştirir.
Vezir hamlesi riskli bir hamledir, ustalık ister, iyi hazırlanmışsa oyunu kazanır, aksi halde oyun kaybedilir.
Gördüğümüz bu hamle nedir?
* * *
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığına CHP kadroları şaşırmıştır, tepkiler de gecikmemiştir.
Ama kanımca çok daha fazla şaşıran Recep Tayyip Erdoğan olmuştur. Bu aday nereden çıkmıştır? Kendi sert, aşağılayıcı, rahatça hedef yapacağı bir aday yerine bunların hiçbirisini yapamayacağı bu kişi nereden karşısına çıkarılmıştır?
Osmanlı kültürünü bilen, İslamı çok iyi bilen, kişiliği saygın, bilim insanı kimliği taşıyan, adı hiçbir kirli işe bulaşmamış, sakin, temiz, olgun, ağırbaşlı şahsiyetin Cumhurbaşkanı adaylığı bütün hesapları bozmuştur.
Dahası daha da önemlidir. Dahasının birincisi, bu adaylık AKP içinde nasıl karşılanmaktadır? Erdoğan’dan yorulan AKP kadrosunda bu adaylıkla ilişkili olanlar olabilir mi? Bu soru kanımca doğru sorudur, yanıtı da olmalıdır.
Dahasının ikincisi de çok önemlidir. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ötesinde Ekmeleddin İhsanoğlu bundan sonra politik satrançta nasıl bir yer alacak, nasıl bir rol üstlenecektir?
Cumhurbaşkanlığının yeni adayı olan şahsiyet, bugüne kadar İslami siyaseti yürüten Recep Tayyip Erdoğan’n ‘antitez’i gibi görünmektedir.
Öfkeye karşı sakinlik
Saldırganlığa karşı anlayış
Kural tanımazlığa karşı kurallara saygı
İntikamcılığa karşı hoşgörü
Kuşkulu yanlış işlere karşı açık doğruluk
İnkarcılığa karşı doğruları kabul etme
Bu tez-antitez karşıtlığı, bir anlamda ülkenin içine sürüklendiği bunalımı aşacak bir ortamın yaratılmasının anahtarı olabilir mi?
Önümüzdeki günler bu soruların yanıtı daha iyi verilecektir.
Cumhurbaşkanlığı seçimi, ’Erdoğan olmasın da kim olursa olsun’ diye kabul edilmemelidir.
Elbette, bizim düşündüğümüz aday seçilmiş değildir. Ama seçim orantısında 70/30, 60/40, 55/45 hesaplarını aşmanın ötesinde ‘dindarlık’ eksesini ‘dindarlar-dindar olmayanlar’ ikileminden çıkarıp ‘dindarlığı politik araç yapanlar-dindarlığı politik araç yapmayanlar’ eksenine oturtmak akıllıcadır.
Önümüzdeki dönemin, Cumhurbaşkanı seçimiyle anayasal çizgisine oturtulması, kişi tahakkümünden kurtulup ilkelerin dengesinin kurulması geleceğin anahtarıdır.
Biz sürece nasıl bakmalıyız?

* * *

Algısal bilincimiz ‘hayır’ refleksini vermiştir.
Duygusal bilincimiz uzak durmuştur.
Ama,
Düşünsel bilincimiz ‘evet’ diyecektir.
Geleceğin kurtuluşu politik satrancı iyi okuyup doğru hamleleri yapmaktan geçecektir.
Özellikle Kemal Kılıçdaroğlu kendi konumunu da riske ederek cesur bir karar vermiş, vezir hamlesini yapmıştır.
Doğru bir karardır.
Biz destekleriz. Kararlılıkla desteklemeliyiz.

**

28 Ocak 2020 Salı

ABD'den Özür Dilemek

ABD'den Özür Dilemek

Yazan  
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü 
08 Mayıs 2002


    ABD Savunma Bakan yardımcısı Paul Wolfowitz Türkiye’nin hata yaptığını itiraf etmesini, ABD’den özür dileyerek, bundan sonra ki süreçte ABD’ye yardımcı olmasını talep etmiştir.

Wolfowitz, ABD'nin Türkiye'yi ancak bu çerçevede affedebileceğini ifade/ima etmiş. Bu yaklaşım tarzının egemen iki devlet arasındaki ilişki modelini değil, hakim devlet-tabii devlet veya Sovyetler Birliği-Polonya ilişki modelini hatırlattığını söylemek lazım. Küreselleşme, serbest piyasa ekonomisi ve demokratikleşmenin ideolojik liderliğini yapan bir ülkenin önemli bir politikacısı, "Eğer ben Türk olsaydım, 'Ne olursa olsun, son zamanlarda neler yaşadıysak yaşayalım Türkiye'nin dünyadaki en güçlü dostu, en büyük müttefiki Amerka Birleşik Devletleridir' diye düşünürdüm" diyor ise kullanılan üslubun demokratik-Batı üslubu değil, Soyvet Bloğu uslubu olduğunu hatırlamak gerekmektedir.

Aslında Paul Wolfowitz'in konuşmasının tamamı dikkatle okunduğunda Türk-Amerikan ilişkilerinin bugünü ve geleceği için içersinden koparılıp alınan cümlelerin ortaya çıkardığı kadar olumsuz bir çerçevenin çizilmediği ortaya konuluyor. Wolfowitz, siyasi bir realizmi ile Türk-Amerikan ilişkilerinin gelecekte de önemli olacağının altını tekrar tekrar değişik vesilelerle çiziyor. Ancak, konuşmanın içine yerleşmiş olan öyle ifadeler var ki sanki ABD'nin "büyük hayal kırıklığını" dile getirerek duygu patlamaları yapıyor ve rasyonel bir ilişki modelinin kurulmasını zorlaştırıyor.

Wolfowitz, Türkiye'yi ve Türkleri iyi tanıyan bir Amerikalı politikacı olarak bilmek zorundaki bu tür ifadeler Türk-Amerikan ilişkilerinin içine girmiş olduğu krizin aşılmasını kolaylaştırıcı değil, aksine zorlaştırıcı bir yaklaşımı gündeme getiriyor. En Amerikancı Türkün bile itiraz edeceği bir tavır sergileyerek sadece Türkiye'de güçlü bir anti-amerikanizmin altyapısını güçlendirmenin ne kadar akılcı olduğuna Amerikan yönetimi karar vermelidir. Ama, Irak'ı 23 günde yense ve dünyanın en güçlü ekonomisine, ordusuna sahip olsa bile Washington'un da dostlara hem de güçlü dostlara ihtiyacı olduğu kesin bir gerçektir.

Dostluklar Wolfowitz'in yaptığı gibi tek taraflı menfaat tanımlamaları üzerine kurularak ne oluşturulabilir ne de geliştirilebilir. Dostluk ancak karşılıklı menfaat tanımlamaları çerçevesinden gerçekleştirilmelidir. Fakat, ABD_Türkiye kriz sürecinde Amerikan yönetiminin haklı olduğu bir nokta vardır. O da AKP hükümetinin temel bir ilkeye dayanmayan dış politikası. AKP hükümeti, Washington'un taleplerine önce ne hayır demiştir ne evet. Sonra, birinci tezkere ile Amerikan güçlerinin Türk hava alanlarında modernizasyon adı verilen ama aslında genişletme çalışması olan çalışmalarına izizn verilerek Türkiye'ye gelmeleri sağlanmıştır.

Bunu ikinci tezkere öncesinde oldukça çetin geçen mutabakat süreci izlemiştir. Mutabakat metni üzerinde anlaşıldıktan sonra AKP hükümeti ikinci tezkereyi TBMM'ne sevk etmiştir. Cumhurbaşkanı'nın veto ettiği her kanunu ertesi gün tekrar kabul eden AKP çoğunluğu bu sefer tezkereyi geçirmemiştir. Yani AKP meclis grubu, AKP hükümetinin benimsediği, Türkiye'nin menfaatine bulduğu bir tezkereyi kabul etmemiştir. AKP hükümeti bunun üzerine tezkereyi ikinci kez getireceği mesajını vermiş fakat bir süre sonra tezkerenin ikinci kez TBMM'ne gelmeyeceği meydana çıkınca, askeri harekatın stratejisini tamamen değiştirmek zorunda kalan Washington harekatı sadece güneyden yapmıştır.

ABD'nin asıl kızgınlığı reddedilmiş olması değil, reddedilmenin bir oyalama üzerinden ilkesiz bir şekilde yapılmış olmasıdır. Ancak, Washington'un kızgınlığı ne olur ise olsun Türkiye ve Türk halkından "ABD'den özür dileyin sonra bu ilişkilere devam edelim" şeklinde bir talepte bulunmasının gerçekçi ve yapıcı hiçbir yanı yoktur. Bu yaklaşım, Türkiye-Amerika ilişkilerini sadece zora sokacaktır. Avrasya-Orta Doğu alanında aşırı genişleyerek angaje olmuş bir ABD'nin aynı bölgelerde önemli menfaatleri olan Türkiye'yi gerçekçi ve dostça bir yaklaşımla menfaatlerini dikkate alarak işbirliği istemesi gerekmektedir. Wolfowitz'in konuşmasında ABD'nin çok güven duyduğu Türk Silahlı Kuvvetleri'nin son süreçte desteğini alamadığını ifade etmesi şu sorunun gündemde olduğunu da göstermez mi: "TSK, ABD'nın Irak operasyonu sırasında Türkiye'nin güvenlik menfaatlerinin tam anlamı ile güvence altına alınmadığını düşündüğü veya bundan ciddi şüpheler duyduğu için destek vermemeyi tercih etmiş olabilir mi?"

Özetle varılan noktada Orta Doğu'da ve Avrasya'da Türk-Amerikan ilişkileri sağlıklı bir menfaat tanımlaması çerçevesine oturtularak gerçekleştirilmelidir. ABD'nin dostluğunun Türkiye için önemli olduğu doğru bir tespittir. Ancak, Türkiye'nin dostluğunun da ABD için önemli olduğu Türkiye haklı olarak bilmek istemekte, Barzani ve Talabani ile Türkiye arasında bir tercih yapılabileceği şeklindeki işaretlerden büyük rahatsızlık duymaktadır.

https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/amerika-arastirmalari-merkezi/abdden-ozur-dilemek


***

24 Ocak 2020 Cuma

ÇUVALDAN PAPAZA

ÇUVALDAN PAPAZA



RIFAT SERDAROĞLU : 

RIFAT SERDAROĞLU,ÇUVALDAN PAPAZA, Habur, Rıza Zarrab ,

   Bu ülkenin yönetimine talip olanlar seçim kazanmak için her türlü çirkinliğe hileye başvuranlar demokrasiyi kendilerini menzile götürecek bir araç olarak görenler davasının başarıya ulaşması için papaz elbisesi giymeyi göze alanlar Habur’da seyyar mahkeme kurup PKK’lı katilleri serbest bırakanlar FETÖ denen belayı 11 yıl boyunca besleyip devletin ve ordunun tepelerine yerleştirenler modern devlet ekonomisini (hesap sorulabilir olmak) terk edip köy bakkalı anlayışıyla ekonomiyi yönettiğini sananlar doları 5 TL’nin üzerine çıkarıp Türk Milletini zamlar karşısında ezilmeye mahkûm edenler şunu bilmelisiniz;

·        2002 yılından bu yana başımıza gelen iç ve dış kaynaklı belaların sebebi ve siyasi sorumluları ülkeyi yönetenler olarak sizlersiniz.

·        Hiçbir şey bilmemenize fakat biliyormuşçasına olan tavrınız ve cehaletiniz ile başımızı dertten derde sokanlar sizlersiniz.

·        ABD’ye gidip “TBMM’de çoğunluk bizde ABD Askerleri Türkiye’de konuşlanabilir ben size söz veriyorum” diyen sizsiniz.

·        TBMM’de 1 Mart tezkeresi geçmeyince Türk Askerinin başına çuval geçirilmesini hazmeden ve “Ne Notası yahu müzik notası mı” diyen sizlersiniz.

·        2003-2004 yıllarında Türkiye’ye istihbarat vermeyerek çok sayıda askerimizin PKK tarafından şehit edilmesine ve ABD’nin PKK’yı desteklemesine ses çıkarmayan sizlersiniz.

·        Zarrab denen sahtekârı önce “Hayırsever” sonra “casus” ilan eden ve Türkiye’yi dünyaya rezil eden sizlersiniz.

·        IŞİD’in Musul Mali Emiri olan Salim Mustafa Muhammed El Mansur denen katili 2017 başından beri Türkiye’de barındıran sizlersiniz.

Türkiye’yi “Hukuk Devleti” olan ülkeler arasında 130’ncu sıradan 103’cülüğe düşüren ve Türk Yüksek Yargısını FETÖ’ne teslim etmek için koca ülkeyi referanduma götüren yine sizsiniz. (Mezardakiler de oy kullansın- Okyanus ötesine minnettarız)

·        Rahip Brunson davasında “Ver Papazı al Papazı” deyip Türkiye’nin Hukuk Devleti olmadığını dünyaya ilan eden sizlersiniz.

·        Yurt dışında tek kuruşluk birikimleri olmayan iki Bakanı Türkiye’den dışarı çıkamaz hale getiren ve bu yaptırımların “Dikkat edin sıra yurt dışında milyarlar ca doları bulunanlarda” demek olduğunu hala anlamayan sizlersiniz…

Sözün özü;         
           
Siz Türk Devletini yönetemediniz. Kendiniz gibi ne kadar beceriksiz zavallı varsa etrafınıza topladınız ve Türkiye’yi hür dünyada tek dostu kalmamış hukuk devleti ilkesi yerlerde sürünen ekonomik olarak tükenme noktasına gelmiş yolsuzluk çamuruna itilmiş bir devlet haline getirdiniz…

Değerli Okurlar;

Bu yazdıklarımdan sakın ola ki ABD’yi desteklediğimiz anlayışı çıkmasın.

Ama sizler yani Türkiye’yi yönetenler ABD ve diğer emperyalist devletlerin bölgemiz hakkındaki yüzlerce yıllık projelerini bilmez ve kendilerini uyaranları dinlemezseniz üstelik bu tuzağın Eşbaşkanlığını kabul eder ve bununla gururlanırsanız sonunda kurt kapanına düşersiniz!

Şimdiki evanjelist ABD yönetimi herkesten kendisine şartsız itaat edilmesini ister. Bizdeki yönetim ile tek benzerlikleri ikisinin de “Biat Kültürüne” göre yönetmek istemeleridir.

ABD’nin çatlak Başkanı eğer ki Türkiye üzerindeki bizce bilinen planlarını yürürlüğe koymaya kalkarsa Türk Milleti olarak dünyayı ona dar edeceğimizi bilmelidir.

ABD denen haydut devlet henüz kurulmadan binlerce yıl evvel biz Türkler dünyayı yönetiyorduk.

ABD yöneticileri şu tarihi gerçeği hiç akıllarından çıkarmamalıdır;

Sizin atalarınız Avrupa’dan sürülen it-uğursuz-katillerden ve hastalıklı fahişelerden oluşan güruhlardır. Sizin geldiniz bozuk tapunuz deliktir.

Bir avuç toprak için Amerikan yerlilerine “Çiçek mikrobu” bulaştırılmış battaniyeler dağıtıp bir gecede 1 milyon 200 bin Kızılderili’yi katleden sizin o bozuk atalarınızdır!

Bizim atalarımız her gittikleri yere medeniyet-adalet-özgürlük götürdüler. Kimsenin inancına karışmadılar.

Teknolojik silahlarda üstünlüğünüz olabilir ama bu vatanın her bir çakıl taşı bombalarınızdan daha büyük tehdit olur sizler için. Vietnam’da-Irak’ta-Suriye’de milyonlarca insanı çocuğu katlettiniz.
Ama hep siz yenildiniz. Yine yenilirsiniz… Watch Your Step kovboy…

     Not; Hulusivil Paşa “ABD’nin Bakanlarımıza yönelik skandal yaptırım kararı Türkiye’nin kutlu yürüyüşünü durdurmaya yöneliktir” dedi!

 Bakan Paşa lütfen şu sorulara yanıt verir misin?

-Sizin bu kutlu yürüyüşünün menzili hedefi neresidir? Hedefi olmayan yürüyüş olmayacağına göre şu menzilinizi açıklayıver. Yoksa kutlu yürüyüşünüzün menzili hedefi “Aynı menzilin yolcusuyuz” dediğiniz FETÖ’nun hedefi mi?

-Siz henüz birkaç aylık seçilmemiş bir Bakansınız. Daha önce tarafsız bir devlet memuru idiniz! Siz ne zamandır bu kutsal yürüyüşün yolcususunuz?

Hadi de bakalım. Belki biz de senin arkana takılırız? Kim bilebilir ki?

 https://groups.google.com/forum/#!search/RIFAT$20SERDARO%C4%9ELU%7Csort:relevance/turkculer/Uh_2lU2Tnyg/_akzA4kgCgAJ

***

20 Ocak 2020 Pazartesi

Gülenciler iyice şizofreniye bağladılar,

Gülenciler iyice şizofreniye bağladılar!



Gülen grubunun dergisi Aksiyon, 25 Aralık darbe girişiminden sonra Türkiye’de yaşayan insanlara, ‘iyileri zalime dönüştüren Milgram Deneyi’ yapıldığını iddia etti.


Gülen grubunun dergisi Aksiyon, bu haftaki sayısında kapakta kullandığı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan fotoğrafıyla ve ‘inceleme dosyası’ olarak ele aldığı Milgram Deneyi’ne ilişkin iddiasıyla dikkat çekti.
25 Aralık operasyonlarından sonra Türkiye’de yaşanan insanlara Milgram Deneyi yapıldığını iddia eden Aksiyon’un bu tutumu, ‘hükümet karşıtlığı artık şizofreniye dönüştü’ şeklinde yorumlandı.

Milgram Deneyi’ni, “Milyonlarca siyahın ülkeye getirilip köle yapılması, Amerikan yerli nüfusunun imhası, Japon kökenli Amerikalılar’ın toplama kamplarına tıkılması, Vietnamlı sivillere napalm kullanılması, demokratik bir toplumun otoritesince, toplumun itaati sağlanarak gerçekleştirildi. ‘İnsanların çoğunun muhakeme yeteneğinin olmaması, muktedirler için ne büyük bir nimettir’ diyen Hitler de o gerçeğin farkındaydı bekli de.” sözleriyle tanımlayan Aksiyon, “1961 yılında Amerika’da yapılan bir deney, iyi insanları zalime dönüştüren sırrı ortaya çıkardı. Aynı deneyin, 53 yıl sonra, 25 Aralık süreciyle birlikte Türk halkı üzerinde uygulandığından şüpheleniliyor.” diyerek devam etti.
Aksiyon dergisinde yer alan bu sözler dikkat çekerken, derginin kapağında kullanılan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘özel olarak seçilmiş’ fotoğrafı da büyük tepki çekti.


(HABER 10)


http://www.medyagundem.com/gulenciler-iyice-sizofreniye-bagladilar/

***

İnşallah Doğru Değildir

İnşallah Doğru Değildir




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
06 Haziran 2011 

    “Namuslu ve şerefli insanlar başkalarının namus ve şerefini  en az kendi namus ve şerefleri kadar aziz bilirler.” 

Bütün ömrümü, özellikle siyasi mücadelemi bu ölçü ile yaptım. 
Seçimin düzgün, hukuk kuralları içinde, lekesiz ve gölgesiz yapılması herkesin, özellikle hükümetin görevidir. 

Adaylar hakkında yazarken, konuşurken ölçüyü korumak, onların namus ve şerefine saygılı olmak onur borcumuzdur.İnternet ortamında dolaşan 
bir belge kanımı dondurdu. Bu belgeyi sizlerle paylaşmamak eğer söz konusu iddialar doğru ise bir anlamda ihanete ortak olmak anlamına gelecekti. 
Aşağıda sunduğum iddiaların “Vatan Haini” demek az olacak  kahramanları, bu bilgilerin gerçek olmadığını ispat ederler veya bir yanlışlık varsa düzeltirlerse sütunumda seve seve yayınlayacağım.  

İddialar şu şekilde:  

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM)’nde gündeme gelen bir karar tasarısında,

- Türkiye’nin Güneydoğusu Kürdistan’dır.

- Türk Ordusu Güneydoğuda işgalcidir ve Kürtleri katletmektedir.

- Türk askeri Kıbrıs’ta işgalcidir.

- Türkiye’de azınlıklar sorunu vardır. denilmektedir.   

İsimleri bizce bilinen ancak burada zikretmediğim AKP’li sekiz milletvekili bu tasarıya olumlu oy vermişlerdir.  

Ermeni ve Kıbrıs Rum kesiminden bir parlamenter de AKP’li milletvekilleri ile birlikte bu metni imzalamışlardır.  

Söz konusu oturumda Türk parlamenter grubunda yer alan: CHP İstanbul Milletvekili Birgen Keleş, CHP Samsun Milletvekili Haluk Koç, MHP Ankara Milletvekili Tuğrul Türkeş, MHP Aydın Milletvekili Ertuğrul Kumcuoğlu ile Azerbaycan’dan Abbasof ve Alman Prof. Dr. Hakkı Keskin isimli parlamenterler imza atmamışlardır.

   MHP’li Tuğrul Türkeş ve CHP’li Birgen Keleş, bu karara şiddetle karşı çıkıp bunun Türkiye’ye karşı düşmanca bir tavır almak anlamına geleceğini söyleyince, o dönem AKPM Başkanı olan Louis Maria de Puig, AKPM’de böyle bir karar alınmasını, Türk Grubu Başkanı’nın istediğini belirtmiştir.Türkiye adına oraya katılan AKP milletvekillerinin Türkiye’nin hak ve menfaatlerini savunmaları gerekmez miydi? 

Bu şahıslara Türk denilebilir mi? Türkiye’yi sevdikleri ve savundukları, Türkiye’ye düşman olmadıkları söylenebilir mi?   

Değerlendirmeyi siz okurlarıma bırakıyorum.Bu bilgiler hakkında  son sözü söyleyebilecek makam Dışişleri Bakanlığıdır. Avrupa Konseyi nezdindeki  
Büyük elçimizden bu karar tasarısının aslını ve müzakere zabıtlarını isteyerek olayı teyit ya da tekzip edebilir. Bence Hükümet Dışişleri Bakanlığı eliyle bu yazımızın gereğini yapmalıdır. Zira yukarıda açıkladığım gibi belgede TC’nin bütünlüğüne saldırılmakta, Türk Silahlı Kuvvetlerine  ağır bir biçimde hakaret edilmektedir.  Sayın Başbakan zaman zaman bölücülere karşı demeçler vermektedir. Eğer samimi ise bu işin aslının ortaya çıkartılması için gerekli talimatı vermelidir. Ve iddialar doğrulanırsa; isimleri internetteki belgede yer alan ancak bizim terbiyemize sığmadığı için açıklamadığımız AKP milletvekilleri  partiden atılmalıdır.  Sorun bir seçim malzemesi olma ya da oy kaygısıyla hareket etme boyutunu çoktan aşmıştır. İddialar gerçekse olay ihanet ve hıyanet boyutundadır. Affedilmesi de  göz ardı edilmesi de mümkün değildir.  

Oy uğruna bu konudaki doğrular feda edilecek olursa  alınacak oyların samandan ileri bir kıymeti olmayacaktır.  

Temennim  internette okuduğum bilgilerin hayal mahsulü olmasıdır. Dışişleri Bakanlığı bir an önce hepimizi bu konuda aydınlatmalıdır. 

Mevcut bilgiler yalanmış intibaı vermese de  “İnşallah doğru değildir” diyorum.  Hükümetin sorumsuz bir biçimde olayların tarihini, gelişmesini, önünü, arkasını düşünmeden  girmiş olduğu açılım politikası  artık duvara toslamıştır. 

Kapı kulu olmayı onurlu milletvekilliğine tercih eden kölemenler susmazsa bir gün nasıl susturulduklarını milletçe göreceğiz! 


Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/insallah-dogru-degildir-18566yy.htm


***

Bu Memleketi, Kim idare ediyor?

Bu Memleketi, Kim idare ediyor? 


Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
30 Mayıs 2011 


    Bu seçim, Demokrat Parti Muğla adayıyım. 

Muğlalı insanımızın sahip olduğu güzelliklerin başında, dinlemesini bilmesi geliyor. 
Ülkenin sorunlarını anlattığım yerlerde Muğlalıların dinleme sabrına hayran kaldım.   
   Bir köy kahvesinde her haliyle efendi bir köylü “Sizin dediğinizi anladım. 
Çok şey öğrendim. Benim de bir sorum var. 

Bu memleketi kim idare ediyor?” diye sordu. 

Evet, Türk çiftçisinin tarihin bereketi olan irfanıyla sorduğu bu soru işin özü, temelidir. 

Türk çiftçisi hayvancılıkla uğraşan olsun, ziraatle uğraşan olsun bugün devletin bütün koruyucu kurum ve kurallarından mahrumdur. 

Adeta yok olmaya mahkum edilmiştir.Et ve Balık Kurumu, Yem Sanayi, Süt Endüstrisi Kurumu kapatıldı. Hayvancılık yapanlar piyasaya karşı tüccarın insafına terk edildi. Başta arıcılık araştırma enstitüleri olmak üzere hayvancılıkla ilgili bütün  araştırma birimleri kapatıldı. 

Daha önce Tarım Bakanlığı bünyesindeki “Veteriner Hizmetleri” bölümü törpülenmişti. Bu iktidar döneminde  tamamen etkisiz hale getirildi. 

Tarımla uğraşan çiftçi; Ecevit Hükümeti zamanında tütün ve pancar kotası ile karşılaştı. Kıraç arazide yaşayan çiftçinin tek gelir kaynağı tütündür. 

Tütün ekimi sınırlandırıldı. Tekel kapatıldı. Amerikan sigaraları daha hızlı bir şekilde ülkeyi işgal etti. Oysa dünyanın en az kanserojen nitelik taşıyan tütünü bizim tütünümüzdü. Aynı facia şeker pancarında da yaşandı. Dünyanın en iyi şeker pancarları arasında bulunan pancarımızın ekimi de sınırlandırıldı.

Bu arada başımıza Kargil(Cargill) denen bir taş düştü. Bursa, Orhangazi tarım arazisine Amerikan Kargil şirketi mısır şurubundan elde edilen tatlandırıcı üreten fabrikayı kurdu.Orhangazi’nin sanayi haritası değiştirildi. Tarım arazisi, sanayi bölgesi oldu. 

Amerika tatmin edildi. Ancak Amerikalı ve Avrupalı tıp çevreleri “mısır şurubundan”  elde edilen tatlandırıcının bir felaket olduğunu  çocuklarda 
ve büyüklerde pek çok hastalığa sebep olduğunu belirtiyorlar. Şimdi televizyonlarda bizim ilim adamlarımız nefes darlığı, astım, kalp hastalıkları 
ve iktidarsızlığa sebep olduğunu anlatıyor.  ABD’de ve AB’de mısır şurubu tatlandırıcısı yasaklandı. 

Bizde ise...? 

Tam bir felâket!Evet gümrükleri sıfırladığımız için; AB’nin sanayi ve tarım ürünleri  memleketi işgal ediyor. Ayrıca AB’nin “Gümrük İndirim Anlaşması” imzaladığı bütün ülkelerin malları da sıfır gümrükle ülkemize giriyor. Muğla pazarında bir hanım “bakın artık Çin sarımsağı tüketiyoruz!” dedi. Bu ifade Türkiye’nin tarım konusundaki akılsızlığının en doğru tanısıdır.Şeker Fabrikaları, sade şeker üreten değil aynı zamanda, fabrika yapan fabrikalardı.    

Satılmalarıyla Tarıma, Sanayiye büyük bir darbe vuruldu.   

Ardından, Çiftçiyi güçlendiren, piyasa şartlarına terk etmeyen “Tarım Satış Birlikleri” nin yok edilmesine geçildi. 

TARİŞ, ANDBİRLİK, FİSKOBİRLİK, ZEYTİNBİRLİK ve diğer 16 birlik kapatıldı. 
Binalar, tesisler çürümeye terk edildi. 

Pamuk, İncir, Üzüm, Zeytin üreticisi, Tüccarın insafına bırakıldı.1960’lı yıllarda 41 milyon hektar olan meralar şimdi 13 milyon hektara düştü. 

Avrupalı, mera hayvancılığı yapıyor. Bu, üretimde maliyeti düşüren ana unsur oluyor. Yabancı bankalar çiftçimize arazi ipoteği karşılığı kredi vermekte yarışıyor. Vadesinde ödenemeyen borçlar karşılığı olarak bu araziler yabancılaşı yor, el değiştiriyor.Muğla’da fedakâr çileli çiftçilerimize, tarımla ilgili kapatılan bütün  kurumları derhal açacağımızı ayrıca; “ Yaş Meyve ve Sebze Üreticileri Birlikleri ” kuracağımızı bunların büyük üretim merkezlerinde soğuk hava depolarına sahip olacağını açıkladım.  İşte durum ve işte kurtuluş reçetesi. Yeter ki ülkeyi biz idare edelim.Gördüklerim; 

“ Bu Memleketi, yok etme iradesinin” yönettiğidir. Kurtuluş, Müstemleke valisi zihniyetine son vermektir. 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bu-memleketi-kim-idare-ediyor-18471yy.htm


***

OECD’nin Patlattığı AKP Balonları

OECD’nin Patlattığı AKP Balonları



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
23 Mayıs 2011


    Seçim sandığı  her geçen gün biraz daha yaklaşıyor.  

Meydanlarda halka söylenenleri dinliyorum.

    Hepsi halkın derdine, çilesine ulaşamayan boş sözler.“Ey milletim senin derdin işsizlik, açlık çaresizlik, senin bu dertlerinin derman bulması, cebinin para görmesi ve yüzünün gülmesi mümkündür. Bunu yapacak olan biziz ve bizim projelerimizdir” demek yerine sadece bağrışıyorlar.  

Türkiye nüfusunun  yaklaşık  % 20’si  açlık sınırının altında  yaşıyor. Ama “40 adım ötedeki komşun açken  tok yatarsan bizden değilsin” diyen  yüce Peygamber  buyruğuna rağmen bu tabloya ilgisiz ve sorumsuz kalanlar nasıl oluyor da Müslümanlıktan bahsedebiliyorlar. Ülkede uzun süredir  uygulanan   “ekonomi  modeli” ile kaynaklarımız, servetimiz  ve insanımız eriyor. Çok yakın bir  zamanda seçimden sonra üç ay geçsin ekonomik hayattaki duvara çarpmayı göreceksiniz.İktidar rakamlarla müthiş oynuyor. Ancak kendi kitabında  maskesi düştü. İhracatı 4 kat artırdık diyor. 

   Rakamlar ortada,  Sadece  3 kat! 

Seçim propaganda  dokümanında  yanlış yapıyor, yalan söylüyor.  
İşin gerçeği ihracat 114 milyar dolardır. (2010 yılı) İktidar oldukları 2002 yılında ise 36 milyar dolardır.  

114:36=3.1’dir.  4 kat değil aradaki yanılma payı =0,9’dur. İthalat rakamlarını  söylemekten kaçtıkları için onu da ifade edelim. 

2002’de toplam ithalatımız 51,5 dolardı. 2010’da 185,5  milyar dolar oldu. Kısaca 8,5 yılda ithalat 3,6 kat artmıştır.  

2002’de 15 milyar dolar olan  dış ticaret  açığı 2010 yılında  71,5 milyar dolar olmuştur. Bunun sebebi ithalattaki  dengesiz patlamadır. 

Bütün bu rakamların sıktığı, daralttığı aziz insanımız iktidarın yoğun propagandası altında sağanak gibi yalan dinliyor. Gel gör ki işin aslını 

“Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı OECD” nin “Bir Bakışta Toplum” raporu seçimlere  kısa bir süre kala Türk ve dünya kamuoyuna duyurdu.   

Avrupa ülkeleri ile birlikte toplam 33 ülkenin yer aldığı OECD raporu AKP’nin balonlarını bir bir patlattı. Birlikte görelim:İstihdam oranının ortalama yüzde 66,1 olduğu OECD ülkeleri arasında yüzde 44,3 ile en düşük istihdam oranına sahip ülkeyiz.Bize en yakın ülke yüzde 55,4 ile Macaristan.  

İstihdam oranında en yüksek oran yüzde 79,2 ile İsviçre’ye ait.  2009 yılında yüzde 14,3 işsizlik oranı ile (Ocak 2011 itibarıyla yüzde 11.9) 

OECD ülkeleri arasında ikinci sıradayız.İspanya yüzde 18,1 işsizlik oranıyla başı çekiyor.En düşük işsizlik oranına sahip ülkeler yüzde 3,2 ile Norveç, yüzde 3,8 ile Güney Kore ve yüzde 3,9 ile Hollanda.Rapora göre, OECD bölgesinde ortalama yoksul nüfus oranı yüzde 11,1. Türkiye’de bu oran yüzde 17. Türkiye’ye oran olarak en yakın ülke yüzde 17,3 ile ABD olurken, bu alanda yüzde 21 ile Meksika ilk sırada yer alıyor.

Yoksulluk oranı en düşük ülkeler yüzde 5,4 ile Çek Cumhuriyeti, yüzde 6,1 ile Danimarka ve yüzde 6,4 ile Macaristan.Rapora göre, Türklerin yüzde 49’u mevcut gelirleriyle geçinmenin ‘zor’ ya da ‘çok zor’ olduğunu ifade ediyor. Yine rapora göre en yüksek gelir eşitsizliğine sahip ülkeler Şili, Meksika ve Türkiye olarak sıralanıyor.  

AKP iktidarının yatsıya varmadan  mumlarını söndüren bu raporu hazırlayan kuruluş çok şükür Türkiye’de çalışmıyor. 

Eğer öyle olsaydı çoktan külü göğe savrulurdu.Yıllardır ifade ettiğimiz görüşleri bu rapor da doğruluyor. 
Türkiye plan şuurundan mahrum sadece al  ve sat anlayışına dayalı  bir ekonomik modelle kan kaybediyor. 

Bu bir Kader değildir. 

Bu tabloyu değiştirmek milletimizin elindedir. Bunun  yolu da  yaklaşan seçimde sandığa atacağımız oylarla açılacaktır.  

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/oecdnin-patlattigi-akp-balonlari-18376yy.htm

***

Yaprak Misali Dış Politika

Yaprak Misali Dış Politika


Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
16 Mayıs 2011 


    Türkiye’de SSCB’nin dağılmasına kadar  “strateji” açısından  ileriye dönük herhangi bir çalışma yapılmamış,  Dünya  düzeninin şu ya da bu şekilde değişmesi halinde, Türkiye’nin nasıl davranması, ne gibi tedbirler alması gerektiği yolunda kayda değer bir strateji geliştirilmemiştir.  

    Oysa dünyadaki dengelerde meydana gelen değişmeler,  Türkiye’yi çok yakından ilgilendirmekte ve hazırlıklı olmayı gerektirmektedir.   

Atatürk, SSCB’nin dağılmasıyla ortaya çıkacak durumu ve Türkiye’nin bu gelişme karşısında alması gereken tedbirleri, o tarihte görmüş ve ifade etmiştir. 

Ancak, O’ndan sonra O’nun çapında  bir devlet adamı iktidara gelmemiştir. Üstelik iktidarların sağduyularının ve milli hassasiyetlerinin  giderek azalması Türkiye’yi adeta uluslararası gelişmeler karşısında rüzgarın yönüne göre savrulan bir yaprak haline getirmiştir. 

Tarihi ve kültürel bağları  çerçevesinde Balkanlar, Orta Asya Cumhuriyetleri hatta Orta Doğu’da stratejik açılımda bulunması ve bir etki alanı oluşturması imkanı mevcut olmasına rağmen Türkiye bu konuda strateji üretim gücüne ve somut politikalara sahip olamamıştır. 

Balkanlarda ciddi bir varlık gösteremediği gibi, Türk Cumhuriyetlerini birer birer kaybetmiştir.  Orta Doğu’ya gelince burada da maalesef günlük politikalar uygulanmakta ve en önemlisi dış politika, içerideki menfaatlere kurban edilmekte dir. Türkiye’de dış politika konusunda hakim bir görüş bulunmaktadır;  “Dış politika gücümüz  izleyebileceğimiz dış politika tercihleri, siyasi, ekonomik, askeri  gücümüz  ve stratejik  konumumuz  ile bağlantılıdır. Bunun dışında  fazla bir imkan ve kabiliyetimiz de bulunmamaktadır.” Bu düşünceye göre, Türkiye’nin belirli dış politik mecburiyetleri vardır ve iktidarlar bunlara uymakla yükümlüdür. (ABD ile ilişkiler ve AB’ye üye olma gibi) Oysa bunlar bir ülkenin dış politikasını etkileyen teknik faktörlerdir.

   Bunların yanı sıra en az bunlar kadar önemli bir  etken daha  vardır. Bu da  dış politika belirleyicilerin   basiretleri, ileri görüşlülükleri, geniş ve çok yönlü düşünme kabiliyetleri, planlama ve planı uygulama  yetenekleridir.Bu konuda satranç oyununu göz önüne alalım. 

   Oyunculardan biri daha avantajlıyken yerini bir arkadaşına devrederse  aynı durum devam edecektir diyebilir miyiz? 

Oyun tahtasındaki durum, karşılaşmadaki güç dengesinin yalnızca bir parçasıdır. 

Diğer parça ise, oyuncuların beynindedir. Aynı durum, dış politikada da geçerlidir. 

Ülkeler arasındaki güç dengesi, yalnızca  “ Masa Üzerindeki ” güçleriyle değil, aynı zamanda “beyin”  güçleriyle de ilgilidir. 

Daha akılcı ve aktif bir dış politika izleyen bir ülke, karşısındaki diğer ülkeyi kısa sürede pasif duruma düşürebilir.   

Pasif duruma düşen ülke, etrafında yalnızca “dış tehdit” ler görür ve sadece savunma pozisyonunda kalır. 

Ülkeler arasındaki ilişkiler, bazı yönleriyle, insanlar arasındaki ilişkilere de benzer.  

İnsanlar üzerinde büyük rol oynayan psikolojik faktör, dış politikada da etkilidir. 
Bir ülke, kapasitesinin kendisine verdiği gücün daha “üstünde” bir üslup sergileyebilir. 

Eğer bunu başarılı ve istikrarlı bir biçimde sürdürürse, onunla muhatap olan diğer ülkeler de bundan etkilenecek, aynı insani ilişkilerde olduğu gibi “ayağını denk alma”  politikası izleyecektir.

Tüm bunlar, 

Türkiye’nin dış politika zihniyetini değiştirmesinin, “akıl ve psikoloji ”   faktörlerini göz önünde bulunduran çok yönlü bir “tavizsiz dış politika” tarzı ve ufku oluşturması zamanının çoktan geldiğini göstermektedir. 

Tarih şuuru, millet ve vatan sevgisi, çözemediğimiz problemler karşısında güçlü olma iradesi bizim özlediğimiz, muhtaç olduğumuz dış politikanın üç sac  ayağıdır.Dünyayı gören, değerlendiren ufuklu bir dış politika ancak bunların üzerinde yükselir. 

Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/yaprak-misali-dis-politika-18280yy.htm

***