Zarar veriyor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zarar veriyor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Kasım 2014 Cumartesi

Yabancı Sermaye Türkiye’ye Zarar veriyor,






Yabancı Sermaye Türkiye’ye  Zarar veriyor,

Cihan Dura

Başbakan Yardımcısı Şener'den Yabancı Sermaye uyarısıYabancı sermaye
Türkiye’ye  zarar veriyor


Başbakan Yardımcısı Şener'den Yabancı Sermaye uyarısı

TUSİAD; TESEV, İKV gibi kuruluşlar, bunların başkanları ya da sözcüleri, kapıkulu iktisatçılar ve İri Medya, Türk Ulusu’na yalan söylüyor; iki alanda korkunç bir propaganda, yoğun bir beyin yıkama faaliyeti sürdürüyorlar: Biri Avrupa Birliği, öbürü yabancı sermaye. Propaganda şöyle yapılıyor: Türkiye’nin, Avrupa Birliği’nden başka alternatifi yoktur. Ekonomik kalkınma ancak yabancı sermaye ile sağlanabilir. Bu ikisi gerçekleşmezse Türkiye biter. Oysa gerçek bu değildir. İktisat tarihi gösteriyor ki bir ülke önce kendine, kendi kaynaklarına güvenmelidir.




Yabancı sermaye, içinde bulunduğumuz koşullarda, Türkiye için büyük bir tehlike oluşturur. Yabancı sermaye girişi; ondan çok daha güçlü ve dinamik bir ulusal yatırım eğilimi olmadıkça, ülke üzerinde bir “ekonomik işgal” etkisi yaratır. Bu işgalin yoğun etkisi nedeniyle yabancı sermayenin verdiği zararlar, sağlayacağı faydalardan çok daha fazla olacaktır.

Bazıları şu karşı kanıtı ileri sürüyor: Global bir dünyada yaşıyoruz. İşadamlarımızın başka ülkelerde şirket satın almaları ne kadar makul ise, yabancıların da Türkiye’de şirket almaları o kadar makul sayılmalıdır. Onlara yanıtım kısadır: Eğer bir tilki bir kümese girerse, boğazlanan tavuktur. Eğer tavuk tilkinin inine girerse, boğazlanan yine tavuktur.

I) Yabancı sermayenin “yararları” gerçek midir?

A) Yabancı sermaye yandaşları yabancı sermayeyi savunurken, -Batı’nın kendi çıkarlarına göre kurduğu- uluslararası iktisat teorisinden kanıtlar sunarlar. Buna göre “Yabancı sermayenin, ev sahibi ülkeye sağladığı ekonomik yararlar” şunlardır:

-Yabancı sermaye ev sahibi ülkenin toplam tasarruf oranını yükseltir. Sermaye açığını kapatır. Yatırım oranını ve üretim kapasitesini artırır.

-Ülkeye ileri teknoloji ve işletmecilik bilgisi getirir.

-İthal ikamesi ve ihracatı artırma etkileriyle, dış açığı azaltır.

-Yurt içi rekabeti artırır, tekelciliği kırar.

-İşsizlik sorunun çözümüne katkıda bulunur.

-Sağladığı kârlar yoluyla, vergi gelirini artırır.

Ancak hemen şu hususu vurgulamamız gerekir: Yabancı sermayenin yukarda saydığım faydaları garanti değildir. Çünkü bunlar Batının kendi çıkarları zemininde oluşturduğu bir bilimin, teorik gerçekleridir. Soyut teorik modeller çerçevesinde geçerlidirler. Bilindiği gibi, her teori zihinsel bir kurgudur. Önemli ölçüde varsayımlara dayanır. Varsayımlar ise, teoriyi realiteden uzaklaştırır. Dolayısiyle o modellerde Türkiye gibi henüz sanayileşememiş bir ülkenin gerçeklerinden zerresi yoktur.

B) Yabancı sermayenin yukarda saydığımız faydalarından hemen hiçbiri Türkiye’de gerçekleşmemiştir. İddiamın ilk kanıtı, AKP hükümetinin devlet bakanı ve başbakan yardımcısı Abdüllatif Şener’in, bir itiraf niteliğinde olan açıklamasıdır. Aynı zamanda deneyimli bir maliyeci ve öğretim üyesi olan Abdüllatif Şener Temmuz 2005’de şu görüşü beyan etmiştir:

Yabancı sermaye grossmarket - perakende, elektrik üretim- dağıtımı, bankacılık, telekom-iletişim gibi “gelirin yurtiçinde yaratıldığı” dört sektörde yoğunlaşma eğilimi içindedir. Bu sektörlerin ortak özelliği, yaratılan gelirin ya da tasarrufların yurtiçinde yaratılıyor olmasıdır. Ne bankacılık, ne enerji, ne de söz konusu ettiğimiz diğer sektörlerde dış âlemden sağlanan ihracat geliri yoktur. Teknoloji ve sabit sermaye transferi de söz konusu değildir. Yapı değişmezse yabancılar yurtiçinde üretilen gelir ya da tasarrufu kendi merkezlerine aktaracaktır. Bu durumda cari açık ilelebet kapatılamaz. Yabancı sermaye-kriz ilişkisine dair görüşlerimi hükümet dahil her zeminde dile getiriyorum. Arjantin’de yaşanan ekonomik krizler de bu yolla ortaya çıktı. Şimdiden uyarıyorum. Yabancı sermayeye yasal sınır gerekiyor. Kimse tehlikenin farkında değil”


Yabancı sermaye yatırımının üçte birini kâr olarak götürdü.

Yabancı sermaye yatırımının üçte birini kâr olarak götürdü.AKP’li bakanın öncelikle vurguladığı, yabancı sermayenin sektörel yoğunlaşmasına somut örnekler verelim:

- Dünyanın üçüncü büyük perakendecisi konumundaki Fransız Carrefour; Fiba Holding’in iştirakleri arasında yer alan, Türkiye’nin en büyük üçüncü süpermarket zinciri Gima ve Endi’yi 132.5 milyon dolara satın aldı.

- Çukurova Holding’in Türkcell’deki yüzde 52 hissesi TeliaSonera’ya satılıyor.

- Lübnan ve İtalyan bağlantılı Oger Telekom, Türk Telekom’u satın aldı.

- Demirbank finansal ayak oyunlarıyla yok pahasına ulus-ötesi dev HSBC’ye teslim edildi.

- Kriz döneminde, Sitebank, Nova Bank’a, Koçbank UniCredito’ya satıldı.

- Türkiye Ekonomi Bankası’nın (TEB) yüzde 50 hissesi, BNP Paribas’a satıldı.

- Yapı Kredi Bankası’nın yüzde 57.4 hissesi Koç ve İtalyan Unicredito’ya satıldı.

- Türkiye’nin yedinci büyük özel bankası Dışbank’ın yüzde 89.3 oranındaki hissesi Hollanda-Belçika kökenli Fortis Bank’a devredildi. Fortis Bank kaptığı aslan payı ile yetinmedi ve kalan yüzde 10.66 oranındaki hisse için çağrıda bulunmak üzere Sermaye Piyasası Kurulu’na başvurdu.

- Hollanda’nın önde gelen bankalarından Rabobank, Şekerbank’ın yüzde 51’lik hissesini alma yolunda.

- Denizbank, Finansbank ve Garanti Bankası için satış görüşmeleri sürüyor.

- Adamlar doymak bilmiyor, TEB’in yüzde 50’sine ortak olan BNP Paribas Yönetim Kurulu Başkanı Michel Pebereau konuşuyor: Başka bankaya da bakarız. 2007 yılına kadar 7 milyar Avro’dan fazla satın alma bütçemiz var. Türkiye’de yeni banka satın alma konusundaki fırsatları değerlendireceğiz.

Tabii başka örnekler de var. Demek ki AKP’li devlet bakanının dediği doğru. Bu takdirde yabancı sermaye, yukarda saydığımız faydalarından hemen hiçbirini sağlamıyor demektir. İddiamın diğer kanıtlarına geçmeden önce, Türkiye’ye gelen yabancı sermayenin diğer bazı özelliklerini hatırlatmam gerekiyor.

Yabancı sermayenin kârı 13.5 milyar dolar yerlinin kaybı 8.3 milyar dolarII) Türkiye’ye gelen yabancı sermayenin özellikleri

Türkiye’ye gelen yabancı sermayenin öyle özellikleri vardır ki bunlar ekonomi el kitaplarının teorik analizlerinde hesaba katılmıyor. Ancak bizim politikacılarımız, işadamlarımız, televole-parafesör iktisatçılarımız; muhakemelerini -Türkiye gerçeklerinden büyük ölçüde uzak bulunan- bu basit bilgilere dayandırıyorlar. Dolayısiyle yabancı sermaye lehindeki savları yanlış oluyor.

Türkiye’ye gelen yabancı sermayenin konumuz bakımından önemli olan özellikleri şunlar:


Yabancı sermayenin kârı 13.5 milyar dolar yerlinin kaybı 8.3 milyar dolar


i) Ülkemize giren “sıcak para” yabancı sermaye kapsamında değerlendiriliyor. Oysa bu akımın üretimle, istihdamla, ihracatla hiçbir ilgisi yok. Ne zaman girip ne zaman çıkacağı da bilinmez. Bu özellik, başlı başına bir sıkıntı kaynağıdır.

ii) Türkiye’ye gelen yabancı sermaye hazırcıdır; taş atıp kolunu yormak istemez: Yeni yatırım yapmak yerine mevcutları satın almaya bakar. “Faaliyette bulunan KİT’leri kapatmaya, “Türkiye’de marka olmuş, önemli tesislerin üzerine konmaya” çalışır. Yukarda örneklerini gördük. Bu satın almalar yatırım değildir. Eskiden bu tür “yatırım”a, “plasman” denirdi. Bu önemli terim -özellikle- unutturuldu. “Yatırım-plasman” konusunda bir karartma, bir cehalet hüküm sürüyor. Yabancı Sermaye Derneği (YASED) Başkanı bile “yatırım-plasman” ayrımından habersiz… Şu sözler ona ait: “2005 yılı yabancı sermaye girişimiz 3 milyar dolardı. Gündemde “Beşi Bir Yerde” diye anılan Turkcell, Yapı Kredi Bankası, TELEKOM, TÜPRAŞ ve ERDEMİR’in satışı var. Bu satışlar da gerçekleşirse, bu yıl 8 milyar dolar rakamının aşılacağını tahmin ediyorum” [Cumhuriyet, 4.5.2005].

Yeni fabrika ve tesis kuran, maden işleten, böylece yeni katma değer, istihdam yaratan, yeni ihracat akımı oluşturan yatırımlar ayrıdır. Bunlara, diğerlerinden ayırt etmek üzere “doğrudan yabancı yatırımlar” adı verilir.

III) Yabancı sermaye: Faydası yok, zararı çok


Artık, iddiamın diğer kanıtlarına geçebilirim. Tezim şu: Yabancı sermaye Türkiye’ye, “teorik faydalar”ından hemen hiçbirini sağlamıyor. Dolayısiyle zararları ön plana çıkıyor.

İşte yabancı sermayenin “faydaları”nın gerçekleşmediğini gösteren kanıtlar:

1) Yabancı sermaye Türkiye’nin tasarruf oranını yükseltmiyor. Yatırım oranını ve üretim kapasitesini artırmıyor. Çünkü zaten mevcut üretim tesislerini satın alıyor. Yaptığı, ancak kendisi açısından bir yatırımdır. Türkiye açısından ise yatırım değil, plasman yapılmış oluyor. Çünkü tesisin sadece sahibi değişiyor. Nitekim Türkiye’de doğrudan yabancı sermayenin toplam yabancı sermaye içindeki payı çok düşüktür. Örnek verelim: 2004 yılı itibariyle Türkiye’ye giren yabancı sermaye 22.6 milyar dolar. Bunun içindeki doğrudan yatırımların değeri 2.6 milyar dolardır, yani toplamın yalnızca yüzde 11’i…

2) Yukarda belirttiğim aynı sebepten dolayı, Türkiye’ye ileri teknoloji de girmiyor. İleri teknoloji için, şirketin yeni sahibinin yeni yatırım yapması lazım ki çok düşük bir olasılıktır.

3) Yabancı sermaye ne ithal ikamesi ne ihracatı artırma etkisi yaratıyor. Dolayısiyle dış açığı azaltmıyor. Çünkü bankacılık, ticaret, enerji gibi sektörleri tercih ediyor. Hattâ dış açığı artırıcı etki ortaya çıkıyor, yurt dışına kâr transferleri sebebiyle.

4) Mevcut bir tesis satın alındığından, tekelcilik kırılmamış oluyor. Uluslararası karteller zaten Türkiye’de tekel durumunda olan kuruluşları satın almayı tercih ediyor.

5) Yine aynı sebepten dolayı, yani yeni tesis kurmadığından, yabancı sermaye istihdamı artmıyor. İşsizlik sorunun çözümüne önemli bir katkıda bulunmuyor. İşte somut kanıt: İstanbul Sanayi Odası’nın “500 Büyük Kuruluş Raporu”nun 2004 yılı rakamlarına göre, 500 dev şirketten 149’u yabancı sermayeli şirket… Toplam satışların, kârın ve ihracatın yaklaşık yarısını gerçekleştirmelerine karşılık, istihdamdaki payları hayli düşük.

6) Yabancı sermayenin eline geçen şirket, sağladığı kârlar yoluyla vergi gelirini artırmıyor. Ulusal şirket yabancının olunca, sadece kâr sahibi ve vergi mükellefi değişmiş oluyor. Buna karşılık, yurt dışına yapılan gelir transferi artıyor.

Görüyorsunuz, yabancı sermayenin olumlu etkileri ya hiç yoktur ya da çok düşük seviyede. Buna karşılık yabancı sermayenin olumsuz etkileri o kadar çok ve o kadar tehlikeli ki… Sayıyorum: Bağımsızlığın yok olması, düalizm, dış bağımlılık, haksız rekabet, dış dengesizlik, teknolojik bağımlılık, kalkınmanın engellenmesi … Türkiye’ye yabancı sermaye ne kadar çok girerse, bu etkiler de kaçınılmaz olarak o derecede çoğalacak ve şiddetlenecektir.

IV) Yabancı sermayenin sakıncalarına diğer kanıtlar

A) ABD yabancı sermayeye karşı çıkıyor

Amerika Birleşik Devletleri, kendi şirketlerinin yabancıya satılmasına şiddetle karşı çıkmaktadır. 2005’in ilk yarısında, Çin’in önde gelen petrol şirketlerinden CNOOC, ABD’nin enerji şirketi Unocal’u satın almak istemişti. Sen misin buna cesaret eden, Amerikalı kimi senatör ve iş adamları, ülkenin ulusal güvenliğinin tehlikeye gireceğini ileri sürerek ayağa kalktılar (Bizde böyle milletvekillerini, böyle iş adamlarını mumla aramak lazım, cd). Satışın engellenmesi için Corc Buş’a baskı yapan -bizim iri medyanın kulakları çınlasın- “milliyetçi” Amerikalıların ikinci bir gerekçeleri de “Amerika’nın gerek bilgi gerekse teknolojik olarak diğer ülkelere karşı zayıf düşeceği kaygısı” idi. Unocal yönetimi de, “hissedarları, daha yüksek teklif vermesine rağmen Çin petrol şirketi CNOOC’yi reddederek Amerikan Chevron’un teklifini kabul etmeye çağırdı. Amerikan yönetimi de ulusal güvenlik açısından tehdit oluşturacağı gerekçesiyle Unocal’ın, yüzde 70’i Çin devletinin kontrolündeki CNOOC’a satışına karşı çıktı.

Sonuç olarak Unocal; hisselerinin yüzde 70’inin Çinlilerin eline geçmesine ‘ulusal güvenliği tehdit eder’ gerekçesiyle karşı çıkan ABD yönetimini dinledi. Şirket yönetimi, 1.5 milyar dolar daha düşük teklif veren Amerikan Chevron’un teklifini onayladı [Cumhuriyet, 18, 21.7.2005].

Görüyor musunuz Mahdum Corc Buş’u? Bize neler öğütler, kendi neler yapar! Bizim sivri akıllı liberallere elimizde ne var ne yok, yerli yabancı demeden sattırır; kendi tesisleri söz konusu olunca da “ABD’nin ulusal güvenliği, ABD’nin stratejik çıkarı” diyerek bin dereden su getirir, sonunda da yan çizer.

Nerede bizim, ulusal güvenliğimizi, stratejik çıkarlarımızı ön plana alan -sivil ya da asker-devlet adamlarımız?

B) Yabancı sermaye var, durgunluk ve kriz de var

1) Genel olarak, yabancı bankalar, finansal krizlerden sonra girdikleri ülkelere yeni krizlerden korunma bakımından olumlu katkıda bulunmamıştır [Pelin A. Erdönmez, Finansal Krizler sonrası Gelişmekte Olan Ülkelerde Yabancı Bankalar, Türkiye Bankalar Birliği Bankacılık ve Araştırma Grubu, 2005].

2) XX. yüzyılın başlarından itibaren “fırsatlar ülkesi” olarak görülen Arjantin, 100 yıl boyunca yoğun yabancı sermaye aldı. Arjantin, 1994’te 9.3 milyar dolarlık yabancı sermaye çekerken, bu rakamın 3.1 milyar dolarını doğrudan yabancı sermaye yatırımları oluşturuyordu. 1994-95’te gelen dış şok Arjantin’i krize soktu. Yabancı yatırımlar ve ihracat, 1996 ve 1997’de artarken ekonomi aynı yıllarda yüzde 6.1 ve 8.2 oranlarında büyüdü. Ancak Arjantin, 1998’de tekrar şiddetli bir durgunluk içine girdi. Bankalar, milli petrol şirketleri, ulaştırma, madencilik gibi pek çok alanda yabancı sermaye yatırımları gerçekleşirken, Arjantin 2001 yılında 141 milyar dolarlık borcunu ödeyemeyeceğini açıkladı.

C) Türkiye’den kanıtlar

1) Sanayi yabancılaşıyor


a) Yabancılaşma: İstanbul Sanayi Odası’nın geleneksel “500 Büyük Sanayi Kuruluşu Raporu”nun 2004 yılı rakamları da Türk sanayiinde yabancıların payını çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Yayımlanan verilere göre 500 büyük şirketten 149’u yabancı sermayeli… Ancak toplam satışların, kârın ve ihracatın yaklaşık yarısı onlarda. Buna karşılık istihdamdaki payları düşük (Yüzde 27.3). Dev firmaların yüzde 30’u yabancı sermayeli.

b) Yolsuzluk: Yabancı şirket vurguncu olabilir. Nitekim ERDEMİR Özelleştirmesinde ön-yeterlik alan yabancı firmalardan Ukrayna Metalürji devi Azovstal’ın içinde bulunduğu Investment Metallurgical Union (IMU) konsorsiyumu, Ukrayna’daki özelleştirme ihalesine şaibe karıştırmakla suçlanmıştı. Yine ön-yeterlik almış bulunan Mittal ve Arcelor ise “sıkıştıklarında üretimlerini merkezden değil, satın aldıkları tesislerden kıstıkları için tepki çektiler (M. Kışlalı, Cumhuriyet, 17.7.2005).

AKP Hükümeti, adına “halka arz” diyerek hile yoluyla aslında yabancılaştırma yapmaktadır. Nitekim, Petrol-İş Sendikası’na göre 3 Mart 2005’de yapılan halka arzla TÜPRAŞ’daki yüzde 14.76’lık kamu hissesi “kim olduğu bilinmeyen altı yabancı fon”un eline geçmiştir (Cumhuriyet, 27.4.2005).

2) Yabancı sermayeli bankalar: Sakıncalar


a) Temmuz 2005… TÜRK Müteahhitler Birliği Başkanı yakınıyor: “Bankalarımız yabancı sermayenin eline geçtikçe, müteahhitlik sektörü olarak yabancı sermayeli bankalardan, bırakınız krediyi teminat mektubu almakta bile zorlanıyoruz. Eskiden yurtdışında yarıştığımız rakiplerle artık Türkiye’de de yarışmak durumunda kalıyoruz. Kendi ulusal bankalarımızdan aldığımız teminat mektuplarını yurtdışındaki muhataplarımız kabul etmiyor. Yabancı bankalardan yüksek komisyonlarla teminat mektubu bulmaya çalışıyoruz.”

b) Bankacılık sisteminin yabancıların eline geçmesi demek, Türk ekonomisinin yabancıların kontrolüne geçmesi demektir. Çünkü bankaların kredi verdiği reel sektör şirketlerinin kaderi yabancıların eline geçmiş oluyor. Daha somut bir anlatımla, finans sektöründe hakimiyeti ele geçirmiş olan yabancı sermaye, ekonomide hangi sektörün öne çıkartılacağı, hangi sektörün ihmal ve tasfiye edileceği konusunda söz sahibi olmuş demektir. Bu hâkimiyet aynı zamanda para piyasaları (kısa vadeli fonlar) ile iç borç sisteminin de yabancı bankaların denetimine geçmesi anlamına geliyor. Türkiye’de gidiş bu yöndedir. Dolayısiyle artık bir milli politika oluşturulması imkânsız hale gelmiştir. Türkiye’de Batı açısından olumsuz bir politik gelişme olduğunu veya AB’nin hoşuna gitmeyecek bir karar alındığını varsayalım, faizler ânında yükselecektir. Böylece yabancı sermaye Türkiye’yi, ekonomik açıdan, kırılgan ve dışa muhtaç bir ülke hale getirmiş olmaktadır.

Sonuç

Ekonomik gelişme ulusal tasarruflarla başlar, onunla sürdürülür. Bu mekanizma Türkiye gibi ülkelerde yeni emperyalizmin (Neoliberalizmin, küreselleşmenin) tahrik ettiği aşırı tüketim nedeniyle işlemez. Çünkü yurt içi tasarrufun artması kasıtlı olarak engellenmiş oluyor. Sonuç yabancı sermayenin vazgeçilmezliği yalanı ve propagandası olmaktadır. Yabancı sermaye savunucuları bir yandan da tezlerini, uluslararası iktisat teorisinin soyut-basit kanıtlarıyla haklı göstermeye çalışırlar. Bu kanıtlar Türkiye gibi sanayileşememiş ülkelerin gerçekleriyle bağdaşmaz. Ayrıca kavram kargaşası da yaratılmaktadır.

Böylece yapılan yoğun ve aldatıcı propagandalar sayesinde ülke yabancı sermayeye sınırsızca açılınca, ulusal ekonomi son derecede tahrip edici etkilere de açık bir hale gelir. Türkiye’nin 1980’lerden bu yana, başına gelen budur. Türk ekonomisi “teorik” faydalarından çok daha yüksek oranda, yabancı sermayenin zararlarına maruz kalmıştır. Bundan böyle yabancı sermaye ne kadar çok girerse, olumsuz etkileri de kaçınılmaz olarak o derecede şiddetli olacaktır.

Yabancı sermaye yalanını kimler körüklüyor, propagandasını kimler yürütüyor? Artık biliyoruz: Türkiye’nin işbirlikçi büyük sermayesi ve onun kapıkulları politikacılar, medya ve sözde bilim adamları…

Çözüm ise önce siyasi bir uyanış ve eylem gerektiriyor. Ekonomi politikasına gelince, yapılacak şudur: İç tasarruf oranı yükseltilerek, yabancı sermayeye olan gereksinme azaltılır. Eğer bu yapısal değişim sağlanırsa, yabancı sermaye girişi makul düzeye çekilerek, olumsuz etkilerinin zarar verici boyutlara ulaşması engellenmiş olacaktır.

http://www.turksolu.com.tr/88/dura88.htm

..