Yenmiştir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yenmiştir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Haziran 2016 Pazartesi

Taksim Erdoğan’ı Yenmiştir Artık Geri Çekilme Vakti



Taksim Erdoğan’ı Yenmiştir Artık Geri Çekilme Vakti



Yazar: Ümit Özdağ
24 HAZİRAN 2013 PAZARTESİ

Türk demokrasi tarihinin en önemli ve en ilginç sosyal muhalefet hareketi olan Taksim Gezi Parkı direnişi Erdoğan’ın otoriter rejimini yenmiştir. Ancak bu galibiyet Türkiye’ye demokrasiyi getirecek bir galibiyet değildir. Çünkü Türkiye’ye 2007 sonrasında adım adım tasfiye edilen demokrasiyi getirecek galibiyet, ancak seçimlerde sandıkta kazanılacak galibiyettir. Buna rağmen, Taksim bir sosyal muhalefetin otoriter bir siyasal iktidara karşı elde edebileceği bütün önemli sonuçları elde etmiştir.Taksim’in Erdoğan karşısında elde ettiği galibiyetleri dört başlık altında toplayabiliriz




              1)Erdoğan, Taksim’de şekli ne olur ise olsun sonuç itibarı ile kışla inşası konusunda önemli bir geri adım atmak zorunda kalmıştır.

              2)Erdoğan’ın Türkiye’yi bir felakete sürükleyen Suriye politikası ağır bir darbe almıştır. Washington Post, Türkiye’deki demokratik muhalefetin bu kadar etkin olduğu ve Erdoğan’ın anti-demokratik politikalarının bu kadar açığa çıktığı bir dönemde, ABD’nin Türkiye üzerinden Suriye muhalefetini silahlandırmasının daha zor olduğunu kaydetmektedir.

             3) 2003’ten bu yana Avrupa Birliği tam üyeliğini asla samimi bir hedef değil, Türk iç siyasetinde bir araç olarak kullanan Erdoğan’ın Avrupa Birliği ile ilgili gerçek tutumu ortaya çıkmıştır.

           4) 23 Nisanlar’da sembolik olarak çocuklara makam devrinde Erdoğan koltuğunu devrettiği çocuğa; “artık astığın astık, kestiğin kestik” derken, aslında kendisini nasıl algıladığını ortaya koymuştur. Son on yılda Erdoğan adım adım otoriter bir iktidarı inşa ederken, her geçen gün daha anti-demokratik söylemler geliştirmiştir. Konuşmalarında “benim bakanım”, “benim valim”, “benim polisim” ifadeleri “Devlet benim” diyen ünlü Fransız kralını hatırlatmaktadır.  Bunu diyebilmek için Erdoğan, 2007’den buyana sokaktaki simitçinin bile telefonunun dinlendiğinden şüphelenir hale geldiği bir korku imparatorluğu kurmuştur. 


Taksim ise bu korku imparatorluğunu yıkmıştır.


           İstanbul Valisi ile görüşen bir bayan göstericinin, bahsettiğim korku imparatorluğunun nasıl yıkıldığını siyasal tarih, hanımefendinin yalın ve güzel ifadeleri ile kaydedecektir: “Ben 35 yaşında, sabah 08.00-akşam 05.00 arasında özel bir iş yerinde çalışan, milliyetçi-muhafazakar bir aileden gelen bir insanım. Size teşekkür ederim. Bize gücümüzün ne olduğunu gösterdiniz. Yeter artık. Bize baskı yaparsanız, yine bizi karşınızda, sokakta bulursunuz.”

           Erdoğan ise Taksim sosyal muhalefetinin barışçıl eylemlerinin üzerine, araya karışan küçük ve sosyal muhalefeti temsil etmeyen provokatör gruplarını bahane ederek, önümüzdeki dönemde uluslararası hukuka taşınma ihtimali büyük olan bir devlet şiddeti ile gitmiştir. Kullanılan devlet şiddetinin sonucunda, şehit komiser dışında 4 kişi ölmüştür. Bunların ikisinin olaylara karışmayan ancak biber gazının yan etkisi ile ölen temizlik işçisi İrfan Doğan ve Zeynep Eryaşar olması polis müdahaleleri sırasında kullanılan şiddetin vahametini daha da artırmaktadır. Gaz bombası atan tüfeklerle vurulan 11 kişinin gözü çıkmıştır. 60’ı ağır 7832 kişi yaralanmıştır.[1] Erdoğan’ın mitinglerinde “Aylardan bu yana Güneydoğu Anadolu’dan şehit haberi gelmiyor” demesi kötü bir şakadır. Çünkü Güneydoğu’da federe devlet isteyen PKK ile anlaşmayı kabul eden Erdoğan, Taksim’de kışla yapılmasın diyenler ile anlaşmayı kabul etmediği için dört kişi ölmüş, binlerce kişi yaralanmıştır.Evet, Güneydoğu’dan şehit haberi gelmiyor ancak Taksim’den geliyor. Yoğun ötesi kullanılan biber gazından dolayı önümüzdeki aylarda göstericilerde ve çevrede yaşayanlarda başka ağır sağlık sorunlarının çıkması büyük bir ihtimaldir.

Erdoğan’ın otoriterleşme siyasetine ağır darbe indiren Taksim sosyal muhalefetinin artık sadece Taksim’den değil, bütün sokaklardan tamamen çekilme vakti gelmiştir. Taksim Platformu’nun uygulanamayan bir çadır hariç Gezi Parkı’ndan geri çekilme politikası doğrudur. Sosyal muhalefet Gezi Parkı’ndan çekilmiş olmakla beraber, bireysel eylemler, radikal grup tavırları devam etmektedir. Toplumsal muhalefetin zirveye çıktığı dönemde penguen yayıncılığı yapan televizyonlar da nedense şimdi onlarca dakika duran adam da dâhil olmak üzere direniş eylemlerini hükümet yanlısı bir bilinçaltı oluşturacak şekilde yayınlamaktadırlar.
Bu yayınlar Erdoğan’ın bütün yurtta düzenlediği mitinglerde tahrik edici söylemleri ile, Rıza Kapaalp gibi politikleşmiş sporcuları ödüllendirerek, seçmeninin bir bölümünü şiddet eylemleri ile sokağa indirerek, Taksim sosyal muhalefeti üzerinden toplumu bölme ve seçmeni radikalize etme siyasetini adeta kolaylaştırmaktadır

Yaşanan süreçte, Taksim sosyal muhalefeti adına/görüntüsü altında Türkiye’nin neresinde olursa olsun yapılacak bir muhalefet bunu amaçlamasa da Erdoğan’ın müttefiki haline gelecektir. Çünkü Erdoğan bu zayıflamış, cılız muhalefet üzerinden PKK ile yaptığı siyasal pazarlıkları gizlemeyi başarmaktadır. Taksim, gündemi bilinçli bir şekilde boşaltarak, Erdoğan’ın çok akıllı bir şekilde Gezi Parkı’nı AKP-PKK müzakerelerinin kamuflajı olarak istismar edilme siyasetini boşa çıkarmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, Gezi Parkı’nda, Kuğulu Park’ta göstericilerin üzerine kimyasal su sıkan TOMA’ların bir bölümü Van, Diyarbakır gibi PKK’nın en etkin olduğu illerden PKK’nın gösteri yapmama sözü üzerine gelmiştir. Taksim’de, ellerinde PKK paçavraları ile gezenlerde aslında Taksim’e değil, AKP’ye destek vermek için oraya gelmişlerdir. Çünkü, Türk Milleti, PKK’nın desteklediği bir eyleme destek vermez. Öte yandan bu destek karşılığında Gezi parkı boşaltılması sırasında Divan Oteli’nin önünde kucaklarında beş yaşındaki çocukları olan annelerin üzerlerine biber gazlı su sıkılır ve biber gazı atılırken, iktidar aynı gün Kato Dağı’nda PKK’lıların “cenaze töreni” yapmasını müdahale etmeden seyretmiştir. Murat Karayılan’ın dahi affedilmesini sağlayan bir yasa tasarısı üzerinde çalışan AKP Hükümeti’nin bir bakanı olan Egemen Bağış, Taksim’e girenleri ise terörist ilan edebilmektedir (Taraf,  9 Haziran 2013).
Başbakan Erdoğan, Ankara ve İstanbul Mitingleri’nde Taksim sosyal muhalefetine en ağır ifadeler ile yüklenirken PKK/BDP’nin uzantısı olan Demokratik Toplum Kongresi, Öcalan’ın çağrısı üzerine 15 Haziran 2013’te Diyarbakır’da “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Kongresi” adlı bir kongresini görmezlikten gelmiştir. Hatta müzakereleri sürdürdüğü Öcalan’a “terörist başı” diye hitap etmiş, S. Demirtaş’tan, “Müzakere ettiğin Öcalan’a terörist başı dersen sen ne başı olursun?”cevabını almıştır.

Öte yandan Kongre’nin adı Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu bölgesini Kuzey Kürdistan olarak nitelendirirken, sonuç bildirisinde Öcalan’ın serbest bırakılması, Kürtler’in kendi seçtikleri özerklik, federasyon, bağımsızlık seçeneklerinden birisini belirleme haklarının olduğu, anadilde eğitim hakkı, Kürtçe’nin resmi dil olması, KCKlılar’ın serbest bırakılması ve Suriye Kürt bölgesinin Türkiye’deki sürece dahil edilmesi gibi taleplerini gündeme taşımışlardır. Diyarbakır’da bu Kongre devam ederken, AKP Hükümeti “Eve Dönüş Yasası”nda yapacağı değişiklikler ile “haklarında kovuşturma bulunmayanlar” ve “haklarında hüküm tesis edilmemiş” olanların affedileceği bir hukuki zemin üzerinde çalışmaktadır.(Taraf,  9 Haziran 2013)Keza Başbakan yardımcısı Beşir Atalay ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin hem Terörle Mücadele Kanunu’nu PKK lehine değiştirecek değişiklikler üzerinde çalışmakta hem de Öcalan’ın Kürtçe eğitim, özerk bölge, Türk adının Anayasa’dan çıkması gibi taleplerinin değerlendirildiği bir paket üzerinde çalışmaktadırlar.

            Sonuç olarak, Taksim adına yapılan her eylem AKP-PKK görüşmelerinin kamufle edilmesi için zemin oluşturmaktadır. Oysa, Erdoğan’ın toplumu“besmele getirenler” ve “twitt atanlar” diye bölme ve sağ seçmeni kendi arkasında toplama projesi teoride Makyevellist anlamda doğru bir girişim olmakla beraber, anayasa referandumunda tuttuğu gibi tutmamıştır. Hatta, Taksim öncesinde AKP’den ayrılan oyların bir kısmını bu strateji ile geri getirse bile Taksim’de uygulanan şiddet ve bölerek radikalleştirme politikası AKP’nin daha fazla oy kaybetmesine sebep olmaktadır. Bunun nedeni; AKP’ye oy veren, orta ve orta üstü sınıflardaki merkez sağ seçmenin, AKP’den hızla uzaklaşmasıdır.
1-2 Haziran 2013’te Gezici Kamuoyu Araştırmaları Şirketi’nin 36 ilde yapmış olduğu araştırmada AKP % 38.5, CHP % 31.8,  MHP % 18.5, BDP % 8.2 ve diğerleri % 3 oy almıştır. 16 Haziran 2013’te Metropoll’ün yayınladığı araştırmadaki oy dağılımları ise AKP % 35.3, CHP % 22.7, MHP % 14.5, BDP % 6.2, kararsızlar % 7.6, yanıtsızlar % 5.9, % 2.8 protesto oyu ve % 5 diğer partiler olarak çıkmıştır. İki araştırmanın ortak noktası; AKP oylarının düşüşte olmasıdır. Anketler üzerinden siyaset yapan Erdoğan bu düşüşü sadece bölerek ve merkez sağ seçmeninin milli hassasiyetlerine oynayarak durduracağını düşünmektedir. Oysa Öcalan ile müzakere-mütareke süreci içinde bunu yapması çok zordur. Bundan dolayı PKK ile yapılan müzakereleri gündemden düşürmeye çalışan Erdoğan, Taksim’in arkasına gizlenmektedir.

Taksim sosyal muhalefetinin artık yapabileceği en etkili muhalefet, meydanları ve sokakları boşaltarak, halkın, AKP-PKK müzakerelerini görmesi ve incelemesi için fırsat tanımak olacaktır. Peki, bu iş burada bitmiş midir? Taksim’in Türk demokrasi tarihindeki görevi sona ermiş midir? Hayır, bitmemiştir ve o konuyu da 1 Temmuz 2013 pazartesi günü ele alacağım.



[1] Türk Tabipler Birliğinin rakamları için bkz. Hürriyet, 22 Haziran 2013, “4 ölü 60’ı ağır 7832 yaralı”
http://www.21yyte.org/ sitesinden 13.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır


..