Taksim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Taksim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Haziran 2016 Pazartesi

Taksim, Erdoğan ve Seçim Sandığı



Taksim, Erdoğan ve Seçim Sandığı


Yazar: Ümit Özdağ
02 TEMMUZ 2013 SALI


   Orta Doğu bölgesi Sünni-Şii ekseninde bir bölgesel iç savaşa sürüklenmek istenirken Türkiye de çok zor bir döneme girmektedir. Bir yandan Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve varlığını tehdit eden terör örgütü PKK ile Cumhuriyetimizin siyasi geleceği ve anayasası üzerinde etnik merkezli pazarlıklar sürmekte, öte yandan Orta Doğu’daki mezhep çatışması ülkemize sıçratılmaya çalışılmaktadır. AKP Hükümetinin izlediği mezhepçi politikalar, Reyhanlı katliamının acı bir şekilde gösterdiği üzere bu bölgesel iç savaşın Türkiye’ye ithal çalışmalarını kolaylaştırmaktadır.

Bu iki süreç devam ederken, AKP iktidarı gittikçe otoriterleşen, yurttaşların günlük yaşamına karışan, milli bayramlarını kutlamasına karşı polis şiddeti kullanan baskıcı politikalar ile tek parti rejimi oluşturma yolunda mesafe kaydetmektedir. AKP’nin 2023 veya 2070 gibi tarihlere kadar iktidarda kalacağına dair anti-demokratik rejimlerin gelecek perspektiflerine benzer görüşlerin ortaya atılması, iktidar partisinin “ne pahasına olur ise olsun iktidar kalacağız” yaklaşımı içinde olması/böyle bir algıyı yayması, demokratik sistem üzerine çöken bir ağırlık olarak vatandaşların önemli bir bölümünde nefes almayı güçleştirmektedir.



İşte böyle bir ortamda Taksim’de Gezi Parkı’nda iktidarın birkaç çadırı yıkmak için polis eli ile uyguladığı aşırı şiddet toplumsal bir muhalefetin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Büyük bir bölümü apolitik kitlelerin oluşturduğu, siyasete angaje grupların içinde küçük ve etkin olamadıkları Gezi Parkı muhalefetini, Başbakan Erdoğan, baskıcı politikalar, PKK ile müzakereler ve yanlış Suriye politikasının sonucunda ortaya çıkan Reyhanlı katliamından dolayı kaybettiği oyları geri almak için kullanmıştır. Bundan dolayı Erdoğan, toplumsal barışı tehdit eder boyutlarda bir gerilimi tırmandırma siyaseti izleyerek, karşısındakileri düşmanlaştırırken,  sağ seçmeni kendi arkasında toplamayı, kaybettiği oyları telafi etmeyi hedeflemiştir. 

Önümüzdeki günlerde Erdoğan’ın beklentisinin aksine oy kaybına neden olmasına rağmen gerilimi tırmandıracağa benzemektedir.Erdoğan bundan sonra ne yapar ise yapsın,  Taksim Gezi Parkı Erdoğan’ı dört alanda yenmiştir Kendi ifadesi ile “astığı astık kestiği kestik” bir başbakan 10 yıldan buyana ilk kez bir iç karşı irade olan toplumsal muhalefet karşısında geri adım atmak zorunda kalmıştır.  
Erdoğan’ın bu sözü verdikten sonra Gezi Parkına polis baskını yaptırması, devam eden tutuklamalar, hiçbir şey Erdoğan’ın geri adım attığı gerçeğini ortadan kaldıramaz. Erdoğan verdiği bu sözden dönse dahi geri adım attığı tarihin kayıtlarına girmiştir. Taksim’deki halk iradesi, Erdoğan’ın iradesini gerilemeye zorlamıştır.

Erdoğan şimdi Taksim’in temsil ettiği toplumsal muhalefete, toplumsal muhalefetin muhatabı olmadığı bir yerde, yerel seçimlerde meydan okuyacak bir söylem geliştirmektedir. Taksim ve Kuğulu Parka, Sincan ve Kazlıçeşme ile cevap vermenin başka anlamı yoktur. Bu mahalle arasında yapılan futbol maçını kaybeden takımın, “Ama biz sizi basket oynarsak yeneriz” diyerek, basket maçına davet etmesi gibi bir şeydir.

Olur Basket Oynayalım Ancak…

Taksim, Kuğulupark, ve diğer toplumsal muhalefet alanları Başbakan Erdoğan’ın “basket maçı teklifini” kabul etmelidir. Diğer bir ifade ile Başbakan Erdoğan’ın CHP ve MHP’ye yapması gereken “sandığa gelin” teklifini apolitik toplumsal muhalefette kabul etmelidir. 29 Mart 2014’de yerel seçimler, 28 Ağustos 2014’de Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 12 Haziran 2015’de genel seçimler yapılacaktır.
Bu üç seçimde alınacak doğru tavır, Türkiye’nin PKK’ya teslim olmamasını, bir mezhep çatışmasının içine sürüklenmemesini ve demokratik bir ülke olmasını sağlayacaktır.
Türkiye’nin önündeki en büyük mesele, bu seçimleri kimin kazanacağı kadar bu üç seçimin dürüst, adil ve şeffaf geçmesini sağlamaktır. Çünkü 2007’den buyana Türkiye’de yapılan seçimlerin dürüst, adil ve şeffaf olmadığını düşünmek için birçok gerekçe vardır. Bunları şu şekilde özetleyebiliriz:

a)Seçmen sayısında olağanüstü ve izahı zor bir artış gerçekleşmiştir.

b) SEÇSİS adlı seçimleri internet üzerinde düzenleyen sistem dışarından müdahalelere açık bir sistem olarak seçim sonuçlarının doğru bir şekilde oluşmasını engelleyebilecek bir niteliğe sahiptir.

c)Seçimlerin kontrolü Anayasaya aykırı olarak Yüksek Seçim Kurulu adlı anayasal organdan hükümet organlarının eline geçmiştir.

d) Haziran 2011 seçimlerinden itibaren bir kişinin bir çok sandıkta oy kullanmasını kolaylaştıran “mavi boyanın” kullanılmasını durduran uygulamaya geçilmiştir.

e) Bir kişinin bir çok farklı nüfus kağıdı elde etmesini sağlayan bir sistemin önü açılmıştır.  Ayrıca 2011 seçimlerinde seçmen sayısının 17 milyon üzerinde oy pusulası basılmıştır.  

f)Bazı seçmenlerin seçmen kütüklerinden isimlerinin silinmesi veya bilgileri dışında başka adreslere nakledilmeleri,

g)Yabancı uyruklulara seçmen kartı verilmesi,

 h)Sandık başı tutanakları ile iktidar partisi lehine oynanması  
 Şimdi bu kısa başlıklar halinde sıraladığımız hususları kısaca açalım.  


a)Temmuz 2007 seçimlerinde Türkiye’nin nüfusu 70 milyon 586 bin iken seçmen sayısı 42 milyon 799 bin olmuştur. Bu seçimlerden sonra 17 Nisan 2008’de dönemin Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Muammer Aydın TC kimlik numarasını saptayamadıkları 600 bin, adresini bulamadıkları, 3 milyon, diğer eksiklerle birlikte 5 milyon civarında seçmenin kayıp olduğunu açıklamıştır. Mart 2009 yerel seçimlerinde seçmen sayısı 48 milyon 49 bine yükselmiştir. 2010 yılında ise nüfus 73 milyon 722 bin iken seçmen sayısı 49 milyon 495bine yükseldiği açıklanmıştır. 12 Haziran 2011 seçimlerinde ise seçmen sayısı 52 milyon 800 bine yükselmiştir. Bu on yılda on milyonluk bir seçmen artışıdır.[1]
Özetle, 2007-2010 arasında Türkiye nüfusu % 4 oranında artarken, seçmen sayısı % 16 artmıştır. 2009-2011 arasında ise Türkiye’nin nüfusu 1 milyon artarken, seçmen sayısı 3 milyon artmıştır. Diğer bir ifade ile seçmen sayısı 2007-2010 arasındaki üç yılda 6 milyon 700 bin kişi artmıştır. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Ali Em, Temmuz 2007 ve Mart 2009 seçimleri arasında gerçekleşen 5 milyon 478 bin 162 seçmen artışının “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi”nden kaynaklandığını ileri sürmüştür.[2]

b)AKP 25 Nisan 2003’de “Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkındaki Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkındaki Kanunu” ile seçimlerde  SEÇSİS(Bilgisayar Destekli Merkezi Seçmen Kütüğü Sistemi) kullanılması uygulamasını başlatmıştır. SEÇSİS güvenlik sertifikası olmayan, dışarıdan müdahaleye açık olduğu iddia edilen şaibeli bir sistemdir. Türkiye dışında kullanılmamaktadır.   

c) Seçimlerin gerçekleştirilmesinin ve denetiminin sorumluluğu Yüksek Seçim Kurumu’na aittir. Ancak bu durum İç İşleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’nın seçimlerde oynamaya başladığı rol ile bir anayasa ihlali noktasına gelmiştir. İç İşleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’ne(NVİGM) tarafından  “Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi” MERNİS kapsamında Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm vatandaşlarına sayısal kimlik numarası verilerek nüfus kayıtları veri tabanı oluşturulmuştur. Ancak MERNİS projesi  İçişleri Bakanlığı’nabağlı bir sistemdir. Yani idareye bağlı bir birim tarafından yürütülmektedir. Projenin başlatıldığı 1960’lı yıllardan bu yana sistem veri tabanına girilen ölü ve sağ kişi sayısı 120 milyonu geçmiş durumdadır. Buna göre Türkiye’nin nüfusu 75 milyon, kayıtlı kişi sayısı ise 120 milyondur. MERNİS sisteminde adres göstermek kaydıyla inşaat halindeki evlere bile seçmen kaydı yapmak mümkündür. Aynı adrese birden fazla aile yazılarak MERNİS sistemi ile seçim hileleri yapmak mümkündür.[3]

Öte yandan “Ulusal Yargı Ağı Projesi”nin (UYAP) gerçek amacı, yargı faaliyetlerinin tek bir merkezde toplanarak denetlenmesi iken,  UYAP sistemi seçim sonuçlarının işlenmesinde kullanılmaya başlanmıştır. Böylece yine YSK’ ya ait olan bu görev ve yetki de Anayasa’ya aykırı olarak Adalet Bakanlığına yani idareye devredilmiştir.[4]

d) Bir seçmenin bir çok sandıkta oy kullanabilmesine (mükerrer oy) yol açacak bir dizi adımın atılmış olmasıdır. AKP iktidarı Haziran 2011 seçimlerinden itibaren oy veren seçmenlerin aynı gün oy vermesini engelleyecek parmak boyama işlemini kaldırmıştır. Parmak boyanmasından vazgeçilmesinin hiçbir makul nedeni yoktur. Bu adım ancak mükerrer oy kullanmayı teşvik edici bir adım olmuştur.   

e)Öte yandan kötü niyetli insanların birden çok nüfus kağıdı  elde etmesini sağlayan bir sistemin önü açılmıştır. Bu noktada Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sisteminin büyük rolü olduğu anlaşılmaktadır. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemine geçilmeden önce seçmenlerin adreslerinde kayıtlı olup olmadıkları muhtarlıklarda adres temelli listelerden kontrol edilirdi. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi ile adres sistemi kaldırıldı. Seçmenlerin adreslerine kayıtlı olup olmadığı ad ve soyadı sistemi temeline göre düzenlenmiş listelerden kontrol edilmeye başlandı. Böylece seçmen adresinde kendisinin olup olmadığını görebildi ancak başka birisinin de kendi adresine kaydının yapılıp yapılmadığını göremez oldu. “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi” çalışmalarını yürüten TUİK Başkanı Ömer Toprak, çalışmalar sonrasında 81 ilde kayıt formu, çizelge, liste gibi bütün yazılı belgeleri imha ettirmiştir. Ancak TUİK Başkanı Ömer Toprak kendisine sorulan bir soruya, “bazı kötü niyetli kişilerin başka adreslerde kayıtlı olmaları mümkün” ve “Cezayı göze alan birisi sahte iki tane TC kimlik numarası olması halinde mükerrer oy kullanması mümkün olabilir” açıklamalarını yapmıştır. Böylece, teorik olarak sahte nüfus kağıdı ve sahte adres ile bir kişinin birçok sandıkta mükerrer oy kullanmasının önü açılmıştır.[5] Ayrıca bir çok polisin mükerrer oy kullandığına dair isim ve sandık bazında somut bilgiler ve sandık başkanları tarafından tutulmuş tutanaklar vardır.[6] Bu noktada üzerinde durulması gereken bir başka husus ise 2011 genel seçimlerinde 17 milyon fazla oy pusulasının basıldığıdır. Eğer mükerrer oy kullanımı yok ise 17 milyon fazla oy pusulası neden basılmıştır. Bu sorular henüz cevaplandırılmamış sorulardır.

f) Seçim sahtekarlığı için ikinci yolu AKP iktidarına çok az oyun çıktığı yerleşim yerlerinde seçmenlerin seçmen kütüğünden bilgileri dışında isimlerinin silinmesi olduğu ileri sürülmektedir.Seçmenlerin en çok % 15’inin seçmen listelerinin 15 gün askıda kaldığı sürede seçmen listelerini kontrol ettiği düşünüldüğünde bir çok seçmen ancak sandık başına gittiğinde veya oy pusulası gelmeyince durumu anlamaktadır.

g)Bir  seçim hilesi yolunun yabancı uyruklu kişilere seçmen belgesi verilmesi olduğu ileri sürülmektedir.Tokat’ta Rahmetullah Mahdun adlı Afgan uyruklu kişinin ve 17 Afgan vatandaşının Merkez Büyükbağı Mahallesi’nde 35 nolu sandıkta oy kullandığı belirlenmiştir.[7] Bu yol ile ne kadar oy üretildiğini tespit etmek mümkün değildir. Son dönemde Suriye’den gelen mültecilere nüfus cüzdanı ve seçmen pusulası verileceği söylentileri yoğunluk kazanmıştır.[8]

h) Muhalefet partileri bütün sandıklarda gözlemci bulunduramamaktadırlar. Sandık başında gözlemci bulundurmayan muhalefet partilerin oylarının kısmen veya tamamen, bütün sandıklarda gözlemci bulunduran iktidar partisine kaydırıldığına dair iddialar bulunmaktadır. Güneydoğu Anadolu’da ise BDP sandıklar üzerinde hakimiyet kurarak, oy manipulasyonu için uygun zemin yaratmaktadır.

Bütün bu iddialar Türkiye’de demokrasinin en büyük meselesinin adil, dürüst ve şeffaf seçimler olduğunu göstermektedir. Bu iddiaların küçük bir bölümünün dahi doğru olması, demokrasinin tehdit altında olduğunu gösterir. Adil, dürüst ve şeffaf seçimlerin gerçekleşmemesi veya olmadığı şüphesinin vatandaşların bir bölümünde olması, bir ülkede demokrasinin varlığını ağır bir tehdit altına alır. Demokrasinin korunması sadece siyasi partilere bırakılamaz. Sivil toplum demokrasinin savunulmasından birinci derecede sorumludur.

İşte bu noktada Taksim Gezi Parkı’nda ortaya çıkan toplumsal muhalefetin çok önemli bir işlevi olabilir. Taksim Gezi Parkı toplumsal muhalefeti, cesur, yaratıcı, özü itibarı ile yumuşak güce dayanan muhalefet olarak Türkiye’de seçimlerin adil, şeffaf ve dürüst bir şekilde gerçekleştirilmesinde büyük bir görev üstlenebilir. Günlerce sokaklarda polisin aşırı şiddetine rağmen, iktidarın bütün şeytanlaştırma merkezli psikolojik harekatına direnen Taksim Gezi Parkı toplumsal muhalefeti, sahip olduğu dinamizmi dürüst ve şeffaf seçimler için alana taşır ise Başbakan Erdoğan’ın “sandığa gelin” çağrısına da “evet” cevabını vermiş olacaktır.

İktidarların anti demokratik baskılarına karşı toplumsal muhalefet meşrudur ancak iktidarların değişmesinin meşruluğu demokratik seçimlere dayanır. Taksim Gezi Parkı muhalefeti a) bireysel veya grup çalışmaları ile seçimlerin adil, şeffaf ve dürüst geçmesi için yaratacağı politik bilinç ile ve  b) seçim günü seçmen sandıkları başında herhangi bir partinin gözlemcisi olarak görev yaparak, Türkiye’de dürüst seçimlerin gerçekleştirilmesine büyük katkıda bulunabilir.     


[1] Ömer Lütfü Taşçıoğlu, Seçim Sistemimiz, Seçim Şaibeleri ve Öneriler,Yayınlanmamışİnceleme
[2] Cumhuriyet, 21. Aralık 2011, Mehmet Tomanbay, “İleri Demokrasi ve Seçim Sistemi
[3] Ömer Lütfü Taşçıoğlu, Seçim Sistemimiz, Seçim Şaibeleri ve Öneriler,Yayınlanmamışİnceleme
[4] Ömer Lütfü Taşçıoğlu, Seçim Sistemimiz, Seçim Şaibeleri ve Öneriler,Yayınlanmamışİnceleme
[5] Cumhuriyet, 8 Ağustos 2013, Mehmet Tomanbay, “İleri Demokrasiden Göstermelik Demokrasiye”
[6] Sol, 12 Eylül 2010, Görev kağıdıyla mükerrer oy
[7] Agm.
[8] Cumhuriyet, 17 Aralık 2012, “Listelere yakın takip”
http://www.21yyte.org/ sitesinden 13.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır


..

Taksim Erdoğan’ı Yenmiştir Artık Geri Çekilme Vakti



Taksim Erdoğan’ı Yenmiştir Artık Geri Çekilme Vakti



Yazar: Ümit Özdağ
24 HAZİRAN 2013 PAZARTESİ

Türk demokrasi tarihinin en önemli ve en ilginç sosyal muhalefet hareketi olan Taksim Gezi Parkı direnişi Erdoğan’ın otoriter rejimini yenmiştir. Ancak bu galibiyet Türkiye’ye demokrasiyi getirecek bir galibiyet değildir. Çünkü Türkiye’ye 2007 sonrasında adım adım tasfiye edilen demokrasiyi getirecek galibiyet, ancak seçimlerde sandıkta kazanılacak galibiyettir. Buna rağmen, Taksim bir sosyal muhalefetin otoriter bir siyasal iktidara karşı elde edebileceği bütün önemli sonuçları elde etmiştir.Taksim’in Erdoğan karşısında elde ettiği galibiyetleri dört başlık altında toplayabiliriz




              1)Erdoğan, Taksim’de şekli ne olur ise olsun sonuç itibarı ile kışla inşası konusunda önemli bir geri adım atmak zorunda kalmıştır.

              2)Erdoğan’ın Türkiye’yi bir felakete sürükleyen Suriye politikası ağır bir darbe almıştır. Washington Post, Türkiye’deki demokratik muhalefetin bu kadar etkin olduğu ve Erdoğan’ın anti-demokratik politikalarının bu kadar açığa çıktığı bir dönemde, ABD’nin Türkiye üzerinden Suriye muhalefetini silahlandırmasının daha zor olduğunu kaydetmektedir.

             3) 2003’ten bu yana Avrupa Birliği tam üyeliğini asla samimi bir hedef değil, Türk iç siyasetinde bir araç olarak kullanan Erdoğan’ın Avrupa Birliği ile ilgili gerçek tutumu ortaya çıkmıştır.

           4) 23 Nisanlar’da sembolik olarak çocuklara makam devrinde Erdoğan koltuğunu devrettiği çocuğa; “artık astığın astık, kestiğin kestik” derken, aslında kendisini nasıl algıladığını ortaya koymuştur. Son on yılda Erdoğan adım adım otoriter bir iktidarı inşa ederken, her geçen gün daha anti-demokratik söylemler geliştirmiştir. Konuşmalarında “benim bakanım”, “benim valim”, “benim polisim” ifadeleri “Devlet benim” diyen ünlü Fransız kralını hatırlatmaktadır.  Bunu diyebilmek için Erdoğan, 2007’den buyana sokaktaki simitçinin bile telefonunun dinlendiğinden şüphelenir hale geldiği bir korku imparatorluğu kurmuştur. 


Taksim ise bu korku imparatorluğunu yıkmıştır.


           İstanbul Valisi ile görüşen bir bayan göstericinin, bahsettiğim korku imparatorluğunun nasıl yıkıldığını siyasal tarih, hanımefendinin yalın ve güzel ifadeleri ile kaydedecektir: “Ben 35 yaşında, sabah 08.00-akşam 05.00 arasında özel bir iş yerinde çalışan, milliyetçi-muhafazakar bir aileden gelen bir insanım. Size teşekkür ederim. Bize gücümüzün ne olduğunu gösterdiniz. Yeter artık. Bize baskı yaparsanız, yine bizi karşınızda, sokakta bulursunuz.”

           Erdoğan ise Taksim sosyal muhalefetinin barışçıl eylemlerinin üzerine, araya karışan küçük ve sosyal muhalefeti temsil etmeyen provokatör gruplarını bahane ederek, önümüzdeki dönemde uluslararası hukuka taşınma ihtimali büyük olan bir devlet şiddeti ile gitmiştir. Kullanılan devlet şiddetinin sonucunda, şehit komiser dışında 4 kişi ölmüştür. Bunların ikisinin olaylara karışmayan ancak biber gazının yan etkisi ile ölen temizlik işçisi İrfan Doğan ve Zeynep Eryaşar olması polis müdahaleleri sırasında kullanılan şiddetin vahametini daha da artırmaktadır. Gaz bombası atan tüfeklerle vurulan 11 kişinin gözü çıkmıştır. 60’ı ağır 7832 kişi yaralanmıştır.[1] Erdoğan’ın mitinglerinde “Aylardan bu yana Güneydoğu Anadolu’dan şehit haberi gelmiyor” demesi kötü bir şakadır. Çünkü Güneydoğu’da federe devlet isteyen PKK ile anlaşmayı kabul eden Erdoğan, Taksim’de kışla yapılmasın diyenler ile anlaşmayı kabul etmediği için dört kişi ölmüş, binlerce kişi yaralanmıştır.Evet, Güneydoğu’dan şehit haberi gelmiyor ancak Taksim’den geliyor. Yoğun ötesi kullanılan biber gazından dolayı önümüzdeki aylarda göstericilerde ve çevrede yaşayanlarda başka ağır sağlık sorunlarının çıkması büyük bir ihtimaldir.

Erdoğan’ın otoriterleşme siyasetine ağır darbe indiren Taksim sosyal muhalefetinin artık sadece Taksim’den değil, bütün sokaklardan tamamen çekilme vakti gelmiştir. Taksim Platformu’nun uygulanamayan bir çadır hariç Gezi Parkı’ndan geri çekilme politikası doğrudur. Sosyal muhalefet Gezi Parkı’ndan çekilmiş olmakla beraber, bireysel eylemler, radikal grup tavırları devam etmektedir. Toplumsal muhalefetin zirveye çıktığı dönemde penguen yayıncılığı yapan televizyonlar da nedense şimdi onlarca dakika duran adam da dâhil olmak üzere direniş eylemlerini hükümet yanlısı bir bilinçaltı oluşturacak şekilde yayınlamaktadırlar.
Bu yayınlar Erdoğan’ın bütün yurtta düzenlediği mitinglerde tahrik edici söylemleri ile, Rıza Kapaalp gibi politikleşmiş sporcuları ödüllendirerek, seçmeninin bir bölümünü şiddet eylemleri ile sokağa indirerek, Taksim sosyal muhalefeti üzerinden toplumu bölme ve seçmeni radikalize etme siyasetini adeta kolaylaştırmaktadır

Yaşanan süreçte, Taksim sosyal muhalefeti adına/görüntüsü altında Türkiye’nin neresinde olursa olsun yapılacak bir muhalefet bunu amaçlamasa da Erdoğan’ın müttefiki haline gelecektir. Çünkü Erdoğan bu zayıflamış, cılız muhalefet üzerinden PKK ile yaptığı siyasal pazarlıkları gizlemeyi başarmaktadır. Taksim, gündemi bilinçli bir şekilde boşaltarak, Erdoğan’ın çok akıllı bir şekilde Gezi Parkı’nı AKP-PKK müzakerelerinin kamuflajı olarak istismar edilme siyasetini boşa çıkarmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, Gezi Parkı’nda, Kuğulu Park’ta göstericilerin üzerine kimyasal su sıkan TOMA’ların bir bölümü Van, Diyarbakır gibi PKK’nın en etkin olduğu illerden PKK’nın gösteri yapmama sözü üzerine gelmiştir. Taksim’de, ellerinde PKK paçavraları ile gezenlerde aslında Taksim’e değil, AKP’ye destek vermek için oraya gelmişlerdir. Çünkü, Türk Milleti, PKK’nın desteklediği bir eyleme destek vermez. Öte yandan bu destek karşılığında Gezi parkı boşaltılması sırasında Divan Oteli’nin önünde kucaklarında beş yaşındaki çocukları olan annelerin üzerlerine biber gazlı su sıkılır ve biber gazı atılırken, iktidar aynı gün Kato Dağı’nda PKK’lıların “cenaze töreni” yapmasını müdahale etmeden seyretmiştir. Murat Karayılan’ın dahi affedilmesini sağlayan bir yasa tasarısı üzerinde çalışan AKP Hükümeti’nin bir bakanı olan Egemen Bağış, Taksim’e girenleri ise terörist ilan edebilmektedir (Taraf,  9 Haziran 2013).
Başbakan Erdoğan, Ankara ve İstanbul Mitingleri’nde Taksim sosyal muhalefetine en ağır ifadeler ile yüklenirken PKK/BDP’nin uzantısı olan Demokratik Toplum Kongresi, Öcalan’ın çağrısı üzerine 15 Haziran 2013’te Diyarbakır’da “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Kongresi” adlı bir kongresini görmezlikten gelmiştir. Hatta müzakereleri sürdürdüğü Öcalan’a “terörist başı” diye hitap etmiş, S. Demirtaş’tan, “Müzakere ettiğin Öcalan’a terörist başı dersen sen ne başı olursun?”cevabını almıştır.

Öte yandan Kongre’nin adı Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu bölgesini Kuzey Kürdistan olarak nitelendirirken, sonuç bildirisinde Öcalan’ın serbest bırakılması, Kürtler’in kendi seçtikleri özerklik, federasyon, bağımsızlık seçeneklerinden birisini belirleme haklarının olduğu, anadilde eğitim hakkı, Kürtçe’nin resmi dil olması, KCKlılar’ın serbest bırakılması ve Suriye Kürt bölgesinin Türkiye’deki sürece dahil edilmesi gibi taleplerini gündeme taşımışlardır. Diyarbakır’da bu Kongre devam ederken, AKP Hükümeti “Eve Dönüş Yasası”nda yapacağı değişiklikler ile “haklarında kovuşturma bulunmayanlar” ve “haklarında hüküm tesis edilmemiş” olanların affedileceği bir hukuki zemin üzerinde çalışmaktadır.(Taraf,  9 Haziran 2013)Keza Başbakan yardımcısı Beşir Atalay ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin hem Terörle Mücadele Kanunu’nu PKK lehine değiştirecek değişiklikler üzerinde çalışmakta hem de Öcalan’ın Kürtçe eğitim, özerk bölge, Türk adının Anayasa’dan çıkması gibi taleplerinin değerlendirildiği bir paket üzerinde çalışmaktadırlar.

            Sonuç olarak, Taksim adına yapılan her eylem AKP-PKK görüşmelerinin kamufle edilmesi için zemin oluşturmaktadır. Oysa, Erdoğan’ın toplumu“besmele getirenler” ve “twitt atanlar” diye bölme ve sağ seçmeni kendi arkasında toplama projesi teoride Makyevellist anlamda doğru bir girişim olmakla beraber, anayasa referandumunda tuttuğu gibi tutmamıştır. Hatta, Taksim öncesinde AKP’den ayrılan oyların bir kısmını bu strateji ile geri getirse bile Taksim’de uygulanan şiddet ve bölerek radikalleştirme politikası AKP’nin daha fazla oy kaybetmesine sebep olmaktadır. Bunun nedeni; AKP’ye oy veren, orta ve orta üstü sınıflardaki merkez sağ seçmenin, AKP’den hızla uzaklaşmasıdır.
1-2 Haziran 2013’te Gezici Kamuoyu Araştırmaları Şirketi’nin 36 ilde yapmış olduğu araştırmada AKP % 38.5, CHP % 31.8,  MHP % 18.5, BDP % 8.2 ve diğerleri % 3 oy almıştır. 16 Haziran 2013’te Metropoll’ün yayınladığı araştırmadaki oy dağılımları ise AKP % 35.3, CHP % 22.7, MHP % 14.5, BDP % 6.2, kararsızlar % 7.6, yanıtsızlar % 5.9, % 2.8 protesto oyu ve % 5 diğer partiler olarak çıkmıştır. İki araştırmanın ortak noktası; AKP oylarının düşüşte olmasıdır. Anketler üzerinden siyaset yapan Erdoğan bu düşüşü sadece bölerek ve merkez sağ seçmeninin milli hassasiyetlerine oynayarak durduracağını düşünmektedir. Oysa Öcalan ile müzakere-mütareke süreci içinde bunu yapması çok zordur. Bundan dolayı PKK ile yapılan müzakereleri gündemden düşürmeye çalışan Erdoğan, Taksim’in arkasına gizlenmektedir.

Taksim sosyal muhalefetinin artık yapabileceği en etkili muhalefet, meydanları ve sokakları boşaltarak, halkın, AKP-PKK müzakerelerini görmesi ve incelemesi için fırsat tanımak olacaktır. Peki, bu iş burada bitmiş midir? Taksim’in Türk demokrasi tarihindeki görevi sona ermiş midir? Hayır, bitmemiştir ve o konuyu da 1 Temmuz 2013 pazartesi günü ele alacağım.



[1] Türk Tabipler Birliğinin rakamları için bkz. Hürriyet, 22 Haziran 2013, “4 ölü 60’ı ağır 7832 yaralı”
http://www.21yyte.org/ sitesinden 13.06.2016 tarihinde yazdırılmıştır


..