Tom Spencer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tom Spencer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ağustos 2018 Çarşamba

AB, BİTMEYEN YOL., BÖLÜM 19


AB, BİTMEYEN YOL., BÖLÜM 19


İNGİLİZ HUKUKÇU MENDELSON'UN GÖRÜŞÜ

İngiliz Hukukçu Prof. Maurice H. Mendelson da, Rum kesiminin AB'ye tek yanlı üyelik başvurusunun hukukî yönlerini inceleyen kapsamlı bir mütalaa hazırlamış, bu, BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi belgesi olarak da yayımlanmıştır. Prof. Mendelson, "Kıbrıs'ta iki tarafı temsil eden meşru bir otorite yoktur, KKTC'nin onay vermediği ve tüm ada adına yapılan bu müracaat hukuken geçersizdir" diyerek, hem garantör devletlere, hem de AB fiyesi diğer ülkelere bu hukuk dışı müracaatı engellemeleri çağrısında bulunmuştur.

KLERİDES'E GÖRE KIBRIS VE AB ÜYELİĞİNİN ÖNEMİ

Kıbrıs meselesinin ne olduğunu, nasıl ortaya çıktığını Güney Kıbrıs Rum Lideri Glafkos Klerides, "My Deposition (EMANETİM)'' adlı kitabında şöyle ifade etmiştir:
"Kıbrıs Rumlarının amacı, Ada'yı Türklerin koruma altına alınacakları bir Rum Cumhuriyeti'ne dönüştürmekti. Türklerin tüm çabaları ise Antlaşmalarla kendilerine tanınan hakları müdafaa etmekti... Durum bugün de aynıdır ve değişen bir şey yoktur."

Klerides, AB üyeliğine başvuru gerekçelerini de,
"Avrupa Birliği'ne girildiğinde, 1960 Garanti Antlaşmasının bir Avrupa ülkesine karşı pratikte işlemeyeceğini iki kesimlilik ve global mal mülk değişimi dahil Kıbrıs Türklerinin olası bir antlaşma ile elde edecekleri hak ve gerekçelerin AB normlarına göre geçersiz addedileceğini, tüm Rum göçmenlerin Kuzey'e geri döneceklerini ve bu sayede Yunanlılığın Kıbrıs'ta son hedefine ulaşmış olacağı" şeklinde açıklamaktadır.

EK- 2

Anayasa Değişiklikleri ile İlgili Mektup.

24 Eylül 2001
Sayın Milletvekilim,

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasa Komisyonu'nda kabul edilen ve Genel Kurul gündemine gelen Anayasa değişikliği ile -kapsamı her ne kadar ülkemizin âcil ve gerçek ihtiyaçlarına cevap verir genişlikte ve nitelikte olmasa da- önemli bir adım atılmıştır. Ancak bu değişikliklerin gerçekleştirilmesinde, dünyadaki son gelişmelerin ardından konumu daha da büyük önem kazanan, özellikle de terörle mücadelesinde haklılığı nihayet teslim edilen ülkemizin hassasiyetlerinin bir kez daha hatırlanmasında fayda görülmektedir.

Bu amaçla aşağıda takdim edilen görüşlerimi sizlerle de paylaşmak istedim.

1- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının başlangıç bölümünde "Hiçbir düşünce ve mülahazanın, millî menfaatler, devlet ve ülkenin bölünmezliği, Atatürk milliyetçiliği v.s."ye aykırı olamayacağı belirtilmektedir.

Teklif paketinin l. maddesi ile yapılan düzenlemede ise madde aynen muhafaza edilmekle birlikte "düşünce ve mülahazanın" yerini "faaliyet" kavramı almıştır. Dikkatle incelendiğinde görüleceği gibi, kamu düzeni ve ülkenin güvenliği açısından "faaliyet" kavramı zayıf ve yetersiz kalmaktadır. Bu sebeple hiçbir değişikliğe gidilmeyerek, mevcut halin muhafazasında fayda görülmektedir.

2- Anayasanın 13. maddesinde "Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması", 14. maddede ise "Temel Hak ve Hürriyetlerin Kötüye Kullanılamaması" hususları düzenlenmiştir. Sözkonusu maddelerde temel hak ve hürriyetlerin hangi hallerde sınırlanacağı ve hangi durumlarda kötüye kullanılamayacağı maddeler halinde sıralanmıştır.

Teklif paketinin 2 ve 3. maddeleri ile yapılan düzenlemede ise genel ifadeler kullanılmıştır. Yürürlükteki maddeler defalarca okunduğunda, bunların gelişmiş bir demokrasi açısından nasıl bir sakınca ifade ettiğini anlamak mümkün olmamaktadır. Avrupa Birliği üyesi birçok ülkede de kamu düzenini ve kişilerin güvenliğini korumak üzere, buna eş olabilecek veya daha ileri ölçülerde hükümlerin yer aldığı görülmektedir. Yeni düzenleme ile hak ve özgürlüklere ilişkin sınırlamalar basitleştirilmiş gibi görülmekle beraber muğlak bir nitelik taşıdığından farklı yorumlara meydan verecek ve etkisiz olacaktır. Bu sebeplerle mevcut metinlerin aynen muhafazasında ülkemizin yararı vardır.

3- Anayasanın "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti"ni düzenleyen 26. maddesinde, "Kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dilin kullanılamayacağı" hükmü yer almaktadır.

Teklif Paketinin 9. maddesi ile bu cümle kaldırılmaktadır.

Yine Anayasa'nın 28. maddesi ile "basın hürriyeti" düzenlenmektedir. Bu maddede de "Kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dilde yayım yapılamayacağı" öngörülmektedir.

Teklif paketinin 10. maddesi ile de bu cümle kaldırılmak istenmektedir.
İlk bakışta kanunla yasaklanmış bir dil olmadığı için Anayasa'da böyle bir ibarenin yer alması gereksiz görülebilir. Ancak RTÜK Kanunu'nun 4. maddesinin t bendinde, radyo ve televizyon yayınlarının Türkçe yapılması hükmü bulunmaktadır. Yukarıda öngörülen değişiklikler yapıldığı takdirde RTÜK Kanunu'nda da değişikliğe gidilmesi gerekecektir ki; bu durum ülkemizin gerçeklerine uymamaktadır. Konuyla ilgili olarak gösterilen çabalara baktığımızda adım adım bir yerlere gidilmek istendiğini görüyoruz. Her iki maddede öngörülen değişiklikleri birlikte ele aldığımızda önümüze çıkacak safhalar, "önce günlük ve mahalli ihtiyacın dışında bazı lehçe ve dillerin ülke genelinde tanınması ve kullanılması; hemen ardından bu lehçe ve dillerde yayın serbestisi" şeklinde olacaktır. Üçüncü safhada ise bu dillerde eğitime geçilmesinin amaçlandığı herkesin malumudur.
Öngörülen bu değişiklikler yapıldığında millî bütünlüğümüzün temelini teşkil eden dil birliğimizin bozulmasına yol açılmakla kalınmayacak, çok yönlü bir karmaşanın doğmasına da ortam hazırlanacaktır.
Esasen bu değişiklik, hızlı gelişen teknoloji ve çağın gereklerine de uygun düşmemektedir. Dolayısıyla her iki maddede değişikliğe ihtiyaç bulunmamaktadır.

4- Anayasa'nın 31. maddesi ile kamu tüzelkişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma hakkı düzenlenmiştir. Bu hakkın kullanılması konusundaki düzenlemeler Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan sınırlamalar ile paralel tutulmuştur. Bu sınırlamalar, "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, millî egemenlik, Cumhuriyet, millî güvenlik, kamu düzeni, genel asayiş, kamu yararı, genel ahlak ve genel sağlığın korunması" şeklindedir.

Teklif paketinin 11. maddesi ile bu sınırlamalar, "Kanun, millî güvenlik, kamu düzeni, genel ahlak ve sağlığın korunması" olarak belirlenmiştir. Görüldüğü gibi, "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, millî egemenlik, Cumhuriyet, genel asayiş ve kamu yararı" hususları yeni metinden çıkartılmıştır. Böyle bir değişikliğe neden ihtiyaç duyulduğu ve bunların bulunmasının ne tür sakıncalar yaratacağı anlaşılamamıştır. Kaldı ki, ABD'de meydana gelen terör olayından sonra gerek bu ülkede, gerekse de Avrupa ülkelerinin büyük bölümünde internet başta olmak üzere kitle iletişim araçlarının denetime alınması yönünde çalışmalar başlatılmıştır. Bu sebeple sözkonusu maddenin mevcut halinin muhafazasında fayda görülmektedir.

5- Anayasa'nın 38. maddesinde suç ve cezalara ilişkin esaslar düzenlenmiş olup. "genel müsadere cezası verilemeyeceği" hükmü yer almaktadır.

Teklif paketinin 15. maddesi ile "Genel müsadere cezası ile savaş, yakın savaş ve terör suçları halleri dışında ölüm cezası verilemez" şeklinde düzenlemeye gidilmiştir. Böylece sayılan suçlar dışında ölüm cezası kaldırılmıştır. Oysa yasalar yapılırken ülkenin ihtiyacı ve kamu vicdanının dikkate alınması esastır. Nitekim bu mülahazalarla bakıldığında mevcut metnin ülkemizin bugünkü şartlarında muhafaza edilmesi daha yararlı olacaktır.
Ayrıca değişiklik teklifi gerekçesinde, bu düzenlemenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 No'lu Protokolüne göre yapıldığı belirtilmiştir. Sözkonusu protokol ölüm cezalarının kaldırılmasına ilişkindir. Halbuki Türkiye 1985 yılında bu protokole itiraz ederek, imza atmamıştır. Bu sebeple Türkiye'nin bu konuda herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Gerçek durum böyleyken, bazı yöneticilerin sanki 6 no'lu protokol imzalanmış gibi beyanlarda bulunmaları yadırgatıcı olmuş ve yanılgıya yol açmıştır. Bu bakımdan ölüm cezalarına dair değişikliğe bugün için ihtiyaç görülmemektedir.

6- Anayasa'nın 87. Maddesi'nde TBMM'nin görev ve yetkileri düzenlenmiştir. Bu görev ve yetkiler arasında. "Anayasa'nın 14. maddesindeki fiillerden dolayı hüküm giyenler hariç olmak üzere genel ve özel af ilanı" da bulunmaktadır.
Değişiklik teklif paketinin 30. Maddesi ile Anayasa'nın 14. maddesindeki fiillerden hüküm giyenler de af kapsamına alınmıştır. Böylece affedileceklerin kapsamı genişletilmiştir. Halbuki ülkemizde sık sık çıkartılan aflar, bir yandan kamu vicdanını ciddi şekilde yaralarken, diğer yandan suç oranlarında ciddi bir artışa yol açmıştır. Hal böyleyken, ileride çıkarılacak herhangi bir affın kapsamının genişletilmesini şimdiden sağlamak sakıncalıdır.
Değişiklik paketinde yer alan bir geçici madde ile bu değişikliğin kanunun çıkmasından önceki suçları kapsamayacağı belirtilse de hukukun genelliği ve eşitliği ilkeleri dikkate alındığında uygulamada ciddi güçlüklerle karşılaşılacağı muhakkaktır. Bu sebeplerle maddenin mevcut halinin muhafazası uygun olacaktır.

7- Anayasa'nın 90. maddesi Milletlerarası anlaşmaların onaylanmasını düzenlemektedir. Değişiklik paketinin 32. maddesi ile mevcut maddeye, "kanunlar ile milletlerarası andlaşmaların çatışması halinde milletlerarası andlaşmalar esas alınır" hükmü eklenmiştir. TBMM'nin onayından geçmiş bir milletlerarası andlaşma ile herhangi bir kanunumuzun çatışması halinde, bu kendi prosedürü içinde ve milletlerarası hukuk normlarına göre çözülebilecek bir konudur. Anayasamıza böyle bir hükmün konması, uluslararası anlaşmaların doğrudan kanunlarımızın üstünde görülmesi anlamına gelecektir ki, burada TBMM'nin devre dışı bırakıldığı izlenimi doğmaktadır. Anayasa'nın mevcut 90. maddesi milletlerarası anlaşmalara ilişkin olarak gerçekçi bir çözümü öngördüğünden değişikliği gerek görülmemektedir.

Sayın Milletvekilim,

Anayasa değişikliği gibi çok ciddi ve önemli bir konuda, milletin vekillerinin düşünce ve taleplerini hiçbir baskı altında kalmadan belirtmeleri gerekmektedir. Farklı görüşlerin "demokratikleşme karşıtlığı" olarak değerlendirilmesi yapılmak istenen çalışmanın özüne de aykırı olacaktır. Bahsedilen Anayasa maddelerinin hiç değiştirilmeden, aynen korunmasının Ulusal Programa aykırı bir tarafı da bulunmamaktadır. Bu tespitlerin ışığında yukarıda belirtemeye çalıştığımız Anayasa değişikliklerinin oylanması sırasında gereken titizliği göstereceğiniz inancıyla saygılar sunarım.

Sadi Somuncuoğlu- Aksaray Milletvekili


EK- 3 Geleceğin Avrupa'sında Türkiye'nin Yerinin Olmadığını Gösteren Avrupa Parlamentosu'ndaki Sandalye Dağılımı (NİCE Zirvesi)




EK - 4

AB Türkiye Temsilciliği'nin  Aday Ülkeleri Tanıtımı

• ADAYLAR

Bulgaristan 8.2 111 681 yılında Asparuh Han'ın kurduğu Bulgaristan, Avrupa'daki ilk devletlerden biriydi. Ülkenin başkenti olan Sofya'nın tarihi, 5.000 yıl önceye dayanır. Geçen 100 yıl içinde, ülkenin nüfusu ikiye katlanmıştır. Son zamanlardaki dikkate değer Bulgarlar arasında, 1981 Nobel edebiyat ödülünü kazanan Elias Canetti, 1939'da dünyanın ilk elektronik dijital bilgisayarını yapan Profesör John Atanasoff, artistik patinajcı İvan Dinev, futbolcu Hristo Stoichkov, kemancı Mileno Djekova ve tiyatro yönetmeni Mladen Kisselov sayılabilir.

Çek Cumhuriyeti 10.3 79 Avrupa tarihinde Bohemya Krallığı olarak oynadığı etkili rolden ve Habsburg monarşisi içinde geçirdiği üçyüz yıldan sonra, modern Çekoslovakya, II. Dünya Savaşı öncesinde dünyanın en gelişmiş on sanayi ülkesi arasında yer aldı. Oyun yazarı olan Cumhurbaşkanı Vaclav Havel yanında, diğer ünlü Çekler arasında Aziz Wenceslas, 15. yüzyıl din reformcusu Jan Hus, rönesans eğitimcisi Comenius, 19. yüzyıl "art nouveau" ressamı Alfons Mucha, besteciler Dvorak ve Smetana, Emil Zatopek ve Martina Navratilova gibi atletler, "Guguk Kuşu" ve "Amadeus" filmleri için Oscar ödülleri alan film yönetmeni Milos Forman vardır.

Estonya 1.4 45 Fin-Ugor milletler ailesinden olan Estonlar, yaşadıkları ülkeye Bronz Çağında yerleştiler ve o zamandan bu yana dillerini ve kimliklerini korudular. Ancak, bağımsız bir Eston milleti ilk defa olarak 1918'de doğdu. Ülke, 1991 yılında bağımsızlığını yeniden kazanmasından bu yana, kimliğini daha da pekiştirdi, dünyanın her yerine kendi kültürünün temsilcilerini gönderdi: Estonyalı besteci Arvo Part, Almanya'da yaşıyor ve çalışıyor; birinci sınıf manken Carmen Kass dünyanın her yerinde çalışıyor; 2001 yılında Eurovision şarkı yarışmasını Estonya kazandı.

Kıbrıs 0.7 9 Öteden beri, Avrupa, Asya ve Afrika arasında bir kavşak noktası olmuştur. Aslan Yürekli Richard, İngiltere Kraliçesi olarak taç giydiği Limasol'da Navarralı Berengaria ile evlendi. Kıbrıs'ta gelişip serpilen Roma, Bizans, Got ve Venedik uygarlıklarının pek çok kalıntısı vardır. Kıbrıs, bugün bayraklı gemi sayısı bakımından dünyanın beşinci en önemli denizci ülkesidir.

Letonya 2.4 65 Letonya'nın başkenti Riga, 1201 yılında Töton şövalyeleri tarafından kuruldu. O dönemden bugüne, Letonyalılar dış dünya ile temas içinde olmaya devam ettiler. Ventspils, eski Hansa limanlarından biridir. Bağımsızlığını yeniden kazandığı 1991'den beri, Letonya bu bağları enerjik biçimde yeniden kurmaktadır - ticaret yoluyla, politik bağlar yoluyla ve, bisikletçi Romans Vainsteins, Olimpik altın madalyalı jimnastikçi Igors Vihrovs, pop şarkıcısı Linda Leen ve müzisyen Raymond Pauls gibi, farklı alanlardaki kişilerin temasları yoluyla.

Litvanya 3.7 65 Başkent Vilnius'taki üniversite, Avrupa'nın en eski üniversitelerinden biridir. Kıtanın coğrafî merkezi, Litvanya'nın Bernotai köyündedir. Bir zamanlar neredeyse Karadeniz'e kadar uzanan bir imparatorluğun odağı olan Litvanya, şimdi, kıta çapında bir Avrupa'nın tekrar bir parçası olmaya çalışıyor. Büyük satranç ustası Aloyas Kveinys ve bisikletçi Raimondas Rumsas bu ülkenin yurttaşlarıdır.

Macaristan 10.1 93 Frans Liszt, Béla Bartok ve Zoltan Kodaly, bu 1.000 yıllık ülkenin en ünlü müzisyenleri arasındadır. Avusturya ile sınırdaş olan Macaristan, stalinizme karşı silahlı bir devrime ve Demir Perde'nin parçalanmasına da sahne olmuştur. Tükenmez kalemi icat eden Ladislao José Biro, 19. yüzyıl matematikçisi ve filozofu Janos Bolyai ve 1879 yılında Paris'e ilk Avrupa telefon santralini kuran Tivadar Puskas'ın memleketi de Macaristan'dır.

Malta 0.4 0.3 Stratejik bir konuma sahip olan bu ada, 7.000 yıldan bu yana bir insan yerleşimi olmuş ve, arka arkaya, Fenikeliler, Romalılar, Araplar, Normanlar, İspanyollar, Fransızlar ve İngilizler'in etkisi altında kalmıştır. Malta dili, esas olarak bir Sami dilidir - Latin harfleriyle yazılan tek Sami dili. 1964 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra, Malta, başta turizm, malî hizmetler ve ulaştırma olmak üzere, hizmet sektörünü başarıyla geliştirmiştir. Yüksek teknoloji elektronik üretimi dahil, bir imalat sektörü de kurmuştur.

Polonya 38.7 313 Halen müzakere aşamasında bulunan adayların açık farkla en büyüğü olan Polonya, orta çağların öncesinden beri, Avrupa'daki kültürel gelişmenin ana mecrası içinde yer almıştır. Geçmişte bir liberal demokrasi ve insan haklarına saygı modeli yaratan Polonya, 1543 yılında dünyanın evrenin merkezinde olmadığını kanıtlayan gökbilimci Copernicus'tan besteci Chopin'e ve Adrzej Wajda gibi büyük film yönetmenlerine kadar önemli kültürel şahsiyetleri Avrupa'ya kazandırmıştır.

Romanya 22.5 238 Romanya'nın başkenti Bükreş, zarifliği ve çağdaşlığı nedeniyle "küçük Paris" olarak bilinirdi. 1989 yılından bu yana, ülke, kökenlerini (ülkenin adı ve dili, en belirgin bağların yalnızca ikisidir) ve evrimini çok etkilemiş olan Avrupa ile bağlarını yeniden ileri sürmüştür. Daha yakın dönemlere ait bağlar arasında, heykeltıraş Brancusi, oyun yazarı Lonesco, besteci Enescu, Türkiye'nin Galatasaray takımında oynayan futbol yıldızı Gheorghe Hagi, Olimpik koşucu Gabriela Szabo ve jimnastikçi Simona Amanar sayılabilir. Bununla birlikte, Romanya, Transilvanyalı karakterini de büyük ölçüde korumaktadır. Karpat dağlarında, vaşak, ayı, dağkeçisi, Alp dağkeçisi gibi hayvanlar yaşamaya devam etmektedir.

Slovenya 2.0 20 Demir Perde çökerken Yugoslavya'dan ayrılan ve Avrupa'nın ortasında yeni bir kader aramaya koyulan ilk cumhuriyetlerden biri Slovenya oldu. Ülkenin güzel başkenti Ljubljana'da, İtalya ve Avusturya bağlantılarının izleri pek çoktur. Slovenya'nın iyi örgütlenmiş ekonomisi ve modern endüstrisi çok sayıda yeni bağlantılar sağlamıştır. Olimpik atıcı Rajmond Debevec ve romancı Brina Svit, ülkenin dünyaca tanınan şahsiyetleri arasındadır. Solvenya, güzel şaraplar da yapar ve Postajna'da Avrupa'nın en görkemli mağaraları bulunur.

Slovakya 5.4 49 1993 yılında, Çekoslovakya'dan ayrıldığı zaman kurulmuş olan Slovakya, dünyadaki en yeni ülkelerden biridir. Fakat, orta Avrupa'daki en yaygın ortaçağ kale sistemini, UNESCO'nun kültürel sit olarak ilan ettiği Spissky Hrad kalesini ve Habsburg imparatorluğuna merkez olduğu bir dönemi içeren zengin bir tarihe sahiptir. Çağdaş dünya üzerinde etki yapmış Slovaklar arasında, opera tenoru Peter Dvorsky ve yüzücü Martina Moravcova vardır.

Türkiye 63.7 775 Yüzölçümü ve nüfus bakımından bütün adayların en büyüğü. Avrupa'nın en büyük şehri olan İstanbul, önce, bin yıl süren Bizans imparatorluğunun, sonra, orta çağların sonunda 20. yüzyıl başlarına kadar, Osmanlı imparatorluğunun başkenti oldu. Pek çok uygarlığın beşiği olan, doğudan ve batıdan göçmen dalgalarına ev sahipliği yapan Türkiye, binlerce yıl boyunca Avrupa tarihi üzerinde güçlü bir etki yapmıştır. Kemal Atatürk'ün modern Türk devletini kurduğu 1920'lerden bu yana, NATO'nun kilit önemde bir üyesi olarak, Avrupa ve dünya işlerinde gittikçe daha etkili bir rol oynamıştır. Fazıl Say gibi klasik ve caz piyanistleri veya Tarkan gibi pop şarkıcıları ile, Türkler'in genç kuşağı, artık dünya vatandaşlarıdır.

ARKA KAPAK YAZISI

Türkiye ısrarlı bir şekilde ve ne pahasına olursa olsun AB'ye girmek istemektedir. Maalesef bu istek, akılcı bir değerlendirme ve hesaba dayanmamış, "Acaba AB bizi alır mı?" diye hiç düşünülmemiş, sadece tutkularla AB'ye kilitlenilmiştir. Öyle ki, farklı görüşler kınanmış, AB'yi tenkit büyük bir ayıp sayılmıştır. Gerçekte onlardan yapamayacakları bir şey istediğimiz hâlâ da tam olarak anlaşılabilmiş değildir.

İşte kendi sözleriyle bunun ispatı:

Tom Spencer (AB Dış İlişkiler Komitesi Başkanı): "Türklere ileride bir gün AB'nin parçası olacakları yolunda 30 yıldır söz vererek hiç dürüst bir davranışta bulunmadığımızı düşünüyorum. Çünkü gerçek, AB'nin Türkiye'yi üye olarak kabul etme yolunda hiçbir niyetinin olmadığıdır. Türkiye'ye gerçek niyetimizi anlatmamız daha dürüst bir davranış olurdu."

R. Balfe (İngiliz Parlamenter): 

"Türkiye AB'nin hiçbir sözüne inanmamalıdır..." 


ÖZEL NOT' UMDUR;

ÇOK DEĞERLİ BAKANIM.., 
MİLLET VEKİLİM.. 
HOCAM PROF DR. SADİ SONUMCUOĞLU BEYEFENDİ'YE BU GÜZEL ÇALIŞMASI BİLĞİ VE BELGELERİ DERLEYİP YAYINLADIĞI İÇİN SONSUZ TEŞEKKÜRLER EDER SAYGILARIMI SUNARIM..
TANER ÇELİK 
( RUMUZ ; DUAATEPE POLATLI)


***

AB, BİTMEYEN YOL., BÖLÜM 18



AB, BİTMEYEN YOL., BÖLÜM 18


Tom Spencer (AB Dış İlişkiler Komitesi Başkanı):

 "Türklere ileride bir gün AB'nin parçası olacakları yolunda 30 yıldır söz vererek hiç dürüst bir davranışta bulunmadığımızı düşünüyorum. Çünkü gerçek, AB'nin Türkiye'yi üye olarak kabul etme yolunda hiçbir niyetinin olmadığıdır. Türkiye'ye gerçek niyetimizi anlatmamız daha dürüst bir davranış olurdu."
R. Balfe (Kızıl Danny lakaplı, Türkiye-AB Karma Parlamentosu eski Eşbaşkanı Bendit'in, Leyla Zana'yı ziyaret etmek istemesi ve buna izin verilmemesi üzerine, Türkiye'nin en geç 4 ay içinde buna izin vereceği konusunda yemeğine iddiaya girdiği İngiliz Parlamenter):

"Türkiye AB'nin hiçbir sözüne inanmamalıdır..." 

Sonuç

1959 yılındaki müracaatımızı dikkate alırsak tam 43 yıl, 1964 tarihli ortaklık anlaşmasına göre de 38 yıldır AB yolundayız. Ancak yaklaşık yarım asırlık bu ilişkiye dönüp baktığımızda, fasit bir daire içinde sıkıştığımızı ve  başlangıç noktasında durduğumuzu söyleyebiliriz. Oysa geçen bu süre zarfında, tüm enerjimizi, kaynağımızı ve zamanımızı bu uğurda harcadık. Uluslararası ilişkilerde bu kadar çaba gösterilip de olumlu veya olumsuz herhangi bir sonuca bağlanamayan gerçekten ender bir örnekle karşı  karşıyayız.
Ağırlıklı olarak AB belgeleri üzerinde yaptığımız bu incelemeden sonra  vardığımız sonuç  şu olmuştur;

Türkiye ısrarlı bir şekilde ve ne pahasına olursa olsun AB'ye girmek istemektedir. Maalesef bu istek, akılcı bir değerlendirme ve hesaba dayanmamış, "Acaba AB bizi alır mı?" diye hiç düşünülmemiş, sadece tutkularla AB'ye kilitlenilmiştir. Öyle ki, farklı görüşler kınanmış, AB'yi tenkit büyük bir ayıp sayılmıştır. Gerçekte onlardan yapamayacakları bir şey istediğimiz hâlâ da tam olarak anlaşılabilmiş değildir. 

AB ise, NATO üyeliği, Balkanlar, Kafkaslar ve Türk Dünyasının ana kapısı olması ve Ortadoğu enerji bölgesinin kilidi konumunda jeostratejik öneme sahip bulunmasının yanısıra İslam Dünyasındaki yeriyle, 65 milyonluk büyük bir pazar olarak da gördüğü Türkiye'yi gözden çıkaramamakta, "Tam üyelik" hariç ne şekilde olursa olsun kendine bağımlı bir statüde ve kontrol altında tutmaya çalışmaktadır. AB'nin, 1989 yılında su yüzüne çıkan ve adım adım uyguladığı bu politika, "Tam üyeliğimiz üzerinde şüphe uyandırmaksızın" bugüne kadar sürmüştür. Türkiye'nin "kayıtsız-şartsız" ısrarına da tam bir fırsatçı anlayışı ile yaklaşan AB küçük-büyük ayrımı yapmaksızın çıkarı neyi gerektiriyorsa onu yapmış, ülkemizin yapısını sarsacak istek ve davranışlarının sayısını, hızını ve dozunu arttırmıştır. "Matruşka" misali, istek içinden istek çıkmış, liste uzadıkça uzamıştır. AB'nin Türkiye temsilcisinin yazışmaları ve diğer yetkililerin beyanları ülkemizin şeref ve haysiyetini ciddi şekilde rencide etmiştir. 
Kolumuzu, kanadımızı önce bağlamaya, sonra da kırmaya yönelik bu istek ve davranışlar zaman içinde Türk halkında AB'ye karşı öfke birikimine yol açmış, sorgulamalar başlamıştır. Pandora'nın kutusundan çıkan, - Türkiye lehine tek bir kararı olmayan, ülkeyi bölmek isteyen terör örgütlerine "yardım ve yataklık ederken" suçüstü yakalanan, ölçüsüz isteklerinde "efendi-köle" üslubunu benimseyen, ne yazılı ve ne de sözlü hiçbir taahhüdünü yerine getirmeyen ama devamlı bir şeyler isteyen- bir muhataptır. Sorgulamalar sürdükçe, AB'nin hiç de anlatıldığı gibi "Yüksek insanî, ahlakî ve hukukî değerler" üzerine kurulmadığı, bu değerlerin sadece kendileri için var olduğu, sıra Türkiye'ye gelince hatırlanmadığı anlaşılmıştır. Belli ama süratle genişleyen bir kesimde görülen ve etkili olan bu yeni AB görüntüsü toplumda ciddi bir sarsıntıya yol açmıştır. Bu sarsıntı AB cephesinde de yaşanmış, "Yüksek değerlerin" altındaki gerçekler bir bir çıktıkça ölçüyü zaten kaçırmış olan AB, iyice hırçınlaşmış, Türkiye'ye karşı kullanılan dil, tehdit, şantaj ve sömürge valisi üslubuna dönüşmüştür. 

Sonuçta da bugün AB-Türkiye ilişkileri oldukça kritik bir kavşağa gelmiştir. Bu noktaya gelinmesine ne yazık ki, karşılıklı yanlışlar sebep olmuştur. AB tek yanlı bağımlılık (sömürgecilikten gelen alışkanlıkla) sağlamak için ölçüsüz hareket ederken, Türkiye, tarihî, stratejik ve coğrafik büyüklüğüne ve önemine yakışacak bir vakar sergileyememiş, hak ve menfaatlerine sahip çıkamamıştır. 
Bu yeni dönemde, karşılıklı öfke ve hırçınlığı besleyen gelişmelerin kontrol altına alınıp, yeni bir mecraya konulması şarttır. Aksi durum, yakın gelecekte düşman kampların oluşumunu kaçınılmaz hale getirecektir. Böylesi bir kamplaşmanın ortaya çıkması da hiç şüphe yok ki AB'nin, Türkiye ve Orta Doğu'daki menfaatlerini telafî edilemeyecek ölçüde zayıflatacaktır. Türkiye de, ABD başta olmak üzere bölgemizde ve dünyanın diğer alanlarında daha yoğun bir işbirliği arayışına girecektir. Tarih ve coğrafya olarak iç içe yaşadığımız AB ile ilişkilerimiz ise çok geri planlara itilmiş olacaktır. Bu tablo, aynı ekonomik, sosyal ve siyasal coğrafyayı paylaşan taraflar için arzu edilen bir görüntü olamaz.
Elbette istenen bu değildir. Ancak tarafların, hızla sürüklendiğimiz bu sonu görerek, daha sorumlu hareket etmeleri, karşılıklı saygı ve menfaatlere uygun bir çözüm bulmaları gerekmektedir. Bunun için de yapılacak ilk iş gerçekçi bir anlayışla Türkiye'nin 40 yıldır AB'ye üye olamayışının izahında uzlaşılmasıdır. Bu uzlaşma sağlandıktan sonra Türkiye'nin üyelik ısrarından, AB'nin de, Türkiye'nin yapısını her yönüyle tahrip edecek politikalarından vazgeçmesi gerektiği görülecektir. Bundan sonra coğrafyanın ve tarihin emri çerçevesinde Türkiye-AB ilişkilerini yeni bir zemine oturtmanın yolu aranmalıdır. İlişkilerin daha sağlıklı ve daha büyük boyutlu gerçekleştirilmesi arzusunun ortaya çıkması halinde, 40 yılın da tecrübesiyle taraflar, hiç şüphe yok ki gerekli mekanizmayı oluşturacaklardır. Karşılıklı kabullerden sonra ilişkileri geliştirecek bir çok yol bulunabilir. Mesela, AB'nin başta ABD olmak üzere diğer ülkelerle gerçekleştirdiği ve karar mekanizmalarında iki tarafın da eşit şekilde bulunduğu, karşılıklı yararı gözeten, çok yönlü tercihli ticarî anlaşmalar gibi, daha kapsamlı ve sürdürülebilir ilişkiler zinciri kurulabilir. Bu ve benzeri çabalar ile Türkiye-AB ilişkilerinde her şey aslına dönerken, tarihin emri de yerine getirilmiş olur. 
Bu teklifimizin, ufukta gözükmediği ve güzergâhında Türkiye bulunmadığı için gelmesi de imkânsız olan "AB trenini kaçırmak istemeyen" ancak bu uğurda varını, yoğunu yakıp yıkmayı göze alanları kızdıracağını biliyoruz. Ayrıca, bugüne kadar tüm politikalarını AB'ye endeksleyen idarecilerin de, en azından başka alternatif geliştirilmediği için bunu düşünmeye dahi cesaret edemeyeceklerini tahmin ediyoruz.
Onun için de, bu düşüncede olanlara, özellikle de karar mekanizmalarında bulunanlara şu teklifi yapmak istiyoruz: Artık Türkiye eli kolu bağlı bir şekilde beklerken, gelen-gidenin bir şeyler götürdüğü bir ülke konumundan çıkarılmalıdır. Bu bir şeylerin içinde, yakın tarihi unutan bazı çevrelerce hafife alınsa ve modası geçtiği söylense de, "egemenlik, bağımsızlık, toprak bütünlüğü, dil ve din" gibi çok önemli, bir milleti millet yapan değerler bulunmaktadır. Bu sebeple, bu ülkenin maddî ve manevî büyüklüğüne yakışır bir kararlılıkla haklarımıza sahip çıkılmalı, "istekleri yerine gelmediğinde" bizi bir çocuk gibi azarlayanlara önce kendi sorumlulukları hatırlatılmalıdır. Yazılı belgelere rağmen, Türkiye'nin lehine olan hiçbir kararı bugüne kadar uygulamaya koymayan, Kıbrıs örneğinde olduğu gibi hukuku ayaklar altına alan ve verdikleri sözleri tutmayanlara gösterdiğimiz sözlü tepkilerin bugüne kadar ciddiye alınmadığı ortadadır. AB'ye de uygulanacak yaptırımlar olmalıdır. Bu yaptırımlar kendi anlaşmalarında vardır, ancak bunları kullanmamıza izin ve imkân vermeyeceklerini de biliyoruz. Gücümüz yok diye bütün olup bitenlere razı olmamalı, kendi yaptırımımızı bulmalıyız. Bu da, AB'nin bugüne kadar hukuku nasıl çiğnediğinin, anlaşmalara nasıl uymadığının ve hangi sözlerini tutmadığının listesinin AB'nin önüne konması ve "Anlaşmalar iki taraf için de geçerli ise artık sen de görevini yap" denilmesidir. Bu söylendikten sonra Türkiye de, AB için bir ilerleme raporu hazırlamalı ve öncelikle bugüne kadar görmezden gelinen yükümlülüklerin üstlenilmesini beklemelidir. Yılların bu birikimleri eritildikten sonra ancak diğer yükümlülükler, o da sömürge mantığı ile değil, medenî ilişkiler çerçevesinde değerlendirilerek, yine tek yanlı değil, karşılıklı olarak yerine getirilmelidir. 
Son söz, son tahmin ve son uyarı: Kısa veya orta vadeli istekler yerine gelsin gelmesin, yakın zamanda AB'nin Türkiye'ye takvim vermek niyeti yoktur. O tren bir ihtimal iplerin iyice gerilip kopma noktasında Türkiye peronuna yanaştırılır. Bir ihtimal diyoruz, çünkü maalesef bugün "kararlı duruşu" gösterecek iradeye sahip değiliz. İkinci, ancak en tehlikeli ihtimal, Kıbrıs Rum Kesiminin AB üyeliğine tepkimizi kesme amaçlı "takvim havucu"dur. Gelişmeler ne yazık ki, Rum Kesimi'nin üyelik anlaşması Akropolis eteklerinde imzalanırken, Türkiye'ye verilebilecek takvimi kabul edebilecek olanlar bulunduğunu göstermektedir. Bunu yapabilecek olanların elbette tarih önünde hesap vermeyi de göze almaları gerekecektir. Ancak Türkiye ne pahasına olursa olsun, işin bu noktaya gelmesini, Kıbrıs'ın AB eliyle üçüncü kez ve bu defa tamamen Yunanistan'a teslimine engel olmalıdır. Aksi durum, Türkiye için sonun başlangıcı olacaktır. 


EKLER

EK-l

Kıbrıs ile İlgili Antlaşmalar

1959 LONDRA-ZÜRİH ANTLAŞMALARI:

Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Temel Yapısı

Madde 8: Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısının, Türkiye ve Yunanistan'nın birlikte katıldığı uluslararası ittifaklara ve kurumlara Kıbrıs Cumhuriyeti'nin de katılması dışında, I.Ekte belirtilen savunma ve güvenlik konuları ve dış işleriyle ilgili herhangi bir yasa ve karara karşı ayrı ayrı veya birlikte kullanılmak üzere nihaî veto hakları olacaktır.
Bu maddenin gerekçesi de Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları arasında 12 Şubat 1959 tarihinde yapılan toplantının tutanağında şöyle ifade edilmiştir;
"Amaç, Kıbrıs'la üç ülke dışındaki ülkeler arasında daha avantajlı ikili anlaşmalar akdedilmesinin ve aynı zamanda Yunanistan ve Türkiye'nin Kıbrıs'ta, diğer taraftan daha elverişli bir ekonomik konuma geçmesi, örneğin Yunanistan'ın bir tür ekonomik ENOSİS'i gerçekleştirmesi ihtimalinin önlenmesi idi."

GARANTİ ANTLAŞMASI

Madde l: Kıbrıs Cumhuriyet, kendi bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini devam ettirmeyi ve Anayasaya saygıyı güven altına almayı üstlenir.
Kıbrıs Cumhuriyeti, ayrıca tümüyle veya bir bölümüyle herhangi bir devlet ile hiçbir şekilde siyasî veya ekonomik bütünleşmeye girmeyeceğini taahhüt eder. 
Kıbrıs Cumhuriyeti, bu maksatla, adanın gerek birleşmesini, gerekse taksimini doğuracak doğrudan doğruya (direkt olarak) veya dolaylı olarak gerçekleştirmeye yardımcı ve teşvik edici tüm hareketleri yasaklar.
Madde 2: Yunanistan, İngiltere ve Türkiye Kıbrıs Cumhuriyeti'nin l'inci maddede belirtilen taahhütlerini kaydederek, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını, ülke bütünlüğünü, güvenliğini ve Anayasanın temel maddeleri ile oluşan durumu tanırlar ve garanti ederler.
Yunanistan, İngiltere ve Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin diğer herhangi bir devlet ile gerek birleşmesini, gerekse Ada'nın taksimini doğrudan doğruya veya dolaylı olarak gerçekleştirmeye yardım ve teşvik edici bir amacı olan tüm hareketleri kendi yetki ve ilgileri oranında önlemeyi üstlenirler.

1960 KIBRIS CUMHURİYETİ ANAYASASI

Madde 50.1 (a): Kıbrıs Cumhuriyeti'nin, Yunanistan ve Türkiye'nin birlikte üye oldukları uluslararası kuruluşlar ve ittifaklara katılması veya savunma ve güvenlik meseleleri hariç, Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı, gerek ayrı ayrı gerek birlikte, dışişlerine taalluk eden herhangi bir yasa ve karar üzerinde nihai veto hakkına sahip olacaklardır.

ANTLAŞMA VE ANAYASA'NIN UYGULANMASI ÖRNEKLERİ

Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Avrupa Konseyi üyeliğinin tartışıldığı günlerde İngiltere Dışişleri Bakanlığı'nın Atina'daki Büyükelçisi'ne 14 Eylül 1960 tarihinde gönderdiği şifreli, gizli telgraf, Rum Yönetiminin AB üyeliğine yaptığı başvurunun hukuken geçersiz olduğunu ispatlayan bir belgedir. Telgrafta şöyle denilmektedir:
Yunan Hükümeti'nin bu konuda ne düşündüğünü anlamaya çalışırken Majeste Kraliçe Hükümeti'nin şimdiki görüşünün, Türkiye ve Yunanistan'ın her ikisinin de halihazırda üyesi oldukları bir kuruluşa Kıbrıs'ın katılmasının teşvik edilmesi şeklinde olduğu kendilerine bildirilmelidir.

Kıbrıs'ın BM Üyeliği

Kıbrıs'ın BM'ye üyelik başvurusunnn Güvenlik Konseyi'nde 24 Ağustos 1960'ta yapılan görüşmelerinde Konsey üyesi olmamakla birlikte Türkiye ve Yunanistan da görüş belirtmek için toplantılara davet edilmeleridir. Bu toplantılarda
Türkiye delegesi Seyfullah Esin ve Yunanistan temsilcisi Paul Ekonomu Guras, Kıbrıs'ın BM üyeliğine destek belirtmişlerdir. Böylece Kıbrıs'ın üyeliği 21 Eylül 1960 tarihinde onaylanmıştır.

Kıbrıs'ın Commanwealth Üyeliği

BM üyeliğinden 4 ay sonra Kıbrıs'ın Commanwealth üyeliği gündeme geldiğinde, Antlaşmalara ve Anayasa'ya uygun olarak Türkiye'nin ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı merhum Dr. Fazıl Küçük'ün de onayı alınmıştır.

Kıbrıs'ın Avrupa Konseyi Üyeliği

Kıbrıs, 24 Mayıs 1961 tarihinde Avrupa Konseyi'ne 16. üye olarak kabul edilmiştir. Bu üyelik sonucu, Kıbrıs'ın Avrupa Konseyi'nin Danışma Meclisi'nde biri Kıbrıslı Türk, ikisi ise Rum olmak üzere 3 üye ile temsil edilmesi kararlaştırılmıştır. Ne yazık ki, 1963 sonlarında Kıbrıs Türk toplumuna karşı başlatılan etnik temizlik saldırıları sonucu iki toplumun ortaklığına dayalı yasal Kıbrıs Cumhuriyeti ortadan kalktığı halde, Kıbrıs Rum kesimi hem BM'de, hem Commonwealth, hem de Avrupa Konseyi'nde tek başına temsiliyet hakkından yararlanmayı sürdürmüş, Kıbrıs Türkleri ise bu tür uluslararası kurumlardan uluslararası hukuka aykırı olarak dışlanmışlar, ilgili kurumlar da buna destek vermişlerdir.

AB DIŞİŞLERİ BAKANLARI KONSEYİ'NİN KARARI

AB, Yunanistan'ın 12 Haziran 1975 tarihli başvurusunu topluluk Dışişleri Bakanları Konseyi 24 Haziran 1975'de değerlendirerek, kabul etmiş, Türkiye ile olan ortaklığına ilişkin bir beyanı da bu metne dahil etmiştir. Konseyin 347'inci toplantısı tutanaklarında yer alan bu metinde;

a- Topluluğun Türkiye ile çok yakın ortaklık ilişkilerini idame ettirmek ve geliştirmek hususundaki ilgisi ve

b- Yunanistan tarafından yapılan tam üyelik başvurusunun incelenmesinin, Toplulukla Türkiye arasındaki ilişkileri etkilemeyeceği ve AET ile Türkiye arasındaki Antlaşmada yer alan hakların etkilenmeden kalacağı kaydedilmiştir.

Komisyonunun Yunanistan'ın tam üyelik başvurusu hakkında hazırladığı 29 Ocak 1976 tarihli görüşte, konseyin yukarıdaki beyanı tekrarlanarak, buna işlerlik kazandırılması gerektiği ifade edilmiştir. Aynı görüşte, Avrupa Topluluğu'nun Türkiye ile Yunanistan arasındaki ihtilaflara taraf olmadığı ve olmaması gerektiği de vurgulanmıştır.

Görüldüğü gibi AB 1975-80 arasında Türk-Yunan ihtilaflarına ve Kıbrıs meselesine taraf olmama yönünde bir tutum izlemiştir. AB'nin tutumu, Türkiye'nin tam üyelik başvurusu ile değişmiştir.

19 MAYIS 1979 DENKTAŞ-KİPRİYANU ZİRVESİ ANLAŞMASI

Madde 8: Cumhuriyetin bağımsızlığı, egemenliği, toprak bütünlüğü ve bağlantısızlığı, başka herhangi bir devletle tamamen veya kısmen birleşmeye karşı herhangi bir biçimde taksime ya da ilhaka karşı yeterli güvenceye kavuşturulmalıdır.
BM GÜVENLİK KONSEYİ'NİN 649, 716, 750, 774, 939 SAYILI KARARLARI
"....bir çözüm, bir başka ülke ile kısmen ya da bütün olarak birleşme veya taksim ve ayrılmanın herhangi bir şeklini içermez."

BM GENEL SEKRETERİ PEREZ DE CUELLAR'IN RUM KESİMİNİN AB'YE MÜRACAATI İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMESİ

Dönemin BM Genel Sekreteri Perez De Cuellar, 11 Eylül 1990 tarihinde Rumların başvurusuyla ilgili yaptığı değerlendirmede, AB üyeliğinin çözüm çerçevesinde iki tarafça müzakere edilmesi gereken bir konu olduğunu belirtmiştir. BM Güvenlik Konseyi de müzakerelere zemin olarak onayladığı Fikirler Dizisi'nde, "Federal Cumhuriyetin AET'ye üyeliği ile ilgili konuları müzakere edilecek, üzerinde anlaşmaya varılacak ve iki toplumun onayı için ayrı ayrı referanduma sunulacaktır." denilmiştir.

19 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***