Sonrası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sonrası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Mart 2017 Pazar

3 Katmanlı Darbe Sonrası Çok Katmanlı Muhalefet


3 Katmanlı Darbe Sonrası Çok Katmanlı Muhalefet


Behiç Gürcihan - Açık İstihbarat


100. Yıl Mutabakatı


1995'te başlatılan Devleti dönüştürme projesinde aynanın kırıldığı noktaya geldik, dayandık. Bundan sonra aynadaki görüntümüz de, ayna da eskisi gibi olmayacak.

15Temmuz'a toplumsal yelpazenin neresinde yakalandıysanız bu aynanın karşısındayız hepimiz. Ve önce kendimizin sonra da diğerlerinin yansımalarından kırık dökük bir resmi anlamaya çalışıyoruz.

Tarihe dünyanın en traji-komik darbe girişimi olarak geçecek bu vahim kalkışmanın üzerinden bir hafta geçti ve hala ortaya dökülenleri birleştirmeye, olayların nasıl gerçekleştiğini net olarak tespit etmeye çalışıyoruz. Bir yanda aşırı şeffaflık bir yanda onca dezenformasyonun kararttığı sahnede el yordamı ile Gerçeği bulma derdindeyiz.

Gerçek özgürleştirir. Gerçek yegane kirlenmemiş ideolojidir.

Ve bütün bunları bu darbeyi karanlık ruhlarına merhem yapan linçsever cadı avcılarının kararttığı bir ufka karşı gerçekleştirmeye çalışmak da cabası.

Akla ve Ahlaka her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.

İlahi çıkmazımız ise bu dönemi ülkede aklı ve ahlakı tarumar eden bir iktidar kadrosunun "öncülüğünde" aşmak zorunda olmamız.

Nasıl yapacağız?

Çok çetin bir karar vermek durumundayız.

Karşımızda siyaset ötesi ve siyaset üstü bir güç koalisyonu var ve  yıllardır muhalefet edip devirmeye çalıştığımız Tayyip Erdoğan portresini 15 Temmuz sonrası bu kırılan ayna üzerinden okumaya devam edemeyiz.

Ettiğimiz ve 15 Temmuz öncesi argümanlarla yol katedebileceğimizi düşündüğümüz noktada aynı zamanda bu ülkede diktatorya ve iç savaş heveslilerine malzeme sağlamanın ötesine geçemeyeceğiz.

Artık 1. önceliğimiz iç savaşı önlemek ve bunu yaparken Tayyip Erdoğan'ı diktatorya heveslerinden uzaklaştırmak olmalı.

Aksi takdirde AKP'yi devireceğiz derken ülkeyi uçurumdan aşağı sürüklemenin vebalini de bize yıkacaklar ; sanki yıllardır ülkeyi bu duruma onlar taşımamış gibi.

Ahlakı ve akılsızlığı kurumsallaştıranların bunu yapabilecek gücü de tıyneti de olduğundan şüpheniz olmasın.

Bu RTE ve temsil ettiklerine muhalefet etmeyi bırakmak anlamına gelmiyor.

Bu onca senedir gözümüzün önünde onlarca günah ve suç işlemiş bir kadroyu affetmek anlamına da gelmiyor. 

Aksine RTE muhalefetini ; RTE'nin tabanındaki ve TAVANINDAKİ odakları çok daha iyi okuyarak ve artık karşı cepheyi kemikleştirmekten başka işe yaramayan söylemleri daha farklı bir üsluba çekerek gerçekleştirmemiz lazım.

Aksi takdirde ; gerçek ne olursa olsun ALGISI  "tanklara karşı duran adama" yükseltilmiş bir RTE portresine kağıt diplomalarla muhalefet etmeniz mümkün değildir.

Bu tarz kağıttan muhalefet ; elimizdeki sınırlı gücü de yanlış yere odaklamakla kalmayıp, ülkeyi diktatoryaya veya bir iç savaşa sürüklemek isteyen iç ve dış güçlerin önüne bolca manipule edilecek malzeme sunacaktır.

Bu malzeme sürekli yoğrulan yerel ve küresel dengeler teknesinde diktatoryanın da iç savaşın da hamuru olarak karılabilir. 

Bu Yeni Muhalefetin altını doldurmak bu yazının kapsamında değil fakat bu Yeni Muhalefetin dikkate alması gereken bir kaç temel noktayı sıralamakta fayda  var: 

1) AKP 'nin ılımlı tabanı ve tavanı ile diyalog geliştirilmeli. Canı pahasına tankları durduranlara karşı Mine Kırıkkanat/Bekir Çoşkun söylemlerinden sıyrılıp daha sakin  ve derin söylemler geliştirilmeli.

2) 15 Temmuz gecesinde şehit olanlar saygı duyulan bir dille anılmalı sembolik kadrajlar inşa edilmeli. Örnek olarak köprüye kamyonu ile insan taşıyan çarşaflı kadın ;CHP  tarafından sahiplenilmeli ; çarşaflı kadın imgesinin tabanında yarattığı bütün alerjiye rağmen.

4) Devletin yeniden organizasyonu konusunda sahayı sadece AKP'ye bırakmayan ve RTE'nin asıl işvereni Devlet'le diyaloğa giren projeler geliştirilmeli.

5) Seçimler kadar nesilleri de hedefleyen  projeler geliştirilmeli. Toplumun AKP tabanını oluşturan özgül ağırlığının Maslow piramidinin alt basamaklarında yeraldığını unutmadan Meclis ve otel salonlarından mahalle kahvehanelerine inen örgütlenme modelleri uygulanmalı.

6) RTE 'nin Devlet ve Millet nezdindeki konumu çok iyi etüd edilerek , onu siyaset üstü bir figüre dönüştüren bu son hamlenin ertesinde RTE'yi sadece AKP'nin değil toplumun bütün kesimlerinin Cumhurbaşkanı olmaya ikna edecek ve psikolojisini bu yönde şekillendirecek hamleler yapılmalı. Bunca senedir toplumu geren ve bölen bütün özellikleri ortaya serilmiş bu portrenin bir türlü kendini toplumun bir kesimine sevdirememesinden kaynaklanan öfkesini enterne edecek, paranoyalarını değil güvenini besleyecek tavırlar geliştirilmeli.  

RTE'nin darbenin hemen sonrasında Taksim kışlasını yeniden ağzına alması da ; buna rağmen bu söylemine "Opera binasını da inşa edeceğiz" ile ince ayar çekmesini de bir kenara not edilmeli.

RTE'nin kitleleri kontrol ederken, bu kitleyi uca kadar getirip fakat asla o uçtan aşağı sürmemek için yaptığı ince ayarlarla gösterdiği "Brinkmanship"  yeteneği  , Türkiye'yi kontrollü kaos üzerinden şekillendirmek isteyenler açısından büyük değer  taşıyor. 

Ve tabi Millet'ten bu kadar kopuk cuntacı kadroların tanklarını Millet'in üzerine sürmeleri ile sonuçlanan bu hazin ve vahim darbe  girişiminin nasıl olgunlaştığı ve kurgulandığı çok iyi etüd edilmeli.

Önümüzdeki 10 seneyi meşgul edecek bir soru ;

Bu darbe nasıl olgunlaştı ve kurgulandı?

Günlerdir ortaya saçılan yüzlerce bilgiyi ve sahte bilgiyi sıralayıp bunların arasından bir ayıklama yapacak değiliz. 

Herşey herkesin gözü önünde @acikistihbarat olarak gerçekleşiyor.

Bunların ışığında tezimizin ana hatlarını koyup bu darbenin nasıl kurgulandığına dair senaryomuzu ayrıntılandıralım.

Bu darbenin yönetimi üç katman üzerinden gerçekleştirilmiştir.

        1) TSK içinde AKP muhalifi ve/veya darbeden medet uman kariyerist subaylar

        2) TSK içinde yıllardır serpilmiş Fetullahçı cunta

        3) Fetullahçı cuntanın üst düzeyinin de yeraldığı ABD/NATO cuntası

Bugün darpedilmiş işkence edilmiş görüntüleri ile ekranlarda izlediğimiz yüzlerce subay ın çoğunluğu birinci gruptakiler.

Fetullahçı cunta işte bu AKP muhalefetini örgütleyerek sahaya sürdü ve Milletin öfkesine kurban etti. CIA kucağında büyüyen Fetullah şebekesinin sayıca az ama kritik noktalara adam yerleştirme taktiğini TSK içinde de uygulayarak bu kadro aracılığı ile daha geniş bir alana projeksiyon yapabildiği görülüyor. 

2. katmandaki bu Fetullahçı cunta kendisini minimum riske sokarak RTE'yi devirme planlarına TSK'yı alet ederken başarılı olacağına inanıyordu fakat esas plan 3.katmandaki NATO/CIA cuntası tarafından kurgulandı.

Tepe katmandaki ABD/NATO cuntası başarısız bir darbe girişimi üzerinden Türk Devleti ile birlikte yeni bir bölgesel dinamiğe start vermenin ve bu vesile ile Devlet'i yeniden şekillendirmenin hesabını yaptı ve BAŞARDI.

Aralarında üst düzey Fetullahçı cuntanın elemanlarının da olduğu ABD/NATO  cuntası darbeyi başarısız olmak üzere kurgularken ; 1 ve 2. katmanlardakiler bu plana kurban edildi.

Bu katmanlı yapıdır ki;

RTE'yi devirmek üzere harekete geçirilen çarkların bir kısmını Boğaz Köprüsü'nde yenilmeye mahkum şekilde konuşlandırırken;

bir kısmını da RTE'nin üzerine çok geç ve çok yetersiz yollayarak ve  havada gerekli güvenlik garantilerini vererek RTE'nin hayati tehlikesini bertaraf etti.

Bu katmanlı yapıdır ki;

bir yandan F16'ların Meclisi bombalamasını sağladı ama RTE'yi havada veya havaalanında vurmasını engelledi.

Bu katmanlı yapıdır ki;

Aylar öncesinden darbeci hareketlenmeyi tespit ettiği halde engelleyecek girişimlerde bulunmak yerine darbecileri daha da kışkırtıp kendisi darbe gecesi arazi olurken RTE'yi bile görece olarak son anda haberdar etti.

(Darbeci dinamiğin aylar öncesinden tespit edilmesinin işaretleri ile ilgili "eski" CIA ajanı Robert Baer'in CNN'deki açıklamalarına ve CIA stajyeri Emre Uslu'nun "ne zaman yurda döneceksin sorularına "Temmuz ayında" cevabı vermesine bakabilirsiniz)

Ve daha çok çiğneyeceğimiz senaryolar sonrasında RTE yeni dönemde Devlet'in ve yeni küresel ittifaklarının sembol ismi olarak "Başkanlık" mevkine taşındı. 

Tabi burada ; NATO ve ABD  içindeki Atlantikçi(Rusya karşıtı)/Avrasyacı-Pasifikçi(Rusya dostu) kanatlar arasındaki ayrışmaları ; 

Trump'ın arkasındaki Rusya dostu ABD ulusalcılarının küresel resimdeki rolünü ve Brexit'in küreselciler arasındaki ayrışmada nereye denk düştüğünü çok iyi etüd etmeliyiz.

Nihai tahlilde ; Devlet ve baş hatibi RTE  yeni küresel konjonktürde Ulusalcı ABD,Rusya ve İran ile aynı safta yerini pekiştirdi.

Devlet içindeki Enverist ekol Ankara'daki yerini sağlamlaştırdı ve 2023 yılına Enverist bir Neo-Osmanlı modeli ile girmek için Devlet içinde pürüz kalmadı.

Başta  Neo-Enver RTE ile.

Bu çerçeveden bakınca, son dönemde AKP saflarına geçen ve  devlet içindeki Enverist ekolün en önemli araçlarından Doğu Perinçek'in 

"1-24 Temmuz 1908 ; Hürriyet Devriminin tarihidir"

tweetleri atması boşuna değil.

Ortalıktaki toz duman bulutu dağıldıktan sonra Devlet'in yeniden konsolidasyon çalışmaları çerçevesinde

1) "Açılım" sürecine yeniden start verilmesi

2) Erken seçim yapılarak Başkanlık sistemine geçilmesi

3) Zamanında Evren'in NATO'daki hamilerinin isteği doğrultusunda hazırlattığı vilayet sistemi çalışmasına benzer bir yapı üzerinden federatif yapıya geçiş

4) Devletin Neo-Osmanlı modeli çerçevesinde yeniden re-organizasyonu.
gündeme gelecektir. 

Bunca bayrak sallanan süreç sonrasında "Öcalan" "ev hapsi" üzerinden serbest bırakılırsa hiç şaşmayın. HDP Genel Başkanı Demirtaş'ın bu süreçte araziye uyum sağlayıp sinsi bir sessizliğe bürünmesini bu plan çerçevesinde okuyun.

...

Son bir kaç yılda artık kamuoyunun gözü önünde cereyan etmeye başlayan Devlet içi güç savaşlarının  kanlı bir darbe girişimi ile ortaya saçılmasının arkasında CIA beslemesi Fetullah şebekesinin aslında yıllardır uyguladığı yöntemler mevcut.

Fetullah şebekesinin "Ergenekon" / Balyoz süreçlerinde uyguladığı yöntemleri anlamadan bu darbenin nasıl kurgulandığını anlamamız da mümkün olmayacaktır.

Yıllardır ABD'nin küresel ve bölgesel aracı olarak yetiştirilen Fetullahçılar CIA ve FBI'dan öğrendikleri metodolojileri aynen Devlet içindeki çalışmalarına yansıtmıştır.

ABD'den öğrendikleri önemli kavram ve metodolojilerden bir tanesi de Önleyici Dava/Önleyici Suç (Preventive Law/ Preventive Crime) doktrinidir.

Bu doktrin , normalde suç işlemeyecek kesimleri/kişileri içlerine özel ajanlar sokmak vasıtası ile suça teşvik etmek ve daha sonra suç anında ve sonrası bu kesimleri bertaraf etme üzerine kuruludur.

Fetullahçı şebeke "Ergenekon" sürecini kurgularken , AKP muhalefeti içerisine CMUK 139. maddesi uyarınca gizli soruşturmacılar sokarak, muhalif isimleri belli gruplar altında toplayarak aynı kadrajlara girmelerini sağlamıştır. Daha sonra "Ergenekon" mahkemelerinde insanlar sırf bir yemekte bir araya geldi, bir dernek toplantısında beraber bulundu diye aynı örgüt üyesi olmak suçlaması ile içeri atılmışlardır.

Keza Fetullahçıların bir diğer özelliği ateşteki kestaneyi kendilerinin değil maşaları aracılığı ile tutma başarılarıdır. 

CIA çok başarılı bir şekilde bir istihbarat şebekesini bir cemaat yapısı ile çevrelemeyi başarmış ve bu yolla Devlet içerisinde ve toplumsal zeminde onlarca operasyona imza atmıştır. 

Tabi bunda zamanında Fetullah'ın Türkiye ve ABD'nin ortak malı olmasının ve hatta MGK'nın resmi cemaati olarak faaliyet göstermesinin büyük rolü vardır.

MGK'nın Fetullah cemaatini devlet adına kutsadığı belgeyi görmek isteyenler Ergün Poyraz'ın Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet (Masonlarla El Ele) kitabına bakabilir.

Dünya ile birlikte ABD Devleti ; ABD devleti ile birlikte Türk Devleti kendi içinde ayrı kamplara savruldukça AKP-Cemaat işbirliği de bozuldu ve o noktadan itibaren Fetullah şebekesinin AKP ile birlikte uyguladığı yöntemleri bu sefer AKP'ye karşı TSK içinde kullandığı anlaşılıyor.

Askeri okullara sivil liselerden öğrenci alınmasının 2008 yılında AKP tarafından öönünün açıldığı gözönüne alınırsa ; TSK'daki komuta kademesinin üçte birinin Fetullahçı olması 2016 yılında mümkün değil; 2036 yılında belki. 

Fakat iki şey mümkün:

1) Fetullahçıların TSK'nın kilit bazı mevkilerine - örnek Askeri yargı / adli müşavirlik , personel daire başkanlığı - sızmış olması

2) TSK'nın farklı seviyelerdeki komuta kademesinin en az yarısının AKP muhalifi olması ve bunların da bir kısmının işi darbeye götürecek kadar çılgınlaşması

Yukarıda açıkladığımız yöntemlerle Fetullahçı cuntanın TSK içindeki bu muhalefeti köpürtüp, kışkırtıp ve daha sonrasında AKP'ye karşı sahaya sürdüğü bir darbe girişimi ile karşı karşıya olduğumuz ihtimali en yüksek ihtimaldir.

Keza bu Fetullahçı cuntanın üzerinde başından beri varolan ABD/CIA üst aklı ise hem darbeyi kışkırtmış, hem de bir yandan bu darbenin başarısız olması için gerekli altyapı çalışmalarını yapmıştır.

Devlet'in yeni küresel konjonktür çevresinde ve RTE  liderliğinde re-organizasyonu için gerekli bütün bürokratik ve sosyolojik dinamikler işte bu  "BAŞARISIZ" darbe girişimi üzerinden yaratılarak bugün karşı karşıya olduğumuz "MİLLİ SEFERBERLİK" havası oluşturulmuştur.

Bu MİLLİ SEFERBERLİK havasının ne kadarının Milli, ne kadarının küresel olduğunu ve nereye savrulacağını izleyip göreceğiz.

Darbenin arkasındaki ABD  rolü (Bkz : NATO OSI birimleri)  ortaya çıktıkça Devlet içinde milliler ve küreselcilerin çekişmesi ;

Trump'ın seçilmesi ile birlikte ABD içindeki ulusalcılar ve küreselcilerin çekişmesi;

NATO/ABD/AB içindeki 2. Soğuk Savaş yanlıları ile Rusya ile işbirliği yanlılarının çekişmeleri;

ABD içe döndükçe dünyada İngiltere'nin başını çekeceği Atlantikçilerle Pasifikçiler arasındaki güç dengelerinin gidişatı hepimizin kaderini belirleyecek.

Bugüne kadar milli ve küresel güçlere kitleler nezdindeki karizmasını kiralayan bir lider olarak başarılı bir şekilde dansetmeyi başarabilmiş RTE ve AKP ; küresel filler tepişirken arada kalacak bizler açısından en ulaşılabilir güç odağı olarak karşımızda duruyor.

Muhalefet olarak bu iki odakla dansımız ülkemizin kaderini belirleyecek.

Maalesef; Dansetmeyi Reddetme Şansımız kalmadı.

Nasıl dans edeceğimiz sorusunun cevabını ise başımızı elimizin arasına alıp uzun uzun düşünmeliyiz.

Kendimizi 10 sene sonra ; keşke Esad diktası sürseydi de bu iç savaşın ortasında eriyip gitmeseydik diyen Suriyeliler konumunda bulmak istemiyorsak.

B.G.

http://acikistihbarat.com/Haberler/10603-Haberler-3%20Katmanlı%20Darbe%20Sonrası%20Çok%20Katmanlı%20Muhalefet%20-%20Behiç%20Gürcihan%20-%20Açık%20İstihbarat

..


15 Mart 2017 Çarşamba

Bugün 12 Eylül! Darbe öncesi ve sonrası adım adım yaşananlar,


Bugün 12 Eylül! Darbe öncesi ve sonrası adım adım yaşananlar,

MEHMET SARCAN - ANKARA

12 Eylül 2014, Cuma

Organeral Kenan Evren yönetiminde yapılan 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 34 yıl geçti ancak bütün yaşananlara rağmen darbenin acıları hâlâ sarılmaya çalışılıyor. İşte adım adım darbe öncesi ve darbe sonrasında yaşananlar.

DARBE ÖNCESİ YAPILAN SUİKASLER;

Darbeye adım adım yaklaşırken altyapısı da bir yandan siyasi cinayetlerle hazırlanmaya çalışılıyordu. Darbe öncesinde: 1 Şubat 1979'da Abdi İpekçi İstanbul Teşvikiye'de, 19 Eylül'de Malatya Ülkü Ocakları eski başkanı Mürsel Karataş İstanbul Sultanahmet'te, 7 Aralık 1979'da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden Cavit Orhan Tütengil İstanbul Levent'te, 27 Mayıs 1980'de Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak Ankara'da, 24 Haziran 1980'de Milliyetçi Hareket Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok evinde eşi ve kızıyla birlikte, 15 Temmuz 1980'de Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu Şişli'deki işyerinde, 19 Temmuz 1980'de Eski Başbakan Nihat Erim İstanbul'da Dragos Deniz Kulübü'nden çıkarken, 22 Temmuz 1980'de DİSK ve Maden-İş Sandikası Genel Başkanı Kemal Türkler İstanbul Merter semtinde silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

YÜZ GÜN PLANI

Üçüncü Ecevit hükümetinin istifasından sonra Milliyetçi Hareket Partisi, Milli Selamet Partisi'nin hükümete alınmasına karşı çıktığı için Üçüncü Milliyetçi Cephesi gerçekleştirilememiş ve 12 Kasım 1979'da Süleyman Demirel'in başbakanlığında azınlık hükümeti kurulmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi ve Milli Selamet Partisi bu hükümeti dışarıdan desteklemiştir. Demirel, 'Yüz Gün Planı'nı açıklayarak anarşi ve enflasyon olmak üzere 2 temel sorununu 100 günde çözeceğini iddia etmiştir. Bu plan tartışmalara yol açmış ancak tartışma yüz günün hükümetin güvenoyu aldığı 25 Kasım 1979'dan itibaren mi yoksa Demirel'in planı açıkladığı 8 Aralık 1979'dan itibaren mi sayılacağı konusuna odaklanmıştır.

TSK'NIN UYARI MEKTUBU

27 Aralık 1979'da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'un imzasını taşıyan, ülkedeki iç karışıklıkla ilgili bir uyarı mektubu, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e gönderildi. 1 Ocak 1980'de Çankaya Köşkü'nde Kenan Evren ve kuvvet komutanlarıyla bir görüşme yapıldı. Görüşmede, "Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir." vurgusu yapıldı.

24 OCAK KARARLARI

Ekonomik olarak yaşanan istikrarsızlık, üretimin azalması ve karaborsacılığın oluşması gibi nedenlerin ortadan kaldırılması için kamu harcamalarının sınırlandırılması, ücretlerin düşürülmesi, serbest döviz kuru gibi ekonomik önlemler alınması kararlaştırılmıştır. Bunun için Süleyman Demirel Turgut Özal'ı başbakanlık müsteşarlığına atadı ve IMF ile bu kapsamda bir anlaşma imzalandı.

"BU ZİHNİYET, MİLLETİ ALDATMANIN FIRSATINI YİNE BULACAKTIR"

Şubat 1980'de Milli Selamet Partisi Başkanı Necmettin Erbakan, Demirel hükümetini kerhen (istemeyerek) desteklediğini açıkça dile getirmiştir. Bundan 43. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti 'Kerhen Milliyetçi Cephe' (MC) olarak anılmaya başlamıştır. Erbakan, 13 Mart 1980 yılındaki ve 23 Nisan 1980 tarihli basın toplantılarında şu ifadeleri kullandı: "Kadayıfın altı kızarmadan bu hükümeti uzaklaştıracak olursanız, bu zihniyet milleti aldatmanın gene fırsatını bulacaktır. Onun için kadayıfın altının kızarmasını bekleyeceğiz. 18 Mayıs'a MSP il başkanları toplantısına kadar bekleyeceğiz. Kadayıfın altının kızarıp kızarmadığına bakacağız."

YENİ CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ BUNALIMI

Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresi dolduğu sırada Meclis'teki en büyük 2 partinin liderleri Ecevit ile Demirel daha Cumhurbaşkanlığı için aday bile belirlememişlerdi. Son anda adaylar bulundu. Seçimler sırasında hiçbir aday cumhurbaşkanı olmak için yeter oyu alamıyordu. Meclis onlarca defa tekrar oylama yaptı fakat bir türlü yeni cumhurbaşkanı seçilemedi.

BAYRAK HAREKATI

17 Haziran'da Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, kuvvet komutanları ve Genelkurmay II. Başkanı Necdet Öztorun'u çağırmış ve kod adı 'Bayrak Harekâtı' olan bir darbenin 11 Temmuz 1980'de gerçekleştirilmesi bildirmiştir. "Bütün Ordu Komutanlarına; Bayrak Planı'nın uygulanmaya giriş günü 11 Temmuz, saati ise 04.00'dır."

Ancak 2 Temmuz'da Süleyman Demirel hükümeti güvenoyu aldığı için ertelenmiştir. Daha sonra 28 - 31 Ağustos'ta '5 Eylül 1980'den itibaren her an hazır olunması' bildirilen 'Bayrak Harekâtı' emirleri özel kuryelerle komutanlara teslim edilmiştir.

ZAFER BAYRAMI VE KUDÜS MİTİNGİ

Necmettin Erbakan, " Karadeniz şehirlerinden birisinde vefat eden bir din adamının cenaze törenini neden olarak göstererek 30 Ağustos Zafer Bayramı'nın Anıtkabir'deki kısmı ile Genelkurmay Başkanlığı'nda yapılan kutlama törenlerine katılmamıştır. 23 Temmuz 1980'de İsrail'in Kudüs'ü başkent ilan etmesi sonucu Milli Selamet Partisi (MSP) 6 Eylül Cumartesi günü Konya'da 'Kudüs'ü kurtarma yürüyüş ve mitingi' düzenlemiştir. Bu mitinge 100 bin kişinin üzerinde katılım olmuş, iddiaya göre miting sırasında okunan İstiklal Marşı topluluk tarafından yuhalanmıştır. Betül Tiftik, mitingi partilerinin yapmadığını belirterek şu ifadeleri kullandı: "Konya mitingini MSP olarak biz yapmadık. Bütün partilerin sahip çıkması için bir tertip heyeti düzenlendi ve önemine binaen, bütün partileri ve liderleri davet etti." Ancak dönemin MSP'li Konya Belediye Başkanı Mehmet Keçeciler, mitingin MSP tarafından düzenlendiğini, hatta kendisinin mitingden önce Necmettin Erbakan ve Oğuzhan Asiltürk'le, Ankara'da MSP Genel Merkezi'nde bu mitingi iptal ettirmek için görüştüğünü, iptal ettiremeyince MSP'den istifa ettiğini, fakat bununda kabul edilmediğini yıllar sonra belirtti.

VE DARBE

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşan Milli Güvenlik Konseyi, radyodan okunan ilk bildiriye göre "İç Hizmet Kanunu'nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.

12 Eylül tarihli 2 numaralı bildiriyle ülke genelinde 13 sıkıyönetim bölgesine 13 general sıkıyönetim komutanı olarak atanmıştır. 7 numaralı bildiriyle siyasi partilerin faaliyetleri yasaklanmış olduğunu ve Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışındaki derneklerin faaliyetlerinin de durdurulmuş olduğunu duyurulmuştur. Emniyet Genel Müdürlüğü başta olmak üzere polis teşkilatı Jandarma Genel Komutanlığı'nın emrine verilmiştir. Darbe günü Emniyet ve MİT üst düzey yöneticileri Genelkurmay Başkanlığı'na davet edilmiş ve TRT ile PTT genel müdürleriyle beraber tecrit edilmişlerdir.

    20 Eylül'de Kenan Evren eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülend Ulusu'yu başbakan olarak görevlendirmiş ve 21 Eylül'de Ulusu'nun sunduğu bakanlar kurulu listesi, Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanmıştır.

    " HÜKÜMETİNİZ FES EDİLMİŞTİR "

    Darbenin gece 03.00'da ilanından sonra aynı gün sabah saat 05.30'da Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan'a Genelkurmay Başkanı Kenan Evren tarafından birer tebliğ gönderildi. Tüm tebliğlerde "TSK yönetime el koymuştur. Hükümetiniz feshedilmiş, parlamento üyeliğiniz düşmüştür. Talimatı getiren subayın ikazlarına uyunuz" ifadesiyle birlikte gidecekleri adresler belirtilmektedir. Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel için Hamzaköy Gelibolu adresi belirtilirken, Necmettin Erbakan'a ise Uzunada İzmir adres olarak verilir. Ecevit ve Demirel eşleriyle birlikte aynı uçakla Hamzaköy'e götürülür. Yaklaşık bir ay boyunca, 11 Ekim 1980'e kadar burada kaldılar. Necmettin Erbakan aynı gün uçakla Uzunada'ya götürülür. Alparslan Türkeş evinde bulunamadığı için Milli Güvenlik Konseyi, 13 Eylül'de bir bildiri ile teslim olmaması halinde suçlu duruma düşeceğini belirtir. Bunun üzerine 14 Eylül'de Ankara Merkez Komutanlığı'na teslim olur ve Uzunada'ya gönderilir.

    " ASMAYALIM DA BESLEYELİM Mİ? "

    Darbeden sonra ilk idamlar 9 Ekim 1980 tarihinde gerçekleşmiştir. İlk olarak sol görüşlü Necdet Adalı, Ardından ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu idam edilmiştir. 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkûm edilen Erdal Eren, idam kararı Yargıtay tarafından 2 kere iptal edilmiş olmasına rağmen, Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan kararla 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Ulucanlar Cezaevi'nde idam edilmiştir. Kenan Evren, 3 Ekim 1984'deki Muş gezisi sırasında yaptığı konuşmada Erdal Eren'in idamına ilişkin şunları söylemiştir: "Şimdi ben, bunu yakaladıktan sonra mahkemeye vereceğim ve ondan sonra da idam etmeyeceğim, ömür boyu ona bakacağım. Bu vatan için kanını akıtan bu Mehmetçiklere silah çeken o haini ben senelerce besleyeceğim. Buna siz razı olur musunuz?"

    DARBENİN BİLANÇOSU

    1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1'i Asala militanı). İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi. 71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı. 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 14 kişi açlık grevinde öldü. 16 kişi kaçarken vuruldu. 95 kişi çatışmada öldü. 73 kişiye doğal ölüm raporu verildi. 43 kişinin intihar ettiği bildirildi.

(CİHAN)

http://www.zaman.com.tr/gundem_bugun-12-eylul-darbe-oncesi-ve-sonrasi-adim-adim-yasananlar_2243660.html


11 Mart 2017 Cumartesi

Fırat Kalkanı’nda El-Bab ve Sonrası,



Fırat Kalkanı’nda El-Bab ve Sonrası,


Oytun Orhan
2017-02-20

Fırat Kalkanı Harekatı’nda kritik bir aşamaya gelindi. Operasyonun Münbiç ile beraber iki nihai hedefinden biri olan El-Bab’ın ele geçirilmesi için şehir savaşı başladı. Esasında Fırat Kalkanı yaklaşık iki ay önce El-Bab’a ulaşmıştı. Ancak Fırat Kalkanı’nın El-Bab kapısına dayanması ile beraber o zamana görülmemiş şekilde yerel ve bölgesel bazı aktörlerden itirazlar yükselmeye başladı. El-Bab’ın kritik önemi nedeni ile hem DEAŞ yüksek bir direnç göstermeye başladı hem de yakaladığı “tarihi fırsatı” kaçırmak istemeyen PYD/YPG El-Bab sırasının kendisine geçmesi için Türkiye’nin askeri başarısızlığına yatırım yapmaya başladı. El-Bab kuşatmasına paralel Türkiye içinde artan PKK ve DEAŞ eylemleri bu çerçevede görülebilir. El-Bab’a kadar Fırat Kalkanı’na ciddi itiraz yükseltmeyen İran, Rusya ve Suriye rejiminden de aykırı sesler duyulmaya başlandı.



Bedel ağır olabilir,

Rusya ile yapılan görüşmeler neticesinde El-Bab konusunda sıkıntı aşıldı ve hatta iki ülke Hava Kuvvetleri arasında imzalanan mutabakat ile operasyonlar koordineli şekilde yürütülmeye başlandı. Sonrasında Rus uçaklarının da El-Bab’ta DEAŞ hedeflerini vurmaya başlamasına şahit olduk. Ancak İran ve rejimin itirazları somut karşılığa dönüştü ve Kasım 2016 ayı sonunda El-Bab çevresinde gerçekleşen rejim hava saldırısı sonucunda dört Türk askeri hayatını kaybetti. Daha sonraki günlerde saldırı öncesinde o bölgede İran destekli milis güçlere ait bir insansız hava aracının dolaştığı bilgisi basına yansıdı.

Türk ordusunun operasyonları neticesinde DEAŞ militanlarının El-Bab’ın güneyinden bırakılan koridor üzerinden Rakka’ya doğru çekileceği beklentisi vardı ancak örgüt tersine bu açık hattı şehirdeki savunmasını tahakküm etmek için kullandı ve daha fazla sayıda savaşçısını şehre gönderdi. Türkiye karşılık olarak uzunca bir süre dışarıdan top atışları ve havadan uçak saldırıları ile örgütü zayıflatmaya çalıştı. Sonucunda 8 Şubat 2017 gecesi şehri ele geçirmek için operasyon başlatıldı ve Türkiye destekli Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) güçleri şehrin batı tarafından merkeze girmeye başladı. Şehirdeki DEAŞ savaşçı sayısı operasyonlar neticesinde azaltılmıştı ancak Rakka’dan takviye ile halen 700 civarında DEAŞ’lının El-Bab’ı savunmak için mevzilendiği düşünülüyor. DEAŞ ciddi bir zayıflama eğilimi içinde olsa da en önemli gücü motivasyon. Örgüt çok sayıda savaşçısını intihar saldırısına yönlendirebilme kapasitesine sahip. Bu da hem kaybın artmasına hem de sürenin uzamasına neden oluyor. Bu durum en nihayetinde şehrin ÖSO kontrolüne geçeceği ancak bedelin biraz ağır olabileceği anlamına geliyor.

Türk ordusu ve ÖSO’nun ilerleyişine paralel rejime bağlı güçler de Halep şehrinin kuzeydoğusundan El-Bab’a doğru ilerlemeye başladı. Bu ilerleyiş ÖSO ve rejim güçlerinin El-Bab’ın batı kısmında sınırdaş olması ile sonuçlandı ve bu da taraflar arasında çatışmaları tetikledi. ÖSO ile rejimin sınırdaş olması birçok kaza yaşanabileceği anlamına geliyor. Yerel çaptaki çatışmalar bir anda büyüyebilir. Ancak gerginliğin tırmanarak çatışmaların büyümesi düşük olasılık zira hem Türkiye hem de Rusya durumun sakinleşmesi yönünde tavır alacak ve sahadaki taraflara ateşkese uymaları yönünde telkinde bulunacaktır. Ancak her iki kanat içinde de ateşkesi sabote etmek isteyecek aktörler olabileceği unutulmamalı. İran Devrim Muhafızları ve bazı rejim unsurlarının Suriye’de savaşı sürdürme yönünde tavır aldığı, Türkiye-Rusya yakınlaşmasından rahatsız olduğu biliniyor. Rejim-ÖSO karşılaşması Suriye’de ateşkesi, Astana sürecini sabote etmek için son derece uygun bir ortam sunabilir. ÖSO-Rejim çatışmasında belirleyici olacak olan Rusya’nın çatışmaları önleme konusunda ne kadar samimi olacağı.

Fırat Kalkanı’nın Geleceği;

El-Bab’ın ÖSO kontrolüne geçmesi ve rejim güçlerinin güneyden ilerleyişi neticesinde El-Bab-Halep yolu taraflar arasında sınır oluşturabilir. Rejimin El-Bab’a yönelmesinin ise birkaç nedeni olabilir. Astana süreci ile ateşkes sağlanmış ve siyasi çözüm yolunda irade ortaya konmuş olsa da Türkiye ve Suriye tarafları birbirinin niyetlerine güvenmiyor. Rejim ve İran El-Bab’ın güneyinden PYD/YPG bölgelerine ulaşarak Fırat Kalkanı’nın El-Bab sonrasında doğuya, Rakka’ya uzanmasının önünü kesmek istiyor olabilir. Rejim ve İran açısından Rakka ve Deyr ez Zor kesinlikle kaybedilmiş bölgeler değil ve Halep sonrasında daha büyük bir özgüvenle buralara geri dönmenin planlarını yapıyorlar. İran için bu bölgeler Irak’taki Haşti Şaabi (İran destekli milis yapılanma) ile coğrafi bağlantıyı sağlamak açısından hayati önemde. Rejim de doğal olarak şartlar elverirse her karış Suriye toprağına geri dönüşün yollarını aramakta. Her tarafı DEAŞ ile çevrelenmiş olduğu halde rejim güçlerinin Deyr ez Zor’da halen direniyor olması başka türlü açıklanamaz.

Bütün bunlara rağmen rejimin güneyden El-Bab’a doğru ilerleyişi Türkiye açısından fırsat da sunmaktadır. Rejimin araya girmesi DEAŞ’ın Rakka’dan ikmal hattını keserek Türkiye ve ÖSO’nun El-Bab’ta rahatlamasını sağlamıştır. Bunun da ötesinde ÖSO ile birlikte rejim güçlerinin de PYD/YPG bölgelerinin arasına girmesi “Kuzey Suriye Federasyonu” açısından büyük bir darbe.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ifade ettiği üzere Fırat Kalkanı’nın daha güneye inmesi söz konusu değil. El-Bab’ın ÖSO’ya geçmesi ile beraber Fırat Kalkanı’nın DEAŞ ile sınırdaşlığı sona erecek ve yeni hedef YPG olacaktır. YPG ile mücadele açısından ilk aşamada iki bölge öne çıkıyor. Birincisi Münbiç ve diğeri Afrin. Türkiye Münbiç’te ABD, Afrin’de de Rusya ile koordineli bir şekilde süreci götürmek durumunda kalabilir.  Bu süreçte belirleyici unsur Trump’ın Suriye’de DEAŞ ile mücadelede nasıl bir yol izleyeceği olacak. Trump’ın Başkanlığı devraldığı sırada yaptığı konuşmada vurguladığı üzere Suriye’de  ve hatta dış politikada önceliği DEAŞ ile mücadele. Bu açıdan ABD’nin Suriye politikası Obama döneminden çok büyük bir farklılık taşımayabilir. Sadece ABD’nin Suriyeli muhaliflere zaten sınırlı olan desteği azalacaktır. 

Ancak Trump yönetiminin DEAŞ ile mücadelede nasıl bir yol izleyeceği, hangi aktörlerle işbirliği yapacağı Münbiç ve sonrasında Fırat’ın doğusundaki YPG bölgelerinin kaderini belirleyecek gibidir. 

İlk işaretler birbiri ile çelişiyor. Trump ve ekibindeki isimlerden Türkiye-ABD ilişkileri, Suriye’de Türkiye ile işbirliğine dönük olumlu mesajlar geliyor. Ancak aynı yetkililer YPG ile ittifakın önemine ve sürdürülmesi gerektiğine de vurgu yapıyor. ABD her ne kadar net bir tercihe zorlanacak olsa da bunu yapmaktan kaçınacak gibidir. Muhtemelen YPG ile işbirliğine devam edilecek, Rakka kırsalının tamamı YPG’ye teslim edilecek, Rakka merkezine operasyon gündeme geldiğinde de Türkiye ve daha fazla Rakkalı Arap’ın dahil olacağı bir plan üzerinde çalışacaktır. YPG ile işbirliğine devam ederken de Türkiye tarafına yönelik “ Hasar Kontrolü ” çabası içinde olabilir. ABD, bazı tavizler üzerinden Türkiye’yi “rahatlatacak” açılımlar yapmak isteyebilir. 

ABD bakışına göre “ Türkiye şimdi itiraz etse de uzun vadede yeni gerçeklik ile birlikte yaşayabilir.” Bu açıdan Türkiye-Irak Kürt Bölgesi ilişkisi örnek olarak veriliyor. Buna göre “ Türkiye Irak Kürt Bölgesi kurulurken de itiraz etmiş ancak sonrasında sıkıntı kalmamış ve iyi ilişkiler kurulmuştur.” Ancak muhtemelen ABD tarafının anlamadığı Türkiye açısından sorunun Kürt değil ancak “PKK bölgesi” kuruluyor olması. Bu da Türkiye’nin hasar kontrolü ile yatıştırılamayacağı anlamına gelebilir.

İdlib’teki gelişmeler,

Kuzey Suriye’de Türkiye’yi yakından ilgilendiren diğer bir süreç İdlib’te yaşanmakta.  Türkiye-Rusya yakınlaşması, Halep’in düşüşü ve en nihayetinde Astana süreci İdlib merkezli muhalifler arasında yeni bir tartışma başlattı ve derinleşen görüş ayrılığı sıcak çatışma ile sonuçlandı. İdlib’teki en güçlü grup olan Nusra Cephesi (yeni adıyla Şam’ın Fethi Cephesi) ve diğer bazı muhalif gruplar askeri çözüm konusunda ısrarcı davranmakta. Bu da söz konusu muhalif grupların Nusra Cephesi liderliği altında birleşmesi ve “Hai’at Tahrir al-Sham” adı altında yeni bir çatı oluşum kurması ile sonuçlandı. Diğer grupta yer alan muhalifler ise Ahrar eş-Şam liderliği altında Nusra’ya karşı birlikte hareket etme temelinde bir araya gelmekte. Bu kesim Astana sürecini desteklemekte ve muhtemelen Türkiye’ye daha yakın duran gruplardan oluşuyor. Güç dengeleri açısından bakıldığında “Hai’at Tahrir al-Sham”’ın diğer gruba karşı çok daha güçlü konumda. Dolayısıyla çatışmaların devam etmesi İdlib’in büyük ölçüde Nusra Cephesi kontrolü altına girmesi ile sonuçlanabilir. Türkiye’nin tavrını Ahrar liderliğindeki bloktan yana koyacağı ortada. Ancak mevcut bölünme süreci Türkiye açısından salt riskler içermiyor. Türkiye-Rusya mutabakatının ana maddelerinden biri de ılımlı muhaliflerin DEAŞ ve Nusra Cephesi gibi radikallerden ayrıştırılması. İdlib’te muhalifler tablosu o kadar karmaşık ki bu ayrımın nasıl yapılacağı ve Türkiye’nin nasıl rol oynayacağı belirsizdi. Ancak İdlib’teki gelişmeler ile saflar netleşmekte. Türkiye ise yoluna siyasi çözümü destekleyen ılımlı muhaliflerle devam edecektir.

Bu yazı “Fırat Kalkanı’nda El-Bab ve Sonrası” başlığı ile Star Gazetesi’nde yayımlanmıştır.

http://www.orsam.org.tr/index.php/Content/Analiz/5070?s=orsam|turkish


***