RUSYA KİMİN DOSTU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
RUSYA KİMİN DOSTU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Nisan 2017 Perşembe

RUSYA KİMİN DOSTU.? BÖLÜM 2


RUSYA KİMİN DOSTU.? BÖLÜM 2


Putin

Rusya Bakü-Ceyhan Boru Hattı’na da karşı

Son yıllarda Ruslar’la Türkler’i karşı karşıya getiren bir başka mesele de Bakü-Ceyhan Boru Hattı projesi. Bu projeyle birlikte Azeri petrolleri Türkiye üzerinden Akdeniz’e aktarılacak. Böylece Türkiye ekonomik anlamda muazzam bir gelire sahip olacak. Ekonomik getirisinin yanı sıra bu projeyle birlikte Türkiye’nin Ruslar’ın etki alanındaki diğer Türk Cumhuriyetleriyle bağları sağlamlaşmaya başlayacak.

Kısaası Bakü-Ceyhan boru hattı aynı zamanda Türkiye’yi Orta Asya’ya bağlayacak. Ruslar, bu projeye hem Türk dünyası arasındaki ilişkileri güçlendireceği için, hem de Türkiye’ye büyük ekonomik getirisinden korktuğu için karşı çıkıyor.

Rus-Türk ilişkilerinin geldiği noktayı kısaca özetlersek, tarihsel Rus-Türk düşmanlığının aynen devam etitğini görüyoruz. Ruslar Türkiye’nin temel dış politika meselelerinin istisnasız tümünde Türk karşıtı tavır alıyor. Bunda yılların Türk düşmanı birikiminin yanı sıra Rus-Türk çıkarlarının Orta Asya-Ortadoğu-Balkan hattında sürekli çatışması da önemli rol oynuyor.

Tarihsel Türk düşmanlıklarını itiraf eden Ruslar

Ruslar’ın bu tarihsel Türk düşmanlığı bizim yarattığımız bir paranoya değil. Tarihten, haritalardan anlayamayanlara Ruslar’ın kendi dış politika metinlerini incelemelerini öneririz.

Ruslar’ın yüzyıllardır en büyük emeli sıcak denizlere ulaşmaktır. Batı’da Polonya ve Almanya, Doğuda Çin ve Japonya, güneyde yine Çin, Hindistan ve Afganistan ve hem güney hem de batıda Türk dünyası Ruslar’ın sıcak denizlere ulaşmasını engelleyen stratejik düşmanlarıdır. Türkler, Ruslar’ın en kolay alt edeceğini sandığı, sıcak denizlere en yakın olan ülkedir. Bu nedenle son 300 yıl boyunca Ruslar en çok Türkler’le savaşmış, en büyük genişlemesini de Türkler’e karşı gerçekleştirmiştir.

II. Katerina

Avrasyacılığın en büyük teorisyenlerinden, Rus Parlamentosu’nun ve Genelkurmayı’nın jepolitik danışmanı Aleksandr Dugin, Rus-Türk düşmalığı bakın şöyle itiraf ediyor:

“Bir ulus devlet ve NATO ülkesi olarak Türkiye, Avrasya projesi için yeterince hasım bir oluşumdur: Böylesi bir Türkiye ile Rusya’nın ortak hedeflerinden çok daha fazla jepolitik çelişkileri bulunmaktadır. Realist olmak ve durumu aklıselimle değerlendirmek gerekir: Ankara’nın Çeçen ayrılıkçılarına belirli düzeyde yardımı, eski Türk-Ermeni sürtüşmeleri, Bakü’de Moskova karşıtı atmosferin desteklenmesi, Bakü-Ceyhan petrol boru hattı inşasıyla ilgili tüm konular, Atlantikçi (ABD’ci) ve Avrupa karşıtı stratejinin parametrelerine açıkça uygun düşmektedir. Bu durumda Rusya, İran’la ilişkilerin pekiştirilmesinden, Ermenileri öncelikli olarak desteklemeye, Kıbrıs konusunda Rumlar lehine lobicilikten, Kürt isyancılar ve İslamcı gelenekselciler ile samimi ilişkilere varıncaya kadar geleneksel bir karşı hareketler sistemine otamatik olarak itilmektedir.”

Korkunç İvan










Rusya Bilimler Akademisi Afrika-Asya Araştırmaları Enstitüsü Rektörü Prof. Dr. Mihail Meyer ise şöyle demektedir:
“Bu iki yüzyıl boyunca (18.-19.) Rus-Türk ilişkilerinin gelişimi oldukça dramatik ve çelişkili olmuştur. Bu dönemde askeri çatışmalar (iki yüzyılda sekiz savaş) sıklaşmıştır. Hemen hemen her yeni neslin bir sonraki çatışmaya katıldığı koşullarda, Rus ve Türklerin bilinçlerinde diğer taraf hakkında “ezeli can düşmanı” imajının yerleşmesi için geniş olanaklar ortaya çıkmıştır.”
Meyer Ruslar’ın Çargrad olarak adlandırdığı İstanbul’un kapılarına Rus mührünü vurmak istediğini de yazmaktadır.
Rusya da emperyalisttir
Rusya, tarihin gördüğü en sömürgeci ülkelerden biridir. Ruslar’ın emperyalist karakterinin AB ve ABD’den hiçbir farkı yoktur. İki dünya savaşında da Rusya dünyayı paylaşma mücadelesinde yerini almıştır.

Stalin











Ruslar aslında Moskova çevresinde yaşayan bir Doğu Avrupa milletidir. Ancak Ruslar’ın etki alanı Asya’nın tüm kuzeyini, Orta Asya’daki Türk dünyasını, Balkanlar’ı ve Doğu Avrupa’yı kapsar. Hele hele Sovyet döneminde bunlara Angola’yla birlikte Afrika, Küba ile birlikte Amerika, Afganistan ve Vietnam ile Güney Asya da eklenmiştir.
Ruslar’ın nüfuz alanının genişletme tarzı da AB ve ABD’den hiç de farklı değildir. Kimi yerlere silah zoruyla işgal ederek, kimilerine nüfuz ajanları vasıtasıyla, kimilerinde darbeler yaparak...
Ruslarla ittifak Rus emperyalizminin güdümüne sokar
Ruslar emperyalist karakteri nedeniyle hiçbir milletle eşit düzeyde ilişki kuramaz. İlişki kurduğu tüm ülkeleri sömürgeleştirmek zorundadır. Sovyet döneminde de bunun pek çok örneğine rastlanmıştır. Avrasyacılığa benzer şekilde, Ruslarla ittifak politikası yürüten tüm ülkeler zamanla Sovyet uydusu haline gelmiştir. Küba, Vietnam, Saddam dönemi Irak, hatta Nasır dönemi Mısır... Bu ülkeler Ruslar’la çok yakın ilişki kurmuşlar, bölgelerinde Rus çıkarlarını savunmuşlardır. Ancak Ruslar onları müttefik olarak değil, sömürülecek paylaşılacak toprak olarak görmüştür.
Günümüzdeki Avrasyacı tezlere benzer görüşler Türkiye’de ortaya çok atılmıştı. 30’lu ve 40’lı yılların TKP’si Türkiye’nin dış politika seçeneğinin SSCB’yle dostluk olduğunu yıllarca savunmuş, sonunda Türkiye’de Rus çıkarlarını savunan ufak bir grup haline dönüşmüştür. 70’lerde de TKP, Rus dostluğunu savunmuş ve sonuçta Rusçuluğu Ruslar’ın Türkiye’yi işgal ederek kurtarmasını isteyecek noktaya götürmüştür.
Lenin’den sonra Rus-Türk dostluğunu bunca kişi savunmuştur ama bir türlü gerçekleşememiştir. Hatta, Rus-Türk dostluğunu savunanlar da Rus ajanları haline gelmiştir. Dolayısıyla bir Türk-Rus kardeşliği ya da dostluğu inşa etmeye çalışmak çok gerçekçi bir proje değildir.
Türkler’le ittifak Ruslar’ın umurunda değil
Avrasyacılık Rusya için bir ittfaklar meselesi değil, dünyayı paylaşma projesidir. Rus jeopolitikçilere göre, ABD, Rusya’nın ilk hedefi olmalıdır. ABD’yi zayıflatana kadar da ABD’nin potansiyel düşmanlarını kullanmalıdır: Japonya, AB, Çin.
Avrasyacılık işte bu ülkelerin bir araya gelmesidir. Kısacası Avrasyacılık denen kavram aslında ABD’ye karşı Avrupa, Rusya, Çin ve Japonya emperyalizmlerinin geçici ittifakıdır. Aynen dünya savaşları öncesinde olduğu gibi, emperyalistlearası bir kutup yaratılmaya çalışılıyor.

Hiçbir Avrasyacı metinde Türkler müttefik olarak değerlendirilmiyor. Tersine, Ruslar’ın Orta Asya, Balkanlar ve Kafkaslar’daki çıkarlarını tehdit etmesi nedeniyle altedimesi gereken düşman olarak belirtiliyor. Türkiye laik karakteriyle de bir tehdit. Rusya, Arap ülkelerinde ve orta Asya’da şeriatçılığı özendirerek güçlenmeyi planlıyor. Bu noktada İran Rusya için daha iyi bir müttefik olarak ortaya çıkıyor. Dugin’in kaleminden Ruslar’ın Türkler’le ittifak gibi bir derdi olmadığını görebiliyoruz:

“(Avrasyacı jeopolitik projede) Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’daki çıkarları hiç dikkate alınmayacağından bu ülkeye ‘günah keçisi’ rolünü biçmek gerektiği önemle dikkate alınmalıdır. Dahası muhtemelen Türkiye’deki Kürt ayrılıkçılığını desteklemek ve aynı zamanda İran’a etnik olarak yakın olan halkları laik-Atlantikçilik kontrolünden çıkarmak niyetiyle ön planasürmek gerekir. Bunun telafisi için Türkiye’ye Bağdat, Şam ve Riyad yoluyla güney istikametinde gelişimi teklif etmek veya Türkiye’de jeopolitik gidişatın temelden değişimi maksadıyla İran yanlısı köktencileri ve uzak gelecekte Atlantik karşıtı ve Avrasyacı vasıfla Orta Asya Bloku’na girişi tahrik etmek lazımdır. Moskova-Tahran ekseni Avrasya jeopolitik projesinin esasını oluşturmaktadır. İran İslamı, kıtasal bloka giriş için İslam’ın en iyi versiyonudur ve işte bu versiyon Moskova tarafından öncelikle desteklenmelidir.”

Dolayısıyla Türkiye’de bağımsızlıkçı dış politika seçeneği diye ortaya sunulan Avrasyacılık’tan Ruslar’ın anladığı, Moskova-Berlin-Tokyo-Tahran eksenini kurarak ABD’ye karşı bir stratejik ortaklık kurmaktır. Ruslar’ın anti-emperyalizm gibi bir derdi yoktur. Türkiye’ye bu ortaklıkta yer verilmemektedir. Tersine, İttifakın temel öğelerinden biri olan İran’a tüm İslam ülkelerinin liderliği görevi verilmekte, Türkiye’nin de İran tipi şeriatçı bir yönetime dönüşmesi gerektiği savunulmaktadır.

Orta Asya’daki Türk varlığı Ruslar için büyük tehdit olduğundan, bu bölgede de İran’ın dini liderliği öne çıkarılmakta, Türkiye’nin bölgedeki etkisi kırılmak istenmektedir. Hatta, Türkiye’deki Kürtçü bölücü terör desteklenerek Türkiye’nin daha da güçsüzleştirilmesi düşünülmektedir.

Rus-Çin-Türkiye ittifakı gerçekçi değil

Devletler dış politika seçeneklerini oluştururken pek çok etkeni birden hesaba katmak zorundadır. Öncelikle önerilen seçeneğin gerçekçi olup olmadığına bakmak gerekir. coğrafi, ekonomik ve jeopolitik olarak birbirine bu kadar karşı iki milletin, Ruslar’la Türkler’in ittifakı hiç de gerçekçi değildir.
Türkiye ile Rusya’nın devlet rejimleri de çok farklıdır. Rusya’da köklü bir Ortodoks devlet geleneği vardır ve dinin SSCB dönemindeyken bile etkisi çok büyüktür. Türkiye ise laik bir ülkedir. Zaten Türkiye’ye Avrasya ittifakında sadece ve sadece laikliği bırakırsa yer verileceği tüm Avrasyacı metinlerde söylenmektedir. Laiklik yalnız Rusya’nın Ortodoks yapısından değil, Orta Asya’daki Türkler’de milliyetçiliği uyandıracak diye de tehlike olarak görülmektedir.

Bu ittifaka Çin’i de ekleme çabaları oldukça gülünçtür. Ruslar, Türkler’i müttefik olarak görmediği gibi Çin’i de düşman olarak görmektedir. Çünkü Orta Asya, Moğolistan, Mançurya ve Çinhindi iki ülkenin 150 yıldır uğrunda mücadele ettikleri topraklar olmuştur ve bu sorunlar hâlâ çözülememiştir. İki ülke tarihleri boyunca hiç dost olmamıştır. En çok dost olabilecekleri dönemde, iki ülkenin de komünist partilerce yönetildiği dönemlerde bile, birbiriyle çatışmış Çin ve Rusya’nın ittifak kurmasını beklemek gerçekçi değildir.
Zaten ne Ruslar, ne de Çinliler böyle bir ittifakın peşinde değildir. İki ülke arasında son dönemde görüşmeler yapılmaktadır, ancak bunlar bir ittifak değil, saldırmazlık görüşmelerine benzemektedir. İki ülke de birbirini kollamakta, birbirine saldırmasa bile, bir müttefik olarak göremeyecek derecede birbirine karşı dış politika seçenekleri oluşturmaktadır.
Çin-Türkiye ilişkilerine baktığımızda da farklı bir tabloyla karşılaşmıyoruz. Türkler’le Çinliler arasında binlerce yıl öncesine kadar dayanan tarihsel bir düşmanlık vardır. Çinliler’in bu tarihsel düşmanlığı halen devam etmektedir. Bugün Doğu Türkistan’ı sömüren, o bölgedeki Türkler’i asimile etmeye çalışan, çocuk yapmalarına bile izin vermeyen Çinliler’in Türk düşmanı olmadığı söylenebilir mi? Anlaşılan Çin Seddi’ni ören anlayış hâlâ yaşamaktadır.
Öyleyse karşımıza ucube bir dış politika seçeneği çıkmaktadır. 300 yıldır Anadolu dışındaki tüm Türk dünyasını sömüren, tüm dış politika konularında Türkiye’nin karşısında yer alan, İstanbul’u ikinci başkenti olarak gören Ruslar’la ittifak yapmamız istenmektedir. Doğu Türkistan’ı sömüren Çin’le anlaşmamız istenmektedir. Üstelik bu ülkelerden Türkiye’ye böyle bir ittifak çağrısı da yapılmamıştır Hatta bu ülkeler böyle bir ittifakın yanlışlığını ve imkansızlığını yıllardır yazmaktadır.

Avrasyacı ver - Kurtulculuk

Yıllardır ver-kurtulcular eleştirilir. Ancak ver-kurtulcuları eleştirenlerin bir kısmının saf bir şekilde Avrasyacılığın kuyruğuna takılması düşündürücü. Avrasyacılığın bir tür ver-kurtulculuk olduğunu görmek gerekiyor.
Avrasyacılığı savunmak demek Ruslar’ın 300 yıldır ezdiği ve sömürdüğü Türkler’i savunmamak demektir. Tatar Türkleri’nin durumu Batı Trakya Türkleri’nden çok da farklı değildir.

Aynı şekilde Doğu Türkistan da yüzyıllardır Çin’in baskı ve sömürüsü altındadır. Bugün Avrasyacılığı savunmak Doğu Türkistan ve Orta Asya’da soydaşlarımızın haklarını savunmamak anlamına gelmektedir.
Bunun AB hayali için Kıbrıs Türkü’nün haklarından vazgeçmekten ne farkı vardır?

Avrasyacılığın Arkasındaki gizli el

Öyleyse Avrasyacılığın kaynağı nedir?

En başta söylediğimizi yinelemek zorundayız. Avrasyacılık Türkiye’ye bir gizli servisin eliyle sokulmuştur. Bu kadar gerçeklikten ve tarihsellikten uzak bir ittifak projesinin nasıl bu kadar etkili olduğunu başka bir açıklaması olamaz.
Avrasyacılık Türkiye’nin gerçekçi dış politika seçeneklerini baştan öldürmesi nedeniyle zarar vermektedir. Türkiye, Çin ve Rusya gibi emperyalist ülkelerle değil, mazlum milletlerle birlikte AB ve ABD’ye direnebilir. Ezilenler dünyasında gelişmekte olan Amerikan karşıtı hava bu seçeneğin çok da imkansız olmadığını göstermektedir. Ancak Avrasyacılığın kuyruğuna takılmak, Türkiye’yi bu seçeneklerden uzak tutmaktadır.

Rusya henüz AB ve ABD’le meydan okuyacak güçte değildir. Bu dönemde Rusya’nın stratejisi AB ve ABD’nin en azından SSCB’nin eski nüfuz bölgelerine kadar yayılmasını engellemektir. Ruslar ABD karşıtı tüm güçleri birleştirerek bunu gerçekleştirebileceğine inanmaktadır. ancak, emin olabiliriz ki, Ruslar ABD’yi durdurup eski gücüne kavuşur kavuşmaz tarihsel saldırganlığına geri dönecektir.

Türkiye için Ruslar AB ve ABD kadar büyük bir tehdit değildir. Ancak Ruslar saldırgnlaştığı zaman durum değişecektir. O zaman Ruslar en büyük tendidimiz olacaktır çünkü komşumuz olan ABD değil Rusya’dır. O gizli elin Türkiye’lere gelip Avrasyacılığı yaymasının nedeni budur. Türkler’in Ruslar’a karşı elini kolunu bağlamak istemektedirler.

Avrasyacılığın Neresi Atatürkçülük?

Rusya’nın yeni yayılmacılığı için oluşturduğu Avrasyacılık tezlerinin bugün Atatürkçülük adına savunulması vahimdir. Batının yüzyıldır Atatürkçülüğü yozlaştırma çabasının neredeyse zafer kazandığını göstermektedir.
Herşeyden önce Atatürkçülük Türkiye’yi bir emperyalist ülkenin kuyruğuna takmak değildir. Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’de İngilizciler, Fransızcılar, Almancılar, ABD’ciler cirit atarken, bir tek Atatürk milleti kurtaracak olanın milletin kendi iradesi olduğunu söyleyebilmişti.

Atatürkçülük adına savunulan Avrasyacılık bu nedenle ancak İttihatçılık olabilir. Bilindiği gibi İttihatçılar iktidara geldiklerinden sonra Türkler’in kaderini Alman emperyalizminin çıkarına bağlamıştı. Türkiye’yi parçalamak isteyen İngiliz ve Fransızlar’a karşı Almanlar’a dayanma çizgisi 1918’de iflas etti. İttihatçılık. Türkiye’nin ordusunu, ekonomisini, eğitim sistemini tamamen Almanlar’a bağlamıştı. Almanlar’ın desteğiyle kalkınma anlayışı Türk ekonomisini mahvetmiş, Alman generalleriyle yetiştirilen Türk subayları da Balkan Savaşı’nda tarihimiz boyunca yenilmediğimiz devletlere yenilmemize neden olmuştu. Dolayısıyla Türkiye’e Alman emperyalizminin sözde yardımı yararlı değil zararlı oldu.
Bir emperyalist ülkeye karşı bir başkasından yardım istemenin, bir başkasına dayanarak direnmenin çözüm olmadığı İttihatçıların tarihinde görülebilir. Bu çizginin en romantik temsilcisi olan Enver’in düştüğü son durumu bu yüzden gülünçtür. Önce İngilizler’e karşı Almanlar’a sığınan Enver, Kurtuluş Savaşı’nın başlamasıyla birlikte bu sefer de Ruslar’a dayanmayı savundu ve bizzat Rusya’ya gitti.
Enver Paşa Avrupa başkentlerinde ve Moskova’da yardım dilenirken, Mustafa Kemal ayağına kadar gelen ABD’li, Fransız, İtalyan subaylarıyla bile görüşmüyordu. “Emperyalizme karşı ancak milletin kendi gücüyle direnilir” anlayışı Türkler’i Anadolu’dan atılmaktan kurtaran anlayış oldu.
Atatürk’ün gerçekçi dış politikası Hiçbir emperyalist kutba dahil olmamayı tercih eden Atatürk, yurt savunmasını, sınırlarının ötesinde başlatmak gerektiğini düşünüyordu. Komşu ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmeye özen gösterdi. Hatta kurduğu Balkan Paktı, Sadabat Paktı, bu çabanın bir ürünüydü. Fakat Atatürk, tüm komşularıyla iyi ilişkiler kurarken SSCB’ye karşı mesafesini korudu. SSCB’yle en iyi ilişkiler Atatürk döneminde olmuştur. Ancak Atatürk, hiçbir zaman kendisini SSCB’ye bağlayacak bir tavır içine girmedi. Kurtuluş Savaşı’nda Türkler’e bu kadar destek olan SSCB’ye tahmin edilenden daha uzak durmanın önemli bir anlamı vardır. Bunun nedeni Atatürk’ün Bolşevizm’den korkması değildir. Atatürk, Rus emperyalizminden çekiniyordu. Ruslar’la işbirliği yapan ülkelerin nasıl Rus emperyalizminin uşaklarına haline geldiğini görebiliyordu. Azerbaycan’ın düştüğü duruma düşmemek için, Atatürk Ruslar’a karşı bir mesafeyi her zaman korudu.

Büyük güçlerle ittifak yapanlar o güçlerin kölesi olur

Ruslar’la ilişki kurulabilir, onlardan silah alınabilir, ticaret yapılabilir, elçilikler açılabilir. Ancak Ruslar’la Türkler müttefik olamaz. Yanlış müttefik seçimlerinin acısını 1938’den beri yaşıyoruz. Türkiye kendisine müttefik olarak bellediği AB ve ABD’nin kuşatması altında.

Türkiye, dış politika seçeneğini belirlerken dönemsel ihtiyaçlarını değil, jeopolitik ihtiyaçlarını düşünmelidir. Bir konuda Rusya’nın aldığı tavır bizim ABD ve AB’ye karşı konumumuzu güçlendirebilir. Emperyalistler arasındaki çelişkilerden yararlanarak milliyetçi mücadelemiz için alan yaratılabilir.
 Ancak bunlar dönemsel kararlar olmalıdır. Bir emperyaliste hiçbir zaman güvenilemez. Bir emperyalistin ipiyle kuyuya da inilmez.

Türkiye bölgesel bir ittifak politikası oluşturabilir, ancak bunu Rusya, Çin gibi büyük güçlerin peşinde sürüklenerek değil, kendi önderliğinde yaratabilmelidir. Büyük güçlerle ittifak yapanlar o güçlerin kölesi olur.

Türkiye emperyalistlerin her an kopabilecek ipleriyle kuyuya inmek zorunda değildir. Türkiye, mazlum milletlerin emperyalizme karşı direnişinin yanında yer alarak güçlenebilir.



**

RUSYA KİMİN DOSTU.? BÖLÜM 1

RUSYA KİMİN DOSTU.?
BÖLÜM 1


Rusya kimin dostu?

Türkiye yeni bir Sevr planıyla karşı karşıya. Türk devleti ortadan kaldırılmak, sınırlarımız değiştirilmek isteniyor. Milli Davamız Kıbrıs’ta Rum tezlerine teslim edilmek isteniyoruz. Ege’de Yunan yayılmacılığını sessizce kabullenmemiz isteniyor. Güneyimizde kurulacak kukla Kürt devletini tanımamız, bölücülüğü meşru bir siyasi hareket olarak tanıyıp Güneydoğumuzu da bu kukla Kürt devletine teslim etmemiz dayatılıyor. Ermeni soykırımını kabullenmemiz ve büyük Ermenistan projesini uygulanmasına itiraz etmememiz isteniyor.
Bu yeni Sevr tehdidi 50 yıllık sözde müttefiklerimiz ABD ve AB’den geliyor. Dolayısıyla bu yeni Sevr planlarına karşı direnmek için AB-ABD’ye karşı alternatif dış politika seçeneklerini yaratmak zorundayız. Bu noktada Türkiye-İran-Rusya-Çin-Hindistan’ın ittifakıyla oluşacak bir Avrasya cephesi, AB-ABD emperyalizmine karşı bir direniş cephesi olabilir mi tartışması ortaya çıkıyor.

Avrasyacılık dış Merkezlerde Üretildi

Öncelikle, ilginç bir gerçeğin altını çizelim. Türkiye’de AB ve ABD emperyalizmine karşı direniş ideolojisi olarak lanse edilen Avrasyacılık, Türkiye kaynaklı bir fikir değil. Türkiye’de yeni Sevr tehdidine karşı gelişen anti-emperyalist milliyetçi tepkiyi yanlış stratejilerle yanlış yöne saptırmak için planlı bir faaliyet sürdürülüyor. Bu faaliyette Avrasyacılık AB-ABD emperyalizmine karşı tek seçenek olarak sunuluyor ve büyük kaynaklar harcanarak Avrasyacılığın Türkiye çapında yayılması sağlanıyor. Özellikle Atatürkçü çevrelerde Avrasyacılık yegane anti-emperyalist seçenek olarak kabullenilmiş durumda.

Peki nasıl oldu da Rus yayılmacılığının yeni adı olan Avrasyacılık bu derece yaygınlaştı?

Öncelikle kimi iyi niyetli saf Atatürkçülerimizin Rusya’nın Avrasyacılık tuzağına düştüğünü belirtelim. Rusya’nın emperyalist değil, ezilen bir ülke olduğu, bu nedenle ABD’ye karşı Ruslar’la ittifak kurulabileceği bu çevrelerde savunulabiliyor.

Ancak Avrasyacılığın gündeme gelmesinin esas nedeni bir gizli servis işi olarak görünüyor. 80 öncesinde Türkiye’deki sol uyanışı bölmek için Maoculuğu öne sürüp Sovyet düşmanlığı yapan ve Türkiye NATO’da kalsın diye kampanya yürüten uluslararası çok yönlü istihbarat şebekesi bugün tam bağımsızlıkçı, Atatürkçü bir hareket gelişirken aynı bölücülüğü Avrasyacılığı kullanarak yapıyor. Dün ABD-Çin Dış politikasını yayanlar bugün Rus dış politikasını yayıyor. Apoculuğu, Türk düşmanlığı ve şefinin Ermeni olması ile tanınan bu şebeke Türk bağımsızlığına karşı yeniden kullanılıyor.


Rusya mazlum değil emperyalist bir ülke

Yaygın bir görüş, Rusya’nın da Türkiye gibi bir mazlum millet olduğu. Hatta Çeçenistan’da Rus emperyalizmine karşı direnen Çeçenler’i Türkiye’de bölücü teröre benzetenler bile var. Rusya’nın da aynen Türkiye gibi ABD tarafından bölünmek istendiği teziyle Rusya’nın emperyalist karakteri gizlenmek isteniyor.
Mazlum olmayan Rusya’nın kimliği nedir peki? Rusya 500 yıldır dünya paylaşım mücadelesinde kendisine yer edinmiş emperyalist bir ülkedir. Moskova civarında kurulan Rus prensliği kuruluşundan itibaren Baltık bölgesine, Balkanlar’a ve Tataristan’a, Yakutistan ve Moğolistan’a, Orta Asya’ya; yani dört bir yanına saldırarak genişlemiştir. Lenin önderliğindeki dönemi hariç SSCB de Rus yayılmacılığından vazgeçmemiş, tüm Doğu Avrupa’yı da Ruslar’ın nüfuz bölgesi içine dahil etmiştir.

SSCB döneminde ABD-AB Bloku’na karşı bir paylaşım mücadelesi yürüten Rusya, bu mücadeleyi kaybetmiş ve SSCB dağılmıştır. Ancak Ruslar’ın emperyalist hedefleri devam etmektedir. Son 10 yıldır SSCB’nin eski nüfuz alınanda tekrar etkili olmaya çalışan Rusya, bu konuda hayli yol katetmiştir.


Abdullah Gül ve Putin
Schroeder ve Tayyip Erdoğan
Doğu Perinçek ve Dugin

Rus faşisti Dugin papaz sakalı ile “laikliğin teminatı” İstanbul Üniversitesi’nde Perinçek’lebirlikte Avrasyacılık konferansı verdi. Hemen ardından Perinçek’in Avrusyacılık yönelimi Putin-Gül görüşmesinde geliştirildi, Tayyip-Schröder görüşmesinde pekiştirildi. Böylelikle Avrasyacılığın AKP’nin açılımı olduğu ortaya çıkmış oldu. 
Rusya-Almanya dostluğunu Türkiye’ye Atatürkçülük olarak yutturmaya çalışanlar 30 kişilik konferans salonlarında tepinedursun 
AKP liderleri Alman ve Rus liderlerle kadeh tokuşturuyor.>

Türkler’in tarihsel düşmanı Ruslar Türk dostu olamaz
Rusya’nın emperyalist karakterinin yanında Türkler için daha önemli bir özelliği vardır. Ruslar Türkler’in 500 yıllık düşmanıdır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu Avrupa’nın çoğunu kapsayan topraklarının büyük çoğunluğu Ruslar yüzünden kaybedilmiştir. Ayaklanan Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Karadağlılar ve Arnavutlar’ın hepsi Ruslar tarafından kışkırtılmıştır. Şimdiki Macaristan ve Romanya da Ruslar’la bilfiil savaşılarak kaybedilmiştir. 1877 yılında Rus Ordusu Çatalca’ya kadar gelmiştir. Doğu Anadolu’da yüzbinlerce Türk’ü katleden Ermeniler’i kışkırtanlar da Ruslardı.
Yalnız Anadolu’daki değil, Orta Asya ve Kazan’daki Türkler de Rus emperyalizminin saldırısına maruz kaldı. Kırım ve kuzeyindeki Kazan bölgesinde yaşayan Tatarlar, Hazar’ın batısındaki Azeriler ve doğusundaki (Orta Asya’daki) Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Tükmenler; Sibirya’daki Yakutlar, kısacası tüm Türklük dünyası Rus baskısı altında yüzyıllarca yaşadı. Yüzbinlerce Türk Rus saldırılarında öldü, Türk zenginliği yüzlerce yıl sömürüldü... Yüzbinlerce Türk Ruslar’dan kaçarak Anadolu’ya sığındı.

Bugünkü Rusya’yla 500 yıl önceki Rusya’yı karşılaştırdığımızda Ruslar’ın nasıl Türkler aleyhinde geliştiğini görebiliriz. Rus yayılmacılığının kazandığı toprakların büyük çoğunluğu Türk topraklarıdır.

Ruslar Sovyet döneminde de düşmanımızdı

Sovyetler’in kurulmasıyla Türk-Rus ilişkilerinde belirli bir iyileşme yaşandı. Ruslar’ın ve Türkler’in ittifakının Asya’da emperyalizme karşı direnişin belkemiği olacağını Lenin de Atatürk de görmüşlerdi. Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye’ye en çok yardımı SSCB yaptı. Türkiye Cumhuriyeti’ni ilk tanıyan ve uluslararası arenada savunan SSCB oldu. Türkiye de SSCB’nin Kafkas politikasını destekledi. Kafkaslar’da İngilizler’in kurmaya çalıştığı işbirlikçi tampon bölge iki ülkenin ortak harekatıyla yıkıldı.
Türkiye ile SSCB arasındaki bu sıcak ilişkinin kurulmasında Lenin’in soyunda Türklük olmasının da payı olduğu düşünülebilir. Ünlü Tatar-Türk devrimci Galiyef de Türkler’le Ruslar’ın antiemperyalist birliğinden yanaydı.
Ancak Lenin’i Türk soyundan geldiği için öldüren Bolşevik Parti içindeki Rus şovenizstleri Sovyetler’de hakim olmaya başladı. SSCB Rus yayılmacılığının yeni imparatorluğu olarak Batıya ve güneye doğru stratejik yayılmasını yeniden başlattı.

Stalin, Lenin’den sonra Galiyef’i de öldürerek Türk-Rus ittifakının son savunucusunu da yok etti. Ruslar için Türkler artık müttefik olacak bir millet değil, Ruslar’ın sıcak denizlere ulaşmasını engelleyen bir milletti. Nitekim, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Stalin Kars-Ardahan bölgesini Rus topraklarına katmayı istedi. Boğazlar’da da hiçbir ülkeye tanınmayan serbest geçiş hakkı talep etti.


Ruslar’ın Türk düşmanlığı Sovyet döneminde Tataristan, Türkistan ve Türkmenistan topraklarında da devam etti. Bu bölgede Türkler çeşitli devletçikler altında bölünüp parçalanarak milli kimliğinden soyutlanmak istendi. Stalin döneminden sonra Türkler’in Türk dünyasındaki birliği parçalandı ve sistemli bir Ruslaştırma siyaseti izlendi.







Rus faşisti Dugin, arkasında Rus sömürgeciliğinin nasıl yayılacağını belirten Avrasya haritası. 
Bu faşist, Atatürkçü üniversitede tam bağımsızlık adına bu papaz sakalı ilekonuşturuldu.
 >

Rusya PKK’yı Destekliyor

Bugün Ruslar’ı Türkiye’nin stratejik müttefikliğine aday bir ülke olarak lanse edenlere tarihi hatırlatmak yeterli olmuyorsa yakın geçmişimizin kimi deneyimlerini anımsatmakta fayda var. Ruslar’ın tarihsel düşmanlığını unuttuk diyelim. Ya da Ruslar’ın düşmanlığının sona erdiğini düşünelim. Ruslar’ın SSCB yıkıldıktan sonra Türkler’e yaptıklarını nasıl açıklayacaksınız?

PKK’nın Rus sınırları içinde hâlâ askeri bir eğitim kampı bulunuyor. Hatırlatalım, PKK’nın bu tip kampları sadece iki ülkede daha var: Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi! Pek çok Rus siyasetçi ve devlet adamı da açıkça PKK’yı ve sözde lideri Apo’yu destekliyor. Rus mafyasının PKK’yla uyuşturucu ticaretinde de beraber çalıştığı biliniyor.

Rusya Kıbrıs’ta Rumları Karabağ’da Ermenileri savunuyor

Ruslar yıllardır Türkler’e karşı Ermeniler’i de savunuyor. Ermeniler Azerbaycan’ın üçte birini işgal ederken Ruslar sessiz bile kalmamış, Ermeniler’e yardım etmişti. Halen Ermeniler’in hamiliği rolünü devam ettiren Ruslar, sözde soykırım suçlamalarında da Ermeni tezlerinin propagandasını yapıyor. Anadolu’da büyük Ermenistan projesini destekliyor.

Kıbrıs konusunda da Ruslar yıllardır Türk tarafını değil Rum tarafını destekliyor. Bunda şüphesiz Ruslar’la Rumlar’ın din kardeşliğinin de büyük etkisi bulunuyor. Rumlar’a S-300 füzeleri satan Ruslar Rum yandaşlıklarını fiilen de göstermişlerdi. Uluslararası kamuoyunda da Ruslar, sürekli Rum tezlerini destekliyor.






Avrasyacılığın gerçek yüzü

Avrasyacılığın teorisyeni olarak öne sürülen Rus faşisti Aleksandr Dugin’in kitabında Türkiye için öngörülenler:

Türkiye Bölünecek

Bir ulus devlet ve NATO ülkesi olarak Türkiye, Avrasya projesi için yeterince hasım bir oluşumdur: Böylesi bir Türkiye ile Rusya’nın ortak hedeflerinden çok daha fazla jepolitik çelişkileri bulunmaktadır.
Realist olmak ve durumu aklıselimle değerlendirmek gerekir: Ankara’nın Çeçen ayrılıkçılarına belirli düzeyde yardımı, eski Türk-Ermeni sürtüşmeleri, Bakü’de Moskova karşıtı atmosferin desteklenmesi, Bakü-Ceyhan petrol boru hattı inşasıyla ilgili tüm konular, Atlantikçi (ABD’ci) ve Avrupa karşıtı stratejinin parametrelerine açıkça uygun 
düşmektedir.
Bu durumda Rusya, İran’la ilişkilerin pekiştirilmesinden, Ermenileri öncelikli olarak desteklemeye, Kıbrıs konusunda Rumlar lehine lobicilikten, Kürt isyancılar ve İslamcı 
gelenekselciler ile samimi ilişkilere varıncaya kadar geleneksel bir karşı hareketler sistemine otamatik olarak itilmektedir.

Türkiye’ye İran Modeli Şeriat Rejimi,

Moskova-Tahran ekseni Avrasya jeopolitik projesinin esasını oluşturmaktadır. İran İslamı, kıtasal bloka giriş için İslam’ın en iyi versiyonudur ve işte bu versiyon Moskova tarafından öncelikle desteklenecektir. (...) Orta Asya’yı (Pakistan, Afganistan, Türkiye’den geri kalanlar veya “İran yanlısı değişim sonrası Türkiye” dahil) 
Rusya ile birlikte denetimi altında tutan İran, Moskova’nın öncelikli çıkarlarının merkezindedir.

Türkler’e karşı Ermeniler

Vurgulamak gerekir ki Ermeniler Ari ırktandır. Kendi tabiatlarını ve Hint-Avrupalı halklarla, özellikle Asyalılar yani İranlılar ve Kürtler ile akrabalıklarını iyi idrak eden bir halktır.
Diğer bir taraftan, Ermeniler, tek tipli gelenekleriyle Doğu Kilisesinin genel düzenine uyan ve Rusya ile jeopolitik bağlantılarını çok canlı idrak eden Hıristiyan bir halktır.

Kürt Ayrılıkçılığını Destekleyelim

Türkiye’deki Kürt ayrılıkçılığını desteklemek ve aynı zamanda İran’a etnik olarak yakın olan halkları laik-Atlantikçilik kontrolünden çıkarmak niyetiyle ön plana sürmek gerekir

Azerbaycan Rusya, İran ve Ermenistan tarafından parçalanacak

Türkiye’den Azerbaycan’a ve Orta Asya’ya giden yolun Ermenistan ve Karabağ’dan geçmesi nedeniyle Ermeniler son derece strtaejik önemdeki topraklarda bulunmaktadır. 

Erivan otomatik olarak Moskova-Tahran ekseninde bu iki ülkeyi birbirine eklemleyen ve Türkiye’yi kıta içi mekanlardan koparan önemli stratejik bir halka haline gelmektedir.

Bakü ile Ankara’nın Tahran’a muhtemel yönelişleri halinde, Moskova-Tahran ortak projesinde Karabağ sorunu da hızla çözülecektir. 
Çünkü dört tarafın dördü de stratejik yönden böylesi mühim bir bölgede istikrarın derhal temini için son derece ilgili bulunacaklardır. 
Aksi halde, yani Azerbaycan Türk yanlısı eğilimini sürdürdüğü takdirde bu “ülke” İran Rusya ve Ermenistan tarafından parçalanabilir.

Rusya Sıcak Denizlere Yönelmeli

“İmparatorluğun toparlanması” süreci, ilk olarak Rusya’nın sıcak denizlere çıkışını temin edecek olan uzak bir hedefe yönelmelidir. (...) 
Kuzey ve Doğunun soğuk denizlerine çıkış, her ne suretle olursa olsun Güney ve Batının sıcak denizlerine çıkışla tamamlanmalıdır. 
Rusya, ancak bu durumda jeopolitik bakımdan “yetkin” olabilir. Bunun için özellikle çok sayıda Rus-Türk savaşları yapılmıştır. 

(Rusya’nın güneye doğru hayati önemdeki son atılımı, SSCB’nin Afganistan’a başarısızca yayılmasıydı. Jeopolitik mantık mutlak olarak göstermektedir ki, 

Rusya oralara yeniden dönmeye mecbur kalacaktır.
Orta Asya’da Türklüğü yok etmek için şeriatçı İslam İmparatorluğu
Asya cumhuriyetleri için “Vahhabilik” bayrağı altında Arap-İslam entegrasyonu yolu, gerçekte yine de tekdünyacı projeye katılıma dönüşecektir. 

Ancak bu Pan-Türkizmin laik-milliyetçi versiyonunda değil, ahlakçı-teokratik varyantında olacaktır. Bir bakıma bu da “tampon kordonu”na dahil olmaktan başka bir şey değildir. Fakat söz konusu durumda “cezbedici olan”, milliyetçilik değil, din faktörüdür. Yeni büyük alan kurmadaki “yakın çevre”nin doğu ülkelerinin biricik olumlu yolu, 
Tahran’a meyleden “İslam Devrimi” yoludur. Bu durumda milli çatışmalar çözülebilir.

Avrasyacılık  Rus İmparatorluğudur,

Rusya, ne Doğu, ne de Batıdır. Bağımsız ve özel bir üçüncü yöndür. Rusya’nın “merkezi” durumunu kültürel olarak kavrayan Rus Avrasyacıları coğrafi ve jeopolitik karşıtlıkların manevi ve dikey sentez içinde ortadan kalkacağı özel bir “Merkezi İmparatorluk” kültüründen bahsetmişlerdi. Salt bir stratejik yaklaşımla bakıldığında Rusya Avrasya ile özdeştir.
Rusya tarihin eksenidir. Zira “Medeniyet” en parlak, anlamlı ve yetkin biçimleriyle (...) onun çevresinde dönmektedir.
Rusya’nın başlıca jeopolitik gereksinimlerinden birisi, “İmparatorluğun toparlanmasıdır.”Yalnız Avrasya değil tüm yeryüzü Ruslar’ın olmalıdır
Yeryüzünde kaderi ve yolu Rus bilincine ilgisiz olan bir halk, kültür ve bölge teorik olarak yoktur. Bu, Rusların sadece Rus Devleti içinde değil, her tarafta Hakikat, Maneviyat ve Adalet’in nihai zaferine olan sarsılmaz inancında kendini belli etmektedir. Rusların her şey ve herkes ile irtibatları vardır. Bu yüzden, son değerlendirmede Rus halkının menfaatlerini ne Rus halkı, ne Rus İmparatorluğu ve ne de tüm Avrasya ile sınırlamak mümkündür.

Ruslar sadece yeni imparatorluk çerçevesinde bir halk olarak kalabilecekler. Bu imparatorluk jeopolitik mantık gereğince bu defa stratejik ve mekansal bağlamda öncekinden (SSCB) üstün olmalıdır. Dolayısıyla Yeni İmparatorluk, Avrasyacı, büyük kıtasal, ileride ise Cihansümul olmalıdır. Rusların dünya hakimiyeti için mücadelesi bitmemiştir.
Avrasyacılığın hedefi: Almanya-Rusya-İran-Hindistan-Japonya Bloku
Rusya’nın jeopolitik ve stratejik egemenliği için gereken, sadece kaybedilen “yakın çevre”nin yeniden kazanılması ve Doğu Avrupa ülkeleriyle müttefiklik 
ilişkilerinin yeniden tesis edilmesi değil, aynı zamanda kıtasal Batı (öncelikle Amerika güdümlü NATO’nun Atlantikçi himayeciliğinden kurtulmaya meyleden 
Fransız-Alman Bloku) ve kıtasal Doğu (İran, Hindistan ve Japonya) devletlerinin Avrasya stratejik blokuna dahil edilmesidir.





***