Bakü-Ceyhan Boru Hattı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bakü-Ceyhan Boru Hattı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Nisan 2017 Perşembe

RUSYA KİMİN DOSTU.? BÖLÜM 2


RUSYA KİMİN DOSTU.? BÖLÜM 2


Putin

Rusya Bakü-Ceyhan Boru Hattı’na da karşı

Son yıllarda Ruslar’la Türkler’i karşı karşıya getiren bir başka mesele de Bakü-Ceyhan Boru Hattı projesi. Bu projeyle birlikte Azeri petrolleri Türkiye üzerinden Akdeniz’e aktarılacak. Böylece Türkiye ekonomik anlamda muazzam bir gelire sahip olacak. Ekonomik getirisinin yanı sıra bu projeyle birlikte Türkiye’nin Ruslar’ın etki alanındaki diğer Türk Cumhuriyetleriyle bağları sağlamlaşmaya başlayacak.

Kısaası Bakü-Ceyhan boru hattı aynı zamanda Türkiye’yi Orta Asya’ya bağlayacak. Ruslar, bu projeye hem Türk dünyası arasındaki ilişkileri güçlendireceği için, hem de Türkiye’ye büyük ekonomik getirisinden korktuğu için karşı çıkıyor.

Rus-Türk ilişkilerinin geldiği noktayı kısaca özetlersek, tarihsel Rus-Türk düşmanlığının aynen devam etitğini görüyoruz. Ruslar Türkiye’nin temel dış politika meselelerinin istisnasız tümünde Türk karşıtı tavır alıyor. Bunda yılların Türk düşmanı birikiminin yanı sıra Rus-Türk çıkarlarının Orta Asya-Ortadoğu-Balkan hattında sürekli çatışması da önemli rol oynuyor.

Tarihsel Türk düşmanlıklarını itiraf eden Ruslar

Ruslar’ın bu tarihsel Türk düşmanlığı bizim yarattığımız bir paranoya değil. Tarihten, haritalardan anlayamayanlara Ruslar’ın kendi dış politika metinlerini incelemelerini öneririz.

Ruslar’ın yüzyıllardır en büyük emeli sıcak denizlere ulaşmaktır. Batı’da Polonya ve Almanya, Doğuda Çin ve Japonya, güneyde yine Çin, Hindistan ve Afganistan ve hem güney hem de batıda Türk dünyası Ruslar’ın sıcak denizlere ulaşmasını engelleyen stratejik düşmanlarıdır. Türkler, Ruslar’ın en kolay alt edeceğini sandığı, sıcak denizlere en yakın olan ülkedir. Bu nedenle son 300 yıl boyunca Ruslar en çok Türkler’le savaşmış, en büyük genişlemesini de Türkler’e karşı gerçekleştirmiştir.

II. Katerina

Avrasyacılığın en büyük teorisyenlerinden, Rus Parlamentosu’nun ve Genelkurmayı’nın jepolitik danışmanı Aleksandr Dugin, Rus-Türk düşmalığı bakın şöyle itiraf ediyor:

“Bir ulus devlet ve NATO ülkesi olarak Türkiye, Avrasya projesi için yeterince hasım bir oluşumdur: Böylesi bir Türkiye ile Rusya’nın ortak hedeflerinden çok daha fazla jepolitik çelişkileri bulunmaktadır. Realist olmak ve durumu aklıselimle değerlendirmek gerekir: Ankara’nın Çeçen ayrılıkçılarına belirli düzeyde yardımı, eski Türk-Ermeni sürtüşmeleri, Bakü’de Moskova karşıtı atmosferin desteklenmesi, Bakü-Ceyhan petrol boru hattı inşasıyla ilgili tüm konular, Atlantikçi (ABD’ci) ve Avrupa karşıtı stratejinin parametrelerine açıkça uygun düşmektedir. Bu durumda Rusya, İran’la ilişkilerin pekiştirilmesinden, Ermenileri öncelikli olarak desteklemeye, Kıbrıs konusunda Rumlar lehine lobicilikten, Kürt isyancılar ve İslamcı gelenekselciler ile samimi ilişkilere varıncaya kadar geleneksel bir karşı hareketler sistemine otamatik olarak itilmektedir.”

Korkunç İvan










Rusya Bilimler Akademisi Afrika-Asya Araştırmaları Enstitüsü Rektörü Prof. Dr. Mihail Meyer ise şöyle demektedir:
“Bu iki yüzyıl boyunca (18.-19.) Rus-Türk ilişkilerinin gelişimi oldukça dramatik ve çelişkili olmuştur. Bu dönemde askeri çatışmalar (iki yüzyılda sekiz savaş) sıklaşmıştır. Hemen hemen her yeni neslin bir sonraki çatışmaya katıldığı koşullarda, Rus ve Türklerin bilinçlerinde diğer taraf hakkında “ezeli can düşmanı” imajının yerleşmesi için geniş olanaklar ortaya çıkmıştır.”
Meyer Ruslar’ın Çargrad olarak adlandırdığı İstanbul’un kapılarına Rus mührünü vurmak istediğini de yazmaktadır.
Rusya da emperyalisttir
Rusya, tarihin gördüğü en sömürgeci ülkelerden biridir. Ruslar’ın emperyalist karakterinin AB ve ABD’den hiçbir farkı yoktur. İki dünya savaşında da Rusya dünyayı paylaşma mücadelesinde yerini almıştır.

Stalin











Ruslar aslında Moskova çevresinde yaşayan bir Doğu Avrupa milletidir. Ancak Ruslar’ın etki alanı Asya’nın tüm kuzeyini, Orta Asya’daki Türk dünyasını, Balkanlar’ı ve Doğu Avrupa’yı kapsar. Hele hele Sovyet döneminde bunlara Angola’yla birlikte Afrika, Küba ile birlikte Amerika, Afganistan ve Vietnam ile Güney Asya da eklenmiştir.
Ruslar’ın nüfuz alanının genişletme tarzı da AB ve ABD’den hiç de farklı değildir. Kimi yerlere silah zoruyla işgal ederek, kimilerine nüfuz ajanları vasıtasıyla, kimilerinde darbeler yaparak...
Ruslarla ittifak Rus emperyalizminin güdümüne sokar
Ruslar emperyalist karakteri nedeniyle hiçbir milletle eşit düzeyde ilişki kuramaz. İlişki kurduğu tüm ülkeleri sömürgeleştirmek zorundadır. Sovyet döneminde de bunun pek çok örneğine rastlanmıştır. Avrasyacılığa benzer şekilde, Ruslarla ittifak politikası yürüten tüm ülkeler zamanla Sovyet uydusu haline gelmiştir. Küba, Vietnam, Saddam dönemi Irak, hatta Nasır dönemi Mısır... Bu ülkeler Ruslar’la çok yakın ilişki kurmuşlar, bölgelerinde Rus çıkarlarını savunmuşlardır. Ancak Ruslar onları müttefik olarak değil, sömürülecek paylaşılacak toprak olarak görmüştür.
Günümüzdeki Avrasyacı tezlere benzer görüşler Türkiye’de ortaya çok atılmıştı. 30’lu ve 40’lı yılların TKP’si Türkiye’nin dış politika seçeneğinin SSCB’yle dostluk olduğunu yıllarca savunmuş, sonunda Türkiye’de Rus çıkarlarını savunan ufak bir grup haline dönüşmüştür. 70’lerde de TKP, Rus dostluğunu savunmuş ve sonuçta Rusçuluğu Ruslar’ın Türkiye’yi işgal ederek kurtarmasını isteyecek noktaya götürmüştür.
Lenin’den sonra Rus-Türk dostluğunu bunca kişi savunmuştur ama bir türlü gerçekleşememiştir. Hatta, Rus-Türk dostluğunu savunanlar da Rus ajanları haline gelmiştir. Dolayısıyla bir Türk-Rus kardeşliği ya da dostluğu inşa etmeye çalışmak çok gerçekçi bir proje değildir.
Türkler’le ittifak Ruslar’ın umurunda değil
Avrasyacılık Rusya için bir ittfaklar meselesi değil, dünyayı paylaşma projesidir. Rus jeopolitikçilere göre, ABD, Rusya’nın ilk hedefi olmalıdır. ABD’yi zayıflatana kadar da ABD’nin potansiyel düşmanlarını kullanmalıdır: Japonya, AB, Çin.
Avrasyacılık işte bu ülkelerin bir araya gelmesidir. Kısacası Avrasyacılık denen kavram aslında ABD’ye karşı Avrupa, Rusya, Çin ve Japonya emperyalizmlerinin geçici ittifakıdır. Aynen dünya savaşları öncesinde olduğu gibi, emperyalistlearası bir kutup yaratılmaya çalışılıyor.

Hiçbir Avrasyacı metinde Türkler müttefik olarak değerlendirilmiyor. Tersine, Ruslar’ın Orta Asya, Balkanlar ve Kafkaslar’daki çıkarlarını tehdit etmesi nedeniyle altedimesi gereken düşman olarak belirtiliyor. Türkiye laik karakteriyle de bir tehdit. Rusya, Arap ülkelerinde ve orta Asya’da şeriatçılığı özendirerek güçlenmeyi planlıyor. Bu noktada İran Rusya için daha iyi bir müttefik olarak ortaya çıkıyor. Dugin’in kaleminden Ruslar’ın Türkler’le ittifak gibi bir derdi olmadığını görebiliyoruz:

“(Avrasyacı jeopolitik projede) Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’daki çıkarları hiç dikkate alınmayacağından bu ülkeye ‘günah keçisi’ rolünü biçmek gerektiği önemle dikkate alınmalıdır. Dahası muhtemelen Türkiye’deki Kürt ayrılıkçılığını desteklemek ve aynı zamanda İran’a etnik olarak yakın olan halkları laik-Atlantikçilik kontrolünden çıkarmak niyetiyle ön planasürmek gerekir. Bunun telafisi için Türkiye’ye Bağdat, Şam ve Riyad yoluyla güney istikametinde gelişimi teklif etmek veya Türkiye’de jeopolitik gidişatın temelden değişimi maksadıyla İran yanlısı köktencileri ve uzak gelecekte Atlantik karşıtı ve Avrasyacı vasıfla Orta Asya Bloku’na girişi tahrik etmek lazımdır. Moskova-Tahran ekseni Avrasya jeopolitik projesinin esasını oluşturmaktadır. İran İslamı, kıtasal bloka giriş için İslam’ın en iyi versiyonudur ve işte bu versiyon Moskova tarafından öncelikle desteklenmelidir.”

Dolayısıyla Türkiye’de bağımsızlıkçı dış politika seçeneği diye ortaya sunulan Avrasyacılık’tan Ruslar’ın anladığı, Moskova-Berlin-Tokyo-Tahran eksenini kurarak ABD’ye karşı bir stratejik ortaklık kurmaktır. Ruslar’ın anti-emperyalizm gibi bir derdi yoktur. Türkiye’ye bu ortaklıkta yer verilmemektedir. Tersine, İttifakın temel öğelerinden biri olan İran’a tüm İslam ülkelerinin liderliği görevi verilmekte, Türkiye’nin de İran tipi şeriatçı bir yönetime dönüşmesi gerektiği savunulmaktadır.

Orta Asya’daki Türk varlığı Ruslar için büyük tehdit olduğundan, bu bölgede de İran’ın dini liderliği öne çıkarılmakta, Türkiye’nin bölgedeki etkisi kırılmak istenmektedir. Hatta, Türkiye’deki Kürtçü bölücü terör desteklenerek Türkiye’nin daha da güçsüzleştirilmesi düşünülmektedir.

Rus-Çin-Türkiye ittifakı gerçekçi değil

Devletler dış politika seçeneklerini oluştururken pek çok etkeni birden hesaba katmak zorundadır. Öncelikle önerilen seçeneğin gerçekçi olup olmadığına bakmak gerekir. coğrafi, ekonomik ve jeopolitik olarak birbirine bu kadar karşı iki milletin, Ruslar’la Türkler’in ittifakı hiç de gerçekçi değildir.
Türkiye ile Rusya’nın devlet rejimleri de çok farklıdır. Rusya’da köklü bir Ortodoks devlet geleneği vardır ve dinin SSCB dönemindeyken bile etkisi çok büyüktür. Türkiye ise laik bir ülkedir. Zaten Türkiye’ye Avrasya ittifakında sadece ve sadece laikliği bırakırsa yer verileceği tüm Avrasyacı metinlerde söylenmektedir. Laiklik yalnız Rusya’nın Ortodoks yapısından değil, Orta Asya’daki Türkler’de milliyetçiliği uyandıracak diye de tehlike olarak görülmektedir.

Bu ittifaka Çin’i de ekleme çabaları oldukça gülünçtür. Ruslar, Türkler’i müttefik olarak görmediği gibi Çin’i de düşman olarak görmektedir. Çünkü Orta Asya, Moğolistan, Mançurya ve Çinhindi iki ülkenin 150 yıldır uğrunda mücadele ettikleri topraklar olmuştur ve bu sorunlar hâlâ çözülememiştir. İki ülke tarihleri boyunca hiç dost olmamıştır. En çok dost olabilecekleri dönemde, iki ülkenin de komünist partilerce yönetildiği dönemlerde bile, birbiriyle çatışmış Çin ve Rusya’nın ittifak kurmasını beklemek gerçekçi değildir.
Zaten ne Ruslar, ne de Çinliler böyle bir ittifakın peşinde değildir. İki ülke arasında son dönemde görüşmeler yapılmaktadır, ancak bunlar bir ittifak değil, saldırmazlık görüşmelerine benzemektedir. İki ülke de birbirini kollamakta, birbirine saldırmasa bile, bir müttefik olarak göremeyecek derecede birbirine karşı dış politika seçenekleri oluşturmaktadır.
Çin-Türkiye ilişkilerine baktığımızda da farklı bir tabloyla karşılaşmıyoruz. Türkler’le Çinliler arasında binlerce yıl öncesine kadar dayanan tarihsel bir düşmanlık vardır. Çinliler’in bu tarihsel düşmanlığı halen devam etmektedir. Bugün Doğu Türkistan’ı sömüren, o bölgedeki Türkler’i asimile etmeye çalışan, çocuk yapmalarına bile izin vermeyen Çinliler’in Türk düşmanı olmadığı söylenebilir mi? Anlaşılan Çin Seddi’ni ören anlayış hâlâ yaşamaktadır.
Öyleyse karşımıza ucube bir dış politika seçeneği çıkmaktadır. 300 yıldır Anadolu dışındaki tüm Türk dünyasını sömüren, tüm dış politika konularında Türkiye’nin karşısında yer alan, İstanbul’u ikinci başkenti olarak gören Ruslar’la ittifak yapmamız istenmektedir. Doğu Türkistan’ı sömüren Çin’le anlaşmamız istenmektedir. Üstelik bu ülkelerden Türkiye’ye böyle bir ittifak çağrısı da yapılmamıştır Hatta bu ülkeler böyle bir ittifakın yanlışlığını ve imkansızlığını yıllardır yazmaktadır.

Avrasyacı ver - Kurtulculuk

Yıllardır ver-kurtulcular eleştirilir. Ancak ver-kurtulcuları eleştirenlerin bir kısmının saf bir şekilde Avrasyacılığın kuyruğuna takılması düşündürücü. Avrasyacılığın bir tür ver-kurtulculuk olduğunu görmek gerekiyor.
Avrasyacılığı savunmak demek Ruslar’ın 300 yıldır ezdiği ve sömürdüğü Türkler’i savunmamak demektir. Tatar Türkleri’nin durumu Batı Trakya Türkleri’nden çok da farklı değildir.

Aynı şekilde Doğu Türkistan da yüzyıllardır Çin’in baskı ve sömürüsü altındadır. Bugün Avrasyacılığı savunmak Doğu Türkistan ve Orta Asya’da soydaşlarımızın haklarını savunmamak anlamına gelmektedir.
Bunun AB hayali için Kıbrıs Türkü’nün haklarından vazgeçmekten ne farkı vardır?

Avrasyacılığın Arkasındaki gizli el

Öyleyse Avrasyacılığın kaynağı nedir?

En başta söylediğimizi yinelemek zorundayız. Avrasyacılık Türkiye’ye bir gizli servisin eliyle sokulmuştur. Bu kadar gerçeklikten ve tarihsellikten uzak bir ittifak projesinin nasıl bu kadar etkili olduğunu başka bir açıklaması olamaz.
Avrasyacılık Türkiye’nin gerçekçi dış politika seçeneklerini baştan öldürmesi nedeniyle zarar vermektedir. Türkiye, Çin ve Rusya gibi emperyalist ülkelerle değil, mazlum milletlerle birlikte AB ve ABD’ye direnebilir. Ezilenler dünyasında gelişmekte olan Amerikan karşıtı hava bu seçeneğin çok da imkansız olmadığını göstermektedir. Ancak Avrasyacılığın kuyruğuna takılmak, Türkiye’yi bu seçeneklerden uzak tutmaktadır.

Rusya henüz AB ve ABD’le meydan okuyacak güçte değildir. Bu dönemde Rusya’nın stratejisi AB ve ABD’nin en azından SSCB’nin eski nüfuz bölgelerine kadar yayılmasını engellemektir. Ruslar ABD karşıtı tüm güçleri birleştirerek bunu gerçekleştirebileceğine inanmaktadır. ancak, emin olabiliriz ki, Ruslar ABD’yi durdurup eski gücüne kavuşur kavuşmaz tarihsel saldırganlığına geri dönecektir.

Türkiye için Ruslar AB ve ABD kadar büyük bir tehdit değildir. Ancak Ruslar saldırgnlaştığı zaman durum değişecektir. O zaman Ruslar en büyük tendidimiz olacaktır çünkü komşumuz olan ABD değil Rusya’dır. O gizli elin Türkiye’lere gelip Avrasyacılığı yaymasının nedeni budur. Türkler’in Ruslar’a karşı elini kolunu bağlamak istemektedirler.

Avrasyacılığın Neresi Atatürkçülük?

Rusya’nın yeni yayılmacılığı için oluşturduğu Avrasyacılık tezlerinin bugün Atatürkçülük adına savunulması vahimdir. Batının yüzyıldır Atatürkçülüğü yozlaştırma çabasının neredeyse zafer kazandığını göstermektedir.
Herşeyden önce Atatürkçülük Türkiye’yi bir emperyalist ülkenin kuyruğuna takmak değildir. Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’de İngilizciler, Fransızcılar, Almancılar, ABD’ciler cirit atarken, bir tek Atatürk milleti kurtaracak olanın milletin kendi iradesi olduğunu söyleyebilmişti.

Atatürkçülük adına savunulan Avrasyacılık bu nedenle ancak İttihatçılık olabilir. Bilindiği gibi İttihatçılar iktidara geldiklerinden sonra Türkler’in kaderini Alman emperyalizminin çıkarına bağlamıştı. Türkiye’yi parçalamak isteyen İngiliz ve Fransızlar’a karşı Almanlar’a dayanma çizgisi 1918’de iflas etti. İttihatçılık. Türkiye’nin ordusunu, ekonomisini, eğitim sistemini tamamen Almanlar’a bağlamıştı. Almanlar’ın desteğiyle kalkınma anlayışı Türk ekonomisini mahvetmiş, Alman generalleriyle yetiştirilen Türk subayları da Balkan Savaşı’nda tarihimiz boyunca yenilmediğimiz devletlere yenilmemize neden olmuştu. Dolayısıyla Türkiye’e Alman emperyalizminin sözde yardımı yararlı değil zararlı oldu.
Bir emperyalist ülkeye karşı bir başkasından yardım istemenin, bir başkasına dayanarak direnmenin çözüm olmadığı İttihatçıların tarihinde görülebilir. Bu çizginin en romantik temsilcisi olan Enver’in düştüğü son durumu bu yüzden gülünçtür. Önce İngilizler’e karşı Almanlar’a sığınan Enver, Kurtuluş Savaşı’nın başlamasıyla birlikte bu sefer de Ruslar’a dayanmayı savundu ve bizzat Rusya’ya gitti.
Enver Paşa Avrupa başkentlerinde ve Moskova’da yardım dilenirken, Mustafa Kemal ayağına kadar gelen ABD’li, Fransız, İtalyan subaylarıyla bile görüşmüyordu. “Emperyalizme karşı ancak milletin kendi gücüyle direnilir” anlayışı Türkler’i Anadolu’dan atılmaktan kurtaran anlayış oldu.
Atatürk’ün gerçekçi dış politikası Hiçbir emperyalist kutba dahil olmamayı tercih eden Atatürk, yurt savunmasını, sınırlarının ötesinde başlatmak gerektiğini düşünüyordu. Komşu ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmeye özen gösterdi. Hatta kurduğu Balkan Paktı, Sadabat Paktı, bu çabanın bir ürünüydü. Fakat Atatürk, tüm komşularıyla iyi ilişkiler kurarken SSCB’ye karşı mesafesini korudu. SSCB’yle en iyi ilişkiler Atatürk döneminde olmuştur. Ancak Atatürk, hiçbir zaman kendisini SSCB’ye bağlayacak bir tavır içine girmedi. Kurtuluş Savaşı’nda Türkler’e bu kadar destek olan SSCB’ye tahmin edilenden daha uzak durmanın önemli bir anlamı vardır. Bunun nedeni Atatürk’ün Bolşevizm’den korkması değildir. Atatürk, Rus emperyalizminden çekiniyordu. Ruslar’la işbirliği yapan ülkelerin nasıl Rus emperyalizminin uşaklarına haline geldiğini görebiliyordu. Azerbaycan’ın düştüğü duruma düşmemek için, Atatürk Ruslar’a karşı bir mesafeyi her zaman korudu.

Büyük güçlerle ittifak yapanlar o güçlerin kölesi olur

Ruslar’la ilişki kurulabilir, onlardan silah alınabilir, ticaret yapılabilir, elçilikler açılabilir. Ancak Ruslar’la Türkler müttefik olamaz. Yanlış müttefik seçimlerinin acısını 1938’den beri yaşıyoruz. Türkiye kendisine müttefik olarak bellediği AB ve ABD’nin kuşatması altında.

Türkiye, dış politika seçeneğini belirlerken dönemsel ihtiyaçlarını değil, jeopolitik ihtiyaçlarını düşünmelidir. Bir konuda Rusya’nın aldığı tavır bizim ABD ve AB’ye karşı konumumuzu güçlendirebilir. Emperyalistler arasındaki çelişkilerden yararlanarak milliyetçi mücadelemiz için alan yaratılabilir.
 Ancak bunlar dönemsel kararlar olmalıdır. Bir emperyaliste hiçbir zaman güvenilemez. Bir emperyalistin ipiyle kuyuya da inilmez.

Türkiye bölgesel bir ittifak politikası oluşturabilir, ancak bunu Rusya, Çin gibi büyük güçlerin peşinde sürüklenerek değil, kendi önderliğinde yaratabilmelidir. Büyük güçlerle ittifak yapanlar o güçlerin kölesi olur.

Türkiye emperyalistlerin her an kopabilecek ipleriyle kuyuya inmek zorunda değildir. Türkiye, mazlum milletlerin emperyalizme karşı direnişinin yanında yer alarak güçlenebilir.



**