PROF. DR . ŞENERÜŞÜMEZSOY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PROF. DR . ŞENERÜŞÜMEZSOY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Haziran 2017 Çarşamba

Globalleşme Rüzgarına Kapılan Ülkemiz, BÖLÜM 2



Globalleşme Rüzgarına Kapılan Ülkemiz,  
BÖLÜM 2





Globalleşmenin bu üç silahı ülkemizde istenen sonuçları vermemiş, halkımıza aşağıdaki şekilde yansımıştır;

<  Globalleşmenin ana aracı olan özelleştirme ülkemizin tüm devlet mallarının haraç mezat satılması ve ileride ülkemizin ağır bir kâr transferi yükü altına  girmesi sonucu doğurmuştur.  >

1- İşsizlik %10'lar civarından aşağıya indirilememiştir. Vatandaşlardaki ümitsizlik nedeni ile iş gücü başvuru oranı düştüğü halde resmi işsiz sayısı 2,6 milyondur, gerçekte bunun 56 milyon olduğu tahmin edilmektedir.

2- Gelir bölüşümü adaletsizliği düzeltilememiş, zengin daha zengin olmuştur. Dünyanın en zenginleri listesinde 36 milyar $'lık serveti ile 25 Türk vatandaşı 
yer almıştır. Japonya'da zenginlerin servetinin milli gelire oranı %1,4 iken Türkiye'de en zenginlerin varlıklarının milli gelire oranı %9,3'tür 
( bu oran geçen yıl %7,6 idi). Halbuki Türk-iş'in araştırmasına göre Türk halkının %75'i yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır. Asgari net ücret 400YTL, yoksulluk 
sınırı 900 YTL dır. Ülkemizdeki özellikle rantiye zenginler devletin ödediği aşırı yüksek faizlerden yararlanarak zenginliklerini büyütmüşlerdir

  <  Japonya'da zenginlerin servetinin milli gelire oranı %1,4 iken Türkiye'de en zenginlerin varlıklarının milli gelire oranı %9,3'tür.  >

3- Uygulanan ucuz döviz politikası sonucu ithal edilen malların fiyatları ucuz kalmış, fakat halkın kullandığı yiyecek ve Türkiye'de üretilen malların fiyatı 
devamlı artmış, nispî fiyatlar daha çok zengin kitlenin kullandığı ithal ve lüks mallar lehine değiştiğinden, dar ve orta gelirli halkın enflasyonu zengininkinden 
yüksek olmuştur, sonuçta orta tabaka zararlı çıkmıştır.

4- İthal girdiler ucuz olduğundan ara malları yurt dışından ithal edilmeye ve sanayimiz montaj sanayiine dönüşmeye başlamıştır. Bazı sektörlerde ithal girdi 
oranı %80-85'lere ulaşmış, bu gelişmede istihdamı olumsuz etkilemiştir.

5- Gelir bölüşüm adaletsizliğinin, tarımdaki işsizliğin ve gizli işsizliğin artışı sonucu büyük şehirlere artan göçün etkisiyle büyük şehirlerde suç oranı artmış 
ve bu şehirler sokağa çıkılamaz hale gelmiştir.
Bu ortamın yaratılmasında AB'nin etkisiyle toplumumuzun yapısına uymayan yasaların çıkarılması da etkili olmuştur.

6- Ekonomik sistem tamamen yabancı sermayeye ve sıcak paraya dayanarak ayakta tutulduğundan, siyasî alanda da çuval hadisesi görmemezlikten gelinmiş,  Kerkük'e gereken önlem verilmemiş, Irak'taki katliama karşı çıkılmamış, PKK sorunu büyümüş, Kıbrıs konusunda aktivitemiz olamamıştır.

7- Ülkemizin iç ve dış borçları 300 milyar $'dan 500 milyar $'a çıkmıştır.

Dış borçların 200 milyar $ ve ortalama faizin %6 olduğu dikkate alınırsa ülkemiz sırf dış borç için yabancılara 12 milyar $ ödemektedir. Bir yılda özelleştirmeden sağlanan dövizler bu faizlere ancak yetmektedir, ileride Devletin satılacak malı kalmadığında bu faizlerin ödenmesi sıkıntı yaratacaktır.

AKP iktidara geldiğinde, seçimlerden önce verdiği fakir fukarayı koruyacağım mesajlarının tersini yaparak IMF'nin programına sarılmış, 2004 yılında AB ile en büyük Papazın resminin önünde imzalanan AB ile müzakerelerinin başlatılması anlaşmasını da arkasına alarak ve ilk başlarda halkı da inandırarak bugünlere kadar gelmiş, fakat globalleşmenin yukarda özetle saydığımız sonuçlarının doğacağını herhalde başlangıçta kendisi de tahmin edememiştir. Şimdi bu sonuçlarla karşılaşmışlardır ve Fransa'nın yeni Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin diğer Türkiye muhaliflerine katılarak Türkiye'nin artık AB üyesi olamayacağını kesin olarak açıklaması ve Türkiye'nin Libya, Cezayir gibi ülkelerle beraber “Akdeniz Ülkeleri Topluluğu”'na girmek suretiyle imtiyazlı ortaklığa kavuşacağını söylemesi büyük şok yaratmıştır. Görüşümüze göre AB bir Hıristiyan devleti olup Türkiye'nin bu devlete kabulü asla mümkün değildir.

Sarkozy'nin danışmanı da AB liderlerinin evvelce Türkiye'yi oyaladığını şimdi Sarkozy'nin gerçeği söylediğini belirtmiştir. Ne yazık ki gerek globalleşme rüyası gerekse AB'nin yalanları ülkemizi ekonomik, sosyal ve siyası bakımdan bu günlere getirmiştir. AB'nin ülkemizi bu şekilde oyalaması elimizde mevcut potansiyel fırsatlarında kaçmasına neden olmaktadır. Biz AB sevdası ile yaşarken Rusya Devleti ülkemiz üzerinden geçmesi  plânlanan bir boru hattını Bulgaristan üzerinden geçirmek için anlaşma imzalamış, yine Türkmen gazının nakli içinde Rusya-Türkmenistan-Kazakistan arasında anlaşma imzalanmıştır. Böylece enerji hatları merkezi olması plânlanan ülkemiz devreden çıkarılmaktadır. Halbuki önceki Ecevit hükümeti bu konuda önemli yol almıştı. AB ile uğraşırken kendi soydaşımız Türkmenistan'la yapılacak bu çok önemli anlaşma fırsatı kaçırılmıştır. Yılda 30 milyar $'lık petrol, gaz, enerji maddeleri ithal eden ülkemiz yakında Devletin satılacak malları kalmadığında hangi para ile enerji ithal edecektir.

< Ülkemiz sırf dış borç için yabancılara 12 milyar $ ödemektedir. Bir yılda özelleştirmeden sağlanan dövizler bu faizlere ancak yetmektedir,
ileride Devletin satılacak malı kalmadığında bu faizlerin ödenmesi sıkıntı yaratacaktır. >

Özetle, ülkemizde önemli limanlar, tesisler haberleşme sistemi, fabrikalar, turizm tesisleri ve bir çok kurum yabancıların eline geçmiş, para piyasaları 
yabancıların hâkimiyetine girerek faiz ve döviz kurlarını yabancılar belirler hale gelmişlerdir. Yine yabancılar borsanın %70'ini ele geçirerek sermaye
piyasasını da hâkimiyetlerine almışlardır. Sonuçta halkımız yoksullaşmış, özellikle rantiye grubu daha da zenginleşmiş, Malthus'un teorisindeki gibi
işçiler açlık sınırı altında yaşar hale gelmişler, globalleşmenin bu acı sonucuna ilâveten AB'de ülkemizi ortada bırakmıştır.

Globalleşmenin ve özelleştirmenin ülkesine verdiği zararı gören Venezüella Devlet Başkanı Chavez IMF ve Dünya Bankasına borçlarını ödeyerek bu kuruluşlarla ilişkilerini kesmiş, ülkesindeki yabancıların elindeki son petrol yataklarını da yabancı şirketlerden kendi dikte ettiği fiyatlardan satın alarak devletleştirmiştir.

Bu devletleştirmeden sonra Venezüella'nın son bir yılda elde ettiği gelir bu güne kadar yıllardır elde ettiği toplam petrol gelirini aşmış, yabancı petrol şirketlerine giden devasa karlar devlete kalmıştır. Venezüella bu işlemi yaparken altın yumurtlayan T. Telekom Türk Devletince yabancılara satılmıştır.

Bugün gelinen çıkmazdan kurtuluş çareleri;

-IMF ve Dünya Bankası ile ilişkileri en alt düzeye indirerek bünyemize uygun önlemleri almak, dalgalı kurdan vazgeçip TCMB kontrollü döviz
kurlarına geçmek, döviz kurunda derhal düzeltme yapmak, aşırı yüksek reel faizden kurtulmak, yabancıların kontrolünde bulunan döviz kuru ve faiz
politikasını TCMB'nin kontrolünde yürütmek, sıcak para belâsından ve dış borçlardan bir konsolidasyon plânı çerçevesinde kurtulmak

-AB ile ilişkileri derhal askıya alıp gümrük birliğine son vermek, AB ile kararlara beraber iştirak ettiğimiz bir ekonomik anlaşma yapmak

-AB oyalamasından kurtulduktan sonra, Rusya, Türk Devletleri ve komşularımızda özel anlaşmalar yapıp özellikle enerji hatlarında kaçırılan fırsatları geri almaya çalışmak.

-TCMB kaynaklarını reel sektöre yönlendirerek, sanayiciye, ihracatcıya, turizmciye, ziraatçiye, esnafa ve diğer üretken sektörlere Türk parasıyla
krediler açıp üretimi arttırmak.

 < Ülkemizde önemli limanlar, tesisler haberleşme sistemi, fabrikalar, turizm tesisleri ve bir çok kurum yabancıların eline geçmiş, para piyasaları yabancıların hâkimiyetine girerek faiz ve döviz kurlarını yabancılar belirler hale gelmişlerdir. Yine yabancılar borsanın %70'ini ele geçirerek sermaye piyasasını da hâkimiyetlerine almışlardır. >

-Vergi sisteminde adaletsiz olan dolaylı vergileri azaltıp gelir ve servetten sağlanan vergileri yeniden düzenlemek.
-İşsizliği önleyici önlemler alıp çalışanların gelirini yükseltmek, emeklilere daha iyi imkânlar sağlamak ve gelir bölüşümündeki adaleti sağlamak.
Şimdi 2007 temmuz seçimleri yaklaşmaktadır globalleşmenin tüm bu zararlarını ve AB'nin kandırmacalarını dikkate alan dar ve orta gelirli
seçmen oy vermeden önce şunlara dikkat etmelidir,

Oy verecekleri parti;

- AB'ye hayır diyor mu?
- IMF'ye hayır diyor mu?
- Ülkemizde mevcut ve halkın lehine görülmeyen kambiyo ve döviz sistemini değiştireceğine ve sermaye hareketlerinde mevcut ve Dünyada eşi çok az görülen serbestliği sınırlayacağına ve TCMB'nin kontrolüne alacağı- na söz veriyor mu?
- Uygulanan aşırı reel faizleri durduracak mı?
- Dolaylı vergileri azaltacak mı?
-Aşırı faiz dışı fazla verilmesine dayanan bütçe modelini terk edecek mi?

<  Bugünkü hükümet, sıcak paracılar ve yabancı sermayenin desteği ile seçimlere kadar ekonomideki pembe tabloyu devam ettirecektir, >

Bir parti eğer bu koşulları kesin ve net olarak vaat etmiyorsa, iktidarı kazandığında işsizliği önleyemeyecek, gelir bölüşümü adaletsizliğini düzeltemeyecek, fakiri daha fakir yapacak, siyasî egemenliğimizi tam sağlayamayacak, sosyal patlamaları önleyemeyecek demektir. AKP'nin iktidara fakir fukara  edebiyatı ile geldiği unutulmamalıdır. Seçmenin AKP ile koalisyon yapma ihtimali olan partilere de oy verirken dikkat etmesi gerekmektedir.

Bugünkü hükümet, sıcak paracılar ve yabancı sermayenin desteği ile seçimlere kadar ekonomideki pembe tabloyu devam ettirecektir, Eğer dövizde bir yükseliş görülürse bunu önlemek için gerek yabancılar gerekse döviz ile borçlu olan Türk finans sektörü piyasaya biraz daha döviz satıp döviz fiyat artışını engelleyecektir. Zaten T.C. Merkez Bankası da seçim ortamında döviz kurları yükselirse kurlara müdahale edeceğini ima etmektedir.

Ancak AKP tek başına iktidar olursa veya bir koalisyon içinde yer alırsa,
-Sıkı para politikası daha da sıkılaştırılarak, yüksek reel faiz ödenmesine devam edilecek,

-Uygulanmakta olan bütçe politikası ile %6,5-7 oranında faiz dışı fazla verilmesine devam edilecek, bunu sağlamak içinde özellikle dolaylı vergiler
ve diğer vergiler arttırılacak, devletin faiz dışındaki geliri ile gideri arasındaki pozitif fark ile rantiye sınıfına olan yüksek faizli borçların ana para ve faizi
ödenmeye çalışılacak, böylece orta gelirli halk daha sıkıntıya girecek,
- Elde kalan son devlet malları da satılacak(TMSF'nin elinde satılacak mallar iyice azalmıştır),
- Devletin elindeki mallar azaldığından özelleştirmelerden elde edilecek gelirler azalacağından faiz dışı fazla sağlamak için vergiler daha da arttırılacak,
elektirik gibi kamuca üretilen mallara yüksek zamlar yapılacaktır.

Ülkemiz seçmeninin sonradan pişmanlık duymaması ve aşırı ekonomik sıkıntıya girmemesi için, son günlerin moda deyimi ile siyasî partilerin vaatlerinin sözde değil özde olup olmadığını inceleyip ve kimin kimle koalisyon yapabileceğini hesaplayıp, oyunu vereceği partiyi ona göre seçmesi kendi
menfaatine olacaktır.

Sonuçta yabancı ülkeler top ve tüfekle yapamadıklarını sermayeleri ile yapmakta, ülkemizi yavaş yavaş işgal etmekte ve halkımızın dar ve orta gelirli kesimini yavaş yavaş modern köleleri haline getirmektedirler. Şu anda sıcak para ile gösterdikleri pembe tablo ülkemizin tüm malları yabancıların eline geçene, TCMB'nin döviz rezervleri bitene ve halkımız tam köleleri olana ve de siyasî emelleri gerçekleşene kadar devam edecektir. Bu oyunu ancak dar ve orta gelirli halkımız temmuz 2007'de verecekleri oylarla bozabilir.

<  Sonuçta yabancı ülkeler top ve tüfekle yapamadıklarını sermayeleri ile yapmakta, ülkemizi yavaş yavaş işgal etmekte ve halkımızın dar ve orta gelirli kesimini yavaş yavaş modern köleleri haline getirmektedirler.  >


Globalleşme Rüzgârına Kapılan Ülkemiz
Selahattin Altıer
2 1 . YÜZYIL Nis an / Ma y ıs / Ha z ir an 2 0 0 7 



***

Globalleşme Rüzgarına Kapılan Ülkemiz, BÖLÜM 1

Globalleşme Rüzgarına Kapılan Ülkemiz, BÖLÜM 1


Ekonomik Analiz,
SELAHADDİN  ALTIER
PROF. DR . FERRUH  YILDIZ
PROF. DR . ŞENERÜŞÜMEZSOY




Globalleşme Rüzgârına Kapılan Ülkemiz
(*) Selahattin Altıer 
(*) 21. Yüz Yıl Türkiye Enstitüsü Ekonomik Araştırmalar Bölümü Başkanı, TCMB Dış İlişkiler Eski Genel Müdürü

Ülkemiz Ekonomik alanda Savunmasız bırakıldı.

1980'li yıllardan başlayarak Dünyada estirilmeye başlanan globalleşme rüzgârı yıllar boyunca ABD ve gelişmiş ülkeler tarafından yavaş yavaş gelişmekte olan 
ve az gelişmiş Ülkelere hatta başta Sovyetler Birliği ve Demir Perde Ülkelerine empoze edilmeye başlanmış, bir de “Emerging Marketskalkınan piyasalar” kavramı ortaya atılmıştır. Kalkınan piyasalara aşağıda anlatılan nedenlerle sömürülen piyasalar da denilebilir, oysa zengin sömürücü ülkeler  gelişen piyasalar kavramını sanki çok faydalıymış gibi takdim etmişler ve bunu fakir ülkelere kabul ettirebilmişlerdir. Hatta SSCB'nin ve Demir Perde ülkelerinin komünist ve sosyalist sisteminin çöküşü dahi bu globalleşme rüzgârının sonuçlarından olduğu söylenebilir.

Globalleşme teorisi Dünyada ki bütün ülkeler arasındaki sınırların kalkacağını, emek ve sermayenin(sıcak para dahil) ülkeler arasında serbestçe
hareket edeceğini, buna paralel olarak turizm, nakliye gibi hizmet işlemlerinin de ülkeler arasında serbestçe yapılabileceğini, bunun sonucunda da her
ülkenin daha başarılı olduğu mal ve hizmetleri üreteceğini, böylece de Dünyada refahın artacağını ileri sürmektedir. Örneğin Almanya sanayide, İtalya
ve Türkiye turizm sektörlerinde ihtisaslaşacaktır. Bu teori 19. yüzyılda “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” diyen Adam Smith'in liberal para
ve ekonomi teorisine benzemekte, Dünyada tüm dengeleri arz ve talep eşitliğinin sağlayacağı fikri ortaya atılmaktadır. Adam Smith dönemi ekonomistlerinden Malthus da emeğin arz ve talep dengesinin emek fiyatını belirleyeceğini, eğer emek arzı fazla ise emek ücretinin açlık sınırına kadar düşeceğini, daha aşağı düşerse insanlar açlıktan öleceği için emek arzı da azalaca- ğından sonuçta ücretler tekrar yükselip ücret dengesinin tekrar kurulabileceğini ileri sürmüştür. Bu liberal teorinin uygulanmasında, yeni sanayileşen ülkelerden Belçika da işçilerin gözlerinin oyulmasına kadar gidilmiştir. 

Bu ekonomi teorilerinin yarattığı işsizler ve ülkeler arası ekonomik rekabet sonucu Dünyamız I. ve II. Dünya savaşlarına sürüklenmiş, hatta Rusya'da
1917'de kapitalist rejim devrilmiştir. Bu liberal politikalara tepki olarak devletçi olan Keynes ve benzeri teoriler doğmuştur. Uygulanan liberal ve emeği
dikkate almayan politikalar sonucu Almanya'da 5 milyon işsiz doğmuş ve bu işsizler Hitler'in ve 2. Dünya harbinin esas doğuş sebebi olmuştur. Yine
Rusya'daki 1917 ihtilâlinin altında işsizlik ve sefil olmuş işçiler vardır. 20. Yüzyılın başlarında o dönemin Avrupa'sında uygulanan liberalleşme ve sanayileşme üretim fazlası yaratmış bu üretim fazlasının diğer ülkelere satışının doğurduğu rekabette savaşların bir diğer nedeni olmuştur.

Bugünkü globalleşme teorisinin yukarıda sözü geçen liberal ekolün teorisinden esasta farkı yoktur, ancak yeni liberal global teori üretim artışları nedeni
ile ülkelerarası ticarette çatışma çıkmaması için ülkelerde mal ve hizmet ticaretinde konulan her türlü sınırlamanın kaldırılmasını istemekte ve bu fikirlerini  kabul ettirebilmek için de globalleşmenin her ülkeyi daha da zenginleştireceğini ileri sürmektedirler. 





Avrupa Birliği(AB) Devletinin kurulması girişimi de globalleşmenin bir uygulaması olup esasen gelişmiş ülkeler arasındaki ticarî çatışmanın önlenmesini
amaçlamaktadır. Yüzyıllardır savaş eden Avrupa Ülkelerinin bir Devlet altında birleştirilmesinin savaşları önleyeceği düşünülmektedir.
Ancak globalleşme bazı Avrupa ülkelerine yararken Fransa, İspanya gibi ülkelerde işsiz ordusu yaratmıştır. Yeni Fransa Başkanı Sarkozy de bu işsizliğe 
Avrupa Merkez Bankasının neden olduğunu ileri sürerek, ilk kez AB'ne karşı çıkmıştır. Avrupa da işsizlik ve ekonomik problemler çıktıkça Avrupa Devletinin 
kurulması tehlikeye girebilecektir. Zaten Avrupa Anayasasının Fransa ve Hollanda'da ki referandumlarda ret edilmesi AB'nin uzun ömürlü olmayacağının ilk  işaretidir. Rusya da komünist rejimin yıkılması, Çin'de ekonomik düzenin değişmesi, NAFTA(ABD-Kanada ekonomik işbirliği), Latin Amerika Ülkelerindeki liberal  uygulamalar, Türkiye'de Turgut Özal ile başlayan liberalleşme ler hep globalleşme teorisinin rüzgârlarından etkilenmiştir. Bu liberalleşme teorisine karşı gelen  Irak, Afganistan gibi Ülkeler silah gücü ile işgal edilmişlerdir ve bu Ülkelerde hala ABD ve işbirlikçilerince katliamlar yapılmaktadır. 

< 20. Yüzyılın başlarında o dönemin Avrupa'sında uygulanan liberalleşme ve sanayileşme üretim fazlası yaratmış bu üretim fazlasının diğer ülkelere satışının doğurduğu rekabette savaşların bir diğer nedeni olmuştur. >

Görüleceği üzere, günümüzde ki globalleşme teorisi kapsamında çok miktarda petrole sahip ülkelerin sermaye ile işgal edilememesi halinde, silah gücü ile 
işgal edilmesi de vardır.

Uygulanan globalleşme sonucu yıkılan SSCB yerine kurulan Rusya Federasyonu IMF kontrolünde bir türlü toparlanamamış, bilahare Putin Başkan olduktan 
sonra petrol üretimi ve fiyatlarının artışı ile ülkenin malî durumu nispeten düzelmiştir. Putin IMF'ye ve diğer gelişmiş ülkelere borçlarını
ödeyerek ülkesini IMF'nin sultasından kurtarmış, Orta Asya Devletleri ve diğer Ülkelerle işbirliği yaparak kendi sistemini kurmuştur. Yine Latin Amerika
Ülkeleri başta Venezüella IMF'ye borçlarını ödeyerek kendi deyimleriyle IMF'yi Ülkelerinden kovmaya başlamışlardır. Çin zaten baştan beri kendine
özel ekonomik sistemini uygulamaktadır. Sözü geçen ülkeler uyguladıkları ekonomi politikaları sonucu cari döviz dengelerini pozitife çevirmişler,
döviz rezervlerini arttırmışlardır. Oysa Türkiye hala IMF'nin sultasında olup kendine öz ekonomi sistemini kuramamaktadır. 
Ülkemizin cari döviz dengesi çok kötü durumda olup, ekonomi sıcak paracıların kontrolündedir. Ülke aşırı borçlanmıştır, işsizlik ve fakirlik artmaktadır.
Globalleşmenin üç ana aracı bulunmaktadır;

a- Liberalleşme ve deregülasyon ( liberalization) Ülkelerin başta kambiyo ve döviz mevzuatı olmak üzere tüm mevzuatının yeniden düzenlenmesi (deregulation)  yoluyla ülkenin yapısının liberalleştirilmesi ve bu yolla Dünya'daki diğer ülkelerle entegrasyonun  (bütünleşmesinin) sağlanması.

b- Özelleştirme (privatization),

c- Sekuritizasyon ( securitization ),

Şirket ve kurumların halka açılmaları ve gayrimenkullere dayanan menkul kıymet ihraç edilerek gayrimenkullerinde piyasada kolayca satılabilmesi
veyahut ta malî kuruluş ve şirketlerin alacakları teminat gösterilerek finansman sağlama imkânlarının yaratılması.

Bu araçların uygulanmasının komiserlik görevi de IMF, Dünya Bankası ve OECD gibi mevcut ve sonradan oluşturulan kuruluşlara (Avrupa Yatırım Bankası) verilmiştir.

Globalleşmenin Ülkemizde Gelişimi;

Globalleşmenin araçlarından en önemlisi olan liberalleşme ve mevzuatın yeniden yapılandırılması çalışmaları Ülkemizde ilk olarak 1983 yılında başlamış ve bunun ilk öncüsü Başbakan Turgut Özal olmuştur. Bu dönemde ilk uygulamalar daha çok mevzuatın liberalleştirilmeye çalışılması şeklinde olmuş, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı kurulmuş, yabancı sermaye gelmesi için “Yabancı Sermaye Kanunu” yeniden düzenlenmiş, yabancı sermayenin teşviki görevi Devlet Plânlama Teşkilatına verilmiştir. Ayrıca ihracatın teşvikine de önem verilmiş ve bu konuda da önemli yol alınmış, ancak yabancı sermaye ülkemize istenen miktarda gelmemiş, özelleştirme işlemleri de amaçlanan düzeyde olamamıştır.

Turgut Özal Hükümetinden sonra gelen koalisyon Hükümetlerindeki partiler bir birilerini kontrol ettiklerinden fütursuzca özelleştirme yapılamamış ve yabancılar Ülkemizin kritik sektörlerini istilâ edememişlerdir. Turgut Özal ile başlatılan bu ilk globalleşme deneyi ülkemizi 1994 yılında krize götürmüş, bunu müteakiben 28 şubatta dolaylı bir askeri müdahale gelmiş, bunun sonucunda da Başbakan Bülent Ecevit başkanlığında iktidara gelen DSP-ANAP-MHP Hükümeti, büyük ihtimalle ABD ve Avrupa'nın da etkisi ile, ülkemizde globalleşme hareketini
IMF'nin denetiminde ve yönetiminde yeniden başlatmış, yapılan IMF anlaşmasına da ekonominin çıpası denmiştir. Bu sıralarda AB'de ülkemize AB üyeliği ümitlerini vermiş ve Başbakan Ecevit AB toplantılarında boy göstermeye başlamıştır. AB ile olan ilişkilerin gelişmesine de AB çıpası denmiştir. IMF ile stand by kredi anlaşması yapılmış ve bu yolla Türkiye'ye 6 milyar $ kredi verilmiş, Dünya Bankası da önemli bir miktarda kredi  taahhüdünde bulunmuştur. 

< Globalleşmenin araçlarından en önemlisi olan liberalleşme ve mevzuatın yeniden yapılandırılması çalışmaları Ülkemizde ilk olarak 1983 yılında başlamış  ve bunun ilk öncüsü Başbakan Turgut Özal olmuştur.>

Ecevit hükümeti bu globalleşme deneyimine başta çok hevesli olmakla birlikte, Hükümetin gerek koalisyon Hükümeti olması gerekse milli duygularının ağır basması nedeni ile, AB ve IMF'nin ülkemizin sosyal, kültü-rel ve siyası anlayışına ters düşen bazı taleplerini ilk başta yerine getirmeye çalışır gibi görünmüş ancak sonuçta bu talepleri tam olarak yerine getirme-miş, tam liberalleşme yapılamayarak özelleştirme işlemleri istenen düzeyde olmamış ve yabancı sermayeye tam serbesti sağlanamamış, sonuçta da bu hükümet 2001 ekonomik krizinden sonra uzun süre iktidarda kalamamıştır.

2001 krizinden sonra Dünya Bankası'ndan Kemal Derviş gelerek Ekonomi Bakanı olmuş ve IMF'nin Türkiye'ye verdiği krediyi 30 milyar $'a kadar yükseltmiştir. Bu arada bir çok bankaya el konmuş ve yabancı banka ve kuruluşların alacaklarının ödenmesi Devletçe garanti edilmiştir,fakat kanımızca IMF yine tam tatmin olamamıştır. 2002 seçimlerinden hemen önce AKP kurulmuş, bu arada da Necmettin Erbakan'a siyasî yasak konulmuş, Tayyip Erdoğan'ın seçilme yasağı CHP'nin de Meclisteki desteği ile bir şekilde kaldırılmış, böylece yaratılan kamuoyu ile AKP'nin ve Tayyip Erdoğan'ın önü açılmış, yapılan seçimler sonucu AKP sihirli bir şekilde iktidar, Tayyip Erdoğan da Başbakan olmuştur.

Ekonominin alt yapısının Ecevit Hükümeti zamanında IMF ve Dünya Bankası tarafından hazırlanmış olduğu bir ortamda AKP'nin iktidara gelişi yeniden globalleşme sürecini hızlandırmış, gerçektende AKP'nin iktidar olduğu 2002 yılından günümüze kadar globalleşmenin araçları olan sermaye hareketleri mevzuatlarının tam serbestliği (en gelişmiş ülkelerdekinden daha ileri düzeyde), özelleştirme (Devlet mallarının satışı),  tüm mevzuatın azaltılması tam manasıyla yapılmıştır. Bu uygulamaların istenen sonucu vermesi içinde Dünyada eşi olmayan hazine bonosu faizleri verilmiş bunun sonucunda da ülkemize sıcak para akmış, bu da döviz kurlarına baskı yaparak Türk Parası aşırı değerlenmesi ne (%70) neden olmuştur. 2002 yılında iktidar olan AKP Hükümeti, kendisinden önceki Hükümette Bakan olan Kemal Derviş ile birlikte IMF tarafından oluşturulan ekonomi politikasını, AB müzakerelerinde kendisine kalkan yapmak suretiyle aynen uygulamış, fakat özelleştirmeyi  ilk başlarda hafiften almıştı. Ancak zamanla sistem daha fazla sıcak para ve döviz gerektirdiğinden, bütçede de daha fazla Türk parası ihtiyacı doğduğundan son iki yılda özelleştirmeye mecburen aşırı bir hız vermiştir.

< AKP Hükümeti, kendisinden önceki Hükümette Bakan olan Kemal Derviş ile birlikte IMF tarafından oluşturulan ekonomi politikasını, AB
müzakerelerinde kendisine kalkan yapmak suretiyle aynen uygulamış, fakat özelleştirmeyi ilk başlarda hafiften almıştı.>

IMF'nin Şefliğindeki Globalleşme Uygulamasının Araçlarının Ülkemize Yaptığı Etkiler;

a- Mevzuatın liberalleştirilmesi (deregulation- liberalization)

IMF'nin yaptığı plân çerçevesinde, yüksek Türk Lirası faiz düşük döviz kuru politikası ile dört yıldan beri döviz kurları aynı kalmış, bunu sağlamak
için de gerek T.C. Merkez Bankası faizleri gerekse Hazine'nin ödediği faizler çok yüksek tutulmuş, bugün dünyada eşi olmayan reel faizler( ödenen faiz
ile enflasyon arasındaki fark) ödenmiştir. En son Hazine bonosu faizinin %20, TCMB enflâsyon hedefinin %4 olduğu dikkate alınırsa %15-16 oranında
reel faiz ödendiği ortaya çıkmaktadır. Uygulanan bu yüksek reel faizinde etkisiyle, yurtdışındaki likidite(para) bolluğu içerisinde gidecek yer
arayan sıcak para, Hükümetin de teşviki ile ülkemize akmaya başlamıştır.

2006 yılı başlarında %13 seviyelerine inen Hazine faizlerini beğenmeyen ve Borsada yabancılara da vergi ve kayıt konulacağı kararından memnun olmayan
sıcak paracılar 2006 yılı baharında 5-6 milyar $ dövizi yurtdışına çıkarmışlar ve $ kurunu 1,70 YTL'ye kadar yükseltmişlerdir. Bu gelişmeden
ürken Hükümet ve TCMB tekrar faizleri yükseltmiş(hazine bonosu faizleri %22'lere kadar yükselmiştir) ve yabancılar Borsada kayıt ve vergiden
muaf tutmuşlardır. Bunun üzerine $ kuru 1,30 YTL'ye kadar inmiş ama çok üzücüdür ki Hazine bonosu faizleri bugüne kadar %20-21
gibi çok yüksek düzeyde kalmıştır. Görüleceği üzere Türk parasal sistemi, yani faizlerin ve döviz fiyatlarının tespiti ve parasal sistemdeki vergi uygulamasının 
belirlenmesi yabancı sermayenin eline geçmiştir. Yabancı sermayenin ülkemize tam akışını sağlamak için, liberalleşme çerçevesinde ülkemizdeki “Nereden
Buldun Yasası” da kaldırılmıştır. Diğer yandan yabancılar Borsanın da %70'ini eline geçirerek kendi yönetimlerine almışlardır.

Sonuç olarak sermaye hareketlerindeki tam serbesti ülkemize sermaye akımını sağlamış ve sıcak para en son 85 milyar $'a yükselmiştir. Türkiye'nin
toplam milli gelirinin 400 milyar $ civarında olduğu dikkate alınırsa sıcak para milli gelirimizin ¼'ne yaklaşmaktadır. Yine özel sektörce(banka ve diğer
kuruluşlar) alınan dış borçlar 130 milyar $'a varmıştır, bu borçların ortalama faizi %6 olarak alınırsa, sadece özel sektör 6,5-7 milyar $ faiz yükü altına girmiştir.
Serbesti kapsamında gelen yabancı sermaye yeni yatırım yapmaya hiç yönelmemiş hazır kuruluşları satın almıştır(halbuki yabancı sermayenin dö-
viz geliri sağlayan sektörlere yeni yatırım yapması ve yeni teknoloji getirip
ilâve istihdam sağlamı gerekir). 

<  En son Hazine bonosu faizinin %20, TCMB enflâsyon hedefinin %4 olduğu dikkate alınırsa %15-16 oranında reel faiz ödendiği ortaya çıkmaktadır. >

Bu gelişme sonucu bankacılık sektörünün %25'i(gittikçe artıyor), sigortacılık sektörünün %90'nı, haberleşme sektörünün çok büyük kısmı, süper marketler inin  önemli bir kısmı, turistlik tesisler, limanlar ve de şimdi sanayi kuruluşları yabancıların eline önemli bir oranda geçmiştir.

Görüleceği üzere globalleşmenin liberalleşme ve deregülasyon silahı ülkemizi işgali altına almak üzeredir.

Ayrıca bankalar kolayca ve serbestçe sağlayabildikleri dış kredileri de kulanarak, reklâmlarla da etki yaratıp, halkımıza krediler vermişler ve halkımız sonuçta 
bankalara 36 milyar $ borçlu hale gelmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki finans sektörünün yabancıların eline geçmesi çok tehlikelidir.

Zira yabancı bankalar Türk firmaları yerine yabancı firmaları destekleyebilir, nitekim ülkemizdeki yabancı sermayeli bankaların yurt dışında iş
yapan Türk müteahhitlerine teminat mektubu vereceği yerde yabancı müteahhitlere verdiği , Türk müteahhitlerince ileri sürülmüştür.

b-Özelleştirme (privatization);

Devlet; Tüpraş'ı, bazı diğer şirketleri, Halk ve Vakıflar Bankasını, limanları, hava alanlarını, telekomikasyon sektörünün büyük kısmını satmıştır. 
Özelleştirmeler bu şekilde devam ederse yakında bankacılığın %50'den fazlası yabancıların eline geçmiş olacaktır. Yabancılar bankacılık sektörünü
ele geçirmek için gayret sarf etmektedirler. Örneğin Halk Bankasının halka arzında, Ortadoğulu El Maktum bu bankanın %6'sını halka arzdan ve
borsadan satın alarak ele geçirmiştir. Yine Tüpraş'ın halka arz edilen (%15.2) kısmını kapatıp bundan bir günde yüz milyonlarca dolar kar eden
Ofer'i unutmamak gerekir. Ülkemizde Hükümet özelleştirmeyi, saplandığı ekonomik bataklıktan kurtulmak için, sadece para bulmak amacı ile yapmış,
elde edilen paralar da borç faizlerinin ödenmesinde kullanılmıştır. Nakit bulmak için yapılan bu özelleştirmelerde en çok dikkati çeken Türk Telekom'un
satışıdır. T. Telekom'un %55'i 6,5 milyar $'a satılmıştır, 2006 yılı karı 3,8 milyar YTL(bugünkü kurlardan 2,8 milyar $)'dır. Payına 1.5 milyar $ düş-
mektedir ki, bu karın içerisinde 2007 yılında yapılan aşırı zamlar da yoktur.

<  Finans sektörünün yabancıların eline geçmesi çok tehlikelidir. Zira yabancı bankalar Türk firmaları yerine yabancıMfirmaları destekleyebilir.  >

Dünyada kendini 3-4 yılda Amorti eden böyle bir büyük yatırım yoktur.

Globalleşmenin ana aracı olan özelleştirme ülkemizin tüm devlet mallarının haraç mezat satılması ve ileride ülkemizin ağır bir kâr transferi yükü altına
girmesi sonucu doğurmuştur. Esasen yabancılar özelleştirmeden elde ettikleri bu anormal karlarla birkaç sene içerisinde ülkemizin önemli mallarının hemen hepsini satın alabilirler, şöyle ki Oger Tüpraş'tan elde ettiği 600 milyon $ ve Telekom'un 1,5 milyar $'lık 2006 yılı karının toplamı olan 2.1 milyar $ ve 2007 yılında elde edeceği karla 2 yılda bir Tüpraş gibi bir kuruluşu satın alabilir. Bu olayda da döviz kurlarının nasıl yabancılara yaradığı ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki T.Telekom'un 3,8 milyar YTL:'lık 2006 yılı karı 1$= 1,35 YTL'den 2,8 milyar $ etmektedir, YTL'nin olması gereken kur 1$= 2,7 olsa idi, T.Telekom'un karı 1,4 milyar $:'a inecekti.

Sonuçta sadece para için yapılan özelleştirmeler ve döviz kurlarının aşırı baskı altında tutulması globalleşmenin özelleştirme silahını da lkemiz aleyhine çevirmiştir ve yabancılar ülkemizden sağladıkları karlarla yine ülkemizin diğer mallarını satın alabilecek hale gelmişlerdir.

c-Seküritizasyon (securitization); 

Son zamanlarda gazetelerde bankalarımızın yurt dışından aldıkları seküritizasyon kredilerini okumaktayız, bu işlem bankaların yurt dışından olan döviz alacaklarını teminat göstererek kredi almaları demektir. Bu kredilerin birkaç milyar $'a ulaştığı anlaşılmaktadır ve sağlanan bu krediler ülkemizin alacaklarını bir nevi ipotek altına sokmaktadır. İleride bu şekilde sağlanan kredilerin arttığını görürsek tehlikenin iyice yaklaştığını anlayabiliriz. Osmanlıların son döneminde de alınan aşırı borçlar ödenemeyince yabancılarca Düyun-u Umumiye idaresi kurulmuş ve borçlar ülkenin ihracat bedellerine ipotek konulmak suretiyle ödenmiştir.

Globalleşmenin seküritizasyondan amacı, sabit kıymetlerin ve şirketlerin varlıklarının menkul kıymete(hisse senedi vs.) bağlanarak likit hale getirilmesi
ve bu yolla finansman bulunarak ekonomiye hareket ve büyüme sağlanmasıdır. Ülkemizde sekürütizasyon bu şekilde olacağına, bankalarımızın
dış borç sağlama potansiyelinin arttırılması için kullanılmıştır.


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

****