PKK terörüne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PKK terörüne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Aralık 2017 Pazar

DOĞU VE GÜNEYDOGU ANADOLUYU, PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER, BÖLÜM 1

DOĞU VE GÜNEYDOGU ANADOLUYU,  PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER, BÖLÜM 1




Ahmet KÜÇÜKŞAHİN* 
* Dr.P.Kur.Kd.Alb., Harp Akademileri Komutanlıgı Stratejik Arastırmalar Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Baskanı. 


Özet 


Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesi, Agustos 1984 tarihinde fiili olarak baslayan PKK terörüne sahne olmustur. Bu makalede, yörenin sosyo-kültürel yapısı incelenerek PKK terörü ile olan iliskisi ortaya konmaya çalısılmaktadır. 

Bölgenin 20’nci yüzyılın icaplarına cevap veremeyecek sosyokültürel yapısı, bu yapının ortaya koydugu sorunlar ve bu sorunların, devletin imkansızlıklarının veya ihmalinin bir sonucu olarak dıssal bir bakısla “bölgenin kasıtlı olarak geri bırakıldıgı” seklinde algılanmasına neden olmustur. 

Bu arada, 1978 yılında silahlı mücadele anlayısıyla kurulan PKK terör örgütü, benimsedigi strateji ile bölgenin sosyo-kültürel degerlerindeki zafiyetlerini (agalık sistemi, çok çocukluluk, egitim durumundaki yetersizlik, küçükbas hayvancılıkla özdeslesen yasam tarzı, kız evlatlarının mal gibi görülmesi vs.), cografi yapıyı (sınır bölgesi olma, arazinin daglık yapısı) ve ekonomik kosullardaki yetersizlikleri istismar ederek örgüt stratejisi dogrultusunda kullanmıstır. Bu baglamda, Türkiye’ye hasım olan devletler, Türkiye’nin 
dengelerini sarsmak maksadıyla baslangıçta terör örgütünü kullanma politikası izlemisler, bilahare bu politikalarını genisleterek, tarihte de defalarca yasandıgı üzere, Kürtleri kullanma politikasına dönüstürmüslerdir. 

Anahtar Kelimeler: Terör, Kürt, Sosyo-kültürel, PKK, Güneydogu, 

1. Giriş 

1960’lı yıllardan itibaren tırmanma egilimi gösteren terörizmin uluslararası boyutu, 11 Eylül 2001 tarihinde doruk noktasına ulasmıs, böylece 
20’nci yüzyılın sonları ve 21’inci yüzyılın basları itibarıyla üzerinde en çok durulan kavramlardan biri hâline gelmistir. Konu üzerinde yapılan bilimsel 
çalısmalar, terörizmin olusmasına katkıda bulunan nedenlerin basında sosyoekonomik kosulları göstermekle birlikte, terörün toplumsal ortamda gelismesine ve toplumsal etkilerinin yogunlasmasına katkıda bulunan nedenlerin varlıgına da isaret etmektedir. Bu çalısmanın amacı, Dogu ve Güneydogu Anadolu’yu, Agustos 1984 tarihinde fiilî olarak baslayan PKK terörüne hazırlayan nedenlerin basında, bölgenin sosyo-kültürel yapısının geldigi konusunu, cografi yapısını ve tarihî kosullarını (Kürt kimligi, Kürt dili, Kürt isyanları) da dikkate alarak incelemektir. 

Terör örgütlerinin amaçları, örgütlerin faaliyette bulundukları ülkelere ve kendilerini yönlendiren merkezlere baglı olarak farklılık gösterebilmektedir. 

Bilinen yaklasımlar çerçevesinde terörizmin amaçlarını; 
- Siddet ya da siddet tehdidi yoluyla; fidye almak, mahkum teröristlerin serbest bırakılmasını saglamak ya da teröristlerin bir mesajının kitle iletisim araçlarının birinde yayımlanması gibi belirli tavizler elde etmek, 

- Kamuoyu kazanmak, 

- KarıŞıklık yaratarak toplumu demoralize etmek ve mevcut sosyal düzeni yıkmak, 

- Kasıtlı biçimde, baskı içeren bir karsı terörizm kampanyasını ve zorunlu önlemleri provoke etmek, 

- Mesru otoriteyi yıpratmak ve yıkmak, 

- Örgüt içindeki sadakati ve is birligini saglamak, 

- Bir cezalandırma aracı olarak kullanmak1 olarak belirtebiliriz. 

Terör örgütleri, savundukları ideolojiye baglı olarak, haksızlık ve zulüm 
olarak gördükleri devlet yönetimi ve yöneticilerini bertaraf etmeyi, böylece daha 
mutlu ve adaletli bir hayat tarzını amaç edindiklerini ileri sürmektedirler. Bu 
ugurda kendilerini, haklarını savundukları toplumun kıymeti henüz tam 
bilinmeyen meçhul savasçıları ve fedakar gönüllüleri olarak görmektedirler. 
Halkın bilinçli olmaması nedeniyle, kendisi için yapılan iyi seyleri 
algılayamayacagı ve bu nedenle yürütülen harekete katılmasının mümkün 
olmadıgı, ancak zaman içerisinde bilinç kazanarak harekete katılacagını ileri 
sürerler. Bu zamana kadar, azınlıkta olan bilinçli kitlelerin, halk adına 
mücadeleyi yürütmesi ve mücadeleye önderlik etmesi gerektigini savunurlar. 
Neden birtakım insanlar amaçlarına ulasmada ölümü göze alıp, her 
türlü zorluk ve yokluga katlanarak, silahlı siddet gibi oldukça zor bir maceraya 
atılmaktadırlar? Bunun en büyük nedeni, mücadele verdikleri düsmanları ile 
aralarındaki güç dengesizliginde yatmaktadır. Hedef alınan sistemin normal 
yollardan degistirilmesinin imkansızlıgı, silahlı mücadeleyi tek çare olarak 
göstermekte ve güç dengesizligini ancak terör eylemlerine basvurarak 
gidermeye çalısmaktadırlar. 

Terörü psikolojik açıdan ele alırken, terör eylemlerini yapan ve terörist 
grupları olusturan kisilerin genel mantık yapılarını, yetistikleri ve yasamakta 
oldukları çevreyi, egitim durumlarını, ailelerini, ortak yönlerini, psikolojik 
yapılarında belirli bir bozukluk olup olmadıgını ve onları bu eylemlere iten 
faktörlerin neler oldugunu ele almak gerekir. Çünkü terörist eylem, bir toplumun degerlerine, normlarına, menfaatine, beklentilerine, varlıgına, bütünlügüne ve bu bütünlügün devamına ters düsen, masum insanların öldürülmesine varıncaya kadar topluma zarar veren çesitli faaliyetleri içine alan, ilgili toplumda devlet güç ve otoritesini zaafa ugratarak o toplumu içten çökertme hedefine yönelik bir sosyal sapma davranısıdır. 

Terörist, toplumun içinden çıkmakta ve yine sözde toplum adına, topluma ve onun olusturdugu devlete karsı faaliyette bulunmaktadır. O hâlde teröristi harekete geçiren veya kisileri terörist olmaya iten sebepleri de yine toplumsal yapılanmada aramak gerekecektir. Bu baglamda terör olgusunu yalnızca iç ve dıs düsmanların varlıgına baglamak yeterli olmayabilir. Baska bir deyisle, terörü toplumun ekonomik ve sosyo-kültürel yapısından da ayırmamak gerekmekte dir. 

2. Dogu ve Güney Dogu Anadolu’nun Kosulları 

a. Cografi Yapı;

Teröre sahne olan bölge, Türkiye’nin Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgelerinin bir bölümünü içermektedir. Dogu Anadolu’nun güneyi ile Güneydogu Anadolu’nun dogu kesimlerini kapsamaktadır. Söz konusu bölgelerde arazinin deniz seviyesinden yüksekligi, Türkiye ortalamasının iki katına yakındır. Deniz seviyesinden ortalama yüksekleri itibariyle Hakkari ortalama 2500 metre, Sırnak 1400 metre, Mardin 1083 metre, Van 1725 metredir. Yollar gedik, geçit ve vadilere tabidir. Kısın kar kalınlıgı iki metreye kadar çıkmaktadır. Yagan kardan dolayı yollar aylarca kapanmakta ve bu yörelerde yasayan insanlar kendi mekanlarının dısına çıkamamaktadırlar. 1997 yılı Ocak ayında yagan kar yüzünden Sırnak’ta Beytüssebap lçesini Uludere İlçesine baglayan yolun Uludere–Uzungeçit arasındaki bölümü, 1997 yılı imkânları ile ancak bir haftada açılabilmistir. Aynı zamanda, yolların araç trafigini kolaylastıracak kadar düzgün olmadıgı, kar ve diger tabiat olaylarının verdigi tahribatı giderecek araç ve donanımın yeterli olmadıgı, olaylara müdahale edecek yetismis insan gücünün yok denecek ölçülerde oldugu bir gerçektir. Cumhuriyetin ilk yıllarında yolların açılarak irtibatın saglanabilmesi ya kısıtlı ölçülerde yapılabiliyordu ya da iklimsel sartlar bekleniyordu. 

Arazi yapısının yol sebekesine yansımasını ifade edebilmek için bazı degerlerin verilmesinin uygun olacagı kanaatindeyiz. Örnegin Siirt–Sırnak arasındaki yol mesafesi 97 km. olmasına karsın motorlu araç ile ortalama iki saatte, Sırnak–Hakkari arasındaki 190 km. 5-6 saatte, Van-Hakkari arasındaki 205 km. 3-4 saatte kat edilebilmektedir. Bununla birlikte, dag silsilelerinin olanak vermemesi nedeniyle Van Gölünün dogu ve güneyindeki yol sebekeleri yetersiz ve son derece sınırlıdır. 

Bölgede görev yapan subayların sık sık söyledikleri bir söz vardır: 
“Hakkari’yi bir masaya yatırıp ütüleseler Türkiye kadar bir alan çıkar.”2 
Bölge arazisi kar yagısına baglı olarak insanları kendi mekanlarına hapsetmekte, 
insanları çevreleri ile iletisimsiz bırakmakta, kıt imkânlara sahip devleti zor 
duruma düsürmektedir. Dogu Anadolu yılın 120 günü karla kaplıdır.3 Bunun 
sonucu olarak insanlar kendi mekanlarında yılın yaklasık dört ayı âdeta 
kaderleri ile bas basa kalmaktadırlar. Terör öncesinde hayvancılıkla ugrasan 
sürü sahibi vatandaslar ise havaların soguması ile birlikte yazın ikamet ettikleri 
alanları terk ederek hayvanlarını otlatabilmek için daha sıcak kesimlere göç 
etmekteydiler. Bu yasam tarzı devlet imkânlarının vatandasa sunulamaması, 
sunulanlardan ise etkin olarak istifade edilememesi sonuçlarını dogurmustur. Bu 
durum bölge halkına egitimsizlik, devletin varlıgının hissettirilememesi gibi 
neticeler olarak yansımıs ve bilâhare kötü niyetli kisilerin istismar aracı hâline 
dönüsmüstür. 

Söz konusu bölgenin Orta Dogu cografyasına komsu olması, bu baglamda dikkate alınması gereken bir baska cografi gerçektir. Bölgeye komsu olan ülkelerin istikrarsız yapıları, sınır güvenliklerinin olmaması ve özellikle 1991 
yılında Irak’taki Körfez Harekâtından itibaren baslayan otorite boslugu, cografi 
yapının da katkıda bulundugu olumsuzlukların nedenlerini olusturmustur. 
1984 yılında baslayan PKK terörünü avantajlı kılan en büyük etkenlerden birisi, bölge arazisinin daglık ve leçelik yapısıdır. Arazinin bu yapısı, baslangıçta, bölgeyi teröristlerden temizlemeye çalısan güvenlik güçlerinin zafiyetini olustururken, kendi yasam alanları olması nedeniyle araziyi iyi ögrenmis olan teröristlere avantaj saglamıstır. 

b. Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Yapı 

Sosyolojik açıdan Dogu Anadolu’nun bir bölümü ile Güneydogu Anadolu’nun dikkati çeken en önemli özelliklerinin basında feodal yapının varlıgı gelmektedir. Bu yapı bölgenin daglık kesimlerine dogru gidildikçe kendini daha bariz hissettirmektedir. Örnegin Sanlıurfa’da mevcut olan asiret yapısı ile Hakkari’deki asiret yapısının farklılıkları vardır. Sanlıurfa’daki yapıda fertler asirete daha zayıf baglarla baglı iken, Hakkari’de daha kuvvetli baglarla baglıdır. 

Bu durum, devlet kurumlarının daha az etkin olmasının ve arazi yapısının 
sertlesmesinin bir sonucu olarak ferdî ve ailevi güvenligin ön plana çıkması ile 
izah edilebilir. Can ve mal güvenligi açısından asiretin sagladıgı koruyucu 
semsiyeye karsılık, asiret kurallarına uyma zorunlulugu kendiliginden ortaya 
çıkmaktadır. 

Agalık kurumu esas olarak büyük toprak mülkiyetine dayanmakla birlikte, özellikle asiret iliskileri söz konusu oldugunda bu kurumda farklı ekonomik ve toplumsal iliskiler görülür. Özellikle devlet gücünün yetersiz oldugu, kamusal hizmetlerin halka ulastırılamadıgı bölgelerde agalık bir toplumsal kurum olarak, halkla devlet arasındaki boslugu doldurmaktadır. 

Bölgenin siyasal tarihine bakıldıgında her siyasal partinin aga ve asiret destegini 
kazanabilmek için statükocu tavır sergiledigi ve siyasal iktidarların da mevcut 
yapının korunması konusunda destek oldukları görülmektedir. 

Asiretlerle ilgili olarak dikkati çeken bir baska önemli husus, yörenin 
sosyo-antropolojik ve etnolojik yapısı hakkında sistematik arastırmaların son 
derece az sayıda ve yetersiz olusudur. Asiret yapısı kendi içinde kabilelere 
ayrılmaktadır. Bazen bir asiret on veya daha fazla kabileye bölünmektedir. Her 
asiret bir reis veya aga, bey gibi cemaat liderleriyle temsil edilmektedir. Bu 
topluluk liderleri, görevi babadan ogula intikal ettirilmek suretiyle yürütürler.4 
Eski Basbakanlardan Bülent Ecevit, Güneydogudaki sorunu, Kürt sorunu olarak degil etnik özellikler tasımayan feodal bir sorun olarak görmektedir.5 Olaylara bu çerçevede baktıgımızda bölgenin kendine has bir sosyo-kültürel yapısı oldugu gözlemlenmektedir. 

2’nci Abdulhamit döneminde kurulan Asiret Mektepleri, asirete mensup 
aga, seyh veya beyin yakınlarını egiterek saray terbiyesi vermek suretiyle asiret 
olgusuna yeni bakıs açıları kazandırmayı amaçlamaktaydı. Cumhuriyet 
döneminde baslatılan okullasma, idarî örgütlenme, belirli oranda sanayilesme, 
teknolojik yararlandırma ve yeni kalkınma projeleri yine de asiret-kabile 
yapısında istenilen sosyo-ekonomik ve kültürel bütünlesmeyi saglayamamıstır. 
Asiret bilinci, asiret mensubiyet duygusu –asiretin dokusu zayıflamıs olsa bile– 
asiret olgusunu eritememistir. Yörede, önemli cemaat kurulusları kendilerini 
asiret dısında düsünememektedir. Toplumsal kimligin dinamizm kazandıgı 
günümüzde, asiret-kabile suuru da güçlenmeye baslamıstır.6 

Güneydogu Anadolu bölgesinin çogu kesimlerinde, bir erkegin evlenerek sahip oldugu hanımların sayısı, onun gücünün bir göstergesini yansıtmaktadır. Bu kapsamda Sırnak bölgesinde yaptıgımız arastırmalarda aga, asiret reisi veya varlıklı erkeklerin tamamının birden fazla hanıma sahip olduklarını tespit ettik. Hanım sayısı mevzusu, asiret liderleri arasında konusulan önemli sohbet konularındandır. Erkekler hanım sayısının çoklugu ile birbirlerini kıskandırmaya ve es sayısı bakımından birbirlerini etkilemeye çalısırlar. Evlilik çagına gelmis olan bir genç kızın kiminle evlenecegine, geleneklere uygun olarak aile büyükleri karar vermektedir. Bu baglamda genç kız, geleneklerle beslenen psikoloji ile güçlü bir erkegin himayesinde olma duygusuyla ikinci veya üçüncü es olmayı tercih etmektedir. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Saglıgı Anabilim Dalı Ögretim Üyesi Prof.Dr.Nuran Elmacı, geçtigimiz yıl kadınlarla ilgili yaptıgı 
arastırmalarda7, “kuma” olgusunun Güneydogu Anadolu Bölgesi’nde çok yaygın 
oldugunu belirlediklerini, kırsal alanda hâkim olan asiret yapısının çok esli 
evliliklerde etkili oldugunu ve çok çocuk ile asiretin güçlü olmasının saglandıgı 
düsüncesinin hâkim oldugunu tespit etmistir. 

Diyarbakır Dicle Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölüm Baskanı Doç.Dr.Ahmet Cihan tarafından yapılan “Töre ve Namus Cinayetlerine Üniversite Gençliginin Bakısı ve Toplumdaki Yeri” konulu arastırma sonucuna göre 8; töre ve namus cinayetleri zaman tüneli içerisinde azalma egilimi göstermis olsa bile, basta Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgeleri olmak üzere, geleneksel iliskilerin daha belirgin bir sekilde sürdürüldügü ve toplumun diger kesimleriyle henüz tamamıyla bütünlesemeyen yerlesim bölgelerinde varlıgını devam ettirdigidir. 

Bölgede yaptıgımız arastırmalarda baslık parası veremeyecek durumda 
olan erkeklerin, “daha ucuz” oldugu için Kuzey Irak’ta yasayan Irak vatandası 
bayanlarla evli olduklarını tespit ettik. Bununla birlikte, bölgede bulunarak 
arastırma yaptıgımız iki yıllık süre içerisinde evlilik gayesi ile gayri resmî yollarla 
sınırdan Türkiye’ye girme girisiminde bulunan birçok genç kıza sahit olduk. 
Yöre insanı ailedeki çocuk sayısını erkek çocuk sayısı olarak ifade etme 
egilimindedir. Bu nedenle ailenin gerçek çocuk sayısını ögrenebilmek için ayrıca 
kız çocuk sayısını da sormak gerekmektedir. Bu yaklasım biçiminde ana 
düsünce, kız evlatların ailede geçici bireyler oldugu, ailenin asıl varlıgının 
erkeklerden olustugudur. Bir baska deyisle kız evlatları, aile içerisinde bugünü 
var, yarını yok olan emanet fertler olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır. 
Baslık parası alma gelenegi de bu düsünceye yansıyınca, ailedeki kız 
çocuklarının çarsıda-pazarda satılan bir maldan öteye bir degeri kalmamaktadır. 
Bu durum, kızlara “savasçı veya militan” gibi unvanlar vererek kisilik kazandıran 
örgütün isini kolaylastırmakta, örgüte katılmaları konusunda gerek kendilerinin 
gerekse ailelerinin güçlük çıkarmamaları sonucunu dogurmakta ve onların 
kendilerini ispatlama gayretleri, erkek örgüt mensuplarına eylemleri konusunda 
ivme kazandırmaktadır. 

1984’ten itibaren Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesinde yasanan terör nedeniyle canlarını ve mallarını güvenceye almak için göç eden insanlarla 
yapılan anketin, ailelerdeki çocuk oranlarına iliskin sonuçları söyledir. 
Çocuk sayısı 4 (%7), 5 (%13), 6 (%22.3), 7 (%25.8), 8 (%10.2), 9 (%11.5), 10 (%4.8). 

Bu rakamlar bölgede doğurganlık oranının oldukça yüksek olduğunu  göstermekte dir. Çünkü bölgede 4 ve daha fazla çocukları olanların oranı % 97.6 dır.9 

Bölge insanı, sahip oldukları çocuk sayısının çoklugunu, soyunu sürdürebilmek için ölüm ihtimallerini de dikkate alarak, “ya birkaç tanesi telef olursa” veya “Allah verdi” diye baslayan bir cümleyle izah etmeye çalısmaktadır. 

Bilindigi gibi, “telef olmak” ifadesi genelde ölen hayvanlar için kullanılan bir 
tabirdir. Hiçbir anne ve babanın çocugunu böyle bir yaklasım ile görmedigi veya 
göremeyecegi bir gerçektir. Saglık hizmetlerinin yetersizligi ve bilinçsizlik, 
çocukların tedavisinde aileleri hayvanlar için olusan mantıga sürüklemistir. 
Hangi yaklasımla olursa olsun, aile imkânları ile yetistirilemeyecek sayıda sahip 
olunan çocuk, toplumsal bir sorun olmus ve bilâhare terör örgütlerinin eleman 
kaynagı hâline gelmistir. 

Kırsal kesimlerdeki aileler çocuklarını aile ekonomisine katkı saglaması 
gereken bir unsur olarak görme egilimindedirler. Bu nedenle onları egitim 
vererek hayata hazırlamak yerine çalıstırmayı yeglerler. Örnegin baba, sürüyü 
otlatırken çocuk, kuzuları otlatmaya gönderilir. Özellikle hayvancılıkla geçinen 
Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgelerinde aileler, bu baglamda çocuga ihtiyaç 
duyarlar. Ancak, arazi ve kaynak yetersizliginin fazla çocugun yükünü 
kaldıramayacak durumda oldugunu dikkate almazlar. Bölgenin nüfusa oranlı 
ekonomik verileri de bunu göstermektedir. 1987 yılı fiyatlarıyla 1990 yılında 
Türkiye’de kisi basına düsen gayrisafi yurt içi hâsıla 1.487.082 TL iken bu 
rakam Dogu Anadolu bölgesinde 615.865 TL, Güneydogu Anadolu bölgesinde 
890.773 TL’dir.10 Bu rakamlar, söz konusu bölgelerde kisi basına düsen 
gayrisafi yurt içi hâsılanın 1990 yılında Türkiye ortalamasının yarısına yakın bir 
degerde oldugunu göstermektedir. Türkiye’nin batısında, ailelerdeki agırlıklı 
çocuk sayısı iki-üç iken bu yörelerde altı-yedidir. Aile mevcudu açısından 
batıdaki iki aile, Dogu ve Güneydogudaki bir aileye karsılık gelmektedir. 
Gayrisafi yurt içi hâsıla açısından da aynı sonuca ulasılmaktadır. Bununla 
birlikte Türkiye’de, hâlen dahi giderilememis olan ve bir faciayı andıran gelir 
dagılımı adaletsizligi mevcuttur. 

Prof.Dr.Nusret Fisek tarafından çocuk ölüm oranları konusunda yapılan 
arastırmalara göre, 1967 yılında Türkiye genelindeki bebek ölüm oranı binde 
153, 1968 yılında Ankara, İstanbul ve İzmir sehirlerindeki bebek ölüm oranı 
binde 106’dır.11 Türkiye’nin saglık imkânlarının en yogun oldugu kesimlerdeki 
bebek ölüm oranları binde 106 ise, mantıksal bir yaklasımla saglık imkânlarının 
gittikçe azaldıgı Dogu ve Güneydogu Anadolu’ya dogru gidildikçe bu oran binde 
200’ler civarına çıkacaktır. Çocuk ölüm oranı İsveç’te binde 14, Çekoslovakya’da binde 21, Kolombiya’da binde 83’dür. Devlet İstatistik Enstitüsünün verilerine göre Türkiye genelindeki bebek ölüm oranı 1965-1970 yılları arasında binde 158, 1970-1975 yılları arasında binde 140, 1975-1980 yılları arasında ise binde 110’dur. CIA-The World Factbook verilerine göre 2004 yılında bu oran binde 42.62’dir. Ülkenin kalkınması ile birlikte bebek ölüm oranlarında bir iyilesme oldugu gözlenmektedir. Ülkelerin gelismislik düzeylerinin artması ile birlikte ülke insanları bilinçlenmekte ve nicelikten ziyade nitelige önem vermeye başlamakta dırlar. Ancak olumlu ve hızlı bir sekilde degisimi arzu edilen bu süreç, yavas ilerlemekte ve özellikle Türkiye’nin bölgesel kosullarına göre farklılıklar arz etmektedir. 

PKK terör örgütünün lideri Abdullah ÖCALAN, örgüte eleman bulma 
konusunda militanlarına talimat verirken; “Kürdistan’da her ailede basıbos 
dolasan çocuklar var. Kızlı-erkekli her aileden iki üç tanesini alırsanız yüz 
binlerce insan eder. O kadar da zor degil, zaten aile reisleri bunları beslemekten 
acizdir. Çogu oglunu ve kızını gönüllü verir, öyle dövünüp sızlanmazlar. Sonra o 
gençler de sevinerek yanımıza gelirler. Evlerinde çogu huzursuz, aile içinde 
egreti duruyorlar. Gençlik bunalımlarını en yogun biçimde yasıyorlar. Kolundan 
tuttunuz mu kolayca cepheye getirirsiniz. Biraz da ilk geldiklerinde ortamı 
güzellestirdiniz mi evlerinden ayrıldıklarına sevineceklerdir.” diyerek bu 
bölgedeki çok çocuklulugu, bunun getirdigi zorlukları, sosyal yapıdan 
kaynaklanan anlayısı ve bütün bunlara dayanarak “Kürt milliyetçiliginin 
yayılması” anlamına gelen militan edinme yöntemlerini çok iyi bir sekilde 
özetlemektedir. 

Terör öncesinde yörenin en önemli geçim kaynagı büyük ölçüde küçük bas hayvancılık idi. Tarıma elverisli olmayan arazi yapısı, ahır hayvancılıgından ziyade küçükbas hayvan yetistiriciligini âdeta dikte eder özelliktedir. Küçükbas hayvancılık ile ugrasan insanlar tabiatın kurallarına göre hareket ederler. Yemi hayvanın ayagına getirmez, hayvanı yemin yanına götürürler. Bu durum genel anlamda asiretlerin, daha dar anlamda ailelerin ve nihayetinde bireylerin sürekli olarak göçebe bir yasam tarzı sürmelerine neden olur. Küçükbas hayvan yetistiriciliginde, hayvanların saglıklı beslenmesini saglayabilmek için günün serin oldugu aksam, gece ve sabah vakitlerinde daglarda otlatılması, havanın sıcak oldugu gündüz vaktinde dinlendirilmesi gerekir. Hayvanların bu beslenme biçimi, hayvanların basında bulunan kimselerin (çoban ve ailesinin) günlük yasam tarzını olusturur. Baska bir ifade ile bu yasam biçimi, sürekli sürüsünün basında dag-tas dolasan, gecesi gündüze karısmıs, yalnız ve anti-sosyal bir yasam biçimidir. Bu yasam biçimi ile elde edilen gelir, hiçbir zaman refaha yansıtılmaz ve yansıtılamaz. Zenginlik, refahtan alınan pay yerine, elde mevcut hayvan sayısı ile ifade edilir olmustur. 

Yine aynı sekilde devlet zoru ile kazandırılan egitim ve ögretimin de sosyal 
hayata yansıtılamadıgı için egitimin gerekliligi sorgulanır hâle gelmistir. Bunun 
neticesi olarak ailelerde, çocugu okula gönderme egilimi yerine göndermeme 
egilimi olusmustur. 

Bölgede görüstügümüz vatandaslar tarafından, terör öncesi dönemde, 
halkın hayvancılıkta ve kaçakçılıkta uzman oldugu ifade edilmistir. Aslında 
kaçakçılık, hayvancılık yaparken elde edilen birikimlerin kullanılmasından 
ibarettir. Hayvanların daglarda otlatılması esnasında ögrenilen gedik, geçit, 
magara, su kaynagı, bölgeye hâkim olan kesimler, sıgınaklar v.s. kaçakçılık 
esnasında bir bilgi birikimi olarak degerlendirilmektedir. 

Hayvancılık-kaçakçılık iliskisine benzer sekilde, küçük bas hayvan yetistiriciligi ile ortaya çıkan yasam biçimi, tıpkı teröristlerin 1984 yılından sonra Güneydogu Anadolu’da ortaya koydukları yasam biçimini andırmaktadır. Yani geceleri eylem için dag tas dolasmak ve gündüzleri gecenin yorgunlugunu gidermek üzere dinlenmektir. Bu kapsamdan olmak üzere, hayvanların daglarda otlatılması esnasında ögrenilen magara, geçit, su kaynagı, sıgınak gibi araziye iliskin bilgi birikimleri, terörün fiilî olarak basladıgı yıllarda teröristlerin en büyük 
üstünlüklerini olusturmustur. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Ermeni isyanından PKK terörüne 100 yıllık gaflet




Ermeni isyanından PKK terörüne 100 yıllık gaflet



gaflet




Gökçe Fırat
03 Ağustos  2015



Prof. Justin McCarthy’nin “Van’da Ermeni İsyanı” isimli çalışması, adeta bir “tarih tekerrürden ibarettir” kitabı. Okurken insan sürekli günümüzü, son yıllarda yaşadıklarımızı düşünüyor. Geçmişi okudukça bugünü yaşıyoruz. McCarthy tarafsız bir bilimadamı. 1870’li yıllardan itibaren ayrılıkçı Ermeni hareketinin nasıl oluştuğunu, sebeplerini inceliyor. Bunu yaparken okuyucuya sadece yaşananları aktarıyor. Ama yaşanan gelişmelere odaklandıkça “peki ya ne yapılabilirdi?” sorusu ortaya çıkıyor. Bu, bize bir muhasebe yapma imkanı verdiği gibi yapılan hataları da görmemize yardımcı oluyor.

Aslında kitabın en önemli tezi şu diyebiliriz: 1870’li yıllardan itibaren, hem Ermeniler hem de Batılı devletler, Ermenileri Osmanlı’dan kopartmak için hiç durmadan, tüm güç ve imkanları ile mücadele yürütmüştür. Osmanlı Devleti ise ya görmezden gelmiş ya pek önemsememiş ya da müdahalede gecikmiştir. Devlet adeta uykuya yatmıştır. Bu yazıda, McCarthy’nin kitabından bazı alıntılar yaparak, günümüzle karşılaştırarak, dün ile bugünü, Ermeni meselesi ile Kürt meselesini karşılaştıracağız
DÜN

“Bazı Osmanlı yetkilileri, o gün siyasal taviz olarak ortaya çıkan, bugün ise Ermeni devrimcilerin tehlikeli faaliyetleri olarak görülebilecek şeylere tolerans gösterdiler. Örneğin, Vali Tahir Paşa (1897-1906) Taşnak Partisi’nin Van Ermenileri üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmasına izin verdi çünkü muhtemel isyanı önlemektense geçici barışı sağlamakla daha çok ilgiliydi.” (sf. 53)

BUGÜN

Aslında siyasal taviz kavramı bugün de en güçlü şey ve hâlâ PKK’nın faaliyetlerine, teröre tolerans gösteriliyor. PKK’nın tüm Güneydoğu’da adeta bir ‘devlet otoritesi’ kurmasına yıllarca izin verildi çünkü PKK terörden ancak bu şekilde vazgeçirilebilirdi. Terör durdu, ‘geçici barış’ sağlandı ama tüm bölge de PKK’ya teslim edilmiş oldu! Zaten PKK’nın istediği de bu değil miydi? Amaçlarına terörle değil, devlet izni ile ulaşmış oldular…

DÜN

“Osmanlı Devleti’ne en çok zarar veren ise İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Ermeni Devrimci Partileri arasındaki ittifaktı. Bu ittifakın temeli Osmanlı demokratlarının ve Ermenilerin 2. Abdülhamit Hükümeti’ne karşı ortak bir tavır aldığı Avrupa’da ortaya çıktı. Ermenilerin görüşlerindeki temel farklılıklara rağmen ‘devrimci kardeşliği’ Osmanlı bürokratlarını kör etmişti.” (sf. 53)

BUGÜN

Özellikle 2002 yılından itibaren AKP ile PKK arasında da benzer bir “kardeşlik” oluştu. Cumhuriyet’e, Atatürk’e, Türkçeye, Türkiye’nin üniter yapısına karşı bu iki parti bir ittifak kurdu.

DÜN

“Demokratlar siyasal olarak çağdaş bir imparatorluk istiyorlardı. Açık bir şekilde aynı temel fikirlere sahip ulusal gruplara geniş çaplı bir özerklik verme konusunda istekliydiler. Ancak Ermeni devrimciler özerkliği bağımsızlığa giden bir sıçrama tahtası olarak görüyorlardı.” (sf. 53)

BUGÜN

AKP’nin daha kuruluşundan itibaren tartışmaya açtığı “eyalet sistemi” aslında “özerklik” kavramının muadilidir. Osmanlı’nın son dönemlerinden bu yana milliyetçi olmayan tüm Osmanlıcı ve İslamcı hareketler “üniter devlet” modeli yerine “ademi merkeziyet” yanlısı olmuşlardır. AKP de bu siyasal geleneğin devamı olarak etnik temelli, dini temelli, mezhep temelli her türlü özerklik talebini hoş karşılamış ve hatta bu talepleri pompalamıştır.
Ancak PKK’nın asıl niyetinin özerklikle yetinmek olmadığı ortadadır. Tıpkı Ermenilerin “Büyük Ermenistan” hayali gibi, PKK da “Büyük Kürdistan” hayali kuran bir örgüttür.

DÜN

“1872’de kurulan Kurtuluş Birliği ve 1878’de kurulan Siyah Haç Cemiyeti. İkincisi kanlı ihtilale dayanan gizli bir örgüttü ancak her iki partinin de gerçek bir etkisi olduğu söylenemezdi. İhtilalci hareketler ortaya koyan ilk parti ise 1885’te Van’daki öğrenciler tarafından kurulan Armenakan Partisi’ydi. Önceki grupların aksine Armenakan hareketi 19. yüzyılın standart ihtilalci prensiplerine göre örgütlenmişti: aidatlar, tüzükler, merkezi bir yapılanma, küçük şehirlerdeki yerel şubeler, askeri eğitim, bir ihtilal gazetesi (Armenia) ve yardımcı üyeler tarafından desteklenen profesyonel devrimcilerden oluşan bir kadro.” (sf. 55)

BUGÜN

Aslında tıpkı Ermeni örgütlerinin en sonunda Taşnak örgütünde birleşmesi gibi tüm Kürt örgütleri de en sonunda PKK’da birleşti. Tıpkı Ermenilerin bu ilk örgütleri gibi 1974-80 arasında onlarca Kürt örgütü kuruldu. İlk PKK çekirdeği bu şekilde oluştu. 1978’de kurulan PKK’da 19. yüzyıl klasik devrimci örgüt şablonları birebir uygulandı.

DÜN

“Taşnaklar, resmi olarak 1890’da kuruldu. Amacı isyan araçlarını kullanarak Türkiye Ermenistan’ında siyasal ve iktisadi özgürlük sağlamaktı. Program bu amaca ulaşmak için gerekli araçları belirterek devam ediyordu: Halkı silahlandırmak, sabotaj, Ermeni hainleri ve hükümet yetkililerini yok etmek.” (sf. 57)

BUGÜN

PKK’nın da amacı ve araçları aynıydı. Taşnaklar “Türkiye Ermenistanı”ndan bahsederken PKK “Türkiye Kürdistanı”ndan söz ediyordu. Ama yöntemleri hep aynıydı. PKK 1984 ile 1994 yılları arasındaki on yıl içinde yüzlerce saldırı gerçekleştirdi. Burada hem devletin askeri kurum ve yetkilileri hem de sosyal kurumları ve yetkilileri hedef seçildi. Sadece askerlerimizi ve polislerimizi değil aynı zamanda öğretmenlerimizi, doktorlarımızı, mühendislerimizi hatta işçilerimizi öldürdüler.

Bu dönem boyunca özellikle köprüler ve yollar gibi ulaşım sistemine sabotajlar yapıldı. Ama bu on yıl boyunca özellikle Kürt hainleri olarak gördükleri, kendilerine destek vermeyen Kürt köylerini basıp Kürt köylülerini öldürdüler. Hem de çoluk çocuk demeden…

DÜN

“Taşnaklar da fikirsel olarak sosyalistti; 2. Enternasyonal’e mensuptular. Ancak milliyetçi amaçlarını gerçekleştirmek ve ekonomik görüşlerini gizlemek konusunda daha becerikliydiler.” (sf. 57)

BUGÜN

PKK da kurulurken Marksist-Leninist ilkelere göre kurulmuştur. 2000’li yıllara kadar da bu şablonu en azından kağıt üzerinde korudular. Fakat tüm bu sosyalist imaja rağmen PKK açık bir biçimde Kürt milliyetçisiydi hatta ırkçı bir örgüttü. PKK ırkçı görüşlerini uzun yıllar sosyalizmle maskeledi. 2000’li yıllarda ise sosyalizm geri plana atıldı bunun yerine “barış” teması benimsendi. Bu da “barış” için “silahlı mücadele” veren garip bir fikrî kombinasyondu. Ama tıpkı Taşnaklar gibi PKK da tüm siyasal ideolojilerin ötesinde “kana susamış” bir örgüttür. Sadece silahlı bir örgüt değil, katliamcı bir örgüttür.

DÜN

“Ermeni isyancılara karşı Osmanlı’nın aldığı önlemler Avrupalılar tarafından sekteye uğratılıyordu. Devlet, Avrupalıların müdahalesi yüzünden Ermeni isyancılara karşı kararlı hareket edemiyordu. Askeri öğretiler, bugün olduğu gibi 19. yüzyılda da devletlerin isyancılara karşı hızlı ve kararlı hareket etmesini öğütlüyordu. Eğer devletler zamanında hareket edemezse isyancılar üye kazanmak ve örgütlenmek için zamana sahip olurdu.” (sf. 61)

BUGÜN

Türk devletinin PKK terörüne karşı askeri mücadelesi ve müdahalesi, tıpkı Ermeni isyanı döneminde olduğu gibi Avrupalı devletler tarafından eleştirildi. Hatta Türk devletinin özellikle sınır dışı operasyonları ABD tarafından engellendi. PKK’ya karşı askeri mücadelede devleti engelleyen hep Batılı devletlerin müdahalesi oldu. Türk devletinin PKK’ya karşı askeri müdahalede çok geç kaldığı da ayrı bir gerçektir. 1984’te başladığında bu sorun küçümsendi, geçici saldırılar sanıldı. Oysa devlet daha o günlerde tüm gövdesiyle bölgeye hakim olmalıydı.Devlet müdahalesi geciktikçe PKK taban kazanacak zaman buldu. Devlet geciktikçe köylü PKK’nın kucağına itildi. Devlet geciktikçe PKK otorite haline geldi.

DÜN

“Doğudaki valiler ve generaller, konsolosların hareketleri doğrultusunda isyancılara karşı yumuşak davranmaya zorlanıyorlardı. Van ve Bitlis bölgesindeki konsoloslar, valilerin ve generallerin görevden alınmasını sağlayabilirlerdi. Avrupa baskısı en büyük zararı Osmanlı’nın asilerle savaşma gücüne veriyordu. Daha sonra da görüldüğü gibi gerillalarla savaşmak, isyancıları olduğu kadar onlara destek verenleri de cezalandırmaya dayanıyordu.” (sf. 62-63)

BUGÜN

Türk Ordusu’nun elinin kolunun bağlanması, askeri yetkililerin hedef haline getirilmesi, devleti bölgede PKK ile uğraşmayacak, mücadele etmeyecek görevliler atamaya sevk etti. PKK’nın ilk kazancı bu oldu. PKK’ya destek veren köylülere hemen hemen hiç dokunulmadı. Teröre yardım ve yataklık suçu işlenmiş olsa bile görmezden gelindi. Sürekli masum halk ile terörist arasına ayrım koyma bahanesi ile teröristin destekçileri korundu.

DÜN

“Tapular çiftçilere mi verilmeliydi? Yoksa her zaman toprakların efendileri olarak bilinen liderlere mi? Islahat girişimleri başlamıştı. Bazı topraklar, çiftçilerin üstüne yapılıyordu ancak çoğu hâlâ eski sistemde kaldı.” (sf. 64)

BUGÜN

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun toprak reformu, yani toprak ağalığı düzeni 100 yıl önce de en temel bölgesel sorunuydu. Cumhuriyet döneminde de bu sorun çözülemedi. Bu nedenle de topraksız köylü hiçbir zaman özgür olamadı. PKK ilk çıkış döneminde toprak ağalığına karşı bir program açıklamış olsa da hiçbir zaman ağalarla savaşmadı. PKK silahlarını ağalara değil masum ve yapayalnız dağ köylülerine yöneltti. Yıllar sonra siyasallaştığında da PKK’nın milletvekilleri ya ağaların içinden çıktı ya da ağaların desteği alındı.

Toprak ağalığı bir süre sonra terör ağalığına dönüştü. Bölgedeki yoksul köylüler bir süre sonra toprakta çalışmak yerine dağda “çalışmaya” yani militan olmaya karar verdi. Marabalar artık terörist olmuştu.

DÜN

“Batı İran’da 1910’daki Rus istilasına kadar hukuk veya hükümet yoktu. Batı İran aynı zamanda Ermeni ihtilalciler için de korunaklı bir sığınaktı. Herhangi bir etkili hükümet gücü olmadığından Batı İran’daki Ermeni köy ve kasabaları uzun bir süredir silahlı ve özerkti. İhtilalci partilerin fikirleri verimli bir zemin buluyordu. Urmiye Gölü’nün kuzeybatısındaki bölge, ihtilalcilerin silah depoladıkları ve organize olabildikleri bir merkez haline geldi. Batı İran zaten Van bölgesinden gerçekleştirilen Ermeni kaçakçılığının merkeziydi.” (sf. 68-69)

BUGÜN

Ermeni meselesi için hinterland Batı İran’dı, Kürt meselesi için ise Kuzey Irak’tır. Bölge yaklaşık 30 yıldır PKK’nın barınağı ve üssüdür. Özellikle ABD’nin 1991’deki 1. Körfez saldırısından hemen sonra bölge tamamen özerk hale getirildi. Bu bölge hem teröristlerin üssüdür, hem eğitim alanıdır, hem de silah deposudur. Teröristler Türkiye’ye buradan sızmakta, saldırıları gerçekleştirip yine bu bölgeye geri dönmektedir. Ayrıca silahlar Türkiye’ye buradan sokulmaktadır. Yine ekonomik bir kaynak olan kaçakçılık bu bölgeden işletilmektedir.

DÜN

“Kırsal bölgedeki bu gergin durum birçok kişiyi, doğal olarak, korunmak için Van Şehri’ne çekti.” (sf. 71)

BUGÜN

1984 sonrası başlayan PKK saldırıları ve devletin bu saldırılara karşı mücadelesi kırsal alanı korumasız hale getirdi. Dağ köylerinde devletle terörist arasında kalan köylüler şehir merkezlerine yoğun bir göç gerçekleştirdiler. Bu göçün ana üssü Diyarbakır oldu. Bu yoğun göçle birlikte şehir merkezleri birden terörün yatağı haline geldi. 1990’lı yıllar boyunca şehirlerde adına “serhıldan” denilen isyanlar başladı.

DÜN

“İhtilalciler planlarına destek sağlamak için önce Ermenilerin arasındaki direnci kırmalıydı. Bu, kendilerini desteklemeyen bir din adamını öldürmeye kadar vardı. Rahipler, tüccarlar ve toplum liderleri de olmak üzere ihtilalcilere karşı seslerini yükselten diğer Ermeniler de öldürüldüler.” (sf. 77)

BUGÜN

PKK Marksist-Leninist bir hareketti ve doğal olarak da ateistti. Bu nedenle PKK’nın terör eylemleri din adamları tarafından tasvip edilmedi. Bölgedeki din adamları genelde PKK karşıtıydı ve bölgenin muhafazakar yapısı din adamlarını etkin kılıyordu. PKK bu din adamlarını “devlet yanlısı” oldukları gerekçesiyle öldürmeye başlayarak buradan gelen muhalif sesleri kesti. Hemen ardından toplum liderleri, esnaf, tüccar gibi kentli kesim de bu saldırıların hedefi oldu.

DÜN

“İngiliz Konsolosu C. H. Williams bu hareketleri ‘suç çılgınlığı’ olarak tanımlıyordu: ‘Daha önce bu ihtilalcilerin suç çılgınlığını fark etmiştim. Bunlardan bir kısmı geceleri Ermeni mahallelerinde sokakları denetliyor; silahlarla donanmış olmalarına rağmen çok azı bunları nasıl kullanacağını biliyor.’” (sf. 79)

BUGÜN

İngiliz Konsolosu’nun raporunda bahsettiği olay sanki günümüzden bir sahnedir. Yüzleri maskeli, poşulu, maskeli, silahlı bir grup PKK’lının kurduğu sözde asayiş birimidir bu. Devletin olmadığı ortamda sokaklar bunlara kalmıştır.
Kendilerine dokunulmadığını gören bu insanlar da sadece “suç çılgını” değil aynı zamanda “otorite çılgını”dır. Diledikleri gibi sağı-solu molotoflamakta, yakıp yıkmakta, insanlara saldırmakta ve gerçekten suç işlemeye susamış izlenimi vermektedirler. Ama bir yandan da kendilerine sağladıkları üniformalarla bir otoriteye dönüşmek istemektedirler. Psikolojileri hem suçlu hem de güçlü dediğimiz durumu yansıtmaktadır.

DÜN

“Sultan’ın hükümeti yalnızca olayları izliyor ve rahatsızlıkları azaltmaya çalışıyordu. Van’daki ve diğer şehirlerdeki Ermeni ihtilalcilerin gösteri yapmasına, açıkça silah dağıtmasına ve propaganda araçları kullanmasına izin veriliyordu. Çünkü onları durdurmak muhtemelen bir başka isyanı başlatacaktı.” (sf. 81)

BUGÜN

Bugün de hükümet sadece izleyicidir. Tüm bölgede PKK açık gösteriler yapmakta, silah taşımaktadır. Ama bunlara müsamaha gösterilmektedir çünkü daha büyük olaylardan çekinilmektedir. Ama büyük olaylardan kaçınmak için izin verilen bu küçük denilen olaylar, adet olarak o kadar çoktur ve öylesine geniş bir bölgeye yayılmıştır ki, toplu büyük resim çok büyük bir olayı göstermektedir.

DÜN

“Van’da otuz silahlı ihtilal askeri bulunmaktadır. Bunlardan yirmi beşi Rus, beşi Türkiye Ermenisidir. Kendilerine ‘Fedai’ (gönüllü) diyen bu kişilerin tamamı tüm kışı Bahçe kasabasındaki Ermeni mahallelerinde geçirirler, yalnızca geceleri bahçelerden veya patikalardan yürürler. İlkbahar gelip yollar seyahat etmeye uygun hale geldiğinde eğer ellerinde Muş ve Sason ayaklanması gibi özel işler yoksa faal fedailer dört önderin ayırdığı farklı çeteler halinde değişik bölgelerde turlar, köylerde propaganda yapar, yeni üyeler kaydeder, para toplar, köylülere silah ve cephane satar ve onlara tüfek eğitimi verirler. Genelde önderlerden biri Van’da kalarak gerekli durumlar için çeteler ile merkez arasında kuryeler aracılığıyla iletişimi sağlar. Bu otuz askere ek olarak bölgedeki Ermeni nüfusunun erkeklerinin tamamı pratikte örgütün kayıtlı üyeleridir.” (sf. 105)

BUGÜN

PKK, teröriste dönüşen benzer bir örgüt yapısı kurmuştur. Kışları korunaklı alanlarda geçirip baharla birlikte harekete geçerler. Halktan sadece para değil aynı zamanda “asker” de toplarlar. Bölgedeki her ev bir erkek çocuğunu “asker” olarak PKK’ya vermek zorundadır. İsyancı ile köylü arasında çok sıkı bir bağ kurulmuştur. Köylerde devlet denetimi geçici olduğu için tüm bu faaliyetler adeta serbest olarak yapılmaktadır.

DÜN

“Taşnakların Van için geliştirdikleri plan Ermeni Gregoryen Kilisesi’nin ele geçirilmesini de içeriyordu. Birçok din adamı zaten ihtilale bağlıydı. İran sınırının hemen karşısındaki Derik Manastırı uzunca bir süredir ihtilalciler için bir üs ve silah deposu olmuştu. Van’daki Amerikalı misyonerler, dinin tamamen tanrı tanımaz bir grup olan Taşnakların kontrolüne girmesi konusunda öfkeleniyordu.” (sf. 106-108)

BUGÜN

PKK dine karşı ilk adım olarak devlet yanlısı olarak suçladığı din adamlarını öldürmüştü. Bu cinayetler din adamlarını susturmada başarılı da oldu. Ama asıl adım 2000’li yıllarda atıldı. Bu yıllarda PKK “dinle barış” politikası geliştirdi. Hatta din adamlarını ayrı bir İmamlar Birliği içinde örgütledi. Devlet tarafından faaliyetleri serbest bırakıldığı için din adamlarının çekinecekleri bir devlet de ortada kalmamıştı zaten. PKK böylelikle imamlar yoluyla camileri de ele geçirmiş oluyordu.

DÜN

“Suikast, Taşnak ihtilalinin ana öğelerinden biriydi. İki amaca hizmet ediyordu. İlk olarak bu yolla Taşnaklar gerçek veya muhtemel tehdit olan düşmanlarından kurtulmuş oluyordu. Bu düşmanlar etkili olan Osmanlı yöneticileri ve kendi çıkarları uğruna Taşnak planlarına ihanet eden kişilerdi. Suikastların ikinci amacı muhtemelen daha önemliydi. Bunlar gelecekte devleti desteklemek isteyenler ile geçmişte ihtilali desteklememiş olanlara açık bir uyarıydı.” (sf. 109)

BUGÜN

PKK’nın polis, öğretmen, savcı vb. devlet yetkililerine yönelik suikastleri yüzlercedir ve her biri bölge halkına “Devlete güvenmeyin, devlet kendi görevlilerini bile koruyamıyor” mesajını vermektedir. PKK suikastlerinden payını alan bir diğer grup devletle işbirliği yapanlardı. Özellikle de korucular. Bu da kimsenin devletle işbirliği yapmaması için başarılı bir taktikti. PKK suikastlerinin üçüncü hedefi ise doğrudan kendi dışlarındaki Kürt örgütleri ve Türk sol örgütleriydi. 1978-80 arası dönemde PKK, yüzlerce cinayet işleyerek bu örgütlerin özellikle lider kadrosunu öldürdü. Böylelikle hem rakipsiz kaldı hem de lidersiz kalan örgütlerin militanlarını kendine bağladı.

PKK suikastlerinin dördüncü hedefi ise doğrudan örgüt içiydi. Dağda ve şehirde yüzlerce PKK üyesi, muhalefet ettikleri gerekçesiyle öldürüldü. Hepsi hain ve işbirlikçi ilan edildi. Bu suikastler Avrupa’da bile işlendi. PKK da tıpkı Taşnaklar gibi öldürerek var olan bir yapıydı. Bundan hiçbir dönemde de geri adım atmadı.

DÜN

“1903 yılında Malkhas isimli Amerikalı Ermeni bir doktor, Şeyh Ubeydullah’ın genç oğlu Şeyh Sadık’la Taşnakları temsilen görüştü. Ondan, silah ve cephane taşıyan Ermenilerin Hoşap bölgesindeki güvenliğinin sağlanmasını istedi. Şeyh, Ermeni taşıyıcıların güvende olacağını ve taşınan malların Hoşap’a kendi adamları tarafından sokulacağını söyledi. Bu aşamada silahlı gruplar halindeki ihtilalcilerin gelip topraklarından geçmesinin uygun olmadığını, ancak daha sonra buna da izin verebileceğini belirtti.” (sf. 117)

BUGÜN

Bu anlaşma PKK ile Barzani ve Talabani arasında yapılan anlaşmayı çağrıştırmaktadır. Kuzey Irak’ta Barzani, uzunca yıllar PKK’nın kendi bölgesine girmesine izin vermemişti. Ancak daha sonra Barzani PKK’nın bu bölgeleri kullanmasına yeşil ışık yaktı. Böylelikle PKK’nın Kuzey Irak sınırı genel saldırı üssüne dönüşmüş oldu.

DÜN

“İhtilalciler her zaman en yeni Rus tüfeklerine sahipti. Daha eski silahlar ise Ermenilere satılıyordu. Kaçakçılığa ek olarak Ermenilerin ellerindeki tüfeklerden bazıları Kürtlerin onlara yaptıkları satışlarla gelmişi. Osmanlı Hükümeti 1890’larda yayılmakta olan Ermeni isyanları sırasında Hamidiye birimlerini Martinilerle donatmıştı. Bazı Hamidiye Kürtleri bunları Ermeni ihtilalcilere sattı.” (sf. 117)

BUGÜN

PKK’nın silah kaynakları çeşitlidir. Genel olarak Rus kalaşnikofları kullanırlar. Ama 2003 yılında Kuzey Irak’ı işgal eden Amerikan askerleri Irak’tan çekilirken on binlerce silah ve cephaneliği bıraktılar. Ve bu silahlar da bir süre sonra PKK’nın eline geçti. PKK’nın artık Amerikan piyade tüfeklerini ve daha gelişmiş silahları da kullandığını biliyoruz.

DÜN

“Van’da İngiliz konsolosu olarak görev yapan Yüzbaşı Tyrell, Muş-Sason bölgesindeki Ermeni ayaklanmasını soruşturmak üzere Muş’a gitti. Muş’taki hastanede Rusya’dan bölgeye gelen birçok ihtilalci savaşçıdan biriyle mülakat yaptı. Raporunda şöyle dedi: Sorularıma karşılık kendisine çok iyi davranıldığını ve hastanede kendisi için yapılanlardan dolayı minnettar olduğunu söyledi. Adı Krikor Mirzabegof’tu. Türkiye’ye gelme amacını sordum. Bana, ‘Çok iyi biliyorsunuz, amacımız ölmek.’ dedi.” (Sf 118-119)

BUGÜN

Bu durum PKK’daki sıradan bir militanın mevcut durumu ve geleceğidir. Bu insanların ölmek dışında bir geleceği yoktur. Çoğu militan dağda 4-5 yıl yaşar ve ölür, yerlerine yenileri gelir. Sonra onlar da ölür. Ölüm bir sonuç ve kader değil adeta bir amaç halini almıştır.

DÜN

“Askerlerin Ermeni köyü olan Delibaba’yı yok ettiğine dair haberler çabuk yayıldı. Konsolos Tyrell’in belirttiğine göre tüm bu katliam haberleri yanlıştı. Köylere ya da köylülere hiçbir şey olmamıştı. Tyrell’in kendisi bile yok edilmiş olduğu söylenilen bir köyde günler sonra konaklama imkânı buldu.” (sf. 122)

BUGÜN

“Devlet köyleri yakıyor” söylentisi PKK’nın 1984 eyleminden sonra en yaygın propagandasıdır. Özellikle 1988 sonrası dönemde yoğunlaşmıştır. Ama gerçekte bunlar, terör ve güvensizlik dolayısıyla kendiliğinden boşalmış ya da güvenlik gerekçesiyle devlet tarafından boşaltılmış köylerdir. Fakat PKK ustaca bu boş köyleri yakılan köyler olarak bir propaganda malzemesi haline getirmiştir.

DÜN

“Ruslar ayrıca Rus İmparatorluğu’ndaki Ermeni ayrılıkçılığına şiddetle karşı çıkıyor ve Ermeni kilise okullarına el koyarak bunları devlet okulu haline getiriyordu. ‘Türkiye Ermenistan’ı’ iddiası ve Akdeniz’e erişim Rus İmparatorluğu’nun kendi çöküşüne kadar ana politikalarından biri oldu.” (sf. 126)

BUGÜN

Tıpkı Ermeni meselesinin Ermenilerin kendi meselesi olmadığı gibi Kürt meselesi de Kürtlerin kendi meselesi değildir. Mesele aslında Batılıların Türk topraklarını parçalama ve Türkleri Anadolu’dan atma meselesidir. Ermeni meselesinde olduğu gibi Kürt meselesinde de Türkiye’nin komşuları bu sorunu kaşıyan, destekleyen ülkeler olmuşlardır. Suriye Akdeniz’e hakimiyet için, İran Şii etki alanını genişletmek için, Irak ise Büyük Arap Devleti politikaları nedeniyle Türkiye’ye karşı PKK’yı hep desteklediler. Aslında bu üç devletin kendi içinde de geniş bir Kürt nüfusu vardı ve kendileri de Kürtlerin toprak talep ettikleri ülkelerdi. Ama yine de PKK’nın kendi ülkelerinde üstlenmesine, buradan Türkiye’ye silahlı saldırıda bulunmasına göz yumdular.

DÜN

“Tahir Paşa bir arabulucu olmuştu. Ermenilerin ihtilalci faaliyetlerini normal bir güvenlik olayı olarak görüyor; polis, jandarma ve bölge hukuk işlerinin başında bulunan Ali Bey’in de fikri doğrultusunda yargı sistemi üzerinde çalışıyordu. Avrupalı konsoloslar tarafından seviliyordu ve Ermeniler onun hakkında iyi şeyler söylüyordu. Ancak görev süresi boyunca isyancıların güçleri gözle görülür ölçüde artmıştı.” (sf. 132)

BUGÜN

Güneydoğu’da görev yapan yetkililer özellikle de son 10-15 yılda bölge halkıyla iyi diyalog kurmak gibi özel bir misyonla görevlendirildiler. İyi diyalog, halka iyi davranmak güzel şeylerdi ama suça müsamaha başka bir şeydi. Bir süre sonra bölgedeki hiçbir görevli işini yapamaz, suçla mücadele edemez hale geldi. Bu görevliler gerçekten de bölge halkı tarafından sevildiler ama 10 yılın sonunda PKK bölgede çok çok güçlenmişti. “Cana geleceğine cama gelsin” denilerek, yakma-yıkma faaliyetlerine engel olunmadı, polise taş atan çocuklara muz ve şeker verildi. Ama bölge halkının hiçbiri devlet yanlısı olmadı tersine PKK’lı oldular. Devlet otoritesinin olmadığı yerde müsamaha insanları devlete yaklaştırmaz uzaklaştırırdı. Nitekim öyle de oldu.

DÜN

“Ermeni ihtilal hareketi ile İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) arasındaki işbirliği 1890’larda başladı. Özerk bölgelerden oluşan bir imparatorluk fikrini benimsemiş olan diğer bir grubun üyeleri Ermenilerle ortaklık fikrini destekledi. Ermenilerle kurulacak bir ittifak, İTC için İngiliz desteği sağlayabilirdi. Bu merkezileşme karşıtları Taşnak komitesiyle ilk önce gizli şekilde müzakere etti. Ermeni sorunu üzerine Taşnak-İTC ittifakı düşünüldüğünde en önemli etkenin İTC’nin Taşnakları Ermenilerin imparatorluktaki temsilcisi olarak kabul etmesiyle iki parti arasında gelişen siyasi bağlantılar olduğu söylenebilir.Taşnaklar İTC’yi iktidarda tutan parlamenter sistem ve seçim sistemi için önemli bir bileşendi.

İTC’nin 1907 itibariyle Van’daki Taşnaklarla temas içinde olduğu görülmektedir. İki ihtilalci komitenin mutabakata varmış olduğuna dair bilgiler vardı. İki grup arasında gizli toplantılar yapıldığına dair raporlar vardı.” (sf. 145-146)

BUGÜN

İTC yekpare bir örgüt değildi ama Taşnaklarla ittifak kuran ademi merkeziyetçi kanat, Osmanlıcı-İslamcı siyasal geleneğin ilk temsilcileriydi. Bu geleneğin günümüzdeki temsilcisi ise AKP’dir. Ademi merkeziyetçi anlayışın etnik gruplarla bir araya gelmesi ve ittifak kurması şaşırtıcı olmamalıdır çünkü bu anlayış Türklük denilen şeye zaten inanmıyordu. Bu nedenle İTC’den AKP’ye evrilen süreçte, Ermenilerden Kürtlere, Türkiye’den ayrılmak isteyen her etnik-bölücü grupla işbirliği yapmaktan çekinmemişlerdir. AKP’nin de PKK ve uzantıları ile daha kurulmadan önce temasta olduğu bilinmektedir. 2006 yılından sonra ise bizzat Apo ile ve Kandil’de bile görüşmeler yapabilmişlerdir. Tıpkı geçmişe olduğu gibi bugün de Kürt oylarının iktidar için önemi vardır. Ayrıca Kürtlerle ittifakın Batılı güçlerin desteğini almaya yarayacağını da gayet iyi bilmektedirler.

DÜN

“Yeni hükümet tarafından affedilen kişiler tarafından yönetilen Taşnak Partisi kendisini hızlı bir şekilde halka açık siyasal bir güce çevirdi. Aram, Ishkan, ‘Doktor’ ve Sarkis siyasetçi oldular. Hükümete karşı suçlamalarla dolu olan konuşma ve kitapçıklar bölgedeki Ermeni siyasal hayatının gündelik bir parçası haline geldi.” (sf. 148)

BUGÜN

Bu ifadeler günümüzü de birebir yansıtmaktadır. PKK’nın milletvekilleri hapisten çıkartılmış, pek çok eski terörist Meclis’e girmiştir. 2007, 2011 ve 2015 seçim sonuçları, terörü Meclis’e sokmuştur, hem de her seferinde daha güçlü bir biçimde.

DÜN

“Seçim sürecinde yer almalarına rağmen Taşnakların çetelerini dağıttıkları ya da silah kaçırmayı sonlandırdıklarına dair bir bilgi yoktu. Van Taşnaklarının lideri Ishkan bunu yapmayı ısrarla reddetti. Yeni rejimle gelen özgürlükler bu tür faaliyetleri teşvik ediyordu, çünkü bunları örgütleyen Taşnak önderleri cezalandırılmayacaktı.” (sf. 149)

BUGÜN

PKK bağlantılı partiler Meclis’e girseler de asla silah bırakmadılar. Böyle bir şeyi hep reddettiler. Çünkü AKP iktidarı hem silahlı hem Meclis’te bir siyaseti benimsemiş, normalleştirmişti.

DÜN

“Yeni özgürlükler ihtilalci örgütlenme için bir lütuftu. Köylerdeki ihtilalci faaliyetler daha önce yasadışıydı ve doğal olarak gizlice yürütülüyordu. Şimdi ise yalnızca müsamaha gösterilen değil; aynı zamanda teşvik de edilen birer ‘siyasi kampanya’ olmuşlardı.” (sf. 150)

BUGÜN

“Dağdan inip düz ovada siyaset yapsınlar” şeklinde özetlenen anlayış terör örgütünü bir reklam yıldızına çevirdi. 2015 seçimlerine gelindiğinde en prestijli şey PKK’lı olmaktı. TV ve gazeteler en fazla yeri ve zamanı HDP’ye veriyordu. Gerçekten de terör artık resmen teşvik ediliyordu.

DÜN

“Bir grup Ermeni fedaisi tamamen silahlı halde gün ışığında Rusya’dan sınıra geldi. Saray kasabasına ve Van yönüne doğru Kürtlerin yaşadığı kırsalda kasıla kasıla yürüyorlardı. Bu durum Saray’daki Kürtleri çileden çıkardı.” (s. 155)

BUGÜN

Bu sahne son derece tanıdık. Herkesin gözlerinin önünde Habur canlanmıştır. Ancak tarihin garip cilvesine bakın ki, 1908 yılında yaşanan bu “Ermeni Haburu”ndan rahatsız olan o dönemki Kürtlerdi!

DÜN

“Avrupalılar Osmanlı’yı Doğu Anadolu’daki egemenliğinden vazgeçmemesi ve Avrupalı devletlerin nüfuzuna açık Ermeni çıkarlarına göre yönetilecek özerk bir bölge oluşturmaması durumunda en sonunda çöküşe gideceği yönünde tehdit etti.” (sf. 159)

BUGÜN

Kürt meselesi ile ilgili olarak Türkiye’ye yapılan baskı da aynıdır. Ya reformları kendiniz yaparsınız ya da daha kötü sonuçlarla karşılaşırsınız! Bugün Batılılar Türkiye’ye müdahale ederiz demese de, ekonomik yönden etkileri yıkıcı olabilir, kaldı ki uluslararası hukuk yabancı ülkelere müdahaleye de izin vermektedir. Yugoslavya’ya ya da Irak’a yapıldığı türde bir müdahale tehdidi hep başımızın üzerinde sallanmaktadır.

Kaldı ki Batı tehdidinden daha etkilisi, reform olmazsa devlet çöker fikrinin artık kafalarda bir genel doğruya dönüşmüş olmasıdır. İnsanlar buna gerçekten inanmış durumdadır. Oysa ancak güçlü devletlerin yaptığı reformlar barış ve düzen getirir. Güçsüz devletlerin yaptığı reformlarsa hep çözülme getirir. Son 10 yılın tecrübesi de böyledir. Reform devleti güçlendirmemiş, zayıflatmıştır.

İşin odak noktası reform değil hukuktur. Devlet, hukuku işleten mekanizmadır. Ama terör karşısında müsamaha gösteren devlet kendi hukukunu çiğnediği için, reform da yapsa, güçsüz ve etkisiz olmuştur.

DÜN

“Erzurum’daki İngiliz Konsolosu Van’a yaptığı gezi sırasında Taşnakların hükümetten daha fazla güce sahip olduğunu gözlemledi.” (sf. 180)

BUGÜN

Bugün de Güneydoğu’ya giden herkes bölgede PKK’nın devletten çok daha güçlü olduğunu görmektedir.

DÜN

“Ermeni ihtilalcilerin Ruslardan kendilerine bağımsızlık ya da özerklik vermesini bekleyecek kadar saf olduklarına inanmak oldukça zordur. Rusya kontrol ettiği topraklarda hiçbir zaman Ermenilerin ayrılma çabalarına müsaade etmemişti. Aksine, topraklarında cereyan eden ayrılıkçı hareketlere karşı en güçlü önlemleri almıştı.” (sf. 196)

BUGÜN

Geçmişte Ermenileri kışkırtan güçler gibi bugün de pek çok Avrupa devleti ve Amerika (Rusya’yı da bu listeye eklemek gerekir) Kürt bölücülüğünü desteklemektedir. Ancak Avrupa ve ABD Kürtleri ne kadar kışkırtsa da Anadolu’da kalıcı bir Kürt devleti asla kurmazlar. Batı’nın asıl hedefi Anadolu’yu bir Hıristiyan devletçikler federasyonu yapmaktır. Türklerden arındırılmış bir Anadolu’da Kürtler asla devlet sahibi olamaz.

DÜN

“19. yüzyılda yapılan ıslahatlar, adına Osmanlıcılık denen yasal bir eşitlik yaratma noktasında oldukça ileri gitti. Azınlık toplulukları kendi yasalarına göre yönetiliyor, kendi ulusal ve bölgesel meclislerine sahip oluyor ve bunun yanında Osmanlı Meclisi seçimlerinin tamamında sürecin içinde yer alıyordu.” (sf. 202)

BUGÜN

100 yıl önce Osmanlıcılık adı altında oynanan oyun bugün Türkiyelilik diye sürdürülmektedir. Türk milletini parçalamanın teorisi olan Türkiyelilik hem Anadolu’yu parçalamaktadır hem de milli bağları. Bu politikanın varacağı yer kaçınılmaz olarak 100 yıl öncesidir, yani her etnik grubun kendi kendini yönettiği bir federasyon.

DÜN

“Cevdet, şehirdeki isyancılara karşı önlem alıyordu. Yeni polis noktaları oluşturuldu. Eski Şehir ile Batı Bahçe Şehri’ndeki Ermeni mahallesini ayıran Müslüman mahallesine yeni bir jandarma birliği konuşlandırıldı. Genç Ermeni erkekler orduda yol yapımında çalışmak ya da tarımsal faaliyetlerde bulunmak için askere çağırılıyordu. Bu yolla hem yasal bir zorunluluk yerine getiriliyor hem de muhtemel isyancılar ortadan kaldırılıyordu. Bu tür hareketler Ermenilerin korkmasına neden olabilirdi ancak hükümet başka ne yapabilirdi? Yalnızca en saf kişiler Van şehrinde bir Ermeni ayaklanması tehdidi olmadığına inanabilirdi. Önlemler alınmalıydı. Hükümet 1908’de ortaya çıkan 2.000 silahı ya da o günden sonra Taşnakların yeniden silahlanmalarını görmezden gelebilir miydi?” (sf. 222)

BUGÜN

Evet, görmezden gelinemezdi, önlem alınmalıydı. Ama bu dünden çok bugün için de geçerlidir. Bizzat Oslo görüşmelerine yansıyan ve MİT yetkililerinin PKK’lılara hitaben şöyle bir sözü vardı: “Şehirlerin her tarafını cephaneliğe çevirdiğinizi bilmiyor muyuz?” Gerçekten de bugünkü sözde çatışmasızlık ortamına rağmen, sadece Güneydoğu değil Batı illeri de genel bir Kürt ayaklanması için cephanelerle doldurulmuştur. Devlet tüm bunları bilmektedir, görmektedir ama bir türlü önlem almamaktadır!

DÜN

“Ruslar Ermeni ayaklanmasını finansal olarak destekledi. 1915 Şubat’ında Tiflis’te yapılan Ermeni kongresinde Taşnak delegesi şöyle diyordu: ‘İyi bilindiği gibi Rus Hükümeti savaşın başında silahlanma, Türkiye Ermenilerinin eğitimi ve ayaklanma örgütleme gibi konularda kullanılmak üzere 242.900 Rublelik bir katkı yapmıştır.’ Rusların Taşnaklara yaptığı finansal katkı bugünün ölçütlerinde 13 milyon dolardan daha fazla bir paraya denk gelmektedir.” (sf. 239)

BUGÜN

PKK sadece silah ve siyasetle değil parasal olarak da Batılı devletler tarafından desteklenmektedir. Amerika’dan Avrupa’ya aradan Rusya’ya kadar tüm Batılı devletler PKK’ya güçlü bir mali destek sunmaktadır. Ayrıca bu devletler, kendi ülkelerinde PKK için mali yardım toplayan PKK uzantısı derneklere serbesti tanımıştır. Ve yine Batılı devletler PKK’nın uyuşturucu kaçakçılığı ile elde ettiği gelire de göz yummaktadır.

DÜN

“Osmanlılar geri çekilip Ermeniler tüm şehrin kontrolünü ellerine geçirdiğinde yaptıkları ilk iş ayakta kalan Müslüman evlerinin yıkılması olmuştur. Bu evler artık Ermenilere aitti ve bunlara ihtiyaç da duymaktaydılar. Evleri ayaklanma sırasındaki ağır bombardımana maruz kalmıştı. Ancak bu evleri ele geçirmek yerine onları yıktılar. Bu tür yok etmeler tüm bölgede vuku buldu. Bunun arkasında yatan temel mantık Müslümanların dönecek bir evleri olmaması durumunda dönmeleri için bir nedenin de kalmayacağıydı. Aslına bakılırsa bu yıkımların altında yatan esas neden Müslüman ve Osmanlı olan her şeye duyulan mantıksız nefretti.” (sf. 263-264)

BUGÜN

Bir dönem İstanbul’da mahallelerde otomobillere yönelik PKK saldırıları hatırlardadır. Yine belediye otobüslerine, aynı şekilde Güneydoğu’da okullara, sağlık ocaklarına yapılan saldırılar… Tüm bunlar tıpkı Ermeniler gibi bugün de Kürtlerin Türk olan her şeye duydukları mantıksız nefreti gösteren olgulardır.

DÜN

“Ermeni ihtilali beyhude bir çabaydı. Ermeni ihtilalciler Osmanlı İmparatorluğu’nu yok etmeye yardımcı olabilirdi ancak kendi devletleri olamazdı. Normal koşullarda ihtilalciler bunu biliyor olmalıydı ancak milliyetçilik gözlerini kör etmişti.” (sf. 274)

BUGÜN

Tıpkı Ermeniler gibi Kürtler de Türk devletine zarar verebilir ama bir Kürt devleti kuramazlar. Kuzey Irak’taki sözde devletçik tam 25 yıldır özerk. Arkasında ABD var ama hâlâ bağımsızlığını ilan edemedi. Kaldı ki 2014’te yaşanan IŞİD saldırısı hem Barzani’nin hem de PKK’nın ne kadar da kof güçler olduğunu gösterdi. Devlet kurmak kolay değildir hele hele o devleti yaşatmak hiç değildir. Ama kör milliyetçiler bunu göremezler….

DÜN

“Osmanlılar Ermeni ihtilalini durdurup Van’ın yıkımını önleyebilir miydi? Düşman yok edilmeli veya esir alınmalıdır. Yalnızca çarpışılıp kaçmasına izin verilmemelidir. İsyancılar baskı altında tutulmalı ve yeniden örgütlenmelerine izin verilmemelidir.” (sf. 275)

BUGÜN

Türk devleti PKK’yı hiçbir zaman tam imhaya yönelmemiştir en büyük hata budur. Ve üstelik her operasyondan sonra bölge boş bırakılmış, terörün yeniden örgütlenmesine engel de olunmamıştır.

DÜN

“Ne yapılması gerektiğini tahmin etmek güç değildir: Batı İran, Salmas’taki Ermeni karargâhını yok etmeye yetecek bir kuvvet ile işgal edilmeliydi.” (sf. 276)

BUGÜN

Terörün ana üssü olan Kuzey Irak işgal edilmeliydi ama hiçbir zaman bu yapılmadı. Belki de devlet bunu göze alamadı. Ama bu yapılmadan PKK bitirilemezdi.

DÜN

“Düşmana yurtta propaganda yapma ve kadrolaşma izni vermek siyasi bir intihardı. Osmanlıların yaptığı tam anlamıyla buydu. Osmanlılar Taşnakları neden infaz etmedi? Osmanlılar suçlu olsun ya da olmasın herhangi bir Ermeni ihtilalcinin cezalandırılmasının Avrupa’da büyük yankı bulacağını ve Avrupa müdahalesine zemin hazırlayacağını biliyordu.” (sf. 276-277)

BUGÜN

Evet Apo asılmadı çünkü Türk devleti ABD’ye söz vermişti. Avrupa Birliği’nin istekleri üzerine de idam cezası yasalarımızdan çıkartılmıştı.

DÜN

“İhtilaller genellikle sonuçları ile değerlendirilir. Başarılı bir ihtilal, önderlerini yeni bir ulus yaratan özgürlük savaşçıları olarak kutsar. Başarısız bir ihtilal ise arkasında zamanında işbirliği yaptığı kişiler tarafından terörist veya vatan haini olarak adlandırılan kişiler bırakır. Ermeni ihtilali ise diğer tüm başarısız ihtilallerden daha başarısız olmuştur. Sadece savaşçılar yenilmekle kalmamış Osmanlı’nın doğusundaki Ermeni nüfus da anavatanlarından sürgün edilmiştir. Yeni bir Ermenistan yerine topraksız bir Ermeni halkı yaratılmıştır.” (sf. 279)

BUGÜN

Kürtler, Ermenilerin hikayesini iyi incelemelidir. Bir Kürt devleti kuramazlar ama Kürtleri topraksız bırakmanın vebali de kendilerinin olacaktır.

15 Haziran 2015
Metris Cezaevi


Kitaba ulaşmak için tıklayın: http://goo.gl/xz0kQG

http://www.turksolu.com.tr/ermeni-isyanindan-pkk-terorune-100-yillik-gaflet-2/

..