HAZIRLAYAN NEDENLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HAZIRLAYAN NEDENLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Aralık 2017 Pazar

DOĞU VE GÜNEYDOGU ANADOLUYU, PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER, BÖLÜM 1

DOĞU VE GÜNEYDOGU ANADOLUYU,  PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER, BÖLÜM 1




Ahmet KÜÇÜKŞAHİN* 
* Dr.P.Kur.Kd.Alb., Harp Akademileri Komutanlıgı Stratejik Arastırmalar Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Baskanı. 


Özet 


Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesi, Agustos 1984 tarihinde fiili olarak baslayan PKK terörüne sahne olmustur. Bu makalede, yörenin sosyo-kültürel yapısı incelenerek PKK terörü ile olan iliskisi ortaya konmaya çalısılmaktadır. 

Bölgenin 20’nci yüzyılın icaplarına cevap veremeyecek sosyokültürel yapısı, bu yapının ortaya koydugu sorunlar ve bu sorunların, devletin imkansızlıklarının veya ihmalinin bir sonucu olarak dıssal bir bakısla “bölgenin kasıtlı olarak geri bırakıldıgı” seklinde algılanmasına neden olmustur. 

Bu arada, 1978 yılında silahlı mücadele anlayısıyla kurulan PKK terör örgütü, benimsedigi strateji ile bölgenin sosyo-kültürel degerlerindeki zafiyetlerini (agalık sistemi, çok çocukluluk, egitim durumundaki yetersizlik, küçükbas hayvancılıkla özdeslesen yasam tarzı, kız evlatlarının mal gibi görülmesi vs.), cografi yapıyı (sınır bölgesi olma, arazinin daglık yapısı) ve ekonomik kosullardaki yetersizlikleri istismar ederek örgüt stratejisi dogrultusunda kullanmıstır. Bu baglamda, Türkiye’ye hasım olan devletler, Türkiye’nin 
dengelerini sarsmak maksadıyla baslangıçta terör örgütünü kullanma politikası izlemisler, bilahare bu politikalarını genisleterek, tarihte de defalarca yasandıgı üzere, Kürtleri kullanma politikasına dönüstürmüslerdir. 

Anahtar Kelimeler: Terör, Kürt, Sosyo-kültürel, PKK, Güneydogu, 

1. Giriş 

1960’lı yıllardan itibaren tırmanma egilimi gösteren terörizmin uluslararası boyutu, 11 Eylül 2001 tarihinde doruk noktasına ulasmıs, böylece 
20’nci yüzyılın sonları ve 21’inci yüzyılın basları itibarıyla üzerinde en çok durulan kavramlardan biri hâline gelmistir. Konu üzerinde yapılan bilimsel 
çalısmalar, terörizmin olusmasına katkıda bulunan nedenlerin basında sosyoekonomik kosulları göstermekle birlikte, terörün toplumsal ortamda gelismesine ve toplumsal etkilerinin yogunlasmasına katkıda bulunan nedenlerin varlıgına da isaret etmektedir. Bu çalısmanın amacı, Dogu ve Güneydogu Anadolu’yu, Agustos 1984 tarihinde fiilî olarak baslayan PKK terörüne hazırlayan nedenlerin basında, bölgenin sosyo-kültürel yapısının geldigi konusunu, cografi yapısını ve tarihî kosullarını (Kürt kimligi, Kürt dili, Kürt isyanları) da dikkate alarak incelemektir. 

Terör örgütlerinin amaçları, örgütlerin faaliyette bulundukları ülkelere ve kendilerini yönlendiren merkezlere baglı olarak farklılık gösterebilmektedir. 

Bilinen yaklasımlar çerçevesinde terörizmin amaçlarını; 
- Siddet ya da siddet tehdidi yoluyla; fidye almak, mahkum teröristlerin serbest bırakılmasını saglamak ya da teröristlerin bir mesajının kitle iletisim araçlarının birinde yayımlanması gibi belirli tavizler elde etmek, 

- Kamuoyu kazanmak, 

- KarıŞıklık yaratarak toplumu demoralize etmek ve mevcut sosyal düzeni yıkmak, 

- Kasıtlı biçimde, baskı içeren bir karsı terörizm kampanyasını ve zorunlu önlemleri provoke etmek, 

- Mesru otoriteyi yıpratmak ve yıkmak, 

- Örgüt içindeki sadakati ve is birligini saglamak, 

- Bir cezalandırma aracı olarak kullanmak1 olarak belirtebiliriz. 

Terör örgütleri, savundukları ideolojiye baglı olarak, haksızlık ve zulüm 
olarak gördükleri devlet yönetimi ve yöneticilerini bertaraf etmeyi, böylece daha 
mutlu ve adaletli bir hayat tarzını amaç edindiklerini ileri sürmektedirler. Bu 
ugurda kendilerini, haklarını savundukları toplumun kıymeti henüz tam 
bilinmeyen meçhul savasçıları ve fedakar gönüllüleri olarak görmektedirler. 
Halkın bilinçli olmaması nedeniyle, kendisi için yapılan iyi seyleri 
algılayamayacagı ve bu nedenle yürütülen harekete katılmasının mümkün 
olmadıgı, ancak zaman içerisinde bilinç kazanarak harekete katılacagını ileri 
sürerler. Bu zamana kadar, azınlıkta olan bilinçli kitlelerin, halk adına 
mücadeleyi yürütmesi ve mücadeleye önderlik etmesi gerektigini savunurlar. 
Neden birtakım insanlar amaçlarına ulasmada ölümü göze alıp, her 
türlü zorluk ve yokluga katlanarak, silahlı siddet gibi oldukça zor bir maceraya 
atılmaktadırlar? Bunun en büyük nedeni, mücadele verdikleri düsmanları ile 
aralarındaki güç dengesizliginde yatmaktadır. Hedef alınan sistemin normal 
yollardan degistirilmesinin imkansızlıgı, silahlı mücadeleyi tek çare olarak 
göstermekte ve güç dengesizligini ancak terör eylemlerine basvurarak 
gidermeye çalısmaktadırlar. 

Terörü psikolojik açıdan ele alırken, terör eylemlerini yapan ve terörist 
grupları olusturan kisilerin genel mantık yapılarını, yetistikleri ve yasamakta 
oldukları çevreyi, egitim durumlarını, ailelerini, ortak yönlerini, psikolojik 
yapılarında belirli bir bozukluk olup olmadıgını ve onları bu eylemlere iten 
faktörlerin neler oldugunu ele almak gerekir. Çünkü terörist eylem, bir toplumun degerlerine, normlarına, menfaatine, beklentilerine, varlıgına, bütünlügüne ve bu bütünlügün devamına ters düsen, masum insanların öldürülmesine varıncaya kadar topluma zarar veren çesitli faaliyetleri içine alan, ilgili toplumda devlet güç ve otoritesini zaafa ugratarak o toplumu içten çökertme hedefine yönelik bir sosyal sapma davranısıdır. 

Terörist, toplumun içinden çıkmakta ve yine sözde toplum adına, topluma ve onun olusturdugu devlete karsı faaliyette bulunmaktadır. O hâlde teröristi harekete geçiren veya kisileri terörist olmaya iten sebepleri de yine toplumsal yapılanmada aramak gerekecektir. Bu baglamda terör olgusunu yalnızca iç ve dıs düsmanların varlıgına baglamak yeterli olmayabilir. Baska bir deyisle, terörü toplumun ekonomik ve sosyo-kültürel yapısından da ayırmamak gerekmekte dir. 

2. Dogu ve Güney Dogu Anadolu’nun Kosulları 

a. Cografi Yapı;

Teröre sahne olan bölge, Türkiye’nin Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgelerinin bir bölümünü içermektedir. Dogu Anadolu’nun güneyi ile Güneydogu Anadolu’nun dogu kesimlerini kapsamaktadır. Söz konusu bölgelerde arazinin deniz seviyesinden yüksekligi, Türkiye ortalamasının iki katına yakındır. Deniz seviyesinden ortalama yüksekleri itibariyle Hakkari ortalama 2500 metre, Sırnak 1400 metre, Mardin 1083 metre, Van 1725 metredir. Yollar gedik, geçit ve vadilere tabidir. Kısın kar kalınlıgı iki metreye kadar çıkmaktadır. Yagan kardan dolayı yollar aylarca kapanmakta ve bu yörelerde yasayan insanlar kendi mekanlarının dısına çıkamamaktadırlar. 1997 yılı Ocak ayında yagan kar yüzünden Sırnak’ta Beytüssebap lçesini Uludere İlçesine baglayan yolun Uludere–Uzungeçit arasındaki bölümü, 1997 yılı imkânları ile ancak bir haftada açılabilmistir. Aynı zamanda, yolların araç trafigini kolaylastıracak kadar düzgün olmadıgı, kar ve diger tabiat olaylarının verdigi tahribatı giderecek araç ve donanımın yeterli olmadıgı, olaylara müdahale edecek yetismis insan gücünün yok denecek ölçülerde oldugu bir gerçektir. Cumhuriyetin ilk yıllarında yolların açılarak irtibatın saglanabilmesi ya kısıtlı ölçülerde yapılabiliyordu ya da iklimsel sartlar bekleniyordu. 

Arazi yapısının yol sebekesine yansımasını ifade edebilmek için bazı degerlerin verilmesinin uygun olacagı kanaatindeyiz. Örnegin Siirt–Sırnak arasındaki yol mesafesi 97 km. olmasına karsın motorlu araç ile ortalama iki saatte, Sırnak–Hakkari arasındaki 190 km. 5-6 saatte, Van-Hakkari arasındaki 205 km. 3-4 saatte kat edilebilmektedir. Bununla birlikte, dag silsilelerinin olanak vermemesi nedeniyle Van Gölünün dogu ve güneyindeki yol sebekeleri yetersiz ve son derece sınırlıdır. 

Bölgede görev yapan subayların sık sık söyledikleri bir söz vardır: 
“Hakkari’yi bir masaya yatırıp ütüleseler Türkiye kadar bir alan çıkar.”2 
Bölge arazisi kar yagısına baglı olarak insanları kendi mekanlarına hapsetmekte, 
insanları çevreleri ile iletisimsiz bırakmakta, kıt imkânlara sahip devleti zor 
duruma düsürmektedir. Dogu Anadolu yılın 120 günü karla kaplıdır.3 Bunun 
sonucu olarak insanlar kendi mekanlarında yılın yaklasık dört ayı âdeta 
kaderleri ile bas basa kalmaktadırlar. Terör öncesinde hayvancılıkla ugrasan 
sürü sahibi vatandaslar ise havaların soguması ile birlikte yazın ikamet ettikleri 
alanları terk ederek hayvanlarını otlatabilmek için daha sıcak kesimlere göç 
etmekteydiler. Bu yasam tarzı devlet imkânlarının vatandasa sunulamaması, 
sunulanlardan ise etkin olarak istifade edilememesi sonuçlarını dogurmustur. Bu 
durum bölge halkına egitimsizlik, devletin varlıgının hissettirilememesi gibi 
neticeler olarak yansımıs ve bilâhare kötü niyetli kisilerin istismar aracı hâline 
dönüsmüstür. 

Söz konusu bölgenin Orta Dogu cografyasına komsu olması, bu baglamda dikkate alınması gereken bir baska cografi gerçektir. Bölgeye komsu olan ülkelerin istikrarsız yapıları, sınır güvenliklerinin olmaması ve özellikle 1991 
yılında Irak’taki Körfez Harekâtından itibaren baslayan otorite boslugu, cografi 
yapının da katkıda bulundugu olumsuzlukların nedenlerini olusturmustur. 
1984 yılında baslayan PKK terörünü avantajlı kılan en büyük etkenlerden birisi, bölge arazisinin daglık ve leçelik yapısıdır. Arazinin bu yapısı, baslangıçta, bölgeyi teröristlerden temizlemeye çalısan güvenlik güçlerinin zafiyetini olustururken, kendi yasam alanları olması nedeniyle araziyi iyi ögrenmis olan teröristlere avantaj saglamıstır. 

b. Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Yapı 

Sosyolojik açıdan Dogu Anadolu’nun bir bölümü ile Güneydogu Anadolu’nun dikkati çeken en önemli özelliklerinin basında feodal yapının varlıgı gelmektedir. Bu yapı bölgenin daglık kesimlerine dogru gidildikçe kendini daha bariz hissettirmektedir. Örnegin Sanlıurfa’da mevcut olan asiret yapısı ile Hakkari’deki asiret yapısının farklılıkları vardır. Sanlıurfa’daki yapıda fertler asirete daha zayıf baglarla baglı iken, Hakkari’de daha kuvvetli baglarla baglıdır. 

Bu durum, devlet kurumlarının daha az etkin olmasının ve arazi yapısının 
sertlesmesinin bir sonucu olarak ferdî ve ailevi güvenligin ön plana çıkması ile 
izah edilebilir. Can ve mal güvenligi açısından asiretin sagladıgı koruyucu 
semsiyeye karsılık, asiret kurallarına uyma zorunlulugu kendiliginden ortaya 
çıkmaktadır. 

Agalık kurumu esas olarak büyük toprak mülkiyetine dayanmakla birlikte, özellikle asiret iliskileri söz konusu oldugunda bu kurumda farklı ekonomik ve toplumsal iliskiler görülür. Özellikle devlet gücünün yetersiz oldugu, kamusal hizmetlerin halka ulastırılamadıgı bölgelerde agalık bir toplumsal kurum olarak, halkla devlet arasındaki boslugu doldurmaktadır. 

Bölgenin siyasal tarihine bakıldıgında her siyasal partinin aga ve asiret destegini 
kazanabilmek için statükocu tavır sergiledigi ve siyasal iktidarların da mevcut 
yapının korunması konusunda destek oldukları görülmektedir. 

Asiretlerle ilgili olarak dikkati çeken bir baska önemli husus, yörenin 
sosyo-antropolojik ve etnolojik yapısı hakkında sistematik arastırmaların son 
derece az sayıda ve yetersiz olusudur. Asiret yapısı kendi içinde kabilelere 
ayrılmaktadır. Bazen bir asiret on veya daha fazla kabileye bölünmektedir. Her 
asiret bir reis veya aga, bey gibi cemaat liderleriyle temsil edilmektedir. Bu 
topluluk liderleri, görevi babadan ogula intikal ettirilmek suretiyle yürütürler.4 
Eski Basbakanlardan Bülent Ecevit, Güneydogudaki sorunu, Kürt sorunu olarak degil etnik özellikler tasımayan feodal bir sorun olarak görmektedir.5 Olaylara bu çerçevede baktıgımızda bölgenin kendine has bir sosyo-kültürel yapısı oldugu gözlemlenmektedir. 

2’nci Abdulhamit döneminde kurulan Asiret Mektepleri, asirete mensup 
aga, seyh veya beyin yakınlarını egiterek saray terbiyesi vermek suretiyle asiret 
olgusuna yeni bakıs açıları kazandırmayı amaçlamaktaydı. Cumhuriyet 
döneminde baslatılan okullasma, idarî örgütlenme, belirli oranda sanayilesme, 
teknolojik yararlandırma ve yeni kalkınma projeleri yine de asiret-kabile 
yapısında istenilen sosyo-ekonomik ve kültürel bütünlesmeyi saglayamamıstır. 
Asiret bilinci, asiret mensubiyet duygusu –asiretin dokusu zayıflamıs olsa bile– 
asiret olgusunu eritememistir. Yörede, önemli cemaat kurulusları kendilerini 
asiret dısında düsünememektedir. Toplumsal kimligin dinamizm kazandıgı 
günümüzde, asiret-kabile suuru da güçlenmeye baslamıstır.6 

Güneydogu Anadolu bölgesinin çogu kesimlerinde, bir erkegin evlenerek sahip oldugu hanımların sayısı, onun gücünün bir göstergesini yansıtmaktadır. Bu kapsamda Sırnak bölgesinde yaptıgımız arastırmalarda aga, asiret reisi veya varlıklı erkeklerin tamamının birden fazla hanıma sahip olduklarını tespit ettik. Hanım sayısı mevzusu, asiret liderleri arasında konusulan önemli sohbet konularındandır. Erkekler hanım sayısının çoklugu ile birbirlerini kıskandırmaya ve es sayısı bakımından birbirlerini etkilemeye çalısırlar. Evlilik çagına gelmis olan bir genç kızın kiminle evlenecegine, geleneklere uygun olarak aile büyükleri karar vermektedir. Bu baglamda genç kız, geleneklerle beslenen psikoloji ile güçlü bir erkegin himayesinde olma duygusuyla ikinci veya üçüncü es olmayı tercih etmektedir. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Saglıgı Anabilim Dalı Ögretim Üyesi Prof.Dr.Nuran Elmacı, geçtigimiz yıl kadınlarla ilgili yaptıgı 
arastırmalarda7, “kuma” olgusunun Güneydogu Anadolu Bölgesi’nde çok yaygın 
oldugunu belirlediklerini, kırsal alanda hâkim olan asiret yapısının çok esli 
evliliklerde etkili oldugunu ve çok çocuk ile asiretin güçlü olmasının saglandıgı 
düsüncesinin hâkim oldugunu tespit etmistir. 

Diyarbakır Dicle Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölüm Baskanı Doç.Dr.Ahmet Cihan tarafından yapılan “Töre ve Namus Cinayetlerine Üniversite Gençliginin Bakısı ve Toplumdaki Yeri” konulu arastırma sonucuna göre 8; töre ve namus cinayetleri zaman tüneli içerisinde azalma egilimi göstermis olsa bile, basta Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgeleri olmak üzere, geleneksel iliskilerin daha belirgin bir sekilde sürdürüldügü ve toplumun diger kesimleriyle henüz tamamıyla bütünlesemeyen yerlesim bölgelerinde varlıgını devam ettirdigidir. 

Bölgede yaptıgımız arastırmalarda baslık parası veremeyecek durumda 
olan erkeklerin, “daha ucuz” oldugu için Kuzey Irak’ta yasayan Irak vatandası 
bayanlarla evli olduklarını tespit ettik. Bununla birlikte, bölgede bulunarak 
arastırma yaptıgımız iki yıllık süre içerisinde evlilik gayesi ile gayri resmî yollarla 
sınırdan Türkiye’ye girme girisiminde bulunan birçok genç kıza sahit olduk. 
Yöre insanı ailedeki çocuk sayısını erkek çocuk sayısı olarak ifade etme 
egilimindedir. Bu nedenle ailenin gerçek çocuk sayısını ögrenebilmek için ayrıca 
kız çocuk sayısını da sormak gerekmektedir. Bu yaklasım biçiminde ana 
düsünce, kız evlatların ailede geçici bireyler oldugu, ailenin asıl varlıgının 
erkeklerden olustugudur. Bir baska deyisle kız evlatları, aile içerisinde bugünü 
var, yarını yok olan emanet fertler olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır. 
Baslık parası alma gelenegi de bu düsünceye yansıyınca, ailedeki kız 
çocuklarının çarsıda-pazarda satılan bir maldan öteye bir degeri kalmamaktadır. 
Bu durum, kızlara “savasçı veya militan” gibi unvanlar vererek kisilik kazandıran 
örgütün isini kolaylastırmakta, örgüte katılmaları konusunda gerek kendilerinin 
gerekse ailelerinin güçlük çıkarmamaları sonucunu dogurmakta ve onların 
kendilerini ispatlama gayretleri, erkek örgüt mensuplarına eylemleri konusunda 
ivme kazandırmaktadır. 

1984’ten itibaren Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesinde yasanan terör nedeniyle canlarını ve mallarını güvenceye almak için göç eden insanlarla 
yapılan anketin, ailelerdeki çocuk oranlarına iliskin sonuçları söyledir. 
Çocuk sayısı 4 (%7), 5 (%13), 6 (%22.3), 7 (%25.8), 8 (%10.2), 9 (%11.5), 10 (%4.8). 

Bu rakamlar bölgede doğurganlık oranının oldukça yüksek olduğunu  göstermekte dir. Çünkü bölgede 4 ve daha fazla çocukları olanların oranı % 97.6 dır.9 

Bölge insanı, sahip oldukları çocuk sayısının çoklugunu, soyunu sürdürebilmek için ölüm ihtimallerini de dikkate alarak, “ya birkaç tanesi telef olursa” veya “Allah verdi” diye baslayan bir cümleyle izah etmeye çalısmaktadır. 

Bilindigi gibi, “telef olmak” ifadesi genelde ölen hayvanlar için kullanılan bir 
tabirdir. Hiçbir anne ve babanın çocugunu böyle bir yaklasım ile görmedigi veya 
göremeyecegi bir gerçektir. Saglık hizmetlerinin yetersizligi ve bilinçsizlik, 
çocukların tedavisinde aileleri hayvanlar için olusan mantıga sürüklemistir. 
Hangi yaklasımla olursa olsun, aile imkânları ile yetistirilemeyecek sayıda sahip 
olunan çocuk, toplumsal bir sorun olmus ve bilâhare terör örgütlerinin eleman 
kaynagı hâline gelmistir. 

Kırsal kesimlerdeki aileler çocuklarını aile ekonomisine katkı saglaması 
gereken bir unsur olarak görme egilimindedirler. Bu nedenle onları egitim 
vererek hayata hazırlamak yerine çalıstırmayı yeglerler. Örnegin baba, sürüyü 
otlatırken çocuk, kuzuları otlatmaya gönderilir. Özellikle hayvancılıkla geçinen 
Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgelerinde aileler, bu baglamda çocuga ihtiyaç 
duyarlar. Ancak, arazi ve kaynak yetersizliginin fazla çocugun yükünü 
kaldıramayacak durumda oldugunu dikkate almazlar. Bölgenin nüfusa oranlı 
ekonomik verileri de bunu göstermektedir. 1987 yılı fiyatlarıyla 1990 yılında 
Türkiye’de kisi basına düsen gayrisafi yurt içi hâsıla 1.487.082 TL iken bu 
rakam Dogu Anadolu bölgesinde 615.865 TL, Güneydogu Anadolu bölgesinde 
890.773 TL’dir.10 Bu rakamlar, söz konusu bölgelerde kisi basına düsen 
gayrisafi yurt içi hâsılanın 1990 yılında Türkiye ortalamasının yarısına yakın bir 
degerde oldugunu göstermektedir. Türkiye’nin batısında, ailelerdeki agırlıklı 
çocuk sayısı iki-üç iken bu yörelerde altı-yedidir. Aile mevcudu açısından 
batıdaki iki aile, Dogu ve Güneydogudaki bir aileye karsılık gelmektedir. 
Gayrisafi yurt içi hâsıla açısından da aynı sonuca ulasılmaktadır. Bununla 
birlikte Türkiye’de, hâlen dahi giderilememis olan ve bir faciayı andıran gelir 
dagılımı adaletsizligi mevcuttur. 

Prof.Dr.Nusret Fisek tarafından çocuk ölüm oranları konusunda yapılan 
arastırmalara göre, 1967 yılında Türkiye genelindeki bebek ölüm oranı binde 
153, 1968 yılında Ankara, İstanbul ve İzmir sehirlerindeki bebek ölüm oranı 
binde 106’dır.11 Türkiye’nin saglık imkânlarının en yogun oldugu kesimlerdeki 
bebek ölüm oranları binde 106 ise, mantıksal bir yaklasımla saglık imkânlarının 
gittikçe azaldıgı Dogu ve Güneydogu Anadolu’ya dogru gidildikçe bu oran binde 
200’ler civarına çıkacaktır. Çocuk ölüm oranı İsveç’te binde 14, Çekoslovakya’da binde 21, Kolombiya’da binde 83’dür. Devlet İstatistik Enstitüsünün verilerine göre Türkiye genelindeki bebek ölüm oranı 1965-1970 yılları arasında binde 158, 1970-1975 yılları arasında binde 140, 1975-1980 yılları arasında ise binde 110’dur. CIA-The World Factbook verilerine göre 2004 yılında bu oran binde 42.62’dir. Ülkenin kalkınması ile birlikte bebek ölüm oranlarında bir iyilesme oldugu gözlenmektedir. Ülkelerin gelismislik düzeylerinin artması ile birlikte ülke insanları bilinçlenmekte ve nicelikten ziyade nitelige önem vermeye başlamakta dırlar. Ancak olumlu ve hızlı bir sekilde degisimi arzu edilen bu süreç, yavas ilerlemekte ve özellikle Türkiye’nin bölgesel kosullarına göre farklılıklar arz etmektedir. 

PKK terör örgütünün lideri Abdullah ÖCALAN, örgüte eleman bulma 
konusunda militanlarına talimat verirken; “Kürdistan’da her ailede basıbos 
dolasan çocuklar var. Kızlı-erkekli her aileden iki üç tanesini alırsanız yüz 
binlerce insan eder. O kadar da zor degil, zaten aile reisleri bunları beslemekten 
acizdir. Çogu oglunu ve kızını gönüllü verir, öyle dövünüp sızlanmazlar. Sonra o 
gençler de sevinerek yanımıza gelirler. Evlerinde çogu huzursuz, aile içinde 
egreti duruyorlar. Gençlik bunalımlarını en yogun biçimde yasıyorlar. Kolundan 
tuttunuz mu kolayca cepheye getirirsiniz. Biraz da ilk geldiklerinde ortamı 
güzellestirdiniz mi evlerinden ayrıldıklarına sevineceklerdir.” diyerek bu 
bölgedeki çok çocuklulugu, bunun getirdigi zorlukları, sosyal yapıdan 
kaynaklanan anlayısı ve bütün bunlara dayanarak “Kürt milliyetçiliginin 
yayılması” anlamına gelen militan edinme yöntemlerini çok iyi bir sekilde 
özetlemektedir. 

Terör öncesinde yörenin en önemli geçim kaynagı büyük ölçüde küçük bas hayvancılık idi. Tarıma elverisli olmayan arazi yapısı, ahır hayvancılıgından ziyade küçükbas hayvan yetistiriciligini âdeta dikte eder özelliktedir. Küçükbas hayvancılık ile ugrasan insanlar tabiatın kurallarına göre hareket ederler. Yemi hayvanın ayagına getirmez, hayvanı yemin yanına götürürler. Bu durum genel anlamda asiretlerin, daha dar anlamda ailelerin ve nihayetinde bireylerin sürekli olarak göçebe bir yasam tarzı sürmelerine neden olur. Küçükbas hayvan yetistiriciliginde, hayvanların saglıklı beslenmesini saglayabilmek için günün serin oldugu aksam, gece ve sabah vakitlerinde daglarda otlatılması, havanın sıcak oldugu gündüz vaktinde dinlendirilmesi gerekir. Hayvanların bu beslenme biçimi, hayvanların basında bulunan kimselerin (çoban ve ailesinin) günlük yasam tarzını olusturur. Baska bir ifade ile bu yasam biçimi, sürekli sürüsünün basında dag-tas dolasan, gecesi gündüze karısmıs, yalnız ve anti-sosyal bir yasam biçimidir. Bu yasam biçimi ile elde edilen gelir, hiçbir zaman refaha yansıtılmaz ve yansıtılamaz. Zenginlik, refahtan alınan pay yerine, elde mevcut hayvan sayısı ile ifade edilir olmustur. 

Yine aynı sekilde devlet zoru ile kazandırılan egitim ve ögretimin de sosyal 
hayata yansıtılamadıgı için egitimin gerekliligi sorgulanır hâle gelmistir. Bunun 
neticesi olarak ailelerde, çocugu okula gönderme egilimi yerine göndermeme 
egilimi olusmustur. 

Bölgede görüstügümüz vatandaslar tarafından, terör öncesi dönemde, 
halkın hayvancılıkta ve kaçakçılıkta uzman oldugu ifade edilmistir. Aslında 
kaçakçılık, hayvancılık yaparken elde edilen birikimlerin kullanılmasından 
ibarettir. Hayvanların daglarda otlatılması esnasında ögrenilen gedik, geçit, 
magara, su kaynagı, bölgeye hâkim olan kesimler, sıgınaklar v.s. kaçakçılık 
esnasında bir bilgi birikimi olarak degerlendirilmektedir. 

Hayvancılık-kaçakçılık iliskisine benzer sekilde, küçük bas hayvan yetistiriciligi ile ortaya çıkan yasam biçimi, tıpkı teröristlerin 1984 yılından sonra Güneydogu Anadolu’da ortaya koydukları yasam biçimini andırmaktadır. Yani geceleri eylem için dag tas dolasmak ve gündüzleri gecenin yorgunlugunu gidermek üzere dinlenmektir. Bu kapsamdan olmak üzere, hayvanların daglarda otlatılması esnasında ögrenilen magara, geçit, su kaynagı, sıgınak gibi araziye iliskin bilgi birikimleri, terörün fiilî olarak basladıgı yıllarda teröristlerin en büyük 
üstünlüklerini olusturmustur. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***