PKK ile Müzakere, Mütareke ve Kirli Barış Sürecinin Analizi BÖLÜM 4
EYALETİ TÜRK MİLLETİNE SATABİLMEK İÇİN SÖYLENEN YALAN:BÜYÜYECEĞİZ
PKK ile yeni bir devlet kurmak ve milli-üniter devlet, federal çok
milletli devlet lehine tasfiye edilmek istenirken, bu projeyi Türk Milletine
satabilmek için bazı kaynaklar Anadolu’da derinden bir kampanya
sürdürülmektedir. “Türkiye, federasyon ile büyüyecek, Kuzey Irak, Suriye’nin
kuzeyi Türkiye ile birleşecek. Kosova bile Türkiye’ye katılacak” propagandası
yapılmaktadır. “Türk Milliyetçileri Türkiye’nin büyümesine, Misak-ı Milli’nin
gerçekleşmesine karşı mı?” diye soruluyor. Bu soruya Türk milliyetçileri nasıl
bir cevap vermelidirler?
Öncelikle kabul etmek gerekir ki, Türk Milletine federasyonu kabul
ettirmek için “büyüyeceğiz” söylemi iyi bir psikolojik savaş malzemesidir. Ancak
Türk Milletinin tarih içindeki büyümeleri ile şimdi sunulan büyüme arasında üç
önemli fark olduğu ortadadır. Aşağıda kısaca bu farklara değineceğiz.
Birinci fark, Türk Milletinin tarih içindeki büyümeleri Türk Milletinin
kendi projelerinin bir sonucu olmuştur. Baş aktörü Türk Milletidir. Oysa, şimdi
sunulan proje Türk Milletinin projesi değildir. Yukarıda tarihsel arka planı
anlatılan büyük bir dış dinamiğin planının sonucudur. Planı yapan rolleri
vermektedir. Türk Milleti, baş aktör değil, figüranlardan birisidir. Tarihte
bazen başkalarının yaptığı planlardan da Türk Milleti kendi lehine istifade
ederek, büyük atılımlar yapmıştır. Ancak bu sefer böyle bir atılım mümkün
görünmemektedir. Çünkü, aşağıda sayacağımız diğer iki fark böyle bir gelişmeyi
engellemektedir.
İkinci fark, Türk Milletinin tarihte gerçekleştirdiği büyümeler, var olan
devletine ortak alarak, egemenliği paylaşarak gerçekleşmemiştir. Oysa, şimdi
büyüme adı altında sunulan proje için Türkiye’nin mevcut sınırları için Öcalan,
Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani ve Kuzey Suriye’de PYD/PKK Türkiye
Cumhuriyetinin ya da yeni ad ile kurulan devletin ortağı olacaklardır. Öcalan ve
Barzani/Talabani ile egemenlik paylaşmanın adına büyümek denemez. Bu projedeki büyüme, sahte bir büyümedir. Büyümeden çok öldüren bir obezleşmedir. Çünkü amaç önce büyüme sağlayıp, Irak ve Suriye’nin bölünmesinden dolayı Arap Dünyasında, Irak ve Suriye’de ortaya çıkan düşmanlığı Türkiye’nin omuzlamasını sağlamak, Barzani, Talabani ve PYD/PKK’ya karşı Araplardan gelecek düşmanlıklara karşı Türkiye’nin kaynakları ve gücü ile bir koruma vermektir. Böylece, Batı Dünyası, İki Arap ülkesinin bölünmesinin manevi yükünü taşımayacak, bu yükü ve kurulan “şimdilik federal” “Kürdistan’ın” yükünü Türkiye’ye devredecektir. Bu arada Türk Milleti petrol gelirlerinin sağladığı kaynaklar ile “ucuz benzin” rahatlığı içinde gelişmelere çok olumlu bakabilir. Ancak acısı sonra çıkacaktır.
Üçüncü fark ise Türkiye ile federal bir devlet çatısı altında 20-30
senelik bir süreç içinde demografik, sosyolojik, kültürel, ekonomik
bütünleşmesini sağlayacak büyük Kürdistan’ın Türkiye’den ayrılması olacaktır. Bu adım, Molla Barzani’nin 1960’da açıkladığı “Asıl hedefimiz Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu’sudur” şeklindeki stratejik hedefine ulaşmasının alt yapısının Türkiye tarafından sağlanmasıdır. Sözde büyümeden sonra bu 30 sene içinde gerçekleşecek bir diğer gelişme, Erbil, Telafer, Kerkük, Halep, Lazkiye Türkmenlerinin federe Kürdistan’dan Türkiye’nin Türk bölgelerine göçe zorlanmaları olacaktır. Bu hat Türksüzleştirilecek tir.
Son olarak sorulması gereken soru şudur: 2002’den buyana Kıbrıs
adasında kurulmuş bir Türk devleti olan KKTC ile birleşmek yerine Rumlarla
birleşmeye zorlayan, egemenliğinden vazgeçmesi için Annan Planını kabul etmesi için baskı yapan, KKTC’ye Belçika modelini öneren AKP Hükümetinin söz konusu Kuzey Irak olunca Osmanlı modelinden bahsetmesi, bu modelin ne ölçüde milli ve ne ölçüde güvenilir olduğunun sorgulanmasını beraberinde getirmektedir.
Özetle, Türk Milliyetçileri Türkiye’nin ekonomik, kültürel, politik ve
askeri olarak büyümesini, güçlenmesini, insanlarımızın refahının artmasını, Türk
Dünyası başta olmak üzere komşu ülkeler ile ekonomik, sosyal ve kültürel
ilişkilerini geliştirmesi için mücadele etmektedir ve etmelidir. Ancak, Türk
Milliyetçileri, Türk Milletini aldatacak, büyür gibi gösterip, küçülmenin
temellerini atacak emperyalist projelerin tuzağına düşmeyecektir. Misak-ı Milli
veya diğer projelerin ne zaman, nasıl, hangi şartlar altında
gerçekleştirileceğine Türk Milleti kendi senaryolarında karar vermelidir.
Tarihin en zorlu coğrafyası olan ve devletleri, halkları yutan bir
şeytan üçgeni olan Anadolu’da bu şekilde örgütlenmiş bir devlet modelinin
parçalanmadan yaşama imkanı yoktur.
Üstelik, eğer bu federasyonu Suriye’nin kuzeyi ve Irak’ın kuzeyini
içine alacak şekilde bir genişletme ile kurmak ve böylece Türk Milletine kabul
ettirmek gibi bir zihin haritası mevcut ise ki, öyle olduğu görülmektedir, bu
proje ile Türkiye kısa bir süre içinde Kerkük’e kadar büyür. Öcalan da bundan
dolayı Nevruz açıklamasında Misak-ı Milli’den bahsetmiştir. Demirtaş, bundan
dolayı bu süreç “bütün Kürtleri ilgilendiriyor” demiştir. Sonra Türkiye
Cumhuriyeti federal devletinin parçalanması ile Iğdır-Mersin hattına kadar
küçülür.
Özetle, bir devlet en güçlü zamanı dikkate alınarak değil, en zayıf
zamanı dikkate alınarak kurulur ise tarihin en çetin sınavlarını aşarak yaşar.
NE PAHASINA OLUR İSE OLSUN BARIŞ KİRLİ BARIŞTIR
Son günlerde bir barış histerisi başlamıştır. Bu barış histerisi
kendisini “ne pahasına olur ise olsun barış olsun” sloganı ile ortaya
koymaktadır.
Tabii ki, çocuklarımızın dağlarda çatışırken, pusuya düşürülerek,
uzaktan kumandalı bombalar ile bombalanarak katledilmesini istemiyoruz. Tabii
ki, dershaneden dönen çocuklarımızın dershane kapısında bombalanarak,
kızlarımızın otobüsün içinde yakılarak öldürülmesini istemiyoruz. Evden ekmek
almak için köşedeki bakkala kadar giden oğlumuzun bir bomba ile havaya
uçurulmasını istemiyoruz. Okullarımızın yakılmasını, evimizin önünde duran
araçlarımızın bombalanmasını istemiyoruz. Askerlik çağı yaklaşan oğullarımızın
bir iç çatışmada şehit olmasını istemiyoruz.
Çocukluk hariç yaşamının üçte biri 1911’den 1922’ye kadar bir
cepheden öbür cepheye, Kuzey Afrika’dan Çanakkale’ye, Çanakkale’den Kafkas
cephesine, sonra Suriye cephesine ve nihayet İstiklal Harbine muharebelerde
geçmiş Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” özlemini paylaşıyoruz.
Adı Barış olan bir dine mensubuz Allah’a şükürler olsun.
Terörün durmasını istiyoruz, ülkemize barış ve huzur gelmesini
istiyoruz, ancak ne pahasına olur ise olsun değil. Ne pahasına olur ise olsun
barış istemek önce onursuzluktur, sonra ahmaklık. Ortaya çıkan ise barış değil
kirli barıştır. Onursuzluktur, çünkü ancak kendisine saygısı olmayan bir insan
ne pahasına olursa olsun barış diyebilir. Ahmaklıktır, çünkü böyle bir barış
ancak kısa bir süre sonra gerçekleşecek daha sert, daha keskin bir savaşın
habercisidir. Tarih bunu birçok kez göstermiştir.
Bugün barış histerisi içinde olan bir küçük fakat etkili grup Öcalan
ile yapılan müzakerelere “ne pahasına olur ise olsun barış” mantığı ile alkış
tutuyor ve propagandasını yapıyor. Öcalan ile müzakere sürecini bizim gibi
reddedenlere değil, çekinceleri olanlara, “Ya acaba şunları da dikkate alsak ne
olur?” diyenlere yönelik olarak çok ağır bir üslupla saldırıyorlar. Bu bir
yıldırma, bastırma, psikolojik savaş eylemidir. “Ne pahasına olur ise olsun
barış” zihniyetini temsil edenlere inansa idik, İstiklal Harbi’ni
gerçekleştiremez, Türkiye Cumhuriyetini kuramazdık.
Şimdi bugün barış derken açık açık PKK ile müzakereler ile elde
edilecek “kirli barış” karşılığında Türkiye’nin AKP eli ile vereceklerimizi
sıralayalım.
1)Öcalan kısa bir süre sonra serbest kalarak BDP’nin genel
başkanlığını üstlenecek ve muhtemelen adına eyalet denilecek olan federal
bölgenin valisi olacak.
2)Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran Kalkan vs bütün PKK liderleri
Kandil’den Diyarbakır’da zafer kazanmış komutanlar gibi girecek ve kısa bir süre
sonra Ankara sokaklarında görülecekler.
3)Adına demokratik özerklik denmeden Büyükşehir belediyeleri
yasasında valinin seçimle geleceğine dair bir değişiklik yapılacak, kaynakların
kullanımı üzerinde Ankara’nın denetimini düzenleyen madde kaldırılacak, Türkiye Avrupa Özerklik Şartı’na koyduğu çekinceleri kaldıracak, federasyon adı
konulmadan federal sisteme geçilecektir. Bu kısa süre devam edecek süreci eyalet sistemine geçiş izleyecek.
4)Kürtçe eğitim yasalar ile düzenlenecek.
5)Anayasada Türk Milleti kavramının yer almaması çok büyük bir
ihtimaldir. Alsa bile anlamını yitirmiş, içi boşaltılmış ve ilk fırsatta
değiştirilebilir olacaktır. Türkiye’de iki milletin varlığı fiilen kabul
edilmiştir, büyük bir ihtimal ile hukuken de kabul edilecektir.
6) Türk bayrağı, Türkiye bayrağına, Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye
Silahlı Kuvvetlerine, Türk Milli takımı, Türkiye milli takımına
dönüştürülecektir.
Bütün bu adımlar Türkiye’nin ilk sarsıntıda parçalanmasının
temellerini atacaktır. Ülkemizin doğusu ve batısı arasında büyük bir gerginlik
doğacak, karşılıklı şüpheler gelişecektir. Henüz durumun tam anlamı ile farkında
olmayan Türk Milleti “acının sonradan çıktığını” görecektir.
Bu düşünce ve duyguların iç muhalefet duygusundan
kaynaklanmadığının, başka yerlerden de böyle göründüğünün en açık
göstergelerinden birisi Taşnak Partisi Erivan temsilcisi KiroManoyan’ın kısa bir
süre önce yaptığı şu açıklamadır: “Ermenistan’ın iade edilmesini istediği
topraklar şu anda Türklerin egemenliği altında. Yarın bizim iade edilmesini
talep ettiğimiz topraklar Kürtlerin eline geçerse onlardan geri vermelerini
talep ederiz. Bölgemizde gerçekleşebilecek köklü değişimleri seyirci olarak
izleyebileceğimiz gibi, gidişatı yönlendirmek elimizde. Gelişmeleri yakından
takip ederek hareket etmeliyiz.”
Bu çerçevede Kültür Bakanı Ömer Çelik, Türkiye’den ayrılan
Ermenilere yapmış olduğu geri dönün çağrısı bir başka anlam mı kazanmaktadır? Bu meşru bir sorudur. Ömer Çelik Agos gazetesine verdiği demeçte şöyle demektedir:
“Çağrı yaptıklarımıza şöyle dedik: Unutmayın ki, sizin yaşadığınız acıların
yakın zamanda benzerini yaşamış bir kadro yönetiyor Türkiye’yi.”[20]
Üstelik PKK ortadan kalkacak mı?Aysel Tuğluk bu soruya şu cevabı
verdi: “En az önümüzdeki çeyrek asır boyunca Kürtlerin var olduğu her yerde
PKKda çeşitli biçimlerde olacak. Suriye’de bir süre daha silahlı. İran’da yakın
gelecekte tekrar silahlı.” Bu açıklamadan çıkaracağımız sonuç şudur. Kandil,
cephe gerisi Türkiye’ye taşınacak ve Suriye ve İran yeni cepheler olacak. PKK
Türkiye’nin başını belaya sokmaya devam edecektir.
BÖYLE OLMAK ZORUNDA MI?
AKP iktidarı 2002 sonu/ 2003 başında terörün bitme noktasına geldiği bir
Türkiye devralmıştır. Öcalan, İmralı’nın derinliklerinde unutulmuştu. PKK, Kuzey
Irak’ta Türkiye tarafından desteklenen KYB ile çatışma içinde idi. Bugün, 2013
başında Türkiye’yi yendiğini düşünen, Kuzey Irak’taki gücüne Kuzey Suriye’yi
eklemiş bir PKK, AKP’yi 10 yıldan bu yana iktidarda tuttuğunu düşünen bir
Öcalan, morali bozulmuş, çatışma isteği kırılmış, yargılanan ve sorgulanan bir
Türk Ordusu ve PKK’yı yenme inancına ve iradesine sahip olmayan bir AKP Hükümeti vardır. 10 yılın sonucu budur.
PKK ile müzakere Türkiye’yi etnik bir cehenneme, bölünmeye götürecek
tek yoldur. Çünkü Öcalan ve PKK insan hakları ve demokrasi mücadelesi değil,
toprak ve egemenlik mücadelesi vermektedir. Türkiye müzakereler ile bu yola
girmiş ve düşünüldüğünden daha hızlı ilerlemektedir.
Oysa PKK ile müzakere tek yol değildir. Türkiye, PKK ile müzakere
etmeden de PKK’yı aşabilir. Türkiye’nin PKK ile yapacağı tek görüşme örgütün
teslim görüşmeleri olmalıdır. Bu noktaya ulaşılması kolay değildir ancak bu
hedef uğrunda verilecek mücadeleye değer.
Terör örgütleri ile müzakere eden devletler müzakerelerden bir hayır
görmemişlerdir. IRA ile masaya oturan İngiltere, birliğini korumak konusunda
nasıl zaaf içinde olduğunu göstermiştir. Bu zaaf bugün İskoçya’nın İngiltere’den
300 sene birlikten sonra ayrılması sürecini tetiklemiştir. Gelecek 10 yıl içinde
Kuzey İrlanda’da İngiltere’den kopacak ve İrlanda Cumhuriyeti ile birleşecektir.
ETA ile görüşmelerde Bask’ın İspanya’dan ayrılma sürecini durdurmamıştır. Bugün Katalanlar da güçlü bir şekilde İspanya’dan ayrılmak istemektedirler. Özetle, terörle müzakere terör örgütüne teslim olmak demektir. AKP bugün terör örgütüne teslim olmuştur.
Türkiye PKK terörünü aşabilecek güçte bir ülkedir. Bunun için gereken
iktidarda PKK’yi yenme ve aşma konusunda kararlı ve bilgili kadronun olmasıdır.
Terörle mücadele bir irade savaşıdır. Terör örgütü Türkiye’yi yenemeyeceğini
bilir. Ancak Türkiye’yi yöneten kadroların iradesi zayıf olur ise örgüt istediği
sonucu alır.
Terörle mücadelede sert güç unsurları ile yumuşak güç unsurları
birlikte kullanılmalıdır. Sert güç, asker, polis, istihbarat ve yasaların etkili
bir şekilde kullanmasının oluşturduğu güçtür. Yumuşak güç ise sosyal, ekonomik, kültürel, psikolojik olmak üzere diğer güç unsurlarıdır. Bu iki güç unsurunun birlikte kullanılmasına “akıllı güç” kullanımı denilir. PKK akıllı güç ile
aşılabilir. PKK ile mücadele sürecinde devletin üç hedefi olmalıdır.
İlk iki senede,
1)PKK terör örgütünün çatışma iradesini kırmak,
2)Halkı terör örgütünün baskısından kurtarmak ve
3) Bu iki seneyi, bölgesel ve milli rehabilitasyon dönemi izlemelidir. Çünkü
terör örgütü, hem Güneydoğu Anadolu bölgesinde insanlarımıza hem de bütün
yurdumuza çok ağır zararlar vermiştir. Bunların aşılması için bir zamana ihtiyaç
olacaktır. Bu noktada çok boyutlu, entegre ve milli bütünlüğümüzü tekrar
sağlayacak bir proje gerçekleştirilmelidir.
“PKK’yi son bir adam kalıncaya kadar mı öldüreceksiniz?” şeklinde
sorular ortaya atılıyor. İnsanlık tarihinde hiç son adamın öldürülmesi ile biten
savaş yoktur. Yenilgi direnme iradesinin ortadan kaldırılmasıdır. Bir terör
örgütünü yenmek için,
1)Terör örgütünün hareket alanı ve eylemleri minimuma indirgenir.
2)Çatışmanın ekonomik kaynaklarının ortadan kaldırılır veya etkili bir şekilde
azaltılır.
3)Çatışmayı sürdüren lider kadroları yok edilir.
4)Çatışmada kendisini destekleyen ülkelerin veya çevrelerin desteğinin kesilir.
5) Ve en önemlisi, devleti yenemeyeceğini, verdiği mücadelenin umutsuz olduğunu görmesi ile yenilir.
PKK bu şekilde yenilir. Şimdi bu beş ilkeyi aşağıda daha geniş
bir şekilde açıklayalım.
1)PKK’nın bütün eylemleri Kuzey Irak’tan, Türkiye-Irak sınırının
Irak tarafındaki 5-25 kilometrelik bir bölgeden kaynaklanıyor.Batıdan doğuya
Sinat, Haftanin, Metina, Zap, Avaşin, Basyan, Hakurk bölgeleri Türk Ordusu
tarafından işgal edilmelidir. Türk Ordusu bu bölgede bir tampon bölge yaratarak
yerleşmelidir. Sınırın Türkiye tarafında ise Şırnak-Hakkari-Van illerinde sınıra
25 kilometre olan bütün yerleşim yerleri boşaltılmalı ve
insansızlaştırılmalı dır. Böylece PKK ile Türkiye arasında 50 kilometrelik bir
alan oluşacaktır. Türkiye içine sızmalar ortadan kalkacak. Bu süreçte,
mücadelenin şiddetini yükseltip, profili düşürülecektir. Terörle mücadelede
yoğun ileri askeri teknolojiler kullanacaktır. Terörle mücadelede TSK’yı mümkün
olduğunca geri plana çekip, Jandarmanın terörle mücadelede uzmanlaşmış
kadrolarını daha da etkili bir şekilde takviye ederek, alan hakimiyeti tekrar
kurulmalıdır. Kandil Dağı ile Türk Özel Kuvvetleri’nin ve Türk Hava
Kuvvetleri’nin tatbikat alanı haline getirilmelidir.
2)Terör finanse edilebildiği sürece devam eder. Terörle mücadelede
özel kuvvetler kadar önemli olan bir güç de terörle mücadelede uzmanlaşmış
finans uzmanları ile gümrük uzmanlarıdır. Hakkari-Van ekseninden başlayarak,
PKK’nın bütün ekonomik kaynakları kesilmelidir.
3)Türkiye PKK’nın dağdaki elemanlarını değil, dünyanın değişik
yerlerindeki lider kadrolarını hedeflemelidir. Öcalan’ı yakalayan, Sakık’ı
yakalayan Türkiye, isterse Karayılan’ı, Kalkan’ı, Bayık’ı da yakalayabilir veya
öldürebilir. Türkiye şimdiye değin bunu neden yapmamıştır? Çünkü, uzun yıllardan bu yana Türkiye’yi yöneten siyasi kadrolar, PKK liderlerinin öldürülmesi durumunda PKK’nın da kendilerini hedef alacağını düşünerek, korkmuş ve Türk devletinin elini ayağını bağlamışlardır.
4)PKK’ya dolaylı ve dolaysız destek veren ülkeler yıldırılmalıdır.
5)Sonuçta PKK, Türkiye’yi yenemeyeceğini anlayacaktır. Lider
kadrolardan yakalanmayanlar veya canlı kalanlar, Türkiye’nin şartlarını sormak
için Ankara’ya müracaat edeceklerdir.
Sonuç
İçinden geçtiğimiz günler de MHP’li, CHP’li, AKP’li ve diğer
partilerden bütün yurttaşlarımızın Türkiye Cumhuriyeti devletine sahip çıkma
zamanıdır.
Böyle bir zamanda yapılabilecek en kötü şey “elimden ne gelir?” diye
hiçbir şey yapmadan oturmaktır. Türk Milleti Sakarya Savaşı öncesinde elindeki
avucundaki her şeyi ayni ve nakdi, Eskişehir-Kütahya muharebelerinde yenilerek geri çekilen Türk Ordusu’nu yeniden inşa etmek için Ankara Hükümetine vermektedir.
Bundan sonrasını Turgut Özakman’ın “Çılgın Türkler” kitabından
okuyalım: “ EMİRDAĞ KAYMAKAMI vakit geçirmeden İlçe Vergi Kurulunu kurdu. Kurul kaymakamın odasında toplandı.Kurul üyeleri bu hayati sorumluluğun altında ve
halktan istenen özverinin büyüklüğü karşısında sersemlemişlerdi. Üyelerin çoğu
ümitsizdi. Kaymakam halkın nasıl davranacağını kestiremediği için yalpalıyordu.
Emirde, "Kurullara her şey makbuz karşılığı teslim edilecek, ne teslim
edilmişse bedeli ilerde ödenecek" deniyordu ama acaba halk inanır mıydı
buna?Anadolu, Osmanlı tarihçilerinin 'büyük kaçgun' adını verdikleri on yedinci
yüzyıl sonundaki kargaşa döneminden beri devlete güvenmez olmuştu. Can ve mal güvenliğini sağlayamayan devlet, eşkıyanın yağmaladığı köyleri bir de vergi
almak için kendi zorlayıp inletmişti. Bu yüzden birçok büyük, bayındır, zengin
köy parçalanmış, köylüler kel tepelere, kuytu vadilere, orman içlerine göçmüş,
böylece devletin ve eşkıyanın gözünün önünden, elinin altından, yolunun
üzerinden kaçmıştı. Kaçamadığını anlaması uzun sürmeyecekti. Eski devlet bugüne kadar, bir şey vermeden, mal ve can vergisi isteye gelmişti. Şimdi yeni devlet de istiyordu.
Bunları konuşurlarken birden odanın kapısı küt diye ardına kadar açıldı.
Kapının çerçevesi içinde Emirdağ'ın delisi Battal belirdi. Bağırdı:
"Selamünaleyküm!"
Kaymakam Öfkelendi:
"Ulan deli, baksana çalışıyoruz. Çık dışarı!"
"Kızma beyim, biliyorum, onun için geldim. Duydum ki Kemal'in askeri çıplakmış.
Allah şahidimdir üzerimdekinden başka çamaşırım yok. Çoraplarımı getirdim. Şimdi yıkadım, temizdir."
Yaklaşıp masanın üzerine bir çift ıslak yün çorap koydu. Çarıklarını sıyırıp
odanın ortasında bıraktı:
"Aha bunlar da çarıklarım. Haydi kolay gelsin!"
Çıplak ayak, huzur içinde yürüyüp çıktı. Kapıyı gümleterek kapadı.
Üyelerin dilleri tutulmuştu sanki. Kaymakam, "Halktan kuşkulandığımız için
tövbe edelim beyler.." dedi, "..Deli Battal gibi bir garibin bile yüreği
köpürdüyse, tekmil halk ayaklanacak demektir. Hızlanalım.”
Evet, içinden geçtiğimiz dönem Türk Milletine söylenen “PKK’ya taviz vermedik”
yalanı ile Türkiye Cumhuriyeti devletinin federalleştirilerek Güneydoğu
Anadolu’da federe bir PKK Kürdistan’ı kurmasürecinin hızla ilerlediği bir
dönemdir. Bu projenin destekleyicileri arasında dışarıda ABD vardır, AB vardır,
içeride bütün ekonomik, politik, medyatik gücü ile AKP iktidarı vardır.
Böyle bir güç ittifakı karşında tek başına MHP’nin mitinglerinin, 300
aydının imzasının ve toplantılarının, CHP’nin karşı çıkışlarının, Türk Ocakları
şubelerinin konferanslarının sonuç alma şansı yoktur. Böyle bir güç ittifakını
yenecek kuvvet ancak Türk Milletinin anayasasını korumak, milli birlik ve
beraberliğini savunmak için ayağa kalktığı zaman ortaya çıkacak güçtür. Her
yurttaş, partilerden, derneklerden, hiç kimseden bir şey beklemeden bir şeyler
yapma arayışı ve çabası içinde olmalıdır. Herhangi bir örgüt, parti, önderlik
yapacak birisini beklemeden herkesin tek başına yapabileceği demokratik
muhalefet girişimleri vardır.
Nasıl mı?
1) Süreci mümkün olduğunda yakından ve değişik kaynaklardan izleyin ve
bilgilenin. Sanal ortamda veya gerçek yaşamda süreci birlikte izleyeceğiniz bir
grup oluşturun. Böylece daha fazla bilgi akışı, gözden fazla bir şeyin kaçmaması
gibi bir fayda ortaya çıkacaktır. Üstelik bu tür temaslar sağlıklı gerekçeler
üretmenize yardımcı olacaktır.
2) Kafası karışık bir arkadaşınıza gerçeği anlatın. Unutmayın, siz ona
gerçeği bir kez anlatacaksınız ancak ona değişik kaynaklardan yalan yüzlerce kez anlatılacak. Hemen anlamasını, kabul etmesini beklemeyin. Size karşı çıkar iken ileri sürdüğü gerekçeleri teker teker sabırla çürütün. Kavga eder gibi, onu
yenmek amacı ile değil, onu kazanmak adına yapın bunu. Olmuyor demeyin ısrar edin. Kazandığınız herkes müzakere ve teslimiyet cephesinden alınmış Türk Milleti adına kazanılmış bir kişidir.
3) Kafası karışık bir komşunuzun evine akşam ziyaretine gidin ve
doğruları ikna oluncaya kadar gidip gelerek izah edin. Unutmayın sizinle benzer
düşünenler ile bu meseleyi tartışmanızın bir faydası yok mesele kararsız, kafası
karışık veya kafası çelinmiş olanları ikna etmek, gerçeği göstermektir.
4) Televizyon kanallarının tek yanlı yayınlarını protesto edin ve telefon
ederek protestonuzu bildirin. Her evden bir telefon gitse telefonlar kilitlenir.
Başka kim yapar ki demeyin. 300 aydın imza attı yer yerinden oynadı. Bazen küçük bir telefon çevirme hareketi önemli sonuçlar doğurabilir.
5) Köşe yazarlarına e posta atın, mektup yollayın, telefon edin.
Görüşlerinizi soğukkanlı ancak ısrarlı ve kararlı şekilde anlatın.
6) İlinizin milletvekillerini özellikle de AKP milletvekillerini arayın
ve endişelerinizi anlatın.
7) Twitter ve facebook çok etkili bir şekilde kullanılabilecek iki sosyal
medya aracıdır. Bu araçlarda düzenlenecek ve bir süre sonra tekrar
canlandırılacak kampanyalar ile kamuoyu uyanık tutulur. Twitterda T.C.
kampanyası hükümeti geri adım atmaya zorlamıştır.
8) Milli sivil toplum örgütleri tarafından düzenlenen konferans ve
panellere muhakkak gidilmeli ve giderken yanınızdakonuya uzak bir arkadaşınızı muhakkak götürmelisiniz.
9) Yaşananları anlatırken, çelişkileri gözler önüne serin. Örneğin,
Başbakan Erdoğan Suriye’de Esad’ın bebek katili olduğunu ve Allah’ın
intikamından kaçamayacağını söylüyor. Öte yandan kendisi Türkiye’de akil adamlar aracılığı ile Öcalan’a “bebek katili” demeyin telkininde bulunurken, Öcalan ve PKK ile helalleşmeden bahsediyor.
10) Yaşananları anlatırken, sorular sorun. “Pazarlık yok deniliyor peki PKK
neden çekiliyor? Öcalan serbest kalmadan terörü neden bitirsin?” veya “Erdoğan, Balıkesir’de genel af yok ancak devlet kendisine karşı işlenen suçları
affedebilir diyerek neyi kastetti? Öcalan devlete karşı suçlardan içerde değil
mi?” sorulabilecek bir başka soru, “Başbakan neden eyaletlerin kurulması
gerektiğinden bahsetti ve Osmanlı’da da Kürdistan diye eyalet vardı açıklamasını yaptı? Acaba yine Kürdistan diye bir eyalet mi kurulması hedefleniyor?” Bu ve benzeri soruları çoğaltarak sorun. Bırakın karşınızdakiler cevaplasın.
Gün Milli Demokratik direniş ve Mücadele günüdür.
[1] İsmail Hakkı Danişmend, Tarihi Hakikatler, Tercüman tarih ve Kültür
yayınları, I, Birinci Cilt, İstanbul 2002, s.201
[2] Sadi Somuncuoğlu, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Hangi Milletin
Devleti, Milli Düşünce Merkezi yayınları, Ankara 2012, s.14
[3] Suna Kili-Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Türkiye İş Bankası
Yayınları, Ankara 1985, s.96’dan nakleden, S. Somuncuoğlu, age, s.18
[4] İHA, 5 Mayıs 2013
[5] Sadi Somuncuoğlu, Devletlerimiz ve Anayasalarımız, Milli Düşünce Merkezi,
Ankara 2013, s.13
[6] Taraf, 3 Mayıs 2013s
[7] Taraf Gazetesi, 11 Mart 2013
[8] Sözcü, 28 Nisan 2013, Necati Doğru, “Dün kan akıtıcı, bugün yeni devlet
adamı”
[9] Sözcü, 30 Nisan 2013, Emin Çölaşan, “Terörist konuştu”
[10] Vatan, 30 Nisan 2013, “Ankara’yı gerecek 3 şart”
[11] Taraf, 23 Nisan 2013
[12] Star, 1 Mart 2013
[13] Hürriyet, 4 mayıs 2013, “PKK ne zaman silah bırakır bilmiyorum”
[14]Sözcü, 12 Mart 2013
[15]Hürriyet, 4 Mart 2013, “Öcalan özgür olacak”
[16] Taraf, 11 Mart 2013, “Neşe Düzel ile söyleşi:Sansür sürerse çözüm olmaz”
[17] Cumhuriyet, 4 Mart 2013, “Af gündemde mi?”
[18]Taraf, 11 Mart 2013
[19]Sözcü gazetesi 19 Nisan 2013
[20]nakleden Yeniçağ, 26 Nisan 2013, “Kürt-İslamcı Bakan, Türklüğü hedef aldı”
http://www.21yyte.org/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2013/05/07/6986/pkk-ile-muzakere-mutareke-ve-kirli-baris-surecinin-analizi