20 Ekim 2018 Cumartesi

PKK ile Müzakere, Mütareke ve Kirli Barış Sürecinin Analizi BÖLÜM 2

PKK ile Müzakere, Mütareke ve Kirli Barış Sürecinin Analizi  BÖLÜM 2



           2007 SONRASINDA TSK YIPRATILMIŞTIR

2007 sonrasında Türk Ordusu’nun karşı karşıya olduğu süreç, bir ordunun karşı 
karşıya kalabileceği en hüzün verici durumdur. Şüpheli deliller ile yargılanan 
subay ve generaller, terörist olarak mahkum olan Genelkurmay başkanı ve komuta kademesi, intihar eden kahramanlar. Neticesinde savaş yeteneğini yitirmiş bir deniz kuvvetleri, savaş yeteneği ağır darbe almış ve uçaklarının tamamını uçuramayacak bir hava kuvvetleri, bütün güvenlik sırları, savaş planları ortaya dökülmüş bir ordudan bahsediyoruz.

        TSK kadrolarına karşı sürdürülen psikolojik savaş neticesinde ağır bir 
baskı süreci Harp Okulundaki öğrenciden başlayarak en üst rütbedeki genelkurmay başkanına kadar uzanmaktadır. Türkiye’de her subay her an tutuklanma, casusluk ve terörist olmakla suçlanma ihtimali ile karşı karşıya görev yapmaktadır.

        Terörle mücadelenin efsane çocukları “özel kuvvet” mensuplarına 
suikastçi katil muamelesinin yapılmış, Türk ordusunun en seçkin subayları 
ahlaksızca “çocuk katili olmakla” suçlanmışlardır. Komutanları Korg. Engin Alan 
mahkum olmuştur. Özel Kuvvetin Cumhuriyet tarihi boyunca yetiştirmiş olduğu en başarılı isimlerden birisi olanTürk ordusundaki tek üç üstün cesaret ve feragat madalyası, altı üstün birlik yetiştirme takdirnamesi ve 180 takdirname sahibi olan Alb. Levent Göktaş’ın yıllardan beri hapishanede olması herhalde silah arkadaşlarının moralini yükseltmiyordur.

          Seçkinlerin en seçkinleri olan ve gizli ve açık operasyonlarda en önde 
giden hem Kardak’ta ve hem Cudi’de savaşan SAT’çıların da başına gelenler silah arkadaşlarını acaba nasıl etkilemektedir?

         PKK’ya karşı mücadelede en öndeki güç olan Jandarma Genel Komutanlığı 
sistemli saldırılar ile yıpratılmıştır. Komutanlığın geleceği belli değildir. 
Jandarma Genel Komutanlığı Türkiye’nin % 92’sini kaplayan bir alanda 83 İl alay komutanlığı, 900 ilçe jandarma komutanlığı ve 2000 jandarma karakolu ile yurt sathına yayılan bir güçtür. Terörle mücadelede de uzmanlaşmış kadroları ile; 5384 subay, 22 bin astsubay, 24 uzman çavuş, 55 uzman erbaş ve 133 bin erden oluşan bu profesyonelleşmiş güçten şimdi bütün erler tasfiye edilerek 
küçültülmesi ve Jandarma Genel Komutanlığı tekerlekleri olmayan bir arabaya 
dönüşmesi planlanmaktadır.

         Oslo sürecinde askere “operasyon yapmayın” baskısında bulunulması, 
jandarma istihbaratın sahaya çıkarılmaması, birçok jandarma karakol komutanının kendisine bağlı olan köyleri bile ziyaret edememesi neticesini vermiştir. Jandarma’nın PKK ile mücadelede efsane komutanları Tuğg. Ali Aydın, Albay Cemal Temizöz, Albay Abdülkerim Kırca, Albay Hasan Atilla Uğur’un akibetlerinin silah arkadaşlarının moralini yükselttiğini söylemek mümkün değildir.     

           Sonuç olarak bir subayın yazdığı mektuptan özetlemek gerekir ise 
savaşın doğasını bilmeyen, bölgenin üstünden uçarak dahi geçmemiş olan köşe 
yazarlarının şehit veren, gazi olan, şehit olan, barut kokan subayları 
gazetelerdeki köşelerinde cahilce infaz etmeleri, haklarında açılan 
soruşturmalar, Hakkari’de olduğu gibi PKK’nın döşediği mayınların TSK’ya mal 
edilmesi, 1990’lı yıllarda PKK ile mücadele eden subay ve polis kadrolarının 
Öcalan’ın önerdiği Hakikatleri Araştırma Komisyonunda yargılanacak iddialarının 
ortaya atılması ve yalanlanmaması, Genelkurmay Başkanı’nın terörist olarak bütün karargahı ile tutuklu olması, PKK ile değil, TSK ile mücadele edildiği inancını vermektedir.

         TSK’ya yönelik bu saldırı ve komploların amacını belki de en iyi 
özetleyen Taraf gazetesi yazarı Melih Altınok’un şu satırlarıdır: “Bu gazete ve 
tekmili birden yazarları, daha 1-2 yıl önce, icraatları bugünkü çözüm süreci 
projesinin yanında teferruat sayılacak hükümeti, Erdoğan’ı alkışlamıyorlar 
mıydı? Ergenekon davasındaki, Balyoz’daki 12 Eylül referandumundaki hakkaniyetli tavrımız hangi sürecin başlaması içindi?”[6]

         PKK İLE İKİNCİ MÜCADELE SÜRECİ    

         PKK ile sürdürülen Oslo Müzakerelerinin 2011’de PKK’nın Silvan 
saldırısından sonra kesilmesini takiben güvenlik güçleri terörist örgütün kent 
kadrolarını oluşturan KCK’lılara karşı kapsamlı operasyonlar geliştirmişlerdir. 
2002’den sonra terörle mücadele adına yapılan tek doğru eylem, KCK 
operasyonlarıdır. Ayrıca Öcalan’a tecrit politikası uygulanarak, PKK’yı 
yönetmesi engellenmiştir.

         PKK, bu siyasete “halk savaşı” adını verdiği terörist saldırılar ile 
cevap vermeye çalışmıştır. PKK’nın halk savaşı siyaseti 2012 yazında Hakkari’de 
alan hakimiyeti girişimi aşamasına ulaşmış ise de örgüt başarılı olamamıştır.

        Bu aşamada Abdullah Öcalan ile Hükümet arasında gizli müzakereler 
başlamıştır. AKP Hükümeti Öcalan’a uygulanan tecriti kaldıracaktır. PKK üzerinde tekrar etkinlik sağlamasının yolu bulunacaktır. PKK üzerinde etkinlik sağlayan Öcalan ise PKK’nın sınır dışına çıkmasını sağlayarak AKP Hükümetinin elini rahatlatacak ve bu da daha kapsamlı anayasal reformlar yapmasının önünü 
açacaktır. Hükümet ise Öcalan ve PKK’ya samimiyetini göstermek için KCK’lıların serbest bırakılması ve Kürtçe savunma hakkı dahil bazı adımlar atacak, gelecekte yapılacak etnik reformların perspektifini ortaya koyacaktır.      

        2012 yazı sonunda hapishanelerdeki PKK’lıların, “Kürtçe savunma hakkı” 
ve “Öcalan’a tecridin kalkması” talepleri ile sahte kitlesel açlık grevi 
başlamıştır. 68 gün sürdüğü iddia edilen açlık grevinde kimse ölmemesine rağmen bir medya kampanyası ile Türkiye açlık grevi gerilimine sokulmuş, her gün kitlesel ölümlerin her an başlayabileceği haberleri yayılmıştır.

        PKK açlık grevinin ilk aşamasında AKP 4. Olağan Kongresi 30 Eylül 
2012’de yapılmış, Başbakan Erdoğan bu kongrede PKK Açılımı sürecinin en radikal adımlarının kısa zaman içinde  atılacağını açıklamıştır. Bu adımlar;          

1)Anadilde savunmanın sorun olmaktan çıkarılması, 

2)Anadilde kamu hizmetlerine erişim,

3)Ayrımcılıkla mücadele ve eşitlik komisyonu kurulması,

4)Kamu hizmetlerinde Kürtçe tercümanlık,

5)Nüfusunun 3’te 2’si Büyükşehir belediyesi sınırlarında yaşayan bir Türkiye 
olarak tanımlanmıştır.

          AKP 4. Kurultay’ın da Başbakan Erdoğan tarafından duyurulan yeni 
adımlar hızla atılmaya başlanmıştır.11 Kasım 2012’de Büyükşehir Yasa tasarısı 
muhalefetin büyük tepkisi ve direnişine rağmen kabul edilmiştir. AKP Hükümeti 12 Kasım’da anadilde savunma hakkı ile ilgili yasa tasarısını TBMM’ne vermiştir. 
KCK’nın istediği gibi Kürtçe savunmanın önü açılmıştır. 12 Kasım 2012’de MİT ile Öcalan arasında görüşme yapılmıştır. Sahte açlık grevi Öcalan’ın 17 Kasım 
2012’de verdiği talimat ile sona ermiştir. Öcalan’a uygulanan tecride 
kaldırılmıştır. 23 Kasım’da MİT ile Öcalan arasında ikinci görüşme yapılmıştır. 
3 Ocak’ta Öcalan ile MİT ve Öcalan-BDP görüşmesi yapılmıştır.3 Ocak’ta Ahmet 
Türk ve Ayla Akat Ata İmralı’da BDP adına A. Öcalan ile bir araya gelmişlerdir.

07 Ocak 2013’de Erdoğan Öcalan ile artık “mütareke” yani ateşkes anlamına gelen yeni bir sürecin başladığını şu şekilde açıklamıştır: “Gelecekte Oslo’ya benzer, Oslo olmaz da başka bir yer olur.” Öcalan ile görüşmeler kamuoyuna İmralı ile görüşmeler şeklinde sunulmuştur. Sanki görüşmeler bir ada ile yapılıyor imiş gibi kamuoyu uyutulmak istenmiştir. Bu arada 16 Ocak 2013’de BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın Diyarbakır’da yaptığı bir açıklama dikkatlerden kaçmış olmasına rağmen büyük bir önem taşımaktadır. Demirtaş şöyle demektedir: “Süreçte sadece Türkiye’deki Kürtlerin kaderi çizilmiyor, bütün Kürdistan’ın kaderi çiziliyor. Kürtlerin ulusal taleplerde birlikte hareket etmeleri gerekiyor. Sürece Erbil veya İmralı-Erbil adı verilebilir? Diğer tüm grup ve fraksiyonları da bu sürece katmalıyız” 

           Demirtaş’ın bu açıklamasına 04 Şubat 2013’de Erdoğan’ın yaptığı bir 
başka açıklama sanki cevap niteliği taşımaktadır: “Karşımızda siyasi 
muhataplarımız olabilir. Bunlar yerli de olur, uluslararası da olur ve 
uluslararası camiadan istifade edeceksek onlarla da bu işi görüşürüz. Nitekim 
görüşüyoruz, ben de görüştüm.” Açık olan husus, Öcalan ile görüşmelerin bir 
ayağını Barzani diğer ayağını ABD/AB eksenlerinin oluşturduğudur

       Bütün bu süreç yaşanırken, Türk Milletine yönelik kapsamlı bir psikolojik 
operasyon başlamıştır. Bu psikolojik operasyonun üç boyutu vardır.

       Birinci boyutu Öcalan’ın olumlu bir kişilik olarak sunulması 
oluşturmaktadır. AKP Hükümetinin önde gelen isimlerinin başını çektiği bir A. 
Öcalan’ı güzelleştirme psikolojik operasyonu yapılmaya başlanmıştır. Başbakan 
yardımcısı Bülent Arınç’ın ifadeleri ile Öcalan, Türkiye Cumhuriyetinin hataları 
sonucunda iyi bir Müslüman genç iken Kürtçü olmuş bir kader kurbanı olarak 
sunulmaya çalışılmıştır.

       İkinci boyutu müzakere sonuçlarının topluma kabul ettirilmesi için AKP 
Hükümeti tarafından yapılan “PKK’ya taviz vermeyeceğiz” açıklamaları teşkil 
etmektedir. Ayrıca Öcalan’ın şartlarının devlet ve millet tarafından kabul 
edilebilir olduğu propagandası da bu hedefe ulaşılmasına yardım etmesi amacı ile yapılmıştır. Cengiz Çandar bu süreci şöyle özetlemektedir: “Kısacası kamuoyunda ‘Öcalan bu sefer işbirliğine çok yatkın ve PKK’yı dışarıya çıkaracak’ izlenimi yaratıldı. Bunun ne karşılığında olduğunu ise bilmiyorduk biz. Bu soruyu 
soranlara ‘savaşın devamını istiyor’ suçlaması yapıldı. Bu soruyu ortaya atarsan 
fitne sokuyordun ve Başbakan bu soruya cevap vermek zorunda kalacağı için 
sinirlenebilirdi.” [7]

       Üçüncü boyutunu halkın Öcalan ile görüşmeleri desteklediği düşüncesinin 
yayılması çalışmaları oluşturmuştur. Müzakereler ile ilgili kamuoyundan gelen 
gerçek ve sert tepkileri yansıtan kamuoyu araştırmalarına karşı sahte kamuoyu 
araştırmaları piyasaya sürülmeye ve basında yayınlatılmaya çalışılmıştır. Oysa 
değil sadece kamuoyunda AKP parti grubu içinde bile sert tepkiler vardır. Bundan dolayı Erdoğan, Kızılcıhamam toplantıları ile meclis grubunu denetim altında tutmaya ve teşkilatlardaki sapmaları engellemeye çalışmaktadır.

          AKİL ADAMLAR-PSİKOLOJİK SAVAŞIN ELEMANLARI

          Bu üç aşamalı psikolojik operasyona akil adamlar yeni bir boyut 
kazandırmışlardır. Öcalan ve Murat Karayılan tarafından önerilen ve nihayet, AKP ve PKK’nın isimlerde uzlaşması ile kurulan, içlerinde KCK davasından 
yargılananların da bulunduğu akil adamlar kurulunun amacı PKK’ya verilecek 
tavizler konusunda toplumu hazırlayacak bir psikolojik operasyon 
gerçekleştirmektir. Akil adamlar, Erdoğan’ın ifadesi ile “halka psikolojik 
operasyon yaparak” PKK ile üzerinde uzlaşılan çözüme Türk Milletini ikna etmek 
için kurulmuş bir psikolojik operasyon heyetidir.

         Akil insanlar heyeti televizyonlardan, gazetelerden, internetten sonra 
şimdide şehirleri dolaşarak, Türk Milletini kısaca söyleyelim aşamalı olarak 
“Bölünmeye razı etmeye” çalışacaklardır. Akil adamlardan Can Paker “Keşke Öcalan özgür olsa” diyor. Akil adamlardan Prof. Dr. Baskın Oran, “Barış gelmez ise AVM’ler havaya uçar, kan gölüne döner ortalık” diye milleti PKK adına tehdit 
ediyor. Mustafa Armağan eyalet sisteminden bahsetmektedir. Akil insan 
Abdurrahman Dilipak, “yeni devlet adamımız Abdullah Öcalan, eski devlet adamımız Süleyman Demirel’den daha sahici” demektedir.[8]

         Tabii ki, ne AKP Hükümeti ne de akil adamların PKK’lı olanlar hariç 
büyük bir bölümü, Türkiye’nin bölünmesini istemiyor. Hatta, bir çoğu “PKK ile 
mücadele etmeye devam edersek bölünürüz” şekilde düşünüyorlar. Ancak, saptıkları yol Türkiye’yi kaçınılmaz olarak bir kırılma noktasına doğru sürükleyecek. Türk Milletine anlatılacak olan nedir? Türk Milleti terörün bitmesini istemiyor mu? Türk Milletinin “barışa” doğru ifade ile huzura ikna edilmesine gerek yoktur. Terörü sona erdirmeye ikna edilmesi gereken, PKK’dır. Türk Milletini barışa ikna etmek gibi bir ihtiyaç olmadığına göre, akil insanlar Türk Milletini neye ikna edeceklerdir? Barışın bedeli olarak PKK’ya verilecek tavizlere.  

         Öcalan ve PKK ile yapılan müzakerelerin en önemli noktası da budur. AKP 
Hükümetinin PKK’ya vereceği taviz, Türkiye’nin federalleşmesi ve PKK’nın 
güneydoğu Anadolu’da bir veya iki eyaleti PKK devletçiğine dönüştürmesidir. Bu 
eyalet/devletçiklerden birisinin valisi de Abdullah Öcalan olacaktır. 

        Bu noktada Öcalan’ın önerdiği ve uygulamaya konulan süreci nasıl 
işleyeceğini görmeliyiz. Öcalan, MİT ile yaptığı görüşmeler sonucunda üç aşamalı ve iç içe geçmiş süreçler çerçevesinde PKK ile Türkiye Cumhuriyeti arasında bir “barış” yapılacağından bahsetmektedir.

       Bu süreçlerin adlarını A. Öcalan,

1) Sürekli ateşkes,

2) Yeni Anayasa,

3) Normalleşme olarak koymuştur.

         Öcalan tarafından çerçevesi çizilen bu süreç, AKP Hükümeti tarafından 
kabul edilmiştir ve resmi ağızlar Öcalan’ın belirlediği terminoloji ile 
konuşmaktadırlar. Öcalan 21 Mart 2013’de sürekli ateşkes ilan edecek ve 
PKK’lıların Irak’a çekilmesinin başlayacağı ilan edilmiştir. Ancak daha sonra 
gelişmeler geri çekilmenin başlamasını 8 Mayıs tarihine sarkıtmıştır. Böylece 15 
Ağustos 2013’te bitmesi öngörülen geri çekilme, sonbahara kadar uzayacaktır. 
Üzerinde dikkatle durulması gereken husus, Öcalan’ın bu aşamada silah 
bırakılması ile ilgili herhangi bir şey söylememektedir.

         YENİ ANAYASA veya ÖCALAN İLE ANAYASA YAZMAK

         Öcalan önce İmralı Tutanaklarında geri çekilme süreci devam ederken, 
yeni anayasaya konulmasını istediği maddelerin konulup konulmadığını 
denetleyeceğini açıklamıştır. Ancak, daha sonra yapılan pazarlıklar neticesinde 
anayasal değişikliklerin PKK’lıların geri çekilmesinden sonrasına bırakılması 
kararı alınmış görünmektedir. PKK’lıların geri çekilmesi AKP Hükümetine 
anayasada Öcalan’ın istediği değişikliklerin yapılması için gereken zemini 
verecektir. Ancak, Öcalan sadece AKP Hükümeti ile değil, (pazarlığın MİT 
Müsteşarı Hakan Fidan ile yapıldığını söylemek doğru değildir. Bir bürokrat olan 
Hakan Fidan siyasal pazarlık yapamaz sadece Başbakan Erdoğan’ın ağzı ve kulağı olabilir.) Kandil ve BDP ile de müzakere etmektedir. Bu çerçevede Öcalan’ın istekleri de ana eksenini muhafaza etmekle birlikte, AKP Hükümetinin Türk kamuoyunu ikna zorunluluğunu göz önünde tutarak, mümkün olduğunda diplomatik ifade edilmektedir.  

          Öcalan’ın istediklerini İmralı Tutanaklarından yola çıkarak şu 
başlıklar altında toplamak mümkündür.

1)Çekilme için parlamentonun karar alması, TBMM’nin onaylaması,

2) Anayasadan Türk milleti kavramının çıkması, çok milletli bir anayasal zeminin 
oluşturularak Kürtlerin bir etnik grup/millet olarak varlıklarının kabulü,

3)Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet ve demokrasiye geçişten daha büyük bir 
dönüşümün gerçekleşmesinin talep edilmesi,

4)Başkanlık sistemi ve federal bir sistemin unsurları olan senato ve halklar 
meclisi adlı iki parlamentonun kurulması.

5)Hakikatler Komisyonunun kurulması,

6)Öcalan ve PKK üst düzey kadrolarının serbest kalmasının güvence altına 
alınması,

7)Köylere dönüşün gerçekleşmesi,

8)Türkiye’nin Avrupa Yerel Yönetimler Şartına koyduğu çekinceleri kaldırması  
başlıkları altında toplanabilir.

        Öcalan, BDP milletvekillerine “eğer bu taleplerim karşılanmaz ise 
PKK’lıların geri çekilmesini durdururum. Ve 50 bin PKK’lının katıldığı bir halk 
savaşı başlar” demiştir. Öcalan ile MİT arasında yapılan görüşmelerde üzerinde 
anlaşılan yol haritası budur. Şu ana kadar ne hükümetten  ne de BDP’den “Bunlar yalandır” açıklaması gelmemiştir. Sürecin ilerlemesi ile yukarıda anlatılanlar AKP Hükümeti tarafından bazı makyaj düzenlemeleri ile yaşama geçirilmeye başlanmıştır.

       Öcalan tarafından konulan altı temel şartı İmralı Tutanaklarının 
yayınlanmasından sonra gerçekleşen gelişmeler ışığında Kandil ve BDP’nin de 
müzakere ve mütareke sürecinde dahil olması çerçevesinde teker teker daha 
ayrıntılı olarak tahlil edeceğiz.

       1)PKK’nın Çekilmesinin TBMM Tarafından Onaylaması

       Öcalan, 21 Mart 2013-15 Ağustos 2013 arasında gerçekleşeceğini söylediği 
PKK’lıların Türkiye’den Irak’a gerçekleşecek “geri çekilmenin” TBMM tarafından 
onaylanmasını talep etmektedir. Böyle bir onay, PKK’yı devletler hukuku 
açısından meşru siyasi ve askeri bir varlık haline getirecektir. Hele PKK’lılar 
için gerilla sözcüğü kullanılır ise 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin 3. 
Maddesi çerçevesine girebilir.

       Esasen, TBMM PKK’lıların çekilmesine onay vermese dahi yaşanan süreç 
PKK’nın “Kürtlerin meşru temsilcisi” olarak muhatap alınması ve Kürtlere 
verilecek hakların pazarlığının PKK ile yapılması sonucunu doğurmaktadır.

       Öcalan’ın bu talebi AKP ve BDP tarafından CHP ve MHP’nin oy vermeyi 
reddettikleri  TBMM’de kurulan komisyonu ile karşılanmıştır.

       2) Anayasadan Türk Milleti Kavramının Çıkması

         Öcalan’ın taleplerinden birisi de Türk Milleti kavramının anayasadan 
çıkmasıdır. Öcalan, 2009’daki yol haritasının 2013’deki güncellenmiş halinde 
“Demokratik Ulus İlkesi” ve “Ortak Vatan İlkesi” başlıkları altında, anayasada 
çok dillilik ve çok etniklilik ilkesini savunmaktadır.


         Bu Türk Milletinin siyasal-hukuki varlığına son verecek ve Türk 
Milletini hukuki olarak bir etnik grup hüviyetine itecek bir adımdır. Öcalan, 
yeni Anayasayı PKK’nın ileride Türkiye’yi bölmesini hukuki anlamda 
meşrulaştırıcı bir ara adım olarak görmektedir.Ancak Türk Milleti kavramının 
Anayasadan çıkarılması düşüncesi kamuoyunda büyük bir tepkinin oluşmasına neden olmuştur. Bu tepki, sürece Türk Milletinin tepkisinin yoğunlaşmaması için 
Öcalan, PKK ve AKP’nin şimdilik geri adım atmasına neden olmuştur.


        Buna rağmen Murat Karayılan, Kandil’de 8 Mayıs’ta PKK’nın geri 
çekileceğini açıklarken, bu geri çekilmeyi Öcalan’ın ve PKK kadrolarının 
özgürlüğü yanında Kürtlere anayasal statüye bağlayarak, tek millet=Türk Milleti 
anlayışını ortadan kaldıran yaklaşımda ısrar etmiştir. Ancak daha sonra 
Karayılan’ın basın toplantısında açıklamasına rağmen basın tarafından yazılmayan açıklamaları ortaya çıkınca Karayılan’ın “Eyalet sistemi, federal sistem daha iyi olabilir. Eğer anayasada milletler yazılacaksa hepsi yazılsın. Başbakan sayıyor ya Gürcü, Çerkes, Arnavut,..”diyerek pozisyonunu netleştirdiği görülmektedir.[9]

        Karayılan, PKK’ya yakın bir televizyona 29 Nisan 2013’de yaptığı 
açıklamada PKK’nın şartlarını tekrar etmiştir.Karayılan şöyle demiştir: “Geri 
çekilme tamamlanırsa 2. aşama başlayacak. Bu aşamanın özellikleri Türk 
Devleti’nin çözüm karşısındaki görevlerini yerine getirmesidir. Yani anayasada 
bir reform yapması, koruculuk sistemi ve özel kuvvetleri vb. güçleri bir kenara 
çekmesi ya da bunları sivilleştirmesi. Bu savaş güçlerinin ya lağv edilmesi ya 
da geri çekilmesi gerekiyor. 

Aynı şekilde yeni bir anayasanın düzenlenmesi gerekiyor. Bunda Türkiye’nin 
demokratikleştirilmesi, Kürt inkarının kaldırılması ve varlığının kabul 
edilmesi, Kürt halkının özgürlüklerinin garanti altına alınması, aynı şekilde 
Türkiye’de yaşayan diğer halkların da, yaşayan farklı etnik ve dini kimliklere 
özgürlük tanınması gerekiyor.”[10] 

         BDP eşbaşkanı S. Demirtaş’ın açıklamaları ise çok açıktır. Demirtaş, 
Öcalan’ın İmralı tutanaklarında açıkladığı gibi sürecin üç aşamalı olduğunu 
söylemektedir. Birinci aşama geri çekilme, ikinci aşama yeni anayasa ve üçüncü 
aşama normalleşmedir. Demirtaş: “Birinci aşamadan sonra, Türkiye’nin 
demokratikleşmesi denilen ikinci aşama var. Bu aşamada yasal reformlar ve 
anayasal değişikler var.” “Hükümet, demokratikleşme konusunda adım atmak 
zorunda. Eğer PKK’ya ‘sen geri çekil ve bana fırsat ver. Ben Türkiye’de 
demokratikleşme yapacağım’ diyorsa..Ve PKK’da buna uyuyorsa..Şimdi adım atma sırası hükümetindir.”

          Aslında İmralı tutanaklarına göre, Öcalan, Hükümetin Kürt 
reformlarının çekilme bitmeden gerçekleşmesini istiyordu. Ya bu şartta Hükümetin istediği üzerine bir değişiklik oldu ve Hükümetin kamuoyu karşısında elini güçlendirmek için reformlar PKK çekilmesi sonrasına bırakıldı ya da Demirtaş serbest bir yorum yaptı. İkinci ihtimal yok denecek kadar azdır.

        Peki, PKK’nın demokratikleşme konusunda bekledikleri neler? Demirtaş, 
önce bir geçiş dönemi anayasası sonra ikinci anayasadan bahsediyor. AKP 
Hükümetinden reformları bekledikleri geçiş dönemi anayasasında Demirtaş, “Bütün Türkiye için bölgesel yönetimler önereceğiz. Bir tür özerklik bu… Seçimle iş başına gelen ve yetkileri (egemenliği diye okuyun bundan dolayı özerklik değil federasyon Ü.Ö.) merkezle paylaşan bölge meclisleri bu…Bu bölge meclislerinin içinden de bir tür bölge hükümeti olan bölge yürütmesi çıkıyor. Valinin yerini de seçimle gelen bölge başkanları alıyor.(Erdoğan valiler seçimle gelebilir demişti. Ü.Ö.) Biz parlamentoya anayasa teklifimizi bu şekilde sunduk. Ulusal güvenlik, genel adalet ve savunma, genel bütçe planlama gibi hizmetlerin dışındaki eğitim, sağlık, kültür, turizm bütün hizmet ve  yetkiler bu bölge meclislerine ait oluyor.” Şimdi Demirtaş’ın canalıcı cümlesi geliyor: “BİZ BU MODELİ BARIŞ SONRASI İÇİN DEĞİL, BARIŞ İÇİN ÖNERİYORUZ.” 

            Özetle, Demirtaş, Öcalan, PKK ve BDP’nin AKP Hükümetinden beklediği 
anayasal ve yasal değişikliklerin temelinde federasyonu koyuyor ve ekliyor: “ 
‘Türkçe dışında anadilde eğitim yapılamaz’ diyen bir anayasayı asla kabul 
edemeyiz. Herkesi Türk olarak kabul eden bir maddeyi de kabul edemeyiz.”

            Demirtaş Öcalan’ın hapishaneden çıkması ile ilgili olarak şöyle 
söylüyor: “Öcalan’ın hapiste tutulmasının nedeni Kürt sorununun çözülmemiş 
olması ve savaşın devam ediyor olmasıydı. Bu koşullar ortadan kalktığında belki 
cezaevi anlamsızlaşır. Öcalan’ı orada niye tutsunlar ki? Yeterince hapis yatmadı 
mı? Onbeş yıl yattı.” PKK yöneticileri konusunda da Demirtaş’ın cevabı açık: 
“Dönmek isteyenler dönebilir sürecin sonunda bence.” [11]

         AKP, kamuoyundan gelen tepkiler üzerine Anayasa Komisyonuna verdiği 
öneride Anayasa’nın ikinci maddesinde Türk Milleti kavramını kullanmıştır. Ancak iktidar partisi yeni anayasada “değiştirilemez maddelerin” olmaması gerektiğini söyleyerek, birkaç sene sonra yapılacak bir değişikliğinde alt yapısını 
hazırlamayı hedeflemiştir.

         Şu anda üzerinde çalışılan Türkiye Cumhuriyeti isminin devlet 
kurumlarından çıkarılmasıdır. Önce Sağlık Bakanlığı bunu denemiş fakat Türk 
Milleti sert tepki gösterince geri adım atmıştır. Sonra valilikler valilik 
isimlerinden T.C. ibaresini silmeye başlamışlardır. Şimdi Başbakanlık’a bağlı 
kurumların ibarelerinden T.C silinmektedir. AKP’den istifa eden Karacabey 
Belediye başkanının belediyeye tekrar T.C. ibaresini koydurması, bu adımın bir 
parti politikası olduğunu göstermektedir.

T.C. ibaresi çıkarılırken Tunceli’de isyancı lideri Seyit Rıza’nın heykeli 
dikilmiştir. Siirt’te Halk Kütüphanesine Sivas Kongresini basmak üzere İngiliz 
istihbaratçı binbaşı Noel ile birlikte hareket eden ve Malatya’yı basan Celadet 
Ali Bedirhan’ın ismi verilmektedir.        AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu, 
AKP iktidarının başarısından bahsederken, “Hepimiz Türk olmaktan kurtulduk” 
demiştir. Aziz Babuşçu anlaşılan Türk olmaktan kurtulmuş olmaktan çok memnun. 

Ancak Aziz Babuşçu unutmamalı,  Alparslan, Fatih, Kanuni, Mimar Sinan, 
Abdülhamit de Türk’tür.Kültür Bakanı, bu millet kendi adını kendisi koyacaktır 
diye açıklama yapıyor.

         Bir ülkenin vatandaşlarının %85-90 arasında bir kesimi anadilini Türkçe 
diye beyan eder ve kendisini Türk olarak tanımlarken, “Türk Milleti” kavramının 
anayasadan çıkarılmasını talep etmek, siyasal bir çılgınlık ve küstahlıktır.

        3) PKK İle Yapılacak Uzlaşmanın Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyetten Daha Önemli Olması 

         A. Öcalan’ın yaşanan süreci bu şekilde tanımlaması ilk bakışta yersiz 
bir küstahlık gibi görünse de aslında meselenin gerçek doğasını ifade 
etmektedir. Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet düzenlenmeleri Türk devletinin 
kendi içinde yaptığı düzenlemelerdir. Oysa PKK ile yapılması planlanan anlaşma 
Türk devletinin varlığını sona erdirirken, PKK’yı/Öcalan’ı yeni devletin kurucu 
unsuru haline getirmektedir.Bundan dolayı, Öcalan müzakere, mütareke ve kirli 
barış sürecinin sonunda ortaya çıkması hedeflenen devletin artık Türk devleti 
olmayacağı noktasından bakıldığında bu tespitinde haklıdır. 

        Cengiz Çandar bu tespiti ve süreci şu şekilde izah etmektedir: “Öcalan 
ile görüşmeleri iyi bilen bir üst düzey iktidar yetkilisi görüşmemizde şunu 
söyledi: ‘Adam Kürt hareketinin tümünün ilerisinde düşünüyor.Onun için pek çok şey teferruat. Öcalan, Hakan Fidan’la ve onun üzerinden Başbakan’dan aldığı sinyalle ‘Türkiye’nin yeniden yapılanmasına varacak bu iş’ diye stratejik bir karar almış. …Erdoğan ile Öcalan arasında Türkiye modeli üzerinde egzersiz var.” Çandar’ın ifadesini netleştirirsek, yazar, Erdoğan ve Öcalan yeni devleti nasıl kuracaklarını tartışmaktadırlar demektedir.

       4)Başkanlık sistemi ve federal bir sistemin unsurları olan senato ve 
halklar meclisi adlı iki parlamentonun kurulması

       Öcalan tarafından ortaya atılan ve üzerinde “bugün barışın …kapısını 
aralayan” “Demokratik Ulus İlkesi” ve “Ortak Vatan İlkesi” başlıklarının doğal 
sonucu federal bir devlet yapısıdır. Öcalan’ın önerdiği senato ve halklar 
meclisi kurumları da bir federal devletin yasama organları olarak görülmelidir.

        Başbakan Erdoğan’ın Öcalan ile mütareke görüşmeleri çerçevesinde 
müzakereler devam ederken, 2023’de eyaletlere geçeceğiz açıklaması, Erdoğan ile Öcalan’ın Türkiye’de milli devletin tasfiyesi konusunda aynı fikirde olduğunu 
göstermektedir.Başbakan Erdoğan, bununla da yetinmemiş, Osmanlı döneminde Kürdistan eyaleti olduğundan bahisle tezine tarihsel derinlik kazandırmak istemiştir.

       5) Hakikatler Komisyonunun Kurulması

          Öcalan “Hakikatler Komisyonu” adlı komisyon ile Güneydoğu Anadolu’da 
PKK’ya karşı etkin mücadele eden güvenlik görevlilerinin ve devletin yanında yer alan vatandaşların politik ve psikolojik olarak ezilmelerini, toplumsal olarak 
tasfiye edilmelerini sağlamak istemektedir. Çekilme süreci ile ilgili AKP ve 
BDP’nin kurduğu, MHP ve CHP’nin katılmadığı komisyon Hakikatler Komisyonunun ilk adımı olmuştur.

          6) Öcalan ve PKK üst düzey kadrolarının serbest kalmasının güvence 
altına alınması

          Öcalan ile müzakere görüşmelerinin başlamasından sonraÖcalan’ın tek 
istediğinin barış olduğu ve kendisi için herhangi bir af istemediği, Kandil’deki 
örgüt yöneticilerinin de Avustralya’ya yerleşecekleri propagandası yapılmıştır. 
Ancak böyle bir propagandanın akla aykırı olduğu ortadadır. Nitekim Öcalan’ın 
BDP’lilere yaptığı açıklama, hem kendisinin hem Kandil’deki şeflerin siyasete 
katılmalarının önünün açıldığını göstermektedir. Yeni Şafak’ta A. Selvi, 
Öcalan’ın affedileceğini yazmıştır. Radikal’de Cengiz Çandar aynı hususu 
vurgulamıştır. Nisan 2013 sonu itibarı ile işleyen süreç ise KCK’lıların serbest 
bırakılmasıdır. Mart-Nisan 2013’de 212 KCK’lı tahliye edilmiştir.

         7) Köylere Dönüş  

        Sürecin en zayıf maddesi budur. Köylere dönüş büyük ölçüde 
gerçekleşmiştir. Ancak Öcalan bu süreci daha da güçlendirerek, özellikle PKK 
yanlısı kadroların köylere dönmesini arzu etmektedir.  Çünkü PKK terörü yeniden başlar ise bu köyler PKK’nın lojistik altyapısını oluşturacaktır.

        8) Türkiye’nin Avrupa Yerel Yönetimler Şartına koyduğu çekinceleri 
kaldırması

        Bu çekincelerin kaldırılmasının Öcalan-PKK-BDP üçlüsünün nihai talepleri 
açından bakıldığından büyük bir öneminin olduğunu söylemek zordur.

       Öcalan tarafından ileri sürülen şartlar adım adım uygulanırken, süreç ile 
ilgili olarak PKK-KCK-BDP-Öcalan cephesindeki gelişmeleri incelemek, sürecin 
geleceğini okuyabilmek açısından önemlidir.   

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder