27 Şubat 2016 Cumartesi

28 ŞUBAT TÜRK SİYASETİNİN ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 4




    28 ŞUBAT  TÜRK SİYASETİNİN  ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 4




Yine 15 Şubat'ta Eskişehir Cezaevi'nde " Karagümrük Çetesi " olarak tanınan bir grup Özdemir Sabancı'yı öldürmekten sanık Mustafa Duyar'ı öldürdü, örtülü ödenek davasından hüküm giymiş olan Selçuk Parsadan'ı yaraladı

16 Şubat'ta Özdemir Sabancı'nın kaatillerinden DHKP-C'li Mustafa Duyar'ı öldüren ve Tansu Çiller'i dolandırıp Örtülü Ödenek'ten para sızdıran Selçuk Parsadan'ı da yaralayan Karagümrük Çetesi mensuplarından 3'ü Amasya, 3'ü Samsun, 2'si de Trabzon kapalı cezaevlerine gönderildi. Böylece çete dağıtılmış oldu... Çete reisi Nuriş'in marifetleri, vahşeti ise inanılmaz boyutlarda idi.

18 Şubat'ta operasyondan kendisine pay çıkaran Ecevit, "operasyon kararının 4 Şubat'ta Çankaya Köşkü'nde alındığını, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu ve MİT Müsteşarı Atasagun'un toplantıda olduğunu" açıkladı... Aynı Ecevit bir süre sonra "Amerika niye Abdullah Öcalan'ı verdi, anlamadım," diyecekti! Ama aslında plan yapılmış, pimpirik bir ihtiyar haline gelmiş olan Bülent Ecevit başkanlığında bir hükûmetle Türkiye'nin ABD ve AB, hatta İsrail menfaatine daha uygun hareket edeceği düşünülmüştü. 18 Nisan seçimlerinde Ecevit'in DSP'si birinci olmalıydı, öyle de oldu!

20 Şubat'ta İmralı'da ölüm korkusunu bir türlü üzerinden atamayan Öcalan, dağdaki teröristlere "teslim olun" çağrısı yapacağını açıkladı!

21 Şubat'ta Öcalan bülbül gibi ötmeye başladı. Yakalandığında üstünde çıkan kırmızı Kıbrıs Rum pasaportu için "Bunu bana Yunan yetkililer verdi. Yunanistan PKK hareketini hep destekledi. Bize her zaman hem silah, hem füze yardımı yaptı. Görevli Yunan subaylar Atina yakınlarındaki Lavrion Kampı'nda PKK militanlarına sürekli olarak gerilla ve bomba eğitim verdiler," dedi.

22 Şubat'ta canının derdine düşmüş olan ödlek Abdullah Öcalan, "Pişmanım. Beni asmayın, her şeyi anlatacağım. Atina civarında PKK'lıların eğitildiği iki askerî kamp daha var. Yunan subayları oralarda yüzlerce militan silah ve bomba eğitimi veriyor," dedi.

25 Şubat'ta Öcalan'ın savcılara 36 sayfa ifade verdiği ortaya çıktı. "Kişisel olarak 2.250.000 dolarım var. Bunun 50 bin dolarını alıp ayrıldım. Kalanı Suriye'deki adamımda. Örgütün parası ise Avrupa bankalarında," dediği öğrenildi. Ardından, "Ben Abdullah Öcalan. PKK lideriyim. TÜRKİYE'ye yönelik silahlı eylemler yaptım. Terörün hata olduğunu anladım. 35.000 kişinin ölmesinden dolayı çok üzgünüm," açıklamasını yaptı.

26 Şubat'ta Jet-Pa Holding sahibi Fadıl Akgündüz'ün, "10-20 milyara milletvekili satın alınır. İstesem ben de alırdım," tarzındaki gerçekçi sözleri, Meclis'te infial yarattı. Akgündüz'ün seçimlerde destek verdiği Fazilet Partililer dahi, "çirkin sözler," dedi. Halbuki yarası olan gocunur.

27 Şubat'ta trilyonlarıyla öğünen Fadıl Akgündüz'ün sahip olduğu 4 şirket, 1 holding adına 1997 gelirleri üzerinde sadece 5 milyar kurumlar vergisi ödediği ortaya çıktı!... İyi de, sanki vergi kaçıran işadamı bir tek o!.. İyi ki, tümünü zararda göstermemiş!

5 Mart 1999'da Yunanistan'daki Dimitri Elen kampında bomba eğitimi almış olan teröristler bombalı bir otomobille Çankırı Valisi'ne saldırdılar. Olay yeri bir anda cehenneme döndü. Ağır yaralanan Vali Ayhan Çevik hurda yığınına dönen otomobilinden halkın yardımı ile çıkarıldı. Koruma polisi ile iki lise öğrencisi olayda can verdi.

7 Mart'ta Devlet Çankırı'yı kana bulayan TİKKO militanı Bülent Ertürk'ü İstanbul'da, kardeşi Kemal Ertürk'ü Sivrihisar'da ele geçirdi.

10 Mart'ta gündüz bir taksiyi havaya uçuran teröristlerden sonra, akşam üzeri de müşteri gibi 34 TEH 85 plakalı taksiye binen bir terörist arka koltuğa bombalı paket bırakarak Caroussel Alışveriş Merkezi yanında indi. LPG ile çalışan taksi havaya uçtu. Şoför Ufuk Akdoğan can verdi. İki araç daha yandı.

13 Mart'ta Göztepe'deki 6 katlı Mavi Çarşı mağazasına gelen üç terörist ellerindeki molotof kokteyllerini parfüm reyonuna fırlattılar. Çıkan yangın Cumartesi olması sebebiyle kalabalık olan mağazada panik yarattı. Giriş alevlerle kaplandığından müşteriler çatıya koştu. İtfaiye bir kısmını kurtardı ama, çatıda 11, 5. katta 2 kişi öldü, 5 kişi de yaralandı... Bunlar hep bölücülerin "biz daha ölmedik," mesajı idi.

16 Mart'ta sözde Birleşmiş Milletler'in, aslında ABD ile AB'nin Kosova'da, 70 gün sürecek hava harekatı başladı. Sırplara göre 2.000, Amerikalılara göre ise 5.000 kişinin öldüğü savaşın sonunda Sırp kuvvetleri Kosova'dan çekildi.

17 Mart'ta seçim listelerine giremeyen küskün milletvekilleri ve Fazilet Partililer'in oyları ile hükûmet hakkındaki gensoru önergesi gündeme alındı.

19 Mart'ta Ankara DGM Fethullah Gülen hakkında "laik devlet düzenini yıkmak" hususunda faaliyet gösterdiği iddiasıyla soruşturma açtı. Bir süre sonra Fethullah Hoca Amerika'ya kaçtı.

22 Mart'ta Türkiye yurtdışından bölücü-kürtçü yayın yapan Med TV'nin susturulmasını sağladı.

23 Mart'ta Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican Mavi Çarşı'da 13 kişinin yanarak ölmesine sebep olan 5 PKK'lıdan 3'ünün yakalandığını açıkladı.

25 Mart'ta Sırbistan kendisini bombalayan NATO'ya savaş ilan edince, NATO üyesi Türkiye de istemeden savaşa girmiş oldu. Yapılan anlaşmalarda bu gibi hususlara dikkat etmek gerekir. Bilhassa İngliizler gerçek amaçları kelimeler arkasına gizlemekte çok mahirdirler.

26 Mart'ta Karases diye bilinen Cemalettin Kaplan'ın oğlu Metin Kaplan Almanya'da tutuklandı.

27 Mart'ta PKK Kurban Bayramı'nı da kana bulamak istedi. Taksim'deki Çevik Kuvvet'e saldırmak isteyen kadın terörist üzerindeki bombaları zamansız patlatınca bir tek kendisi can verdi.

30 Mart'ta Mavi Çarşı kaatillerinden dördüncüsü Metin Yamalak Nevruz eylemlerini örgütlemek için gittiği Mersin'de tutuklandı.

3 Nisan'da "üniversiteli" diye tanıttığı kızları 200 dolardan pazarlarken yakalanan Huriye Karabacak'ın İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'nde memur olduğu anlaşıldı. YÖK Karabacak'ı işten attı. Hapis cezası da cabası!

5 Nisan'da PKK'lı bir intihar bombacısı Bingöl Valisi Süleyman Kamçı'ya saldırdı. Vali şans eseri kurtulurken terörist ve 15 yaşında bir kız çocuğu öldü, 20 kişi yaralandı.

7 Nisan'da hapisten kaçtıktan sonra Bulgaristan'da yakalanan Kürşat Yılmaz'ın Türkiye'ye iadesi kararlaştırıldı.

8 Nisan'da Hakkari Valisi Nihat Canpolat'a, Yüksekova ilçesinde bombalı saldırı düzenlendi. Canpolat saldırıdan küçük sıyrıklarla kurtuldu, şoförü öldü, yedi kişi yaralandı.

10 Nisan'da 12 Eylül öncesinde öldürülen DİSK Başkanı Kemal Türkler'in kaatili Ünal Osman Ağaoğlu'nun, kendisine çok benzeyen kardeşinin kimliği ile 19 yıl Kuşadası'nda yaşadığı anlaşıldı.

12 Nisan'da askerlik yapmadığı halde milletvekili, hatta Bakan olan Bahattin Şeker'e dövizli askerlik hakkı tanınmadı, o da Ağrı'nın Doğubeyazıt ilçesindeki 1. Mekanize Piyade Tugay'ına teslim oldu.

14 Nisan'da Türkiye, Sırplar tarafından iki köyü işgâl edilen Arnavutluk'a 100 asker göndermeye karar verdi. Aynı NATO savaş uçakları yanlışlıkla Kosovalı Arnavut mültecilerin konvoyunu bombaladı, 75 kişi öldü... Olur böyle hatalar, NATO'lu subaylar sık sık tekrarlar!

18 Nisan 1999 genel seçiminde DSP birinci parti oldu. MHP oylarını büyük ölçüde arttırdı, 2. parti oldu. CHP barajı aşıp Meclis'e bile giremedi. ANAP ve DYP oy kaybetti. Fazilet Partisi de Refah Partisi'nden daha az oy aldı.

19 Nisan'da CHP Başkanı Deniz Baykal istifasını verdi. Türkiye'de ilk defa seçim kaybeden bir partinin başkanı istifa ediyordu!

21 Nisan'da ABD'de Denver kentinde bir liseyi basan iki saldırgan 13 kişiyi öldürdüler. Ardından intihar ettiler.

24 Nisan'da Prof. Dr. Tansu Çiller'in seçimlerden önce kullandığı "Harvard Üniversitesi bana fahri doktora verdi" ifadesi asılsız çıktı.

27 Nisan'da Albayraklar Şirketi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi şirketlerinin yöneticisi 59 kişi İGDAŞ yolsuzluğu ile ilişkili olarak gözaltına alındı. Ardından İGDAŞ yolsuzluğu, İSFALT yolsuzluğu, ve STON soruşturmaları geldi. Ne var ki, İstanbul Belediyesi tek yolsuzluk yapılan belediye, TAYYİP ERDOĞAN da yolsuzluk yapan tek Belediye Başkanı değildi... Birileri "rüşvetin belgesi olmaz," demiş. Belki "yolsuzluğun da belgesi olmaz," demek istemiş!.. Ama bal gibi olur!.. Yedi göbek ötesine, yedinci derece akrabasına kadar inceler, servet beyanı alırsan, "Nerden buldun bunları?" diye sorarsan, "altınlar babaannnemin yastık kılıfından çıktı," veya "oğlumun sünnet düğününde takıldı," palavralarını yutmaz, "Peki, altınları hangi kuyumcuda bozdurdun? Ne kadar vergi ödedin?" diye sorarsan, rüşvetin de, yolsuzluğun da somut belgesini bulursun!

28 Nisan'da terörist başı, PKK lideri Abdullah Öcalan hakkında Başsavcı Cevdet Volkan idam cezası istedi. PKK'nın tüm eylem talimatlarını Öcalan'ın verdiği belirten Başsavcı, onun "Kendine bomba sarıp gidecek binlerce insanımız var," ifadesini delil gösterdi.

29 Nisan'da "muteber işadamı" olarak tanınan trilyoner Ramazan Yıldız, uluslararası uyuşturucu ve silah kaçakçılığı çetesinin başı çıktı. Beykoz'daki villasında yakalandı.

30 Nisan'da 4 trilyon liralık naylon fatura iddialarının bulunduğu İGDAŞ Genel Müdürü Fuat Şengül ile 4 üst düzey yönetici gözaltına alındı. Daha önce tutuklanan 61 AKBİL mensubundan 16'sı serbest bırakıldı.

1 Mayıs'ta ÖSS soru kitapçığının çalındığı anlaşılınca sınav son anda iptal edildi.

2 Mayıs 1999'da, Fazilet Partisi İstanbul milletvekili Amerikan pasaportlu Merve Kavakçı'nın TBMM'deki yemin töreni sırasında genel kurula başörtüsüyle girmesi krize neden oldu. Ecevit'in "İndirin şu kadını!" diye bağırarak ortalığı kışkırtması ise unutulmadı.

6 Mayıs'ta " Telekulak Skandalı" patlak verdi.

7 Mayıs 1999'da dönemin Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş Fazilet Partisi'nin kapatılması için dava açtı. (Parti 22 Haziran 2001'de kapatıldı.)

15 Mayıs'ta FP milletvekili Merve Kavakçı Türk vatandaşlığını kaybetti. Böylece milletvekilliğini de kaybetmiş oldu.

16 Mayıs'ta daha önce iki kez hapisten kaçmış olan ve uyuşturucu kaçakçısı Nejat Daş'ın da firarını organize etmiş olan, müebbede mahkûm mafya tetikçisi Yakup Süt, 3. defa firar etti!

20 Mayıs'ta PKK'nın ikinci adamı "Parmaksız Zeki" kod adıyla bilinen Şemdin Sakık ve kardeşi Arif Sakık idam cezasına çarptırıldı.

22 Mayıs'ta CHP kurultayında Altan Öymen parti başkanı seçildi. Ne var ki, CHP'yi artık kimse kurtaramazdı. İlelebed muhalefete mahkûmdu. Aslında ATATÜRK'ün bıraktığı İş Bankası hisseleri olmasa parti kapanıp gidecekti. Ama onları kim yiyecekti???

25 Mayıs'ta Mersin'de yakalanan PKK bağlantılı "Şirinler Çetesi"nin sahte polis ve asker kimliği ile eylemler yaptığı ortaya çıktı... Aslında bu PKK'nın Doğu'da uyguladığı bir taktiktir. Asker veya özel tim üniforması giyen militanlar köyleri basar, köylülere eziyet eder. Böylece köylülerin Devlet'ten soğumasını sağlanır.

31 Mayıs 1999'da Abdullah Öcalan'ın yargılanması başladı. "Saygılarımla efendim," diye söze başlayan Öcalan "Barış içini hayatta kalması gerektiğini" iddia etti. Duruşmada söz alan bir şehit babası, Başbağlar Katliamı 'nda oğlunu kaybeden Ahmet Beşkardeş, Öcalan'a hitaben, Kırmanç (Kürt) ağzı ile "ez kırmanç im" diye başlayıp "Sen Kürt değilsin, Ermenisin!.. Eğer Kürt isen, ben şimdi seninle Kürtçe konuşuyorum, bana Kürtçe cevap ver!.." dedi!.. Ve tabii hiç bir cevap alamadı!.. Kürtleri bağımsızlığa kavuşturacağını iddia edip, Türk ten çok Kürt öldüren, sözde Kürt "gerilla" kamplarında Türkçe eğitim yaptıran Abdullah Öcalan takma adlı Artin Agopyan, gerçekten Ermeni idi, ve Kürtçe bilmiyordu!.. Böylece "Apo" diye bilinen katilin aslında Ermeni olduğu kendi yüzüne haykırıldı, ve kayıtlara geçti!

1 Haziran'daki duruşmada Öcalan'ın açıklamaları devam etti. İsveç Başbakanı Olaf Palme'yi eski eşi Kesire Öcalan'ın öldürttüğünü iddia etti.

8 Haziran'da DGM savcısı, Öcalan'ın 125. Madde'den idamını istedi.

9 Haziran 1999'da seçim sonrası DSP, MHP ve ANAP'ın Bülent Ecevit başkanlığında oluşturduğu 57. Hükûmet Meclis'ten 354 oyla güvenoyu aldı. Böylece Öcalan'ın Türkiye'ye teslimi ile yıldızı parlayan Bülent Ecevit tekrar Başbakan oldu. Hüsamettin Özkan, Devlet Bahçeli ve Cumhur Ersümer Başbakan Yardımcısı, dönme İsmail Cem Dışişleri Bakanı, Saadettin Tantan İçişleri Bakanı, Osman Durmuş Sağlık Bakanı, Enis Öksüz Ulaştırma Bakanı, Zeki Çakan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı idi. Sonradan Cumhur Ersümer oldu. Mesut Yılmaz 1 yıl kadar hükûmet dışı kaldı ama türlü fırıldak çevcirmekten geri kalmadı. Bu uyduruk hükûmette tam 36 tane Devlet Bakanı görev yaptı, Sürüsüne bereket!.. Biri gitti, diğeri geldi.


28 ŞUBAT SONRASI TÜRKİYEDE NELER OLDU ? - 1 - vidyo



28 ŞUBAT SONRASI TÜRKİYEDE NELER OLDU ? - 2 - vidyo


Mesut Yılmaz'ın Başbakanlık yaptığı, ve ANAP'ın iktidarda olduğu dönemler hep yolsuzluklar, banka hortumlamaları, enerji yolsuzlukları, pahalı santraller dönemidir.

Rusya'dan "Mavi Akım" anlaşması 15 Aralık 1997'dedir. Turusgaz'la yapılan anlaşmayı ANAP'lı Şinasi Altıner imzalamıştır. Bulgaristan üzerinden gelen boru hattıyla 8 milyar metre küp gaz naklini 14 milyar metre küpe çıkarmak için yapılmıştır. Kapasitesi yeterli olmayan hatlara yeni paralel hatlar çekilecek, yeni kompresörler kurulacaktı. Asıl yolsuzluk mevcut olan formülün yanlış uygulanmasıyla yapılmıştır. Bu da 1998’de olmuştur. Türkiye bu ilave masraflar karşılığında, fiyatta bir miktar artışı kabul etti. Ancak bu ilave fiyatın yüzde 35’i, bizim BOTAŞ da ortak olduğu için BOTAŞ’ a geliyor artışın önemli bir kısmı, vergi olarak geri alınıyordu. Adamlar şart koştular, dediler ki,

- "İlâve 6 milyar metreküp gaz verebilmemiz için boru hattının geçtiği ülkeler Ukrayna, Romanya, Bulgaristan’daki boru hatları üzerinde yeni yatırımlar, yeni pompa istasyonları kurmamız lâzım. Dolayısıyla eski şartlarla bizim bu gazı vermemiz mümkün değil.: Pazarlamada da şartımız şudur; bizim Avrupa ülkelerinde şirketten şirkete değil, doğrudan Turusgaz aracılığıyla dağıtım yapıyoruz."

Fazla bir araştırma yapılmadan, fazla görüşmeler yapılmadan o anlamda bir ön anlaşma yapıldı, imzalandı. O yüzden Turusgaz aracılığıyla alınan her biin metre küp gaz için 12 dolar fazla ödemek durumunda kaldık.

BEYAZ ENERJİ OPERASYONU: 1998'in ilk günlerinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer, bakanlıktaki yedi bürokratı görevden aldı. Aralarında TEAŞ Genel Müdürü Muzaffer Selvi, yardımcısı Ünal Peker, TEAŞ Yük Tevzii Başkanı Mustafa Aslan'ın bulunduğu bürokratların görevden alınmasının gerekçesi ise Konya Yeşilhisar iletim hattı ihalesinde 4 trilyonluk yolsuzluk yapıldığı iddiasıydı.

Ancak operasyon ilerledikçe Park Holding'in işletme hakkını aldığı Çayırhan Enerji Santrali ve 1997 yılındaki nükleer enerji ihalesinde de yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ortaya atıldı. Ankara DGM Savcısı Talat Şalk'ın talimatıyla gözaltılar başladı. Aralarında Devlet Bakanı ve eski TEAŞ Yönetim Kurulu üyesi Birsel Sönmez'in de bulunduğu 5 bürokrat, jandarma tarafından gözaltına alındı. "Neden polis değil de jandarma?" sorularını Şalk, "Olay yeri jandarmanın bölgesi" diyerek yanıtladı. Halbuki sebep farklıydı.

İddialar çok ciddiydi: Rüşvet karşılığında enerji ihalesi vermek, ihalelere fesat karıştırmak, usulsüzluk, yolsuzluk... SAY SAYABİLDİĞİNCE!

Ancak " Beyaz Enerji Operasyonu "nun başlamasından bir kaç gün sonra, üst düzey bir komutan,

- "Operasyonu biz başlattık. Düğmeye Ersümer değil biz bastık,"

diyerek Cumhur Ersümer'in balonunu söndürdü. Ortalık karıştı. Üst düzey komutan, yolsuzluğu askerlerin ortaya çıkardığını söylüyor ve "Ersümer'in üstünü çizin," diyordu.

Operasyonu yürüten üst düzey bir komutan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer'in olaydan son anda haberi olduğunu belirterek, "Bakan’ın düğmeye basıp operasyonu başlattığı iddiasının doğru olmadığını" bildirdi. "Bu olay PKK ile mücadele kadar önemli," diyen komutan, rüşvet çarkını ortaya çıkarmak için uğraştıklarını bildirdi. Bundan böyle "Pisliğe, rüşvete bulaşan kim varsa üzerine gitmekte kararlı olduklarını" vurgulaydı. Aının yazılmasını istemeyen komutan, şunları söyledi:

- "Holding'in sahibi Hüseyin Arabul (Dünya Enerji Konseyi Türk Milli koümitesi Yönetim Kurulu Başkanı) da gözaltına alındı. Bağlantı durumları tesbit edilmeye çalışılıyor. Bu kişi Angora Evleri'ni yapmış. Kesinlikle şunu bilin; bizim soruşturma farklı bir şey. Rüşvet çarkı ortaya çıkarılmaya çalışılıyor."

- "Sağlam olmayan bir işe girmeyiz. Bu örümcek ağı gibi sarmış. Mümkün mü her tarafa ulaşmak? Üzüntü verici bir şey bürokratların bu pisliğin içine girmesi. İlk defa devletin içindeki bürokratlara yönelik. Bu bir örnek olması lâzım. Herkesin elini taşın altına sokması lâzım. Özellikle siz değerli basın mensuplarının; dürüst, namuslu, temiz bir şekilde bu olayların üzerine gidip, kim ne varsa gidip aklanması lâzım. Olay bu."

- "Bu operasyonun amaçlarından bir tanesi de kirli işlerin ve ilişkilerin ortaya çıkarılmasıdır. Kesinlikle ucu nereye giderse gitsin. Takdir edersiniz ki, delilden suçluya gitmek lâzım. Delil olmayınca tıkanılırsa bir şey diyemeyiz. Ama görev açısından bir sorun olmaz."

- "Devlet'in hayatî, stratejik kararları satılıyor. Böyle şey olmaz. Çocukların geleceği satılıyor. Ondan sonra yarın da çocuklar, enerji darboğazı... Bir sürü sıkıntı... İşin mâlî boyutu için, ben size 100 milyar dolar, 500 milyar dolar desem ne olur. Usulsüzlükler girmiş, çark öyle işliyor. Sistem oturmuş gidiyor. Belli kulvarlar oluşturulmuş. Yani, bir kulvarı tutsanız ne olur?"

Demek ki TÜRK ORDUSU'nda vatanperver, mert, dürüst subayları tükenmemiş!.. 28 Şubat'ın mason-dönme generallerinin karşısında onlar da varmış!.. ALLAH onları başımızdan ve ordudan eksik etmesin!

Haberin yayınlandığı gün önce Başbakan Bülent Ecevit sert bir açıklama yaparak "Hükümet devre dışı bırakılmak isteniyor," dedi ama orada kaldı... Hükûmet yolsuzluğa bulaşmışsa, elbette devreden çıkarılır. Hele vatanı satmaya kalkmışsa, devrilir gider. Demokrasi, memokrasi işe yaramaz!..

Sonra Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz,

- "Bazı çevreler siyaseti ve siyasetçiyi kirli göstermeye çalışıyor. Askerî yönetim özlemi mi var?"

diye sordu. Arkasından, "Askerler yönetime gelince yolsuzluk olmayacak mı? En büyük yolsuzluklar o dönemde olur," dedi. Askerler içinde daima yolsuzluk yapanlar olmuştur, ama siviller ile yarışmaları, hele banka hortumlama, ihale kapma, İzmit'teki gibi susuz baraj yapma leklinde olmaz!.. Önemli olan asker-sivil bütün namussuzları yakalamak, yaptıkları yolsuzlukları fitil fitil burunlarından getirmektir.

Tartışmalar hararetlenince bu kez Genelkurmay Başkanlığı bir açıklama yaptı. "Beyaz Enerji Operasyonu'nun Türk Silahlı Kuvvetleri ile doğrudan ilişkisi olmadığını" belirtti. Herkesin bildiği gibi Jandarma İçişleri Bakanlığı'na bağlıydı. İçişleri Bakanı da dürüstlüğü ile meşhur Sadettin Tantan idi.

Bir iddiaya göre Enerji Bakanlığı'yla çalışan ve ismi gizli tutulan bir müteahhit 3 ay önce jandarmaya başvurarak ihalelerdeki yolsuzlukları ihbar etmişti!.. Jandarma gerekli istihbaratı Emniyet'le birlikte yaptıktan sonra Ankara DGM Başsavcılığı ile irtibat kurmuş, savcı Talat Şalk görevlendirilmiş, soruşturmadan icraatı şaibeli Ersümer bile haberdar edilmemişti.

Başka bir iddiaya göre ise düğmeye basan eski TEAŞ Genel Müdürü Zeki Köseoğlu'ydu!.. Köseoğlu bir politikacıya gönderilmesi gereken 3 milyon doları geciktirdiği için görevden alınmıştı. Danıştay'a dava açıp kazanmasına rağmen makamına dönmeyen eski bürokrat bakanlığı yakın takibe almış ve zamanı geldiğinde de düğmeye basmıştı.

DGM Savcısı Talat Şalk ise bir gazeteye yaptığı açıklamada "Cumhuriyet'in bağımsız bir savcısı olarak düğmeye ben bastım,' dedi. Şalk operasyonun her aşamasında kontrolün kendisinde olduğunu, Tantan dışında kimseye haber vermediğini vurgularken soruşturmanın JANDARMA'DAN GELEN BİR İHBAR üzerine başladığını söyledi. E, öyleyse düğmeye basan Jandarma!..

Şaibeli Bakan Cumhur Ersümer ise bir gazeteye verdiği röportajda, "Bürokratları İçişleri Bakanı Tantan'ın uyarısı üzerine görevden aldığını" söyledi. Demek ki, düğmeye basan o değil!..

Tutuklu eski Bakan Birsel Sönmez ve TEAŞ bürokratlarının Ersümer'i "rüşvet almakla" suçlayan ifadelerinin Anadolu Ajansı'nda yayınlanmasıyla, Beyaz Enerji Operasyonu bir krize daha neden oldu.

19 Ocak'ta Anadolu Ajansı'ndan geçen haberde, sanıkların yedek hâkimlik ifadeleri yer aldı. İfadelerde bürokratlar rüşvet aldıklarını itiraf ederek, Cumhur Ersümer'i de ihaleleri yönlendirmek, özellikle 1997 yılındaki nükleer enerji ihalesinin Kanada firmasına verilmesi için baskı yapmakla suçladılar. Devletin kontrolündeki Anadolu Aajansı'nın Bbakanı suçlayan ifadeleri yayınlaması, "Bbu kez düğmeye AA bastı" yorumlarına neden oldu. Üstelik AA bu haberi Cumhuriyet Başsavcısı'nın "önsoruşturmaların açıklanmasının suç olduğunu" hatırlatan haberiyle aynı saatlerde yayınlamıştı.

Muhalefet partileri şaibeli Bakan Ersümer'ın istifasını istedi, ancak koalisyon liderlerini arkasına alan Ersümer, hakkında verilen gensorudan kurtuldu!.. Ondan sonra kalk, Ecevit'i "aptaldı, saftı, ama dürüsttü," de!.. Yolsuzluğun üstünü örten dürüst olur mu hiç? Kendi çalmasa da, çalana gözyuman da namussuzdur!

Muzaffer Selvi'nin (TEAŞ eski Genel Müdürü) yazılı ifadesi:

- "Eski Devlet Bakanı Birsel Sönmez bana yardım niyetinde 195 bin dolar verdi. Çayırhan Enerji Santralının işletme hakkını devralan Park Holding ortaklarından Erhan Aygün'den yine yardım niyetinde 100 bin dolar aldım. Silopi'deki Gezer Elektrik Santralı ihalesini alan Doğan Karadeniz de bana yine yardım niyetinde 50 bin dolar verdi. Bakan Ersümer'in nükleer enerji santrali ihalesinin Kanada Firması'na verilmesi yönünde baskısı oldu."

Bayılırım böyle "yardım"lara!.. Bizim bildiğimiz yardım, karnını doyuramıyacak kadar fakir olanlara yapılır. Üstünde lojman damı, altında lüks devlet otomobili, cebinde kıyak maaş ve ödenekler olana değil!

Birsel Sönmez'in (Eski Bakan, eski TEAŞ Yönetim Kurulu Üyesi) yazılı ifadesi:

- "Ünal Peker'e 60 bin dolar, Muzaffer Selvi'ye de 40 bin dolar verdim. Önceden de Selvi'ye 150 bin dolar verdim. Nükleer enerji ihalesine teklif veren firmaların tekliflerinin değerlendirilmesi sonucunda, Siemens Firması'nın birinci olduğu sonucuna varıldı. Ancak Enerji Bakanı Ersümer), özellikle Kanada Konsorsiyumu'nun birinci gösterilmesini istiyormuş. Bu bize hissettirildi."

ALLAH ALLAH!.. Acaba Kanada Konsorsiyumu Bakan Ersümer'e ne kadar "yardım" niyetinde para vermiş???

Ünal Peker'in (TEAŞ Genel Müdür Yardımcısı) yazılı ifadesi:

- "Birsel Sönmez çocuklarımın kurduğu Kandera İnşaat Şirketi'ne 'yardım olsun' diye karşılıksız 15 bin dolar verdi. Sönmez, Demir Enerji Şirketi'nden yaptığı iş için 30 bin dolar aldı, bunun 15 bin dolarını bana verdi, 15 bin dolarını da Muzaffer Selvi'ye vereceğini söyledi. Park Holding ortaklarından Erhan Aygün de bana 30 bin dolar verdi. Bu parayı iş için değil, 'yardım olsun' diye verdi. Orhan Karadeniz önce 18 bin dolar, bayramdan önce de 10 bin dolar verdi. Parayı iade etmek istedim, almadı. Doğan Karadeniz (Karadeniz Enerji Şirketi'nin sahibi): Selvi'ye 'yardım' amacıyla 50 bin dolar verdim. Ünal Peker'e de yine yardım amaçlı 28 bin dolar verdim. Mustafa Arslan'a da tatile gitmesi için 3 bin dolar para verdim."

İşte böyle... Beyaz Erenji Yolsuzluğu Operasyonu'na Eski Devlet Bakanı ve TEAŞ eski Yönetim Kurulu üyesi Birsel Sönmez, TEAŞ Genel Müdürü Muzaffer Selvi, TEAŞ Genel Müdür Yardımcısı Ünal Peker, TEAŞ Yük Tevzi Daire Başkanı Mustafa Aslan, TEAŞ Yönetim Kurulu eski üyesi Hanefi Baş ve TEAŞ avukatı Duran Belge'nin adı karıştı.

Sonuç ne oldu?.. Mahkeme, eski TEAŞ Genel Müdürü Muzaffer Selvi hakkında 'rüşvet almak' suçundan 15 yıl, eski TEAŞ Yönetim Kurulu Üyesi Ünal Peker hakkında 10 yıl, eski Yönetim Kurulu Üyesi ve eski Bakan Birsel Sönmez hakkında ise 'rüşvete aracılık etmek' suçundan 3 yıl 4 ay hapis cezası verdi. Sanıklardan Mustafa Geçek hakkında 'rüşvet vermek' suçundan 10 ay hapis ve adli para cezası veren mahkeme, diğer sanıklar Nuri Doğan Karadeniz ve Erhan Aygün ile Mustafa Arslan'ı ise değişen miktarlarda adli para cezasına çarptırdı. Mahkeme, tüm sanıklar hakkında "suç işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak" suçundan beraatlerine karar verdi. Davada diğer sanıklar Mustafa M., Osman İ., Yavuz G., Hasan Hüseyin Ç., Haldun Atıf D., Mehmet Vehbi B., Ahmet Celal B., Mehmet Zeki K., Ahmet Ş., Necip Timuçin T., Zeki G., Selçuk G. ve Abdullah Oktay Ş. ise üzerlerine atılı suçlardan beraat etti.

Devlet'in ve Millet'in girdiği zarar, rüşvet alanların aldığı rüşvet ne oldu?.. Hâkim masaya bir bardak su getirdi, "soğuktur, buyrun için," dedi!..

Mavi Akım Projesi, Rusya Federasyonu topraklarında 396 km, Karadeniz’in altında 392 km ve Türkiye’nin Samsun sahillerinde kıyıya ulaştıktan sonra da Samsun–Ankara arasında 501 km kat ettikten sonra toplam 1.289 km’lik bir hat ile Türkiye’ye yılda 16 milyar metreküp gaz ulaştırmayı hedefleyen bir proje idi. Halbuki Türkmenistan'dan çok daha kolay doğal gaz temin edilebilirdi. Türkmenistan Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı, Mavi Akım Projesi ile ilgili olarak Türk tarafına, "Biz Ruslar'a gazı 44 dolardan satıyoruz. Siz Ruslar'dan 133 dolara alıyorsunuz" şeklinde eleştiride bulunmuştu. "Ne kadar enayisiniz," demek istemişti. Enayi değildik te, başımızdakiler hırsız, soysuz idi.

Mavi Akım davası 2003 yılında sonuçlandı. BOTAŞ eski Genel Müdürü Gökhan Yardım ve eski Yönetim Kurulu üyelerinin her birine 6 milyon 46 bin lira ağır para cezası verildi. Ondan artık yedikleri, yedirdikleri yanlarına yanlarına kâr kaldı.

Mesut Yılmaz'ın Aydın Doğan'ın basın gücünden destek alarak nasıl paçasını kurtardığına dair enteresan bir basın hikâyesi vardır... Emin Çölaşan bir keresinde "benim gazetedeki yazılarımdan hiçbiri sansür edilemez. Böyle bir durum olursa gazeteyi bırakırım" gibi büyük lâflar etmişti köşesinde. Bu sözleri sarfedişinden bir süre sonra da, Hürriyet’te Mesut Yılmaz ile ilgili bir yazı hazırladı. Dönem ANAP’ın hükümette olduğu, ancak Yılmaz’ın kabine dışında kaldığı dönemdi. Yazı M. Yılmaz’ın Mavi Akım projesi hakkında Rusya’da sürdürdüğü temasların mahiyeti ile ilgili olup, Çölaşan bu temaslar ve sözkonusu proje yoluyla ANAP liderinin kendine maddî çıkarlar sağlama gayreti içinde olduğunu iddia ediyordu.

Bu yazı, Hürriyet’in internet nüshasında yayınlandı, ancak ertesi gün yayınlanan gerçek baskısında sansürlendi. Bunu ilk Fehmi Koru farketmiş ve tabii fırsatı kullanarak "Çölaşan, yazın sansürlendi, bas hadi istifanı,” demişti. Çölaşan gazete yönetimini ve patronunu protesto ederek birkaç gün gazeteye yazı yollamamıştı, ama istifa da etmemişti. Tabii o dönem Yılmaz’ın Doğan Grubu ve Ertuğrul Özkök’le arasının iyi olduğu, Özkök’ün Güneş Taner’le özelleştirme pazarlıklarını telefonlarda gayet yakışıksız ölçüde bir samimiyetle sürdürdüğü bir dönem idi. Şimdi Çölaşan’ın Yılmaz’ı enerji yolsuzluğuyla suçladığı yazısını sansürleyen de Hürriyet... Bu yolsuzlukta ANAPlıların payı olduğunu ima edercesine "düğmeye Enerji Bakanı değil, asker bastı" tartışmasını açan ve Bakan Cumhur Ersümer’in zan altındaki bürokratlara karşı hukukî süreci başlatmada kasıtlı olarak ihmali bulunduğunu iddia eden de Hürriyet... Ne oldu acaba? Hürriyet’le Yılmaz arasında bir çıkar çatışması mı? Yoksa Aydın Doğan'ın iki taraflı oynaması mı?..

Bu arada kendisi ile ilgili bir yazının Hürriyet tarafından sansürlenmesini pek de demokrasiye aykırı bulmayan, ve enerji ile ilgili yolsuzluk iddialarını "bunlar Türkiye’yi karanlıkta bırakmak isteyen vatan hainler" diye niteleyen Mesut Yılmaz, aynı gazetenin bir komutanın kendisini hedef alan sözlerini manşete taşımasını "demokrasi ayıbı" olarak görmüştü.

Aslında TÜRKİYE neler görmüş geçirmiş te, unutup gitmişiz!
5 Cİ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR


http://www.angelfire.com/rnb/atadiyar/ata38a.html






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder