KARABAĞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KARABAĞ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Kasım 2020 Çarşamba

Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği. BÖLÜM 4

Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği. BÖLÜM 4 


Av. Dr. Deniz AKÇAY, Dağlık Karabağ Uyuşmazlığı, Self-Determinasyon, Tezlerinin Göreceliği, Avrasya İncelemeleri Merkezi,
Ruhi Alagöz, Mehmet Oğuzhan Tulun, Selim Seçkin,Ermenistan, Azerbaycan,Gürcistan,Karabağ, Minsk Üçlüsü ,



Bunu takiben, 22 Haziran 2006’da AGİT Minsk Grubu eş-başkanları İ. Aliyev ve Koçaryan’a sunduklarını belirttikleri yedi maddeden oluşan bir ‘temel 
prensipler’ listesini hazırladıkları bir raporda kamuoyuyla paylamıştır. Açıklanan prensipler şunlardır:32 
- Kelbecer ve Laçin’le ilgili özel yöntemler belirlenmek kaydıyla, Ermeni birliklerinin Azerbaycan topraklarından aşamalı geri çekilmesi; 
- Bu toprakların askerden arındırılması; 
- Dağlık Karabağ’ın nihai statüsünün belirleneceği, tarihi ve yöntemi sonraki görüşmelerde belirlenecek bir referandum veya halk oylaması; 
- Uluslararası bir barış gücünün konuşlandırılması; 
- Anlaşmanın uygulanması için ortak bir komisyonun oluşturulması; 
- Mayınların temizlenmesi, tahrip olan altyapının yeniden inşası ve yerinden edilmiş kişilerin (IDP) yeniden yerleştirilmeleri için uluslararası yardımın sağlanması. Geçici düzenlemelerle Dağlık Karabağ’ın yardım kuruluşlarıyla dolaysız ilişkilerinin sağlanması. 
- Güç kullanımı veya güç kullanma tehdidinin reddedilmesi; 
- Uluslararası ve ikili güvenlik teminatları. 
Bu raporda dikkat çeken bir husus, sürecin ilerlememesinden duyulan rahatsızlığın açıkça ifade edilmesi ve tarafların uzlaşı yönünde adım atmaması 
halinde AGİT Minsk Grubu’nun bu konuda daha fazla çaba sarf etmeyeceğinin ima edilmesidir.33 

Dağlık Karabağ’ın statüsünün belirleneceği referandumla ilgili prensip tarafların farklı nedenlerle itirazlarına neden olmuştur. 
Azerbaycanlı yetkililer referandumun sadece Dağlık Karabağ’da değil, tüm Azerbaycan’da yapılması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Azerbaycan bu görüşünü günümüzde de savunmaktadır. Dağlık Karabağ’daki de facto yetkililer ise, muhtemelen Erivan’ın görüşünü de yansıtan bir şekilde, hâlihazırda 1991 yılında Dağlık Karabağ’da bir referandum yapıldığını ve Dağlık Karabağ halkının bağımsızlıktan yana bir tercihte bulunduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca, yapılacak 
bir referandumun Dağlık Karabağ’ın çevresindeki bölgelerden Ermeni birliklerin çekilmesinden sonra değil önce yapılması gerektiğini iddia etmişlerdir.34 10 Aralık 2006’da Dağlık Karabağ’da bölgenin bağımsızlık ve egemenliğiyle ilgili bir maddenin de bulunduğu “anayasa” referandumun yapılması,35 bu itirazlar çerçevesinde atılmış stratejik bir adım olarak düşünülebilir. Esasen, Dağlık Karabağ’ın nihai statüsünün belirleneceği referandumun zamanı ve yöntemi, bununla bağlantılı olan Dağlık Karabağ’ın etrafındaki işgal altındaki bölgelerden Ermeni birliklerinin çekilmesi konusuyla birlikte, en çok tartışma yaratan husus olarak karşımızda durmaktadır. 

‘Temel prensipler’in açıklamasından sonra tarafların sergiledikleri tavır Kasım 2007’de düzenlenen AGİT Minsk Grubu toplantısında Azerbaycan ve 
Ermenistan dış işleri bakanlarının bir araya gelmeyi reddetmesine kadar varmıştır. Buna karşılık AGİT Minsk Grubu, dış işleri bakanlarına ayrı ayrı 
prensiplerin son halini içeren ve ‘Madrid Prensipleri’ diye anılmaya başlanan belgeyi sunmuştur.36 

Mayıs 2009’da AGİT Minsk Grubu’nun ABD’li eş-başkanı Matthew Bryza Doğu Ortaklığı Girişimi’nin (İng. EasternPartnership Initiative) ilan edildiği 
zirve çerçevesinde bir araya gelen iki cumhurbaşkanının ‘Madrid Prensipleri’nin üzerinde durduğu bazı temel meseleler hakkında anlaşmaya vardıklarını duyurmuştur. 10 Temmuz tarihinde İtalya’da AGİT Minsk Grubu eş-başkanı ülkelerin devlet başkanları bir açıklama yaparak İ. Aliyev ve Serj Sargsyan’ın bazı ufak ayrılıklar hariç ‘Madrid Prensipleri’nin biraz daha işlenmiş halleri olan ‘temel prensipler’ üzerinde anlaştıklarını duyurmuş ve bazı kaynaklara göre toplam on dört maddeden oluşan ‘Madrid Prensipleri’nin altı temel prensibinin yer aldığı bir belgeyi kamuoyuyla paylaşmışlardır. 

Açıklanan belgede yer alan prensipler şunlardır:37 

- Dağlık Karabağ’ın çevresindeki bölgelerin Azerbaycan’ın kontrolüne geri verilmesi; 
- Dağlık Karabağ’a güvelik ve öz yönetim garantileri sağlayan geçici bir statü; 
- Ermenistan’ı Dağlık Karabağ’a bağlayan bir koridor; 
- Dağlık Karabağ’ın nihai yasal statüsünün gelecekte yasal olarak bağlayıcı bir irade bildirimiyle belirlenmesi; 
- Tüm yerlerinden edilmiş kişilerin ve muhacirlerin eskiden yaşadıkları yerlere dönme hakkı; 
- Barış gücü operasyonunu da içeren uluslararası güvenlik garantileri. 
Ne var ki, özellikle Dağlık Karabağ’ın statüsünün belirlenmesiyle ilgili madde olmak üzere, açıklanan prensipler bir kez daha Azerbaycan, Ermenistan ve 
Dağlık Karabağ kamuoylarında tepki ve hararetli tartışmalara neden olmuştur.38 Bunun yanında, Azerbaycan bazı çekincelerle birlikte ‘temel prensipler’e karşı 
daha olumlu bir yaklaşım sergilemiş, Ermenistan ise prensiplere dair yeni bir taslak talep etmiştir.39 
‘Madrid Prensipleri’ halen barış görüşmelerinin üzerinde yürütüldüğü zemini teşkil etmektedir. Ne var ki, bu prensipler sunulurken yaşanan bu sahne bile, 
yani Azerbaycan ve Ermenistan dış işleri bakanlarının bir araya gelmemesi, Dağlık Karabağ sorunun çözümünden ne denli uzakta olunduğunu bir kez daha 
gözler önüne sermiştir. Bundan sonra da, bu çerçevede dikkate değer bir mesafenin kat edildiğini söylemek mümkün değildir. Taraflar birbirlerini 
açıklanan prensipleri kendi çıkarına olacak şekilde kötü niyetli yorumlamakla suçlamaya devam etmektedirler. Bu durum karşısında AGİT Minsk Grubu 
yaşanan durumdan dolayı yaşadıkları hayal kırıklığını açık olarak ifade etmekten imtina etmemektedir. Öyle ki, AGİT Minsk Grubu, Dağlık Karabağ sorununun çözümünün sorumluluğunun Azerbaycan ve Ermenistan’da olduğu belirten açıklamalar yaparak bir yandan artık kendilerinin yapabileceği şeylerin 
sınırına gelindiğini ima etmekte, öte yandan üstü örtük bir şekilde de olsa sorunun çözülememesinin sorumluluğunun Azerbaycan ve Ermenistan’da 
olduğunu belirtmektedirler. Sonuçta, ‘Madrid Prensipleri’nin açıklanması, Dağlık Karabağ sorununun çözümüyle ilgili AGİT Minsk Grubu’nun son önemli adımı olmuştur; bundan sonra, günümüze geçen süre zarfında, dikkate değer bir başka girişimi söz konusu olmamıştır. 

‘Madrid Prensipleri’nin açıklanmasının ardından, 19 Şubat 2008’de Ermenistan’da gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında kanlı olaylar yaşanmış, 4-9 Mart’ta ise Azerbaycan-Ermenistan cephe hattında yoğun çatışmalar yaşanmıştır. Bu çatışmaları, 25 Nisan’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun, Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekilmesini talep eden bir karar alması takip etmiştir. Bu kararla ilgili olarak, AGİT Minsk Grubu eş başkanı olan üç ülkenin bu karar aleyhine oy kullanmış olması dikkat çekicidir.40 
 
  ABD, Fransa ve Rusya’nın bu ve benzeri tavırları AGİT Minsk Grubu’na karşı duyulan güvenin zedelenmesine neden olan önemli etmenlerdir. 

   Kasım 2007’de ‘Madrid Prensipleri’nin açıklanması, yukarıda ifade edildiği üzere AGİT Minsk Grubu’nun Dağlık Karabağ sorununun çözümüyle ilgili 
geliştirdiği son önemli öneridir. Bunun yanında, bundan sonra yaklaşık dört senelik süreçte konuyla ilgili AGİT Minsk Grubu’nun eş-başkanlarından 
Rusya’nın öne çıkan girişimleri olmuştur. Bu süreç içerisinde, Haziran 2008’den 2012 yılı Ocak ayı sonuna kadar İ. Aliyev ve Sargsyan arasında gerçekleştirilen on beş görüşmenin on biri dönemin Rusya Cumhurbaşkanı Dmitry Medvedev’in ev sahipliğinde gerçekleştirilmiştir.41 
   Dağlık Karabağ sorununun çözümüne liderlik etme çabasının Rusya’nın daha geniş perspektifli jeopolitik hesaplarının bir yansıması olduğu akla gelmektedir. 
Rusya’nın çabalarının ilk meyvesi 2 Kasım 2008’de Medvedev’in ev sahipliğinde bir araya gelen İ. Aliyev ve Sargsyan’ın Moskova Deklarasyonu adıyla anılan belgeyi imzalamalarıdır. Ne var ki, ‘Moskova Deklarasyonu,’ esasında oldukça genel geçer iyi niyet bildiriminden öte bir belge değildir. Öte yandan, Mayıs 1992’de imzalanan Tahran Deklarasyonu ve 1994’te Bişkek’te imzalanan ateşkes anlaşmasından sonra iki ülkenin imza koyduğu ilk ortak metin olması itibariyle sembolik bir öneme sahip olabilir.42 

Süreç içinde son önemli girişim, AGİT Minsk Grubu eş-başkanı ülkelerin Azerbaycan ve Ermenistan devlet başkanlarını Medvedev’in ev sahipliğinde 
Haziran 2011’de Rusya’nın Kazan kentinde düzenlenen toplantıda ‘Madrid Prensipleri’ üzerinden formüle edilmiş ve kimi kaynaklarda ‘Kazan Belgesi’ 
olarak anılan bir metni imzalamaları için baskı yapmaları olmuştur. Ne var ki, bu baskıya rağmen Kazan toplantısı da bir sonuç elde edilememesi dolayısıyla 
diğer süreçler gibi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu çerçevede son bir toplantı Haziran 2012’de Rusya’nın Soçi kentinde düzenlenmiş ancak bundan da bir 
sonuç çıkmamıştır. Böylelikle, Medvedev’in esas aktör olarak ortaya çıktığı 2008-2012 süreci son bulmuştur.43 

Medvedev’in girişimlerinin damgasını vurduğu 2008-2012 yıllarından sonraki süreçte yaşananlar, uluslararası toplumda Dağlık Karabağ sorununun 
çözümüne dair ümitlerin iyice azaldığını düşündürmektedir. Öyle ki, geldiğimiz noktada AGİT Minsk Grubu’nun esas çabasının iki ülke arasındaki tüm bağların kopmasıyla barış sürecinin çökmesini engellemek ve iki ülke arasında sıcak çatışmaları önlemek çerçevesine sıkıştığı görülmektedir. Bir başka deyişle, son yıllarda AGİT Minsk Grubu’nun tek hedefinin Dağlık Karabağ sorununun çözümü değil, sıcak çatışmaların önlenmesi haline geldiği söylenebilir. Ne var ki, sıcak çatışmaların önlenmesi çabalarının da sonuç vermediğini, cephe hattında sürekli bir hal alan ve her iki taraftan da kayıplara neden olan irili ufaklı ateşkes ihlalleri göstermektedir. Bunun yanında, 2016 yılı Nisan ayında yaşanan ‘Dört Gün Savaşı’44 ve 12 Temmuz 2020 tarihinde Karabağ cephe hattının yaklaşık 100 km kuzeyindeki Tovuz bölgesinde başlayıp birkaç gün süren büyük çaplı çatışma,45 ateşkes ihlallerinin ötesinde bir savaşın yaşanmasının ihtimal dışı olmadığına işaret etmektedir. Bu durum, ‘Madrid Prensipleri’nin duyurulduğu 2007 yılı milat alınırsa, sonraki yaklaşık on üç yıllık sürede ihtilafın çözümüne ilişkin aslında ilerleme değil bir gerileme kaydedildiğini göstermektedir.
 
Sonuç 

Toparlamak gerekirse, iki yüz yılı aşan bir tarihsel arka planı olan Dağlık Karabağ sorunu, 1987 yılının sonlarında SSCB içinde bir etnik çatışma olarak ortaya çıkmış ve SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan iki devlet olan Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki bir devletlerarası savaş halini almıştır. 
Çatışmanın devletlerarası bir savaş halini alması üçüncü devletlerin ve uluslararası kuruluşların çatışmanın sonlandırılması ve barışın sağlanması için 
devreye girmesini beraberinde getirmiştir. Böylece, ihtilaf aynı zamanda uluslararasılaşmıştır 1994 yılında, günümüzde halen faaliyette olan, AGİT 
Minsk Grubu barış sürecindeki temel üçüncü aktör konumundadır. Bu çerçevede, 1997’den bu yana AGİT Minsk Grubu eş-başkanları olan ABD, Fransa ve Rusya’nın, Azerbaycan ve Ermenistan’la birlikte, sürecin en önemli üçüncü aktörleri olduğu da söylenmelidir. ABD, Fransa ve Rusya arasında ise 
Rusya daha da öne çıkan bir ülkedir. 

1998’de görevi bırakıncaya kadar Ermenistan’ın cumhurbaşkanı olan Levon Ter-Petrosyan sorunun karşılıklı tavizler yoluyla çözümüne yönelik görece olumlu bir yaklaşım sergilemişse de, Ermenistan’daki elit ve halkın muhalefeti nedeniyle, Ter-Petrosyan döneminde çözüme dair bir başarı sağlanamamıştır. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

32 Remler, Chained to the Caucasus, 95. Bu prensiplerle ilgili AGİT Minsk Grubu’nun açıklaması için bk. “Statement by the OSCE Minsk Group 
    Co-Chairs,” OSCE, Temmuz 06, 2006, erişim Eylül 05, 2020, https://www.osce.org/mg/47496. 
33 Remler, Chained to the Caucasus, 95. 
34 Remler, Chained to the Caucasus, 96-97. 
35 Remler, Chained to the Caucasus, 97-98. 
36 Remler, Chained to the Caucasus, 97-98. 
37 Remler, Chained to the Caucasus, 103-104. Ayrıca bk. “Joint Statement on the Nagorno-Karabakh Conflict,” The White House, Temmuz 10, 2009, erişim Eylül 05, 2020, 
 https://obamawhitehouse.archives.gov/the-press-office/joint-statement-nagorno-karabakh-conflict. 
38 Remler, Chained to the Caucasus, 104. 
39 de Waal, Black Garden, 301. 
40 Remler, Chained to the Caucasus, 98.
41 Remler, Chained to the Caucasus, 100.
42 de Waal, Black Garden, 295; Remler, Chained to the Caucasus, 102.
43 de Waal, Black Garden, 302-303; Remler, Chained to the Caucasus, 109-110.
44 ‘Dört Gün Savaşı’ hakkında bir değerlendirme için bk. Turgut Kerem Tuncel, “Güney Kafkasya’da 25 Nisan 2016’da Yaşanan 4 Gün Savaşı,
     ” Ermeni Araştırmaları 53 (2016): 301-338. 
45 Bu çatışma hakkında bir değerlendirme için bk. Turgut Kerem Tuncel, “Azerbaycan-Ermenistan Sınır Hattında 12 Temmuz 2020’de Patlak Veren 
    Çatışma ve Karabağ İhtilafı Hakkında Değerlendirmeler,” Analiz No: 2020 / 27, AVİM, Temmuz 23, 2020, erişim Eylül 05, 2020, 
     https://avim.org.tr/tr/Analiz/AZERBAYCAN-ERMENISTAN-SINIR-HATTINDA-12-TEMMUZ

DAĞLIK KARABAĞ UYUŞMAZLIĞINDA SELF-DETERMİNASYON TEZLERİNİN GÖRECELİĞİ 
Av. Dr. Deniz AKÇAY* 
* Doctorat d’Etat en Droit Public, Ortak Hükümet Ajanı, Emekli T.C. Dışişleri Bakanlığı Mensubu 


Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği. BÖLÜM 3

Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği. BÖLÜM 3 


Av. Dr. Deniz AKÇAY, Dağlık Karabağ Uyuşmazlığı, Self-Determinasyon, Tezlerinin Göreceliği, Avrasya İncelemeleri Merkezi,Ruhi Alagöz, Mehmet Oğuzhan Tulun, Selim Seçkin,Ermenistan, Azerbaycan,Gürcistan,Karabağ, Minsk Üçlüsü ,


Sonu Gelmeyen Barış Süreci 

AGİT’in Aralık 1996’da Lizbon’da gerçekleştirdiği zirve, Dağlık Karabağ sorununun çözümü konusunda AGİT Minsk Grubu’nun ilk önemli girişimine sahne olmuştur. Lizbon Zirvesi’nde Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne yönelik iddialarının savunulduğu çözüme yönelik prensiplerle ilgili bir açıklama yapılmış, ancak Ermenistan’ın itirazı nedeniyle sonuç bildirisine dâhil edilmemiş, Ermenistan’ın cevaplarıyla birlikte ek kısmında yer almıştır.17 

Bunun yanında, sorunun çözümüne yönelik Dağlık Karabağ’a ‘Azerbaycan içinde en yüksek derecede özerklik’ fikri bu zirvede gündeme gelmiş, Azerbaycan bu fikri çekinceleri olsa da kabul etmiştir.18 

1997 yılının başında AGİT Minsk Grubu’nun yapısında bazı değişikler yaşanmış, Azerbaycan’ın itirazına rağmen Fransa eş-başkan olmuştur. Aynı süreçte, Azerbaycan’ın itirazlarını dindirmek için ABD de bir diğer eş-başkan olarak kabul edilmiştir.19 Böylece, ABD ve Fransa, 1994’ten bu yana İsveç ve sonrasında Finlandiya’yla birlikte eş-başkanlık görevini yürüten Rusya’yla birlikte20 AGİT Minsk Grubu’nun daimi eş-başkanları olarak barış görüşmelerinin en önemli üçüncü aktörleri haline gelmiştir. 
Günümüzde de, 1997’de belirlenen eş-başkanlar –ABD, Fransa, Rusya– görevlerine devam etmektedir. 
AGİT Minsk Grubu eş-başkanlığında yaşanan değişimi Mayıs 1997’de sunulan yeni bir barış önerisi takip etmiştir. Ermenistan itiraz etse de, bu öneri 
Azerbaycan ve Ermenistan tarafından prensipte kabul edilmiştir. Detayları kamuoyuna açıklanmayan bu planın, ilk aşamada, Dağlık Karabağ’ın çevresindeki işgal edilmiş diğer bölgelerden Ermeni güçlerin çekilmesi karşılığında, Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’a bağlayan Laçin koridorunun Ermeni güçlerinin kontrolü altında kalmasını öngördüğü Haydar Aliyev tarafından kamuoyuna duyurulmuş tur.21  
Bundan sonraki süreçte, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’ın çevresindeki işgal ettiği bölgelerden çekilmesi konusu barış görüşmelerinin en temel tartışma konularından biri haline gelmiştir. Planın Dağlık Karabağ’daki de facto yetkililerin itirazıyla karşılaşması nedeniyle, Eylül ayında, ilk olarak Ermeni birlikleri Dağlık Karabağ’ın etrafındaki işgal ettikleri yerlerden çekilmeleri ve yerinden edilmiş kişilerin yerlerine geri dönmelerini, bu aşamadan sonra Dağlık Karabağ’ın statüsüne karar verilmesini öngören yeni bir ‘adım-adım’(İng. step-by-step) barış planı sunulmuştur. Barış için karşılıklı tavizlerin şart olduğunu düşünen Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan bu planı desteklemiş, ancak bu tutumu çalışma arkadaşları ve Ermenistan kamuoyu tarafından tepkiyle karşılanmıştır. 

Dağlık Karabağ’daki de facto yetkililer ise ‘adım-adım’ çözüme dair güvenlikle ilgili çekincelerini öne sürerek planı reddetmiş ve bir ‘paket çözüm’ün (İng. 
package solution) gerekli olduğunu savunmuşlardır.22 Aynı yetkililer, konfederasyon tipi bir çözümün tartışılabileceğini, ancak bunun Dağlık 
Karabağ’ın Bakü’nün kontrolüne girmesi anlamına gelmemesi gerektiği fikrini ifade etmiştir. Bu tepkilere rağmen, Ermenistan bu planı bazı çekincelerle 
sonraki müzakereler için bir temel olarak kabul etmiştir. Aralık ayında Kopenhag’da gerçekleştirilen AGİT Minsk Grubu toplantısında ise ‘adım adım’ 
çözüm önerisi Ermenistan’ın itirazları nedeniyle reddedilmiş, buna ek olarak, Ermenistan’ın 1996 ‘Lizbon Prensipleri’nin vurgulanmasına karşı çıkması nedeniyle yeni bir belge ortaya çıkartılamamıştır. Bu toplantıda Dağlık Karabağ’daki de facto yapının üçüncü bir taraf olarak görüşmelerde yer alması 
önerisi de reddedilmiştir. 

1998 yılının başında Dağlık Karabağ sorununun çözümü için taviz vermeye hazır bir görüntü veren Ter-Petrosyan’a karşı Ermenistan’daki siyasi elitin tepkisi iyice artmış ve 3 Şubat’ta Ter-Petrosyan cumhurbaşkanlığından istifa etmiştir. 
Bu istifa sonrasında, Mart ayında, Robert Koçaryan’ın Ermenistan’ın ikinci cumhurbaşkanı olarak göreve başlamıştır. Her ne kadar Koçaryan, TerPetrosyan’a göre daha katı ve uzlaşmaz bir tutum sergiler gibi görünse de 1999 yılından H. Aliyev’in Aralık 2003’teki ölümüne kadar geçen sürede sorunun çözülebileceği hakkında umut yaratan adımların atılmış olması dikkat çekicidir. 

1998 Kasım ayında AGİT Minsk Grubu çözüm için “ortak devlet” önerisini getirmiş, ancak Dağlık Karabağ’daki de facto yetkililerin olumlu yaklaştığı bu 
öneri Azerbaycan tarafından reddedilmiştir.23 
1999 yılı Nisan ayında H. Aliyev ve Koçaryan NATO’nun kuruluşunun 50. yılı dolayısıyla Washington’da  gerçekleştirilen zirvede baş başa bir görüşme gerçekleştirmişlerdir. Bu görüşme, 1993 yılından sonra iki ülkenin cumhurbaşkanlarının bir araya geldiği ilk buluşma olarak kayda geçmiştir. Bundan sonra iki cumhurbaşkanı arasındaki görüşmeler yaklaşık iki yıl kadar devam etmiştir. Bu süre içinde yaklaşık on beş kez görüşmüşlerdir.24 
1999 yılının Temmuz-Ekim aylarında birçok kez bir araya gelen H. Aliyev ve Koçaryan, Azerbaycan’la Ermenistan arasında, Dağlık Karabağ ile Ermenistan’ı bağlayan ‘Lâçin Koridoru’ na - ve muhtemelen Dağlık Karabağ’a - karşılık Meğri bölgesinde Azerbaycan ve Nahçıvan’ı bağlayacak bir koridorun - ve muhtemelen Meğri bölgesinin - takas edilmesini öngören bir planı müzakere etmiş ve anlaşmaya çok yaklaşmıştır. 1997 yılından sonra bir kez daha Karabağ sorununun çözümünün sağlanabileceği umudunun ortaya çıktığı bu süreçte, aynı zamanda, bu plana karşı Azerbaycan’da ama daha da çok Ermenistan’da ciddi tepkiler ortaya çıkmıştır. Sonuçta, Ermenistan’daki tepkiler nedeniyle ve bu ülkede 27 Ekim 1999’da yaşanan ve Ermenistan siyasetinin iki ağır topunun da aralarında olduğu sekiz kişinin hayatını kaybetmesiyle son bulan parlamento baskını sonrasında ‘toprak takası planı’ gündemden düşmüştür.25 

İki cumhurbaşkanı Eylül 2000’de New York’ta gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Binyıl Zirvesi’nde (İng. UN Millenium Summit) ve 2001 yılının Ocak ve Mart aylarında Paris’te ikili görüşmelerde bulunmuştur. Bunları, aynı yılın Nisan ayında Florida, Key West’teki süreç içindeki en önemli noktalardan biri 
olarak görülen görüşmeler takip etmiştir. Ne var ki, bazı yazarların üzerinde büyük oranda anlaşıldığını söyledikleri Key West’te müzakere edilen plan 
üzerinde de nihai anlaşmaya varılamamış ve H. Aliyev ve Koçaryan’ın Kasım ayı sonunda geçekleştirilmesi beklenen görüşmeleri gerçekleşmemiştir.26 

Remler, bu planın iki tarafın üzerinde müzakere ettiği ve nihai barışın şartlarını belirleyen, yani Azerbaycan-Ermenistan savaşını sonlandıracak en son plan 
olduğunu belirtmektedir.27 

H. Aliyev ve Koçaryan arasında Dağlık Karabağ sorunun çözümüne yaklaşıldığına dair ümit veren görüşmelerin gerçekleştirildiği bir dönemde, Azerbaycan ve Ermenistan’da sürece dair yükselen ve zaman zaman dozu oldukça artan eleştirilerin ortaya çıkmış olması, bir kısım elitle birlikte iki toplumda da karşılıklı tavizler üzerinden şekillenecek bir barış anlaşmasına karşı bir havanın oluşmakta olduğuna işaret etmektedir. Buradan yola çıkarak, her iki ülke kamuoyunun da zaman geçtikçe karşılıklı tavizler yoluyla uzlaşı anlayışından uzaklaştığı ve bu durumun sorunun çözümünde engel teşkil eden bir unsur olarak belirdiği düşünülebilir. Günümüzde, bu hususun daha da belirgin bir hal aldığını gösteren işaretler mevcuttur. Liderler arasında içerikleri toplumlara açıklanmayan gizli görüşmelerle sürecin yürütülmeye çalışılması, toplumlarda ortaya çıkan güvensizlik ve endişelerin bir nedeni olabilmektedir. 

2003 yılının ortalarından itibaren Haydar Aliyev’in sağlığı iyice bozulmuş, Ekim ayında oğlu İlham Aliyev Azerbaycan’ın cumhurbaşkanı seçilmiştir. 12 Aralık 
2003’de Haydar Aliyev’in vefat ettiği duyurulmuştur. Böylece, sorunun çözümüne yönelik H. Aliyev ve Koçaryan tarafından yakalanan ivme de son bulmuştur. 
İ. Aliyev iktidara geldikten sonra, 2004 yılının hemen başlarında, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığını veya Ermenistan’a bağlanmasını hiçbir zaman kabul etmeyeceğini açıklamış, Dağlık Karabağ’ın etrafındaki işgal edilmiş bölgelerden Ermeni güçlerinin çekilmesine karşılık, Azerbaycan’ın Ermenistan’a uyguladığı ekonomik ambargonun kaldırılmasını içeren bir teklif sunmuştur. Aynı öneriyi, Avrupa Parlamentosu’nun Güney Kafkasya Baş Raportörü Per Gahrton’da dile getirmiştir. Ancak, Ermenistan bu öneriyi reddetmiş, Avrupa Parlamentosu da Gahrton’un teklifini desteklememiştir. Ermenistan’ın sorunun çözümü yönünde adımlar atmasına karşılık ekonomik ödüllerin sunulması anlayışı olarak özetlenebilecek bu yaklaşım, bundan sonra Azerbaycan’ın temel söylem ve taktiklerinden biri haline gelmiştir. Ancak, Ermenistan’ın bu öneriye başından beri olumlu yaklaşmadığı da görülmektedir. 

Temmuz ayına gelindiğinde AGİT Minsk Grubu bundan sonra sorunun çözümüne yönelik yeni öneriler getirmeyeceğini, sorunun çözümünü sağlayacak anlaşma için sorumluluğa sahip olan tarafların Azerbaycan ve Ermenistan olduğunu açıklamıştır. Taraflara bir uyarı mahiyetinde değerlendirilebilecek bu açıklama, AGİT Minsk Grubu’nun sürecin ilerletilmesi anlamında gitgide daha ümitsiz ve etkisiz bir noktaya geldiğine işaret eden göstergelerinde ilklerindendir. 

2005 yılının Ocak ayında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgalini eleştiren bir karar almıştır. 
Kararda, bölgelerde Ermeni güçlerin Azerbaycanlılara karşı gerçekleştirdiği etnik temizliğe dair imaların olması dikkat çekmektedir.28 Şubat ayında ise 
AGİT, Ermenistan’ın kontrolündeki Azerbaycan topraklarındaki ilk gözlem misyonunu gerçekleştirmiştir.29 

AGİT, gözlemleri sonucunda Dağlık Karabağ’ın çevresinde sayısı artmaya başlayan Ermeni yerleşimlerinin ortaya çıkmasında Ermenistan’ın ciddi bir dahlinin olmadığını, Laçin’deki ve daha az olmakla beraber Agdere’deki (Erm. Mardakert) yerleşimlerin ise Dağlık Karabağ’daki de facto yetkililerin bir noktaya kadar desteğiyle geçekleştiğini belirtmiştir. Sorun çözüm sürecinin önemli adımlarından biri olarak tartışılan Dağlık Karabağ’ın çevresindeki bölgelerdeki işgalin sonlandırılması konusuyla bağlantılı olan Ermeni yerleşimciler konusu günümüzde de gitgide derinleşen bir sorun olmaya devam etmektedir. 

16-17 Mayıs 2005’te Avrupa Konseyi Varşova Zirvesi’nde de İ. Aliyev ve Koçaryan, Dağlık Karabağ’ın çevresindeki bölgelerden Ermeni güçlerinin 
çekilmesi konusunu görüşmüşlerdir. Bunun yanında, bu görüşmede, kapsayıcı bir barış planı yerine, barış sürecinin genel prensiplerinin ne olacağının 
tartışılmış olması önemlidir. Buna göre, taraflar ilk olarak ‘temel prensipler’ üzerinde anlaşmaya vardıktan sonra üzerinde anlaşma sağlanan bu prensipler 
üzerinden müzakereler ve barış süreci sürdürülecektir. Bu prensiplerin ne olduğu kamuoyuna açıklanmamış olsa da, Ermeni tarafının yaptığı açıklamalarda bunlardan en önemlilerinin Dağlık Karabağ’ın etrafındaki Ermeni işgali altında bölgelerden Ermeni birliklerinin geri çekilmesi ve Dağlık Karabağ’ın statüsünün sonraki yıllarda, üzerinde mutabık kalınacak bir mekanizma yoluyla belirlenmesi olduğu anlaşılmıştır.30 Mayıs 2005’teki barış sürecinin ‘temel prensipleri’ne dair görüşmenin ardından günümüze kadar geçen süreçte bu prensipler üzerinde anlaşmaya varılmaya çalışılmaktadır. Bir başka deyişle, geçen yaklaşık on beş yıllık sürede halen ‘temel prensipler’ üzerinde anlaşma sağlanıp barış süreci ileri aşamalarına geçilememiştir. İkinci olarak, Mayıs 2005’e kadar genel barış süreci üzerinde tartışılırken bundan sonra bu sürecin temellerini oluşturacak prensiplerin tartışılmaya başlanması 2005 yılına gelindiğinde 1994 yılından daha geri bir noktada bulunulduğunu, sürecin başladığı noktadan daha geriye gittiğini göstermektedir. 

2006 yılında da detaylı barış planının yerine ‘temel prensipler’in tartışıldığı süreç devam etmiştir. Bu kapsamda, 10-11 Şubat tarihlerinde Fransa’nın Rambouillet kentinde gerçekleştirilen görüşme ümit yaratmış, ancak Dağlık Karabağ’ın etrafındaki bölgelerden Ermeni işgal güçlerinin çekilmesi ve nihai statü hakkındaki referanduma dair anlaşmazlıklar nedeniyle bu görüşmeden de bir sonuç çıkmamıştır. Süreçte bir türlü anlamlı ilerlemelerin kaydedilememesi AGİT Minsk Grubu eş-başkanları arasında hayal kırıklığını arttırmış ve iki tarafın niyetinin gerçekten soruna bir çözüm bulmak olup olmadığı sorgulanmaya başlanmıştır.31 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

17 de Waal, Black Garden, 267. 
18 Cornell, The Nagorno-Karabakh Conflict, 123-124. 
19 Cornell, The Nagorno-Karabakh Conflict, 124; de Waal, Black Garden, 269. 
20 Cornell, The Nagorno-Karabakh Conflict, 123; de Waal, Black Garden, 266. 
21 de Waal, Black Garden, 269. 
22 Cornell, The Nagorno-Karabakh Conflict, 125; de Waal, Black Garden, 269-270. 
23 Cornell, The Nagorno-Karabakh Conflict, 127-129. 
24 de Waal, Black Garden, 274. 
25 de Waal, Black Garden, 274-275&277; Remler, Chained to the Caucasus, 78-83. 
26 de Waal, Black Garden, 277-278; 
27 Remler, Chained to the Caucasus, 84-85. 
28 Bu karar için bk. “The Conflict over the Nagorno-Karabakh Region dealt with by the OSCE Minsk Conference,” Council of Europe Parliamentary Asembly, Ocak 25, 2005, erişim Eylül 05, 2020, 
https://pace.coe.int/pdf/71abaad2a06910e613bdedda2048c0d7d7e987183326667a8259ffe25682ae848428feba12/resolution%201416.pdf. 
29 AGİT Minsk Grubu’nun bu gözlem misyonuyla ilgili açıklaması için bk. “OSCE Minsk Group Fact-Finding Mission Visits Occupied Regions of Azerbaijan,”OSCE, Şubat 10, 2005, erişim Eylül 05, 2020, 
https://www.osce.org/mg/57187. U gözlem misyonu sonrası hazırlanan rapor için bk. “Report of the OSCE 
Fact-Finding Mission (FFM) to the Occupied Territories of Azerbaijan Surrounding Nagorno-Karabakh (NK),” European Parliament, Şubat 28, 2005, erişim Eylül 05, 2020, https://www.europarl.europa.eu/ 
meetdocs/2004_2009/documents/fd/dsca20050413_08/dsca20050413_08en.pdf. Bölgede ikinci bir gözlem misyonu 7-12 Ekim 2010 tarihlerinde gerçekleştirilmiş tir. Ancak bu misyonla ilgili bir sayfadan da kısa bir ‘özet rapor’ yayınlanmıştır. Bu ‘özet rapor’ için bk. “Executive Summary of the “Report of the OSCE Minsk Group Co-Chairs’ Field Assessment Mission to the Occupied Territories of 
Azerbaijan Surrounding Nagorno-Karabakh,” OSCE, erişim Eylül 05, 2020, 
https://www.osce.org/files/f/documents/7/d/76209.pdf. 
Ocak 2018’de üçüncü bir gözlem misyonunun gerçekleştirilmesi gündeme gelmiştir. Bu fikre Bakü olumlu yaklaşmış, Ermeni tarafı ise aksi bir tutum sergilemiştir. Aynı yıl Nikol Paşinyan’ın Ermenistan’da iktidara gelmesinin ardından, Erivan bir gözlem misyonunu gündeme getirmiş, ancak bu misyonun Sovyet dönemindeki Dağlık-Karabağ bölgesinin savaşın sıcak evresi sonrasında Bakü’nün kontrolünde kalan çok küçük bir kısmında gerçekleştirilmesini önererek ciddiyetsiz ve açıkça propaganda amaçlı bir şekilde tavır sergilemiştir. Bu öneriyi Bakü reddetmiştir. 
30 Remler, Chained to the Caucasus, 92-93. 
31 de Waal, Black Garden, 287-288; Remler, Chained to the Caucasus, 94. 



***

Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği. BÖLÜM 1

Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği. BÖLÜM 1 


Av. Dr. Deniz AKÇAY, Dağlık Karabağ Uyuşmazlığı, Self-Determinasyon, Tezlerinin Göreceliği, Avrasya İncelemeleri Merkezi,
Ruhi Alagöz, Mehmet Oğuzhan Tulun, Selim Seçkin,Ermenistan, Azerbaycan,Gürcistan,Karabağ,


AVİM 
AVRASYA İNCELEMELERİ MERKEZİ 
Rapor • No: 18 • Eylül 2020 



Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği 
Av. Dr. Deniz AKÇAY 
Ankara • 2020 
Avrasya İncelemeleri Merkezi 
Eylül 2020 
Ankara 
AVİM Rapor No: 18 
TERAZİ YAYINCILIK 
Terazi Yayıncılık Bas. Dağ. Dan. Eğt. Org. Mat. Kırt. Ltd. Şti. 
Abidin Daver Sok. No. 12/B Daire 4 06550 Çankaya/ANKARA 
Tel: 0 (312) 438 50 23-24 • Faks: 0 (312) 438 50 26 
E-mail: teraziyayincilik@gmail.com 
Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) 
ISBN: 978-605-69199-5-4 
YAZAR 
Av. Dr. Deniz Akçay 
EDİTÖR 
Selim Seçkin 

REDAKSİYON 
Mehmet Oğuzhan Tulun, 

TASARIM 
Ruhi Alagöz, 
BASKI 
Sonçağ Yayıncılık Matbaacılık 
İstanbul Cad. İstanbul Çarşısı No: 48/48-49 İskitler / ANKARA 
Tel: +90 312 341 36 67 
Sertifika No: 47865 
BASKI TARİHİ 
Eylül 2020 

© Avrasya İncelemeleri Merkezi - 2020 Her hakkı saklıdır. Bu yayının hiçbir bölümü izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz ya da çoğaltılamaz. 
Bu ve diğer AVİM yayınlarına ulaşmak için: www.avim.org.tr adresini ziyaret Ediniz. 

İÇİNDEKİLER 
Sunuş ............................................................................................................................................................V 
Yazar Hakkında ......................................................................................................................................VII 

Giriş 
Dağlık Karabağ İhtilafının Kısa Tarihçesi ...................................................................................1 
Dr. Turgut Kerem TUNCEL 
Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği.......21 
A) Hocalı Katliamı, Birleşmiş Milletler Üyeliği, Güvenlik Konseyi Kararları........21 
1) Minsk Grubu: BM İlkelerinin Görecelileşmesi...............................................................23 
2) Minsk Grubu'nun Çözüm Arayışı: “Ortak Devlet” Formülü ve Devam Eden Görecelilik..........26 
3) BM Genel Kurulu'nun Dağlık Karabağ Sorununun Çözümüne İlişkin Çizdiği Çerçeve: 14 Mart 2008 tarihli ve 62/243 sayılı Karar ....28 
4) Minsk Grubu'nun Çözüme Yönelik Mevcut Eğilimi: 9 Mart 2019 tarihli Açıklama..................29 
B) Self-Determinasyon İlkesinin Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Uygulanabilirliği..................31 
1. Self-determinasyon İlkesinin Devletler Hukuku'nda Uygulanma Koşulları.......31 
1.1. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 1514 (XV) sayılı Bildirisinin Uygulanma Koşulları ve Sınırları ....32 
1.2. Self-determinasyon ve BM Genel Kurulu'nun 2625(XXV) sayılı Bildirisi .........................................34 
1.3. UAD'nin 22 Temmuz 2010 Tarihli Kosova Kararı .............................................37 
2. Dağlık Karabağ Açısından Self-Determinasyon Tezlerinin Geçerliliği......................39 
2.1. Self-Determinasyona İlişkin Koşullar.............................................................39 
2.2. Chiragov Kararı Işığında Dağlık Karabağ Hakkındaki Selfdeterminasyon Tezlerinin “Gerçekliği”..........41 
Sonuç ......................................................................................................................................44 
Kaynakça...................................................................................................................................46 

AVİM Rapor No: 18 • Eylül 2020 

SUNUŞ 
Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Aralık 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, yaklaşık kırk beş yıl süren iki bloklu Soğuk 
Savaş dönemi sona ermiş, önce tek kutuplu, kısa bir süre sonra çok kutuplu dünya düzeni olarak adlandırılan yeni bir döneme girilmiştir. Tarihte yaşanan 
en önemli ideolojik ve jeopolitik dönüşümlerden biri olan bu sürecin, yaşanan değişimlerin boyutlarına kıyasla görece istikrarlı ve çatışmasız bir şekilde 
yaşanmış olması dikkat çekicidir. Bu anlamda, Doğu Blokunun dağılması ideolojik ve siyasi bir ‘medeni boşanma’ olarak tanımlanabilir. SSCB’nin 
dağılmasının, Rusya Federasyonunun kimliğini korumasının da, bu sürecin fevkalade sonuçları düşünüldüğünde, aynı şekilde, göreceli olarak oldukça 
‘yumuşak bir geçiş’ olduğu söylenebilir. 
Bu süreçte, ‘medeni olmayan’ boşanmalar da yaşanmıştır. Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin dağılması ile bu federatif yapıyı oluşturan altı 
anayasal sosyalist cumhuriyetin ve Kosova’nın bağımsız devletler olarak ortaya çıkması sürecinde yaşanan etnik çatışma, savaş ve katliamlar, ‘medeni 
olmayan’ boşanmaların dramatik bir örneği olarak görülebilir. Eski Sovyetler Birliği’nde ise Çeçenistan (Rusya), Transdinyester (Moldova), Abhazya ile 
Güney Osetya’da (Gürcistan) ve Karabağ’da (Azerbaycan) yaşanan çatışmalar diğer örnekler olarak karşımızda durmaktadır. 
1989-1991 yıllarındaki büyük altüst oluşun bir sonucu olarak ortaya çıkan bu çatışmaların bir kısmı çözüme ulaşmışken, diğer bir kısmı halen 
süregelmektedir. Yaklaşık otuz yıldır çözüme kavuşmamış bu sorunları bir kısım yazar ‘donmuş çatışma/ihtilaf’ olarak adlandırmaktadır. Ancak bu 
adlandırmanın var olan durumu tanımlamakta yetersiz olduğu da görülmektedir. Bu çatışmalar ‘donmuş’ olmak bir yana sürekli evrilmekte, 
tarafların iddiaları şekil değiştirmekte, yeni çözüm önerileri gündeme getirilmekte ve dünya siyaseti dönüştükçe bu çatışmaların niteliği de 
farklılaşmakta, bunun bir sonucu olarak üçüncü tarafların tutumları da değişmektedir. Bu nedenle, bu çatışmalar için ‘sürüncemede kalmış 
çatışma/ihtilaf’ adlandırması günümüzde daha çok kabul görür hale gelmiştir. Ermenistan’ın mücavir alanlarıyla işgal ettiği Dağlık Karabağ (Azerbaycan) 
bölgesi böyle bir çatışmanın önde gelen örneğini oluşturmaktadır. 
1989-1991 sürecinde ortaya çıkan sürüncemede kalmış çatışmaların tümünün Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgede yer alan ülkelerde olması Türkiye 
açısından ayrı bir önem arz etmektedir. 
Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Karabağ çatışması kapsamında ortaya çıkan ve çatışmanın farklı boyutlarını ve tarafların iddialarını şekillendiren 
temel hususlardan birisi, çatışmanın özüne dair farklılaşan iddialardır. Ermeni tarafı çatışmayı kendi kaderini tayin hakkı – self-determinasyon ilkesi 
çerçevesinde tanımlarken, Azerbaycan ülkesel bütünlük – toprak bütünlüğü ilkesine dayandırmaktadır. Bu iki ilkenin uluslararası hukuktaki temel 
ilkelerden olması, çatışmanın hukuki boyutu konusunda kavram karışıklıklarına ve fikir ayrılıklarına neden olabilmektedir. 
Avrupa Konseyinde Daimi Temsilcilik dönemimde beraber çalışmakla üstün niteliklerini yakından gözlemlediğim, Avrupa Konseyi ve bünyesinde bulunan 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile iki ortak hükümet ajanından biri olarak atanan, değerli hukukçu Dr. Deniz 
Akçay, daha önce Ermeni Araştırmaları dergisinin altmış beşinci sayısında aynı başlıkla Türkçe, Review of Armenian Studies dergisinin kırk birinci 
sayısında “The Relativity of Self-Determination Conceptions Regarding the Nagorno-Karabakh Conflict” başlığıyla İngilizce yayınlanan, “Dağlık Karabağ 
Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği” başlıklı çalışmasında, uluslararası anlaşmaları, mahkeme kararlarını ve 
tavsiye görüşlerini, Birleşmiş Milletler kararlarını inceleyerek, Karabağ çatışmasında kendi kaderini tayin hakkı – self-determinasyon tezinin ne ölçüde 
uygulanabilirliğini değerlendirmektedir. Bu değerlendirmenin, çatışmanın özüne dair aydınlatıcı bir çalışma olduğu kanaatindeyiz. 
Karabağ çatışmasının izini sürmeye en az iki yüz yıl öncesinden başlamak mümkündür. Son otuz yıldır çözülememiş bir çatışma olarak uluslararası 
gündeme yerleşmiştir. Bu ihtilaf, yukarıda belirtildiği üzere ‘sürüncemede kalmış’ ve otuz yılı aşkın süre boyunca farklı boyutlar edinmiştir. Bu süreçte 
sürdürülen barışçı bir çözüm sağlama görüşmelerinde maalesef arzulanan sonuç sağlanamamış, işgalin cezalandırılması bir yana, Ermenistan’ın işgali 
kalıcı bir statüye dönüştürme girişimlerine sessiz kalınmıştır. Barış görüşmelerinin sürdürülmesi sorumluluğunu üstlenen AGİT Minsk Grubunun 
çalışmalarında da değişimler gözlemlenmiştir. Karabağ ihtilafının tarihsel köklerinin ve barış süreci de dâhil olmak üzere bu ihtilaf kapsamdaki 
gelişmelerin genel hatlarıyla okuyucuya sunulması maksadıyla, elinizdeki rapora Merkezimizin kıdemli uzman analisti Dr. Turgut Kerem Tuncel’in 
kaleme aldığı “Dağlık Karabağ Sorununun Kısa Tarihçesi” başlıklı bir giriş bölümü de dâhil edilmiştir. 
Değişen küresel jeopolitik ve evrim içinde bir Avrasya oluşumu bağlamında, hem Avrupalı hem Asyalı olan ve Avrasya’nın bağlantısını oluşturan 
Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorun ve fırsatların anlaşılmasına katkı sağlamak amacıyla Avrasya bölgesindeki gelişmeler hakkında çalışmalar yapan 
bir düşünce kuruluşu olarak, elinizdeki bu raporu, Karabağ ihtilafıyla ilgili önemli bir kaynak oluşturduğu inancıyla sunmaktan mutluluk duyuyoruz. 
Alev KILIÇ 
E. Büyükelçi 
AVİM Başkanı 
AVİM Rapor No: 18 • Eylül 2020 

Av. Dr. Deniz AKÇAY 
1982 yılında Nancy Üniversitesi’nden Devlet Doktorası (Doctorat d’Etat en Droit Public) diploması 
alan Deniz Akçay, 1986-1988 yılları arasında BNP-AK Bankası’nda hukuk müşaviri olarak görev yapmış, 1988 
yılında Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi Nezdindeki Daimi Temsilciliği’nde uzman 
hukukçu statüsünde çalışmaya başlamıştır. 1998 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla Ortak Hükümet Ajanı 
unvanına layık görülülen Deniz Akçay, 2005 yılında Avrupa Konseyi İnsan Hakları Yönetim Komitesi’nin 
(CDDH) yardımcı başkanlığına, 2007’de de aynı Komitenin başkanlığına seçilmiştir. 
Deniz Akçay, 2010 yılında emekli olmuştur. 
Giriş 

DAĞLIK KARABAĞ İHTİLAFININ KISA TARİHÇESİ., 

Dr. Turgut Kerem TUNCEL 
Dağlık Karabağ Sorununun Tarihsel Arka Planı 

16. yüzyılın ortalarından itibaren doğuya doğru genişlemeye başlayan Moskova Çarlığı, 1721’de Rusya İmparatorluğu adını almıştır.1 Rusya 
İmparatorluğu, 18. yüzyılın sonlarında Kafkasya’ya doğru yayılmaya başlamış, Gürcistan’ı ilhak ettikten sonra, güneye doğru ilerleyişini sürdürmüştür. 1804 
yılında başlayan Rus-İran Savaşı devam ederken, 1805 yılında Karabağ Hanlığı, Rusya İmparatorluğu’nun himayesine girmiştir. 1813’de Rus-İran 
Savaşı’nı sonlandıran Gülistan Anlaşması imzalanmış, böylece İrevan ve Nahçıvan hanlıkları haricindeki kuzeydeki etnik Azerbaycan topraklarıyla (İng. 
Ethnic Azerbaijani territory) birlikte Karabağ Hanlığı Rusya İmparatorluğu’nun topraklarına katılmıştır. Rusya İmparatorluğu’nda yaşanan 
kargaşalı dönemden yararlanarak kaybettiği toprakları geri almak niyetindeki İran, 1826 yılında Rusya İmparatorluğu’yla yeniden savaşa girişse de bu savaşı 
da kaybetmiş ve 1828 yılında iki devlet arasında İrevan ve Nahçıvan hanlıklarının da Rusya İmparatorluğu topraklarına dâhil edildiği Türkmençay 
Anlaşması imzalanmıştır. Böylece etnik Azerbaycan toprakları Rusya İmparatorluğu hâkimiyetindeki ‘Kuzey Azerbaycan’ ve İran hâkimiyetindeki 
‘Güney Azerbaycan’ olarak ikiye bölünmüştür. 
Dr. Turgut Kerem TUNCEL 
1828 Türkmençay Anlaşması, İran içinde yaşayan Ermenilerin Rusya İmparatorluğu sınırlarına dâhil olan Güney Kafkasya’ya göçlerinin önünü 
açmıştır. Bunu, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra imzalanan Edirne Anlaşması ile Osmanlı Ermenilerinin Güney Kafkasya’ya göçleri izlemiştir. 
1828-1830 yıllarında Güney Kafkasya’ya, 18.000’i Karabağ Hanlığı topraklarına olmak üzere, 130.000 Ermeni’nin göç ettiği varsayılmaktadır. 
Bundan sonraki on yılda, yani 1830-1840 yıllarında, ise en az 84.000 Ermeni’nin bölgeye geldiği düşünülmektedir. Bu rakam bazı kaynaklarda 
200.000’e kadar çıkabilmektedir. 1853-1856 Kırım Savaşı ve 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı da bölgeye yönelen Ermeni göçlerinin arttığı dönemler 
olmuştur. 1896-1908 yılları arasında da 300.000’den fazla Ermeni’nin bölgeye yerleştirildiğini gösteren belgeler mevcuttur. Aynı dönemde aksi yönde, yani 
Rusya İmparatorluğu’nun hâkimiyetine giren topraklardan İran ve Osmanlı topraklarına doğru Azerbaycanlıların göçleri olduğu da bilinmektedir. Bir başka 
deyişle, 1828 yılından 20. yüzyılın ilk yıllarına kadar geçen süre zarfında bir yandan Güney Kafkasya’ya Ermenilerin büyük çaplı göçleri yaşanırken, diğer 
yandan Azerbaycanlıların bu bölgenin dışına doğru hareketleri söz konusu olmuştur. 
Bu nüfus hareketleri neticesinde, 1823 yılında Dağlık Karabağ’da %9 olan Ermeni nüfus oranı 1880 yılında %53 seviyesine çıktığı, Karabağ genelinde 
ise, 1917 yılında, nüfusun %57’sinin Azerbaycanlılar, %41’inin Ermeniler tarafından teşkil edildiği belirtilmektedir. Farklı kaynaklarda verilen nüfus 
oranlarının mutlak anlamda doğru olmayabileceği akla gelse bile, kesin olan şey içeri doğru (Ermenilerin Güney Kafkasya’ya göçleri) ve dışarı doğru 
(Azerbaycanlıların Kafkasya’dan göçleri) yaşanan nüfus hareketlerinin bölgedeki etno-demografik dengeyi ciddi şekilde değiştirmiş olduğudur. Bunun 
yanında, Kafkasya’yı ilhak eden Rusların, bu bölgede İran ve Osmanlı ile tarihi, dini ve etnik bağları nedeniyle güvenilmez unsurlar olarak gördükleri 
Azerbaycanlılara karşı daha güvenilir bir unsur olarak addettikleri Ermenilere yönelik kayırmacı bir politika sergilemeleri, bölgedeki etnik gruplar arasındaki 
sosyo-ekonomik ve siyasi dengelerin Ermeniler lehine değişmesi sonucunu da doğurmuştur.2 
1804-1828 sürecinde etnik Azerbaycan topraklarının ikiye bölünmesi, Güney Kafkasya’ya yönelen Ermeni ve Güney Kafkasya dışına doğru yaşanan 
Azerbaycanlıların göçleri ve Rusya İmparatorluğu’nun politikaları bölgedeki sosyo-ekonomik ve siyasi dengeleri bozmuştur. Bu gelişmeler günümüzde otuz 
yılı aşkın süredir devam eden Dağlık Karabağ sorununun arka tarihsel arka planını oluşturan tarihsel olgulardır. 
20. Yüzyıl Başlarında Güney Kafkasya’da Etno-Teritoryal Mücadele Güney Kafkasya’da Azerbaycanlılar ve Ermeniler arasındaki ilk büyük etnik 
çatışma 1905 yılında, 19. yüzyılın sonlarına doğru petrol endüstrisinin gelişmesi sonucu önemli bir merkez haline gelen Bakü’de ve Karabağ’ın Şuşa 
kentinde yaşanmıştır. Erivan, Gence ve Nahçıvan’da da benzer çatışmalar meydana gelmiştir. Bu olayların neden ve sonuçları hakkında farklı yorumlar 
söz konusudur. Ermeni Devrimci Federasyonu-Taşnaksutyun’un (ARFTaşnaksutyun) Azerbaycanlılara saldırılarının olayları başlattığı ve bu olaylar 
neticesinde 10.000 civarında Azerbaycanlının hayatını kaybettiğini belirten araştırmacılar vardır. Ermeni yanlısı yazarlar ise olayların Azerbaycanlıların 
saldırıları ve Ermenilerin bu saldırılara karşılık vermesi nedeniyle ortaya çıktığını iddia etmektedir.3 
Bundan on üç yıl sonra, 1918 yılının Mart ve Eylül ayları arasında, yine Bakü başta olmak üzere çeşitli bölgelerde Azerbaycanlılar ve Ermeniler arasında 
önemli kayıpların yaşandığı etnik çatışma ve katliamlar meydana gelmiştir. Aynı yılın 28 Mayıs’ında Azerbaycan ve Ermenistan bağımsızlıklarını ilan 
etmişler ve bunu takiben ‘sınır anlaşmazlıkları’ nedeniyle özellikle Erivan, Karabağ, Nahçıvan, Zengezur’da çatışmalar yaşanmıştır. ARF-Taşnaksutyun 
önderliğindeki Ermeni birlikleri sınırları belli olmayan Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti’ne nüfusu Ermenilerden oluşan bir ülke oluşturmak üzere 
buralardaki Azerbaycanlı nüfusun temizlenmesine yönelik, yani etnik temizlik kastıyla, silahlı faaliyetlerde bulunmuşlardır. 
1918 yılının sonlarında İngilizler bölgede hâkim hale gelmiştir. İngilizlerin büyük ölçüde Rusların 19. yüzyıldaki politikalarına benzeyen, ancak bunlardan 
farklı olarak Azerbaycanlıları gözeten politikalarına rağmen, Ermeniler bu dönemde de, özellikle Karabağ, Nahçıvan ve Zengezur’da Azerbaycanlılara 
karşı saldırılarına devam etmiştir. Bu dönem, Kızıl Ordu’nun 1920 yılında Kafkasya’yı işgal etmesinden sonra ARF-Taşnaksutyun’un Zengezur’da kalan 
son unsurlarını da yok ettiği 1921 yılına kadar devam etmiştir.4 
Büyük oranda Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti’nde iktidarda olan ARF-Taşnaksutyun’un nüfusu Ermenilerden oluşan homojen bir Ermenistan ülkesi 
oluşturma maksadıyla Azerbaycanlılara karşı giriştiği etnik temizlik kampanyasının bir sonucu olan bu çatışmalar, farklı şartların hâkim olduğu 
farklı bir tarihsel dönem içinde yaşanmış olsa da, günümüzde halen devam eden Dağlık Karabağ sorununun öncülü olan bir tarihsel dönem olarak 
düşünülebilir. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1 Dağlık Karabağ ihtilafının özet tarihçesinin sunulduğu bu metinde, başlıca olayların kronolojisi çıkartılırken, çok sayıda çevrimiçi haber, yorum ve 
analiz portalı, AGİT Minsk Grubu resmi websitesi ve Azerbaycan ile Ermenistan’ın ilgili devlet kurumlarının websitelerinden faydalanılmıştır. 
Bunun yanında, temel olarak şu kaynaklar kullanılmıştır: Cavid Abdullahzade, Hukuki Yönleriyle Dağlık Karabağ Sorunu (Ankara: Adalet Yayınevi, 2014); 
Svante E. Cornell, The Nagorno-Karabakh Conflict, Report no. 46 (Uppsala, Department of East European Studies Uppsala University, 1999), 
https://is.muni.cz/el/1423/podzim2012/MVZ208/um/35586974/Cornell_The_NagornoKarabakh_Conflict.pdf; 
Thomas de Waal, Black Garden: Armenia and Azerbaijan through Peace and War (New York ve Londra: New York University Press, 2013). 
Philip Remler, Chained to the Caucasus: Peacemaking in Karabakh, 1987-2012 (New York: International Peace Institute, 2016). 
Metinde, çok sayıda dipnottan kaçınmak maksadıyla, olayların kronolojisi çıkartılırken faydalanılan çevrimiçi portallara, AGİT Minsk 
Grubu resmi websitesine ve devlet kurumlarının websitelerine atıf yapılmamış, yalnızca yukarıda başlıkları anılan kaynaklara referans verilmiştir. 
2 Abdullahzade, Hukuki Yönleriyle Dağlık Karabağ Sorunu, 26-42; Cornell, The Nagorno-Karabakh Conflict, 5-6. 
3 Abdullahzade, Hukuki Yönleriyle Dağlık Karabağ Sorunu, 44; Cornell, The Nagorno-Karabakh Conflict, 6; 
4 Abdullahzade, Hukuki Yönleriyle Dağlık Karabağ Sorunu, 45-52; Cornell, The Nagorno-Karabakh Conflict, 6-8. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

27 Şubat 2016 Cumartesi

28 ŞUBAT TÜRK SİYASETİNİN ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 18





28 ŞUBAT  TÜRK SİYASETİNİN  ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 18




 ÖZAL 10 yıl BAŞBAKANLIK ve CUMHURBAŞKANLIĞI.,


ÖZAL DÖNEMİ

Yazı dizimizin bu bölümünde ÖZAL DÖNEMİ'nin önemli olaylarını inceliyerek bunların ATATÜRKÇÜLÜK'le alakasının olmadığını göstereceğiz.

TURGUT OZAL'ın POLİTİK hayatı DEMİREL'in "okul arkadaşı" olmasıyla başlar. Zaten DEMİREL'in çevresi hep " Okul Arkadaşları " ile doludur. Özal üniversiteyi bitirince Elektrik Etüd İdaresi'nde işe başlar. Bu kuruluş tarafından Amerika'ya gönderilir.

ÖZAL bir süre DÜNYA BANKASI'nda görevlendirilir. (1) Aslında bütün Özal biraderler bir süre Amerika'da bulunmuş, ya Dünya Bankası'nda ya da İMF'de çalışmıştır. Ahmet Özal da buna dahildir.

Ancak, sonradan öğrendik ki, bu tarz görevler bir nevi " Arpalık "mış... Uluslararası kuruluşlara üye olan olan devletlerin o kuruluşlarda kontenjanı varmış. İktidardaki partiler bu kontenjanlara kendi yakınlarını tayin ederlermiş...

Ayrıca o kuruluşlardaki cafcaflı ünvanların da beş para etmediğini öğrendik... Mesela, Kemal Derwish efendinin Dünya Bankası Başkan Yardımcısı oluşunun, dış kapının mandalı kadar bile değeri yokmuş...Çünkü, aslında tamamen ABD'nin kontrolünde olan Dünya Bankası'nın üye ülkelerden oluşan 140 kadar " Başkan Yardımcısı" varmış!...

Turgut Özal, her nedense TÜRKİYE'de " Dalalet " içinde iken, AMERİKA'da " Hidayet " e ermiştir!..İçkiyi, gece hayatını bu sayede bırakmış; namaza, niyaza başlamıştır... Hatta DPT'de iken lavobada abdest alıp namaz kıldığı için, TAKUNYALI diye anılırdı... İlk önemli görevi DEVLET PLANLAMA TEŞKİLATI'nın başına getirilmesidir...

Özal sonradan MSP'ye yakınlaştı, o partiden aday oldu. Kazanamadı.

Turgut Özal ODTÜ'nün hoca kıtlığı çektiği dönemlerde Korkut Özal ve Demirel gibi ODTÜ'de ders vermiş, MESS Başkanı olmuş, 1975-1979 arasında ticaretle uğraşmıştır. Emin Çölaşan'a göre ne iyi bir hocadır, ne de iyi bir iş adamı... Bütün kurduğu, katıldığı firmalar dara düşmüş batmıştır. Ama bunlar yükselmesine engel olmamıştır.

1979'da hükümeti kuran Demirel, Özal'ı hatırladı, onu EKONOMİ'den sorumlu mevkiye getirdi. Özal bir süre sonra meşhur 24 Ocak Kararları'nı aldı. Ama geçmiş 15 yılın büyük kısmına damgasını vurmuş olan DEMİREL ZİHNİYETİ'nin tahribatını düzeltmek kolay değildi!

Mart 1980'de Cumhurbaşkanı Korutürk'ün görev süresi bitti. Bütün ikazlara, anarşiye, memleketin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıya, yukarda anlattığımız bölünme tehlikesine rağmen; partiler bir araya gelip tarafsız bir CUMHURBAŞKANI üzerinde anlaşamadı!.. Her gün her biri ipe sapa gelmez demeçler veriyor, radyo ve televizyonda birbirini suçluyor, ama meselelere çözüm bulmaya yanaşmıyordu!..Bütün bu olayları DEMİREL DÖNEMİ yazımızda anlattığımız için tekrarlamıyacağız.

Nihayet 12 Eylül 1980'de SİLAHLI KUVVETLER idareye el koydu. Bütün ülkede SIKIYÖNETİM ilan edildi. Bütün politik liderler ve sivri politikacılar, yazarlar tutuklandı. Ülkenin her köşesinde ASKERLER işbaşına getirildi. KENAN EVREN, DEVLET BAŞKANI oldu.

Demirel bu sefer şapkasını alıp gidecek fırsat bulamadı! Kös kös diğerleri gibi hapishanenin yolunu tuttu. Ama sinsi sinsi, tekrar "demokrasi"ye dönülüp te itibar göreceği günleri bekledi.

Terörist gruplar bir süre durumun değişmiyeceğini sandılar...Ancak askerlerin tavrı kesindi!.. Önce hapishanelerdeki sağcı-solcu ayırımını ortadan kaldırdılar. Mahkumları bir araya koydular. Bir de görüldü ki, birbirinin gırtlağına sarılacağı sanılan bu kişiler kucaklaşıp öpüşmekteler!.. Yani, anarşiden herkes bezmişti!

Teröristlerin kontrolündekiler hariç herkes silahı, kavgayı bıraktı. Sokaklar eski huzurlu haline döndü. Gık diyen kendini içerde bulacağından, kimse halkın karşısına doğrudan çıkma cesaretini bulamıyordu.

Askerler bir de İDAM cezalarını hemen uygulamaya koydular... İlk asılan da bir subayın oğlu olan ERDAL EREN adlı TERÖRİST oldu.

Bu oğlan Ankara'da, Hoşdere Caddesi'nde afiş asarken jandarmalar tarafından kovalanmış, bir çöp kutusunu saklanarak bir jandarma erini ARKADAN vurup ŞEHİT etmişti... Suçu sabit olduğu için İKİ defa İDAM'a mahkum olmuş, ancak dosyası İKİ defa YARGITAY'da bozulmuştu...3. defa İDAM'a mahkum olunca, ceza hemen uygulandı!.. Ve görüldü ki, KARARLI tutum ANARŞİ'yi bıçakla kesilmiş gibi durdurur!..

O tarihten sonra bir kaç münferit çıkış dışında, hiç bir saldırı ve soygun olayına rastlanmadı!... Terör-tedhiş, yani insanları dehşete düşürerek, gözünü korkutarak hükmünü sürdürme devri kapandı. Ta ki, ÖZAL iktidara gelip, AVRUPA'ya şirin görünmek için İDAM cezalarını durduruncaya kadar!..(1984)

EKONOMİ konusuna gelince, askerler çok GERÇEKÇİ davranarak, başlamış bir uygulamayı kesmediler. Bülent Ulusu hükümetinde Turgul Özal'a görev verdiler. Almış olduğu 24 Ocak kararlarının sonuçlarını göstermesini istediler. Özal dört ayak üzerine düşmüş oldu!...

Daha önce en ufak bir etkisi bile görülmeyen bu kararlar, ASKERİ İDARE'nin getirdiği İSTİKRAR ve HUZUR ortamı içinde işe yaradı. İşçi ve öğrenci hareketleri durduğu, grevler ortadan kalktığı ve astronomik isçi zamları olmadığı için, ÜRETİM hızla arttı. Esnafın yüzü güldü. vatandaş aradığını bulur hale geldi. Can güvenliği de olunca Demirel zamanından kalan dayanılmaz pahalılık bile şikayet konusu olmadı.

1980 yılının enflasyon oranı %135 idi!.. Bu rakam, Demirel zibidisinin kötü rekorlar listesine bir ibret nümunesi olarak girdi. Hemen ertesi yıl enflasyon %35'e düşmüştü!

Özal'ın bu dönemde de tutarsız davranışları vardı...Bir gün müslümanlığı aklına gelir, FAİZ'i kaldırmaya karar verir, ertesi gün ise BANKERLER'I ortalığa salardı!..

Tabii faizi kaldıramadı ama, iki yıl içinde halkın tasarruflarını güvenli bankalardan pamuk ipliğine bağlı bankerlerin eline geçmesine sebep oldu. 1982'de bankerler batmaya başlayınca, Özal'a da yol göründü. İstifa edip ayrıldı!.. Arkadan bankaların iflası geldi...Gene de bu dönemde bazı hizmetleri olduğunu kabul etmek gerekir. Hiç değilse bazı konularda Demirel'den iyiydi!

Bu arada yurt dışında önemli olaylar olmakta idi. 1980'de TİTO öldü. YOGOSLAVYA birliğini uzun süre koruyan bu lideri kaybettikten sonra, kendini toparlıyamadı... İRAN Şahı ülkesine dönmenin hayalini kurarken kanserden ölüp gitti... NİKARAGUA eski diktatörü Somoza bir suikastle öldürüldü... IRAK aniden, karışık olduğuna inandığı İRAN'ın körfezdeki petrol tesislerine saldırdı... ABD'de eski aktör Ronald REAGAN Cumhurbaşkanı seçildi.

80'li yıllar AFRİKA'nın açlık yılları oldu. UGANDA, SOMALİ, SUDAN, ETOPYA'da yüzbinlerce insan açlıktan öldü!..Bunlar hep 150 yıllık BATI sömürgeciliğinin kıtanın hem tabiat yapısını, hem de kabilelerin sosyal yapısını bozması sonucu idi.

Bu açlık uzun yıllar sürdü. BATILILAR açlık çeken ülkelerden Etopya'ya yardım ederken, SOMALİ'yi göz ardı ettiler. Çünkü birincisi Hıristiyan, ikincisi MÜSLÜMAN idi.

1981 yılı, yurt dışında önemli bir olayla başladı. POLONYA'da Dayanışma Sendikası'nın kışkırttığı olayları önliyemeyen Joseph Pinskowski görevden alındı, yerine RUSLAR'ın desteklediği General JARUZELSKİ getirildi.(2) JARUZELSKİ bir süre sonra sıkıyönetim ilan etti.

Ülke içinde teröristler birer birer yakalanıp yargılanır ve azılıları asılırken, Mayıs 1981'de bütün dünyayı sarsan bir olay oldu. Biri çıkıp Polonya'yı ayaklandıran PAPA 2. John Paul'u vurdu!.. Bu kişinin MEHMET ALİ AĞCA olduğu anlaşıldı...(3) Enver SEDAT öldürüldü, MUBAREK Mısır Cumhurbaşkanı oldu.

Askerler bir Danışma Meclisi kurdular. Yeni bir Anayasa hazırlamaya başladılar. Partiler kapatıldı. Tutuklanan politikacı, sendikacı ve teröristlerin duruşmaları başladı. Ancak EVREN, dışardan tepki göreceği endişesi ile, politikacılara 27 Mayısçılar kadar dahi sert davranmadı... DEMİREL; MENDERES'in on katı daha ülkeye zarar vermiş olmasına, daha pek çok politikacı kirli işlere bulaşmış olmasına rağmen, sadece TUTUKLU kaldılar. Haklarında doğru dürüst dava bile açılmadı. Bu da tabii onların ilerde tekrar eski partilerini başka adlarla kurmalarına, politikaya tekrar başlamalarına ve MİLLET'in başına yine DERT olmalarına sebep oldu.

1982 yılı da önemli yurt dışı olaylarla başladı. Arjantin, EMPERYALİST İNGİLTERE'nin sahip çıktığı Güney Kutbu yakınlarındaki FALKLAND adalarının kendisine ait olduğunu savunarak işgal etti. İNGİLTERE donanma göndererek adaları geri aldı. MISIR'la anlaşmış olan İSRAİL Sina yarımadasını geri verdi. Ancak FİLİSTİNLİLER'i sindirmek için LÜBNAN'ı işgal etti. Bu işgal sırasında TERÖRİST FİLİSTİNLİLER'in baskısından ve haracından yılmış olan LÜBNANLILAR'ın MÜSLÜMAN-HIRİSTİYAN diye ayrılmadan, İSRAİL askerlerini sevinçle karşılamaları ise ibret verici bir olaydı...

İRAN-IRAK savaşı bütün şiddetiyle sürdü. Ve SOVYETLER'in 18 yıllık lideri BREJNEV 76 yaşında öldü. Yerine Yuri ANDROPOV geldi.(4) FRANSA ÇAD'a asker gönderdi.

ABD'ye yakın bir ada olan GRENADA Devlet Başkanı Bishop, sosyalist olmasına rağmen, başka bir sosyalist grup tarafından devrildi. Amerika bir süre sonra, aslında İNGİLİZ sömürgesi olan adaya asker çıkardı, ancak bir avuç GRENADALI'ya az kalsın karada yeniliyordu!.. Üstüne üstlük, BEYRUT'ta AMERİKAN ve FRANSIZ askerlerinin bulunduğu binanın önüne terkedilen bir kamyondaki bomba 299 kişiyi öldürünce; AMERİKA LÜBNAN'dan tasını tarağını toplayıp çekildi!..Herhalde bir süre sonra vizyona giren RAMBO filmleri, bu iki utanç verici olayın meydana getirdiği moral bozukluğu üzerine yapıldı.

TÜRKİYE'de ise, BANKER skandalını yaratan Özal, fikirdaşı Maliye bakanı Kaya Erdem ile birlikte Hükümet'ten çekildi. Önce haketmiş gibi Side'de uzun bir tatil yaptı. Bir süre sonra da selefi Demirel gibi bir AMERİKA seyyahatine çıktı! Orada kimbilir kimlerle irtibat kurup, ne talimat aldı! Çünkü o tarihten sonra Özal Efendi AMERİKA'nın "azat kabul etmez" kölesi oldu!

Özal, AMERİKA dönüşü bir parti kurdu. Karşısında MANDACI İSMET'in özel kalem müdürü Necdet Calp'ın kurduğu HALKÇI PARTİ ile Emekli General Sunalp'ın kurduğu MİLLİYETÇİ DEMOKRASİ PARTİSİ vardı. İSMET'in ebleğ oğlu ERDAL Efendi'nin, oy getireceği düşüncesine başına geçirildiği SOSYAL DEMOKRASİ PARTİSİ ise askerlerce seçime sokulmadı... Adamlar bu herifin Kürtçü vatan hainleri ile işbirliği yapacağını o günden görmüşlerdi herhalde!..Yasaklı Demirel'in kurdurttuğu BÜYÜK TÜRKİYE PARTİSİ de kapatıldı.

Ancak bir süre sonra Demirel, kendine benziyen bir tip olan Hüsamettin Cindoruk'a DOĞRU YOL PARTİSİ'ni kurdurttu, başına geçeceği günleri beklemeye başladı!.. O günlerde Demirel'in adının bile geçmesi tepki yarattığından, bizim hırslı Ispartalı "bir bilen" diye anılırdı. Sanki bildiği bir halt varmış gibi!..

Refendumla hem Anayasa'yı hem de kendi cumhurbaşkanlığını oylatan ve %92 halk desteği ile başa gelen EVREN'in, dümenci Özal'a hiç kanı ısınmamıştı!. Bu yüzden açıkça Sunalp'ın partisini tuttu.

Ama TÜRK İNSANI'nın çok değerli bir vasfı vardı. Emre itaat eder, ancak kendisine bir HAK olarak verilmiş SEÇİM'de, herhangi birinin EMPOZE edilmesini kabul etmezdi!

Bu yüzden ANARŞİ'yi kaldırdığı, memlekete HUZUR getirdiği için %92 oyla desteklediği EVREN'e rağmen, Sunalp'a oy vermedi. Sunalp ve Calp ta kırdıkları potlar ile Özal'ın seçim kazanmasına yardımcı oldular.

Böylece Özal'ın ANAVATAN PARTİSİ %45 oyla seçimi kazandı. HP %30.5, MDP ise %23 oy alabilmişti. Yeni ANAYASA'ya göre 300 üyesi olan MECLİS'te çoğunluğu elde ettiği için, hükümeti Özal kurdu.

Aynı günlerde değerli DEVLET ADAMI RAUF DENKTAŞ, ULUSLARARASI konjektürün uygun olduğunu görünce, K. KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ'ni ilan ediverdi! Bu konuda pek TÜRKİYE'ye danışmamıştı. Danışsaydı, mutlaka Özal "hayır" derdi. Çünkü, AMERİKA'da iken KIBRIS meselesini halledeceğine dair verdiği sözden dolayı olsa gerek, memnun olmak bir yana; hoşnutsuzluğunu belli etmekten kaçınmadı.

Özal bundan sonra defalarca KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ'ni müşgül durumda bırakacak tavırlara girdi. Ülkeyi kendisi tanıdı, ama tanımak için fikir danışanlara, mesela PAKİSTAN'a "bekleyin" dedi!..Kimbilir ne hesapları vardı!

1984 yılında dünyada gene önemli olaylar oldu. NİJERYA'da askeri darbe oldu MÜSLÜMAN general BUHARİ idareye el koydu... EMPERYALİST İNGİLTERE'nin sömürgelerinden BRUNAY SULTANLIĞI bağımsızlığı kazandı!..8 Şubat'ta değerli SOVYET lideri ANDROPOV öldü, yerine yine yaşlılardan ÇERNENKO geldi. ABD, LAHEY adalet Divanı'nın "Nikaragua'daki harekatı durdurması" yolunda aldığı kararı tanımadığını, uymayacağını açıkladı!

Bu olay, BATILI EMPERYALİST DEVLETLER'in kendi kurallarına göre kurdukları ULUSLARARASI TEŞEKKÜLLER'in kararlarına, işlerine geldiği zaman uyduklarını, işlerine gelmezse uymadıklarının binlerce örneğinden biridir.

Öte yandan THATCHER'in özelleştirme ve kapatma politikası MADEN İŞÇİLERİ'ni greve sevketti. THATCHER belki bu madenlerin "verimsiz çalıştığı" konusunda haklı idi. Maden işçileri de "ekmek parası" yüzünden haklı idi... Ama MADEN İŞÇİLERİ SENDİKASI'nın grevi sürdürmek ve İNGİLTERE'yi müşgül durumda bırakmak için SOVYETLER BİRLİĞİ'nden gizlice PARA alması, kabul edilemez bir tavır olarak, SENDİKACILARI'ın YÜZKARASI olarak TARİH'e geçti!

Ekim ayında HİNDİSTAN Başbakanı İndra GANDİ kendi Sih muhafızları tarafından öldürüldü. Aktör REAGAN ikinci kere ABD Cumhurbaşkanı seçildi.

1984 yılı TÜRKİYE için de önemli değişikliklerin yaşandığı bir yıldı. Prof. TÜRKKAYA ATAÖV bulduğu bir belgeyi açıkladı. Buna göre Ermeni komutanlardan BOGOS NUBAR PAŞA, 18.12.1918 yılında Fransa Büyükelçisi Gout'a yazdığı bir mektupta o günlerde "TÜRKİYE'de 600-700 bin ERMENİ olduğunu, bunların 390 bininin başka ülkelere göç ettiğini" belirtiyordu. BOGOS NUBAR PAŞA'nın 1924'de gene PARİS'te toplanan bir konferansa gönderdiği mektupta "SAVAŞ sırasındaki TEHCİR olayları sırasında 250.000 ERMENİ'nin öldüğünü" öne sürmüştü!..

Bu sayı çok enteresandır!.. Çünkü 1974 KIBRIS HAREKATI'ndan sonra başlıyan ERMENİ TERÖRÜ, bir yandan DIŞ TEMSİLCİLİKLERİMİZ'de çalışan personeli öldürüp yaralarken, bir yandan da SÖZDE ERMENİ KATLİAMI'nın sayısını sürekli artırıyordu. Mesela bu rakam 1975'de 500.000; 1980'de 1.000.000; 1984'de ise 1.500.000 olmuştu!..

Halbuki SÖZDE KATLİAM'dan on yıl bile geçmeden konuyu inceleyen komisyona sunulan raporda (1924), şişirilmiş olmasına rağmen sayı 250.000 idi!.. Nitekim 1991'de ERMENİSTAN bağımsız olunca, TÜRKİYE ile ilişkileri düzeltmek isteyen Cumhurbaşkanı PETROSYAN, "500.000'e razı olduklarını" açıklıyacaktı!

O yıl başında TAHRAN'da iki, VİYANA'da bir saldırı oldu. Elçilik mensuplarımıza saldıran ERMENİ TERÖRİSLER idi!..

Ancak bu olaylar son oldu. HIRİSTİYAN BATI DÜNYASI, HIRİSTİYAN ERMENİ toplumunun DÜNYA KAMUOYU'nda yeterince yıprandığı düşünerek onları geri çektiler. ERMENİ TERÖRÜ bıçakla kesilmiş gibi, şıp diye durdu. Ancak ABD yönetimi bir kere daha EZELİ DÜŞMAN'lığını gösterip 24 Nisan'I ERMENİ SOYKIRIM GÜNÜ olarak kabul etti!

1997 yılında ortaya çıkan yeni belgeler, aslında Askeri İdare'nin olaya el koyduğunu, gözü pek ülkücü gençleri ASALA teröristlerinin üzerine sürdüğünü ortaya çıkardı. Yani, ERMENİLER sadece prestij kurtarmak için geri çekilmemişlerdi, gözleri korkmuştu.

Ama TÜRKİYE'nin gene karıştırılması gerekiyordu. Yeni bir terörist gruba ihtiyaç vardı. İşte BATI'ya bu fırsatı; İDAMLAR'ı durdurarak Özal verdi!..

12 Eylül 1980'den 6 Kasım 1983 seçimlerine kadar 70 kadar TERÖRİST asılmış, bundan gözü yılan örgütler de ya sinmişler, ya da dağılmışlardı. Ama AVRUPA TOPLULUĞU'na girmek için yırtınan Özal, şirin görünmek için, 250 kişinin sırada beklemesine rağmen, İDAMLAR'I durdurduğunu açıklayınca, Ağustos 1984'de TERÖR hortladı!

PARTİYA KERKERAN-I KÜRDİSTAN, yani ABDULLAH ÖCALAN'ın örgütü PKK, Çukurca'ya saldırarak masum vatandaşları ve hiç bir şeyden habersiz askerleri öldürdü. TÜRKİYE CUMHURİYETİ'ne adeta HARP ilan etti!..

Yapılması gereken, derhal o TERÖRİSTLER'in yakalanması ve içerdekilerle birlikte asılması idi! Ama dedik ya, Özal bir kere BATI'ya kapılanmıştı, vazgeçemezdi!

1984'ün en önemli olaylarından biri de, Özal'ın "yabancılara TÜRKİYE'de MÜLK satınalma hakkı"nı veren kanunu çıkartmasıdır. Biz bu tarz kanunları VATANA İHANET sayarız, cezası ağırdır!

1985'in başında Özal'ın bakanlarından İsmail Özdağlar, rüşvet suçundan yargılandı ve mahkum oldu. Aslında zavallı, 25 milyon TL. gibi küçük bir paraya kurban gitmişti!(5)

Yine aynı yıl BULGARİSTAN birdenbire tavır değiştirdi. Orada yaşıyan TÜRKLER'in AD'ını, DİN'ini, hatta MEZAR TAŞI'nı değiştirmeye kalktı!.. Okullardaki TÜRKÇE ve DİN dersleri kalktı, TÜRKÇE gazeteler kapatıldı, sokakta bile TÜRKÇE konuşmak yasaklandı.

Tabii TÜRKLER'in büyük kısmı bunu kabullenmediler. Saldırı, dayak, hapis, sürgün, tecavüz, hatta öldürmeler bile bunu sağlıyamadı. (6)

Bu arada SOVYETLER BİRLİĞİ'nde ÇERNENKO öldü, yerine genç biri, MİHAİL GORBAÇOV geçti. GORBAÇOV göreve BATI'yla ilişkileri överek ve silah indirimi istiyerek başladı.

Terör bütün dünyada arttı. İRLANDA'ya gitmekte olan bir uçakta bomba patlaması sonucu 325 yolcu öldü. Sonradan bu olayı gerçekleştiren teröristlerin LİBYA'da saklandığı öne sürüldü ve Libya'ya ambargo kondu. Bir İTALYAN yolcu gemisi kaçırıldı. Teröristler VİYANA ve ROMA havalanlarında saldırılarda bulundu.

TÜRKİYE'de de terör hızla artmaya başladı. 12 Eylül 1980'den 1986 başına kadar 8.183 olay meydana gelmiş, 1014 kişi ölüp, 994 kişinin yaralanmıştı. Bunların çoğu 1984 yılından sonrasına aitti. 1986'dan sonra hemen her yıl bu kadar insan ölüp yaralanmaya başladı.

TÜRKLER'e saldırı görevini BÖLÜCÜ KÜRT örgütlerine devreden ERMENİ ASALA örgütü, 1975-85 yılları arasında TÜRKİYE'ye karşı 300 saldırı gerçekleştirdiğini ilan ederek, geri plana çekildi. bu tarihten sonraki cinayetlerin çoğunu asıl adı ARTİN AGOPYAN olup, ÖCALAN soyadını taşıyan herif üstlendi. ARTİN APO yaptığı ropörtajlarda "ERMENİLER ile bir arada yaşamış olduğunu, onlara yakınlık duyduğunu" itiraf etti.

" Aydın " larımızdan DOĞU PERİNÇEK, YALÇIN KÜÇÜK gidip bu eşkiya ile görüşmeler yaptılar, onun ne kadar " Yumuşak " biri olduğuna halkı inandırmaya çalıştılar. Ama ARTİN APO'nun neden TÜRK'ten fazla KÜRT öldürdüğünü bir türlü izah demediler. (7) Çok şükür ki, Doğu Perinçek sonradan bu tarz Kürt bölücülüğünden ve PKK savunmasından vazgeçti.

1986 yılı da TERÖR yılı oldu. İSVEÇ Başbakanı Olaf PALME bir sinema dönüşü evine giderken öldürüldü. Cinayeti işliyenin PKK mensubu olduğu öne sürüldü. PARİS'te Reneault şirketinin genel müdürü öldürüldü. BERLİN'de Amerikan askerlerinin gittiği bir diskotek bombalandı. AMERİKA LİBYA'yı teröristleri koruduğu bahanesiyle bombaladı. FİLİPİNLER'de ihtilal oldu, diktatör MARCOS kaçmak zorunda kaldı.

SOVYETLER'de ÇERNOBİL nükleer santraline yangın çıktı, etrafa radyasyon yayıldı. (8)

TÜRKİYE'de Kırıkkale MKE cephane fabrikasında patlama oldu. İstanbul'da bir sinagoga saldırı oldu. 22 yahudi vatandaşımız öldürüldü. Özal SOVYETLER BİRLİĞİ'ne gitti ama GORBAÇOV'la görüşemeden döndü. Celal Bayar 103 yaşında öldü. Avustralya'daki olimpiyatlarda 6 madalya kazanan BULGARİSTAN doğumlu NAİM SÜLEYMANOĞLU kaçırılarak TÜRKİYE'ye gelmesi sağlandı.

TRT-2 o yıl yayına başladı. Böylece İLETİŞİM'de bir atılım başladı. Arkasından TELEFON, FAKS, ÇAĞRI CİHAZI gibi cihazların kullanımı hızla arttı. Ancak her yapılan iyi işte mutlaka bir çapanoğlu hilesi oluyordu. Mesela TELEFON sisteminin otomatikleşmesi sağlanıp abone sayısı artırılırken, PTT Genel Müdürü Sermet BİLGE adındaki namussuz, telefon faturası hazırlıyan memurlara "Faturaları şişirin, benim yatırım yapmam lazım" diyebiliyordu!

1987 yılında GORBAÇOV, PERESTROYKA (yeniden yapılanma) ve GLASTNOST (açıklık) politikalarını başlattı. ÇİN'de reform isteyen öğrenciler gösteri yapınca, hükümet değişti. Ancak 90'ına yaklaşan DENG ŞİAO-PİNG'in etkisi sürmeye devam etti.

Margret Thatcher 3. defa başbakan oldu. LÜBNAN'da Başbakan Raşid Kerami öldürüldü. Hâlâ savaşmakta olan İRAN'la IRAK çevreyi de zarara sokmaya başladı. TÜRKİYE ilk defa IRAK'ın kuzeyindeki terörist kamplarını bombaladı. İranlı militanlar HAC sırasında olay çıkarmaya kalkışınca, öldürüldüler.(9) ABD kendi gemilerine saldırıda bulunan İRAN'a ait petrol platformlarını bombaladı.

Aslında İRAN'ın yaptığı çok basitti. Lastik botlara füze taşıyan 3-5 asker bindiriyor, bunları koca gemilerin üzerine gönderiyordu. Biraz daha eğitimli olsalar, ellerindeki füzeler biraz daha güçlü olsa; radara yakalanmıyan bu botlarla AMERİKAN UÇAK GEMİSİ'ni bile batırmaları işten değildi! Nitekim daha sonra Yemen'de bir grup militan bir Amerikan uçak gemisini böyle tahrip etti.

TÜRKİYE, AVRUPA TOPLULUĞU'na girmek için resmen bu yıl başvurdu.(10) Özal bunu sağlamak için gavurların hazırladığı İnsan Hakları Beyannamesi'ni tanıdı, gavur mahkemelerine ferdi başvuru kuralını kabul etti.

Böylece sütü bozuklara " kendi DEVLET'ini yabancılara şikayet etme " hakkı tanınmış oldu!..Adımız kötüye çıkmasın diye her yıl milyarlarca lira tazminat ödemek durumunda kaldık! (11)

6 Eylül'de POLİTİKACI AFFI için REFERANDUM yapıldı. İktidardaki ÖZAL, hem halkın gözünde " Affeden kişi " olarak görünmek istiyor, hem de kendisine rakip olacak DEMİREL, ECEVİT, ERBAKAN gibi politikacıların sahneye çıkmasını istemiyordu. Bunun için son ana kadar açıkça "HAYIR deyin" diye bir mesaj vermedi ama, akla hayale gelmedik cinlikler uyguladı.

Mesela normalde EVET oyları BEYAZ, HAYIR oyları KIRMIZI'dır ya; bizim Özal, "Bunlar TÜRK BAYRAĞI renkleridir, halk şaşırır" diyerek EVET'I MAVİ, HAYIR oyunu KAVUNİÇİ yaptı!..

Arkasından elinde bulunan BELEDİYELER'de temizlik isçilerinin üniformalarını değiştirdi, KAVUNİÇİ yaptı!..Son konuşmasında da "istikrar bozulmasın" gibi sözlerle üstü kapalı olarak HAYIR oyu verilmesini istedi. REFERANDUM sonunda çok az bir farkla eski çirkef politikacılar affedildi, yenilerine katıldı. Tekrar ortaya çıkıp partilerinin başına geçtiler. (12)

Özal'ın bu dönemdeki en büyük hatalarından biri film ve müzik için TELİF kanunu çıkarmasıdır. Böylece bütün yabancı eserlere astronomik bedeller ödemeye başladık. O tarihe kadar "serbest piyasa ekonomisi" kurallarına göre faaliyet gösteren pek çok vidyo kaset şirketi iflas etti. Kasetlere bandrol yapıştırılmaya başladı. Fiyatlar aşırı derece yükseldi. İki parça yapan "pop"çu zengin olurken, kaset firmaları milyonları vurdu. (13)

19 Ekim 1987 günü, Dünya Ekonomi Tarihi'ne KARA PAZARTESİ olarak geçti. KAPİTALİST BATI EKONOMİLERİ için 1929 EKONOMİK BUNALIMI'ndan bu yana yaşanan en kötü gün oldu. Bütün önemli borsalarda bir panik yaşandı. Hisse senetleri çılgınca satışa arzedildi. Tabii fiyatları düştü! New York borsasındaki 30 hisse senedinin ortalamasıdan oluşan DOW-JONES endeksi bir günde 508 puan gerileyerek 1739'a düştü. %22.5'luk bu oran, 1929 yılındaki günlük %12.9 puanlık düşüşten çok yüksek olduğu için, BATI'yı çok korkuttu!

Aynı tarz bir panik Tokyo borsasında da yaşandı. Nikkei endeksi açılışından bir saat sonra 700 puan kaybetti. Hong Kong borsasının bütün hafta kapalı olacağı açıklandı. Londra borsasında Financial Times endeksi de %10 düşüş gösterdi. (14)

Kasım 1987'de erken seçim yapıldı. ÖZAL milletvekillerinin desteğini kaybetmemek için MECLİS'teki sandalya sayısını 450'ye çıkarmıştı. Sanki 300 tane beceriksize maaş ödemek yetmezmiş gibi!.. Bu seçime yasakları kalkmış politikacılar da girdiler. Ancak ECEVİT, ERBAKAN ve TÜRKEŞ barajı aşamadı. ANAP %36 oyla 292, SHP %25 oyla 99, DYP %19 oyla 59 milletvekili çıkardı.

1988 yılı önemli gelişmelerle başladı. BULGARİSTAN'dan sonra YUNANİSTAN da TÜRK ve MÜSLÜMAN azınlığa eziyete başladı. Çıkarılan bir kanunla bütün TÜRK dernekleri kapatıldı... İsimler sür'atle değiştirildi. Karşı koyanlar dövüldü, hatta öldürüldü. Türkler akın akın Türkiye'ye göç etmeye başladılar.

İSRAİL'de ayaklanan FİLİSTİNLİLER'in öldürülmesinin yarattığı tepki üzerine Rabin, "öldürmeyin, dayak atın" talimatı verdi. Bunun üzerine İSRAİL askerleri Araplar'ın kollarını, kemiklerini kırmaya başladılar.

GARBOÇOV, DOĞU AVRUPA ülkeleri üzerindeki kontrolünü azaltmaya başladı... Aynı yıl SOVYETLER içinde etnik karışıklıklar başladı. Önce ERMENİSTAN' daki AZERİLER saldırıya uğradı, öldürüldü, kovuldu. Sonra AZERBEYCAN'da benzer olaylar meydana geldi, ERMENİLER saldırıya uğradı. Bunun üzerine ERMENİLER ayaklanarak KARABAĞ'ın kendilerine verilmesini istediler. (15)

Aralık ayında ERMENİSTAN'da müthiş bir deprem oldu, 100.000 kişi öldü. 500.000 kişi evsiz kaldı. Gerçek bir felaket oldu. Dünyanın dört bir yanından ERMENİLER'e yardım gelmeye başladı... Bir süre sonra bu yardımların önemli bir kısmının, ERMENİLER'i AZERİLER'e karşı silahlandırmak amacına yönelik olduğu görüldü. ERMENİLER bu silah ve mühimmatla saldırıp KARABAĞ'ı ve ERMENİSTAN'la KARABAĞ arasında kalan toprakları işgal ettiler!

Bu arada SOVYETLER AFGANİSTAN'dan çekilmeye başladı. 10 yıllık macera böylece bitmiş oldu... PAKİSTAN Devlet Başkanı Ziya-ül Hak şüpheli bir uçak kazasında öldü. ŞİLİ'de diktatör PİNOŞET halk oylamasında %40 oy aldığı için iktidarı bırakıp Genel Kurmay Başkanlığı'na çekildi... Aslında PİNOŞET'in 15 yıl sonra giderken aldığı oy, devirdiği SALVADOR ALLENDE'nin iktidara gelirken aldığı %36 oydan bile fazlaydı!

AMERİKA'da seçimleri REAGAN'ın yardımcısı GEORGE BUSH kazandı... Fare suratlı, sinsi tabiatlı YASER ARAFAT kendi kendine gelin-güvey olup topladığı "Filistin Parlamentosu"nda FİLİSTİN DEVLETİ'ni ilan etti!.. Böylece dünyada VATAN'ı ve MİLLET'i olmayan ilk DEVLET kurulmuş oldu! (Bilindiği gibi eskiden o bölgede yaşayıp da sağa sola dağılmış olan Araplar, MİLLET değildir, FİLİSTİN HALKI olarak adlandırılır.)

Pakistan'da seçimleri ZİYA-ÜL HAKK'ın idam ettiği BUTTO'nun kızı BENAZİR BUTTO kazandı.

17 Kasım 1988'de SOVYETLER'deki ilk çözülme görüldü. ESTONYA bir "hükümranlık bildirisi" yayınladı! Böylece SLAV olmıyan Sovyet Cumhuriyetleri'nin RUSYA'dan kopacağı anlaşıldı.

ABD, devam etmekte olan İRAN-IRAK savaşında Körfez'e mayın döşeyen İRAN'a misilleme olarak petrol platformlarına saldırdı, bir İRAN yolcu uçağını düşürdü, 286 kişi öldü...

Nihayet 8 Ağustos 1988 günü İRAN ile IRAK arasında ateşkes anlaşması imzalandı ve 1 milyon insanın canına mal olan 8 yıllık savaş sona erdi. SADDAM, savaşın son döneminde VATAN'ına ihanet edip İRAN'la işbirliğine giren KÜRTLER'in üzerine yürüdü. Kısa zamanda KUZEY IRAK'I gene kontrolüne aldı. Bu arada HALEPÇE'de kimyasal silah kullandı, kadın ve çocuklar da öldü... BATILILAR, terörist PKK'nın öldürdüğü kat kat fazla kadın ve çocuğu unutup, HALEPÇE katliamını dillerine doladılar.

SADDAM'dan kaçan KÜRTLER TÜRKİYE'ye sığındı. MEDYA, yanlış olarak bunlara PEŞMERGE adının taktı. Halbuki peşmerge milis anlamına gelir. Bunların çoğu ailesiyle gelmişti. Bunlar en az BULGARİSTAN TÜRKLERİ kadar ilgi ve yakınlık görmelerine rağmen, bize de hainlik etmekten çekinmediler.

2. Boğaz Köprüsü bu yıl açıldı... MASONLAR ile uğraşan ADNAN HOCA " Deli " diye tımarhaneye tıkılmak istendi, olmadı. İki yıl hapse mahkum edildi. Halbuki pek çok tarikat şeyhi, üfürükçü, muskacı serbestçe dini propoganda yapıyor, hatta icra-yı sanat ile dinden para kazanıyordu. Ama onlara dokunan yoktu, çünkü onlar MASONLAR'la uğraşmıyorlardı.

8 yıldır FAİZ'i, KUMAR'ı tırmandırmış olan Özal, gelen şikayetler üzerine oyun salonlarına TÜRK vatandaşlarının alınmasını yasakladı, ama bu kuralın uygulanması, RÜŞVET'i mubah gören Özal zihniyetiyle pek te mümkün olmadı!

Özal, NOBEL Barış Ödülü'ne özenerek, DAVOS'da YUNANİSTAN'la anlaşmaya çalıştı, ama nafile!..AZERBEYCAN'a yardım söz konusu olunca, bizim Özal " AZERİLER Şİİ' dir, bizden çok İRAN'a yakındır," diyerek onları yalnız bıraktı.

1989 yılı başında ABD durup dururken iki LİBYA jetini düşürdü, kendini savunduğunu iddia etti. (16)

İngiltere'de yaşıyan HİNT asıllı sözde müslüman SELMAN RÜŞDİ adlı namussuz, ŞEYTAN AYETLERİ adlı bir kitap yazdı. Bu kitapta PEYGAMBERİMİZ'in eşlerinin adını taşıyan kadınlar genelevde gösteriliyor, daha nice hakaretler ile hem PEYGAMBER, hem KUR'AN karalanıyordu!..

Kitap DÜNYA MÜSLÜMANLARI arasında öyle büyük bir tepki gördü ki, İNGİLTERE bile kitabın satışını durdurduğunu açıklamak zorunda kaldı. İRAN lideri HÜMEYNİ, SELMAN RÜŞDİ için ÖLÜM fermanı verdi. (17)

Bütün bu gelişmelere rağmen, BATI'dan fazla BATICI olan AZİZ NESİN, herhalde MİZAH ilhamı kesildiği için, işi gücü bırakıp bu kitabın TÜRKÇE'ye tercümesi işine kalkıştı!..Pek çok olaylara ve SİVAS'ta 35 kişinin ölmesine sebep oldu. (1995)

18 Haziran 1988 günü Özal, ANAP kongresinde silahlı saldırıya uğradı. Halk arasındaki eğitimli terörist KARTAL DEMİRAĞ kendisini kurtarırken, Özal'ın sözde koruma polisleri silahlarını çekerek rastgele ateşe başladılar. Halk içinden 13 kişiyi vurdular. (18) Özal, başparmağının ucundan son derece hafif olarak yaralandı... ALLAH, bu adamın kurtulmasını istemişti!

Ne var ki, Özal yaklaşan belediye seçimlerde büyük propoganda olacağı düşüncesiyle, bütün kolunu omuzuna kadar sardırttı, askıya aldırttı!... Ama sağ kolu olduğu için, 2 gün sonra sıkılıp hepsini attı.

Aynı yıl, MECLİS içinde dahi kovboy gibi silahlı dolaşan milletvekillerinden İdris Arıkan, Zeki Çelikel ile kavga ederken tabancasını çekti ve araya giren Abdürrezzak Ceylan'ı vurdu, öldürdü... Sanırız bu olay, TOPAL OSMAN'ın Ahmet Şükrü'yü vurmasından sonra ilk olaydı. Ama arkası geldi. Daha sonra 1996 yılında MECLİS'e alınan hanım sekreterleri metres gözüyle görüp kullanan iki milletvekili, kandırılmış bir sekreter tarafından kurşunlandı.

Mart 1989'da yapılan mahalli seçimlerde hindi gibi kabarıp kasılan Özal'ın hezimeti büyük oldu. Oy oranı %22'ye düştü. DYP %26'ya yükselirken, SHP %28 gibi yüksek bir oranı tutturdu... Bu değişikliğin sebebi halkın artık Özal'ın 1985'den beri aynı zırvaları tekrarlamasından bıkması, enflasyonun ve yolsuzlukların gene sür'atle artması, terörün önlenememesi idi!

19 CU BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR



http://www.angelfire.com/rnb/atadiyar/ata36.html

..