Johnson Mektubu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Johnson Mektubu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Eylül 2015 Cumartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI BÖLÜM 29




TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ  12 EYLÜL  ÖNCESİ  VE  SONRASI  
BÖLÜM 29



1 MAYIS  GÖSTERİLERİNDE 33 KİŞİNİN  ÖLÜMÜ..,




27 Aralık: Türk Silahlı Kuvvetleri, Cumhurbaşkanı'na uyarı mektubu verdi. Genelkurmay Başkanı OrgeneralKenan Evren ile kuvvet komutanlarını imzasını taşıyan mektupta ülkedeki iç karışıklıkla ilgili rahatsızlıklar dile getirildi. 

_ ÜLKENİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUMDA GÖZ ÖNÜNE ALINARAK SİYASİ PARTİ LİDERLERİNİN CUMHURBAŞKANI NEZDİNDE BİR ARAYA 
GELİP PARLEMENTER LER TARAFINDAN ÇÖZÜM YOLLARININ ACİLEN BULUNMASI İSTENDİ..,

Mektup 2012 yılında mahkeme tarafından kabul edilen 12 Eylül davası iddianamesin de 'müdahalenin şartlarını olgunlaştırma' kararınının bir yıl önce alındığının delili olarak gösterildi.


KENAN Evren' ve KUVVET KOMUTANLARININ  CUMHURBAŞKANI FAHRİ KORUTÜRKE  SUNDUGU MEKTUP METNİ Mektubunun Orijinali










Mektupta "Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir" ifadelerine yer verildi.

<  Türkiye'yi 12 Eylül'e götüren süreçte kaleme alınan, Evren ve dönemin kuvvet komutanlarının Fahri Korutürk'e yazdığı ' TAVSİYE Mektubu'...

 Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanlarının Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e yazdığı 'uyarı mektubu'nun Köşk arşivlerindeki orijinali TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu'na gönderildi.

Zaman'a göre; Cumhurbaşkanı Korutürk, 27 Aralık 1979'da gönderilen mektubun üzerine el yazısıyla, "Komutanlarla görüştükten sonra harekete 
geçmeyi uygun görüyorum. 1 Ocak'ta Or'larla görüşeceğim." Şeklinde not düşmüş.burada ki çelişki şu  heyet zaten randevulu köşke 27 aralıkta bizzat cıktı ve tavsiye mektubunu verdi.. mektup yeni yılda  görüşecegi kişilerin  siyasi
Parti liderleri ile  görüşecegi şeklinde dir..İsmet  İnönünün Damadı  Metin Toker  mektubun içeriğini 3 Ocak 1980 de hürriyet gazetesinde zaten yayınlamış kamu oyu tavsiye mektubundan bu haber üzerine  haberdar olmuştur..siyasi parti liderleriylede görüşülmüş  meclis 9 ay gibi bir zaman zarfında türkiyenin içinde bulundugu kaos  ortamından cılarılması için hiçbir yasal düzenleme yapmamıştır,


    _ Parti LİDERLERİ HATTA ALAY KONUSU YAPIP ''  MEKTUP BANA DEĞİL SANA  SANA DEGİL ON HATTA  DAHADA İLERİ GİDİP  POSTACI YOLU ŞAŞIRMIŞ ''  DEYİP HİÇBİRİDE SİYASİ SORUMLULUK VE DE  TEDBİRLERİ ALMAMIŞTIR..  ( SIKIYÖNETİMİN DEVAMINA KARAR VERİLMİŞ  AMA ÜLKEDE DE KAOS  ORTAMI DAHADA VAHİM DEVAM ETMİŞTİR..)

Türkiye'yi 12 Eylül'e götüren süreçte kaleme alınan mektupta, "Kuvvet komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde Ordu ve Kolordu Komutam seviyesindeki general ve amirallerle görüşmelerimde milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde süratle bir sonuca ulaşabilmek için gerekli tedbirlerin müştereken tespiti amacı ile tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere daha uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi." ifadeleri dikkat çekiyordu. Tarihi mektupta Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'un imzaları bulunuyor.

Mektup üzerinde Korutürk'ün el yazısıyla aldığı notlar da dikkat çekiyor. Kenan Evren'in Korutürk'e hitaben yazdığı 'Sayın Cumhurbaşkanım' ifadesi de el yazısıyla kaleme alınmış. TSK'nın ülkedeki anarşi ortamıyla ilgili görüşlerinin yer aldığı mektubun önsözünde şu cümleler yer alıyor:

"Sayın Cumhurbaşkanım, ülkemizin içinde bulunduğu ortamda Devletimizin bekası, milli birliğin sağlanması, halkın mal ve can güvenliğinin temini için; anarşi, terör ve bölücülüğe karşı parlamenter demokratik rejim içerisinde anayasal kuruluşların ve özellikle siyasi partilerin, Atatürkçü milli bir görüşle müştereken tedbirler ve çareler aramaları kaçınılmaz bir zorunluk olarak görülmektedir. Milli Güvenlik Kurulu'nun muhtelif toplantılarında bu konuda alınan kararların muhalefete mensup siyasi partilerin kısır tutum ve davranışları yüzünden olumlu sonuçlara götürülemediği yüksek malumlarıdır.

Kuvvet Komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde Ordu ve Kolordu Komuta seviyesindeki general ve amirallerle görüşmelerimde milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde süratle bir sonuca ulaşabilmek için gerekli tedbirlerin müştereken tespiti amacı ile tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere daha uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi. Bu karar ışığında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüşlerini, Milli Güvenlik Kurulu Başkanı olarak zatıalilerine sunuyorum. Gereğini yüksek takdirlerine arz ederim. Saygılarımla. Kenan Evren - Orgeneral - Genelkurmay Başkanı." Korutürk, mektubu aldıktan sonra 1 Ocak 1980'de, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı'yla Köşk'te görüşmüştü.

>

http://www.aktifhaber.com/evrenin-darbe-mektubunun-orijinali-644782h.htm



Metin Toker & CÜNEYT ARCAYÜREK HÜRRİYET GAZETESİ TAVSİYE  Mektubun içeriğini  HÜRRİYET GAZETESİ BASIN YOLUYLA KAMUOYUNA DUYURDU..,


Cüneyt Arcayürek hayatını kaybetti; işte cumhuriyet tarihini de özetleyen hayatı
Arcayürek, 'Johnson mektubu', 'Ordu uyarı mektubu verdi' haberleri ve kitaplarıyla basında iz bıraktı...


23 Haziran 2015 14:46


Türkiye basınının en kıdemli isimlerinden Cumhuriyet gazetesi yazarı ve gazetenin sahibi konumundaki Cumhuriyet Vakfı'nın Yönetim Kurulu üyesi Cüneyt Arcayürek, 87 yaşında hayatını kaybetti. Bazı yaklaşımları tartışılsa da, "Johnson mektubu" ve 12 Eylül 1980 darbesini aylar öncesinden haber veren "Ordu uyarı mektubu verdi" gibi haberleri ve kitaplarıyla Türkiye basın tarihine geçen Arcayürek, Ankara gazeteciliğinin sembol isimleri arasındaydı.

Çoklu organ yetmezliği nedeniyle 13 Mayıs 2015 tarihinden bu yana yoğun bakımda olan Arcayürek'in bugün (23 Haziran 2015) saat 14:30'da vücut fonksiyonlarının bozulması ve çoklu organ yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdiği açıklandı. Arcayürek, perşembe günü Gölbaşı'ında toprağa verilecek. 

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Arcürek'in vefatının ardından başsağlığı mesajı yayımladı. TGC'den yapılan açıklamaya göre, Arcayürek’in cenazesi 25 Haziran 2015 Perşembe günü öğle namazının ardından Ankara Maltepe Camisi’nden alınarak Gölbaşı Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

Cüneyt Arcayürek, 6 Mart 1928 tarihinde İstanbul'dan deniz yoluyla İnebolu'ya, oradan da kağnılarla Anadolu'ya geçerek Milli Mücadele'ye katılan genç öğretmen çift İzzet Bey ile Mesrure Hanım'ın, Nezih ve Dündar Arcayürek'ten (ö. 1993) sonra üçüncü çocuğu olarak Ankara’da dünyaya geldi. Arcayürek ailesi, savaş yıllarında Nezih'i kaybetti.

Cüneyt Arcayürek Ankara'nın tarihi semtlerinden Samanpazarı’nda, Koç ailesinin çocuklarının da okuduğu “Bizim Mektep” adlı özel ilkoukulu bitirdikten sonra Cebeci Orta Okulu'nda okudu. Babasını erken yaşta kaybetti. Paylaştığı anılar arasında, annesi Mesrure Hanım'ın öğretmenlik yaptığı Ankara Kız Lisesi ekibini kabullerinde iki kez gördüğü Atatürk'ün kendisini sevmesi ve elini öptürmesi de vardı.

Tıp eğitimden gazeteciliğe...

Ardından, Türk şiirinde Garip akımının öncüleri Orhan Veli Kanık ve Melih Cevdet Anday ile Prof. Erdal İnönü'nün de öğrencileri arasında bulunduğu, Ankara'da açılan (1932) üçüncü lise olan Gazi Lisesi'ne girdi ve 1944 yılında mezun oldu. Liseden sonra Ankara Tıp Fakültesi'ndeki tıp eğitimi kapsamında Almanya'ya da gitti. Ancak tıp eğitimini tamamlamayarak, arkadaşı Çetin Altan’ın önerisi ile gazeteciliğe geçiş yaptı.

Tek parti döneminde Cumhuriyet Halk Partisi'nin yayın organı olan ve bir dönem eski başbakanlardan Bülent Ecevit'in de çalıştığı Ulus gazetesinde 1947 yılında gazeteciliğe başladı. Sırasıyla Ankara Akşam haberleri, Kudret, Vatan, 1954 yılında tekrar Ulus gazetesi, Anka Haber Ajansı, Akis dergisi, Hürriyet, Güneş, Milliyet gazetelerinde çalıştı. Milliyet'te ve Atatürk'ten sonra İkinci Cumhurbaşkanı ve CHP'nin ikinci Genel Başkanı İsmet İnönü'nün damadı da olan gazeteci Metin Toker'in yayımladığı Akis dergisinde hem yazarlık, hem de genel yayın müdürlüğü yaptı. Akis dergisindeki bir yazısı nedeniyle cezaevine girdi.

Okay Gönensin, Cüneyt Arcayürek, Hasan Cemal, Yalçın Doğan, Oktay Akbal, Sami Karaören, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, İlhan Selçuk, Yalçın Bayer (Soldan sağa. Kumkapı'da Balıkçı Fırat'ın yerinde. 6 Şubat 1987)
Okay Gönensin, Cüneyt Arcayürek, Hasan Cemal, Yalçın Doğan, Oktay Akbal, Sami Karaören, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, İlhan Selçuk, Yalçın Bayer (Soldan sağa. Kumkapı'da Balıkçı Fırat'ın yerinde. 6 Şubat 1987)"Bir garip gazete" dediği Milliyet'ten kısa bir süre sonra ayrılan Arcayürek 1985 yılında, Hasan Cemal'in Genel Yayın Yönetmenliği sırasında Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladı. Hasan Cemal ile İlhan Selçuk-Uğur Mumcu ekibi arasında gazetenin sahibi Nadir Nadi'nin ölümünün ardından 1991 yılında yayın politikası konusunda çıkan anlaşmazlık sırasında Cumhuriyet'ten ayrılarak bir süre o dönemin Bugün gazetesinde yazdı. Nisan 1992'de İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu ekibiyle birlikte döndüğü Cumhuriyet gazetesinde "Güncel" başlıklı sütunundaki yazılarını hayata veda edene kadar sürdürdü. Bir dönem Tuncay Özkan'la birlikte Kanaltürk'te "Politika Durağı" adlı programı yaptı.

Geçen çarşamba günü toprağa verilen Hürriyet gazetesinin eski sahibi Erol Simavi ile 22 yıl çalıştığı ve gazetenin Ankara Temsilciliği'ni de üstlendiği yıllarda yakın dostluk kuran Arcayürek, Simavi ailesine ait Göcek'teki Domuz Adası'nda aile dışında evi bulunan istsinai bir isim olarak da biliniyordu.

Johnson mektubu ve  Kıbrıs savaşındaki ilk gazeteci


ABD Başkan Yardımcısı Lyndon Johnson ve Süleyman Demirel, 28 Ağustos 1962).




Askerliğini 1950 yılında Ankara’da yedek subay olarak yapan Arcayürek, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson tarafından Türkiye Başbakanı İsmet İnönü'ye 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen ve “Johnson mektubu” diye anılan mektubu ortaya çıkararak büyük bir şöhret kazandı. Türkiye'nin Kıbrıs’a müdahalesini önlemek amacıyla ve kaba bir üslupla yazılmış olan mektubu; iki yıl boyunca gizli tutulduktan sonra ele geçiren Arcayürek, mektubun tam metnini 13 Ocak 1966'da Hürriyet'te yayımlandı. Hürriyet gizli tutulan mektubu yayınlayınca, 15 Ocak 1966'da dönemin iktidarı, İnönü'nün verdiği yanıtı da açıklamak zorunda kaldı. Arcayürek, bu olay üzerine hakkında çeşitli soruşturmalar ve davalar açılırken "Yılın Gazetecisi" seçildi.

Arcayürek, 1974 yılında Türkiye'nin Kıbrıs'a yaptğı askeri harekât sırasında, askeri bir gemiye binerek Kıbrıs'a giren ilk gazeteci oldu. Çektiği 40 kaset fotoğraf dünyaya servis edildi.

Darbeyi haber veren uyarı mektubu

Arcayürek'in gazetecilik kariyerinde iz bırakan diğer haber, 12 Eylül 1980 darbesini yaklaşık dokuz ay öncesinden haber veren "uyarı mektubu" oldu.

27 Aralık 1979 tarihinde dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, kendisinin ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'un imzalarını taşıyan; “ülkede yaşanan siyasi ve sosyal çalkantılar karşısında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüşünü” içeren uyarı mektubunu, bir ön yazı ile Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e sundu. Mektupta, TSK'nın “cumhuriyeti kollama ve koruma görevi”ne işaret edilerek darbe uyarısı yapıldı.

Ancak kamuoyu, muhtırayı 2 Ocak 1980 tarihinde Hürriyet gazetesinde Cüneyt Arcayürek'in haberiyle öğrendi. Daha sonra anlaşıldı ki, Korutürk, 1 Ocak 1980 gününe kadar altı gün boyunca muhtırayı saklamış, kimseyi haberdar etmemişti. Korütürk bu tutumunun gerekçesini yakın çevresine “Yılbaşı öncesinde halkın tadını kaçırmamak” diye açıklamıştı.

Cumhurbaşkanı Korutürk, 1 Ocak 1980 tarihinde Genelkurmay Başkanı Evren, kuvvet komutanları ile Jandarma Genel Komutanı'nı Çankaya Köşkü'ne davet etti. Kendisi de emekli bir oramiral olan Korütürk, Cumhurbaşkanlığı süresinin dolacağı Nisan 1980'e kadar askeri müdahale yapılmamasını istedi.

Muhtıra haberinin “Ordu uyarı mektubu verdi” başlığıyla Hürriyet'te ortaya çıkması üzerine Korütürk, 2 Ocak 1980'de dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'i birlikte Köşk'e davet ederek altı gün boyunca elinde sakladığı “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görüşü” başlıklı muhtıranın birer kopyasını verdi.

Korutürk, aynı gün o zaman iki kanatlı olan TBMM'de Millet Meclisi Başkanı Cahit Karakaş ile Cumhuriyet Senatosu Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil, Cumhuriyet Senatosu Milli Birlik Grubu Başkanı Fahri Özdilek, Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Grubu Başkanı Zeyyat Baykara ile Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Cumhuriyetçi Güven Partisi Genel Başkanı Turhan Feyzioğlu ve Demokratik Parti Genel Başkan Vekili Faruk Sükan'a da mektubun birer örneğini gönderdi.

Kenan Evren'in ön yazısı ve muhtıra metni

Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in, 27 Aralık 1979 tarihli uyarı mektubunun ön yazısı ile “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Görüşü” başlıklı uyarı mektubu aynen şöyleydi:

"Sayın Cumhurbaşkanım,

Ülkemizin içinde bulunduğu ortamda Devletimizin bekası, milli birliğin sağlanması, halkın mal ve can güvenliğinin temini için; anarşi, terör ve bölücülüğe karşı parlamenter demokratik rejim içerisinde anayasal kuruluşların ve özellikle siyasi partilerin, Atatürkçü milli bir görüşle müştereken tedbirler ve çareler aramaları kaçınılmaz bir zorunluk olarak görülmektedir.

Milli Güvenlik Kurulunun muhtelif toplantılarında bu konuda alınan kararların muhalefete mensup siyasi partilerin kısır tutum ve davranışları yüzünden olumlu sonuçlara götürülemediği yüksek malumlarıdır.

Kuvvet Komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde Ordu ve Kolordu Komutam seviyesindeki general ve amirallerle görüşmelerimde milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde süratle bir sonuca ulaşabilmek için gerekli tedbirlerin müştereken tespiti amacı ile tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere daha uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi.

Bu karar ışığında Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşlerini, Milli Güvenlik Kurulu Başkanı olarak zatıâlilerine sunuyorum.

Gereğini yüksek takdirlerine arz ederim.

Saygılarımla. "

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Görüşü,

Ülkemizin içinde bulunduğu son derece önemli siyasi, ekonomik ve sosyal ortamda her geçen gün hızını biraz daha artıran anarşi, terör ve bölücülüğe karşı milli birlik ve beraberliğin sağlanabilmesi için; Türk Silahlı Kuvvetleri, ülke yönetiminde etkili ve sorumlu anayasal kuruluşları ve özellikle siyasi partileri göreve davet etmek mecburiyetinde kalmıştır.

Kahramanmaraş olaylarının yıldönümünde henüz ilk ve orta-öğretim çağındaki evlatlarımızın örgütlü eylemciler tarafından zorla sürüklendikleri anarşik olaylar ibretle müşahade edilmektedir.

Anayasamızın getirdiği geniş hürriyetleri kötüye kullanarak İstiklal Marşımız yerine komünist enternasyonali söyleyenlere, şeriat düzeni davetçilerine, demokratik rejim yerine her türlü faşizmi getirmek isteyenlere, anarşiye, yıkıcılığa ve bölücülüğe milletimizin tahammülü kalmamıştır.

İktidar olan siyasi partilerin bütün devlet kademelerini kendi siyasi görüşleri doğrultusunda hareket edecek kişilerle doldurması, kamu görevlilerinin ve vatandaşların bölünmesini zorunlu hale getirmektedir. Siyasi partilerce yaratılan bu bölünme giderek anarşi ve bölücülüğü destekleyen iç kaynakların şekillenmesine, himayesine; polis, öğretmen ve diğer birçok kuruluşların birbirine düşman kamplara ayrılmalarına neden olmaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri; ülkemizin siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarına bir çözüm getiremeyen, anarşi ve bölücülüğün ülke bütünlüğünü tehdit eden boyutlara varmasını önleyemeyen, bölücü ve yıkıcı guruplara tavizler veren ve kısır siyasi çekişmeler nedeni ile uzlaşmaz tutumlarım sürdüren siyasi partileri uyarmaya karar vermiştir.

Bölgemizdeki gelişmeler Ortadoğu'da her an sıcak bir çatışmaya dönüşebilecek durumdadır. İçte anarşist ve bölücüler yurt sathında genel bir ayaklanmanın provalarını yapmaktadırlar.

Ülkede birlik ve beraberliğin, vatandaşın can ve mal güvenliğinin süratle sağlanabilmesi için gerekli kısa ve uzun vadeli tedbirlerin Yüce Meclislerimizde en kısa zamanda kararlaştırılması bugünkü ortam içinde hayati bir önem taşımaktadır.

Diğer yandan Meclislerin açılışından bir buçuk ay sonra komisyonların ancak teşkil edilebilmesi ve ülkenin acilen çözüm bekleyen konuların müzakere için bugüne kadar müşterek bir gündemin saptanamaması üzüntü ile izlenmektedir.

Atatürk milliyetçiliğinden alınan ilham ve hızla vatandaşlarımızı kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde milli şuur ve ülküler etrafında toplamanın; iç barış ve huzurun sağlanmasında temel unsur olduğu apaçık bir gerçektir. Ülkenin içinde bulunduğu bu durumdan bir an evvel kurtulması hükümetler kadar diğer siyasi partilerimizin de görevleri arasındadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri; İç Hizmet Yasası ile kendisine verilen görev ve sorumluluğun idraki içinde ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce milli menfaatlerimizi ön plana alarak, Anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi Devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir.

'Bir habere el atarsam mutlaka sonunu bulurum'

Arcayürek, hayatından kesitleri paylaştığı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nde "Ordu uyarı mektubu verdi" haberinin hikâyesini şöyle anlatmıştı:

“Bir gün eve geldim, Esin İstanbul’da, radyoda 19 bültenini dinliyorum, aralarda bir haber geçti. ‘Kuvvet Komutanları Çankaya Köşkü'nde’ falan diye. Bugün görüşme günü değil! İçime kurt düştü. Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülend Ulusu’yu aradım ve doğrudan sordum, ‘yazılı mı verdiniz sözlü mü’ diye, ‘yazılı’ dedi. İçinde şu var mı, bu var mı diyerek metni toparladım. Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin Paşa'yı da tanıyorum, onu da aradım, oradan da doğrulatınca haberi yazdırdım. Gazeteden aradılar bir süre sonra, ‘Ağabey ne başlık verelim?’ diye, ‘Ordu uyarı mektubu verdi’ deyin dedim…

Bir habere el atarsam mutlaka sonunu bulurum. Sabaha kadar uğraşır, bulurum. Rahmetli Mustafa Ekmekçi ile Basın Sitesi'nde karşılıklı bloklarda oturuyorduk, ’Gece senin çalışma odanın ışığını görünce uykum kaçıyor, yine ne yapıyor diye merak ediyorum’ derdi.”

Demirel'le Köşk yılları...

Arcayürek'in gazetecilik serüveni, Türkiye siyasetinde iz bırakan isimlerden 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile uzun yıllar boyunca yakın bir ilişkiyi de içeriyor.

Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Nazmiye Demirel, Başbakan Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren (soldan sağa)





Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Nazmiye Demirel, Başbakan Süleyman Demirel, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren (soldan sağa).

Arcayürek, 28 Kasım 1964 tarihinde yapılan Adalet Partisi kongresinde Sadettin Bilgiç karşısında (diğer adaylaylar Tekin Arıburun ve Ali Fuat Başgil) kimsenin şans tanımadığı Demirel'in genel başkanlığa seçileceğini, kongreden çıkan sayısal sonuca paralel olarak tahmin eden tek isim oldu.

Demirel, Turgut Özal'ın 17 Nisan 1993'teki ani ölümü üzerine 9. Cumhurbaşkanı olarak Köşk'e çıkınca Arcayürek'e Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı görevini teklif etti.

Bir süreliğine bu görevi kabul ederek, daha sonra tekrar döneceği Cumhuriyet gazetesinin Ankara Temsilciliği'nden ayrılan Arcayürek, Köşk'teki tanıklıklarını anlatan ve "Etekli Demokrasi" cildiyle Tansu Çiller dönemini de içeren kitap dizisi nedeniyle Demirel'den tepki gördü.

http://t24.com.tr/haber/cuneyt-arcayurek-oldu-iste-cumhuriyet-tarihini-de-ozetleyen-hayati,299408


ÇANKAYA 11 CUMHURBAŞKANI 11 ÖYKÜSÜ..,

‘Faruk Gürler’in Cumhurbaşkanı seçilmemesi gerekir’
Kulislerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Gürler’in Sunay’dan sonra cumhurbaşkanı olacağı konuşuluyordu
Şubat ayının son günleri, bir geceydi. Sokak sessiz ve kimsesiz. AP liderinin evinde çalışma odası. Uzun süredir görüşmediğim AP lideri Demirel’le söyleşiye başlarken, acaba Demirel de Aristo mantığına sığınarak “hükümetlerin alın yazısını tayin edenler daima silah taşıyanlardır” diye düşünüyor mu diye bir soru vardı kafamda.
Zira yavaş yavaş tırmanan, artık önümüze ateşten bir top gibi geliveren Cumhurbaşkanı seçimi pek çok olaya gebe görünüyordu.
Askerlerin “kendilerinden birini” Çankaya’da görmek istedikleri, hatta bu isteklerini partilere, üstelik parlamentoda çoğunlukta olan AP’ye ve Ecevit gibi demokrasiye bağımlı bir lidere şu ve bu biçimde kabul ettireceklerine yüzde yüze yakın şans tanıyanlar çoklukta idi.
Bu bölümde de Demirel adından neden sık sık söz edildiğini merak edenler veya sorgulayanlar olabilir.
AP ve lideri 12 Mart süreci boyunca, cumhurbaşkanı seçimi sırasında ön plandaydı; askerler de sürekli dayattıkları reformların ve kurulacak hükümete buyurdukları konuların AP’nin katkısı olmadan gerçekleşmeyeceğinin bilincinde idiler.
Çünkü AP parlamentoda çoğunlukta idi ve tek söz sahibi lider Demirel’di...
Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili gelişmeleri öğrenebilmek ancak çoğunlukta olan AP’yi izlemekle olanaklıydı.
Üstelik askerler de biliyor ve hesapların ona göre yapıyorlardı: Parlamentoda “kendilerinden birinin” seçilmesi ancak AP oylarıyla olanaklıydı.
AP’yi günübirlik izlemek hem her açıdan önemliydi hem de haberin kaynağı lider Demirel’di.
Kulislerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler’in Sunay’dan sonra cumhurbaşkanı olacağı yaygındı.
Demirel’e; “Faruk Gürler diyorlar?” dedim. Ayağa kalktı. Önümde durdu, “Seçilemeyecek” dedi.
Kulis hesaplarını altüst eden bu sözü üzerine şaşırıp kaldığımı görünce bu kez, “Seçilmemesi gerekir” dedi.
Ve nedenlerini açıklamaya koyuldu.
“Çünkü” diyordu. “AP Meclis grubu, milletvekilleri ve senatörleriyle ona oy vermeyecek. Her siyasal darboğazda, her siyasal dönemeçte bilinçle davrandıkları gibi davranacaklar ve tarihsel görevlerini yerine getireceklerdir. Buna bütün kalbimle inanıyorum.”
Odada bir aşağı bir yukarı geziyor, arada duruyor, kimi açıklamalar yapıyor.
Bu sözlerinin “bir kararlılığın” ifadesi olduğunu söylüyor. “Eğer Gürler’i seçersek halkın karşısına onun temsilcileri olarak nasıl gideceğiz? Sen oyunu bana ver, zor karşısında ben bu yetkiyi başkasına devredeyim mi diyeceğiz?”
Ayağını yere vurdu: “Yok öyle bir şey!”
Aksi halde insanlara milli iradenin erdemini anlatamayacaklarını söylüyordu.
İyi ama 150’ye yakın AP’li parlamenterin oy vereceklerini Gürler’e bir mektupla bildirdiklerinden söz ediliyordu.
Yaptığı hesaplara göre TBMM’de toplam 317 olan AP’liden 30’u Gürler’e oy verebilirdi ama.. hiçbiri millet iradesine dayanan bu partide kalamazlardı.”


‘ORDU KARARLARINI BAŞBAKAN TEBLİĞ EDİYOR’

Oysa uyumuştuk.Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili ordu kararları iki ay önce, 23 Ocak 1973 Salı günü, Başbakan Ferit Melen tarafından AP liderine bildirilmiş, bana göre tebliğ edilmişti.
Melen konuşmaya “ordu üst kademelerinin kararlarını anlatmaya çalışacağını” söyleyerek başladı ve ordunun isteklerini özetledi:
“Ordu komuta heyeti (12 Mart cuntası) 13 Mart’ta yapılacak cumhurbaşkanı seçimini müzakere etti. Devletin başıyla ilgili bu sorunda ordunun dileği ve eğilimi şudur: Sayın Sunay’ın görev süresi üç yıl daha uzatılacak. Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler görevinde üç yıl daha kalacak. Orduya gereken çekidüzeni verecek.”

Demirel, Melen’in (ordu komuta heyetinin) beklemediği bir çıkış yaptı:
“Söylediklerinizin gerçekleşmesi olanaksızdır” dedi.

Ona göre parlamentonun hür iradesini hiçe saymaktı. AP liderine göre bu kararların içeriğinde Faruk Gürler’in adı gizliydi. Bu kararlar Gürler’in adaylığı ve seçimiyle ilgili ön hazırlıklardı.

Sunay’ın görev süresinin uzatılamayacağı anlaşılınca komuta heyeti cumhurbaşkanı seçimine doğrudan müdahale edeceğini açığa vurdu.
21 Şubat 1973 günü devlet radyosu 13.00 haberlerinde bir “ordu bildirisi” yayımladı:
Bildiri “komutanların kimi siyasal liderlerle ülke sorunlarını görüştüğünü, AP liderinin ‘kendine özgü nedenlerle’ bu görüşmeye katılmadığını” açıklıyordu.
Lakin siyasal kulisler; ülkede huzur, reformların geleceği gibi konuların elbette konuşulduğuna.. ancak komutanların bu görüşmelerde dolaylı biçimde isim vermeden Faruk Gürler’in adaylığını ve seçilmesini gündeme getirdiklerine inanıyordu...
Haklıydılar. Çünkü komutanlar (komuta heyeti adına konuşan Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Turgut Sunalp portreyi çiziyor) ordunun yeni cumhurbaşkanında bulunmasını istediği nitelikleri sıralamıştı: “Tarafsız bir kişi. Partisiz. 27 Mayıs’a ve 12 Mart’a karşı çıkmamış bir insan. Özgeçmişinde kötü notlar bulunmayan, adı herhangi bir yolsuzluğa karışmamış, ordunun başkomutanlığını üstleneceğine göre Türk Silahlı Kuvvetleri’nin dilinden anlayan, sorunları yakından bilen, enerjik yapıya sahip bir kişi.” Görüşmelerde Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur da bulunmuştu.

‘İSİM SÖYLEMİYORLAR AMA…’

Komutanlarla görüştükten sonra evinde yakın çalışma arkadaşlarıyla bir araya gelen CHP lideri Bülent Ecevit:
“Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinde bir iki önemli izlenim edindim” diye anlatmaya başladı:
“Sunalp Paşa yeni cumhurbaşkanında bulunmasını istedikleri nitelikleri sıralıyor ama bir isim söylemiyor. Fakattt Sunalp Paşa’nın tarif ettiği insan Gürler Paşa olarak biçimleniyor, renkleniyor” dedikten sonra komutanlara açıkladığı görüşünü anlattı:
“Gürler Paşa’nın kişiliğiyle, bilinen yetenekleriyle niteliklerine karşı olmadığımızı söyledim. Ancak Genelkurmay Başkanlığı’ndan Cumhurbaşkanlığı’na giden yolu benimsememizin olanaksızlığını vurguladım.”
AP ve CHP’nin, Genelkurmay Başkanı Gürler’in cumhurbaşkanı seçilmesine karşı oldukları böylece kesinlik kazanıyordu.
Cumhurbaşkanı seçimi giderek karmaşık bir biçimsellik alıyordu.
MGK uzun bir toplantı yaptı. Yayımladığı bildiride Cumhurbaşkanı’nın partilerle temas ederek “soruna” bir çare, bir çözüm bulmasının kararlaştırıldığını açıkladı.
Yorumlar doğruydu: Askerler Sunay aracılığıyla Köşk sorununa çözüm yolu açılacağını sanıyordu.
Parti genel başkanlarıyla görüştü Sunay. Köşk her şeyden söz ediyordu. Fakat “o duyarlı soruna” gelince fazla bilgi almak olanaksızdı. TBMM, yeni cumhurbaşkanını seçerken anayasada yazılı yetkilerini kullanacaktı. Köşk’teki görüşmelerin özünde bu vardı; ayrıca örneğin cumhurbaşkanı parlamento dışından olacak mıydı? Yanıt, hayırdı!
Örneğin Demirel’e göre zaten Çankaya’nın şu ya da bu kişiyi “empoze” etmeye yetkisi yoktu. Ama? Ordunun vardı.


KÖŞK’TEKİ GÖRÜŞMELERİN İÇERİĞİ DIŞARIYA SIZIYOR...

Fakat Köşk’teki görüşmelerin içeriği yavaş yavaş sızmaya başladı. Sunay, parti liderlerinden “ordu adına” bir ricada bulunmuş; Genelkurmay Başkanı Gürler’i cumhurbaşkanı seçivermelerini istemişti!
AP merkezinden alınan sağlıklı bilgilere göre Cumhurbaşkanı; “buhranın sonunu iyi görmediğini” söylemiş, ortalığın ‘vahim ve karışık’ olduğundan söz etmiş, MGK’nin parti liderleriyle görüşmesini istemesi üzerine bu görüşmeleri yapmaya karar vermişti.
Komutanlar Çankaya’ya gelmiş, Sunay’dan görev süresinin uzatılmasını istediklerini söylemişler. Cumhurbaşkanı da komutanlara bir koşulla uzatmayı bütün partilerin kabul etmesi durumunda kabul edebileceği yanıtını vermişti.
Fakat Melen’in yaptığı görüşmelerden sonra Sunay’ın görev süresini uzatma formülü yatmıştı. Bunun üzerine komutanlar Sunay’a tekrar gelmişler ve bu kez:
“Görev sürenizin uzatılması yattığına göre… Faruk Gürler Paşa cumhurbaşkanı olsun” demişlerdi.
Gürler’in cumhurbaşkanlığı resmiyet kazanmıştı.
Sunay bir başka deneme daha yaptı. Komutanlara partiler Gürler’i cumhurbaşkanı seçeceklerini yazıyla taahhüt ederlerse Genelkurmay Başkanı için derhal üzerine düşeni yapacağını söyledi. Aportta Gürler’in aday olacağının resmen ifade edilmesini bekleyen Demirel, “Hayır böyle yazıya imza atamayız” demişti. Diğer partilerin, özellikle CHP’nin de böyle bir girişime destek olacağı söylenemezdi.
Turhan Feyzioğlu’nun Güven Partisi? Olabilir de olmayabilir de! DP lideri Ferruh Bozbeyli gayet açık konuştu. Köşk’te Gürler adının cumhurbaşkanı adayı olarak adının geçtiğini basına açıkladı.
Partilerin Gürler’e karşı tavır almalarının yayılmasından sonra -beklendiği gibi- birtakım senaryolardan söz edilmeye başlandı. Tabii en önemlisi: Gürler’i seçmezse TBMM, Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koyacaktı!
Neden? “Ordu, prestiji ile oynatmazdı.”
Bu arada kontenjan senatörü İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığından söz edildi.
Damadının kimi AKP’lilerle konuyu görüşmüş, fakat Demirel, “Gürler’in cumhurbaşkanlığını millete anlatırız ama İsmet Paşa’yı hayır” diyerek olayı kapatmıştı.
Bir ara Ecvet Güresin’le Yılmaz Çetiner bir cumhurbaşkanı adayı buldular: Eski Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel.
Demirel’le konuştular. AP liderinin söylediklerinden Tansel’i destekleyeceği sanısına kapılıp, Hürriyet’te tam sayfa Tansel’in adaylığını ilan ettiler ve… o sabah AP’den yalanlama geldi. Tansel adı da listeden silindi. Gürler giderek Köşk’e ısınıyor ama seçilmesini sağlayacak partiler giderek Gürler’in cumhurbaşkanlığından uzaklaşıyordu.
O gün Köşk’te dört komutan Sunay’la 3 Mart 1973 günü cumhurbaşkanı seçimini konuşuyordu. Toplantıya katılan Gürler hiç konuşmadı.
O dönemeyeceği bir yola çıkmıştı bir kere. Örneğin o gece Jandarma Astsubay Okulu’ndaki yemekte “Belki asker olarak okulunuzu son ziyaretindir” demişti.
Bu arada hem AP’de hem CHP’de oylama günü parti merkezlerinde bir başka sıkıntı yaşanıyordu.
Her iki partide Gürler’e oy vereceklerin sayısı bir hayli kabarık görünüyordu. Hatta AP’den kimileri Gürler’e oy vereceklerin listesini hazırlayıp vermişlerdi.
5 Mart 1973 günü Faruk Gürler’in emekliliği işleme konuldu.


Enis Akdağ

13 06 2010


Gürler’in çöküşü...

Gürler o gün sonun başlangıcındaydı. Başbakan Melen’le görüştüğümde bana “Hesabı kendileri yaptı ve kararı bizzat kendisi verdi” dedi. Cumhurbaşkanı Sunay da emekliğine ve adaylığına karşıydı.
Fakat Gürler, kendisine verilen, oy verecek milletvekili ve senatörler listesini Sunay’a göstermiş, Cumhurbaşkanı’ndan kontenjandan parlamentoya atanmasını istemiş ve bu isteğini kabul ettirmişti. Hava Kuvvetleri Komutanı Batur gerçekçi idi. Listeye bakmış “Bu isimler sana oy vermez” demişti. Ama Gürler (İkinci Başkan Sunalp de) listeye inanıyordu. Ne var ki ordu içinden Gürler’in adaylığına karşı çıkan sesler duyuluyordu. Örneğin 1. Ordu Komutanı Faik Türün. Asker dayatmasına karşıydı. Parlamentonun hür iradesiyle cumhurbaşkanı seçmesinden yanaydı. 13 Mart’a yakın bir pazar günü Başbakan Melen’e “Ya seçilemezse?” dedim “Bir Genelkurmay Başkanı soyunmuş ve Senato’ya gelmiş. Ordu onurunu çiğnetmez. Seçilecektir” dedi.
Gürler’e oy vermesi için örneğin Demirel telefon tehditleri alıyordu.

Herhalde Ecevit de. Şöyle yaparız, böyle yaparız!

Gürler’in sivilleri giydiği, Genelkurmay Başkanlığı’na Kara Kuvvetleri Komutanı Semih Sancar’ın, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na Eşref Akıncı’nın atandığı gün…
CHP lideri Ecevit uyarı niteliğinde bir açıklama yaptı. “…İş işten geçmedi ise…Parlamento iradesinin nasıl belirleneceğine teşhis konulmadan sakıncalı olabilecek girişimler durmalıdır” diyordu. Bu arada Ecvet Güresin’le Yılmaz Çetiner, Gürler’den özel bir demeç aldılar. Hürriyet’e geçmeden okudum demeci; bir AP adayı yazsa ancak bu kadar AP’li görüşler, düşünceler öne sürebilirdi.
Gürler artık bir politikacı idi. Gazeteci seçilme şansını soruyordu.
Yeni senatör, cumhurbaşkanı adayı; “TBMM’nin muhterem üyeleri isterse seçilirim” diyor ve ekliyordu: “Ya nasip!” Askersel kaynaklardan haber almıştık. Örneğin yeni Kara Kuvvetleri Komutanı Eşref Akıncı (oğlu Hürriyet’te çalışıyordu) Gürler’in seçilmemesi durumunda darbe yapacaklarına ilişkin soruları “Türk ordusu Yeniçeri Ocağı değildir” diye yanıtlamıştı. Gürler seçilmeyebilirdi. Bu bir olasılıktı. Ama Gürler seçilmezse darbe olmayacaktı! Üstelik Hava Kuvvetleri Komutanı Gürler’e desteğini çekmişti.


http://bianet.org/bianet/toplum/146248-1-mayis-1977-neden-ve-nasil-kana-bulandi



30 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



..

8 Mart 2015 Pazar

Johnson Mektubu İnönü'nün Oyunu,





Johnson Mektubu İnönü'nün Oyunu,



Haluk Şahin, Gendaş Yayınları'ndan çıkan kitabı 'Johnson Mektubu'nda ABD Başkanı Johnson ile Başbakan İnönü'nün dostluğunu da anlatıyor.

ABD Başkanı Johnson'ın 1964'te Kıbrıs'a çıkarma yapmaya giden Türk gemilerini geri döndüren ünlü mektubunun ardında İnönü var

TİMUR SOYKAN 


MEKTUP  METNİ; 

(    JOHNSON MEKTUBU
Sayın Bay Başbakan,
Türkiye Hükümetinin, Kıbrıs'ın bir kısmının askeri kuvvetle işgal etmek üzere müdahalede bulunmaya karar vermeyi tasarladığı hakkında Büyükelçi Hare vasıtasıyla sizden ve Dışişleri Bakanınızdan aldığım haber beni ciddi surette endişeye sevk etmektedir. En dostane ve açık şekilde belirtmek isterim ki geniş çapta neticeler tevlit edebilecek böyle bir hareketin Türkiye tarafından takip edilmesini, Hükümetinizin bizimle evvelden tam bir istişarede bulunmak hususundaki taahhüdü ile kabili telif addetmiyorum. Büyükelçi Hare, görüşlerimi öğrenmek üzere birkaç saat tehir etmiş olduğunuzu bana bildirdi.
Yıllar boyu Türkiye'yi en sağlam şekilde desteklediğini ispat etmiş olan Amerika gibi bir müttefikin, bu şekilde neticeleri olan tek taraflı bir kararla karşı karşıya bırakılmasının, Hükümetiniz bakımından doğru olduğuna hakikaten inanıp inanmadığınızı sizden sorarım. Binaenaleyh, böyle bir harekete tevessül etmeden önce Birleşik Amerika Devletleri ile tam istişarede bulunmak mesuliyetini kabul etmenizi hassaten rica etmek mecburiyetindeyim.
1960 tarihli Garanti Antlaşması ahkamı gereğince böyle bir müdahalenin caiz olduğu kanaatinde bulunduğunuz intibaındayım. Bununla beraber Türkiye'nin mutasavver müdahalesinin, Garanti Antlaşması tarafından sarahaten men edilen bir hal sureti olan takvimi gerçekleştirme gayesine matuf olacağı yolundaki anlayışımıza dikkatinizi çekmek zorundayım. Ayrıca, söz konusu Antlaşma teminatçı Devletler arasında istişareyi gerektirmektedir.. Birleşik Amerika bu durumda, tek taraflı harekete geçine hakkının henüz kabili telif olmadığı kanaatindedir.
Diğer taraftan, Bay Başbakan, NATO vecibelerine de dikkat nazarınızı celp etmek mecburiyetindeyim. Kıbrıs'a vaki bir Türk müdahalesinin Türk-Yunan kuvvetleri arasında askeri bir çatışmaya müncer olacağı hususunda zihninizde en ufak bir tereddüt olmamalıdır. Dışişleri Bakanı Rusk, Lahey'de yapılan son NATO Bakanlar Konseyi toplantısında, Türkiye ile Yunanistan arasında bir harbin "kelimenin tam manasıyla düşünülemez" olarak telakki edilmesi gerektiğini beyan etmişti. NATO'ya iltihak esası icabı olarak, NATO memleketlerinin birbirleriyle harp etmeyeceklerini kabul etmek demektir. Almanya ve Fransa NATO'da müttefik olmakla yüzyıllık husumet ve düşmanlıklarını gömmüşlerdir; aynı şeyin Yunanistan ve Türkiye'den de beklenmesi gerekir. Ayrıca, Türkiye tarafından Kıbrıs'a yapılacak askeri bir müdahale Sovyetler Birliği'nin meseleye doğrudan doğruya karışmasına yol açabilir. NATO müttefiklerinizin tam rıza ve muvafakatleri olmadan Türkiye'nin girişeceği bir hareket neticesinde ortaya çıkacak bir Sovyet müdahalesine karşı Türkiye'yi müdafaa etmek mükellefiyetleri olup olmadığını müzakere etmek fırsatını bulmamış olduklarını takdir buyuracağınız kanaatindeyim.
Diğer taraftan Bay Başbakan, bir Birleşmiş Milletler üyesi olarak Türkiye'nin vecibeleri dolayısıyla da endişe duymaktayım. Birleşmiş Milletler Ada'da sulhu korumak için kuvvet temin etmiştir. Bu kuvvetlerin vazifesi zor olmuştur, fakat geçen son birkaç hafta zarfında, Ada'daki şiddet hareketlerinin azaltılmasına tedrici bir şekilde muvaffak olmuşlardır. Birleşmiş Milletler Arabulucusu henüz işini bitirmemiştir.. Hiç şüphem yok ki, Birleşmiş Milletler üyelerinin çoğunluğu, Birleşmiş Milletler gayretlerini baltalayacak olan ve bu zor meseleye Birleşmiş Milletler tarafından makbul ve barışçı bir hal tarzı bulunmasına yardım edebilecek herhangi bir ümidi yıkacak olan Türkiye'nin tek taraflı hareketine en sert şekilde tepki gösterecektir.
Aynı zamanda, Bay Başkan, askeri yardım sahasında Türkiye ve Birleşik Devletler arasında mevcut iki taraflı Anlaşma'ya dikkatinizi çekmek isterim. Türkiye ile aramızda mevcut Temmuz 1947 Anlaşmasının 4'üncü maddesi mucibince, askeri yardımın veriliş maksatlarından gayrı gayelerde kullanılması için Hükümetinizin, Birleşik Devletlerin muvafakatini alması icap etmektedir. Hükümetiniz, bu şartı tamamen anlamış bulunduğunu muhtelif vesilelerle Birleşik Devletlere bildirmiştir. Mevcut şartlar tahtında Türkiye'nin Kıbrıs'a yapacağı bir müdahalede Amerika tarafından temin edilmiş olan askeri malzemenin kullanılmasına Birleşik devletlerin muvafakat etmeyeceğini samimiyetimle ifade etmek isterim.
Mutasavver Türk hareketinin fiili neticelerine gelince, böyle bir hareketin Kıbrıs adası üzerinde on binlerce Kıbrıslı Türk'ün katledilmesine yol açabileceği keyfiyetine en dostane bir şekilde dikkatinizi çekmek mecburiyetini hissediyorum. Tarafınızdan böyle bir harekete tevessül edilmesi, infiali mucip olacak ve girişeceğiniz askeri hareketin himaye etmeye çalıştığınız kimselerin pek çoğunun imhasını önlemeye yeter derecede müessir olması imkânsız olacaktır. Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin mevcudiyeti böyle bir faciayı önleyemez.
Sözlerimi pek fazla sert bulabilir ve bizim Kıbrıs meselesinde Türkiye'nin ilgisine karşı bigane olduğumuzu düşünebilirsiniz. Durumun böyle olmadığını size temin ederim. Gerek alenen gerek hususi olarak, Kıbrıs Türklerinin emniyetini sağlamakta ve Kıbrıs meselesinin nihai hal tarzının konuyla doğrudan doğruya ilgili tarafların rızasına dayanması hususu üzerinde ısrar etmekte gayret gösterdik. Amerika Birleşik Devletleri'nin sizin lehinize yeter derecede faaliyet sarf etmediği hissini taşımanız mümkündür.
Fakat herhalde bilirsiniz ki politikamız Atina'da en sert şekilde infiale yol açmış (bizim aleyhimize orada nümayişler yapılmış) ve Amerika Birleşik Devletleri ile Başpiskopos Makarios arasında esaslı bir uzaklaşma husule getirilmiştir. Daha birkaç hafta önce yaptığımız görüşme sırasında Dışişleri Bakanınıza da söylediğim gibi, Türkiye ile olan münasebetlerimize çok büyük değer veriyoruz. Sizi kendisiyle temel ortak menfaatlerimiz olan büyük bir müttefik telakki etmişizdir. Sizin güvenlik ve refahınız Amerika halkı için ciddi bir alaka mevzuu olagelmiş ve bu alakamız en pratik şekillerde ifadesini bulmuştur. Biz ve Siz, komünist dünyasının ihtiraslarına karşı koymak üzere birlikte dövüştük. Bu tesanüt bizim için büyük bir mana ifade etmektedir. Hükümetiniz ve halkınız için de aynı derecede bir mana taşıdığını ümit ederim. Kıbrıs'la ilgili olarak Türk cemaatini tehlikeye maruz bırakacak herhangi bir hal tarzını desteklemeyi düşünmüyoruz. Nihai çözüm yolu bulmaya muvaffak olamadık, zira bunun dünyadaki en girift meselelerden biri olduğu aşikârdır. Fakat Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin menfaatleri konusunda ciddi şekilde alakadar olduğumuz ve alakadar kalacağımız hususunda sizi temin etmek isterim.
Nihayet Bay Başbakan, en ciddi meseleyi, harp mı, sulh mu meselesini vazetmiş bulunuyorsunuz. Bu meseleler Türkiye ve Birleşik Devletler arasındaki iki taraflı münasebetlerin çok ötesinde giden meselelerdir. Bunlar, sadece Türkiye ve Yunanistan arasında bir harbi muhakkak olarak tevlit etmekle kalmayacak, fakat Kıbrıs'a tek taraflı bir müdahalenin doğuracağı, önceden kestirilemeyen neticeler sebebiyle, daha geniş çapta muhasemata yol açabilecektir. Sizin Türkiye Hükümeti'nin Başbakanı olarak mesuliyetiniz var, benim de Birleşik Amerika Başkanı olarak mesuliyetim mevcuttur. Bu sebeple, en dostane şekilde size şunu bildirmek isterim ki, bizimle yeniden ve en geniş ölçüde istişare etmeksizin böyle bir harekete tevessül etmeyeceğinize dair bana teminat vermediğiniz takdirde, meselenin gizli utulması hususunda Büyükelçi Hare'e vaki talebinizi kabul etmeyecek ve NATO Konseyi ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin acilen toplantıya çağrılmasını istemek mecburiyetinde kalacağım.
Bu mesele hakkında sizinle şahsen görüşebilmemizin mümkün olmasını isterdim. Mateessüf, mevcut Anayasa hükümlerimizin icabı dolayısıyla, Birleşik Amerika'dan ayrılamamaktayım.
Teferruatlı müzakereler için siz buraya gelebilirseniz, bunu memnuniyetle karşılarım. Genel barış ve Kıbrıs meselesinin aklıselimle ve sulh yoluyla halli hususunda sizinle benim çok ağır mesuliyet taşımakta olduğumuzu hissediyorum. Bu itibarla aramızda en geniş ve en samimi istişarelerde bulununcaya kadar sizin ve meslektaşlarınızın tasarladığınız kararı geri bırakmanızı rica ederim.
Hürmetlerimle
Lyndon B. Jonhnson

İSTANBUL - Gazeteci-yazar Haluk Şahin, 1987'de yayımladığı 'Gece Gelen Mektup' kitabını, yeni bulgular ve araştırmalarla genişletti. Şahin, 'Johnson Mektubu' isimli yeni kitabıyla, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson'ın imzasını taşıyan ve 1964 yılında Kıbrıs'a çıkarma yapmaya giden Türk gemilerini geri döndüren mektubun gizli kalmış yönlerini aydınlatıyor. 

'Mektup, diplomatik oyun' 

Haluk Şahin, Türkiye-ABD ilişkilerinde dönüm noktası olan tehdit dolu mektubun, dönemin Başbakanı İsmet İnönü'nün 'diplomatik oyunu'nun sonucu olduğu tezini ortaya atıyor.
Tanıklıklara göre, Kıbrıs'a çıkarma yapacak askeri gücün olmadığını düşünen ve iç politikada eleştirilen İnönü, savaş gemilerini Kıbrıs'a gönderirken bir yandan da ABD Büyükelçisi'ne haber verilmesini istiyor. ABD'nin çıkarmaya engel olacağını bilen Başbakan İnönü, Johnson'ın mektubuyla rahatlıyor, iç politikadaki baskıdan kurtuluyor, Kıbrıs'ta Türkleri katleden Rumlara gözdağı veriyor. 

'Aman paşam nasıl olur...' 

"İsmet Paşa, Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin'e diyor ki: 'Çağır Amerikan Büyükelçisi'ni, adaya çıkacağımızı söyle'. Erkin hayretler içinde kalıyor ve 'Aman paşam nasıl haber veririz. Hemen, yapmayın bu haltı, derler, müdahale edip durdururlar' cevabını veriyor. Paşa, 'Sen söyle söyle' diye ısrar ediyor". 1966'da Johnson mektubunu
Hürriyet gazetesinde yayımlayarak olay yaratan Cüneyt Arcayürek, 4 Haziran 1964 günü yaşananları Haluk Şahin'e böyle anlatıyor. 

Türkmen: Nota bekleniyordu 

Şahin, Gendaş Yayınları'ndan çıkan 'Johnson Mektubu' isimli kitabında tarihi mesajı, Amerika, Tür-kiye ve Yunanistan cephesinden tanıkların ifadeleriyle değerlendirirken,
'İsmet Paşa ne yapmaya çalışıyor?' sorusuna da yanıt arıyor.
Kitapta dönemin bazı tanıkları, İnönü'nün Kıbrıs'a çıkarma yapma niyetinde olmadığı konusunda birleşiyor. Johnson'ın mektubu sırasında Washington'daki Türkiye Büyükelçiliği'nde müsteşar olan İlter Türkmen'in açıklamasına kitapta yer veriliyor:
"Biz, Johnson'ın mektubunu tahrik ettik. Hükümet böyle bir notanın gelmesini bekliyordu. İsmet Paşa'nın hakikaten müdahaleye niyeti olsaydı, Amerikan hükümetinin fikrini sormazdı. Amerikan sefirini çağırıyor ve diyorlar ki, 'Biz Kıbrıs'a müdahaleye karar verdik. Sizin bu konuda bir görüşünüz var mı?' Adamlar da müdahaleyi engellemek için ne kadar ağır bir mesaj göndermek gerekiyorsa, o kadar ağır bir mesaj gönderiyorlar." 

'Askeri güç yetersizdi' 

Adının açıklanmaması koşuluyla gazeteci Haluk Şahin'e bilgi veren İsmet İnönü'ye yakın bir diplomat da, mektup olayını şöyle açıklıyor:
"Türkiye, Kıbrıs'a çıkarma yapmaya askeri açıdan hazır değildi. Çıkarma en zor askeri operasyonlardan biridir. İsmet Paşa durumun farkındaydı. Kısacası tüm hazırlıklara ve jestlere rağmen, o zaman Türkiye çıkarma yapmayacaktı. Ancak İnönü, askeri müdahaleyi kullanarak gözdağı vermek de istiyordu. Bu yüzden gemiler, keşif uçakları yola çıktı. Sonra Amerika'nın 'Durun, çıkmayın' demesi sağlandı. O zaman çıkarma yapılmamasının sorumlusu Amerika oldu." 

'Şahinlere karşı koz' 

Şahin, CIA için de araştırmalar yapan Amerikalı tarihçi George S. Harris'in Türk-Amerikan ilişkilerini konu alan bir kitabından da alıntı yapıyor:
"Amerikalıların, güneyde asker topladığını ve gemilere yüklendiğini nasıl olsa öğreneceğini, o zaman Yunanistan'a ve Kıbrıslı Rumlara baskı yaparak gerilemelerini
sağlayacağını umuyordu. Herhalde Washington'ın kendisine 'Sadece barışçı yolları kullanın' türünden bir uyarı göndereceğini bekliyordu ki, böyle bir uyarı ordu içindeki 'şahin'lere karşı kullanabileceği bir koz olacaktı..."
Kitabın 'Yeni bilgilerin ışığında' başlıklı bölümünde ise, gazeteci Cüneyt Arcayürek'in görüşleri yer alıyor: 

'Paşa mektubu kullanıyor' 

"İsmet Paşa'nın böyle yapmasının nedeni basit: Başarılamaz. Adaya neyle gideceksin?
İsmet Paşa uçak gönderme gibi bazı sınırlı hareketlere izin veriyor, o kadar. Derken mektup geliyor, İsmet Paşa rahatlıyor. Öyle anlıyorum ki, İsmet Paşa bunu kullanıyor. Daha sonra onu eleştirenlerden Demirel,
İsmet Paşa'nın yaşadıklarının ne kadar haklı oldu-ğunu yaşayarak gördü. 1967 Kıbrıs bunalımında aynı şeyleri yaşadı." 

'Ülkenin kaderi değişirdi' 

Araştırmasının bir savı kanıtlama iddiası olmadığını yazan Şahin, 25 yıldır aşama aşama ilerleyen çalışmasında, dönemin tanıklarının verdiği bilgilerle şu sonuca ulaşıyor:
"Johnson'ın mektubunu, büyük devlet adamı
İsmet İnönü adeta tahrik etmiş, neredeyse zorla yazdırmış, böylece Türk ordusunun kendisini rizikoya atmasını önlemiştir. Kıbrıs önlerinde alınacak bir askeri yenilgi,
sadece Kıbrıs'ın değil, Türkiye'nin de kaderini değiştirirdi. Yunanlılara, Rumlara yenilerek itibarını kaybetmiş bir ordu, Türkiye'nin atacağı her adımda bir faktör ve ayak bağı olurdu." 

ABD'nin sırtındaki kambur 

Türkiye ile Yunanistan arasında arabuluculuk
yapan Birleşmiş Milletler temsilcisi Dean Acheson'un, "Amerika, Türkiye'nin antlaşmalardan doğan müdahale hakkını önlemekle büyük bir sorumluluk yüklenmiştir" sözlerine yer veren Şahin, mektubun, Türkiye'nin askeri olarak Kıbrıs'a müdahale edecek yeterliliğe ulaştığında, bir avantaja dönüştüğünü anlatıyor:
"Gerçekten de Türkiye, Amerika' nın üstlendiği bu yeni sorumluluktan hem 1967 hem de 1974 bunalımlarında yararlanmasını bilmiştir. Mektup, Amerika'nın sırtında sürekli bir kambur olmuştur. 

Sovyetler keşfedildi 

İkincisi mektup, Türkiye'deki anti-Amerikan hareketlere bir ivme sağladığı gibi, bir çeşit yasallık 'kabul edilebilirlik' kazanmıştır. Johnson'ın yazdığı mektup, NATO'nun ve Türk dış politikasının 'tabu' konular arasından çıkmasında önemli rol oynamıştır. 15 yılı aşkın bir süre Amerika'nın dümen suyundan ayrılmayan Türkiye, artık Sovyetler ve Ortadoğu ülkeleriyle de iyi ilişkiler kurması gerektiğini kavramaya başlamıştır. 

Silahta bağımlılığa son 

Cüneyt Arcayürek de kitapta yayımlanan görüşlerinde, Türkiye'nin Johnson'ın mektubundan çıkardığı başka bir dersi ise şöyle anlatıyor:
"Türkiye kendi hayati çıkarlarını korurken, kullanacağı silahlar konusunda önemli bir ders çıkardı. Ne diyordu ABD Başkanı Johnson'ın mektubu? 'Benim sana verdiğim silahlarla bunu yapamazsın' diyordu. O zaman anlaşıldı ki, silah açısından tek bir devlete
bağımlı olmak iyi bir şey değil. Bu mektuptan
sonra çıkarma gemileri yapılmaya başlandı." 


Mektubun verdiği mesajlar 
Başpiskopos Makarios'un yönettiği Kıbrıs Cumhuriyeti'nde, Yunanistan ile birleşmeyi (Enosis) savunan silahlı Rum grupları, 1964 yılında Türkleri öldürerek etnik temizlik yapıyorlardı. Buna karşı garantör ülkelerden biri olan Türkiye, Londra ve Zürih anlaşmalarına dayanan müdahale hakkının doğduğunu belirterek, harekete geçti. Amerikan Büyükelçisi'ne, Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahale edeceği haberi verildi. Washington'dan 5 Haziran 1964 günü müdahaleyi
engellemeye çalışan mesaj geldi.
Gazeteci-yazar Haluk Şahin kitabında, Ankara'da şok yaratan ABD Başkanı Johnson'ın imzası bulunan mesajı şöyle özetliyor:
1 - Türkiye, müdahale etmek için antlaşmalardaki tüm koşulları yerine getirmemiştir.
2 - Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesi, onu Sovyetler Birliği ile karşı karşıya bırakabilir. Bu durumda NATO ve ABD Türkiye'yi savunmayabilir.
3 - Amerika'nın Türkiye'ye verdiği silahlar, savunma amaçlıdır, Kıbrıs'ta kullanılamaz.
4 - ABD Başkanı Johnson, karşılıklı görüşmeler için Başbakan İsmet İnönü'yü Washington'a davet ediyor.
Bunlardan özellikle ikinci ve üçüncü maddelerin Ankara'da şok yarattığı biliniyor.
Şu soru ilk kez kamuoyunun gündemine geliyor: Türkiye'nin tüm savunmasını ve silahlanmasını NATO ve Amerika sepetine koyması, acaba hata mıdır? Eğer öyleyse ne yapmalı? Johnson'ın mektubunu 'dönüm noktası' yapan işte gündeme getirdiği bu türden sorular.
Türk-Amerikan ilişkilerindeki etkisiyle, Türk dış politikasının sınırlamaları konusunda açtığı yeni perspektiflerle
'Johnson mektubu'nun titreşimleri, bugün de devam ediyor. Diplomasi tarihinde etkileri bu kadar derinlere giden bir ikinci belge bulmak gerçekten zor. 



Yeni bulgular yargıları değiştirdi

Çalışmasını 'tanıklar kitabı' olarak niteleyen Haluk Şahin, mektup olayı tanıklarının anlattıklarını izleyince, 1964'te Türkiye'de oluşan yargıların yanlış
olduğu sonucuna ulaşıyor:
"Bazı yargıların haksız ve yanlış olduğu da ortaya çıkıyor. Bunlardan bir tanesi, o zaman çok yaygın olan Amerika'nın Yunanistan'ı Türkiye'ye tercih ettiği yolundaki tezdir. George Ball ve Papandreu'nun yazdıklarını okuduktan sonra, bu iddiada ısrar edilebileceğini sanmıyorum. Hatta sempati ibresinin Türkiye'ye daha
yakın olduğu anlaşılıyor. İkincisi, Johnson'ın azılı bir Türk düşmanı olduğu yolundaki gene o zaman çok yaygın olan kanı..."
Şahin'in bu sonuca ulaştığı tanıkların kitapta yer alan yorumlarından bazıları şöyle:
Johnson'ın mektubunu yazanlardan Dışişleri Bakan Yardımcısı George Ball: "Başpiskopos (Makarios), gazetelerde gördüğüm resimleriyle
bende saygıdeğer bir din adamı izlenimi bırakmıştı. Oysa şimdi karşımda kaba saba, ilkesiz, 51 yaşında bir adam vardı... Başpiskopos'un temel amacı, Kıbrıslı Rumların
Kıbrıslı Türkleri keyiflerince öldürmesi için Türk müdahalesine set çekmekti.
'Olağanüstü bir insan'
...Şunu belirtmeliyim ki İnönü'ye olan saygım büyüktü. Bir arada bulunduğumuzda, karşılıklı olarak birbirimizden hoşlandığımızı dobra dobra konuşup anlaşabileceğimizi hissediyorduk... Başbakan
İnönü olağanüstü bir insandı."
Dışişleri Bakanı Dean Rusk'un, Şahin'e yazdığı mektuptan:
"O mektubun yazılışında ve gönderilişinde Başkan Johnson ile birlikte çalıştık. Türkiye'de şok etkisi yapmışsa, bunu anlayabiliyoruz, ama eğer iki ülke arasında savaş çıkmasına engel olduysa, aklımızdan geçen tastamam buydu işte..."
Johnson mektubunu yazanlardan Dışişleri Bakan Yardımcısı Joseph Sisco:
"...İnönü çok bilge bir insandı. Onu dinlerken etkilenmemek imkânsızdı. Yazık ki İngilizce iyi bir biyografisi yok."
Johnson'ın 1997'de yayımlanan telefon konuşmalarından: "Kıbrıs'ta durum çok ciddi. Adada Türklerin dört katı kadar Rum bulunuyor. Türkiye de, Yunanistan da bizim dostumuz. Adadaki Rumlar, Türkleri katledip duruyor."

..