Güvenliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Güvenliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Eylül 2017 Cumartesi

Riskler değişirken Türkiye’nin güvenliği


Riskler değişirken Türkiye’nin güvenliği




Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney
BİLGESAM Bşk. Yrd.


Günümüzde devlet aktörüne karşı devlet aktörünün çıktığı normal savaşların yerini artık devlet-devlet/ 
Devlete karşı devlet - dışı aktör/ devlet - dışı aktöre karşı devlet dışı aktör Mücadelesinin içiçe geçtiği asimetrik / Melez savaşlar aldı.



Türkiye'nin güneyinde güvensizliğin şeytan merdiveni yükseliyor. Suriye krizi Ankara için çetin güvenlik sorunları doğurdu: Türkiye kriz esnasında hem rejimden yönelen füze saldırıları ve diğer konvansiyonel silah saldırıları tehdidiyle baş etmek zorunda kaldı; hem de Irak ve Suriye merkez hükümetlerinin yaratmış olduğu otorite boşluğunu dolduran çeşitli terörist grupların asimetrik saldırıyla mücadele etti. Bu güvensizlik sarmalının sürmesi ne yazık ki doğal beklentimiz, çünkü ABD ve Rusya gibi bölge dışı büyük güçler, Irak, Suriye ve Libya gibi ülkelerde süregiden vekâlet savaşlarını kimi zaman parçası da olarak izliyorlar. Üstüne üstük bu güçler, vekâlet savaşları karşısında/içerisinde toprak bütünlüğü bozulan bu ülkelerin artık 100 sene önceki Sykes-Picot düzeniyle yönetilemeyeceğini iddia etmeye başladılar. Çıkarım yapmamız gerekirse, Washington ve Moskova'nın gelecekte oluşturmak istedikleri yeni Ortadoğu, parçalanmış devletler üzerinde yeni küçük devletçikler inşa etmek suretiyle tasarlanıyor. Aslında bu yeni plan, bölge güvenliği için başlıca istikrarsızlık kaynağı olacaktır. Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Kerry'nin Irak devletinin 100 yıl önce atılan temellerinin bugün artık iflas etmiş olduğunu ifade etmesinin hemen ertesinde, fiilen üçe bölünmüş Irak'ta Şii kesimler arası çatışmaların yaşanması bir tesadüf değildir. ABD'nin Irak müdahalesi sonrası çözülmekte olan bir Irak ile çoktan çökmüş bir Suriye var ve de gördüğümüz bu param parça olma hali pusuda bekleyen terörist grupları da harekete geçirdi. Irak- Suriye hattında ortaya çıkan güç boşluğu nedeniyle son senelerde terörist gruplar Türkiye'nin güney sınırına kadar geldiler ve asimetrik savaş taktikleriyle yaşam alanlarını genişletmeye başladılar. Bu çetin varoluş mücadelesi sürerken ve sürecekken farklı aktörlerce hedef olarak Türkiye'nin alınması, Ankara için acil ve sadece bugün değil geleceğe yönelik olarak da tedbir alınması gereken bir güvensizlik sorununu ortaya çıkardı.


CAYDIRICILĞI ARTIRACAK ÖNLEMLER ALINMALI

Türkiye'nin güneyinde işaretleri görünen olası bir istikrarsızlık kuşağı karşısında, bu durumun yaratacağı çeşitli konvansiyonel tehditleri bertaraf edebilmek için Ankara'nın şimdiden kendi caydırıcı planlarını hazırlaması gerekiyor. Caydırıcı olmak önemli, çünkü Türkiye sadece güney sınırlarından kendisine yönelen farklı terörist gruplarının konvansiyonel askeri saldırılarına hedef olmamakta. Ankara'nın ayrıca Suriye gibi bazı Ortadoğu ülkelerinin sahip olduğu balistik füzelerinin menzili kapsamında olduğunu unutmamak gerekir. Kısaca farklı aktörlerden kaynaklı risk ve tehditler üst üste biniyor, güvensizliğin şeytan merdivenini yeni konvansiyonel tehditler üzerinden oluşturuyor. Suriye krizi sırasında NATO caydırıcılık stratejisi kapsamında Ankara'ya yönelik tehditlerin caydırılması için temin edilmiş olan Patriot füze bataryalarının günümüz yeni konvansiyonel tehditleri karşısında yeterli olduğunu iddia etmek bu nedenle hayli zor. Dolayısıyla Ankara mevcut ve hızla değişen muhabere koşullarında daha önceki yazımızda bahsettiğimiz NATO caydırıcılık stratejisindeki açmazlar nedeniyle, ulusal savunma sanayinde yakalamış olduğu başarının getireceği motivasyonu da kullanarak ulusal güvenlik konseptinin bir gerekliliği olarak ortaya çıkan yeni ihtiyaç listesindeki önemli bazı konvansiyonel silahları (silahlı insansız hava muharebe silahları (İHA), balistik füze ve füze savunma sistemi v.b. gibi) geliştirmeye hız vermelidir. Türk Savunma Sanayisi'nde hâlihazırda gerçekleştirilmiş olan oldukça başarılı milli askeri projeler ümitvar olmamız için yeterli bir sebep.


TÜRKİYE'NİN SAVUNMA KAPASİTESİ

Türkiye'nin özellikle sınır güvenliğinin sağlanmasında hem Kilis'te karşılaşılan saldırılarda olduğu gibi Katyuşa roketleri ve benzeri konvansiyonel saldırıları durduracak hem de olası balistik füze tehdidi karşısında Ankara'ya caydırıcılık kuvveti kazandıracak yeni askeri yetenekleri geliştirip üretmesi bugün için bir zorunluluk. Bu tür savunma kabiliyetlerinin geliştirilmesi Ankara'nın müttefiklerine olan bağımlılığını azaltması bakımından da önemli. Bu yolu önermemizin en önemli nedenlerinden biri; İttifak caydırıcılık stratejisinin yaygınlaştırılmış caydırıcılık ayağında yaşanan açık. Suriye kaynaklı balistik füze tehdidi karşısında savunma amaçlı konuşlandırılmış NATO Patriot bataryalarının Ankara'ya yönelik alt seviyedeki konvansiyonel saldırıları durduramamış olması ve Türkiye'nin tüm ısrarlarına rağmen müttefiklerini Suriye'nin kuzeyinde güvenli bir alan oluşturulması konusunda ikna edememiş olması konuyla doğrudan ilintili. Bu açıklar nedeniyle Kilis'e düşen Katyuşa roketlerine karşı Ankara'nın vermiş olduğu cevap bugün için yalnızca Obüs füzeleri ve Çok Namlulu Roketatarlarla sınırlı kalmıştır. Unutulmamalı Suriye'den kaynaklanan ve Ankara'ya yönelik tehditlerle ilgili NATO'nun daha önce yapmış olduğu değerlendirme Rusya'yı kapsamıyordu. Oysa bugün Türkiye'nin güney sınırlarının yanı başında var olan Rus askeri gücü Ankara'nın Suriye'deki DEAŞ varlığına karşı bir hava harekâtını gerçekleştirmesini zorlaştırıyor. Türkiye elindeki mevcut milli İHA'yla DEAŞ varlığını tespit etmesine rağmen bunlara karşılık vermede bir alternatif olan silahlı İHA'ın kullanılması konusunda desteği müttefik güçlerinden beklemek durumunda kalıyor. Bilindiği gibi, İncirlik'te konuşlanan DEAŞ karşıtı koalisyon güçlerinden ABD'nin elinde DEAŞ'a karşı kullanabileceği hem silahlı İHA'sı hem de hava operasyonu düzenleyebilecek ciddi bir hava gücü mevcut. Biraz daha geçmişe dönersek; 2008 yılında Türkiye PKK ile olan mücadelesi için gerekli olan İHA'dan Predator'ları Washington'dan talep etmiş ama bunları bir türlü temin edememişti. Bugün DEAŞ roket saldırıları karşısında da zaman zaman Ankara'yı hayal kırıklığına uğratan durumlar yaşanabiliyor. Sözün özü; DEAŞ'a yönelik askeri mücadeleden çıkarılacak en önemli ders bugünün koşullarında Ankara'nın müttefiklerinden beklediği askeri desteğin verilmesinin her zaman garanti olmayabileceği. Dolayısıyla, Ankara'nın sahip olduğu ve de denemesini başarıyla sonuçlandırdığı İHA'nın silahlı versiyonlarının sayısını arttırıp bunları Hava Kuvvetleri envanterine katması gerçekçi bir tutum olacaktır.

Ayrıca Türkiye'nin çevresindeki ülkelerden kaynaklı balistik füze tehdidinin ülkemizin tamamını kapsamış olduğu gerçeği ile hareket etmeliyiz. Dolayısıyla karşı karşıya kalınan füze tehdidine yönelik önemli bir caydırıcı unsur olacak balistik füze teknolojisi ile balistik füze kapasitesine Ankara'nın en kısa sürede sahip olması elzem görünmekte. Bugün Türkiye'nin Ortadoğu'daki birçok komşusu sahip oldukları karadan- karaya balistik füzeleriyle diğer ülkelere karşı kullanabildikleri ciddi bir asimetrik güç elde etmekteler. Ayrıca günümüz koşullarında karadan-karaya balistik füzeler maliyet-etkin olmaları ve vuruş hassasiyetlerinin 1.6 metreye kadar inmiş olması bakımından bazı riskli askeri operasyonlarda uçaklar yerine tercih ediliyorlar. Türkiye Hava Kuvvetleri envanterine de bu türden füze kabiliyeti eklediğinde, Hava Kuvvetleri bir yandan stratejik derinlemesine taarruz konusunda oldukça güçlenecek. Diğer yandan füze teknolojisi geliştirilmesi sürecinde edinilen deneyimle Ankara'nın bir süredir ihtiyacını duyduğu ve müttefiklerinin rızasına bağlı olarak temin edilen Patriotlar yerine kendi ulusal füze savunma sistemini geliştirmesi imkânın da önü açacaktır.



YENİ GÜVENLİK KONSEPTİ

Kazanılacak deneyimden bahsetmişken Türkiye'nin füze savunma sistemi meselesinde uluslararası ihaleyi sonlandırdıktan sonra füze yapım meselesini alanında uzmanlaşmış ASELSAN ve ROKETSAN gibi yerli firmalara devretmiş olmasının ne kadar mantıklı bir davranış olduğunun altını çizelim. Keza -Hisar A ve Hisar 0 gibi havadan fırlatılan füzeleriyle birlikte uzun menzilli at-unut kabiliyeti olan SOM füzesini geliştirmiş olması da gelecek on yıllarda geliştirmemiz gereken imkânlar konusunda umutlu ve cesaretli olmamıza neden oluyor. Ki Türkiye'nin füze konusundaki bazı teknik zorlukları aşması için önünde belli bir süre (yaklaşık beş-on yıl gibi bir zaman aralığı) var. Ancak, Türkiye'de havadan-karaya atılan füze üretme konusunda bugün gelinen noktada yakalanan ivme, Ankara'nın karadan- karaya balistik füze meselesinde de ön almasında kuşkusuz itici bir güç olacaktır.

Günümüzde devlet aktörüne karşı devlet aktörünün çıktığı normal savaşların yerini artık devlet-devlet/ devlete karşı devlet-dışı aktör/ devlet-dışı aktöre karşı devlet dışı aktör mücadelesinin iççice geçtiği asimetrik/melez savaşlar aldı. Bu ortamda Ankara'nın önceliğini güney sınırında baş gösteren acil sınır güvenlik sorunlarına yöneltmesi bir zorunluluk. Bu önceleme, Türkiye'nin gelecek on-on beş yıl içinde ortaya çıkabilecek bölgesel ya da küresel tehditler ışığında komşularının ve bölgede var olan devlet-dışı aktörlerin sahip oldukları- veya olabilecekleri- asimetrik silah yeteneklerini tasavvur ederek, şimdiden hangi tür askeri silahların edinmesi gerektiğinin belirlenmesine elbette engel değil. Hatta bu iki unsuru bir arada düşünmemiz, bu bağlamda da savunma ve güvenlik alanında gelecek on yıl Ankara'nın yol haritasını çizecek ulusal güvenlik konseptinin netleşmesinde bu unsurların ve hazırlık çalışmalarının önemini kavramamız kanaatimce elzem.


http://www.yenisafak.com/hayat/riskler-degisirken-turkiyenin-guvenligi-2468752

***

25 Ekim 2016 Salı

Suriye’de Tampon Bölge ve Türkiye’nin Güvenliği




Suriye’de Tampon Bölge ve Türkiye’nin Güvenliği

Yazar: Dr. İlhan Yılmaz Cömert

1. Giriş

Suriye’deki iç savaşta, Şam yönetimini devirmeye odaklanan Ankara, Esad’ın birkaç ay içinde düşeceğini hesaplayarak bu yönde politika oluşturmuştur. Fakat Rusya, Çin ve İran faktörlerini iyi hesap edememiştir. AKP hükümetinin beklentilerinin aksine, Esad rejimi devrilmemiştir. Üstelik Türkiye’nin bütün gayretlerine rağmen Suriye’deki muhalif hareketler de birleşememiştir. Bunları yaparken 3 milyona yakın Suriye Türkleri’ne yönelik bir politika üretememiş, onları dikkate bile almamıştır. Suriye’de iç savaşın uzaması,  Irak’taki istikrarsızlık, IŞİD gibi radikal terörist unsurları ortaya çıkarmıştır. PKK ise Suriye’de başlayan iç savaşı iyi değerlendirerek Rojava denilen Suriye’nin kuzeyinde hakimiyet kurmaya başlamıştır. Bölgede 3 ayrı kanton oluşturulmuştur. Ayn El Arap(Kobani), Afrin ve Cezire kantonlarında PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD gittikçe güçlenmiştir. Esad rejimiyle iyi ilişkiler kuran PYD, otorite boşluğundan da yararlanarak kendisine ciddi bir alan açmış, Türkiye ile de oyalama görüşmeleri yaparak, mevcut şartları PKK/PYD lehine çevirmeye başlamıştır. Neticede, Türkiye’de 30 yılı aşkın silahlı mücadele vermesine rağmen istediği sonuca erişemeyen PKK, Suriye’de toprak sahibi olmuştur.
Suriye’de Irak Şam İslam Devleti(IŞİD) ortaya çıkmış ve kazanımlar elde etmeye başlamıştır. IŞİD,  Musul- Kerkük -Telafer bölgesinde Türkmenleri katledip, 350 bin civarında Türkmenin(250.000’i Telafer’den)[1]  başka bölgelere sığınmasına sebep olduğu zaman, olayları seyreden ABD ve AB ülkeleri, Erbil’e yaklaşınca Kürtleri korumak için hava harekatına başlamışlardır. Bu sayede Musul barajı ve Kerkük bölgesi peşmergeler tarafından işgal edilmiş, Türkiye, buna sesssiz kalmıştır. Türk sınırına sığınmaya çalışan Türkmenler, Arap, Kürt ya da Yezidi olmadıkları için geri çevrilmişlerdir[2].

Suriye’de kurduğu üç kanton arasında bağlantıyı sağlamayan PKK/PYD, bu stratejik hatasının bedelini ağır ödemiştir. Ayn el Arap(Kobani)’yi kuşatan IŞİD hızla ilerlemiş, yaklaşık 200 bin Suriyeli(büyük çoğunluğu Kürt)’nin Türkiye’ye sığınmasına sebep olmuştur. Ayn el Arap(Kobani) nüfusu 50 binin üzerindedir. Sadece Kürtler değil, % 30 oranında Arap ve Türkmen de yaşamaktadır.

2. Tarafsız Bölge, Güvenli Bölge, Uçuşa Yasak Bölge, İnsani Yardım Koridoru ne anlama gelmektedir?

IŞİD’ın Ayn El Arap(Arap suyu-Kobani)’a saldırmasından  sonra, Türkiye sınırına gelen ve sayısı hızla artan Kürt sığınmacılar neticesinde BM’de, uluslarası arenada dile getirilen “güvenli bölge”, “tampon bölge”, “uçuşa yasak bölge” ne anlama gelmektedir? Türkiye tarafından önerilen “Tampon Bölge”gerçekten güvenli midir? KCK/PKK/PYD tarafından dile getirilen “insanî koridor” nedir? Şimdi bu kavramları açıklamaya çalışalım.

Tampon bölge, düşman birlikleri, grupları ya da milletleri birbirinden ayırmak için oluşturulmuş ara bölge olarak tanımlanmaktadır. Buna güvenli bölgedenildiği de olmaktadır. Tampon bölgeler genellikle askerden arındırılmış bölgelerdir. Tampon bölgeler, karşıt gruplar arasında şiddeti önlemek, çevreyi korumak, yerleşim birimlerini endüstriyel kazalardan ve felaketlerden korumak, tutuklu ların kaçarken rehine almasını veya saklanmasını engellemek, göç akınını engellemek suretiyle güvenlik ve asayişi sağlamak,  terör saldırıları ve terörist sızmalarının önüne geçmek gibi çok çeşitli amaçlarla oluşturulabilir. Ancak bu yöntemi kullanmanın hukuki şartları ve yolları üzerinde yerleşik bir teamül bulunmamaktadır. Bu konuda  uygulanan  metodlardan ilki, bir ülkenin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararına dayanarak tampon bölge ilan etmesi, bir ülkenin, koalisyon birliği ya da NATO gibi uluslararası bir örgütün bu BM kararına dayanarak harekete geçmesi, ardından bu doğrultuda belirlenen bölgeyi kara ve havayoluyla askerî araçlarla kontrol etmesidir. Bu, fiilen ilgili ülkeye askerî müdahale anlamına gelmektedir.

İkinci yöntem ise BMGK kararı bulunmaması durumunda yine bir ülke, koalisyon gücü ya da uluslararası askerî bir örgütün bir alanı tampon bölge ilan etmesidir. Ancak bu durumda ilgili ülkenin BM’ye şikâyette bulunma ve uluslararası camiadan destek arama hakkı bulunmaktadır. Bu yöntemde ülke, eğer askerî gücüne güveniyorsa operasyonla da karşı koyabilmektedir. Bu durumda sıcak çatışmalar yaşanmaktadır.  Yine egemenlik alanında boşluk varsa, komşu ülke güvenliğini kontrol edemiyorsa, komşu ülkeden saldırılar geliyorsa BMGK kararı bulunmadan tampon bölge oluşturma hakkı doğabilir şeklinde değerlendirilmektedir.

Tampon bölgedikey, noktasal ve paralel olarak uygulanabilir. Tarihte tampon bölge ilk olarak Vietnam(Güney-Kuzey)’da uygulanmıştır. Kıbrıs’ta Lefkoşe’de BM gözetiminde ara bölge bulunmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri(TSK)’nin PKK’lı teröristlerin topraklarımıza girmesini önlemek maksadıyla, Irak toprakları içinde geçici süreyle bazı toprakları kontrol etmesi-adı konmasa bile - fiili olarak tampon bölgenin oluştuğu durumlara örnek gösterilebilir.

Suriye’de Tampon Bölge uygulanabilmesi için öncelikle BMGK kararı olmalı, Türkiye açısından her şeyden önce Suriye’nin kuzeyinde Kürt devleti oluşumuna hizmet etmemeli, bu nedenle Türkiye açısından amacı, fayda/zararları iyi belirlenmeli, Türkiye’yi mezhepsel çatışmaların içine çekmemeli, Türkiye’nin orta ve uzun vadeli çıkarlarına zarar vermemelidir. Aksi takdirde, 1993 yılında Irak’ın kuzeyinde oluşturulan güvenli bölge gibi, Kukla Kürt devleti altyapısını oluşturacaktır.

Uçuşa yasak bölge, üzerinde herhangi bir hava taşıtının uçmasının yasak olduğu bölgedir. Askerden arındırılmış bölge teriminin hava sahaları için eş anlamlısıdır. Uçuşa yasak bölge, genellikle nükleer araştırma tesisleri, yer istasyonları (dünyanın yörüngesindeki uydulardan yayınlar alan radyo ya da televizyon röle istasyonları), rafineriler, yüksek idare binaları (parlamento, başkanlık sarayı vb.) gibi stratejik noktalar ile antik eserlerin korunması amacıyla uygulanmaktadır.  Uçuşa yasak bölge uygulamalarına, Irak(1991-2003), Bosna-Hersek(1993-1995) ve Libya(2011) gösterilebilir.

Körfez Savaşı’nın akabinde Irak içinde Kürtler ve Şiiler tarafından başlatılan ayaklanmalar Saddam Hüseyin yönetimince özellikle hava taşıtları kullanılarak şiddetli bir biçimde bastırılmıştır. Ortaya çıkan insani kriz nedeniyle 1991 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 688 no’lu kararıyla Irak’ta 36. paralelin kuzeyiyle 32. paralelin güneyini Irak hava taşıtlarının uçuşuna yasaklanmıştır.

Yasak, Irak Savaşı'nın başladığı 2003 yılına kadar devam etmiştir. Güvenlik Bölgesi yüzünden iki parçaya bölünen Türkmenler, iki ayrı bölgede iki ayrı dram yaşamışlardır. 36. Paralelin altında kalan ve Türkmen nüfusunun çoğunluğunu(% 85) barındıran bölge Bağdat yönetiminde kalmış, bu paralelin üstündeki bölgede varlığını devam ettirmeye çalışan Türkmenler ise, iktidar olduğunu söyleyen, ancak uluslararası zeminde  meşruiyeti ve hukuki statüsü olmayan faşist Kürt yönetiminin insafına terkedilmişlerdir. Burada Türkiye’nin katkılarıyla oluşturulan güvenli bölge, Irak’ın Kuzeyi’nde Özerk bir Kürt oluşumuna sebep olmuştur. Dolayısıyla Türkiye, Kukla Kürt Devleti’ni kucağında büyütmüştür.

Bosna Savaşı sırasında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından Bosna-Hersek hava sahasındaki askeri uçuşları yasaklayan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından 1993 yılında 781 no’lu kararı çıkarılmıştır. Ancak bu karar Irak’taki kadar etkili olamamış, Müslümanlar göz göre göre katledilmiştir.

18 Mart 2011’de, Birleşmiş Milletler Güvenlik KonseyiLibya’da Muammer Kaddafi’ye bağlı güçler ile muhalifler arasında devam eden çatışmalarda sivilleri koruma amacıyla uçuşa yasak bölge oluşturulmasına yetki veren, Libya’da derhal ateşkes sağlanması çağrısında bulunan ve rejime yönelik yaptırımların daha da sıkılaştırılmasını ve genişletilmesini öngören karar tasarısını kabul etmiştir. Bu sayede Libya’daki muhalif unsurlar rahat hareket edebilmiştir.

İnsanî yardım koridorutampon bölgenin bir başka çeşidi olarak değerlendirilebilir. Güvenlik sağlanmadan böyle bir koridorun oluşturulması mümkün değildir. İnsani yardım koridorunun güvenliğini Esad güçleri dışında bir kuvvet sağlayabileceğinden bu da yabancı bir barış gücünün Suriye'ye girmesi demek  anlamına gelmektedir. Suriye yönetiminden izin alınmadan koridor açılamayacağı aksi halde bunun savaş ilanından farksız olacağı görüşü uzmanların çoğunluğu tarafından dile getirilmektedir. PKK/PYD/KCK’nın sözünü ettiği ve yaklaşık 180 kilometre uzunluğundaki insani yardım koridoru[3], PYD’nin kontrolünde bulunan Ceylanpınar ilçesinin hemen karşısında yer alan Rasulayn(Serekaniye)’dan Ayn el Arap(Kobani)’ye kadar uzanmaktadır.  Üzerinde çok sayıda köy ve IŞİD’in denetiminde ve koalisyon uçaklarının hedefinde olan Tel Abyad bulunmaktadır. Ancak sınırın Türkiye tarafından bu koridorun açılması ihtimali vardır. Bu da son derece sakıncalıdır. Suriye  yönetimini dikkate almadan insani yardım koridoru açılamaz, yardım kararı uygulanamaz.  

İnsani yardım koridorunun Türkiye tarafından uygulanması mümkün değildir. Ayn el Arap(Kobani)’deki savaş, Suriye iç savaşıdır. PKK/PYD, Suriye Kürtlerini tek başına yönetme hırsıyla Barzani’yle bile iktidarı paylaşmaya karşı çıkmaktadır. Ayn El Arap(Kobani)’ta çarpışan iki terör örgütünden PKK/PYD unsurlarına yardım etmek, Türkiye’nin kendi elleriyle Kürdistan’ın Suriye parçasını oluşturmasına hizmet edecektir. Türkiye’nin herhangi bir terör örgütünü desteklemesi ve Irak’ta, Suriye’de iç savaşlara taraf haline gelmesi onarılamayacak zararlara yol açabilir.Türkiye’nin her iki tarafı da terör örgütü olarak görmesi gerekir.. 

Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, Enerji Bakanı Yıldız “bizim için PKK da, IŞİD de aynı”[4]  şeklinde açıklama yapmışlardır. Hükümetten gelen açıklamalarda IŞİD’in ve PKK’nın terör örgütü olduklarının altı çizilmiş, ikisiyle de mücadele edileceği ifade edilmiştir. Ancak bunlar halka atılan hamasi nutuklarda kalmamalı, icraata dönüşmelidir. IŞİD’in Ayn El Arap(Kobani)’ı ele geçirmesi, PKK/PYD kantonlarıyla irtibatı koparacağı için kısa vadede Türkiye’nin çıkarlarına daha uygundur. Daha sonra IŞİD’ın da bir şekilde icabına bakılmalıdır.

Dışişleri ve MİT yetkililerinin PKK’nin Suriye kolunun başında bulunan PKK/PYD’li terörist başı Salih Müslim’le görüşmesinin akıl ve mantık kurallarıyla açıklanması mümkün değildir. Onun da Kandil’deki PKK’lı teröristlerden(Murat Karayılan, Cemil Bayık vb.) hiçbir farkı yoktur. Türkiye’ye girer girmez tutuklanıp hapse atılması gerekir. İngiltere, Fransa, Almanya, ABD gibi demokrasinin beşiği ülkelerde böyle safiyane hareketlerin olması mümkün değildir. Ülkeleri aleyhinde faaliyet gösteren terörist liderler bırakın hapse atılmayı, derhal ortadan kaldırılır.


3. Sığınmacı Sorunu ve Türkiye’ye Etkileri

Ayn el Arap(Kobani)’deki IŞİD-PKK/PYD savaşından kaçan 200 bine yakın Kürt sadece Türkiye’ye sığınabilmiştir. Aynı şekilde onbinlerce Iraklı Yezidi Kürdü de yine Türkiye kamplarda barındırmıştır. Türkiye’nin kabul ettiği Iraklı ve Suriyeli sığınmacı sayısı 2 milyona doğru yaklaşmıştır. Yine de kimseye yaranamamış, PKK “Türkiye Kobani’ye yardım etmiyor” diyerek şehirleri yakıp yıkmaya, eylemler yapmaya başlamıştır. PKK eylemleri IŞİD’ı ve benzer örgütleri daha da güçlendirebilecektir.  Sığınmacıların Türkiye’ye maliyeti, devlet yetkililerinin ifadesiyle 4,5  milyar dolar civarındadır[5]. Buna Suriye ile ticari zararlarımızı da eklersek ülkenin 10 milyar doların üzerinde bir kaybı bulunmaktadır. Suriye’den giren Arap plakalı araçlar memleketin her köşesine durdurulmadan, kontrol edilmeden gidebilmiştir. Ayrıca bu sığınmacılarla birlikte içeriye ne kadar terörist veya Suriye ajanı girdiği bilinmemektedir. Bunların Türkiye’ye sadece kısa vadede değil, orta ve uzun vadede de zararları görülecektir. Hükümet ayrıca Türkiye’nin yeterince işsizi yokmuş gibi, Suriyeli sığınmacılara kimlik vermekten ve istihdam etmekten bahsetmektedir[6]. Türkiye’nin Suriye’de en baştan itibaren BMGK olmasa bile kendi güvenliği açısından bir tampon bölge oluşturması, ya da kendi sınırları içinde oluşturduğu kampların dışına sığınmacıları bırakmaması gerekirdi. Artık Türkiye’nin her köşesinde Suriyeli sığınmacı sorunu vardır.

Bilindiği üzere I. Körfez Savaşı’ndan sonra Saddam’ın zulmünden kaçan  500.000’i aşkın Iraklı Kürt[7]  1991 olayında “sığınmacı”olarak kabul edilmiştir. Sığınmacılarla birlikte PKK’lı teröristler de sınırlarımızdan içeri girmiş, o yıllardan sonra terörist saldırıların yoğunluğu ve sayısal miktarı artmış, karakollar büyük terörist gruplar tarafından baskına uğramaya başlamıştır. Kürt Sığınmacılar, saldırgan,  kural tanımaz, kuldan utanmaz tutumlarıyla, ekili dikili alanlara, hayvanlara, yerleşim alanlarına bir milyar doların üzerinde zarar vermişler, Türkiye’deki yerleşik Kürt unsurlarının bile tepkisini çekmişlerdir[8]. Sosyolojik bir araştırma yapıldığı taktirde, şehirlerde olay çıkaran, etrafı yakıp yıkan PKK/KCK’lı unsurların o dönemden Türkiye’ye yerleşen Kürtlerle bağlantısı tespit edilebilir.

4. Sonuç

IŞİD terör örgütü, Kuzey Irak’ta peşmergeleri vurmaya başlayınca, bu zamana kadar fiili bir harekette bulunmayan  ABD ve müttefikleri, havadan  IŞİD mevzilerini bombalamaya başlamış, Suriye’de PKK’nın Suriye yapılanması olan PYD unsurlarına Ayn El Arap(Kobani)’a saldırınca Suriye’de tampon bölge, güvenli bölge gündeme gelmiştir. Maalesef aynı konu, Telafer, Musul ve Kerkük’te Türkmenler  katledilip göçe zorlanırken söz konusu olmamıştır.
Türkiye Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi gereği, geçmişten beri komşularıyla iyi ilişkileri ilke edinmiştir. Dış ilişkilerini de buna göre düzenlemiştir. Ancak Suriye politikasında yaptığı yanlışlarla tarafsızlığına gölge düşürmüştür. Türkiye ABD'nin Büyük Ortadoğu projesinin bir parçası olmamalıdır. Suriye ve Irak’ta ülke yönetimlerini hedef alan, görmezden gelen tutumlarından vazgeçmelidir. Dış politikasını komşu ülkelerle barışçı çizgiye oturtmalıdır. PKK/PYD ve IŞİD unsurlarını terörist olarak görmelidir. Ülke topraklarında terörist ya da muhalif unsurların eğitilmesine alet olmamalıdır. Suriye’de PYD’yle işbirliği içine girmemelidir. Eğer uygulanırsa, Tarafsız Bölge’nin kendi güvenliğine tehdit oluşturmaması için gerekli tedbirleri almalıdır. Acilen “çözüm süreci” ne son vermeli, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da PKK hakimiyetindeki şehirlerde devletin yeniden egemen olmasını sağlamalı, halkı terör örgütünün tahakkümünden kurtarmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, “ Tarih tekerrürden ibarettir. Eğer ibret alınsaydı hiç Tekerrür eder miydi?”



[1]  Yeniçağ, 21 Eylül 2014.
[2]  Yeniçağ, 21 Eylül 2014.
[3]  Türkiye, 07 Ekim 2014.
[4]  Türkiye, 04 Ekim 2014; Radikal, 05 Ekim 2014.
[5]  Hürriyet, 10 Ekim 2014.
[6]  Milliyet, 09 Ekim 2014.
[7] Aralarında 15 ile 80 bin Türkmen olduğu da ifade edilmektedir. Ancak Türkiye bu konuda Kürtlere gösterdiği duyarlılığı Türkmenlere göstermediği için herhangi bir tespit yapmamıştır. Bkz:Suphi Saatçi, Tarihten Günümüze Irak Türkmenleri, Ötüken yay., İstanbul, 2003, s.268-269.
[8] Sığınmacıların net rakamları ve Türkiye’ye maliyeti ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Muhteşem Kaynak, Iraklı Sığınmacılar ve Türkiye(1988-1991), Tanmak yay., Ankara, 1992, s.155-157.


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2014/10/14/7822/suriyede-tampon-bolge-ve-turkiyenin-guvenligi