Gümrük Birliği Antlaşması etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gümrük Birliği Antlaşması etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Kasım 2018 Salı

Küreselleşmeci Neoliberalizme Karşı Nasıl Bir Yol İzlenebilir? BÖLÜM 1

Küreselleşmeci Neoliberalizme Karşı Nasıl Bir Yol İzlenebilir? BÖLÜM 1


Prof. Dr. Cihan Dura (*) 
(*) 21. Yüz Yyl Türkiye Enstitüsü Ekonomik Araştırmalar Grubu üyesi. Emekli Öğretim üyesi. 1986’da Enka Bilim ve Sanat Birincilik Ödülü’nü, 
1990'da Kültür Bakanlığı Bilgi Yılı Araştırma Eser Yarışması Birincilik Ödülü’nü kazanmıştır.

Türkiye'de Genellikle Eleştiri yapılır, Çözüm yolu pek gösterilmez. 

    Bu eksiklik, uygulanmakta olan neo Liberal politikalar için de geçerlidir. 

Neoliberalizme karşı hangi alternatif politikalar uygulamaya konulabilir? Bu konudaki çalışmalar bildiğim kadarıyla azdır. Ben de kendi hesabıma, bu konuda 
sistemli ve etraflı bir çalışma ortaya koyduğumu söyleyemem. Önerilerim oldu, ancak dağınık ve farklı bağlamlardaydı. 
Okuduğunuz çalışmada bu eksikliğimi gidermeye, görüşlerimi ayrı bir metinde sistemli ve toplu olarak bir araya getirmeye çalıştım. Ancak okuyunca göreceğiniz gibi önerilerim geneldir, birer ilke niteliğindedir. 

Somut amaç ve araçların belirlenmesi; daha kapsamlı, çok boyutlu ve çok daha uzun çalışmalar gerektirmektedir. 
Çalışmamı üç başlık altında sunuyorum: 

“ Sorunların kaynağı ”, 
“ Ne Yapılabilir” ve 
“ Sonuç”. 

1) SORUNLARIN KAYNAĞI 

“Sorunların kaynağı” olarak şunu görüyorum: XVI. yüzyIldan bu yana Batı'nın dünyayı ekonomik ve siyasal olarak “İşgal” projesi ve bu amaçla kullandığı başlıca silahlar… 

A) Derin Merkez ve Emperyalizm 

1) Batı Emperyalizmi tarihte iki temel üzerinde yükselmiştir: Biri sömürgeciliktir, diğeri ise teknik ilerleme. Sömürgecilikle teknolojik ilerleme bir arada gitmiştir. Avrupa ilk talan ve katliamlarını Amerika'da gerçekleştirmiştir. 
Ardından Asya'ya, Çin'e, Hindistan'a, Ortadoğu'ya, en sonra Afrika'ya kadar uzanmıştır. Zengin Batı kendisini sanayileşmeye ve refaha götüren sermaye birikiminin büyük bir kısmını bu yoldan, yani sömürgecilikle gerçekleştirmiştir. Sömürgecilik ve emperyalizm, farklılaştırılmış görüntüler arkasında günümüzde de devam etmektedir: 

Demokrasi, Neoliberalizm, küreselleşme, serbest piyasa gibi maskeleri kullanarak her yerde, Türkiye'de değişmez hedeflerini aynı inat ve kararlılıkla gerçekleştirmeye çalışmaktadır. 

2) Bugünün kökleri tarihtedir. Tarihimizde 1838 yılı ve sonrasında olup bitenler günümüz Türkiye'sinin sorunlarına ışık tutar. Emperyalizmin Türkiye'ye 
girişi, esas itibariyle 1838 İngiliz-Osmanlı Ticaret Antlaşması ile başlamıştır. 

Tarih ancak aklını kullanmayan toplumlar için bir tekerrürdür. Akıllı toplumlar içinse, bir plânın gerçekleştirilmesinden ibarettir. Osmanlı'nın ekonomik 
çöküşü, İngiltere ile yapılan 1838 Serbest Ticaret Antlaşması'yla ivme kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin geriye gidişi ise 1945'den itibaren 
ABD ile imzalanan ikili antlaşmalar ve Avrupalı emperyalist devletlerle yapılan 1963 Ankara Antlaşması ile başlamıştır. “ Demokrasi ”ye geçiş esas itibariyle Atatürkçü atılımdan geriye dönüşün önünü açmıştır. 

3) Emperyalizm vahşetini dünyanın başına belâ eden, Çirkin Batı'dır. O Çirkin Batı'dır ki ekonomik gücünü ve buna bağlı olarak refahını artırdıkça, ulaştığı üstün ve ayrıcalıklı konumu kaybetmemek için, politik bakımdan da güçlü olmanın gerekli olduğunu gördüğünden, küresel ölçekte örgütlenmeye 
girişmiştir. Nihaî hedefi büyük bir olasılıkla, Derin-Merkez'in egemen olduğu, diğer bütün ulusların -bazıları parçalanarak- uyruk haline getirildiği 
bir “Tek Dünya Devleti”nin kurulmasıdır. Derin Merkez'i şöyle tanımlıyorum: 

Batı'da asıl güç ve gerçek karar makamı kaynağı olup, dünyadaki servetin çok büyük bir kısmını elinde tutan, az sayıda Amerikalı kapitalistten oluşan, bütün diğer ülkeleri kontrol altında tutan büyük finans tekelleri grubudur. IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi çoğu “uluslararası” örgütler Derin-Merkez'in nüfuz ve etkisi, hattâ emri altındadır. Derin-Merkez her ülke içinde bir işbirlikçi kesimle ortak çalışır. Bundan başka Derin Merkez'in hizmetinde olup tüm ülkelere yayılmış özel ajanları olan ekonomik tetikçiler Derin-Merkez'in küresel şirketleri için, yani ulus ötesi Şirketler için çalışır. 

4) Eğer Derin Merkez, yurt içinde bir takım müttefikler bulmamış olsaydı, meşum emellerine hiçbir ülkede ulaşamaz, dolayısıyla küresel plânında 
başarılı olamazdı. Bu müttefikleri artık tanıyoruz: Onlar Atatürk'ün nitelemesiyle “dâhilî bedhahlar”dır. Derin Merkez Türkiye gibi ülkelerdeki bütün kötülüklerini, esas itibariyle bu kesimin - menfaat karşılığında - sağladığı destek ve yardımla gerçekleştirmektedir. 

Bunların önemli bir kısmı Derin-Merkez tarafından korunur, beslenir ve yükseltilir. Çoğu; küresel emperyalist örgütlenme sayesinde ekonominin, 
devlet mekanizmasının, toplumsal yapılanmanın kilit noktalarına yerleşir, toplumda söz ve yetki sahibi olurlar. İşbirlikçilerin böylesine etkili olmasının 
bir sebebi de halkı dışlayan siyasal rejimlerdir. Türkiye'de uygulanan “Demokrasi” rejiminin halkımızın çıkarları ile hiçbir ilgisi yoktur. Hemen bütün 
partiler Derin-Merkez'in küresel düzenine boyun eğmiştir. Bu sebeple iktidara hangisi gelirse gelsin, sömürü düzeni değişmeyecektir. 

5) Çirkin Batı küresel ekonomik düzeni sürdürmek ve geliştirmek amacıyla çeşitli strateji ve araçlar kullanmaktadır. Bunlardan biri, benim kısaca 
merit” adını verdiğim stratejidir. Bu stratejiye göre, dünyanın diğer herhangi bir hükümeti ne zaman kendi halkının çıkarı için bir .eyler yapmaya 
çalışsa, Batı hemen bunu akim kılmak için merit stratejisini uygulamaya koymakta, bu ülkelerin gerçek anlamda ileri gitmelerini, kalkınmalarını engellemektedir. 

Neoliberalizm kisvesi altında piyasa ekonomisi, küreselleşme, yükselen piyasalar gibi parlak sloganlar kullanılarak Türkiye gibi ülkeler etki altına alınmakta, bu şekilde pazarları, doğal kaynakları, hattâ birikmiş sermaye stoku ellerinden alınmaktadır. >

    Bunun tek bir anlamı vardır: 

O ülkelerin sömürgeleştirilmesi, sanayileşme ve kalkınmalarının ebediyen engellenmesi!... Bu süreçte “yeni-sömürgeciler”in en başta gelen yardımcıları hedef ülke içindeki işbirlikçilerdir. 

6) Derin-Merkezin dünyayı ele geçirme stratejisi çerçevesinde kullandığı araçlardan biri de özel olarak ürettiği küreselleşme ideolojisidir. 

    Batı'nın (AB ve ABD'nin) hayat felsefesi olan Liberalizm; Ekonomik faaliyet ve akımların, piyasaların, mal ve faktör hareketlerinin serbest olmasını, bunların önünde olabilecek her türlü engelin kaldırılmasını ister. 
İşte bu serbestleştirmenin, dünya ölçeğinde ülkeler arasında gerçekleştirilmesi ne küreselleşme deniyor. Bense küreselleşmeyi kapitalizmin dünyaya kendi çıkarları için dayattığı, sömürgeci zihniyetin ürettiği, fetişleştirilmiş bir olgu olarak görüyorum. 

    O, Çirkin Batı'nın, özellikle ABD'nin, kendi siyasal, sosyal ve ekonomik kalıplarını bütün dünyaya dayatma aracı ve sürecidir. 

Batı'nın (Derin Merkez'in ve Merkez ülkelerinin) mevcut çıkarlarının, o çıkarları sağlayan düzenin muhafazası ve daha da ileriye götürülmesi; açıkladığım 
küresel serbestleştirmeye, yani “küreselleşme” ideolojisinin ve onun rejiminin kök salmasına bağlıdır. Aksi halde çok iyi bilmektedir ki ekonomik krizler, yokluklar ve çıkmazlar içinde çökecektir. 

 < Küreselleşmeci Neoliberalizme Karşı Nasıl Bir Yol İzlenebilir? Neoliberalizm kisvesi altında piyasa ekonomisi, küreselleşme, yükselen piyasalar gibi parlak sloganlar kullanılarak Türkiye gibi ülkeler etki altına alınmakta, bu şekilde pazarları, doğal kaynakları, hattâ birikmiş sermaye stoku ellerinden alınmaktadır. >

  Merkez ülkeler böyle bir durumda iken, dünyanın geri kalan ülkeleri (Çevre ülkeleri) henüz gelişmemi., sanayileşememiş, savunmasız, sahipsiz olarak, 
Merkez'in sömürüsüne açık bir durumdadır. Sanayileşme girişimleri “ Merit Stratejisi ” yoluyla engellenmektedir. Oysa bu ülkelerin durumlarının 
iyileşmesi, sanayileşmeleri, ilerlemeleri, Batı tarafından dayatılan liberal politikaların aksine, yeni kurulan sanayilerinin dev ulus-ötesi şirketler karşısında 
koruma altına alınmasına bağlıdır. Bunu sağlamanın olmazsa olmaz koşulu ise şudur: Ulus-Devlet yapısının muhafaza edilmesi!... Görülüyor ki Bat'nıın (Derin Merkez ile Merkez ülkelerinin) çıkarlarının gerektirdiği düzenle -Türkiye gibi- az gelişmiş, sanayileşmeleri engellenmiş ülkelerin çıkarlarının gerektirdiği düzen arasında karşıtlık vardır. İki düzen birbiri ile çatışıyor, biri diğerini dışlıyor. Batı tek çözüm yolu olarak şunu görüyor: 

Bu ülkelerin Ulus- Devletlerinin plânlı bir şekilde zayıflatılması; o ülkelerin devletlerinin, Merkez'in çıkarlarına hizmet edecek bir kalıba dökülmesi... 
işte günümüzde AB ve ABD ile kurulu ilişkiler yoluyla ve işbirlikçilerin desteğiyle Türkiye'de yapılmakta olan da budur. 

7)   <  Küreselleşmenin somutlaştığı alanlardan biri Avrupa Birliği girişimidir. >
Avrupa Birliği küreselleşmenin, Derin Merkez'in dünyayı ele geçirme projesinin bir uygulaması olduğu izlenimini vermektedir. O her üye ülkede yönetici ve paralı bir azınlığı egemen kılma ve sürekli zenginleştirme, buna karşılık halk yığınlarını köleleştirme ve yoksullaştırma projesi olarak görünmektedir. 
Her alan ve faaliyet, ülke ve dünya ölçeğinde bir mutlu azınlığın lehine düzenlenmektedir. Bunun ilk şarty hep aynıdır: ^^ Ulus devletleri önce zayıflatmak, sonra yok etmek!... Küreselleşmenin somutlaştığı alanlardan biri Avrupa Birliği girişimidir. ^^

_ Bilindiği gibi Türkiye de düşürülmüştür Avrupa Birliği tuzağına... Türkiye'yi yöneten politik ve ekonomik kadroların tam üyelik saplantıları, devletimizin ulusallık niteliğini aşındırmanın etkili bir aracı olarak kullanılmıştır AB eliti tarafından. Türkiye üyelik vaadi aldatmacasıyla istismar edilmiş, 
tehlikeli ödünler vermek zorunda bırakılmıştır. Ulusal bütünlük bozulmuş, ülke kargaşaya sürüklenmiş, sanayileşme durmuş, tarım çökmüştür. 



8) Türkiye Derin Merkez'in darbelerini en can alıcı yerlerinden almıştır. 

    Örneğin bir yandan Türkiye'nin sanayileşmesi engellenirken, bir yandan da tarım sektörüne gelişmiş ülkeler lehine işleyecek bir yapı dayatılmış.; sonuçta 
Türkiye'nin kendine özgü, güçlü, kendi kendine yeter tarımından eser kalmamıştır. 

Türkiye tarımda yabancılara en muhtaç, dışa en bağımlı ülkeler arasına girmiştir. Bu gerilemenin ana sebebi vurgulamakta yarar var - AB'nin ve ABD'nin, IMF, 
Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşlar aracılığıyla Türkiye'ye dayattığı yanlış politikalardır. 

B) Derin Merkez'in Silahları 

1) Derin Merkez ve onun yönetimi altındaki ABD, İngiltere, Almanya, Fransa gibi Merkez ülkeleri - Türkiye gibi ülkelerin kendilerine rakip bir güç haline gelmesini önlemek için başlıca altı silah kullanmaktadır. 
Bunlardan ilki serbest ticarettir. Serbest ticaret çeşitli yollardan, örneğin Avrupa Birliği gibi uluslararası ekonomik bütünleşme girişimleri yoluyla dayatılmaktadır. 
Türkiye özellikle 1995 Gümrük Birliği Antlaşması çerçevesinde bu silahın etkisi altına alınmıştır. 

2) İkinci silah ulus devletleri borçlandırmak tır. 

    Derin-Merkez'in ya da Merkez ülkelerin, Çevre ülkelerinden önemli talepleri vardır, onlara belirli politika ya da uygulamaları benimsetmek ister. 
Bu isteklerini gerçekleştirmenin en emin yolu, söz konusu ülkeleri kendilerine muhtaç duruma düşürmek ve o konumda tutmaktır. İşte bu muhtaçlığı 
sağlamanın bir yolu o ülkeleri kendilerine borçlandırmak tır. Ağlarına düşürdükleri çevre ülkelerini, içinden kolay kolay çıkamayacakları şekilde borç 
batağına batırırlar. Bunun sağlanmasında en büyük yardımcıları, o ülkede oluşturdukları işbirlikçi kadrolardır, “dahilî bedhahlar”dır. Netice olarak hedef 
ülke bir borç bağımlısı haline gelir. Böyle bir ülkenin hükümetine de tabiatıyla, elinde para olan herkes her istediği şeyi yaptırır. 

  Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk'ün aramızdan ayrılışından sonra, borç batağına özellikle 1980'li yıllardan itibaren itilmiştir. Hele AKP dönemi tam ve çılgınca bir dış borçlanma dönemi olmuştur. Artık Devlet tıpkı 1870'lerin Osmanlı Devleti gibi ancak borçla ayakta durabilmektedir. 

   Vergi gelirlerimizin çok büyük bir kısmı artık borç taksitleri ve faizlerine gitmektedir. Yeni borç talepleri Türk hükümetlerinin vereceği yeni ödünler karşılığında yerine getirilmektedir. 
   Borçlanma artık öyle bir noktaya gelmiştir ki, yalnız devletimiz değil özel sektör de, hattâ halkımız da, bireylerimiz de borç batagına batırılmış bir durumdadır. 

3) Batı'nın Çevre ülkelerine karşı kullandığı Üçüncü silah özelleştirmedir. 

   Özelleştirme bir Batı icadıdır. Batı'nın ekonomik felsefesinin, yani liberalizmin bir gereğidir. Bugün Türkiye'de yapılan özelleştirmelerin arkasında da kesinlikle Çirkin Batı vardır; o dayatmıştır bizim hükümetlerimize millet malının satılmasını. Yüzlerce tesis Türk milletinin mülkiyetinden çıkarılarak, hiç pahasına yerli ve yabancı fırsatçıların, yabancı ülkelerin mülkiyetine geçirilmiştir. Kamu tesislerini bedavaya kapatan özel sektörden bazıları aradan çok geçmeden, yüksek kârlarla bu tesisleri yine yabancılara devretmiştir. Özelleştirmenin başka daha birçok zararı dokunmuştur ülkemize. Gerçek şudur ki Türkiye'de özelleştirme AKP iktidarı ile birlikte tam bir çılgınlık, tam bir felaket şeklini almıştır. 

 <  AKP dönemi tam ve çılgınca bir dış borçlanma dönemi olmuştur. Artık Devlet tıpkı 1870'- lerin Osmanlı Devleti gibi ancak borçla ayakta durabilmektedir. Prof. Dr. Cihan Dura >

4) Merkez'in, Çevre ülkelerine karşı kullandığı Dördüncü silah yabancı sermayedir 

    Bir ülke serbest ticarete açılıp borçlandırıldıktan sonra sıra özelleştirme yaptırmaya gelmekte, bu uygulama ile birlikte ülkeye yabancy sermaye akını 
başlamaktadır. Türkiye'de bu safha esas itibariyle, “yeni sömürgeciler”e tanynan akıl almaz kolaylıklar sayesinde AKP döneminde başlatılmıştır. Yabancı 
sermaye girişi önündeki hemen bütün engeller, bütün kural ve sınırlar kaldırılmış bulunmaktadır. Oysa yabancı sermayenin bir ülkeye ne kadar 
faydası varsa, en az o kadar da zararı vardır. Türkiye AKP döneminde ekonominin kaldıramayacağı ölçüde yabancı sermaye giri.ine sahne olmu.tur, 
olmaktadır. Ekonomi en stratejik sektörleriyle âdeta bir “avlak alanı”na döndürülmüştür. Bu başıboşluğun nihaî sonucu ekonominin yabancılaşması, 
ekonominin tapusunun ulus ötesi şirketlerin eline geçmesi olacaktır. Sanayi sektöründe en stratejik tesislerimiz yabancılara satılmıştır, satılıyor. 
Madenciliği miz, enerji sektörümüz ulus ötesi şirketlere açılmıştır. 
Bu, Türkiye'nin geleceğinin karartılması, geleceğinin elinden alınması demektir. 
Türkiye'ye sıcak para girişi de bir soygun düzenine dönüşmüştür. 
AKP iktidarı halktan topladığı vergileri, halkımıza hizmet yerine faiz olarak elin yağmacılarına aktarmaktadır. 

YABANCI SERMAYENİN SEKTÖRLERE GÖRE DAĞILIMI 

Geçici Veriler, Kaynak: T.C.Merkez Bankasy (MYLYON $) 


5) Batı'nın beşinci silahı hedef seçtiği ülkeye toprak sattırmak tır Atatürk Türkiye Cumhuriyeti'nde yabancıya toprak satışını son derecede 
zorlaştırmıştı. Ne var ki toprak satışları bütün diğer belalar gibi AKP döneminde yeniden başlatıldı ve kısa sürede büyük bir ivme kazandı. Acaba 
neden gerekli gördü bunu AKP? Yüz karası iki sebepten dolayı bu yola gitti: Birincisi, Avrupa Birli.i istedi de ondan; bu emperyalist kurulu.un emir ve 
baskısına boyun eğdi. İkincisi, kolay bir finansman aracı olarak kullandı toprak satışını, tyıkı babasından miras kalan mülkü satıp savan hayırsız evlât gibi. 
Peki nedir olumsuz etkileri, yabancıya toprak satışının? İlk önemli etkisi Millî servet kaybıdır. Yabancıya toprak satışının başka sakıncaları da var. En 
tehlikeli olanı da ülke içinde zamanla bir azınlık nüfusu oluşmasıdır. Bu nüfus belli bir büyüklüğe ulaştığı zaman, bazı ekonomik ve siyasal taleplerde 
bulunabilir. Durum böyle iken - birkaç istisna dışında - aydınlarımızdan, üniversitelerimizden, hattâ ordumuzdan en küçük bir itiraz sesi dahi çıkmamaktadır. En acı olanı da budur.

6) Batı'nın diğer uluslara yönelttiği altıncı silah azınlık sorunu yaratmaktır. 

Azınlık konusu Batı'nın felsefesiyle, Liberalizmle çatışmaz. Dolayısıyla Batı hedef ülkelerde farklılıkları tahrik ve teşvik etmiştir. Türkiye'nin bir “mozaik” olduğu yalanı bu stratejinin bir ürünüdür. Dahası mevcutlarla yetinmemi., farklılığı yaratmaya da çalışmıştır. Mevcut “azınlık” kavramlarını kendi çıkarlarına göre değiştiriyor, içlerini istedikleri gibi dolduruyorlar. Böylece sözde “yeni azınlıklar” oluşturuyorlar. 

Bizim kof aydınımız ise bu görüşleri gerçek birer bilimsel veriymiş gibi, hiçbir eleştiri süzgecinden geçirmeden olduğu gibi kabulleniveriyor; siyasetçilerimiz, idarecilerimiz, iş adamlarımız da, bir ödün olarak ya da çıkar sağlamak için!... Avrupa Birliği' nin, Türkiye'nin sahiplerinden ve kurucu unsurlarından olan Alevi yurttaşlarımızı azınlık statüsüne sokma çabaları buna bir örnektir. Bundan başka yeni dini azınlık da oluşturmaya çalışıyorlar; kullandıkları araç misyonerlik tir. Papaz Bartho'yu ekümenik yapma girişimi de kuşkusuz aynı hedefe yöneliktir. 

< Yabancıya toprak satışının başka sakıncaları da var. En tehlikeli olanı da ülke içinde zamanla bir azınlık nüfusu oluşmasıdır. 
Bu nüfus belli bir büyüklüğe ulaştığı zaman, bazı ekonomik ve siyasal taleplerde bulunabilir. Prof. Dr. Cihan Dura >

II) NE YAPILABİLİR? 

Şimdi, yukarda sunduğum temel sorun karşısında “ne yapabiliriz” sorusunun yanıtına geçiyorum. Ancak sadece temel yöneliş ve ilkeleri formüle 
etmekle yetineceğim. Bunları şu başlıklar altında sunuyorum: 

Neoliberalizm, 
Avrupa Birliği, 
Borçlanma, 
Yabancı Sermaye, 
Yabancıya Toprak Satışı ve Misyonerlik, 
Tarım ve Sanayi, 
Tarih Bilinci, 
Bilim, 
Devletçilik, 
Demokrasi, 
Yönetim, 
Birlik. 

A) Neoliberalizm 

1) Kapitalizmin temel dinamiği kâr güdüsüdür. Bu güdü bir noktadan sonra girişimci (müteşebbis) denen insanı, âdeta canavarlaştırıyor. Zenginleşme 
hırsı öyle bir dereceye varıyor ki gözleri artık daha fazla paradan, daha fazla büyümeden başka bir şey görmüyor. Zenginleştikçe hırsı artıyor, 
paradan başka hiçbir de.er, hiçbir kutsal tanımıyor. Daha fazla büyümek, daha fazla kazanmak uğruna doğru, iyi, güzel ne varsa her .eyi ikinci plâna 
itiyor, gerek gördüğünde bir “Terminatör” gibi yok ediyor. Bu, patolojik bir durum, insanlık dışı, dünyanın geleceği için büyük bir tehdittir. 
Liberalizm Batı'nın dededen kalma savaş kalkanıdır, emperyalizmin dünya görüşü, kapitalizmin ekonomi felsefesidir. Bu yüzdendir ki bugün dünyada Neoliberalizm'in bayraktarlığını yapan Amerika yoksul çevre ülkeleri için büyük bir sorun, büyük bir tehdittir. Çünkü ABD'nin ihtiyaçları ile diğer ülkelerin ihtiyaçları arasında uyumsuzluk vardır. O “en güçlü, en büyük benim” diyerek dünyaya kendi ekonomik sistemini dayatıyor ve her şeyi kendi ihtiyaçlarına göre düzenlemeye kalkışıyor. Bu dayatma ise doğal olarak 

Türkiye gibi çevre ülkelerinin kendi hayatî sorunlarının çözümsüz kalmasına, hattâ daha da ağırlaşmasına yol açıyor. ABD bu küresel saldırısında başlıca engel, dolayısıyla hedef olarak ulus-devleti görüyor. 

ABD ya da onu yöneten Derin-Merkez; ulus devleti, başlyca üç yönden sıkıştırarak çökertmeye çalışıyor: Ulus üstüleştirme, bölgeselleştirme ve 
yerelleştirme… Onun yerine kendi devletini, e-devleti kurduruyor. Derin-Merkez; ulus-devleti, sosyal, politik ve ekonomik alanlardaki yetkilerini 
giderek ulus-üstü kurumlara devretmeye zorluyor. ABD'nin dünya hâkimiyeti projesinde, elindeki yeni ve en güçlü bir silah, İnternet'tir. Internet ilk kez “dünya ölçe.inde tek bir pazar” oluşturma yolunda. Ancak bu gelişme Derin-Merkez lehine, Merkez ülkelerinin lehine… Çünkü “dünya ölçeğinde pazar” derken kastedilen, “Merkez ülkelerine ait bir pazardır. Böyle bir olu.um da çevre ülkelerde daha vahim sonuçlara yol açıyor: Ulusal çıkarların 
önceliği, yerini Derin-Merkez'in, Merkez ülkelerinin çıkarlarına bırakıyor. 

Bu da Türkiye gibi Çevre ülkelerinin sanayileşmesi ve gelişmesini duraklatıyor, ulusal varlık ve benlikleri üzerindeki yozlaştırıcı etkileri şiddetlendiriyor. 

2) Dünyada apaçık olan bir emperyalizm gerçeği vardır. Neoliberalizm'e karşı mücadele, ancak bu gerçeğin görülebilmesi ve kabulü ile başlar. 
Çünkü sorunların başlıca kaynağıdır o. Ardından, şunlar yapılmalıdır: 

-Ana sorun hakkında olabildi.ince halkımız, gençlerimiz, aydınlarımız bilinçlendirilmelidir. 
Amerikan emperyalizminin, Küreselleşmeci Neoliberalizm'in 
-Derin Merkez'in dışında kalan- bütün insanlar ve bütün ülkeler için, Türkiye için büyük bir felâket ve tehlike olduğu bıkıp usanmadan anlatılmalıdır. 
-Emperyalizmle işbirliği yapan dahilî bedhahlarla mücadele edilmeli, bu “zararlılar” etkisiz hale getirilmelidir. 
-Merkez ülkeleri çok hızlı koşuyor, hızını giderek artırıyor, geri kalan ülkeleri de kendisiyle birlikte aynı hızla koşmaya zorluyor. Başka bir deyişle ulus-devlet zırhlarını çıkartmalarını dayatıyor. 
Çünkü sömürülmeleri için bu gerekli, onların hayat tarzlarını benimsemeleri gerekli. Tabii bu “sürüklenme” Türkiye dâhil hiçbir Çevre ülkesinin lehine değildir. Bu dayatmaya karşı koymak gerekir. 

< Türkiye'nin vatansever aydınları Derin Merkez'in (ABD ve AB'nin) bugün ne dediğine değil, Geçmişte ne yaptığına bakmalıdır. 
Prof. Dr. Cihan Dura >

Uygulanacak bütün ekonomi politikaları bu ölçüte göre belirlenmelidir. Tabii böyle bir politika değişikliği AKP iktidarı ve benzeri oluşumlardan beklenemez. 
Elbette insanlar küçükse, politikalar da küçük olur. Böyle bir devrime ancak Atatürkçü ve Ulusalcı hükumetler cesaret edebilir. 
-Emperyalizm dünya ölçüsünde ya.anan bir olgudur. Dolayısıyla onunla yine dünya ölçüsünde gerçekleştirilecek bir işbirliği yoluyla mücadele edilebilir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***