Ermenistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ermenistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Kasım 2020 Çarşamba

2020 DE PATLAK VEREN CATIŞMA VE KARABAĞ İHTİLAFI HAKKINDA DEĞERLENDİRMELER. BÖLÜM 3

2020  DE  PATLAK VEREN CATIŞMA VE KARABAĞ İHTİLAFI HAKKINDA DEĞERLENDİRMELER.  BÖLÜM 3 


Robert Koçaryan,Ermenistan,Av. Dr. Deniz AKÇAY,Haydar Aliyev,Dağlık Karabağ,AGİT Minsk Grubu, Hocalı Katliamı,Kazakistan,
Almanya, Belarus, İtalya, Finlandiya, Hollanda, Portekiz, İsveç, Budapeşte Zirvesi,

B) Self-Determinasyon İlkesinin Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Uygulanabilirliği 

Gerek BM organlarının kararları, gerek UAD’nin belirli davalar çerçevesinde yapmış olduğu inceleme ve analizler, önceleri siyasal bir mesaj ya da 
propaganda amaçlı bir kavram olarak algılanabilmiş olan self-determinasyon ilkesini, belirli ve özellikle, sınırlı siyasal ve hukuksal durumlarda 
uygulanabilecek bir kavrama dönüştürülmüştür. 
Dağlık Karabağ’ın bu çerçevede, self-determinasyona tabi olup olamayacağının değerlendirilmesinde iki kademeli bir incelemeye gidilmelidir: 

1) Dağlık Karabağ uyuşmazlığının özelliklerini taşıyan bir çerçevede selfdeterminasyon ilkesinin uygulanması devletler hukuku açısından 
empoze edilebilir mi? 
2) Dağlık Karabağ’ın kendi içindeki askeri, siyasal ve ekonomik koşullar bakımından, bu bölgeye tanınabilecek self-determinasyonu sürdürebilecek 
bağımsız ve özgün bir iradeye sahip olduğu savunulabilir mi? 
Birinci sorunun yanıtlanabilmesi için devletler hukuku alanında selfdeterminasyon ilkesinin uygulanması konusunda geliştirilmiş olan ilkelerin 
incelenmesi, ikinci soru ise, söz konusu koşulların Dağlık Karabağ uyuşmazlığına uygulanabilirliğini araştırmak gerektirecektir. 
1. Self-determinasyon İlkesinin Devletler Hukuku’nda Uygulanma Koşulları Self-determinasyon ilkesinin uygulanabilmesinin koşullarının ortaya 
konulabilmesi için, bir yandan, BM organlarının konuya ilişkin bildirilerinin, diğer yandan da, UAD’nin konu hakkındaki kararlarının incelenmesi 
gerekmektedir. 

1.1. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1514 (XV) sayılı Bildirisinin Uygulanma Koşulları ve Sınırları 

Sömürge sistemini, devletler hukuku uygulamasında sona erdirmeye yönelik olarak 8 Aralık 1960 tarihli ve 1514(XV) sayılı BM Bildirisi, kabul 
edilmesinden bu yana altmış yıla yakın bir sürenin geçmiş olmasına rağmen, günümüzde de uygulanabilirliğini sürdürmektedir. 
Nitekim UAD’nin 25 Şubat 2019 tarihli istişari nitelikteki kararı (Advisory Opinion) BM Şartı’nın özerk olmayan ülkelerle ilgili 73. maddesinin ve 
dolayısıyla, BM Genel Kurulu’nun 1514(XV) sayılı Bildirisi’nin günümüzde de uygulanma “alanları” olabileceğini ortaya koymaktadır.26 
UAD, bu kararında İngiltere’nin, Hint Okyanusu’ndaki Chagos Adaları üzerindeki sömürge rejimini mümkün olduğu kadar kısa sürede (rapidly as 
possible) tamamen sona erdirmesi gerektiğini belirtmiştir.27 
UAD daha da ileri giderek, sömürge rejimlerinin sona erdirilmesine ilişkin BM Şartı ve BM Genel Kurulu’nun 1514(XV) Bildirisi’ne rağmen İngiltere’nin 
Chagos Adalarındaki yönetimini sürdürmüş olmasını bir haksız fiil (wrongful act) olarak nitelendirmiştir.28 
Ayrıca, UAD kararından üç ay sonra, BM Genel Kurulu’nda 22 Mayıs 2019 tarihinde kabul ettiği kararla, İngiltere’nin Chagos Adaları’ndaki sömürge 
yönetimini 6 ay içinde kayıtsız şartsız (unconditionally) sona erdirmesini istemiştir.29 
UAD’nin sömürgecilik dönemi ile bağlantılı Chagos Adaları kararının, hiçbir zaman “sömürge” statüsünde olmamış Dağlık Karabağ açısından BM Genel 
Kurulu’nun 1514(XV) sayılı kararın çerçevesinde self-determinasyon kuralının uygulanması yönünde emsal teşkil etmesi söz konusu olamaz. 
1514(XV) sayılı Bildiri’nin 6. paragrafı, ayrıca sömürge rejimlerinin sona erdirilmesi çerçevesinde girişilecek eylemlerin başka amaçlarla istismar 
edilmemesine yönelik açık bir “yasak” getirmiş olduğu da göz ardı edilmemelidir. Bu paragrafa göre: 
“Bir ülkenin milli birliğinin ve ülke bütünlüğünün kısmen veya tamamen bozulmasını amaçlayan herhangi bir teşebbüs Birleşmiş Milletler Şartı’nın 
amaç ve ilkeleri ile bağdaşamaz”. 
Ayrıca, bu madde ile yetinilmeyerek, Bildiri’nin 7. ve son paragrafında bir sınırlama/yasak daha getirmektedir: 
“Bütün Devletler, Birleşmiş Milletler Şartı’na, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne, bütün Devletlerin eşitliğine ve iç işlerine karışmama ve 
bütün halkların egemen haklarına ve ülke bütünlüğüne saygı esasına göre sadakatle harfiyen riayet edeceklerdir”. 
Sonuçta, UAD’nin istişari kararında, herhangi bir genel self-determinasyon kuralını değil, doğrudan BM Şartı’nın 73. maddesini ve BM’in 1514(XV) 
kararını uygulamış olması da önem taşımaktadır. 
UAD, benzer bir yaklaşımı daha önce, Batı Sahra bölgesi ile bağlantılı Fas Krallığı ile Moritanya arasındaki uyuşmazlık hakkında, BM Genel Kurulu’nun 
talebi üzerine verdiği 18 Ekim 1975 tarihli istişari nitelikteki kararında (Advisory Opinion) da sergilemiştir.30 
UAD, her iki devletin Batı Sahra bölgesi ile bazı bağlantı ve ilişkileri olduğunu kabul etmiş, ancak ne Fas’ın ne de Moritanya’nın bölge ile ülkesel nitelikteki 
bir egemenlik bağlantısının (territorial sovereignity) bulunmadığı sonucuna varmıştır. Bu durumda, UAD’ye göre, Batı Sahra bölgesinin sömürge 
statüsünün self-determinasyonun uygulanmasını etkilemeyeceği sonucuna varmıştır.31 
Bu iki UAD kararındaki ilkeler, daha önce de Güney Afrika’nın, Namibya üzerindeki mandasının BM Genel Kurulu’nun 1966’da aldığı 2145 sayılı 
kararla iptal edilmiş olmasına rağmen, Güney Afrika’nın Namibya’yı terk etmemiş olmasıyla ilgili olarak 1970’te aldığı kararda da vurgulanmıştır. UAD, 
bu istişari nitelikteki kararında Güney Afrika’nın Namibya’yı terk etmesi gerektiği sonucuna varmıştı.32 
Bu çerçevede, Güvenlik Konseyi kararının uygulanması gerektiğini esas olarak almış olan UAD’nin Namibya kararının da belirleyici önem taşıyabileceği 
düşünülmektedir. 

1.2. Self-determinasyon ve BM Genel Kurulu’nun 2625(XXV) sayılı Bildirisi 

Self-determinasyon ilkesinin uygulanabilirliği konusundaki ikinci önemli metin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 24 Ekim 1970 tarihinde kabul 
etmiş olduğu 2625(XXV) sayılı “Birleşmiş Milletler Doğrultusunda Devletler Arasında Dostça İlişkiler ve İşbirliğine İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri 
Konusunda Bildiri”dir. 

Bildiri ile eski sömürgelerin bağımsız devletlere dönüştürüldüğü dönemde, tüm BM üyesi devletler arasında uyulması gereken ilkelerin ayrıntılı biçimde 
belirlenmesi amaçlanmıştır. 

Söz konusu Bildiri’de uluslararası alanda devletlerce uyulması gereken ilkelerin “ilerici biçimde gelişmesi ve yasa haline getirilmesi, ülke bütünlüğü 
ve devletlerin bağımsızlığına karşı güç kullanılmaması, uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözümlenmesi, devletlerin BM Şartı doğrultusunda işbirliğinde 
bulunmaları, halkların eşit hakları ve kendi geleceğini tayin etmesi, devletlerin mutlak eşitliği, devletlerin Şart doğrultusunda üstlenmiş oldukları yükümlülükleri iyiniyetle yerine getirmeleri yolunda çağrıda bulunulmaktadır. 
2625(XXV) sayılı Bildiri, klasik anlamda bir antlaşma olmamakla birlikte, egemen devletler arasındaki ilişkilerde uygulanması ve uyulması gereken ilkeler olarak kabul edilmektedir. Bir yazara göre, söz konusu ilkeler bağlayıcı olmamakla birlikte uyulması konusunda “teşvik edici” (hortatory) nitelikte sayılmalıdır.33 

Bildiri’nin en uzun maddelerinden biri olan “Halkların eşit haklarına ve kendi geleceğini tayin etmesine ilişkin ilke” başlığı ile düzenlenmiş olan bu maddenin 
“dramatik” söylemine rağmen, içeriği incelendiğinde, çok daha dar kapsamlı olduğu söylenebilir. 
Her şeyden önce 2625(XXV) sayılı Bildiri de, “halkların kendi geleceğini tayin etme” hakkı iki ön koşulla sınırlandırılmaktadır: 

a) Devletler arasında dostça ilişkileri ve işbirliğini ilerletmek, 
b) Sömürgeciliğe hızla son vermek amacı ile söz konusu halkların özgürce ifade edilmiş iradelerine saygı göstererek. 

Bildiri’de yer alan bu ifadelerden, self-determinasyon hakkının temel “ideolojisinin” dostça ilişkilere ve işbirliğine dayandırıldığı anlaşılmaktadır. 
Öte yandan, Bildiri’ye göre, self-determinasyon hakkının temel “tarihsel” süjesi sömürge halklarıdır. Dolayısıyla bildiri Metinde, başka bir halk kategorisinin kişileştirilmemiş olması, sömürge olarak nitelendirilemeyecek “halkların” self-determinasyon haklarını ancak belirli istisnai durumlarda gündeme gelebileceğini ortaya koymaktadır. 
Diğer bir deyişle, Bildiri’deki içerik ve anlamıyla, self-determinasyon ilkesinin muhatabı aslında herhangi bir halk değil, bazı istisnai koşulların ortaya çıkması 
halinde, bir halkın belirli bir devlete karşı dermeyan edebileceği bir hak olarak algılanmalıdır.34 
Öte yandan, self-determinasyon hakkının kullanılmasının uygun olabileceği durumlarda dahi Bildiri’de ayrıntılı ve kesin sınırlamalar getirilmiştir. Şöyle ki: 
“Yukarıda yer alan paragraflardaki hiçbir şey, yukarıda tanımlanmış bulunan halkların eşit hakları ve kendi geleceğini tayin etmesi ilkesine uygun olarak kendilerini yöneten ve böylece ırk, inanç ya da renk ayrımı yapmadan ülkede yaşayan bütün halkı temsil eden bir yönetimi bulunan egemen ve bağımsız Devletlerin toprak bütünlüğü ya da siyasi birliğini tamamen ya da bir kısmı ile parçalayacak ya da bozacak olan herhangi bir harekete izin veriyormuş ya da teşvik ediyormuş gibi yorumlanamaz. 

Her Devlet, herhangi bir Devlet ya da ülkenin ulusal birliği ve ülke bütünlüğünü kısmen ya da tamamen bozma amacını güden her hareketten kaçınacaktır”. 
Görüldüğü gibi Bildiri, self-determinasyon iddiaları hakkında iki bakımdan olumsuz bir ifade ile sınırlama getirmektedir: Bir yandan, self-determinasyon 
iddiasında bulunan bir “hareket”in bağımsız bir devleti parçalanmasına izin veriyormuş gibi yorumlanmaması, öte yandan da, devletlerin selfdeterminasyon 
iddialarını birbirlerine karşı ülke bütünlüklerini bozacak şekilde kullanmamaları gerektiği vurgulanarak, devletlere bu konuda iki yükümlülük getirmektedir. 

Bildiri’deki bu ayrıntılı koşul ve kayıtlar eski sömürgecilikle bağlantılı ve 1514(XV) sayılı Bildiri çerçevesindeki uyuşmazlıklar dışındaki selfdeterminasyon 
iddialarının, ancak ağır ve yaygın insan hakları ihlalleri durumlarında ve özellikle, bir devletin ülke bütünlüğünü bozmak amacıyla ileri sürülmemiş olması kaydıyla dikkate alınabileceğini ortaya koymaktadır. 

Doktrinde de, ancak olağanüstü baskıların (in extreme cases of oppression) söz konusu olduğu durumlarda uygulanabilecek self-determinasyon “onarımcı” 
(remedial self-determination) olarak nitelendirilmektedir.35 
Heidy Krüger, Dağlık Karabağ hakkındaki bir makalesinde, onarımcı selfdeterminasyon kavramının “dermeyan” edilebilmesi için hukuka aykırılık ve 
baskıların ağır, yoğun ve sistematik (severe, massive and systematic) olması gerektiğine dikkat çekmektedir.36 
Öte yandan, Marc Weller, eski sömürgelerle bağlantılı uyuşmazlıklar dışındaki ayrılıkçı uyuşmazlıklarda neredeyse sistematik olarak selfdeterminasyon 
uygulanmasını önermektedir.37 Weller’in bu görüşü ancak 2625(XXV) sayılı Bildiri’nin “halkların kendi kaderini tayin etme hakkına ilişkin bölümünün, 
yukarıda belirtilen 7. paragrafındaki koşullar çerçevesinde değerlendirilebilir. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

26 “Legal Consequences of the separation of the Chagos Archipelago From Mauritius in 1965,” ICJ, 21 Şubat 2019, 
     https://www.icj-cij.org/en/case/169. 
27 İbid. par. 182 “…In response to Question b) of the General Assembly, relating to the consequences under international law that arise from 
     the continued administration by the United kingdom of the Chagos Archipelago , the Court concludes tha the United Kingdom , has an 
     obligation to bring to an end its administration of the Chagos Archipelago as rapidly as possible, and that Mauritius State must 
     co-operate with the United Nations to complete the decolonization..” 
28 İbid. par.177. 
29 Genel Kurul’un bu kararı 116 lehte ve 6 çekimser oy ile kabul edilmiştir. Çekimser oy kullanmış olan devletler: ABD, Avustralya, İsrail, Macaristan, 
     Maldiv Adaları ve İngiltere. (“A/RES/73/295,” “Demands that the the United Kingdom .... withdraw its colonial administration from the Chagos 
     Archipelago unconditionally within a period of no more than six months from the adoption of this resolution, thereby enabling Mauritius to complete 
     the decolonization of its territory asrapidly as possible.” BM Genel Kurulu, 17 Mayıs 2019.) 
30 “SAHARA OCCIDENTAL Advisory Opinion,” ICJ Reports, 16 Ekim 1975, s.12, 
     https://www.icj-cij.org/files/case-related/61/061-19751016-ADV-01-00-EN.pdf. 
31 “Thus the Court has not found legal ties of such a nature as might affect the application of resolution 
     1514(XV) in the decolonization of Western Sahara and, in particular, of the principle of selfdetermination 
     through the free and genuine expression of the will of the people of the Territory Western Sahara, ibid para. 162.” 
32 Legal Consequences for States of the Continued Presence of South Africa in Namibia Notwithstanding the Security Council (276)1970, par. 173. 
33 Gaetano Arangıo Ruiz, “The United Nations Declaration on Friendly Relations and the System of the sources of International Law,” 
    Sijtoff and Noordhoff, 1979, s. 71,
    http://www.gaetanoarangioruiz.it/wpcontent/uploads/2017/04/The_Concept_of_International_Law_and_the.pdf. 
34 « Halk » lardan farklı olarak etnik azınlıklarnı n self-determinasyon hakkına sahip olmadıkları konusunda bkz Dilaver Gassimov, 
    “Le conflıt arméno-azerbaidjanais: L’impuissance ou l’indifférence de la communauté internationale?” Guerres Mondiales et Conflits Contemporains 
     2014/no. 24, s. 12; Félicien Lemaıre, “La libre détermination des peuples, la vision du constitutionnaliste,” Civitas Europa 2014/1 No. 32, s.113-138. 
35 James Crawford, The Creation of States in International Law, Oxford University Press: 2007, s. 119; Heiko Krüger, “Nagorno –Karabakh, in 
     Self-Determination and Secession in International Law,” Edited by Christian Walter, Antje von Ungern-Stenberg ve Kaavus Abushov, Oxford 
     University Press 2014, s.422. 
36 Krüger, Nagorno –Karabakh, in Self-Determination and Secession in International Law. s.223. 
37 Marc Weller, “Settling Self-Determination Conflicts: Recent Developments,” EJIL Vol. 20 No.1, 2009, s.163. 


4. CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

2020 DE PATLAK VEREN CATIŞMA VE KARABAĞ İHTİLAFI HAKKINDA DEĞERLENDİRMELER. BÖLÜM 2

2020  DE  PATLAK VEREN CATIŞMA VE KARABAĞ İHTİLAFI HAKKINDA DEĞERLENDİRMELER.  BÖLÜM 2 


Robert Koçaryan,Ermenistan,Av. Dr. Deniz AKÇAY,Haydar Aliyev,Dağlık Karabağ,AGİT Minsk Grubu, Hocalı Katliamı,Kazakistan,
Almanya, Belarus, İtalya, Finlandiya, Hollanda, Portekiz, İsveç, Budapeşte Zirvesi,



2) Minsk Grubu’nun Çözüm Arayışı: “Ortak Devlet” Formülü ve Devam Eden Görecelilik 

Self-determinasyon formülünü gündeme getiren 1996’daki AGİT Lizbon Zirvesi’nden iki yıl sonra, Minsk Grubu, Dağlık Karabağ sorununun, bir “Ortak 
Devlet” (Common State) formülü çerçevesinde çözümlenmesini önermiştir.17 
“Ortak Devlet” önerisinin, aslında, Lizbon Belgesi ile Minsk Grubu’nun gündemine yerleşmiş olan self-determinasyon formülünün bir varyasyonu olarak algılanması gerektiği düşünülmektedir. 
Beş sayfalık “Ortak Devlet” formülünde yer alan ilke ve düzenlemelerden, kanaatimizce, aşağıdakiler önem taşımaktadır: 
- “Devlete” dönüştürülecek olan Dağlık Karabağ bölgesi Azerbaycan sınırları içinde yer alacaktır.18 
- Azerbaycan ile Ermenistan aralarında imzalayacakları bir anlaşma ile Azerbaycan ile Dağlık Karabağ’ın sorumluluk alanlarını ve bu çerçevedeki 
gerekli yetki devirlerini belirleyeceklerdir. 
- Dağlık Karabağ, ticaret, kültür, bilim, spor ve insancıl konular alanlarında üçüncü devletler ve uluslararası örgütlerle doğrudan (direct) ilişki kurmak 
ve bunların nezdinde temsilci bulundurmak hakkına sahip olacaktır. Ayrıca, Dağlık Karabağ’daki siyasi partiler ve sosyal kuruluşlar da yabancı 
ülkelerdeki benzer kuruluşlarla ilişki kurabileceklerdir. 
- Dağlık Karabağ, Azerbaycan’ın yabancı devletlerdeki büyükelçilik ve konsolosluklarında temsilci bulundurmak hakkına sahip olacaktır. 

Gerçek bir “Ortak Devlet”ten çok, devlet içinde devlet kurulmasına yönelik bu “öneride”, ileride Dağlık Karabağ “yönetiminin” doğrudan ya da başka vesilelerle, dolaylı olarak, düzenleyeceği bir referandumla Ermenistan’a bağlanmayacağı konusunda herhangi bir güvence de öngörülmemektedir. 
Belirli bir devletler hukuku ilkesine dayanmadığı gibi, ulusal, uluslararası ya da bölgesel bir “iradenin destekleyici girişimlerinin” yokluğunun bu tür bir “ülkesel montajın” sürdürülebilir olamayacağının bilincine varılmış olacak ki, Minsk Grubu’nun sonraki açıklamalarında, bir yerde, devlet içinde devlet kurulmasını öngören bu “öneriye” artık atıfta bulunulmamaktadır. 

Buna karşılık, üzerinde ısrarla durulan ve bazı yan ilkelerle de çerçevelenen self-determinasyon ilkesi, Minsk Grubu’nun vazgeçilmeyen çözüm parametresi olarak kalmaktadır. Nitekim ABD’deki United States Institute of Peace’in 1998 yılı raporunda, çeşitli yan ilkelerle de desteklenmiş olan selfdeterminasyon 
kavramı uyuşmazlığın çözümünde sabit bir araç ve hedef olarak takdim edilmektedir: 

“Bu toprak bütünlüğü meselesi ulusal self-determinasyon ile özerkliği bir araya getirmelidir.19” 
Diğer bir deyişle, bu öneriye göre Azerbaycan’ın ülke bütünlüğünün güvence altına alınabilmesi, ancak Dağlık Karabağ’ın ulusal self-determinasyonu ile 
birlikte değerlendirildiği takdirde mümkün olacaktır. Doğal olarak, bu tür bir yaklaşımın sadece BM Güvenlik Konseyi’nin 1993 kararlarını değil, devletler 
hukukunun temel ilkelerini de izafileştirdiği söylenebilir. 
Ayrıca, bu yaklaşımın dayandığı “ulusal self-determinasyon” kavramı, Dağlık Karabağ nüfusunu ayrı bir “ulus” olarak değerlendirmeyi gerektirmektedir. Ancak, bu tür bir yaklaşımın tarihsel, siyasal ve hukuksal gerçekler açısından da yanlış bir tanımlama olacağı açıktır. Esasen gerek BM organları, gerek ilgili devletler ya da Minsk Grubu bu tür bir “tanımlamayı” ileri sürmemiştir. 

3) BM Genel Kurulu’nun Dağlık Karabağ Sorununun Çözümüne İlişkin Çizdiği Çerçeve: 

14 Mart 2008 tarihli ve 62/243 sayılı Karar Dağlık Karabağ uyuşmazlığına çözüm arayışı sürecinde kaydedilen bu olumsuz gelişmeleri değerlendiren BM Genel Kurulu 2008’de gayet kapsamlı bir karar kabul ederek uyulması gereken ilkeleri sıralamış, önemli ölçüde de Güvenlik Konseyi’nin 1993’te kabul etmiş olduğu kararlarda yer alan ilkeleri tekrarlamıştır. 

Ancak Genel Kurul, bununla yetinmeyerek, ortaya çıkan olumsuz gelişmelere dikkat çekmiş, ayrıca, bazı önlemlerin acilen alınmasını da istemiştir. 
Bu çerçevede, özellikle, aşağıdaki hususları vurgulamıştır:20 

- Kararın ikinci işlem paragrafında Genel Kurul, Ermenistan’ın işgal etmiş olduğu Azerbaycan topraklarındaki askerlerini derhal (immediate), tamamen (complete) ve koşulsuz (unconditional) olarak geri çekmesini istemektedir (demands). 
- Kararın beşinci işlem paragrafında, Azerbaycan topraklarının işgalini hiçbir devletin tanımaması gerektiğine (shall not recognize) dikkat çekmektedir. 
- Kararın altıncı işlem paragrafında, Minsk Grubu’nun uluslararası arabuluculuğu nu desteklediğini belirtmekle birlikte, Grubun önereceği çözümün devletler hukukunun norm ve ilkelerine uygun olması (in compliance with the provisions stipulated above) gerektiğini vurgulamaktadır. 

Minsk Grubu’nun 1996 yılından itibaren, uyuşmazlığın self-determinasyon ilkesinin uygulanmasıyla çözümlenmesine yönelmiş olmasına karşılık, BM 
Genel Kurul kararında self-determinasyon ilkesine atıfta bulunulmaması belirleyici önem taşımaktadır. 

Ayrıca, Genel Kurul’un Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’daki askerlerini geri çekmesini istemiş olması da somut ve acil bir önlem talimatı sayılmalıdır. 
Öte yandan, Genel Kurul’un işgalin hiçbir devlet tarafından tanınmamasını talep etmesi de sadece ilgili devletler açısından değil, tüm BM üyesi devletlere 
yönelik bir talimat olarak kabul edilmelidir. 
BM Genel Kurulu’nun bu kararı, self-determinasyon ilkesinin Dağlık Karabağ uyuşmazlığında uygulanmasını haklı gösterecek hiçbir koşulun bulunmadığını 
ortaya koymaktadır. 
Bu husus, self-determinasyon hakkının kullanılabilmesi konusunda aşağıda değinilecek olan BM organları ile Uluslararası Adalet Divanı (UAD) çerçevesinde geliştirilmiş olan koşullar açısından belirleyici önlem taşımaktadır. 

Öte yandan, Minsk Grubu’nun, BM Genel Kurulu’nun Dağlık Karabağ uyuşmazlığının çözüm çerçevesini belirleyen 14 Mart 2008 tarih ve 62/243 
sayılı kararıyla ilgili resmi bir açıklama ya da değerlendirmesi bulunmamaktadır. 

4) Minsk Grubu’nun Çözüme Yönelik Mevcut Eğilimi: 9 Mart 2019 tarihli Açıklama 

Minsk Grubu’nun Eş Başkanları’nın 9 Mart 2019 tarihli açıklamasında, ülke bütünlüğü (territorial integrity,) zikredilmekle birlikte, söz konusu ilkenin ne 
şekilde, hangi süreç çerçevesinde uygulanacağı konusunda tereddüt uyandıracak ifadeler yer almaktadır.21 

Grup açıklamasındaki ifadelerden, metinde zikredilen ülke bütünlüğü ilkesinin aslında “kısmen” uygulanmasının söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. Zira bu 
metinde Azerbaycan’a geri verilmesi söz konusu olan Dağlık Karabağ değil, bu bölgenin etrafındaki topraklardır. 
Ayrıca söz konusu “geri verilme” eylemi, ülke bütünlüğü ilkesine uyulması anlamında değil, daha çok “geçici” bir sınır revizyonundan ibaret olduğu 
izlenimini uyandırmaktadır. 
Metnin devamında ise, nihai çözüme ulaşıncaya kadar, Dağlık Karabağ için güvenliği ve ayrıca, özyönetimi (self-governance) sağlayacak bir ara statü 
(interim status) öngörülmektedir. 
Minsk Grubu’nun açıklamasındaki “ara statü” projesinde özyönetim öngörülmekle birlikte, nihai çözümün, ne Güvenlik Konseyi’nin kararları 
ışığında Azerbaycan’a geri verilmesi, ne de içeriği belirsiz bir selfdeterminasyon statüsü anlamını taşımaktadır. 
Zira aynı paragrafın devamından, “Özyönetimin” de nihai çözümü oluşturmayacağı, Dağlık Karabağ’ın nihai statüsünün bir referandumla 
belirleneceği anlaşılmaktadır.22 
Diğer bir deyişle, gerek Güvenlik Konseyi’nin 1993 tarihli kararları, gerek BM Genel Kurulu’nun 2008’de aldığı ve işgal edilen toprakların geri verilmesini ve ayrıca, Dağlık Karabağ’da meydana gelen ülkesel değişikliklerin tanınmamasını isteyen BM Genel Kurulu kararının bir kere daha göz ardı edildiği anlaşılmakta dır. 
Üç büyük devletin Eş Başkanları’nın konuya ilişkin açıklamalarında, Minsk Grubu’nun, kısa sürede çatışmaların önlenmesine yönelik yatıştırıcı bir söylem 
geliştirmeye çalıştığı, daha uzun sürede ise, Dağlık Karabağ’da self determinasyon ilkesine dayalı bir çözüme yönelmiş olduğu sonucu çıkarılabilir. 
Öte yandan, açıklamada yeniden Helsinki Nihai Senedi’ndeki ilkelere de yer verilmesi ilginçtir. Söz konusu Senedin, Doğu-Batı “antagonizminin” keskin 
olduğu yetmişli yılların ortalarında siyasal önem ve değerinin yüksek olduğu kabul edilmekle birlikte, yukarıda da belirtildiği üzere söz konusu belgenin 
hiçbir zaman bağlayıcı bir “antlaşma” niteliğini taşımamış olduğu da açıktır.23 
Self-determinasyon ilkesi konusunda gerek BM organlarının kararları ve özellikle, gayet kapsamlı, ayrıntılı bildirileri, gerek, ayrıca, UAD’nin içtihatları 
ışığında tartışılamayacak bir hukuksal açıklık ve uygulanabilirlik anlayışına ulaşılmışken, Helsinki Nihai Senedi’ndeki daha çok “katalog” düzeyinde kalan 
“ilkelerin”, basit bir referansla uygulanabilir olabileceğini kabul etmek, devletler hukuku normları ve yorum kuralları açısından mümkün değildir. 
Yirmi yılı aşkın bir süreden beri, konuya dair temel BM ilkelerinden uzaklaşarak self-determinasyon tezi üzerinde odaklanmış bulunan Minsk Grubu’nun barışçı çözüm arayışlarına rağmen, bölgedeki barışı kesinlikle sağlamış olduğu da söylenemez. 
Nitekim Grup, Ermenistan’ın 2-5 Nisan 2016 tarihlerinde “Dört Gün Savaşı” olarak tanımlanan bir silahlı çatışma başlatmasını da önleyememiştir.24 
Minsk Grubu’nun çatışmadan iki ay sonraki açıklamasında ise, uyuşmazlığın barışçı yollarla çözümlenmesi konusundaki taahhütlerini yinelemekle 
yetinilmiştir.25 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

17 Resmi olmayan çeviri için bkz.:“Minsk Group Proposal (Common State Deal)”, Kasım 1998, Nagorno-Karabakh: Documents, Resolutions 
    and Agreements, 2014, 
    https://www.legal-tools.org/doc/f2c2f3/pdf/. 
18 Kurulması önerilen yeni birim “a state territorial formation in the form of a Republic” olarak tanımlanmıştır. 
19 Orijinal metinde “This matter of territorial integrity must be brought together with national selfdetermination and self-government” şeklinde ifade 
    edilmektedir. (Patricia Carley, “Nagorno-Karabakh: Searching for a Solution,” A United States Institute of Peace, Roundtable Report, No. 34, 1998: s.27.) 
20 BM Genel Kurulu, “A/RES/62/243,” Birleşmiş Milletler Resmi İnternet Sitesi, 14 Mart 2008, 
     https://undocs.org/en/A/RES/62/243. 
21 AGİT Minsk Grubu, “Press Statement by the Co-Chairs of the OSCE Minsk Group on the Upcoming Meeting of President Aliyev and Prime 
    Minister Pashinyan,” AGİT Resmi Sayfası, 9 Mart 2019, 
    https://www.osce.org/minsk-group/413813. 
22 “…future determination of the legal status of Nagorno-Karabakh through a legally binding expression of will..” (AGİT Minsk Grubu, 
     “Press Statement by the Co-Chairs of the OSCE Minsk Group on the Upcoming Meeting of President Aliyev and Prime Minister Pashinyan,” 
      AGİT Resmi Sayfası, 9 Mart 2019, 
      https://www.osce.org/minsk-group/413813.) 
23 Jean-François Prévost, Observations sur la Nature Juridique de la Conférence sur la Sécurit´et la Coopération en Europe, AFDI 1975, p,152. 
     Yazara göre, Senet, siyasi iradelerin testi olarak yorumlanmalıdır. Jordan Paust, Legal Aspects of the Final Act of Helsinki s.56 
      https://scholarship.law.duke.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=3646&context=lcp ; Peter Van Dıjk, “The Final Act of Helsinki – 
      Basis for a Pan-European system?,” Netherlands Yearbok of International Law, 7 Temmuz 2009, s. 53-70. 
24 Bu konuda bkz. Turgut Kerem Tuncel, “Karabağ’da Yaşanan 4 Gün Savaşı’nın Kısa bir Değerlendirmesi,” Avrasya İncelemeleri Merkezi, 14 Nisan 2016, 
     https://avim.org.tr/tr/Yorum/KARABAG-DA-YASANAN-4-GUN-SAVASI-NIN-KISA-BIRDEGERLENDIRMESI. 
25 “..The Ministers reaffirmed their commitment to a peaceful resolution of the Nagorno-Karabakh conflict..” (“Press Statement by the Co-Chairs of the 
     OSCE Minsk Group,” AGİT Resmi İnternet Sitesi, 3 Haziran 2016, 
      https://www.osce.org/mg/244441. ) 


***

2020 DE PATLAK VEREN CATIŞMA VE KARABAĞ İHTİLAFI HAKKINDA DEĞERLENDİRMELER. BÖLÜM 1

2020  DE  PATLAK VEREN CATIŞMA VE KARABAĞ İHTİLAFI HAKKINDA DEĞERLENDİRMELER.  BÖLÜM 1 

Robert Koçaryan,Ermenistan,Av. Dr. Deniz AKÇAY,Haydar Aliyev,Dağlık Karabağ,AGİT Minsk Grubu, Hocalı Katliamı,Kazakistan,
Almanya, Belarus, İtalya, Finlandiya, Hollanda, Portekiz, İsveç, Budapeşte Zirvesi,

Av. Dr. Deniz AKÇAY* 
* Doctorat d’Etat en Droit Public, Ortak Hükümet Ajanı, Emekli T.C. Dışişleri Bakanlığı Mensubu 


Ter-Petrosyan’dan sonra Ermenistan’ın cumhurbaşkanı olan Robert Koçaryan katı ve uzlaşmaz bir siyasi söylem tutturmuş olsa da, 1999’dan Ekim 1993’te 
Azerbaycan’ın cumhurbaşkanı olan Haydar Aliyev’in Aralık 2003’teki ölümüne kadar geçen sürede sorunun çözümü konusunda ciddi sayılabilecek 
adımlar atılmaya çalışılmıştır. Ancak, bu süreçte de çözüme ulaşılamamıştır. 
AGİT Minsk Grubu çerçevesinde yürütülen barış görüşmelerinin zaman içinde nihai barışı sağlayacak anlaşmaya ulaşılmasından, barış sürecinin hangi 
prensipler üzerinden yürütüleceğinin tartışıldığı bir hal alması dikkat çekmektedir. Bahsi geçen ‘temel prensipler’in belirlenmesinde gelinen en üst 
nokta 2007 yılında ‘Madrid Prensipleri’ diye anılan prensiplerin kamuoyuna açıklanması olmuştur. Bundan sonra günümüze kadar geçen süreçte bunun 
ötesine geçen bir ilerleme kaydedilememiştir. ‘Temel prensipler’den olan Dağlık Karabağ’ın etrafında Ermeni birliklerinin işgali altındaki bölgelerden 
Ermeni birliklerin çekilmesi ve Dağlık Karabağ’ın nihai statüsünün belirleneceği referandum halen tarafların farklı yorumlarına konu olmakta, sürecin ilerlemesini tıkayan en önemli iki neden olmaya devam etmektedir. 

Sürecin tıkanması AGİT Minsk Grubu’nun önceliklerinin değişmesine de neden olmuştur. Nihai barışın sağlanması için yola çıkan AGİT Minsk Grubu, 
2000’li yılların ortalarından itibaren barışın sürecinin üzerine inşa edileceği ‘temel prensipler’in belirlenmesi noktasına gerilemiş, 2010’lu yılların 
ortalarına doğru ise çözüm sürecinin çökmesinin engellenmesi ve Azerbaycan ve Ermenistan arasında sıcak çatışma ve savaşın önlenmesi noktasına kadar 
gelmiştir. Buna rağmen, 2016 yılının Nisan ayındaki ‘Dört Gün Savaşı’nın ve 12 Temmuz 2020’deki büyük çaplı çatışmanın patlak vermesi engellenememiştir. 
Sonuç olarak, iki yüzyılı aşan tarihsel bir arka plana sahip olan, otuz yılı aşkın bir süredir devam eden ve günümüzde çözülemeyen/inatçı bir çatışma halini 
alan Dağlık Karabağ sorunu ve de jure savaş, beş büyük jeopolitik alanının Avrupa; Avrasya; Orta Asya; Doğu Akdeniz ve Orta Doğu; İran Körfezi ve 
Hint Okyanusu - önemli bir kesişme noktası olan Güney Kafkasya’da, istikrar ve barışı tehdit eden bir sorun olmaya devam etmektedir. 

A) Hocalı Katliamı, Birleşmiş Milletler Üyeliği, Güvenlik Konseyi Kararları 

Aralık 1991’de Kazakistan’ın o dönemdeki başkenti Almatı’da toplanan on bir Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin temsilcileri Sovyetler Birliği’nin sona ermiş 
olduğunu (has ceased to exist) açıklamışlardır1. Bu şekilde 1921’de kurulmuş olan Sovyetler Birliği’nin devletler hukuku tüzel kişiliği sona ermiş olmaktadır. 
Toplantı sonunda açıklanan bildiride eski Sosyalist Cumhuriyetlerinin yeni oluşumlarındaki sınırları, yetkileri, siyasal ve ekonomik özellikleri ya da 
beklentileri hakkında hiçbir bir açıklamaya, çekinceye veya sınırlamaya yer verilmemiştir. Aksine, Bildiri’nin Giriş Bölümü’nün (Preamble) üçüncü 
paragrafında Bildiri’yi imzalamış olan on bir Devletin, birbirlerinin ülke bütünlüğünü ve hâlihazırdaki sınırlarının dokunulmazlığını tanıdığı ve saygı 
göstereceği açıkça vurgulanmıştır.2 
Sovyetler Birliği’nin bu şekilde dağılmasıyla bir yerde klasik devletler hukukundaki uti possidetis kuralı uygulanarak, dağılma sonucunda, her yeni 
devletin dağılmadan önceki sınırlarının aynen korunması öngörülmüştür.3 
Ardından, bağımsızlığını kazanan devletlerin, tanınma ve Birleşmiş Milletler’e (BM) üye olma süreci başlamıştır. 
Bu meyanda, Azerbaycan Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti’nin de BM’ye üye olma başvuruları yerleşik prosedüre uygun olarak, ilk aşamada 
Güvenlik Konseyi tarafından incelenmiştir. Konsey her iki devletin üyelik taleplerini herhangi bir kayıt ya da koşul öngörmeksizin aynen kabul etmiş ve 
iki Devletin üyelik taleplerinin kabulü konusunda nihai kararı verecek olan Genel Kurul’a havale etmiştir.4 
BM Genel Kurulu da iki devleti, herhangi bir kayıt getirmeksizin yerleşik uygulama çerçevesinde 2 Nisan 1992 tarihinde üyeliğe kabul etmiştir.5 
Öte yandan, Ermenistan’ın uzun süredir Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesine yönelik devam eden operasyonları, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından iki ay sonra yoğunlaşmış; söz konusu askeri saldırılar 26-27 Şubat 1992’de Hocalı’da katliama dönüşmüştür. Bu katliam bazı devletler tarafından soykırım olarak da nitelendirilmiştir.6 
Bu arada, devam etmekte olan Dağlık Karabağ savaşı ile ilgili olarak, Güvenlik Konseyi’nin 1993 yılında aldığı dört karardan ilki ancak Nisan 1993’te 
kabul edilebilmiştir.7 
Azerbaycan’ın ülke bütünlüğüne saldırı niteliğini taşıyan ve ayrıca daha geniş çapta bölgesel barışı da tehdit edecek boyutlara ulaşan Dağlık Karabağ 
uyuşmazlığı ile ilgili olarak BM Güvenlik Konseyi, özellikle, 1993 yılında kabul ettiği dört kararla (Resolutions), bir yandan, Dağlık Karabağ’daki silahlı 
çatışmaların sona erdirilerek, Azerbaycan’ın ülke bütünlüğü ve sınırlarının dokunulmazlığına dayalı barışçı bir çözüme gidilmesi koşullarının sağlanması, 
diğer yandan da, bu çerçevede ulaşılacak çözüm yollarının uyması gereken koşulların belirlenmesi amaçlanmıştır.8 
Özellikle 12 Kasım 1993 tarihli ve 884 sayılı kararda, sorunun barışçı yollarla çözümlenmesi çağrısının ötesinde, Azerbaycan’ın egemenlik haklarını ve ülke 
bütünlüğünü tehdit eden Dağlık Karabağ sorunu çerçevesinde, Azerbaycan’ın ülke bütünlüğü yeniden teyit edilmiş (reaffirming), ayrıca sınırların 
dokunulmazlığı ilkesi konusunda da “güç kullanarak ülkenin genişletilmesinin kabul edilemeyeceği9” vurgulanmıştır. 
Bu bakımdan, söz konusu kararlar, Dağlık Karabağ uyuşmazlığını sona erdirmemekle birlikte, gerek Alma-Ata Bildirisi’ndeki gerek Azerbaycan ve 
Ermenistan devletlerinin BM’ye kabul edilmeleri aşamasında var sayılan temel ilkelerden herhangi bir sapma “niyetinin” bulunmadığını teyit etmiştir. 

1) Minsk Grubu: BM İlkelerinin Görecelileşmesi 

Dağlık Karabağ uyuşmazlığının çözümünde, BM Güvenlik Konseyi’nin 1993’te kabul etmiş olduğu dört kararın öngördüğü, ülke bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı konusunda güvenceler içeren çözüm çerçevesinin sonraki yıllarda hukuksal katılığını ve bir yerde, siyasal güncelliğini önemli ölçüde yitirmiş olduğu izlenimini veren bazı gelişmelerin kaydedildiği görülmektedir. 

Şöyle ki, Dağlık Karabağ sorunu hakkında barışçı çözüm formülleri üretmek ve iki devlet arasındaki diyalogu, bu çözüm önerileri üzerinde odaklaştırabilmek 
hedefi çerçevesinde 1992’de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) kapsamında Minsk Grubu olarak anılan bir siyasal diyalog platformu kurulmuştur. 
AGİT’in 1992 Helsinki toplantısında oluşturulan söz konusu diyalog platformunun ilk versiyonunda üç ayrı üyelik kategorisi yer almaktadır: 

- Uyuşmazlığa taraf olan Azerbaycan ve Ermenistan, 
- ABD, Rusya ve Fransa, 
- Aralarında Türkiye’nin de yer aldığı Almanya, Belarus, İtalya, Finlandiya, Hollanda, Portekiz ve İsveç’ten oluşan bir üçüncü grup. 

Ancak, Grubun kompozisyonu 1994’te AGİT Budapeşte Zirvesi’nden itibaren önemli bir değişikliğe uğramıştır. Bu tarihten itibaren ABD, Rusya ve Fransa 
Grubun Eş Başkanları (Co-Chairs) olarak görevlendirilmiştir. Bu alt grup, Minsk Grubu adına açıklamalarda bulunma görevini üstlenmiştir. 

Görüldüğü üzere, Budapeşte Zirvesi’nden sonra Grubun içinde belirli bir “hiyerarşik” “düzen” oluşturulmuş, Eş Başkanlar alt grubu siyasal önem ve 
ağırlığıyla daha güçlü bir hiyerarşik görünürlük kazanmıştır. Günümüzde de, Grubun açıklamalarını bu grup kaleme almaktadır. 
Minsk Grubu’nun “kuruluş” aşamasında, genel olarak, Dağlık Karabağ sorununun barışçı yollarla çözümlenmesi konusuna ağırlık verilmiş, buna karşılık, bu hedefe ulaşmak için hangi ilkelere dayanılacağı ve hangi usullerin uygulanacağı konusunda belirli bir “şema” öngörülmemiştir. Esasen, Grubun, taraflar arasındaki çatışmaların durdurulması ve genel olarak, uyuşmazlığın görüşmelerle sona erdirilmesinin ötesinde, Güvenlik Konseyi’nin 1993’te kabul etmiş olduğu kararlardaki ilkelere uymak gibi “açık” bir “görev talimatı” da bulunmamaktadır. 

Oysa AGİT çerçevesinde oluşturulmuş olması itibariyle, Minsk Grubu’nun görev talimatında, devletlerin ülke bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı gibi 
evrensel devletler hukuku ilkelerinin ve bu alanda somut “yönlendirmeler” geliştirmiş olan BM organlarının kararlarının göz ardı edilmemesi, aksine, 
uluslararası barışın korunmasının söz konusu olduğu durumlarda özellikle vurgulanması gerekirdi. Bu yaklaşımın, sadece Dağlık Karabağ uyuşmazlığı 
açısından değil, BM sisteminin inandırıcılığı açısından da önem taşıdığı göz ardı edilmemelidir. 

Bu çerçevede, Avrupa Birliği Konseyi’nin de 22 Mayıs 1992 tarihli açıklamasında, devletlerin siyasi hedeflerine ulaşmak için diğer devletlerin ülke bütünlüğüne yönelik eylemleri AGİT’in ilke ve taahhütlerine aykırı olduğu ve bu nedenle kınandığı belirtilmiştir.10 

AGİT tarafından oluşturulan çeşitli belgelerde de Dağlık Karabağ sorunuyla ilgili olarak BM ilkelerinden uzaklaşmaya yönelik bu eğilimin devam ettirilmeye çalışıldığı gözlenmektedir. 
Nitekim AGİT’in 1996 Lizbon Zirvesi’nde kabul edilen belgede Güvenlik Konseyi’nin 1993 kararlarıyla Dağlık Karabağ sorununun çözümüne ilişkin 
olarak belirlenmiş temel BM ilkelerinden köklü biçimde uzaklaşılmıştır. 
Belgede, Dağlık Karabağ için önerilen “statünün” temel özellikleri olarak; Dağlık Karabağ’ın “müstakbel” statüsü için “Azerbaycan içinde selfdeterminasyona dayalı en yüksek özyönetim” öngörülen bir anlaşma önerisinde bulunulmuştur.11 Bu öneri, devletler hukuku açısından belirli bir hukuksal temeli olmayan yanıltıcı bir formül sayılabilir: 

1) Her şeyden önce “metinde” yer alan “self-determinasyon ve “özyönetim” kavramları devletler hukuku bakımından farklı ön koşullara dayanan 
bir statüye tekabül etmektedir. 
2) Ayrıca, self-determinasyon tanındıktan sonra, bu statünün Azerbaycan sınırları içinde kalacak bir “yönetim” olarak şekilleneceğinin hiçbir 
güvencesi de yoktur. 
3) En geniş “özyönetimi”, ayrıca, Dağlık Karabağ’a kaçınılmaz olarak, başka devletlerin de destekleyebileceği bir görünürlük kazandıracaktır. 
Bu durumda ise, söz konusu bölgenin ileride uluslararası bir süjelik arayışına girişmeyeceğinin güvencesi de yoktur. 
1996’daki Lizbon Belgesi’ne ek olarak, Minsk Grubu’nun 2007 yılındaki Madrid toplantısının sonunda yapılan açıklamada, self-determinasyonla 
birlikte, Helsinki Nihai Belgesi’ne ve bu Belge’de yer alan ilkelere de atıfta bulunmaktadır.12 
Helsinki Nihai Senedi’nin gerek hukuksal niteliği, gerek içerdiği ilkeler açısından, uyulması gereken ilkelerin, daha önce BM kararlarıyla belirlenmiş olan Dağlık Karabağ uyuşmazlığının çözümünde ön plana çıkarılmasını gerektirecek bir güncelliği ve özellikle, hukuksal ağırlığı olabileceği düşünülemez. 

Doğu-Batı bloklaşmasının yumuşatılması çerçevesinde 1975’te Helsinki’de toplanan Konferansın diplomatik önemi tartışılmamakla birlikte, Nihai Belgenin bağlayıcılığı kesin değildir.13 Belgede sıralanmış olan ilkelerden her birinin değişik hukuksal uygulanma koşulları ve hatta hukuksal değeri olabileceği göz ardı edilmemelidir. Buna karşılık, Grup, 2019’da bu belgeye atıfta bulunmaya devam etmiştir.14 

Günümüzde, Helsinki Nihai Senedi’nin bağlayıcı olmadığı ve dolayısıyla, normatif açıdan, Minsk Grubu açıklamalarında bu konuda yer alan ilkelerin, sırf bu metinde yer almış olduğu gerekçesiyle bağlayıcılık kazanamayacağı kabul edilmektedir.15 
Bir yazarın belirtmiş olduğu gibi, söz konusu Belge bir uluslararası antlaşma (treaty/traité) niteliğini taşımamakta, Doğu/Batı blokları arasında barışın 
gerçekleştirilebilmesine ve en azından “kamplar” arasındaki bloklaşmanın bir dereceye kadar yumuşatılması konusunda ulaşılan bir “konsensüs”ün 
yapılaştırılmasına yönelik bir “program” niteliğindedir.16 
Dolayısıyla Minsk Grubu’nun çalışmalarında, belirtilen metinlerden yola çıkılarak BM ilkelerinin Dağlık Karabağ hususunda göz ardı edilmesi ve görecelileştirilme si, uyuşmazlığın çözüm parametrelerini hukuksal çerçeveden uzaklaştırmakta ve bu durum sorunun barışçıl çözümüne katkı sağlamamaktadır. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1 “The Alma Ata-Declaration,” 21 Aralık 1991, ROP, 
     http://www.operationspaix.net/DATA/DOCUMENT/3825~v~Declaration_d_Alma-Ata.pdf . 
2 “..recognizing and respecting each other’s territorial integrity and the inviolability of the existing borders..”(The Alma Ata-Declaration,” ROP.) 
3 Uti possidetis kuralı geçmişte özellikle sömürgeler açısından uygulanmıştır. Son zamanlarda eski Yugoslavya’nın dağılması sonucunda, ortaya çıkan 
   yeni devletler açısından Badinter Komisyonu tarafından uygulanmıştır. (“Commission Badinter”, Avis no.3 Revue Générale de Droit International 
    Public, 1992: 268-269.) 
4 Bkz. Azerbaycan açısından 14 Şubat 1992 tarihli 742 sayılı karar (BM Genel Kurulu, “S/RES/742(1992),” United Nation Digital Library, 14 Şubat 1992, 
   https://digitallibrary.un.org/record/137563.); Ermenistan açısından da ise 29 Ocak 1992 tarihli 735 sayılı karar (BM Genel Kurulu, “S/RES/735(1992),
   ” United Nation Digital Library, 29 Ocak 1992, 
   https://digitallibrary.un.org/record/136238.). 
5 Bkz. Azerbaycan açısından 2 Mart 1992 tarihli ve 46/230 sayılı BM Genel Kurul kararı; Ermenistan açısından ise 2 Mart 1992 tarihli ve 46/227 sayılı 
   BM Genel Kurul kararı (BM Genel Kurulu,“Fortysix Session,”, 2 Mart 1992 
   https://www.securitycouncilreport.org/atf/cf/%7B65BFCF9B-6D27-4E9C-8CD3-CF6E4FF96FF9%7D/UNMembers%20ARES%2046%20230.pdf. ) 
Bu kararlarda da görüldüğü gibi, BM Genel Kurulu, bu arada devam eden savaş ve Hocalı katliamından bir ay gibi çok kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen 
Ermenistan’ın üyeliğini tamamen teknik, usulen bir kararla kabul etmiştir. 
6 Soykırım olarak nitelemiş olan devletler: Azerbaycan, Meksika, Pakistan Kolombiya, Çek Cumhuriyeti, Bosna Hersek, Peru, Honduras, Sudan. 
  Ayrıca ABD’nin Massachusetts, Texas, New Jersey, Arkansas, Oklahoma, Tennessee, Pennsylvania, Batı Virginia, Connecticut, Florida, Arizona, 
  Utah Eyaletleri de Hocalı olaylarını katliam olarak nitelemiştir. (Kaynak: Wikipedia.) 
7 BM Güvenlik Konseyi, S/RES/822 (1993), 30 Nisan 1993, http://unscr.com/en/resolutions/822. 
8 30 Nisan 1993 tarihli, 822 sayılı karar, 29 Temmuz 1993 tarihli 853 sayılı karar, 14 Ekim 1993 tarihli 877 sayılı karar, 12 Kasım 1993 tarihli ve 884 sayılı karar. 
9 “..the inviolability of international borders and the inadmissibility of the use of force for acquisition of territory..” 
    (BM Güvenlik Konseyi, S/RES/822 (1993), 12 Kasım 1993, 
     http://unscr.com/en/resolutions/884. ) 
10 Roland Rich, “Recognition of States: The Collapse of Yugoslavia and the Soviet Union,” EJIL 4 No. 1, (1993): s. 63. 
11 “..legal status of Nagorno-Karabakh defined in an agreement based on self-determination which confers on Nagorno-Karabakh the highest 
     degree of self-rule within Azerbaijan..” AGİT Lizbon Belgesi, 1996, Annex 1, s. 15. 
12 AGİT Minsk Grubu, Madrid Belgesi, 2007. 
13 Peter van Dijk, “The implementation of the Final Act of Helsinki, The Creation of New Structures in the Involvement of Existing Ones.
    ” Michigan Journal of International Law 10, 1989: s. 114. Bu değerlendirmesinde yazar, yeni normlardan değil, yeni yapılanmalardan söz etmektedir. 
14 AGİT Minsk Grubu, “Press Statement by the Co-Chairs of the OSCE Minsk Group on the Upcoming Meeting of President Aliyev and Prime Minister Pashinyan,
    ” AGİT Resmi Sayfası, 9 Mart 2019, 
     https://www.osce.org/minsk-group/413813. 
15 Pieter van Dijk, “The Implementation of the Final Act of Helsinki: The Creation of New Structures in the Involvement of Existing Ones,
    ” Michigan Journal of International Law10, 1989: s.114. 
16 Jean-François Prevost, « Observations sur la Nature Juridique de l’Acte Final d’Helsinki, » AFDI, 1975. Özellikle bkz. s.139 ve 150. 



***

Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği. BÖLÜM 4

Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği. BÖLÜM 4 


Av. Dr. Deniz AKÇAY, Dağlık Karabağ Uyuşmazlığı, Self-Determinasyon, Tezlerinin Göreceliği, Avrasya İncelemeleri Merkezi,
Ruhi Alagöz, Mehmet Oğuzhan Tulun, Selim Seçkin,Ermenistan, Azerbaycan,Gürcistan,Karabağ, Minsk Üçlüsü ,



Bunu takiben, 22 Haziran 2006’da AGİT Minsk Grubu eş-başkanları İ. Aliyev ve Koçaryan’a sunduklarını belirttikleri yedi maddeden oluşan bir ‘temel 
prensipler’ listesini hazırladıkları bir raporda kamuoyuyla paylamıştır. Açıklanan prensipler şunlardır:32 
- Kelbecer ve Laçin’le ilgili özel yöntemler belirlenmek kaydıyla, Ermeni birliklerinin Azerbaycan topraklarından aşamalı geri çekilmesi; 
- Bu toprakların askerden arındırılması; 
- Dağlık Karabağ’ın nihai statüsünün belirleneceği, tarihi ve yöntemi sonraki görüşmelerde belirlenecek bir referandum veya halk oylaması; 
- Uluslararası bir barış gücünün konuşlandırılması; 
- Anlaşmanın uygulanması için ortak bir komisyonun oluşturulması; 
- Mayınların temizlenmesi, tahrip olan altyapının yeniden inşası ve yerinden edilmiş kişilerin (IDP) yeniden yerleştirilmeleri için uluslararası yardımın sağlanması. Geçici düzenlemelerle Dağlık Karabağ’ın yardım kuruluşlarıyla dolaysız ilişkilerinin sağlanması. 
- Güç kullanımı veya güç kullanma tehdidinin reddedilmesi; 
- Uluslararası ve ikili güvenlik teminatları. 
Bu raporda dikkat çeken bir husus, sürecin ilerlememesinden duyulan rahatsızlığın açıkça ifade edilmesi ve tarafların uzlaşı yönünde adım atmaması 
halinde AGİT Minsk Grubu’nun bu konuda daha fazla çaba sarf etmeyeceğinin ima edilmesidir.33 

Dağlık Karabağ’ın statüsünün belirleneceği referandumla ilgili prensip tarafların farklı nedenlerle itirazlarına neden olmuştur. 
Azerbaycanlı yetkililer referandumun sadece Dağlık Karabağ’da değil, tüm Azerbaycan’da yapılması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Azerbaycan bu görüşünü günümüzde de savunmaktadır. Dağlık Karabağ’daki de facto yetkililer ise, muhtemelen Erivan’ın görüşünü de yansıtan bir şekilde, hâlihazırda 1991 yılında Dağlık Karabağ’da bir referandum yapıldığını ve Dağlık Karabağ halkının bağımsızlıktan yana bir tercihte bulunduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca, yapılacak 
bir referandumun Dağlık Karabağ’ın çevresindeki bölgelerden Ermeni birliklerin çekilmesinden sonra değil önce yapılması gerektiğini iddia etmişlerdir.34 10 Aralık 2006’da Dağlık Karabağ’da bölgenin bağımsızlık ve egemenliğiyle ilgili bir maddenin de bulunduğu “anayasa” referandumun yapılması,35 bu itirazlar çerçevesinde atılmış stratejik bir adım olarak düşünülebilir. Esasen, Dağlık Karabağ’ın nihai statüsünün belirleneceği referandumun zamanı ve yöntemi, bununla bağlantılı olan Dağlık Karabağ’ın etrafındaki işgal altındaki bölgelerden Ermeni birliklerinin çekilmesi konusuyla birlikte, en çok tartışma yaratan husus olarak karşımızda durmaktadır. 

‘Temel prensipler’in açıklamasından sonra tarafların sergiledikleri tavır Kasım 2007’de düzenlenen AGİT Minsk Grubu toplantısında Azerbaycan ve 
Ermenistan dış işleri bakanlarının bir araya gelmeyi reddetmesine kadar varmıştır. Buna karşılık AGİT Minsk Grubu, dış işleri bakanlarına ayrı ayrı 
prensiplerin son halini içeren ve ‘Madrid Prensipleri’ diye anılmaya başlanan belgeyi sunmuştur.36 

Mayıs 2009’da AGİT Minsk Grubu’nun ABD’li eş-başkanı Matthew Bryza Doğu Ortaklığı Girişimi’nin (İng. EasternPartnership Initiative) ilan edildiği 
zirve çerçevesinde bir araya gelen iki cumhurbaşkanının ‘Madrid Prensipleri’nin üzerinde durduğu bazı temel meseleler hakkında anlaşmaya vardıklarını duyurmuştur. 10 Temmuz tarihinde İtalya’da AGİT Minsk Grubu eş-başkanı ülkelerin devlet başkanları bir açıklama yaparak İ. Aliyev ve Serj Sargsyan’ın bazı ufak ayrılıklar hariç ‘Madrid Prensipleri’nin biraz daha işlenmiş halleri olan ‘temel prensipler’ üzerinde anlaştıklarını duyurmuş ve bazı kaynaklara göre toplam on dört maddeden oluşan ‘Madrid Prensipleri’nin altı temel prensibinin yer aldığı bir belgeyi kamuoyuyla paylaşmışlardır. 

Açıklanan belgede yer alan prensipler şunlardır:37 

- Dağlık Karabağ’ın çevresindeki bölgelerin Azerbaycan’ın kontrolüne geri verilmesi; 
- Dağlık Karabağ’a güvelik ve öz yönetim garantileri sağlayan geçici bir statü; 
- Ermenistan’ı Dağlık Karabağ’a bağlayan bir koridor; 
- Dağlık Karabağ’ın nihai yasal statüsünün gelecekte yasal olarak bağlayıcı bir irade bildirimiyle belirlenmesi; 
- Tüm yerlerinden edilmiş kişilerin ve muhacirlerin eskiden yaşadıkları yerlere dönme hakkı; 
- Barış gücü operasyonunu da içeren uluslararası güvenlik garantileri. 
Ne var ki, özellikle Dağlık Karabağ’ın statüsünün belirlenmesiyle ilgili madde olmak üzere, açıklanan prensipler bir kez daha Azerbaycan, Ermenistan ve 
Dağlık Karabağ kamuoylarında tepki ve hararetli tartışmalara neden olmuştur.38 Bunun yanında, Azerbaycan bazı çekincelerle birlikte ‘temel prensipler’e karşı 
daha olumlu bir yaklaşım sergilemiş, Ermenistan ise prensiplere dair yeni bir taslak talep etmiştir.39 
‘Madrid Prensipleri’ halen barış görüşmelerinin üzerinde yürütüldüğü zemini teşkil etmektedir. Ne var ki, bu prensipler sunulurken yaşanan bu sahne bile, 
yani Azerbaycan ve Ermenistan dış işleri bakanlarının bir araya gelmemesi, Dağlık Karabağ sorunun çözümünden ne denli uzakta olunduğunu bir kez daha 
gözler önüne sermiştir. Bundan sonra da, bu çerçevede dikkate değer bir mesafenin kat edildiğini söylemek mümkün değildir. Taraflar birbirlerini 
açıklanan prensipleri kendi çıkarına olacak şekilde kötü niyetli yorumlamakla suçlamaya devam etmektedirler. Bu durum karşısında AGİT Minsk Grubu 
yaşanan durumdan dolayı yaşadıkları hayal kırıklığını açık olarak ifade etmekten imtina etmemektedir. Öyle ki, AGİT Minsk Grubu, Dağlık Karabağ sorununun çözümünün sorumluluğunun Azerbaycan ve Ermenistan’da olduğu belirten açıklamalar yaparak bir yandan artık kendilerinin yapabileceği şeylerin 
sınırına gelindiğini ima etmekte, öte yandan üstü örtük bir şekilde de olsa sorunun çözülememesinin sorumluluğunun Azerbaycan ve Ermenistan’da 
olduğunu belirtmektedirler. Sonuçta, ‘Madrid Prensipleri’nin açıklanması, Dağlık Karabağ sorununun çözümüyle ilgili AGİT Minsk Grubu’nun son önemli adımı olmuştur; bundan sonra, günümüze geçen süre zarfında, dikkate değer bir başka girişimi söz konusu olmamıştır. 

‘Madrid Prensipleri’nin açıklanmasının ardından, 19 Şubat 2008’de Ermenistan’da gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında kanlı olaylar yaşanmış, 4-9 Mart’ta ise Azerbaycan-Ermenistan cephe hattında yoğun çatışmalar yaşanmıştır. Bu çatışmaları, 25 Nisan’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun, Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekilmesini talep eden bir karar alması takip etmiştir. Bu kararla ilgili olarak, AGİT Minsk Grubu eş başkanı olan üç ülkenin bu karar aleyhine oy kullanmış olması dikkat çekicidir.40 
 
  ABD, Fransa ve Rusya’nın bu ve benzeri tavırları AGİT Minsk Grubu’na karşı duyulan güvenin zedelenmesine neden olan önemli etmenlerdir. 

   Kasım 2007’de ‘Madrid Prensipleri’nin açıklanması, yukarıda ifade edildiği üzere AGİT Minsk Grubu’nun Dağlık Karabağ sorununun çözümüyle ilgili 
geliştirdiği son önemli öneridir. Bunun yanında, bundan sonra yaklaşık dört senelik süreçte konuyla ilgili AGİT Minsk Grubu’nun eş-başkanlarından 
Rusya’nın öne çıkan girişimleri olmuştur. Bu süreç içerisinde, Haziran 2008’den 2012 yılı Ocak ayı sonuna kadar İ. Aliyev ve Sargsyan arasında gerçekleştirilen on beş görüşmenin on biri dönemin Rusya Cumhurbaşkanı Dmitry Medvedev’in ev sahipliğinde gerçekleştirilmiştir.41 
   Dağlık Karabağ sorununun çözümüne liderlik etme çabasının Rusya’nın daha geniş perspektifli jeopolitik hesaplarının bir yansıması olduğu akla gelmektedir. 
Rusya’nın çabalarının ilk meyvesi 2 Kasım 2008’de Medvedev’in ev sahipliğinde bir araya gelen İ. Aliyev ve Sargsyan’ın Moskova Deklarasyonu adıyla anılan belgeyi imzalamalarıdır. Ne var ki, ‘Moskova Deklarasyonu,’ esasında oldukça genel geçer iyi niyet bildiriminden öte bir belge değildir. Öte yandan, Mayıs 1992’de imzalanan Tahran Deklarasyonu ve 1994’te Bişkek’te imzalanan ateşkes anlaşmasından sonra iki ülkenin imza koyduğu ilk ortak metin olması itibariyle sembolik bir öneme sahip olabilir.42 

Süreç içinde son önemli girişim, AGİT Minsk Grubu eş-başkanı ülkelerin Azerbaycan ve Ermenistan devlet başkanlarını Medvedev’in ev sahipliğinde 
Haziran 2011’de Rusya’nın Kazan kentinde düzenlenen toplantıda ‘Madrid Prensipleri’ üzerinden formüle edilmiş ve kimi kaynaklarda ‘Kazan Belgesi’ 
olarak anılan bir metni imzalamaları için baskı yapmaları olmuştur. Ne var ki, bu baskıya rağmen Kazan toplantısı da bir sonuç elde edilememesi dolayısıyla 
diğer süreçler gibi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu çerçevede son bir toplantı Haziran 2012’de Rusya’nın Soçi kentinde düzenlenmiş ancak bundan da bir 
sonuç çıkmamıştır. Böylelikle, Medvedev’in esas aktör olarak ortaya çıktığı 2008-2012 süreci son bulmuştur.43 

Medvedev’in girişimlerinin damgasını vurduğu 2008-2012 yıllarından sonraki süreçte yaşananlar, uluslararası toplumda Dağlık Karabağ sorununun 
çözümüne dair ümitlerin iyice azaldığını düşündürmektedir. Öyle ki, geldiğimiz noktada AGİT Minsk Grubu’nun esas çabasının iki ülke arasındaki tüm bağların kopmasıyla barış sürecinin çökmesini engellemek ve iki ülke arasında sıcak çatışmaları önlemek çerçevesine sıkıştığı görülmektedir. Bir başka deyişle, son yıllarda AGİT Minsk Grubu’nun tek hedefinin Dağlık Karabağ sorununun çözümü değil, sıcak çatışmaların önlenmesi haline geldiği söylenebilir. Ne var ki, sıcak çatışmaların önlenmesi çabalarının da sonuç vermediğini, cephe hattında sürekli bir hal alan ve her iki taraftan da kayıplara neden olan irili ufaklı ateşkes ihlalleri göstermektedir. Bunun yanında, 2016 yılı Nisan ayında yaşanan ‘Dört Gün Savaşı’44 ve 12 Temmuz 2020 tarihinde Karabağ cephe hattının yaklaşık 100 km kuzeyindeki Tovuz bölgesinde başlayıp birkaç gün süren büyük çaplı çatışma,45 ateşkes ihlallerinin ötesinde bir savaşın yaşanmasının ihtimal dışı olmadığına işaret etmektedir. Bu durum, ‘Madrid Prensipleri’nin duyurulduğu 2007 yılı milat alınırsa, sonraki yaklaşık on üç yıllık sürede ihtilafın çözümüne ilişkin aslında ilerleme değil bir gerileme kaydedildiğini göstermektedir.
 
Sonuç 

Toparlamak gerekirse, iki yüz yılı aşan bir tarihsel arka planı olan Dağlık Karabağ sorunu, 1987 yılının sonlarında SSCB içinde bir etnik çatışma olarak ortaya çıkmış ve SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan iki devlet olan Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki bir devletlerarası savaş halini almıştır. 
Çatışmanın devletlerarası bir savaş halini alması üçüncü devletlerin ve uluslararası kuruluşların çatışmanın sonlandırılması ve barışın sağlanması için 
devreye girmesini beraberinde getirmiştir. Böylece, ihtilaf aynı zamanda uluslararasılaşmıştır 1994 yılında, günümüzde halen faaliyette olan, AGİT 
Minsk Grubu barış sürecindeki temel üçüncü aktör konumundadır. Bu çerçevede, 1997’den bu yana AGİT Minsk Grubu eş-başkanları olan ABD, Fransa ve Rusya’nın, Azerbaycan ve Ermenistan’la birlikte, sürecin en önemli üçüncü aktörleri olduğu da söylenmelidir. ABD, Fransa ve Rusya arasında ise 
Rusya daha da öne çıkan bir ülkedir. 

1998’de görevi bırakıncaya kadar Ermenistan’ın cumhurbaşkanı olan Levon Ter-Petrosyan sorunun karşılıklı tavizler yoluyla çözümüne yönelik görece olumlu bir yaklaşım sergilemişse de, Ermenistan’daki elit ve halkın muhalefeti nedeniyle, Ter-Petrosyan döneminde çözüme dair bir başarı sağlanamamıştır. 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

32 Remler, Chained to the Caucasus, 95. Bu prensiplerle ilgili AGİT Minsk Grubu’nun açıklaması için bk. “Statement by the OSCE Minsk Group 
    Co-Chairs,” OSCE, Temmuz 06, 2006, erişim Eylül 05, 2020, https://www.osce.org/mg/47496. 
33 Remler, Chained to the Caucasus, 95. 
34 Remler, Chained to the Caucasus, 96-97. 
35 Remler, Chained to the Caucasus, 97-98. 
36 Remler, Chained to the Caucasus, 97-98. 
37 Remler, Chained to the Caucasus, 103-104. Ayrıca bk. “Joint Statement on the Nagorno-Karabakh Conflict,” The White House, Temmuz 10, 2009, erişim Eylül 05, 2020, 
 https://obamawhitehouse.archives.gov/the-press-office/joint-statement-nagorno-karabakh-conflict. 
38 Remler, Chained to the Caucasus, 104. 
39 de Waal, Black Garden, 301. 
40 Remler, Chained to the Caucasus, 98.
41 Remler, Chained to the Caucasus, 100.
42 de Waal, Black Garden, 295; Remler, Chained to the Caucasus, 102.
43 de Waal, Black Garden, 302-303; Remler, Chained to the Caucasus, 109-110.
44 ‘Dört Gün Savaşı’ hakkında bir değerlendirme için bk. Turgut Kerem Tuncel, “Güney Kafkasya’da 25 Nisan 2016’da Yaşanan 4 Gün Savaşı,
     ” Ermeni Araştırmaları 53 (2016): 301-338. 
45 Bu çatışma hakkında bir değerlendirme için bk. Turgut Kerem Tuncel, “Azerbaycan-Ermenistan Sınır Hattında 12 Temmuz 2020’de Patlak Veren 
    Çatışma ve Karabağ İhtilafı Hakkında Değerlendirmeler,” Analiz No: 2020 / 27, AVİM, Temmuz 23, 2020, erişim Eylül 05, 2020, 
     https://avim.org.tr/tr/Analiz/AZERBAYCAN-ERMENISTAN-SINIR-HATTINDA-12-TEMMUZ

DAĞLIK KARABAĞ UYUŞMAZLIĞINDA SELF-DETERMİNASYON TEZLERİNİN GÖRECELİĞİ 
Av. Dr. Deniz AKÇAY* 
* Doctorat d’Etat en Droit Public, Ortak Hükümet Ajanı, Emekli T.C. Dışişleri Bakanlığı Mensubu 


Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği. BÖLÜM 3

Dağlık Karabağ Uyuşmazlığında Self-Determinasyon Tezlerinin Göreceliği. BÖLÜM 3 


Av. Dr. Deniz AKÇAY, Dağlık Karabağ Uyuşmazlığı, Self-Determinasyon, Tezlerinin Göreceliği, Avrasya İncelemeleri Merkezi,Ruhi Alagöz, Mehmet Oğuzhan Tulun, Selim Seçkin,Ermenistan, Azerbaycan,Gürcistan,Karabağ, Minsk Üçlüsü ,


Sonu Gelmeyen Barış Süreci 

AGİT’in Aralık 1996’da Lizbon’da gerçekleştirdiği zirve, Dağlık Karabağ sorununun çözümü konusunda AGİT Minsk Grubu’nun ilk önemli girişimine sahne olmuştur. Lizbon Zirvesi’nde Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne yönelik iddialarının savunulduğu çözüme yönelik prensiplerle ilgili bir açıklama yapılmış, ancak Ermenistan’ın itirazı nedeniyle sonuç bildirisine dâhil edilmemiş, Ermenistan’ın cevaplarıyla birlikte ek kısmında yer almıştır.17 

Bunun yanında, sorunun çözümüne yönelik Dağlık Karabağ’a ‘Azerbaycan içinde en yüksek derecede özerklik’ fikri bu zirvede gündeme gelmiş, Azerbaycan bu fikri çekinceleri olsa da kabul etmiştir.18 

1997 yılının başında AGİT Minsk Grubu’nun yapısında bazı değişikler yaşanmış, Azerbaycan’ın itirazına rağmen Fransa eş-başkan olmuştur. Aynı süreçte, Azerbaycan’ın itirazlarını dindirmek için ABD de bir diğer eş-başkan olarak kabul edilmiştir.19 Böylece, ABD ve Fransa, 1994’ten bu yana İsveç ve sonrasında Finlandiya’yla birlikte eş-başkanlık görevini yürüten Rusya’yla birlikte20 AGİT Minsk Grubu’nun daimi eş-başkanları olarak barış görüşmelerinin en önemli üçüncü aktörleri haline gelmiştir. 
Günümüzde de, 1997’de belirlenen eş-başkanlar –ABD, Fransa, Rusya– görevlerine devam etmektedir. 
AGİT Minsk Grubu eş-başkanlığında yaşanan değişimi Mayıs 1997’de sunulan yeni bir barış önerisi takip etmiştir. Ermenistan itiraz etse de, bu öneri 
Azerbaycan ve Ermenistan tarafından prensipte kabul edilmiştir. Detayları kamuoyuna açıklanmayan bu planın, ilk aşamada, Dağlık Karabağ’ın çevresindeki işgal edilmiş diğer bölgelerden Ermeni güçlerin çekilmesi karşılığında, Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’a bağlayan Laçin koridorunun Ermeni güçlerinin kontrolü altında kalmasını öngördüğü Haydar Aliyev tarafından kamuoyuna duyurulmuş tur.21  
Bundan sonraki süreçte, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’ın çevresindeki işgal ettiği bölgelerden çekilmesi konusu barış görüşmelerinin en temel tartışma konularından biri haline gelmiştir. Planın Dağlık Karabağ’daki de facto yetkililerin itirazıyla karşılaşması nedeniyle, Eylül ayında, ilk olarak Ermeni birlikleri Dağlık Karabağ’ın etrafındaki işgal ettikleri yerlerden çekilmeleri ve yerinden edilmiş kişilerin yerlerine geri dönmelerini, bu aşamadan sonra Dağlık Karabağ’ın statüsüne karar verilmesini öngören yeni bir ‘adım-adım’(İng. step-by-step) barış planı sunulmuştur. Barış için karşılıklı tavizlerin şart olduğunu düşünen Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan bu planı desteklemiş, ancak bu tutumu çalışma arkadaşları ve Ermenistan kamuoyu tarafından tepkiyle karşılanmıştır. 

Dağlık Karabağ’daki de facto yetkililer ise ‘adım-adım’ çözüme dair güvenlikle ilgili çekincelerini öne sürerek planı reddetmiş ve bir ‘paket çözüm’ün (İng. 
package solution) gerekli olduğunu savunmuşlardır.22 Aynı yetkililer, konfederasyon tipi bir çözümün tartışılabileceğini, ancak bunun Dağlık 
Karabağ’ın Bakü’nün kontrolüne girmesi anlamına gelmemesi gerektiği fikrini ifade etmiştir. Bu tepkilere rağmen, Ermenistan bu planı bazı çekincelerle 
sonraki müzakereler için bir temel olarak kabul etmiştir. Aralık ayında Kopenhag’da gerçekleştirilen AGİT Minsk Grubu toplantısında ise ‘adım adım’ 
çözüm önerisi Ermenistan’ın itirazları nedeniyle reddedilmiş, buna ek olarak, Ermenistan’ın 1996 ‘Lizbon Prensipleri’nin vurgulanmasına karşı çıkması nedeniyle yeni bir belge ortaya çıkartılamamıştır. Bu toplantıda Dağlık Karabağ’daki de facto yapının üçüncü bir taraf olarak görüşmelerde yer alması 
önerisi de reddedilmiştir. 

1998 yılının başında Dağlık Karabağ sorununun çözümü için taviz vermeye hazır bir görüntü veren Ter-Petrosyan’a karşı Ermenistan’daki siyasi elitin tepkisi iyice artmış ve 3 Şubat’ta Ter-Petrosyan cumhurbaşkanlığından istifa etmiştir. 
Bu istifa sonrasında, Mart ayında, Robert Koçaryan’ın Ermenistan’ın ikinci cumhurbaşkanı olarak göreve başlamıştır. Her ne kadar Koçaryan, TerPetrosyan’a göre daha katı ve uzlaşmaz bir tutum sergiler gibi görünse de 1999 yılından H. Aliyev’in Aralık 2003’teki ölümüne kadar geçen sürede sorunun çözülebileceği hakkında umut yaratan adımların atılmış olması dikkat çekicidir. 

1998 Kasım ayında AGİT Minsk Grubu çözüm için “ortak devlet” önerisini getirmiş, ancak Dağlık Karabağ’daki de facto yetkililerin olumlu yaklaştığı bu 
öneri Azerbaycan tarafından reddedilmiştir.23 
1999 yılı Nisan ayında H. Aliyev ve Koçaryan NATO’nun kuruluşunun 50. yılı dolayısıyla Washington’da  gerçekleştirilen zirvede baş başa bir görüşme gerçekleştirmişlerdir. Bu görüşme, 1993 yılından sonra iki ülkenin cumhurbaşkanlarının bir araya geldiği ilk buluşma olarak kayda geçmiştir. Bundan sonra iki cumhurbaşkanı arasındaki görüşmeler yaklaşık iki yıl kadar devam etmiştir. Bu süre içinde yaklaşık on beş kez görüşmüşlerdir.24 
1999 yılının Temmuz-Ekim aylarında birçok kez bir araya gelen H. Aliyev ve Koçaryan, Azerbaycan’la Ermenistan arasında, Dağlık Karabağ ile Ermenistan’ı bağlayan ‘Lâçin Koridoru’ na - ve muhtemelen Dağlık Karabağ’a - karşılık Meğri bölgesinde Azerbaycan ve Nahçıvan’ı bağlayacak bir koridorun - ve muhtemelen Meğri bölgesinin - takas edilmesini öngören bir planı müzakere etmiş ve anlaşmaya çok yaklaşmıştır. 1997 yılından sonra bir kez daha Karabağ sorununun çözümünün sağlanabileceği umudunun ortaya çıktığı bu süreçte, aynı zamanda, bu plana karşı Azerbaycan’da ama daha da çok Ermenistan’da ciddi tepkiler ortaya çıkmıştır. Sonuçta, Ermenistan’daki tepkiler nedeniyle ve bu ülkede 27 Ekim 1999’da yaşanan ve Ermenistan siyasetinin iki ağır topunun da aralarında olduğu sekiz kişinin hayatını kaybetmesiyle son bulan parlamento baskını sonrasında ‘toprak takası planı’ gündemden düşmüştür.25 

İki cumhurbaşkanı Eylül 2000’de New York’ta gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Binyıl Zirvesi’nde (İng. UN Millenium Summit) ve 2001 yılının Ocak ve Mart aylarında Paris’te ikili görüşmelerde bulunmuştur. Bunları, aynı yılın Nisan ayında Florida, Key West’teki süreç içindeki en önemli noktalardan biri 
olarak görülen görüşmeler takip etmiştir. Ne var ki, bazı yazarların üzerinde büyük oranda anlaşıldığını söyledikleri Key West’te müzakere edilen plan 
üzerinde de nihai anlaşmaya varılamamış ve H. Aliyev ve Koçaryan’ın Kasım ayı sonunda geçekleştirilmesi beklenen görüşmeleri gerçekleşmemiştir.26 

Remler, bu planın iki tarafın üzerinde müzakere ettiği ve nihai barışın şartlarını belirleyen, yani Azerbaycan-Ermenistan savaşını sonlandıracak en son plan 
olduğunu belirtmektedir.27 

H. Aliyev ve Koçaryan arasında Dağlık Karabağ sorunun çözümüne yaklaşıldığına dair ümit veren görüşmelerin gerçekleştirildiği bir dönemde, Azerbaycan ve Ermenistan’da sürece dair yükselen ve zaman zaman dozu oldukça artan eleştirilerin ortaya çıkmış olması, bir kısım elitle birlikte iki toplumda da karşılıklı tavizler üzerinden şekillenecek bir barış anlaşmasına karşı bir havanın oluşmakta olduğuna işaret etmektedir. Buradan yola çıkarak, her iki ülke kamuoyunun da zaman geçtikçe karşılıklı tavizler yoluyla uzlaşı anlayışından uzaklaştığı ve bu durumun sorunun çözümünde engel teşkil eden bir unsur olarak belirdiği düşünülebilir. Günümüzde, bu hususun daha da belirgin bir hal aldığını gösteren işaretler mevcuttur. Liderler arasında içerikleri toplumlara açıklanmayan gizli görüşmelerle sürecin yürütülmeye çalışılması, toplumlarda ortaya çıkan güvensizlik ve endişelerin bir nedeni olabilmektedir. 

2003 yılının ortalarından itibaren Haydar Aliyev’in sağlığı iyice bozulmuş, Ekim ayında oğlu İlham Aliyev Azerbaycan’ın cumhurbaşkanı seçilmiştir. 12 Aralık 
2003’de Haydar Aliyev’in vefat ettiği duyurulmuştur. Böylece, sorunun çözümüne yönelik H. Aliyev ve Koçaryan tarafından yakalanan ivme de son bulmuştur. 
İ. Aliyev iktidara geldikten sonra, 2004 yılının hemen başlarında, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığını veya Ermenistan’a bağlanmasını hiçbir zaman kabul etmeyeceğini açıklamış, Dağlık Karabağ’ın etrafındaki işgal edilmiş bölgelerden Ermeni güçlerinin çekilmesine karşılık, Azerbaycan’ın Ermenistan’a uyguladığı ekonomik ambargonun kaldırılmasını içeren bir teklif sunmuştur. Aynı öneriyi, Avrupa Parlamentosu’nun Güney Kafkasya Baş Raportörü Per Gahrton’da dile getirmiştir. Ancak, Ermenistan bu öneriyi reddetmiş, Avrupa Parlamentosu da Gahrton’un teklifini desteklememiştir. Ermenistan’ın sorunun çözümü yönünde adımlar atmasına karşılık ekonomik ödüllerin sunulması anlayışı olarak özetlenebilecek bu yaklaşım, bundan sonra Azerbaycan’ın temel söylem ve taktiklerinden biri haline gelmiştir. Ancak, Ermenistan’ın bu öneriye başından beri olumlu yaklaşmadığı da görülmektedir. 

Temmuz ayına gelindiğinde AGİT Minsk Grubu bundan sonra sorunun çözümüne yönelik yeni öneriler getirmeyeceğini, sorunun çözümünü sağlayacak anlaşma için sorumluluğa sahip olan tarafların Azerbaycan ve Ermenistan olduğunu açıklamıştır. Taraflara bir uyarı mahiyetinde değerlendirilebilecek bu açıklama, AGİT Minsk Grubu’nun sürecin ilerletilmesi anlamında gitgide daha ümitsiz ve etkisiz bir noktaya geldiğine işaret eden göstergelerinde ilklerindendir. 

2005 yılının Ocak ayında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgalini eleştiren bir karar almıştır. 
Kararda, bölgelerde Ermeni güçlerin Azerbaycanlılara karşı gerçekleştirdiği etnik temizliğe dair imaların olması dikkat çekmektedir.28 Şubat ayında ise 
AGİT, Ermenistan’ın kontrolündeki Azerbaycan topraklarındaki ilk gözlem misyonunu gerçekleştirmiştir.29 

AGİT, gözlemleri sonucunda Dağlık Karabağ’ın çevresinde sayısı artmaya başlayan Ermeni yerleşimlerinin ortaya çıkmasında Ermenistan’ın ciddi bir dahlinin olmadığını, Laçin’deki ve daha az olmakla beraber Agdere’deki (Erm. Mardakert) yerleşimlerin ise Dağlık Karabağ’daki de facto yetkililerin bir noktaya kadar desteğiyle geçekleştiğini belirtmiştir. Sorun çözüm sürecinin önemli adımlarından biri olarak tartışılan Dağlık Karabağ’ın çevresindeki bölgelerdeki işgalin sonlandırılması konusuyla bağlantılı olan Ermeni yerleşimciler konusu günümüzde de gitgide derinleşen bir sorun olmaya devam etmektedir. 

16-17 Mayıs 2005’te Avrupa Konseyi Varşova Zirvesi’nde de İ. Aliyev ve Koçaryan, Dağlık Karabağ’ın çevresindeki bölgelerden Ermeni güçlerinin 
çekilmesi konusunu görüşmüşlerdir. Bunun yanında, bu görüşmede, kapsayıcı bir barış planı yerine, barış sürecinin genel prensiplerinin ne olacağının 
tartışılmış olması önemlidir. Buna göre, taraflar ilk olarak ‘temel prensipler’ üzerinde anlaşmaya vardıktan sonra üzerinde anlaşma sağlanan bu prensipler 
üzerinden müzakereler ve barış süreci sürdürülecektir. Bu prensiplerin ne olduğu kamuoyuna açıklanmamış olsa da, Ermeni tarafının yaptığı açıklamalarda bunlardan en önemlilerinin Dağlık Karabağ’ın etrafındaki Ermeni işgali altında bölgelerden Ermeni birliklerinin geri çekilmesi ve Dağlık Karabağ’ın statüsünün sonraki yıllarda, üzerinde mutabık kalınacak bir mekanizma yoluyla belirlenmesi olduğu anlaşılmıştır.30 Mayıs 2005’teki barış sürecinin ‘temel prensipleri’ne dair görüşmenin ardından günümüze kadar geçen süreçte bu prensipler üzerinde anlaşmaya varılmaya çalışılmaktadır. Bir başka deyişle, geçen yaklaşık on beş yıllık sürede halen ‘temel prensipler’ üzerinde anlaşma sağlanıp barış süreci ileri aşamalarına geçilememiştir. İkinci olarak, Mayıs 2005’e kadar genel barış süreci üzerinde tartışılırken bundan sonra bu sürecin temellerini oluşturacak prensiplerin tartışılmaya başlanması 2005 yılına gelindiğinde 1994 yılından daha geri bir noktada bulunulduğunu, sürecin başladığı noktadan daha geriye gittiğini göstermektedir. 

2006 yılında da detaylı barış planının yerine ‘temel prensipler’in tartışıldığı süreç devam etmiştir. Bu kapsamda, 10-11 Şubat tarihlerinde Fransa’nın Rambouillet kentinde gerçekleştirilen görüşme ümit yaratmış, ancak Dağlık Karabağ’ın etrafındaki bölgelerden Ermeni işgal güçlerinin çekilmesi ve nihai statü hakkındaki referanduma dair anlaşmazlıklar nedeniyle bu görüşmeden de bir sonuç çıkmamıştır. Süreçte bir türlü anlamlı ilerlemelerin kaydedilememesi AGİT Minsk Grubu eş-başkanları arasında hayal kırıklığını arttırmış ve iki tarafın niyetinin gerçekten soruna bir çözüm bulmak olup olmadığı sorgulanmaya başlanmıştır.31 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

17 de Waal, Black Garden, 267. 
18 Cornell, The Nagorno-Karabakh Conflict, 123-124. 
19 Cornell, The Nagorno-Karabakh Conflict, 124; de Waal, Black Garden, 269. 
20 Cornell, The Nagorno-Karabakh Conflict, 123; de Waal, Black Garden, 266. 
21 de Waal, Black Garden, 269. 
22 Cornell, The Nagorno-Karabakh Conflict, 125; de Waal, Black Garden, 269-270. 
23 Cornell, The Nagorno-Karabakh Conflict, 127-129. 
24 de Waal, Black Garden, 274. 
25 de Waal, Black Garden, 274-275&277; Remler, Chained to the Caucasus, 78-83. 
26 de Waal, Black Garden, 277-278; 
27 Remler, Chained to the Caucasus, 84-85. 
28 Bu karar için bk. “The Conflict over the Nagorno-Karabakh Region dealt with by the OSCE Minsk Conference,” Council of Europe Parliamentary Asembly, Ocak 25, 2005, erişim Eylül 05, 2020, 
https://pace.coe.int/pdf/71abaad2a06910e613bdedda2048c0d7d7e987183326667a8259ffe25682ae848428feba12/resolution%201416.pdf. 
29 AGİT Minsk Grubu’nun bu gözlem misyonuyla ilgili açıklaması için bk. “OSCE Minsk Group Fact-Finding Mission Visits Occupied Regions of Azerbaijan,”OSCE, Şubat 10, 2005, erişim Eylül 05, 2020, 
https://www.osce.org/mg/57187. U gözlem misyonu sonrası hazırlanan rapor için bk. “Report of the OSCE 
Fact-Finding Mission (FFM) to the Occupied Territories of Azerbaijan Surrounding Nagorno-Karabakh (NK),” European Parliament, Şubat 28, 2005, erişim Eylül 05, 2020, https://www.europarl.europa.eu/ 
meetdocs/2004_2009/documents/fd/dsca20050413_08/dsca20050413_08en.pdf. Bölgede ikinci bir gözlem misyonu 7-12 Ekim 2010 tarihlerinde gerçekleştirilmiş tir. Ancak bu misyonla ilgili bir sayfadan da kısa bir ‘özet rapor’ yayınlanmıştır. Bu ‘özet rapor’ için bk. “Executive Summary of the “Report of the OSCE Minsk Group Co-Chairs’ Field Assessment Mission to the Occupied Territories of 
Azerbaijan Surrounding Nagorno-Karabakh,” OSCE, erişim Eylül 05, 2020, 
https://www.osce.org/files/f/documents/7/d/76209.pdf. 
Ocak 2018’de üçüncü bir gözlem misyonunun gerçekleştirilmesi gündeme gelmiştir. Bu fikre Bakü olumlu yaklaşmış, Ermeni tarafı ise aksi bir tutum sergilemiştir. Aynı yıl Nikol Paşinyan’ın Ermenistan’da iktidara gelmesinin ardından, Erivan bir gözlem misyonunu gündeme getirmiş, ancak bu misyonun Sovyet dönemindeki Dağlık-Karabağ bölgesinin savaşın sıcak evresi sonrasında Bakü’nün kontrolünde kalan çok küçük bir kısmında gerçekleştirilmesini önererek ciddiyetsiz ve açıkça propaganda amaçlı bir şekilde tavır sergilemiştir. Bu öneriyi Bakü reddetmiştir. 
30 Remler, Chained to the Caucasus, 92-93. 
31 de Waal, Black Garden, 287-288; Remler, Chained to the Caucasus, 94. 



***