MUHTIRA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MUHTIRA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Aralık 2020 Pazar

ABD-AB Türkiye İlişkileri

 ABD- AB Türkiye İlişkileri



   12 Mart müdahalesinin ABD destekli olup olmadığı müdahalesonrasında sıkça tartışılan bir konu olmuştur. Müdahalenin altında imzası bulunan Org. Muhsin Batur’un 12 Mart’tan hemen önce Amerika’ya gidipgelmiş olması tartışma konusu olmuştur.43
Demirel zamanında hükümeti zamanında ABD Dışişleri Bakanı EliotRichardson, ABD’ye giren uyuşturucunun yüzde 80’nin Türkiye’den geldiği iddiasında bulunmuş, üretimin bir an önce durdurulmasını aksi takdirdeTürkiye’ye uygulanan yardımın kesilebileceğini belirtmiştir. Demirel öncelikle üretimin devam etmesi konusunda taviz vermemiş daha sonra, hükümetineuygulanan yoğun baskılar neticesinde 1970 Ekim ayında sorun Bakanlar Kurulu’nda görüşülmüş ve ekim alanları sınırlandırılmıştır. Ancak bu kararABD hükümetini memnun etmemiş, yardımın kesilmesi ana konulardan biri haline gelmiştir.44
12 Mart müdahalesinden sonra kurulan hükümetin Başbakanı olanErim, Haşhaş konusunda Demirel’den daha ılımlı bir tavır takınmıştır. Ilımlı tavrının sebebi seçimlere gitmek, halktan oy istemek gibi bir kaygısınınolmamasıdır. Ayrıca Erim Türkiye’de kurulan bir ara rejim hükümetinin ABD desteği olmadan ayakta kalmasının mümkün olamayacağını düşünmüş, bunedenlerden dolayı da göreve başladıktan kısa bir süre sonra haşhaş krizinin sonlanması için ABD ile müzakerelere başlamıştır.45
İlk olarak ABD’nin Ankara Büyükelçisi William Handley Erim hükümetine Başkan Nixon’un konuyla ilgili ricasını bildirmiş ardından konuBakanlar Kurulu 
ve Milli Güvenlik Kurulu Konsey’inde görüşülmüş, Nisan 1971’de ABD Dışişleri Bakanı William Rogers Ankara’yı ziyaret etmiş ve kararın ABD’nin istekleri 
doğrultusunda alınması için dolaylı da olsa bir çeşit baskı oluşturmuştur.46
ABD Türkiye’nin haşhaş üretiminin yasaklanmasından dolayıüreticilerin uğrayacağı zararın karşılanması için Türkiye’ye 30.000.000 dolar vermeyi önermiş, Erim hükümeti de bu öneriyi kabul etmiş Haziran 1971 tarihinden itibaren haşhaş ve afyon üretim ve ekimi yasaklanmıştır. ABD istediğini yaptırmış, ancak yardım sözünü tutmamıştır. Söz verdiği yardımın sadece üçte birini yollamış, afyon üretimiyle geçimini sağlayan yaklaşık 100.000 köylü ailesi büyük zarara uğramıştır.47
ABD muhtıradan önce kabul ettiremediği isteğini Muhtıra sonrasıkurulan rejime kabul ettirmiş amacına ulaşmıştır. Erim hükümetinden sonra kurulan Melen hükümeti sırasında Türk kamuoyundan yasağın kaldırılmasınayönelik baskılar giderek artmıştır.48

Ahmet Akif Mücek ’e göre ;”12 Mart Darbesi 1947 sonrası ABD ilegirilen ilişkiler sonucunda kurumsallaştırılan ilişkiler üzerinden gerçekleşmiştir. Genel Kurmay Başkanı Tağmaç “ekonomik gelişme ilesosyal gelişme arasındaki dengesizliğin yarattığı karşıtlıkların düzeni demokratik araçlarla sürdürmeye elverecek anayasa değişikliği ile önlenmesi”gerektiğini açıkladığında darbenin rengi belli olmuştur.”
Genel olarak bu dönemde Türkiye’nin hem iç politikada hem deülkede yaşanan anarşi, terör olayları ve iç çalkantılarla nedeniyle Türk – Amerikan ilişkilerin de Türkiye’nin lehine hiçbir gelişme olmamıştır. ABD’ninisteği üzerine haşhaş ve afyon ekiminin yasaklanması, Türk üreticisini olumsuz yönde etkilemiştir.Sivil hükümet döneminde kabul edilmeyen ABD istekleri, ordu tarafından kurulan hükümet tarafından kolayca kabul  edilmişidış politikada büyük taviz verilmiştir. 49


            Avrupa Ekonomik Topluluğu - Türkiye İlişkileri

12 Mart müdahalesi sonrasında kurulan Erim hükümeti, Demirel hükümeti döneminde AET ile başlatılan ilişkilerin devam ettirilmesinden yana
olmuş, AET ile olan ilişkilerde bir ilerleme kaydedememiştir.50
Avrupa ile olan ilişkilere bakıldığında; Erim hükümeti açıkladığı hükümet programında 12 Eylül 1963’te üye olunan AET ile olan ilişkileri şu şekilde değerlendirmiştir. :
“ Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ortaklığımız yeni bir dönemin eşiğine varmış bulunmaktadır. Ekonomik, sosyal ve politik önemi gün geçtikçe kıymet kazanan bu
ortaklığın, menfaatlerimize en uygun şekilde geliştirilmesinin gayreti içindeyiz. Bu anlayışla yürütmekte olduğumuz Geçiş Dönemine giriş müzakerelerini müspet
sonuçlara bağlamayı ümit ediyoruz ve ulaşacağımız bu ileri merhalenin olumlu şartlar içinde ekonomimizin kazanacağı yeni dinamizmin kalkınma gayretlerimize önemli katkılarda bulunacağına inanıyoruz. Ülkemizin geleceğini büyük ölçüde ilgilendiren ortaklığımızı tam bir başarıya ulaştırmak üzere İktidar olarak göstere geldiğimiz her türlü gayrete devamla, Kalkınma Planımız çerçevesinde, sanayimizin ve tarımımızın geçiş döneminin şartlarına süratle ve kolaylıkla intibakını sağlamak için, ekonomik, mali ve idari alanlarda gerekli olan tedbirleri almaya kararlıyız.”

12 Mart’ın ardından Türk – Avrupa İlişkileri sekteye uğramıştır.51

Türkiye ile AET arasında Bruxelles’de geçici bir anlaşma imzalanmış, Katma Protokolü 52 yürürlüğe girişine kadar uygulanacak olan ticari hükümler
belirlenmiştir. Geçici anlaşmaların yürürlüğe gireceği 1 Eylül 1971 ‘ de Türkiye gümrük oranlarını yüzde 120 arttırmıştır. 
Bu yolla Türkiye anlaşma yürürlüğe girdiğinde ki Türk gümrük hadleri son derece yüksek gösterilmiş, Türkiye’de taahhüt ettiği indirimleri bu yüksek hadler üzerinden yapma hakkını elde etmiştir. Ankara’nın bu girişimi AET komisyonu tarafından “kötü niyet göstergesi “ olarak yorumlanmıştır.Yapılan müzakereler sonucunda Katma Protokol 1 Ocak 1973’de yürürlüğe girmiştir.

     Türkiye- Orta Doğu Devletleri İlişkileri

Türkiye 12 Mart 197 müdahalesi öncesinde Arap ülkeleri ile yakın ilişkiler içinde olmuştur. “1965 -1971 yılları arasında iç ve dış etkenler yüzünden Türk dış politikası, Cumhuriyet tarihinde eşine az rastlanan bir dinamizm içine girmiştir.
Bu dönem ,uluslar arası koşullar bugünkü durumunu koruduğu sürece(1977) ,Türkiye’nin batıdan ne denli uzaklaşabileceğini, doğuya ise nedenli yakınlaşabileceğini ortaya çıkarmıştır.” 53

1965-1971 yılları arasında Arap Devletleri ile yakınlaşma başlamıştır. 1965 seçimlerinden sonra iktidara gelen AP, DP’nin 1950’lerde Batı’nın sözcüsü olarak Arap Devletleri ile kurulan ilişkiler sonucunda Türkiye’nin uluslar arası platformda yalnız kaldığını görmüş, kendi iktidarı döneminde Arap Ülkeleri ile kurulacak ilişkileri daha sağlam temellere dayandırmayı hedeflemiştir. AP içindeki muhafaza kar tabanda da desteği alan Demirel 1965 hükümet programında, başta Ortadoğu ve Magrip’te bulunan Müslüman ve Arap “kardeş” ülkeler olmak üzere, Asya ve Afrika ülkeleriyle çok yönlü dış politika izleneceğini belirtmiştir. Bu durum 27 Mayıs sonrası ABD’ye dayalı yürütülen tek yönlü dış politikayı değiştirmiştir. 
 
AP hükümetinin önceki hükümetlerden temel farkı, Ortadoğu politikasını sadece
Batı politikasının bir uzantısı olarak görmemek ve bölgedeki “ilerici” hükümetlerle de ilişki kurmak olmuştur. Üçüncü dünyanın bağlantısız ülkelerinin Türkiye hakkında düşündükleri tutumun ortadan kaldırılması için, tarihsel ve kültürel ortaklıklar bulunan Arap ülkeleri ile siyasal, ekonomik ve kültürel yakınlaşmanın ilk adımları atılmıştır.54

ABD Türkiye’nin bu davranışları karşısında endişe duymuş Demirel iktidarını güven vermeyen, belirsiz hatta tehlikeli bir iktidar olarak nitelendirmiştir.55

12 Mart 1971 ara rejimi 1965’ten beri Demirel hükümeti tarafından
sürdürülen çok yönlü dış politika anlayışından uzaklaşmış ABD’nin Haşhaş
ekimindeki isteklerini kabul ederek yüzünü tekrar ABD’ye çevirmiştir. Bu
durum Türkiye’nin Arap ülkeleri ile arasına tekrar mesafe koymasına neden
olmuştur. Türkiye’den uzaklaşmaya bağlayan başta Irak ve Suriye olmak
üzere Ortadoğu ülkeleri SSCB’ye yakınlaşmaya başlamıştır.1972’de SSCB
ve Irak arasında Dostluk ve İyi Komşuluk Anlaşması imzalanmış, bu durum
ABD’nin müttefiki İran ve İsrail ile birlikte Türkiye’yi rahatsız etmiştir.56

SONUÇ

Genel olarak bakıldığında 12 Mart Muhtırası 27 Mayıs Darbesi’nden
sonra Türkiye demokrasisine vurulan ikinci darbedir. 12 Mart darbesiyle
oluşan olağanüstü yönetim biçimi, parlamenter sistemi kökünden ortadan
kaldırmayan yarı-askeri diktatörlüktür rejimi olmuştur. Ordu kurduğu partiler
üstü hükümetle muhtıra öncesi meydana gelen anarşi halini çözmek,
toplumsal, siyasal ve ekonomik alanda reformlar gerçekleştireceğini belirtse
de, reformların yerini anayasanın bir çok maddesinin değişip ortamın daha
gerilmiştir.
Hem iç hem de dış politika da istikrarsızlığının, gerilimin ve karmaşanın
olduğu 12 Mart rejimi,1961 anayasasının getirmiş olduğu özgürlüklere
yapılan kısıtlayıcı bir müdahale olarak kabul edilmiş,12 Mart Muhtırası
sonrasında yapılan anayasa değişikleri ile, yürütme yetkisi meclis karşısında
gücünü artıran 'kanun hükmünde kararname' çıkarma yetkisinin hükümete
verilmesi ve 'Devlet Güvenlik mahkemelerinin' kurulması gibi değişikliler
nedeniyle, siyasi tarihçiler 12 Mart’la gelen rejimin 1961 Anayasası’nın
demokratik niteliğini azalttığını vurgulamıştır.57

12 Mart yönetiminin iktidarda olduğu sürece boyunca, kalkınma
girişimleri duraksamış, ekonomide sıkıntılar başlamış, SSCB ile
ekonomik iş birliğinde iki ülke arasındaki ilişkileri ileri bir noktaya taşıyacak
her hangi bir adım atılmamıştır. Dış politika da ABD’nin etkisi müdahale
öncesi döneme göre daha hissedilir hale gelmiş, haşhaş ekiminin
yasaklanması başta olmak üzere ABD’nin istekleri yerine getirilmiş, 12 Mart
yönetiminin tüm uygulamaları ABD’nin isteklerini uyum içinde olmuştur.58

BU BÖLÜM DİPNOTLARI:

43 Yetkin.a.g.e.134
44 Oran.a.g.e.s.703
45 Oran.a.g.e.s.703
46 Sönmezoğlu.a.g.e.,s.233-235
47 Oran.a.g.e.s.703
48 Sönmezoğlu.a.g.e.,s.233-235
49 Armaoğlu.a.g.e.,s.824
50 Oran.a.g.e.s.843
51Türkiye Avrupa Vakfı.1971.(b.t).
    http://www.turkiyeavrupavakfi.org/index.php/avrupabirligi/tarihce/1587-1971.html.  11 Şubat 2010
52 “Tam üyelik başvurumuza o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu  tarafından verilen cevapta, Türkiye'nin kalkınma düzeyinin tam üyeliğin gereklerini yerine getirmeye yeterli olmadığı bildirilmiş ve tam üyelik koşulları 
gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık anlaşması imzalanması önerilmişti. Söz konusu anlaşma 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara'da
imzalanmıştır. Ankara Anlaşmasının önsözünde Türk halkının yaşam standardının yükseltilmesi amacıyla Avrupa Ekonomik Topluluğunun sağlayacağı desteğin ilerdeki bir tarihte Türkiye'nin Topluluğa katılmasına yardımcı olacağı belirtilmektedir. 28. maddede ise, "Anlaşmanın işleyişi, Topluluğu kuran Antlaşmadan doğan yükümlülüklerin tümünün Türkiye tarafından üstlenebileceğini gösterdiğinde, Akit Taraflar, Türkiye'nin Topluluğa katılması olanağını incelerler" denmektedir. Bundan da görüleceği üzere Ankara Anlaşması uyarınca kurulan Türkiye-AB ortaklık ilişkisinin nihai hedefi Türkiye'nin Topluluğa tam üyeliğidir.    Anlaşma, hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve nihai dönem olarak üç devre öngörmüştür. Geçiş döneminin sonunda ise gümrük birliğinin tamamlanması planlanmıştır. Anlaşmada öngörülen Hazırlık döneminin sona ermesiyle birlikte, 
13 Kasım 1970 tarihinde imzalanan ve 1973 yılında yürürlüğe giren Katma Protokolde geçiş döneminin hükümleri ve tarafların üstleneceği yükümlülükler belirlenmiştir. Ancak gerek Ankara Anlaşması gerek Katma Protokol öngörüldüğü şekilde uygulanamamıştır. Bunun sorumluluğu nu Türkiye ile Topluluk arasında paylaştırmak gerekir. Ülkemiz 1970'li yıllarda içinde bulunduğu ekonomik krizler ve bazı siyasi tercihlerle Katma Protokol'den kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınmıştır.” Türkiye’nin Avrupa Birliği İlişkilerinin Tarihçesi, http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=111&l=1.   11 Şubat 2010
53 Yetkin.a.g.e.s.120
54 Oran.a.g.e.s.788
55 Yetkin.a.g.e.s.124
56 Oran.a.g.e.s.794
57 Mustafa Eroğlu.”Nihat Erim’in Ağzından 12 Mart”.22 Haziran 2007,
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=6501. 14 Şubat 2010
58 Yetkin.a.g.e.s.145


***

18 Eylül 2015 Cuma

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL VE ÖNCESİ BÖLÜM 7




TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL VE ÖNCESİ   
BÖLÜM 7





12 MART MUHTIRASI SÜRECİNDE ÜNİVERSİTELER VE ÖĞRENCİ OLAYLARI


1946’da üniversitelere sağlanan özerklik 27 Mayıs 1960 müdahalesiyle kesintiye uğradıktan sonra, 1961 Anayasası ile ilk kez üniversiteler anayasal düzeyde düzenlenmiştir.144 Üniversitelere bilimsel ve idari özerklik kazandırılmış, siyasi partilere üye olma yasağının üniversite üyelerine uygulanamayacağı belirtilmiş, üyelerin, serbestçe araştırma ve yayın yapabilecekleri ileri sürülmüştür.145
1960’ların başında Kıbrıs odaklı önemli gelişmeler yaşanmıştır. Kıbrıs sorunu Londra ve Zürih anlaşmalarıyla geçici bir çözüm yoluna sokulmuştur ancak 1963 yılı Aralık ayında meydana gelen olaylar tepkilerin yeniden artmasına neden olmuştur. CHP-Bağımsızlar Azınlık Hükümeti döneminde 27-28 Ağustos 1964’te Ankara ve İstanbul'da düzenlenen öğrenci protesto hareketleri halkın da katılmasıyla büyük bir batı ve özellikle Amerika aleyhtarı gösteri halini almıştır. “Johnson sahte dost”, “Bizi dolarlarınızla satın alamazsanız”, “Amerikalı, memleketine dön!” gibi slogan ve dövizler Türk gençlerinin Amerika’nın Kıbrıs politikasına karşı takındıkları tavrı şiddetli şekilde açığa vurmuştur.146


141 11.01.1971 tarihli “Türk-İş’in Parti Kurma Çalışmaları”, başlığını taşıyan belge [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–19; 
Fihrist No: 7781–45].
142 DİSK (Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) Kocaeli Bölge Temsilciliğinin 13.03.1971 tarihli basın bülteni [Cumhurbaşkanlığı 
Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–13; Fihrist No: 7709–7].
143 Mustafa Kemal Derneği tarafından Cumhurbaşkanlığı makamına gönderilen 27.12.1970 tarih ve özel sayılı yazı 
[Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–19; Fihrist No: 7781–5].
144 Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, 8. Bs., İstanbul, Alfa Yayınları, 2001, s.328.
145 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Resmi Gazete, 31.5.1961 No: 10816.
146 Bülent Daver, “Türk Üniversite Öğrencileri Ve Siyaset”, AÜSBF Dergisi, C:XIX, No.3, 1964, s.45.

Aynı yılda üniversite öğrencilerinin reform talepleri gündeme gelmiştir. Bunun için İstanbul Üniversitesi’nde eylemler yapılmıştır. Öğrenciler eğitim sistemini şikayet etmişler reform çıkmazsa eylemlerinin artacağı uyarısında bulunmuşlar dır.147 Öğrenci örgütleri 12 maddelik ağır suçlamalarla dolu bildiri yayınlayarak, İstanbul Üniversitesini bir skandal ocağı halinde vasıflandırılmıştır, öğretim üyelerini çeşitli açılardan ağır bir şekilde suçlamışlardır. Tıp Fakültesi öğrencileri yeni yönetmeliği protesto için dersleri boykot kararı almışlardır. 148 1964’te yaşanan bu olaylar üzerine AP’li Senatör Profesör Celal Ertuğ öğrenci örgütleri nin köklü bir reform talebi ile devlete, üniversiteye karşı sert bir direnme reaksiyonuna geçtiklerini, bütün bu kaynaşmalar, ağır ithamlar karşısında İstanbul Üniversitesi yetkililerinin sustuğunu ifade etmiştir.149
1965 seçimleri öncesi TİP, sağ ideoloji savunucuları tarafından komünistlik ve dinsizlik suçlamalarına maruz kalmıştır. Aydınlar arasında oldukça rağbet gören solcu ideolojinin 1962 sonrasında yayılma göstermesi sağcı ideoloji savunucuları nı rahatsız etmiştir. 1962 yılında kurulan Sosyalist Kültür Derneği sosyalizmi yaymayı amaçlamıştır. Solcu ideoloji sahipleri, muhafazakarlara, mukaddesatçı-milliyetçilere, yabancı sermaye ile işbirliği yapanlara ve liberallere karşı cephe alıp anti-Amerikancı yaklaşımı savunmuştur. 150
Solda bu gelişmeler yaşanırken sağcılar Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği’ni kurarak solculuğu Moskova ve Lenin’e bağlı komünizmi isteyen 
maskeli akım olarak nitelendirmiştir. 1960'ların sonlarından itibaren CKMP-MHP' nin gelişmesine damgasını vuran temel olgu, edindiği anti-komünist misyondur. Daha 1960'ların ilk yarısında Türkiye'de anti-komünist söylem, "genel sağ" siyasetin asli unsurlarından biri haline gelmiştir. Solcu, hatta burjuva liberal gazetelere ve özellikle TİP’e yönelik baskınlarla, “komünizmi tel'in mitingleriyle”; anti-komünist sokak gücü geliştirilmeye başlanmıştır. "Milliyetçilik" adına meşrulaştırılan anti-komünizm, başlı başına bir siyasal kimlik ve meslek haline gelmiştir.151
I. Demirel Hükümeti dönemi (1965-1969) toplumsal gerilimin yavaşça arttığı bir dönem olmuştur. Sağ kesim tarafından mitingler yapılmaya devam etmemiştir. Bu konuda Senatonun önde gelen isimlerinin başında AP Samsun Senatörü Fethi Tevetoğlu gelmektedir. 1966 yılında Beyazıt Meydanı’nda yapılan Komünizmi Telin ve Uyarma Gösterisi’nde konuşan Tevetoğlu, Cumhuriyet, Milliyet ve Akşam gazetelerinin okunmamasını, bu gazetelere 25'er kuruş verilerek maddi güçlerinin arttırılmamasını söylemiştir.152
1966 yılında TMTF’nin Sakarya’da yaptığı Genel Kurulda olaylar çıkmış ve 18 kişi yaralanmıştır. Bu olay 27 Mayıs rejimine bir başkaldırı olarak görülmüştür. Bu arada MDD düşüncesini savunanlar 1968'de Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun (FKF) yönetimine hakim olmuştur.



147 Milliyet, 17.12.1964, s.1.
148 Milliyet, 11-21.12.1964, s.1.
149 CSTD, C:22, B:16, 15.12.1964, s.465-468.
150 Abadan, “Anayasa Hukuku…”, s.111.
151 Tanıl Bora-Kemal Can, Devlet, Ocak, Dergah 12 Eylül’den 1990’lara Ülkücü Hareket, 6. Bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2000, s.56.
152 Feyzioğlu, a.e., s.528.


Fikir Kulüpleri bütün büyük üniversitelere yayılmıştır. 1960'ların ortalarında bu kulübün ve diğerlerinin yönetimine FKF adıyla ulusal bir ağ kuran TİP'in öğrenci eylemcileri hakim olmuştur ve bu federasyonu kısaltılmış adıyla Dev-Genç diye bilinen, " Devrimci Gençlik " örgütüne dönüştürmüştür

Türkiye'deki gençlik hareketi 1968'lerden itibaren Almanya ve özellikle de Fransa'daki öğrenci hareketlerinin etkisi altına girmiştir. 1968 yazına girerken, Avrupa’dan gelen haberlerin de etkisiyle, gençlik eylemleri tırmanmaya başlamıştır. Öğrenciler ilk önce Ankara’da Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde boykot kararı almış, birkaç gün içinde olaylar İstanbul’a da yayılmıştır. İstanbul’daki eylemler daha şiddetli olmuş ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde işgale dönüşmüştür. Rektörlüğü ele geçiren öğrenciler bir işgal komitesi oluşturarak taleplerini İstanbul Valiliği’ne iletmişler ve istediklerini elde ettikten sonra işgale son vermişlerdir.153
Türk öğrenci hareketlerine yeni boyutlar kazandıran en önemli etken, Türk siyaset sahnesinin hızla kutuplaşması ve siyasal partilerin üniversite öğrencileri arasından kendi saflarına çekmek için giriştikleri sürekli çabalardır. Böylece öğrencilerin silahla donatılması, silahlı öğrencilere verilen eğitim sadece üniversitelerde sık sık ölümle sonuçlanan tamir edilmez can kaybına yol açmakla kalmamış aynı zamanda anayasal, etkili şekilde işleyen bir parlamenter sisteme karşı güvenin yitirilmesine yol açmıştır. Gerek öğrencilerin, gerekse genç işçilerin 1968 sonrası yol boyunca gösterdikleri muhalefet tarzı ve ileri sürdükleri istekleri ile Türk kamuoyunu ilgilendiren belli başlı siyasal sorunlara damgalarını vurmuşlardır.154

Temmuz 1968’de Konya’da önemli olaylar yaşanmıştır. 15 Temmuz 1968’de İstanbul’a gelen Amerikan 6. Filo’suna karşı protesto eylemleri düzenleyen İTÜ öğrencilerinin kaldığı İTÜ Talebe Yurdu, 17 Temmuz’da sabaha karşı polis tarafından basılmış, baskında birçok öğrenci yaralanırken pencereden atılan ve komaya giren Vedat Demircioğlu, 24 Temmuz’da yaşamını yitirmiştir. Vedat Demircioğlu’nun cenazesinin Konya’ya getirileceğinin belli olması üzerine Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile TMTF Emperyalizmi Kınama mitingi düzenlemek istemişler, buna karşı çıkan gruplarla girişilen çatışma sonucunda Konya’da önemli karışıklıklar çıkmış, birçok insan yaralanmış, birçok iş yeri tahrip edilmiştir.155

Olaylar üzerine CHP’nin yayınladığı bildiride İçişleri Bakanı Faruk Sükan’ın Konya’da olayların sorumlularıyla görüşmeler yaptığını, Sükan’ın seçim bölgesi olduğu için kimseyi küstürmek istemediği, hükümetin sola saldırmayı mazur gören açıklamalar yaparak olayları teşvik ettiği ve olaylara müdahalede gecikildiği gibi suçlamalar yer almaktadır.156
Başbakan Demirel ise, hürriyetin kötüye kullanıldığını iddia ederek, bir kısım hürriyetleri kontrol altına alacak tedbirlerin işleme konulmasının gerekli olduğunu vurgulamış, demokrasiyi sokağa boğdurtmayacağını, kanunsuzluğu günlük hadise haline getirmek isteyenlerin, kanunsuzluk yolu açılırsa en büyük zararı kendilerinin göreceğini söylemiştir.157

153 Birand vd., a.g.e., s.153-154.
154 Nermin Abadan, “Türkiye’de …”, s.68.
155 Cumhuriyet, 17-26.7.1968, s.1.
156 Milliyet, 30.7.1968, s.1.
157 Milliyet, 27.7.1968, s.1.

1961 Anayasası’nın öngördüğü üniversitelerle ilgili ayrıntılı düzenleme ve özerklik durumu uzun ömürlü olmamıştır. Ülke genelinde siyasi hareketliliğin doruğa çıkması ve üniversitelerin, özellikle 1968’den itibaren gençlik hareketlerinin en önemli merkezi haline gelmesi üzerine mevcut yapıda önemli değişikliklere ve düzenlemelere gidilmek istenmiştir. Bu tasarı üzerinde yapılan tartışmalar uzun bir süre sürmüştür ve yasa yürürlüğe girmeden 12 Mart Muhtırası yayınlanmıştır. 158
1969 yılı, seçimlere hazırlanan Türkiye’de işçi ve öğrenci hareketlerinin doruğa çıkmasına sahne olmuştur. Ocak ayında ODTÜ’de ABD Büyükelçisi’nin arabası yakılmış159 ve Şubat’ta 6. Filo’nun gelişini protesto eden sol görüşlü öğrencilerle sağ görüşlü öğrencilerin çatışması sonucu 2 kişi hayatını kaybetmiştir.160 Nisan’da ODTÜ, öğrenciler tarafından işgal edilmiş ve Rektör Kemal Kurdaş görevinden ayrılmaya zorlanmış, Mayıs’ta Yargıtay Başkanı’nın cenaze töreninde olaylar çıkmıştır. Haziran’da İstanbul Üniversitesi’nde sol görüşlü öğrencilerle polis arasında çıkan çatışmalarda 114 kişi yaralanmıştır. 161
1970'ten itibaren, Milli Demokratik Devrim (MDD) çevresinden bazı köktenciler, ajitasyonun yeterli olmadığı ve sadece "silahlı propaganda"nın (yani terörist saldırıların) ve silahlı gerilla mücadelesinin devrimi getirebileceği kararına varmıştır. Maocu gruptan kopan Türkiye Komünist Partisi-Marksist/Leninist (TKP-ML) hizbi de, Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu’nu (TİKKO) oluşturmuştur. Deniz Gezmiş’in Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) ve Mahir Çayan'ın THKP-C öncülüğündeki bu gruplar, ülkeyi istikrarsızlaştırmayı hedefleyen bir terör mücadelesini, kent gerilla savaşını başlatmışlardır.162
1970 yılında üniversitelerde şiddet olaylarının artması ve ülke gündemini işgal etmesi sonucunda CGP’li Mehmet Hazer Senatoda bir araştırma komisyonu kurulmasına dair bir teklifi Senatoya taşımıştır. Hazer, önergesinde öğrenci ve öğretim üyelerince yürütülen ideolojik hareketlerin zararlarını açıklayarak, ülkede huzur ve asayişi sağlamak için Anayasa’yı suçlamanın faydası olmadığını belirtmiş ve anarşinin bitmesi için geniş bir koalisyonun kurulması gerektiğini belirtmiştir. Bu şekilde olayları bastıramayacaksa, hükümetin istifa etmesi gerektiğini savunmuştur.163

İçişleri Bakanı Senatör Haldun Menteşeoğlu; Mehmet Hazer'in önergesine karşılık söz alarak; hükümetin her türlü anarşik hareketin karşısında bulunduğu nu, üniversiteler özerk olduklarından olaylara ancak istekte bulunulduğunda müdahale edildiğini söylemiştir. Yüksekokul öğrencilerinden yasadışı harekette bulunanların okuldan atıldıklarını ve suç işleyen öğrencilerin adalete teslim edildiklerini, gösteri yürüyüşlerinin izne bağlı olmadığını belirtmiştir. Menteşoğlu ayrıca hükümetin Anayasa ve diğer yasaların hükümleri dışında hiçbir eylem içine girmeyeceğini, üniversitelerin kendi bünyelerinde düzeni sağlaması gerektiğini, başbakanın veya hükümetin çekilmesinin yollarının ise Anayasa’da belirtilmiş bulunduğunu belirtmiştir.164 Hazer’in araştırma komisyonu kurma önerisi Senato tarafından reddedilmiştir.

158 Akyüz, a.g.e., s.329
159 Akşam, 7.1.1969, s.1.
160 Akşam, 17.2.1969, s.1.
161Cüneyt Arcayürek, 12 Eylül'e Koşar Adım (Kasım 1979-Nisan 1980), Ankara, Bilgi Yayınevi,1986, s.228.
162 Zürcher, a.g.e., s 372.
163 CSTD, C:62, B:13, 8.12.1970, s.184
164 CSTD, C:62, B:19, 24.12.1970, s.372-377.

Seçim ayı olan Ekim’de de ODTÜ’de öğrenciler ile jandarma arasında silahlı çatışma çıkmıştır. Başbakan Süleyman Demirel’e göre, bu olaylar masum istekleri aşmış, siyasal bir sonuç çıkarmaya yönelen hatta bir ordu müdahalesini kışkırtan davranışlara dönüşmüştür ve nihayetinde istenilen de olmuştur.165 Bu arada Doğan Avcıoğlu’nun çıkarmış olduğu Devrim gazetesi daha sonra “9 Martçılar” olarak adlandırılan grubun ideolojik bir organı haline gelmiş, bu gazete ordu içinde mevcut iktidara karşı gelişen hoşnutsuzluğu kendi etrafında toplayarak askeri müdahale yapılması gerekliliğini vurgulayan bir yayın organı olma görevini üstlenmiş ve toplumsal gerginliğin tırmandırılmasında etkin rol oynamıştır.Muhtıra sonrasında, en azından bir kısım öğretim üyesinin tutumunu yansıtması açısından, Ankara, Hacettepe, İstanbul, Atatürk ve Ege Üniversiteleri bir kısım öğretim üyeleri adına Temsil Heyetinin yayınladığı bildiride de önemlidir. Bildiride: “ Milli kuruluşların ve millet hayatının felce uğradığı böyle bir durumda Türk Silahlı Kuvvetlerinin, anarşiyi önlemek, milli istikbali ve Türk demokrasisini kurtarmak ve korumak yolunda basiretle ortaya çıkmış olmasını, biz öğretim üyeleri şükranla karşılıyoruz ” denilmektedir.166


MUHTIRA ÖNCESİNDE CUMHURBAŞKANI VE ORDUNUN TUTUMU


Süregelen bunalım karşısında, çeşitli kanallardan gelen talep ve şikâyetlere muhatap olan Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ise yayınladığı yeni yıl söyleviyle hadiseler karşısındaki tavrını izah etmektedir. Sunay, tüm menfi gelişmeler karşısında ülkenin yegâne teminatı olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bütün halinde hazır ve muktedir bir şekilde dimdik durduğunu ifade etmektedir. Sunay, sükûnetin sağlanmasında, hadiselerde bizzat rol oynayan militanların adalet huzuruna çıkarılmasının tek başına yeterli olmadığını belirtmekte; onları teşvik, tahrik eden ve destekleyen kişi ya da örgütlerin de adalete tesliminin lüzumundan söz etmektedir.
Diğer taraftan Sunay, hadiselerin merkezi olarak görülen üniversitelerdeki vatansever hoca ve öğrencileri de müesseselerinin şerefini cesaretle 
korumaya davet etmektedir. Sunay, söylevinin ilerleyen bölümlerinde, 27 Mayıs’tan bu yana yapılması beklenen reformlar üzerinde durarak bunların ivedileştirilmesi hususunun altını çizmektedir. Özellikle emekli inkılâp subayları nın mağduriyetine yaptığı vurgu önemlidir. 1970 yılının Ağustos ayında yapılan devalüasyonla (kur ayarlaması) ilgili olarak baş gösteren enflasyona mani olacak tedbirlerin bir an evvel alınması gerektiğini belirten Sunay, huzursuzlukların kaynağında: Anayasanın yürürlüğe girdiği tarihten bu yana vaat edilen reformların geciktirilmesinin bulunduğu teşhisini koymaktadır.167


165 Arcayürek, a.g.e., s.228.
166 Ankara, Hacettepe, İstanbul, Atatürk ve Ege Üniversiteleri bir kısım öğretim üyeleri adına Temsil Heyeti tarafından,”Büyük Türk Milletine!” 
hitabıyla yayınlanan 15.03.1971 tarihli bildiri [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–13; Fihrist No: 7709–11].
167 Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin, Başbakanlık, Cumhuriyet Senatosu Genel Sekreterliği ve Millet Meclisi Genel Sekreterliğine dağıtımlı, 
05.01.1971 tarih, 4/5 ve 4/6 sayılı yazısı ekinde yer alan Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın 31.12.1970 tarihli Yeni Yıl Söylevi [Cumhurbaşkanlığı 
Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–19; Fihrist No: 7781–22].


27 Mayıs Darbesi sonrası ordunun yapısında önemli değişikliklere gidilmiştir. Mesela darbeyi yapan Milli Birlik Komitesi (MBK) üyeler, kendi arasında bölünmüş ve 14’ler olarak adlandırılan grup komiteden ayrılmak zorunda kalmıştır. 27 Mayıs’tan üç ay sonra ise 235 general “orduda gençleştirme” gerekçesiyle emekliye sevk edilmiş geriye 15 general kalmıştır.168 Bununla birlikte “EMİNSULAR” olarak bilinen ve yaklaşık 7200 subayın ordudan ayrılmak durumunda kalması ise, ordunun tansiyonunu düşürmemiş tam tersine arttırmış tır. Bu çerçevede 27 Mayıs müdahalesiyle birlikte su yüzüne çıkan ordu içindeki “ılımlılar” ve “köktenciler” arasındaki mücadele sonraki yıllarda da devam etmiştir.
 İki grup arasındaki çelişki, ordu içindeki birçok subayın 1960 müdahalesinin yapılmasına sebep olan şartların yeniden oluştuğu düşüncesinden hareket le gerçekleştirdikleri 1971 müdahalesi öncesinde tekrar su yüzüne çıkmıştır.169 1961-1971 arasındaki dönemde, özellikle 1967’den sonra bir askerî müdahale beklentisi güçlenmiştir.170
Takvimler artık 1970 yılının sonuna gelindiğini gösterdiğinde, ülkenin içinde bulunduğu duruma ilişkin olarak ileri sürülen düşüncelerin, devletin sorumlu mevkilerinde bulunanlar tarafından yayınlanan yeni yıl mesajlarında da yer aldığı görülmektedir. Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç’ın Türk Silahlı Kuvvetlerine hitaben kaleme aldığı yeni yıl mesajı da bu tür düşünceleri içermektedir. Mesajın bir yerinde bir kısım gafillerin Türk halklarından, bölücü örgütlerinden pervasızca söz edecek cesarete ulaştıklarının ibret ve nefretle izlendiğinden söz edilmektedir. 
Müsvedde metin olduğu anlaşılan yazıda geçen bölücü örgütler lafzının ilk kaleme alındığında Devrimci Kürt örgütleri olarak geçtiği, sonradan üstünün çizildiği anlaşılmaktadır. Mesajın, Tağmaç’ın diğer komutanların aksine hâlâ anarşinin sorumlu bütün anayasal organlar tarafından demokratik düzen içinde sona erdirileceği beklentisi içinde olduğunu gösteren sondan ikinci paragrafı önemlidir.171


168 Milliyet, 4.8.1960, s.1
169 Semih Vaner, “Ordu”, Geçiş Süresince Türkiye, (der. Irvin Cemil Schick, Ertuğrul Ahmet Tonak), İstanbul, Belge Yayınları, 1990, s.260.
170 Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi (1950’den Günümüze), 4.Bs., Ankara, İmge Yayıncılık, 2008, s. 203.
171 Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç tarafından Türk Silahlı Kuvvetlerine hitaben kaleme alınan 31.12.1970 (?) tarihli yeni yıl mesajı [Cumhurbaşkanlığı Cevdet Sunay Arşivi Yer No: 5/6–19; Fihrist No: 7781–16].



12 MART MUHTIRASI VE SONRASINDA YAŞANAN BAŞLICA OLAYLAR


Sadece askerlerin değil, aynı zamanda seçilmiş ve atanmış kimi sivillerin de mevcut demokratik ortamdan ümit kesmiş oldukları gözlenmektedir. 
Bu koşullar içinde, orduda geniş bir kaynama olduğu; kaynamanın daha ziyade alttan geldiği; özellikle bazı radikal sol gruplarla irtibata geçmiş olan subayların, hedefine ulaşamamış olduğuna inandıkları 27 Mayıs’ı tekemmül ettirmek amacıyla, sivil alanı tamamen ortadan kaldıracak yeni bir girişimi başlatacakları anlaşılmaktadır. Peki, ne oldu da müdahale şekli bilfiil ve doğrudan müdahale den, muhtıra yoluyla dolaylı bir müdahaleye dönüştü?

8 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR 



**