Atatürkçülük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Atatürkçülük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Şubat 2020 Pazartesi

Devletin kuruluş Esasları, Atatürkçülük niye Silinecek?

Devletin kuruluş Esasları, Atatürkçülük niye Silinecek?




Sadi SOMUNCUOĞLU


01 Ağustos 2007

Erdoğan-Gül ikilisinin “seçim bildirgesini” birlikte hazırladığı AKP’nin yeni gözdesi Zafer Üskül’ün, “Atatürkçülük Anayasa’dan çıkarılsın” demesi birilerini “şok” etti. Seçimlerden tam 1 ay önce bu sütunda “22 Temmuz Kader Günü... Niçin?” başlıklı yazımda, AKP seçim bildirgesinde, “sivil anayasa” mesajının verilmesinin ne anlama geldiğini madde madde anlatmıştım. Bu maddeler arasında “şok” etkisi yaratan o hedef da vardı. Ve yazıyı, “Bunların her biri T.C. Devleti’nin, kanlı değil, ama kansız bir şekilde tasfiyesi, Türkiye’nin Yugoslavyalaştırılması, Iraklaştırılması demektir. Evet, ya sahte demokrasi silahı ile Türkiye vurulacak, ya sahte demokratlar hak ettikleri yere süpürülecek. Kader günü de 22 Temmuz’dur” diye bitirmiştim. Ama İkilimiz her nedense seçim meydanlarında, bu “sivil anayasa” değil, “mağduriyet” için oy istedi. Böyle olunca da aziz milletimiz adeta bilmeden kendi celladını seçti.

Üskül’ün AKP’li olmadan önce, bu görüşleri savunduğu yazılıp çiziliyor. AKP yönetimi, “şahsi görüşleri” iddiasında. Ama Erdoğan, “Türkiye’yi sivil ve demokratik bir Anayasa’ya kavuşturmak istiyoruz. Bu Anayasa artık yama tutmuyor. Üst kimlik Türk olamaz.” diyerek, Üskül’ü AKP’ye davet ettiğinde, o “şahsi görüşleri” benimsediğini göstermişti. Zaten Üskül de, “seçim bildirgesinde var” diyor.

Gerçek şu ki, “Atatürkçülüğün silinmesi” meselesi Üskül’ü de aşan çok eski, dahili ve harici boyutları olan bir proje.

Dahili destekçileri

Mesela Başbakan Erdoğan, daha 1993’te bu görüşteydi. RP İstanbul İl Başkanıyken, hazırlattığı raporda, “Güneydoğu’daki çatışmanın Kemalist devletin iflasını gösterdiği, Kürt kimliği ve kültürünün kabulünü engelleyen tüm kanunların kalkması ve Kürtçe’nin eğitim dili olarak kabul edilmesi gerektiği” savunulmuştu.
The Guardian’a “Cumhuriyetin sonu geldi” diyen Gül de, RP’deyken Anayasa’nın başlangıç bölümünün kaldırılmasını istemişti. Halen aynı görüşte. Bunun delili ise, “Anayasa’nın başlangıç kısmının tamamen çıkarılıp, Atatürkçülüğe vurgu yapılmamasını ve ’Cumhuriyetin Nitelikleri’ni belirleyen maddesinin yeniden formüle edilmesini” savunan Prof. Dr. Mustafa Erdoğan’ı AİHM’e aday göstermesidir.

Bu ekibe tabii PKK ve İHD gibi uzantıları da dahil. PKK, “çözüm için sivil bir Anayasa” isterken, 25 temel kriter belirledi. AKP’nin “sivil Anayasası” ile epey örtüşen PKK “kriterleri” arasında, “devletin yeniden tanımlanıp, Anayasa’nın değişmez maddelerinin kaldırılması” da var.

Harici kaynaklar

Harici kaynak çok, ama önde gelenlerini bu meseleyi gündeme alma sırasına göre anlatalım.

1-Alman Şarkiyat Enstitüsü, “Sorun Kemalizm ve Kemalizm’in ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun, uyduruk, zorlama ve yapay Türk Milleti’dir. Böyle bir millet yoktur” diyor.
2-Şark siyasetinin duayeni İngiltere, “Kemalist geleneğin AB üyeliği için uygun olmadığı” görüşünde.
3-ABD Dışişleri ve Savunma çevreleri 2003’ten beri, her yerde Atatürk resminin bulunmasını eleştirip, “Türkiye Kemalizm’i bırakıp, kendine yeni bir yön çizmeli” diyor. ABD Dışişleri Bakanlığı internet sitesinde de, “AKP’nin geleneksel Kemalist kurallarda epey değişiklik yaptığı” vurgulanıyor.
4.AB’ye gelince, belgeleri malum. 2003’ten itibaren, “Temel meselelerimizin kaynağının Kemalizm olduğunu” yazıp duruyorlar. Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkan Yardımcısı Duff’ın, seçimlerden hemen önce, “AKP ve diğerleri. Seçimlerden sonra, klasik Kemalizm’e karşı nihai ve tarihi bir meydan okumaya tanık olacağız” demesi, Üskül’ün çıkışının hiç de tesadüf olmadığının en somut delili.

AB, Lozan’a, “daha geniş açıdan bakmamızı” istiyordu. İşte “Atatürkçülüğün silinmesi” üzerinden başlatılan budur.
Seçimlerden iki gün sonra Lozan’ın 84. yıldönümünü kutladık (!). Ama Erdoğan ve Gül, bir mesaj bile yayınlamadı. Acaba sadece bir unutkanlık mıydı?




***

31 Ocak 2017 Salı

Yeni bir Umuttur, Umut bir Güçtür



Yeni bir Umuttur, Umut bir Güçtür


Yekta Güngör Özden
29.12.2008

Sayı:217


Gericilerin kıydığı M. Fehmi Kubilây’ın anısına, gereksiz ve ayrımcı bildirilere karşı çıkan Üniversite Senatolarıyla emekli Büyük Elçilerimize saygı ile.

Bir yılı daha geride bırakıyoruz. Eğlenilerek karşılanmaya çalışılan yeni yıl umutların, geçen yıl da unutmanın simgesi olacak. Gerçekte ömürden bir yıl daha eksilmesine, kalan zamanın azalmasına karşı yaşayabilme olasılıkları nedeniyle gelecek yıl-yeni yıl coşkuyla karşılanıyor. Oysa, geçen yıla ilişkin değerlendirmeler yapılıp kazanılanlarla yitirilenler gözetilse daha yararlı bir konuma gelinir. Biz, geçenleri çabuk unutan, tepkilerini nice sonra açıklayan bir toplumuz. Uysallığımız, suskunluğumuz, adamsendeciliğimiz, tembelliğimiz kötü amaçlılar için dayanak oluşturmakta, onlara güvence sayılmaktadır. 2008 yılı Türkiye’miz için oldukça kara günlerin yığınıdır. Lâik cumhuriyetle kurucusu Atatürk’ün karşıtları iktidarı ele geçirdiklerinden demokrasiyi kendilerine göre anlayıp uygulamakta, demokrasiyi getiren anamuhalefet partisi de iktidar çizgisine inerek partiiçi demokrasiyi bile sözde bırakacak düzenlemelerle zaman geçirmektedir. Ekonomik durum kötüdür. Gerekli ve yeterli hiçbir önlem alınmamış, kimi işverenler kriz bahanesiyle işçi çıkarmaları hızlandırmışlar, IMF’e belbağlayan iktidar borçlanarak sorunları aşacağını sanmakta, yaklaşan yerel seçimlere odaklanarak oy sağlamak için demokrasiyle asla bağdaşmayan yollara başvurmaktadır. Seçmen listelerine yönelik eleştirileri karşılayacak bir olumlu gelişme yoktur. Seçimleri şaibeli saydıracak sakıncalı durumlar düzeltilmemiştir. AB ve ABD baskılarını sürdürmekte, Leyla Zana için verilen kararı kınayan Avrupa Parlamenterler Meclisi üyeleri yanında gereksiz ve yararsız özür dileyiciler kamuoyunu yanıltma çabalarını sürdürmektir. Hukukta, eğitimde, sağlıkta, güvenlikte, toplum yaşamında gerilemeler üzüntüyle izlenmektedir. Rektör atamalarından mahalle baskılarına uzanan ağırlıkların sakıncalarına ilişkin yayınlar ürkütmektedir. Büyük kesimiyle dışarıdan yönlendirilen işbirlikçilerin yuvalandığı medya, çirkinlik dizileri ve amaçlı izlenceleriyle, kimi nankör ve sapkın kalemlerle utandırıcı düzeyini değiştirmemektedir. Gençlerin sesi kesilmiş, ulusal yapının ve cumhuriyetin özgün niteliklerinin karşısında olan bağımlı ve saplantılıların şamata ve yaygaraları demokrasi kötüye kullanılarak sergilenmektedir. İnsan haklarından sözeden kimilerinin insana, insanlığı saygısı ve yaklaşımı sakattır. Yine ince hesaplı anayasa değişikliği girişimleri, hazırlıkları gündemdedir. Türkiye Cumhuriyeti’ni Ilımlı İslâm devletine dönüştürme çabaları bir-iki cılız, güldüren, sonuçsuz tepki dışında karşılıksız kalmaktadır.

Seçmen listelerine ilişkin yakınmalar, eleştiriler akartsuz demokrasimizin bocalamalarını yansıtmaktadır. Listelere razı olup da sandıkların kapanma saatine kadar oy kullanılmadığı için boş kalan yerler partizanlar tarafından doldurularak sahte oylarla sonuç alınacağı kuşkusu yayılmaktadır. Seçimler demokrasi sınavıdır. Oy da namustur. Karanlık işlemlerle çoğunluk sağlama savı kimseyi inandırmaz.

Kimileri de “ AKP’den kurtulmak için bize oy vermek zorundalar. Elleri mahkûm ” diye düşünerek bildiklerini okumayı sürdürerek seçmenlerin iyi niyetlerini kötüye kullanıyor.

CHP’nin geçmişine yakışmayan, geleceğini de tartışılır duruma getiren yönetim baskısı, genel başkan diktasını pekiştiren oylamalarla yol alıyor. Demokratik yönden ağır çelişkiler taşıyan düzenlemelerle bir yere varılamayacağı, anlayış ve eskiyen yöneticiler yenilenmedikçe bir şey kazanılamayacağı görülecektir. Hiçbir oy “Çantada Keklik ” değildir. Ayrıca “..asma, kesme..” den sözeden yeni partilerle Türkiye’nin bir şey kazanamayacağı da açıktır.

Başından geçen kimse daha iyi bilir. Irkçılığın hastalık olduğunu söyleyerek eski ırkçılar yavaş yavaş uyanıyor. Alt-üst kimlik tartışmalarının ve Türk olduğunu söylemekten kaçınmanın Türkiye’yi nerelere getirdiği görülmektedir. Talabani bu aymazlıklara dayanarak sesini yükseltiyor.

Şimdilerde “ Kemalizm-Atatürkçülük ” tartışmaları da yineleniyor. Bunlar da bir olumsuzluk girişimi. “Atatürkçülük” Kemalizm’in günümüzdeki adı. İkisi birbirinin aynı. Biri öbürü yerine kullanılabilir. Ayırmak yanlış. Kimi gerici ve tutucu Mustafa Kemal’i 30 Ağustos 1922’de bitirir. Sonrasını asla kabûl etmez. Onun için Atatürkçülük deyişini kullanmaz. Atatürkçülük, hiç kuşkusuz sonsuza değin Mustafa Kemal’i içeren ve anlatan bir akımın adıdır. Her zaman, her yerde rastlanabileceği gibi sahte Atatürçüler yanında sahte Kemalistler de vardır. Kemalizmle Atatürkçülük ayrımını yaparak ancak karşıtlık sergilenebilir. Gerçek ve içtenlikli Kemalist ve Atatürkçü birdir.

Böylesine alacakaranlık bir ortamda karamsar olunmasa da umutlu olmaya elverişli olumlu bir belirtiye rastlanmamakla birlikte yılgınlık söz konusu değildir. Gerçek aydınların dağınıklığı, parçalanmış güçler, birlikteliğe engel kötü kişilerin tutumları sahte aydınlara, kendini aydın sanan, öyle gösteren ve öyle sanılanlara alanı açmıştır. AB, ABD, ümmetçi, ırkçı ve medya desteği de güç katmaktadır. Bu durumda yazmak, konuşma isteği giderek azalmaktadır. Geçenlerde bir hukukçu “Gerek kalmadı okumaya, yazmaya, hepsi gidiyor ayaza, piyaza” diyerek tepkisini, üzüntüyle açıklıyordu. Emeğin, alın terinin, göz nurunun, bilginin, bilimin ve ahlâkın sarsıntı geçirip yadsındığı, çabuk atlatılmasını dilediğimiz bir süreçten geçiliyor. Demokratik kitle örgütlerinin donukluğu, meslek dayanışması dışında ülke sorunları için kopukluk ve karşıtlığın egemen olduğu bir toplumsal durum yaşanılmaktadır. Olumsuzluklar içinde ışık Atatürkçü gençlerden gelmektedir. Yanlışları, yanılgıları olabilir. Karşı çıkıp karalayarak onları da yitirmek yerine yardımcı olup özlenen duruma getirilmelerine katkı vermek gerekir. Büyüklerin bunca sakıncalı tutum ve davranışlarına sessiz kalıp gençleri suçlamak aymazlıktır.

Olanaklarım ve koşulların ölçüsünde bugüne değin bu yolu izledim. Yeni yılda bu özenimi koruyarak örnek olmaya çalışacağım ama eylem olarak yaşama geçirme olanağı bulacağımı kestiremiyorum. Yine de umutla ve inançla okurlarımızın yeni yıllarını, başta ulusal günler olmak üzere tüm bayramlarını, güzel günlerini iyi duygularla, iyi dileklerle, içtenlikle kutluyorum. Geçen yıllarda yaşanan kötülüklerin gelecek yıllarda yaşanmaması için hepimize sorumluluk düştüğü görüşümü yineliyorum.

Kitap

Anayasa Mahkemesi emekli üyelerinden ve önceki Ulaştırma Bakanlarından İhsan Pekel’in “ Atatürk’ü Anlamak ve Anmak ” adlı kitabının üçüncü cildi yayımlanmıştır. Tarihsel bilgiler yanında önemli yorumlar, değerlendirmeler ve vurgulamalarla Atatürk’le ilgili konularda açıklamaları içeren yararlı kitabı herkese salık veriyoruz.


http://www.turksolu.com.tr/217/ozden217.htm

***

9 Ocak 2016 Cumartesi

Avrupa Gerçeği ve Atatürkçülük,





Avrupa Gerçeği ve Atatürkçülük, 

EROL MANİSALI
Aralık 2001 &  Cuma 26 Ekim, 2012 

Atatürkçülüğün Özünde Halkçılık Vardır,

Atatürkçülük sözcüğünün kesinlikle içinin doldurulması gerekiyor. Atatürkçülüğün içinin sadece bir ideoloji olarak, kavramsal olarak değil somut olarak doldurulması gerekiyor. Atatürkçülüğün ekonomik olarak, politik olarak, kültürel olarak somut getirileri nelerdir, Türkiye’nin bütünlüğü açısından önemi nedir incelenerek Atatürkçülüğün içi doldurulmalıdır. Zaten Atatürkçülüğün boşlukta bırakılması, Atatürkçülüğün istismarına, hatta ticarileştirilmesine, hatta Atatürk karşıtlarının Atatürk düşmanlarının Atatürkçüymüş gibi kendilerini sunmalarına olanak sağlamıştır. Atatürkçülüğün içi düşünürlerimiz tarafından doldurulmuş olsaydı, Atatürk’ün ve Atatürkçülüğün istismarı bu kadar kolay olmazdı diye düşünüyorum.

Günümüzde Atatürkçülüğün uğradığı kayıp, erozyon aslında Türkiye’nin iç dengelerindeki bozukluklara paraleldir. Son 20 yılda büyük sermayenin Türkiye’nin yönetiminde ön plana çıkması ve kendine göre Atatürkçülüğü tanımlayarak, Atatürkçülük adı altında kendi çıkarlarını gerçekleştirmesi bu alandaki en büyük yozlaşmanın kaynağıdır. Atatürkçülüğün istismarı işinde en ön planda olanlar bu sermaye gruplarıdır. Diğer yandan tarikatçıların ve diğer bazı siyasi grupların da önemli bir kısmı Atatürkçülüğe karşı çıkmadıklarını ifade etmelerine karşın, gerçekte bu çevreler Atatürk ilkeleriyle tamamen çatışma içinde bulunmaktadır. Atatürkçülüğün istismarı özellikle bu çevreler tarafından yapılmaktadır.

Atatürkçülüğün özünde halkçılık vardır. Halkçılık, yani bugünkü anlamıyla somuta indirgersek halkın çıkarı, kamunun çıkarı, toplumsal yarar, halkın refahı, halkın mutluluğu Atatürkçülüğün odak noktasını oluşturmaktadır. Atatürkçülüğün özellikle bu yanı yozlaştırıldı. Sosyal demokrasi öne çıkarıldı. Batıcılık öne çıkarıldı. Oysa bu kavramlar Atatürkçülüğün tam bağımsızlık, devletçilik ve devrimcilik anlayışıyla beslenen halkçılık ilkesine yabancı, Batı merkezli akımlardır.

Atatürk kesinlikle Batıcı değildi. Niye Batıcı değildi? Batıcı olmak demek Batının bağımlı bir değişkeni, sömürgesi olmak demektir. Oysa Atatürk buna karşı savaşmıştı. Batı emperyalizmine karşı, kapitalizme karşı, sömürgeciliğe, saldırganlığa karşı savaşarak Türkiye’nin bağımsızlığını, Cumhuriyeti, halkçılığı ortaya koymuştu. Batıcılık ile Atatürkçülüğün özdeşleştirilmesi, büyük sermayenin kendi dar çıkar gruplarının gereğini Batıcı “Atatürkçülük” şemsiyesi altına şıkıştırmaya çalışmasından kaynaklanmaktadır.

Sermaye çevreleri özellikle Soğuk Savaş sonrasında, Batının tek yanlı uzantıları olarak faaliyet gösterdikleri için Atatürkçülüğü de Batıcılık tanımı içine oturtarak, Batıya bağımlı bir ülke yaratmaya çalışıyorlar. Atatürkçülük de bunu gerektiriyor gibi yansıtılıyor.

1995 yılında Türkiye’yi Batıya tek yanlı olarak bağlayan bir sömürgeleşme belgesi olan Gümrük Birliği Antlaşması imzalanınca, o zamanın siyasileri, bakanlar, dışişleri bakanları, büyük sermaye çevreleri gazetelerde ve televizyonlarda ne diyorlardı? “Bu Atatürk’ün gösterdiği yoldur” diyorlardı. Atatürk’ün gösterdiği yol diye sundukları, Türkiye’yi bağımlı kılan ve AB’ye tam üye yapan değil, onun arka bahçesi yapan, sömürgesi haline getiren bir belgeydi. Gümrük Birliği kapitülasyonlardan da çok kötüydü. 80 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’ni kasaba cumhuriyetleri konumuna soktular. Diğer aday ülkelerinin de gerisine düştü Türkiye. O zamanki siyasilere göre Türkiye’yi San Marino haline getirmek Atatürk’ün istediği bir şeydi. Bu yalanı, bu kandırmacayı Türk toplumuna pazarladılar. İletişim araçları da tekellerinde olduğu için bunu da kolaylıkla yaptılar.

Halkın kafasını karıştırarak, Türkiye’yi tek yanlı olarak Batıya bağlarken, sanki Atatürk Türkiye’nin sömürgeleşmesine karşı savaşmamış da Türkiye’nin sömürgeleşmesi için savaşmış gibi yansıtmaya çalıştılar. Atatürkçülük diye sömürgeciliği 1995’te 65 milyon Türk halkına pazarladılar.

“Batıcılık Atatürkçülüktür” diyorlar. Oysa bakalım kimler Batıcı: bazı büyük sermaye çevreleri en Batıcı, bölücüler en Batıcı, tarikatçılar en Batıcı. Atatürk tarikatçılara da, bölücülere de, Türkiye’yi sömürgeleştirmek isteyen çok uluslu şirketlere ve uzantılarına da karşı savaşmıştı. Kapitülasyonları yırtıp atan Lozan Antlaşması, Türkiye’yi Sevr’den bağımsızlığa taşıyan bir belgeydi. Şimdi Atatürk’ün kurduğu bağımsız Türkiye tekrar Lozan’dan Sevr’e yeni kapitülasyon anlaşmalarıyla taşınmaktadır. Dolayısıyla bugün bir Atatürkçülük kandırmacası vardır. Atatürkçülük adı altında Türkiye’yi tek taraflı bağlayan antlaşmalar halkı kandırarak gerçekleştirilmektedir. Büyük sermaye, bölücüler ve tarikatlar ortaklık halinde bu oyunu yürütmektedirler.

3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra yine büyük sermaye çevrelerinin, tarikatçıların ve bölücülerin borusunun öttüğünü görüyoruz. En Atatürkçü biziz diye Türkiye’yi sömürgeleştiren antlaşmaları imzalatmak istemektedirler. Batının istediği Kıbrıs’ın verilmesi bu grupların bugün gündemindedir.

Türkiye’de ulusal devlete ve Atatürkçülüğe karşı oluşan bu cephenin şu anda temel stratejisi Avrupa’yı ve Batıyı arkalarına alarak özellikle Atatürkçü Türk Ordusu’nu zayıf düşürmektir. Böylelikle Batı desteği aracılığıyla gerçek Atatürkçülük tamamen ortadan kaldırılmak isteniyor. Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyet’i ve ulusal orduyu halkla ve Türk Silahlı Kuvvetleriyle kurmuştu. Atatürk karşıtların ve Batının uzantılarının önce orduyu hedef almaları bu açıdan anlamlıdır.

Biz Atatürkçüyüz diyen işbirlikçi sermaye çevreleri diğer gruplarla ve Batıyla işbirliği yaparak gerçek Atatürkçülüğü, Atatürkçü düşünceyi, Atatürkçü çevreleri Türk siyasetinden silip atmayı, Kemalizmi, Cumhuriyet’i ve ulusal politikaları ilelebet ortadan kaldırmayı düşünmektedirler. Sahte Atatürkçüler gerçek Atatürkçüleri ortadan kaldırmak için yabancı güçlerle işbirliği halindedir.

Bu koşullar altında gerçek Atatürkçülerin gelişmelere seyirci kalması mümkün değildir. Saldırı ulusal devlete ve Atatürkçülüğe olduğu için ulusu savunacak olanlar da ancak gerçek Atatürkçüler olabilir.

Ortaya çıkan manzara Türkiye’de hiçbir bölünmüşlüğe izin vermemektedir. Türkiye’de kendine ulusalcı, Atatürkçü, ilerici diyen bütün çevreler aralarında çekiştikleri, birleşemedikleri sürece, marjinal Atatürkçüler konumunda ayrı ayrı köşelerinde kalacaklardır. Uç solundan, ılımlı soluna kadar geniş bir kesimin ve diğer ulusalcı güçlerin ulusal bir cephede birleşmesi gerekmektedir. Tabii ki bu cephenin ulusal bağımsızlığın, ulusal devletin ve Atatürk Cumhuriyeti’nin korunması ve Türkiye’nin yeniden Atatürk devrimlerinin yoluna girmesi temelinde kurulması gerekir. Türkiye’nin yeniden bağımsızlık yoluna ve Atatürkçülük çizgisine girmesi ancak böyle bir mücadeleyle mümkün olabilir.

Prof. Dr. Erol MANİSALI

http://www.guncelmeydan.com/pano/ataturkculugun-ozunde-halkcilik-vardir-prof-dr-erol-manisali-t32887.html


..