Avrupa Gerçeği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Avrupa Gerçeği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ocak 2016 Cumartesi

Avrupa Gerçeği ve Atatürkçülük,





Avrupa Gerçeği ve Atatürkçülük, 

EROL MANİSALI
Aralık 2001 &  Cuma 26 Ekim, 2012 

Atatürkçülüğün Özünde Halkçılık Vardır,

Atatürkçülük sözcüğünün kesinlikle içinin doldurulması gerekiyor. Atatürkçülüğün içinin sadece bir ideoloji olarak, kavramsal olarak değil somut olarak doldurulması gerekiyor. Atatürkçülüğün ekonomik olarak, politik olarak, kültürel olarak somut getirileri nelerdir, Türkiye’nin bütünlüğü açısından önemi nedir incelenerek Atatürkçülüğün içi doldurulmalıdır. Zaten Atatürkçülüğün boşlukta bırakılması, Atatürkçülüğün istismarına, hatta ticarileştirilmesine, hatta Atatürk karşıtlarının Atatürk düşmanlarının Atatürkçüymüş gibi kendilerini sunmalarına olanak sağlamıştır. Atatürkçülüğün içi düşünürlerimiz tarafından doldurulmuş olsaydı, Atatürk’ün ve Atatürkçülüğün istismarı bu kadar kolay olmazdı diye düşünüyorum.

Günümüzde Atatürkçülüğün uğradığı kayıp, erozyon aslında Türkiye’nin iç dengelerindeki bozukluklara paraleldir. Son 20 yılda büyük sermayenin Türkiye’nin yönetiminde ön plana çıkması ve kendine göre Atatürkçülüğü tanımlayarak, Atatürkçülük adı altında kendi çıkarlarını gerçekleştirmesi bu alandaki en büyük yozlaşmanın kaynağıdır. Atatürkçülüğün istismarı işinde en ön planda olanlar bu sermaye gruplarıdır. Diğer yandan tarikatçıların ve diğer bazı siyasi grupların da önemli bir kısmı Atatürkçülüğe karşı çıkmadıklarını ifade etmelerine karşın, gerçekte bu çevreler Atatürk ilkeleriyle tamamen çatışma içinde bulunmaktadır. Atatürkçülüğün istismarı özellikle bu çevreler tarafından yapılmaktadır.

Atatürkçülüğün özünde halkçılık vardır. Halkçılık, yani bugünkü anlamıyla somuta indirgersek halkın çıkarı, kamunun çıkarı, toplumsal yarar, halkın refahı, halkın mutluluğu Atatürkçülüğün odak noktasını oluşturmaktadır. Atatürkçülüğün özellikle bu yanı yozlaştırıldı. Sosyal demokrasi öne çıkarıldı. Batıcılık öne çıkarıldı. Oysa bu kavramlar Atatürkçülüğün tam bağımsızlık, devletçilik ve devrimcilik anlayışıyla beslenen halkçılık ilkesine yabancı, Batı merkezli akımlardır.

Atatürk kesinlikle Batıcı değildi. Niye Batıcı değildi? Batıcı olmak demek Batının bağımlı bir değişkeni, sömürgesi olmak demektir. Oysa Atatürk buna karşı savaşmıştı. Batı emperyalizmine karşı, kapitalizme karşı, sömürgeciliğe, saldırganlığa karşı savaşarak Türkiye’nin bağımsızlığını, Cumhuriyeti, halkçılığı ortaya koymuştu. Batıcılık ile Atatürkçülüğün özdeşleştirilmesi, büyük sermayenin kendi dar çıkar gruplarının gereğini Batıcı “Atatürkçülük” şemsiyesi altına şıkıştırmaya çalışmasından kaynaklanmaktadır.

Sermaye çevreleri özellikle Soğuk Savaş sonrasında, Batının tek yanlı uzantıları olarak faaliyet gösterdikleri için Atatürkçülüğü de Batıcılık tanımı içine oturtarak, Batıya bağımlı bir ülke yaratmaya çalışıyorlar. Atatürkçülük de bunu gerektiriyor gibi yansıtılıyor.

1995 yılında Türkiye’yi Batıya tek yanlı olarak bağlayan bir sömürgeleşme belgesi olan Gümrük Birliği Antlaşması imzalanınca, o zamanın siyasileri, bakanlar, dışişleri bakanları, büyük sermaye çevreleri gazetelerde ve televizyonlarda ne diyorlardı? “Bu Atatürk’ün gösterdiği yoldur” diyorlardı. Atatürk’ün gösterdiği yol diye sundukları, Türkiye’yi bağımlı kılan ve AB’ye tam üye yapan değil, onun arka bahçesi yapan, sömürgesi haline getiren bir belgeydi. Gümrük Birliği kapitülasyonlardan da çok kötüydü. 80 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’ni kasaba cumhuriyetleri konumuna soktular. Diğer aday ülkelerinin de gerisine düştü Türkiye. O zamanki siyasilere göre Türkiye’yi San Marino haline getirmek Atatürk’ün istediği bir şeydi. Bu yalanı, bu kandırmacayı Türk toplumuna pazarladılar. İletişim araçları da tekellerinde olduğu için bunu da kolaylıkla yaptılar.

Halkın kafasını karıştırarak, Türkiye’yi tek yanlı olarak Batıya bağlarken, sanki Atatürk Türkiye’nin sömürgeleşmesine karşı savaşmamış da Türkiye’nin sömürgeleşmesi için savaşmış gibi yansıtmaya çalıştılar. Atatürkçülük diye sömürgeciliği 1995’te 65 milyon Türk halkına pazarladılar.

“Batıcılık Atatürkçülüktür” diyorlar. Oysa bakalım kimler Batıcı: bazı büyük sermaye çevreleri en Batıcı, bölücüler en Batıcı, tarikatçılar en Batıcı. Atatürk tarikatçılara da, bölücülere de, Türkiye’yi sömürgeleştirmek isteyen çok uluslu şirketlere ve uzantılarına da karşı savaşmıştı. Kapitülasyonları yırtıp atan Lozan Antlaşması, Türkiye’yi Sevr’den bağımsızlığa taşıyan bir belgeydi. Şimdi Atatürk’ün kurduğu bağımsız Türkiye tekrar Lozan’dan Sevr’e yeni kapitülasyon anlaşmalarıyla taşınmaktadır. Dolayısıyla bugün bir Atatürkçülük kandırmacası vardır. Atatürkçülük adı altında Türkiye’yi tek taraflı bağlayan antlaşmalar halkı kandırarak gerçekleştirilmektedir. Büyük sermaye, bölücüler ve tarikatlar ortaklık halinde bu oyunu yürütmektedirler.

3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra yine büyük sermaye çevrelerinin, tarikatçıların ve bölücülerin borusunun öttüğünü görüyoruz. En Atatürkçü biziz diye Türkiye’yi sömürgeleştiren antlaşmaları imzalatmak istemektedirler. Batının istediği Kıbrıs’ın verilmesi bu grupların bugün gündemindedir.

Türkiye’de ulusal devlete ve Atatürkçülüğe karşı oluşan bu cephenin şu anda temel stratejisi Avrupa’yı ve Batıyı arkalarına alarak özellikle Atatürkçü Türk Ordusu’nu zayıf düşürmektir. Böylelikle Batı desteği aracılığıyla gerçek Atatürkçülük tamamen ortadan kaldırılmak isteniyor. Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyet’i ve ulusal orduyu halkla ve Türk Silahlı Kuvvetleriyle kurmuştu. Atatürk karşıtların ve Batının uzantılarının önce orduyu hedef almaları bu açıdan anlamlıdır.

Biz Atatürkçüyüz diyen işbirlikçi sermaye çevreleri diğer gruplarla ve Batıyla işbirliği yaparak gerçek Atatürkçülüğü, Atatürkçü düşünceyi, Atatürkçü çevreleri Türk siyasetinden silip atmayı, Kemalizmi, Cumhuriyet’i ve ulusal politikaları ilelebet ortadan kaldırmayı düşünmektedirler. Sahte Atatürkçüler gerçek Atatürkçüleri ortadan kaldırmak için yabancı güçlerle işbirliği halindedir.

Bu koşullar altında gerçek Atatürkçülerin gelişmelere seyirci kalması mümkün değildir. Saldırı ulusal devlete ve Atatürkçülüğe olduğu için ulusu savunacak olanlar da ancak gerçek Atatürkçüler olabilir.

Ortaya çıkan manzara Türkiye’de hiçbir bölünmüşlüğe izin vermemektedir. Türkiye’de kendine ulusalcı, Atatürkçü, ilerici diyen bütün çevreler aralarında çekiştikleri, birleşemedikleri sürece, marjinal Atatürkçüler konumunda ayrı ayrı köşelerinde kalacaklardır. Uç solundan, ılımlı soluna kadar geniş bir kesimin ve diğer ulusalcı güçlerin ulusal bir cephede birleşmesi gerekmektedir. Tabii ki bu cephenin ulusal bağımsızlığın, ulusal devletin ve Atatürk Cumhuriyeti’nin korunması ve Türkiye’nin yeniden Atatürk devrimlerinin yoluna girmesi temelinde kurulması gerekir. Türkiye’nin yeniden bağımsızlık yoluna ve Atatürkçülük çizgisine girmesi ancak böyle bir mücadeleyle mümkün olabilir.

Prof. Dr. Erol MANİSALI

http://www.guncelmeydan.com/pano/ataturkculugun-ozunde-halkcilik-vardir-prof-dr-erol-manisali-t32887.html


..