Altı Ok etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Altı Ok etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Aralık 2020 Perşembe

TEK PARTİ DÖNEMİNDE PARTİ-DEVLET BÜTÜNLEŞMESİNE BİR ÖRNEK., BÖLÜM 2

TEK PARTİ DÖNEMİNDE PARTİ-DEVLET BÜTÜNLEŞMESİNE BİR ÖRNEK: “DİLEK SİSTEMİ”  BÖLÜM 2


Milli Şef, Varlık Vergisi, Dilek Sistemi, 1939 CHP V. Kurultayı, CHP, Tek Parti Dönemi, Parti-Devlet Bütünleşmesi,Sevda MUTLU,



CHP KURULTAYLARI VE DİLEK SİSTEMİ 

CHP Kurultayları, parti ve ülke sorunlarının görüşülerek, partinin hatta hükümetin izleyeceği siyasetin belirlendiği, parti tüzük ve program değişikliklerinin yapıldığı, Parti Genel Başkan seçiminin yapıldığı, delegeler ve milletvekillerinin katılımıyla gerçekleşen toplantılardır. Tek Parti döneminde, CHP Kurultayları’nda partinin ve hükümetin izleyeceği siyaset ve devlet işleri birlikte görüşülüp karara bağlanmış tır. “Büyük Kurultayda memleket ve Partiye ait her iş görüşülebilir. Program ve nizamnamenin kabulü ve değiştirilmesi Büyük Kurultay’a aittir.”22 

Bu bağlamda, parti-devlet bütünleşmesinin kendisini en çok hissettirdiği ve parti-devlet arasındaki çizgisinin en belirsiz olduğu alanlardan birinin CHP Kurultayları olduğunu söyleyebiliriz. Parti için alınan ve parti tüzüğünde yapılan bir değişiklik doğrudan devlet yönetimine ilişkin olabiliyordu. 

Kurultayda, pek çok “devlet işleri” görüşülerek, karara bağlanmaktaydı. CHP Tek Parti döneminde bir tanesi olağanüstü kurultay olmak üzere yedi tane kurultay 
yapmış, her birinde parti ve devlet yönetimine ilişkin değişim ve dönüşüm niteliğinde önemli kararlar alınmıştır.23 

Gerçekte Tek Parti sistemi niteliğini ortaya koyan siyasî mekanizmalar, CHP tüzüğü ile varlık bulmuştu. Bir siyasî parti tüzüğünün, anayasadan da yasalardan 
da üstün olabilmesi elbette mümkün değildi. Ama gerçekte, siyasî sistem anayasanın değil söz konusu parti tüzüğünün öngördüğü şekilde işliyordu.24 

Söz konusu, CHP tüzük ve program değişiklikleri de CHP Kurultay’larında yapılıyordu. “Nitekim uzun yıllar Türk siyasi literatüründe kullanılmış olan ve 
Türk siyasi kültürü üzerinde etkisi olduğu söylenebilecek olan “Değişmez Genel Başkan”, “Milli Şef” ve “Kemalizm” kavramları da Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk 
siyasi partisi olan CHP’nin kongrelerinde ortaya atılmıştı.”25 

İnönü, CHP I. Olağanüstü Kurultay konuşmasında, kurultayın anlam ve önemini şu sözlerle belirtmiştir: 

“Büyük Kurultay; kurtuluş mücadelesinin en evvel işlemeye başlayan, içerden ve dışarıdan her türlü insafsız hücumlara milletimizin maruz kaldığı günlerde onun iradesini ilan etmek üzere meydana atılan, en eski teşkilatımızdır”... Atatürk; kurtuluş mücadelesini, siyasi ve askeri sahnelerde, evvela Kurultayda, sonra Büyük Millet Meclisi içinde idare etti. Sulh ve harbin siyasetini inkıtasız bir Millet Meclisi ile idare edebilmek zihniyetini ve kudretini, bugün dahi çok memleketlerde göremiyoruz (Bravo sesleri). Atatürk, Kurultayları yalnız millet hayatının lüzumlu 
bir mekanizması olarak takdir etmekle kalmazdı, onu samimi ve derin bir sevgi ile de severdi. Büyük Kurultayın duygusunu söylediğime emin olarak, bütün gelecek Kurultaylar adına da Atatürk’e karsı hiç bir zaman solmayacak olan sevgi ve tazim hislerimizi ifade etmekle şeref duyarım”26. 

İnönü’nün de belirttiği üzere, Atatürk Milli Mücadele ile ilgili siyasi ve askeri kararları önce kongre / kurultaylarda 27 aldı, sonra Büyük Millet Meclis’inde 
idare etti. CHP Kurultayları’nda parti-devlet bütünleşmesinin kendisini en iyi gösterdiği uygulamalardan biri de Dilek Sistemidir. Bu sistem şöyle işliyordu: 
halkın CHP Ocak, bucak, kaza ve vilayet kongrelerine sunduğu dilek ve istekler merkeze Parti Genel Sekreterliği’ne iletiliyordu. CHP İdare Heyeti ülkenin pek 
çok noktasından gelen bu dilek ve istekleri, Büyük Kurultay başlamadan önce dilek ve istekleri inceleyip, “yapılması mümkün olanlar” ve “esas önemli olanlar” 
kriterine göre tasnif ederek, Kurultay’da görevlendirilen Dilek Encümeni’ne iletiyordu. Kurultayın ilk günü açılış merasiminden sonra, Dilek Encümeni, 
Hükümetin Bakanları ve Kurumların Genel Müdürleri, kendilerine ayrılan bir toplantı odasında toplanarak, daha önceden tasnif edilen dilek ve istekleri burada 
görüşüp, tartışarak karara bağlıyorlardı. Böylelikle, hükümetin yapacağı bazı işlerin kurultayda belirlendiğine tanık oluyoruz. Açıkçası, Bakanlar Kurulu’nun 
CHP Kurultayı’nda toplandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Parti Kurultay’ında Bakanların toplanması ve yapılacak bazı işlerin görüşülüp karara bağlanması, 
parti-devlet bütünleşmesini açıkça ortaya koymaktadır. 

 CHP’nin Tek Parti, devlet partisi, devlet kuran parti özelliklerinin yanında partinin emir-komuta zinciri (hiyerarşik yapısı) liderlerden aşağıya doğrudur. 
Parti Genel Başkanı öylesine yetkilerle donatılmıştı ki, kelimenin tam anlamıyla “tek adam”. O’nun sözü üzerine söz söylenemez, emirlerine itiraz edilemezdi. 
Genel görüntü böyle olunca, CHP lidere dayalı bir devlet partisidir. Bu nitelikteki bir partiden demokratik uygulamalar beklemek imkansız gibi. Oysa Dilek 
Sistemi, bu algıyı ve görüntüyü zayıflatıyor. Parti bir anlamda halkçılık ilkesini bu sistemle uygulamaya sokuyor. Dilekler köylerden, nahiyelerden, kazalardan 
ve illerden kurultay ortamına taşınabiliyor. Gerek müstakil grup, gerekse Dilek Sistemi CHP’de çok partili sisteme geçişin işareti sayılabilir. Dilek Sistemi, 
“CHP’nin geleneksel parti örgütü içerisinde yer alan bir mekanizmadır.”28 

Dilek Sistemi, Tek Parti yılları boyunca devam eden bir uygulama olmuştur. Parti devlet yakınlığı ve kaynaşması, bu uygulama için özendirici ve hatta gerektirici bir durum yaratmıştır29. Dilek Sistemi, CHP’nin kendi iç mekanizmalarının işletilerek, 
halkın dileklerini en alt birimden en üst noktaya ulaştırılmasının yoluydu. 

Dilek Sistemini, halkın yönetenlerine ulaşabileceği, sonuç alınabilecek en etkili 
bir mekanizma olarak küçük bir demokrasi platformu olarak nitelendirebiliriz. 

O halde Dilek Sistemini gerekli kılan nedenlere bakmakta fayda var. 
Tek Parti döneminde, sosyo-ekonomik ve demokrasiye ait sorunlar vardı. CHP, bu süreçte bu sorunların üstesinden gelmeye çalışmıştır. Bu çerçevede, Dilek Sistemi, CHP’nin, ülkenin ve halkın ekonomik ve demokrasi sorunlarını çözüme kavuşturma çabasında işlevsel bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. 
Dilek Sistemi’nin demokratik boyuttaki gereklilik ve işlevselliği; Tek Parti otoriter yönetim anlayışının gölgesinde ve karar alma mekanizmasının dışında bırakılan halkın ne istediğinin önemsenmesi, hatta halka önemsendiğinin gösterilmek istenmesidir. Bu önemseme, Cumhuriyetin temelini oluşturan “Hâkimiyet Milletindir” ilkesinin gerekliliğini yerine getirme çabasının bir ürünü olarak, CHP’nin meşrutiyetini halktan almasına rağmen, halkın karar alma mekanizmasının dışında tutulmasından doğan boşluğu Dilek Sistemi ile doldurmaya çalışılmasından kaynaklanmaktadır. Sosyo-ekonomik boyutundaki gereklilik ve işlevselliği ise, fakir ve devletin pek çok imkan ve hizmetlerinden yoksun olan halkın durumunu anlamak ve ihtiyaçlarının neler olduğunu tespit etmek ve buna göre politikalar üretmekti. Dilek Sistemi’nin demokratik ve sosyo-ekonomik boyutlardaki gereklilik ve işlevselliğini başlıklar altında detaylandırmak konunun anlaşılması açısından faydalı olacaktır. 

DİLEK SİSTEMİ’NİN DEMOKRASİ BOYUTU

 Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, Yeni Osmanlılar hareketiyle başlayıp, Jön Türklerin “İttihat ve Terakki” hareketiyle devam eden ve nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile noktalanan parlamenter temsil mücadelesi, Batı’daki maddi temellerinden yoksundu. Tek Parti döneminde, 
demokrasi sorunları daha yoğun ve sıkıntılıydı. Demokrasinin ol(a)madığı bu yapıda, “Dilek Sistemi” önemli bir işleve sahip olmuştur. Söz konusu yapıda, 
Dilek Sistemini işlevsel kılan demokrasi gerekliliklerini üç ana başlıkta incelemek mümkündür: 
1. Sivil Toplumun Yokluğu, 
2. CHP’nin Halkçılık İlkesi, 
3. SCF Deneyimi. 

Sivil Toplumun Yokluğu 

Tek Partili sistemlerde, parti daima haklı konumda olduğu için otoriter bir tutum sergilemektedir. Eylem programları, parti egemenliğindeki siyasal düzene 
karşı, çoğulcu ve kendi kendini örgütleyen bir sivil toplumun oluşturulmasını devamlı olarak engellemeye yönelik olmuştur.30 Türkiye’de Tek Parti dönemin
de, sivil toplum kuruluşları varlık ve etkinlik gösteremediğinden dolayı, ülke, bölge ve yöre sorunlarını dile getirmede Dilek Sistemi önemli bir işleve sahip 
olmuştur. Sivil toplumun gelişmemesi, devletin toplumsal hayattaki etkinliğinden çok şey beklenmesine neden olmuştur. Örgütlenmesi zayıf toplumsal yapı, 
Türkiye’de sosyal ve ekonomik sorunun daha da ağırlaşmasına yol açmıştır.31 

Tek Parti döneminde CHP, rejimi her an yıkılma tehlikesi altında görmesinin 
yanı sıra, rejimi oturtmak ve sisteme istikrar kazandırabilmek için sivil toplum kuruluşlarının varlık göstermesini engellemişti. “Tek Partiye dayalı siyasal 
sistem giriştiği hukuksal düzenlemelerle sivil toplum örgütlerine özerk alan bırakmamaya dikkat etmiştir. O kadar ki, bu dönemde sivil toplum kuruluşlarının 
sayısı neredeyse tek haneli rakamlarla ifade edilecek kadar azalmıştı.”32 

Günümüzde de, sivil toplum örgütlerinin sayısının yeterli olmaması veniteliksel 
olarak işlevlerini çok iyi yerine getirememesi o dönemin bir yansıması olarak değerlendirebiliriz.

 Eski düzeni (rejimi) yaşatmaya ve hatta hatırlatmaya yönelik sivil toplum kuruluşlarına izin verilmemesi anlaşılır bir süreçtir. Diğer yandan, yeni düzen 
(rejim) kendini geniş kitlelere anlatmak için kendi güdümünde birtakım sivil toplum örgütlerinin kurulmasına ve desteklenmesine Halkevleri örneğinde olduğu 
gibi izin verilmiştir. Ülkedeki tüm kesimlerin temsilcisi konumunda olan CHP, sivil toplumun kuruluşların yokluğunda, halkın her türlü sorununa cevap 
verme çabasında olmuş ve bu anlamda halkın sorunlarını iletebilmesinin bir aracı olarak Dilek Sistemini oluşturmuştur. 

Dilek Sistemi, halkın sorunlarını ve dileklerini iletebileceği herhangi bir sivil toplum örgütünün olmadığı ve iletişim kanallarının oldukça zayıf olduğu bir ortamda, halkın hükümetle, parti kurultayları aracılığıyla, etkin ve doğrudan iletişim kurma yolu olarak, işlevsel bir sistem olmuştur. O dönemde Dilek Sisteminin sivil toplum boyutuyla nasıl algıladığına ilişkin, 1943 CHP VI. Kurultayı’nda, Ulus Gazetesinin “Büyük Parti Kurultayında Dilekler” başlıklı köşe yazısındaki şu ifadeler oldukça açıklayıcı olacaktır; 
“Altıncı büyük kongreye en son, vilayet kongrelerinin süzgecinden geçerek gelmiş dilek sayısı (637) mevzuda (2100) dür. 137 büyük sayfaya sığdırılan dilekler ilgili oldukları vekilliklere ve amme teşekkürlerine göre öyle iyi tasnif edilmiştir ki bir vekilliğe ait bir dileğin kaç vilayet kongresinden birlikte geldiği kolayca görülmektedir.... Cumhuriyet Halk Partisi’nin köy ve mahalleden başlayarak vatandaşların dileklerini yine kendi aralarında yaptıkları bir tasnifle en yüksek mesuliyet makamlarına ulaştırması milli bir geleneğimiz olmuştur. Her derecedeki kongrede partililer düşündüklerini anlatarak bunun bir yukarı kongreye verilmesini isteyebiliyor. Yahut alt kongreden gelen her dilek kendiliğinden üst kongreden heyetin tahliline uğruyor. Ve kongre heyeti bunları kendisine mal edince artık karar, daha yukarı kongreye ait oluyor. Bu haliyle büyük kurultaya kadar gelmiş olan dileklerin pek çoğu sırasıyla pek çok kongrenin düşünüş ve duyuşunu üstünde taşıyor. Milli dehamızın parti anlayışı ve bunu kendi mayamızla yuğuruşunu dilekler mekanizması da bütün asilliğiyle ifade eder. Köy veya mahalledeki mütevazi bir çatının altında birleşen ve hemen hemen buradaki iş çağında bütün vatandaşları içine alan parti toplantılarında herkes bilir ki çevredeki işler veya memleket için düşündüklerine beraberindeki veya daha üst kongredeki arkadaşları da katılırsa dileği devletin en yüksek organlarına kadar erişir.”33 

Bu ifadelerden, CHP’nin Dilek Sistemini, dilek ve isteklerini devletin en üst birimlerine iletebilecekleri bir mekanizma olarak halka sunduğuna tanık oluyoruz. 
Öyle ki, halka sunulan bu sistemin iyi bir fırsat olduğu algısını da oluşturulmaya çalışıldığını, Ulus Gazetesi’nde “Büyük Kurultayın İçindeki Hava” başlıklı bir başka yazıda geçen şu ifadelerden anlıyoruz; “Dilek encümeni partinin semt, köy ve ocaklardan başlayarak vilayet idare heyetlerine kadar bütün teşkilattan 
gelen partili yurttaş dilekleri üzerine çalıştı. Yüzlerce mebus ve delegenin hazır bulunduğu encümenlere bir köylü yurttaşın dileği elini kolunu sallaya sallaya 
giriyordu.”34 

CHP’nin Halkçılık İlkesi 

CHP’nin halkçılık anlayışının en belirgin özelliği, hakimiyetin millette olması ilkesiydi. Siyasal iktidar meşruiyetini halktan alıyordu. Buna rağmen, Tek Parti döneminde kararı alan ve uygulayan kesim askeri bürokrasi ve sivil bürokrasiydi. Halk karar alma mekanizmasının dışındaydı. CHP’nin, halkı sınırlı da olsa, bu karar mekanizmasına dahil etme zorunluluğunun bir gereği olarak Dilek Sistemini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bu yolla CHP, yönetim ile halk arasında doğan boşluğu bir nebze de olsa doldurmuştur. Tek Parti döneminde, CHP halkçılığına yönelik “halka tepeden bakan bir halk patronluğu olmaktan öteye gidememiştir”35 anlayışına ve “halkın yönetimden soyutlanması sonucunda halk ekonomik ve sosyal isteklerini merkezi ve mahalli yöneticilere, siyasal kuruluşlara iletememiştir... Yönetimin direk halkla bir ilişki içine girmemiş, böylece halk yönetime dilek ve isteklerini iletme şansını bulamamıştır”36 türünden eleştirilere karşılık, CHP’nin, Dilek Sistemi ile halkı önemsediğini göstermesi ya da halkın önemsendiğini hissetmesi açısından, sınırlı da olsa bir demokrasi platformu oluşturduğunu ileri sürebiliriz. “Parti veya hükümet nezdinde, bir dilek ve şikâyet bürosu veya masası oluşturulması halkın dilek ve isteklerine zaman ayrılması istenmiştir.”37 Ayrıca, CHP, Dilek Sistemi aracılığıyla halkın nabzını da tutuyor ve kendi yönetim algısının halkta nasıl olduğunu değerlendirme fırsatını da yakalamış oluyordu. 

“Atatürk cumhuriyetçi devletin temel görevini, halkı çağdaş medeniyet seviyesine çıkartmak olarak görmüştü. O halkın büyük bir gelişme potansiyeline sahip olduğunu düşünmüştür. 
Ne var ki bu potansiyeli harekete geçirmek gerekmekteydi. Halk tek başına bu temel hedefe ulaşmaya yeterli ve istekli değildi. 
Padişahların kişisel yöntemleriyle geçen uzun yıllar boyunca halk, inisiyatifi kendi eline alabilme kabiliyetini kaybetmişti.”38 Halkın hükümet işlerine kayıtsız 
kalmaması için izlenmiş bir yol olarak nitelendirebileceğimiz Dilek Sistemi, yönetilenlerin dilek ve isteklerinin siyasal sisteme aktarılmasında önemli araçlardan dı. 39 
CHP halkçılık ilkesinin bir gereği olarak oluşturduğu Dilek Sistemi ile Parti devleti anlayışından halkın devleti anlayışına doğru bir politika izlemeye çalıştığını söyleyebiliriz. Halkın dilek ve isteklerini hükümete ulaştırması demokratik bir haktır ve bu sistemle sınırlı da olsa demokratik kapının aralandığını görmek mümkündür. 
Sonuç olarak denilebilir ki, CHP’nin halka rağmen halkçılık anlayışında bir değişikliğin olduğu ve bu değişiklik “halkın sesine kulak vermek” ve “halkla 
birlikte” halkçılık anlayışına bir yönelme biçiminde değerlendirilebilir. 

SCF Deneyimi., 

Tek Parti döneminde, çok partili siyasal sisteme geçiş denemeleri olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) ve Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) 
deneyimleri, beraberinde siyasi tarihimize pek çok mesajı da bırakmıştı. Özellikle, ekonomik gelişim için liberal bir model çizen SCF deneyiminin (kısa süreli 
ve yönetimde etkili olmamalarına rağmen) verdiği en önemli mesaj, halkın Tek Parti yönetiminden memnun olmadığının ortaya konmasıydı. Ali Naci “Halk 
Muzdariptir” başlıklı yazısında, “Serbest Fırkanın büyük iyiliği, memleketteki umumi hoşnutsuzluğu meydana çıkarması oldu”40 demişti. Aslında, Atatürk bu 
durumun çok öncesinden farkındaydı ve SCF’nin kurulmasını da özellikle bunun için istemişti. Ancak pratikte durum farklı seyretmiş ve Atatürk, kuruluşunu 
desteklediği SCF’nin feshini istemişti. SCF deneyimi ile halkın memnuniyetsizliğini bir kez daha gören Atatürk, 1930’da halkın sorunlarını daha yakından 
görebilmek için yanına aldığı aydın ve uzmanlardan oluşan danışma ekibiyle birlikte, üç ay süren bir yurt gezisine çıkmıştır.41 Bu yurt gezisinde Atatürk’ün 
iktisat danışmalığını yapan Başar’a göre, “Atatürk’ün geniş ölçüde yapacağı bu seyahatin hususi hedefi vardı: Serbest Fırka hadisesi memlekette idareden 
memnun olmayanların çokluğunu ortaya koymuştu. Her taraftan şikayetler yükselmekteydi.... şikayetlerin köyden ve şehirden bir anda toplanarak 
Türkiye’nin sekiz senelik sükunet havasında fırtınalar yaratması için Serbest Fırka’nın doğması kafi gelmişti. İşte Atatürk bu fırkayı feshettikten sonra 
şikayetleri en mütehassıs bir heyetle yerlerinde tetkik etmek ve yapılması lazım gelen işleri tespit eylemek üzere seyahate çıkmış bulunuyordu.”42   

Atatürk’ün, Ankara’dan görülemeyen sorunları tespit etmeye çalıştığını ve buna göre yeni dönem bir yol haritası belirleyebilmek için bu seyahati önemsediğini yine Başar’ın şu ifadelerinde anlıyoruz; 

“Serbest Fırka ile beraber ortaya çıkan fenalıkların ve şikayetlerin kök sebebi neydi? Atatürk yurtta yapacağı seyahatle, başkalarının teferruatla gömülerek göremeyecekleri bu kök sebebi bulmağa karar vermiştir.”43 

Bir çok kenti gezen Atatürk’ün, bu gezi sonrasında yeni politikalar izleyeceği yönünde beklentiler söz konusuydu. “Gazi’nin mütehassıs bir heyetle yaptığı bu 
seyahat neticesinden büyük şeyler bekliyordu. Bir inkılap daha görecektik. Zaten Gazi bütün inkılaplarını bir seyahatten sonra birden bire ortaya atmıştı. Seyahat 
kendilerine görmek, çalışmak kararlarını selamet ve kudretle vermek imkanlarını hazırladı. Onun için üç aydan fazla zamanadır devam eden bu son seyahat 
neticesinde çok büyük işler umut ediliyordu. İktisadi devletçilikle, vergi işlerinde ve idari mekanizmada çok esaslı inkılaplar olması bekleniyordu.”44 Başar’ın bu 
beklentisi boşa çıkmamış ve bu seyahat sonrasında gerçekleşen 1931 CHP III. Büyük Kurultayı’nda önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Dilek Sistemi’nin 1931 
CHP Üçüncü Büyük Kurultayı’nda daha sistemli bir nitelik kazanmış45 olması da tesadüf değildi. 
SCF gerçeği ile halkın Tek Parti yönetiminden memnun olmadığını gören Atatürk, halka yakın olmak ve sorunları ile daha yakından ilgilenmek için Dilek Sistemini daha etkin ve sistemli bir şekilde uygulamaya koymuştur. Atatürk’ün yapmış olduğu önemli bir değişiklik de, “1931 tüzüğünde kademeler arası sıralama belirtilmiştir: kongrelerde üye adedine göre temsil ilkesi benimsenmiş, 1927 tüzüğünde böyle bir temsile yer verilmemişti. Üye sayısına göre temsil, parti içi işleyişin demokratikleşmesi yönünde geliştiğinin göstergesidir.”46 Atatürk’ün 1931 Kurultayı’nda parti örgütlenmesinde temsil sistemini getirmesi ve Dilek Sistemini daha etkin hale dönüştürmesi birbiri ile uyumlu politikalar olmuştur. İç işleyişin demokratikleşmesi ve küçük çapta ve sınırlı da olsa demokrasi platformu yaratan bu politikalar, Başar’ın ifadesiyle, ülkedeki sekiz yıllık sessizliliği bozan SCF deneyimi ile açığa çıkan hoşnutsuzluk ve halkın sorunlarını yakından gören Atatürk’ün, bundan sonra CHP’nin tek parti olarak yola devam edebilmesinin yolları olarak uygulamaya konmuştu. 

Dilek Sisteminin tarihsel süreçteki seyri ise şöyledir: 1923 CHP Tüzüğü’nün 13. Maddesinde, Raporlar ve Tetkik Encümeni’nden bahsedilmekte ve görevi 
“Vilayet kongrelerinden gelecek raporları tetkik ve mütealalarıyla beraber kongrenin heyeti umumiyesine iblağ eyler.”47 şeklinde belirtilmişti. Görüldüğü üzere vilayetlerden gelen raporların içeriğinin detaylarına yer verilmemekle birlikte bu raporlarda özellikle de yerel yöneticilerin dilek ve isteklerin de yer alabileceği 
ihtimali yüksek görülmektedir. CHP 1927 Tüzüğü’nün, 13. Maddesinde, on birer azadan mürekkep, Nizamname, Hesap ve Lahiya Encümenleri seçilir der ve 15. Maddesinde de: Lahiya encümeni; “Vilayet Kongrelerinden gelmiş olan temenni Lâhiyalarını ve resen vuku bulacak teklifleri tetkik eder.”48 ifadesi yer almaktadır. 1927 CHP Tüzüğü’nde ocak, nahiye, kaza ve il kongrelerinin nasıl yapılacağı ve görevlerinin ne olduğu ayrıntılı bir şekilde verilirken halkın dilek ve isteklerinin de ocaktan başlayarak Vilayete kadar iletilebileceği ve son aşamada Vilayet Kongresi yetkilisi Vali’nin de kendisine gelen bu dilekleri umumi müfettişine sunacağı 49 belirtilmiştir. 

1931 Tüzüğü’nde lahiya encümeni sayısı 25’e çıkarılmış50 ve giderek güçlendirilen Genel Sekreterlik bünyesine bağlı “Alelumum Dilekler ve Müracaatlar” bürosu oluşturularak 51 daha sistemli hale getirilmiştir. CHP 1935 Tüzüğü’nün 
36. Maddesinde Lahiya Encümeni yerine Dilek Encümeni ifadesi kullanılarak, bu encümenin görevi de “İl Kongrelerinden gelen dilekleri ve üyeler tarafından 
yapılmış önergeleri inceler”52 şeklide belirtilmişti. CHP’nin Tek Parti dönemi uygulamalarından biri olan Dilek Sistemi, 1931 CHP III. Kurultay’ı, 53 1935 CHP IV. Kurultay’ı54, 1939 CHP V. Kurultay’ı55, 1943 CHP VI. Kurultay’ı56 ve 1947 CHP VII. Kurultay’ında57 işletilmiştir. Ancak, CHP’nin 1950 seçimlerinde muhalefette kalması sebebiyle, 1950 CHP VIII. Kurultay’ına gelen dilekler görüşülmeden, Dilek Encümeni tarafından Genel İdare Kurulu’na sevk edilmiştir. Söz Konusu Dilek Encümen Raporu şöyledir: 

“29-30 haziran 1950 tarihlerinde toplanan komisyonumuz, Kurultay Başkanlığı’ndan havale edilen Genel Sekreterliğin Dilekler hakkındaki 
26.6.1950 tarihli raporunu tetkik etmiş ve: 

1- 1947 kasımında toplanan VII. Kurultaydan bugüne kadar, 

a- 1947 il kongrelerinden 
b- 1948 ocak ve bucak kongrelerinden, 
c- 1949 il kongrelerinden olmak üzere Genel Merkeze 10448 dilek gelmiş ve her biri ait olduğu Bakanlıklar ve Genel Müdürlükler nezdinde layık olduğu önemle takip edilmiş, bunlardan 3092’si müspet, 2296’sı menfi olarak neticelenerek teşkilata tebliğ edilmiş Bütçeye teallük eden 2375 dilek mali imkanlara talik olmuş ve 1950 il Kongreleri dileklerinden 2687’sinin cevabı alınmadan seçimlere girildiği anlaşılmıştır. 

Bugün elde bulunan ve netice alınmayan dilekler üzerinde halihazır şartlarına göre muamele yapmak üzere bunların Genel İdare Kuruluna havale edilmesine, 

2- CHP’nin iktidardan muhalefete geçmiş olduğu göz önünde bulundurularak dileklerin belirtilmesiyle takibinin belli prensiplere bağlamasına 
fayda mülahaza eden komisyonumuz aşağıdaki neticelere varmıştır: 

I. Kanunsuz bir harekete muhatap olduğunu iddia edecek partililerin ve parti kurullarının şikayet ve dileklerini derece derece parti üst kademelerine intikal yolu açık bulunmakla beraber, 

II. Diğer taraftan; 

a) Ocak, bucak, ilçe ve illeri ilgilendiren dileklerin mahalli idare kurulları tarafından takip edilmesi, muhik olmayan veya kanuni sebeplere dayanmayan menfi neticeler hakkında, 
b) Belirlenen ihtiyaca göre yürürlükte olan kanunların tadilini veya yeniden kanun vaz’ını gerektiren, 
c) Parti, Tüzük ve Programının ve parti teşkilatı çalışmasını ilgilendiren dilekler üzerinde karar alıp harekete geçmek üzere bunların Genel İdare Kurulu’na bildirilmesi muvafık olur. İş bu rapor yüksek kurultayın tasvibine sunulur.”58 
     Yukarıdaki raporda gözden kaçmaması gereken bir ayrıntı dikkat çekicidir. 
     O da, Dilek Encümen Raporunda, ilk kez şikayet ifadesinin yer almış olmasıdır. 
     CHP, muhalefet partisi konumunda geldikten sonra mevcut iktidarın uygulamalarına yönelik halkın şikayetlerinin olacağı varsayımından hareket etmiştir. 

Öyle ki, CHP tek partiyken ve iktidardayken halktan gelenler, “Dilek ve İstek” iken, muhalefette partisiyken, halktan gelenler “Şikayet ve Dilek” olabilmekteydi. 
CHP 1950 Kurultay’ında partililerin ve parti kurullarının şikayet ve dileklerini parti üst kuruluna iletme yollarını açık bırakılmakla birlikte, bundan sonraki kurultaylarında da gözlendiği üzere, Dilek Sistemi eski işlerliğini kaybetmiştir. 

1951 CHP IX. Kurultay’ında da CHP iktidarı devretmeden evvelki döneme (1947-1950) ait kongrelerden gelerek toplanan dilekleri incelemek üzere “Dilek Encümeni”ni son kez oluşturmuştu.59 

BU BÖLÜM DİPNOTLARI:

22 Ulus Gazetesi, 28 Mayıs 1939, s. 1. 
23 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi’nde, ulusal kurtuluş ve bağımsızlık için faaliyet gösteren dernekler “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleşti. Mustafa Kemal başkanlığında 16 kişilik “Heyet-i Temsiliye” oluşturuldu. Kimi tarihçilerce CHP’nin de ilk kongresi olarak kabul edilir. CHP’nin kuruluşunun bu kongreyle filizlendiği ve bu nedenle “Devlet kuran parti” tanımlaması yapılır. 2. Kurultay 15 Ekim 1927’de toplandı. Atatürk’ün “Büyük Nutuk”u okuduğu Kongrede “Cumhuriyetçilik”, “Halkçılık”, “Milliyetçilik” ve “Laiklik” partinin dört temel ilkesi olarak benimsendi. 
Bu kurultayda, Mustafa Kemal partinin “Değişmez Genel Başkanı” olarak belirlendi. 
3. Kurultay 10 Mayıs 1931’de yapıldı. Tüzükten ayrı bir program yapıldı. Dört temel ilkenin yanı sıra “Devletçilik” ve “İnkılâpçılık” da tüzük ve programına girdi. Böylece partinin simgesi “Altı Ok”a anlamını veren altı ilke belirlendi. 
4. Kurultay 9 Mayıs 1935’de toplandı. Atatürk’ün katıldığı bu son Kurultay’da partinin adı “Cumhuriyet Halk Partisi”ne dönüştürüldü. Tüzük değişikliğiyle 
parti ile hükümetin kaynaştırılması yoluna gidildi. Genel Başkan Vekili İsmet İnönü’nün yayımladığı genelgeyle İçişleri Bakanı parti yönetim kuruluna alındı ve Genel Sekreterlik görevi verildi; parti il başkanlıklarına il valileri getirildi. 1937’de, Anayasaya “Türkiye devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve devrimcidir” şeklindeki CHP’nin altı ilkesi eklendi. Atatürk’ün vefatının ardından 26 Aralık 1938’de 1. Olağanüstü Kurultay toplandı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü “Değişmez Genel Başkanlığa” seçildi; Atatürk’e Ebedi Şef”, İnönü’ye de “Milli Şef” unvanı verildi. Parti Genel Başkan Yardımcılığına Başbakan Celal Bayar, Genel Sekreterliğine İçişleri Bakanı Refik Saydam getirildi. 5. Kurultay 29 Mayıs 1939’da toplandı ve tüzükte değişiklik yapıldı. Başbakanın aynı zamanda 
Parti Genel Başkanı olması uygulamasına son verildi. İçişleri Bakanı’nın Parti Genel Sekreteri, valilerin il başkanı olması uygulaması terk edildi, memurların partiye üyeliği yasaklandı. 6. Kurultay 8 Haziran 1943’de toplandı. Bu, CHP’nin Tek Parti döneminde yaptığı son Kurultay oldu. 2. Dünya Savaşı sürecinde toplanan Kurultayda, parti programında ulusal savunma ile dış ilişkiler konularına ağırlık verildi. CHP’nin 2. Olağanüstü Kurultay’ı 10 Mayıs 1946’da toplandı. İnönü, yeni seçim kanununun yasalaşmasından sonra seçimlere gidileceğini açıkladı. Tüzükteki “Değişmez Genel Başkan” ifadesi “Genel Başkan” şeklinde düzenlendi. Bkz., “CHP Kurultaylar Tarihi”, Bugün Gazetesi, 20 Mayıs 2010. 24 Cemil Koçak, “Tek Parti Yönetimi, Kemalizm ve Şeflik Sistemi: Ebedi Şef/Millî Şef”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Kemalizm (iç.), C: 2, İletişim Yayınevi, İstanbul, 2002, s. 120. 
25 Hakan Uzun, “Tek Parti Döneminde Yapılan Cumhuriyet Halk Partisi Kongreleri Temelinde Değişmez Genel Başkanlık, Kemalizm ve Milli Şef Kavramları”, 
ÇTTAD, IX/20-21 (2010/Bahar-Güz), S 233-271, s. 264. 
26 Ulus Gazetesi, 7 Aralık 1938, s. 5. 
27 1931 Kurultay’ına kadar Kongre kavramı kullanılıyordu. Atatürk’ün öz Türkçe çalışmaları nedeniyle, 1931’den sonra Kurultay kavramı tercih edildi. 
28 Cemil Koçak, Türkiye’de İki Partili Siyasi Sistemin Kuruluş Yılları, İktidar ve Demokratlar, C: 2, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012, s. 349. 
29 Uyar, Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi , s. 239. 
30 John Keane, Demokrasi ve Sivil Toplum Avrupa Sosyalizminin Açmazları, Toplumsal ve Siyasal İktidarın Denetlenmesi Sorunu ve Demokrasi 
Beklentileri Üzerine, Çeviren: Necmi Erdoğan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1994, s. 157. 
31 İlyas Doğan, “Türkiye’de Tek Partili Dönemde Sivil Toplum”, SBARD, Mart 2007, S: 9, S: 1 – 19, s. 1. 
32 a.g.e, s. 12. 
33 Kemal Turan, “Büyük Parti Kurultayında Dilekler”, Ulus Gazetesi, 14 Haziran 1943, s. 1. 
34 Selahattin Sönmez, “Büyük Kurultayın İçindeki Hava”, Ulus Gazetesi, 9 Haziran 1943, s. 3. 
35 Mehmet Altan, Birinci Cumhuriyet Üzerine Notlar, Birey Yayıncılık, İstanbul, 2001, s. 33. 
36 Mehmet Ş. Göküş, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Modern Türkiye’ye Yöneten-Yönetilen İlişkilerinin Gelişimi”, Süleyman Demirel Üniversitesi, 
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Y. 2010, C: 15, S: 3 s.227-249, s. 237-238. 
37 Esat Öz, Türkiye’de Tek-Parti Yönetimi ve Siyasal Katılım, 1923-1945, 2. cilt/Siyaset/ Sosyoloji Dizi, Gündoğan Yayınları, 1992, s. 211. 
38 Heper, a.g.e., s. 97. 
39 Öz, a.g.e., s. 166. 
40 Mete Tuncay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923 - 1931), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999, s. 276. 
41 Ahmet Hamdi Başar, Atatürk’le Üç Ay, AİTİA Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Okulu Basımevi, İstanbul, 1945. 
42 Başar, a.g.e., s. 21. 
43 Başar, a.g.e., s. 37. 
44 Başar, a.g.e., s. 121. 
45 Öz, a.g.e., s. 189. 
46 Aydın Erdoğan, Cumhuriyet Halk Partisi Tüzükleri Dünü Bugünü 1923-2000, Kitap Yayınları, Ankara, 2000, s. 31. 
47 Halk Fırkası (1923) Nizamnamesi, Tuncay, a.g.e. (iç), S 375-384, s. 376. 
48 Cumhuriyet Halk Fırkası Nizamnamesi (1927), Tuncay, a.g.e. (iç.), S. 398-412, s. 399400. 
49 CHF 1927 Tüzüğünde; Vilayet Teşkilatı: Halk, Nahiye, Kaza ve Vilayet Kongrelerinden ve Nahiye, Kaza ve Vilayet heyetlerinden oluşmaktaydı. Köy ve mahalle ocakları fırkanın ilk teşkilat kademesini teşkil ediyordu. Fırkaya kayıt olan ve asgari on kişi olunca orada ocak teşekkül ediyordu. Her köy ve mahalle ocağı senede bir defa kongresini yapar. Fırkaya üye ve 18 yaşını tamamlamış her vatandaş halk kongresinin doğal üyesidir. Kongre reisi ve katibini seçer. üç kişilik ocak heyeti ile üç kişilik yedek azayı ve Nahiye kongresine gidecek bir temsilciyi seçer. Nahiye kongresine teklif edeceği maddeleri müzakere ve tespit eder. Köy 
ve mahalle ocakları üçer kişiden oluşur. ocakların vazifesi, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermektir. Üyelerin kayıtlarını tutar ve fırkanın amaçlarının gerçekleşmesini sağlamaya çalışır, seçimlere hazırlık çalışmaları yapar. Nahiye teşkilatı Madde 58: her sene köy ve mahalle ocağından gelecek birer temsilciden oluşur. Kongreyi idare için bir başkan ve katip seçer. nahiye heyetinin geçen seneye ait faaliyet raporunu tetkik ve müzakere eder. Kaza kongresine gidecek üç temsilci seçer, Nizamname tadilatına, vilayet meclisi umumisine ve belediye işlerine ait teklifleri veya nahiye halkının ihtiyacını bir üst heyete bildirmek üzere 
tespit eder. D. Nizamname tadilatı ile Vilayet Meclisi Umumisine ve Belediye işlerine ait gerek Nahiye Kongreleri tarafından verilen raporları ve gerek res’en dermeyan edilen teklifatı tetkik ve kaza halkının umumi ihtiyacatı hakkındaki mütealasını tespit eder, buna göre vilayet Kongrasına rapor izah eyler Madde 71: Vilayet Kongraları E- Vilayet meclisi umumisine belediyelere ait umur için program tanzim ve nizamname tadilatı ve kongraya verilmiş dermeyan edilen teklifatı ve mahallin ihtiyacatı umumiyesi hakkındaki mütealatı tetkik ve izhar edeceği lahiyaları müfettişliğe tevdi eyler. 
50 C.H.F. Nizamname ve Programı 1931, Tuncay, a.g.e. (iç.), S. 451-473, s. 455-456. CHF Üçüncü Büyük Kongre Zabıtları, 10-18 Mayıs 1931, 1931 İstanbul Devlet Matbaası, s. 247. 
51 Hakkı Uyar, 1923’ten Günümüze CHP Tüzükleri Üzerine Genel Bir Değerlendirme, TÜSES İstanbul, İzmir, Nisan 2000, s. 1 
52 CHP Tüzüğü, Partinin Dördüncü Kurultay’ında Onaylanmış Mayıs 1935, Ankara, Ulus Basımevi, s. 10. 
53 CHF Üçüncü Büyük Kongre Zabıtları, 10-18 Mayıs 1931, s. 91-227. Tuncay, a.g.e., s. 324. 
54 CHP Dördüncü Büyük Kurultayı Görüşmeleri Tutulgası, 9-16 Mayıs 1935, s. 117-227. 
55 CHP Beşinci Büyük Kurultay Zabıtları, 29 Mayıs-3 Haziran 1939, Ulus Basımevi, Akara, 1939, s. 106-167. 
56 Bkz., Ulus Gazetesi, 9 Haziran-14 Haziran 1943 tarihleri arası. 
57 Bkz., Ulus Gazetesi, 19 Kasım 1947, s. 1, Ulus Gazetesi, 24 Kasım 1947, s. 1. 
58 Ulus Gazetesi, 2 Temmuz 1950, s. 8. 
59 Ulus Gazetesi, 26 Kasım 1951, s. 1. 

3. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

7 Temmuz 2017 Cuma

Ulusal Sol, Altı Ok ve CHP BÖLÜM 1


Ulusal Sol, Altı Ok ve CHP  BÖLÜM 1 



KAYA ATABERK,
* Marmara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi öğrencisi


Türkiye’nin Çözülüşü ve Ulusal Sol’a Yöneliş

Son yıllar Türkiye’nin siyasal ve toplumsal durumunun AKP iktidarıyla şekillendiği bir zaman dilimi olarak belirmektedir. Bu zaman dilimine kısaca bir göz attığımızda, Türk ulusal devletinin tüm kurumlarının Batıya teslim edildiği, uydulaşma ve sömürgeleşmeye direnemez duruma getirildiği, toplumun tüm kesimlerinde gericiliğin yükseldiği ve Sevr’in uzun yıllar sonra ilk kez Batı tarafından Türkiye’ye bu kadar net olarak dayatıldığı bir atmosferle karşı karşıya kalırız.

Emperyalizm ve işbirlikçisi gerici siyasal kuvvetler, gerçekten de Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar ülkenin kaderini etkileyecek duruma gelmiş ve inisiyatifi bu kadar açık bir şekilde ele geçirmiş bulunuyorlar.
Bir önceki iktidar döneminin ana partisi olan DSP’nin çökertildiği 3 Ağustos darbesi ve ertesinde başlayan Üçüncü Meşrutiyet olarak süreci daha önceki Meşrutiyet örneklerine benzer bir şekilde Batıya tamamen bağlı bir ekonomik ve siyasal yapıya, buna bağlı olarak da toplumsal çözülmeye ve özellikle de devletin uğradığı toprak kayıplarına işaret eder.

AKP iktidarıyla beraber daha da hız kazanan bu sürece karşı direniş Batıcı darbenin ilk başladığı andan itibaren Türk toplumunun ihtiyacı olarak belirmekteydi. Darbenin ancak bir darbeyle engelleneceği, özellikle Ordu’nun ve CHP’nin alacağı tavrın Batının hücumunun önüne set çekilmesinde kritik önemde olduğu açıkça ortaya çıkıyordu.

Ancak bunlar yapılamadı ve Türkiye, 2005 yılının Kıbrıs’tan, Kerkük’e kadar tüm milli davalarda kaybeden ve AKP’nin Ilımlı İslam politikasının kökleşerek toplumsal yapıyı gericileştirdiği Türkiye’ye dönüştü. Milli kuvvetler tüm inisiyatifi kaybetti ve gidişata dur diyen çıkamadı.

Yaşanan sürecin diğer bir boyutu da bu dönemin 1960’lardan sonra ilk kez bu kadar yoğun bir şekilde Kuvayı Milliye fikrinin tartışıldığı bir ortam oluşuydu. Kuvayı Milliye direnişinin toplumda bir alternatif olarak yeniden ortaya çıkması aslında yaşanan sürecin doğal olarak zıddıyla beraber doğuşunun ürünüydü. Bu ürünün gerçek önderi de ancak 1919’ların Kuvayı Milliyesi’ne benzer bir şekilde, Ulusal Sol bir programla ortaya çıkacak bir örgütlenme olabilirdi.

Örgütlenmeye çalışılan Fuller “Kuvayı Milliyeleri”ne, sahte ulusacı koalisyonlara rağmen Ulusal Sol akım, özellikle de TÜRKSOLU bünyesinde kendini yeniden tanımlama ve ayrı bir siyasi-ideolojik akım olarak ortaya koyma imkanı buldu. Ulusal Sol akım geçmişte olduğu gibi bugün de kökenlerini Mustafa Kemal Atatürk’e dayandırdı ve onun Altı Ok’unu kendi programının temelini oturttuğu sağlam zemin olarak seçti.

CHP: Nereden Nereye?

Türkiye ve Ulusal Sol hareket böyle bir süreci yaşarken, ciddi bir dezavantaj olarak CHP’nin içine girdiği yönelimi ortaya koymak gerekir. Atatürk’ün kurduğu parti olması ve O’nun Altı Ok’unu hâlâ ambleminde taşıması, Atatürkçü ve solcu bir çok kesimin CHP’den beklenti içinde olmasını da beraberinde getirmekteydi. Gerçekten de Ulusal Sol bir çıkış yapma beklentisi içindeyken CHP bu çıkışın önemli bir bileşeni olarak belirebilirdi.

Ancak, Üçüncü Meşrutiyet döneminin CHP üzerinde yaptığı etki yeniden Atatürk’e ve Altı Ok programına dönerek Ulusal Sol akımla paralelleşmek olmadı. Tam tersine Atatürk’ün ölümünden beri CHP yıllardır aşama aşama geldiği sağcı, liberal noktayı mantıksal sonuçlarına ulaştırdı. Kemalizme ihanet olarak ortaya çıkan bu Atatürk’ten ve Altı Ok’tan kopma çizgisi sonunda, Atatürk ve Kemalizm düşmanlığı haline getirildi.

Özellikle CHP’nin halkçı, devrimci, milliyetçi bir parti olmak yerine Kemal Derviş gibi 3 Ağustos darbesinin önemli isimlerinden birinin Genel Başkan Yardımcısı yapıldığı bir parti olmayı seçmesiyle başlayan son perde bugün CHP tarihinin de yeniden sorgulanmasını ve bu tarihin Ulusal Sol ile kesiştiği ve çoğu zaman da karşıt uçlarda karşılaştığı noktaları yeniden ele almayı, analiz etmeyi bir zorunluluk olarak Ulusal Solcuların önüne koymaktadır.

CHP’nin Sivas Kongresi’nde (CHP’nin ilk parti kongresi olarak da kabul edilir) Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında kurulduğu Türk Bağımsızlık Savaşı günlerinden, günümüz CHP’sinin antiemperyalizmin çok çok uzağında, liberal tezleri savunan, Batı güdümlü siyasetin bir parçası olan bir siyasal yapıya dönüşmesini anlamak politik ve teorik bir ihtiyaç durumundadır. Sonuçta Türkiye’nin bugün yaşadığı sürecin sorumlularıyla, CHP’de Kemalizme ihaneti başlatan ve bunu Kemalizm düşmanlığına vardıranlar aynı kesimlerdir.
CHP sorunu sadece bir siyasal partinin sorunu olarak algılanmamalıdır. CHP, Atatürk’ün kurduğu parti olmasıyla ve Türk ulus devletinin kuruluşunda oynadığı öncü rolle tarihsel-toplumsal tüm boyutlarda Türkiye için kritik önemdedir. Türkiye’de bağımsızlık ve devrim mücadelesine girişmek ve bir yol çizebilmek için Ulusal Sol bu tarihi doğru değerlendirmek durumundadır.

Atatürk ve Altı Ok

Türkiye’de Ulusal Sol akım Atatürk’le beraber doğmuştur ve akımın önderi Bağımsızlık Savaşı günlerinden beri Atatürk olmuştur. 1919’larda Türkiye’nin emperyalizmin fiili işgali altında olduğu günlerde Mustafa Kemal Atatürk, Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı başlatarak, hem bir milletin dirilişini başlatmıştı, hem de ezilen dünyada sömürgecilik karşıtı milliyetçi, solcu devrimlerin, Birinci Dünya Savaşı ertesinde gelen büyük dalgasının ilk örneğini vermişti.

Gerçekten de Türk milletinin Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verdiği mücadelenin benzerleri Üçüncü Dünya’nın tüm köşelerinde tekrarlanacak ve sömürgeciliğin tarih boyunca en çok hırpalandığı bir dönemin perdesi Atatürk tarafından açılmış olacaktı. “Şarktan doğacak olan güneş” kısa sürede kendini gösterecekti.

Atatürk’ün Ulusal Solu sadece Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan ibaret olan tek boyutlu bir yaklaşım değildi. Toplumu tüm boyutlarıyla dönüştürmeyi hedef alan, uydu yapının kırılması için bir program oluşturan bir çizgi vardı. Atatürk, Altı Ok programını ortaya koymasıyla bir bağımsızlık ve Türk çağdaşlaşması programını da gündeme almış oluyordu. Bu aynı zamanda bir ulus devlet projesiydi. Türk Ulusal Solunun ve anti emperyalizminin kurucusu olan Atatürk, Türk devletinin de kurucusu ve ulusun babası olmuştur.

Ulusal Sol’un bugün takip etmesi gereken program masaya yatırıldığı zaman aslında Altı Ok’la tanımlanan temel ilkelerin günümüzde de geçerliliğini koruduğunu görürüz. Altı Ok esas olarak Osmanlı toplumsal düzeninin tamamen uydulaşmış ve Türk Milleti açısından esaret zincirine dönüşmüş olan yapısına yapılan halkçı, devrimci, milliyetçi müdahale anlamına geliyordu.

Siyasal ve toplumsal yapı bu müdahale ilkelerine göre yeniden kurulmuştu ve ekonomik olarak taşıdığı devletçi yaklaşımla da dışa bağımlılığa, ülke içindeki sömürücülere karşı da bir mücadele başlatmıştı. Özü itibariyle tüm tutarlılığıyla milliyetçi ve sol olan Atatürkçü hareket bugün de Türk Ulusal Sol akımı için son derece ışık tutucu ve aydınlatıcıdır.

Ancak sol, özellikle de CHP yıllardır bu çizgiden uzaklaşmış, bu çizgiye karşı ihanet içerisinde olmuştur. Sonuç olarak da Atatürk’ün halkla birleşen CHP’sinden günümüzün ABD ile birleşen Batıcı, sağcı CHP’sine gelinmiştir. Türk çağdaşlaşması ve bağımsızlığının mücadelesini verirken Atatürk tafından kurulan CHP artık bağımsızlık kavramını tamamen gündeminin dışına almış durumdadır. Sağcılaşmış ve uydulaşmış siyasal yapı CHP’yi Atatürk’ün ölümünden sonra yaşanan süreçte tamamen içine almıştır.

Bugün solun yaşadığı krizin tek çıkış noktası Atatürk’le ve onun programı olan Altı Ok’la birleşebilmektir. Bunu başardığı sürece ulusla da bir araya gelebilecektir. Bunun dışındaki tüm seçenekler Batı yoludur. Ulusal Sol bu Batı yolunun yerine Altı Ok’u seçenlerin yolu olacaktır. CHP’nin yapacağı tercih ise Ulusal Sol’la tarihi boyunca ilerleyen ilişkisine göre olacaktır. Ya içine girdiği yolda savrulup bitecek ya da silkinerek kendine gelecektir.

CHP’nin Ulusal Sol’la Tarihsel İlişkisi

CHP için yapılacak herhangi bir tarihsel değerlendirmede göz önüne alınması gereken ilk şey CHP’nin Atatürk tarafından kurulmuş parti olduğudur. Gerçekten de CHP Atatürk tarafından bir siyasal mücadele aracı olarak tarih sahnesine çıkartılmış ve Altı Ok programı çerçevesinde örgütlenmiştir.

CHP’nin kuruluş aşamasında Atatürk bu süreci şöyle anlatmıştı: “Her yerde siyasi fırka teşkili hakkında da halk ile uzun hasbıhallerde de bulundum. 7 Kanunuevvel 1922 tarihinde Ankara matbuatı vasıtasıyla halkçılık esasına müstenit ve ‘Halk Fırkası’ namiyle siyasi bir fırka teşkil etmek niyetinde olduğumu beyan ederek bu fırkanın nasıl bir program takib etmesi lazım geleceği hakkında bilcümle vatanperveranın, erbabı ilmü fennin müzaheret ve müşareketine müracaat etmiştim.”

Atatürk, Türk toplumunu dönüştürmek için bir araç olarak siyasal bir parti kurmak ve bu partiyi özellikle de halkçlık ilkesine ve halka dayandırmak istemişti. Dolayısıyla partinin adını da “Halk Fırkası” olarak belirtmişti. Bu anlamıyla halkçılığın Altı Ok’un bir unsuru olarak daha parti kurulmadan nasıl belirdiğini ve Atatürk’ün programının unsurlarının nasıl ilk baştan beri belirlenmiş olduğunu görmüş olyoruz.

Tabi ki CHP’nin bu örgütlenişi de düz bir gelişim çizgisi izlemiş değildir. İlk baştan itibaren Atatürk CHP içinde de önemli bir mücadele vermiş, CHP’yi muhafazakâr-Batıcı bir çizgiye çekmeye çalışan geniş muhalefet kesimiyle Altı Ok’u savunmak için kavga vermek zorunda kalmıştır.

Atatürk’ün kurduğu ve Atatürk tarafından ambleminde ve programında Altı Ok’u taşıyan parti olarak örgütlenen CHP, Atatürk’ün ölümünden sonra aşama aşama Altı Ok’u terk edecektir. Bu terk ediş sırasında da her adımda Ulusal Sol’un fikirleriyle ve pratiğiyle karşı karşıya gelmiştir. Daha Atatürk sağken Ulusal Sol’un teorik kaynaklarını ortaya koyan Kadro’ya tavır alan Recep Peker’den, 60’larda devrimci subaylara, gençlere, Doğan Avcıoğlu-YÖN çizgisine ve Ulusal Sol’un tüm kesimlerine düşmanlık güden ve bunu açıkça ifade etmekten çekinmeyen Ecevit’e kadar bu gerçek değişmemiştir.

Aslında Recep Peker de, Ecevit de siyasal yaşamlarının belirli dönemleride kendilerini liberalizm karşıtı, halkçı ve devletçi olarak tanımlamışlardır ancak iş Altı Ok’u tüm boyutlarıyla savunan Ulusal Sol anlayışla yüzleşmeye geldiği zaman sağcı bir siyasetçinin tavrını almışlardır.

Peker Kadro’yu yabancı ideolojilerden etklenmekle suçlarken, Ecevit YÖN çizgisini darbecilikle, devrimci gençleri anarşizmle, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki devrimci subayları da demokrasi düşmanlığıyla suçlamaktan çekinmemişlerdir.

Oysa CHP’nin karşı karşıya geldiği tüm bu akımlar özünde Ulusal Sol anlayışın temeli olan Altı Ok programını savunmak dışında bir şey yapmamışlardır. CHP’nin Ulusal Sol’dan uzaklaşarak sağcılaşması devrimcileri Atatürk’e geri dönüş anlayışında birleştirmiştir.

Bu noktadan bakıldığında CHP-Ulusal Sol ilişkilerini bir program meselesi olarak anlamak ve CHP - Altı Ok ilişkilerine göre bir yargıya varmak bizim açımızdan daha açıklayıcıdır. Ulusal Sol’un programı Altı Ok’tur ve öz olarak Kadro’dan, YÖN’e ve günümüzün TÜRKSOLU hareketine kadar değişmemiştir. Tümü de Atatürkçülüğün ve Altı Ok’un kendi dönemlerinde savunucusu olmuşlar ve bu program çerçevesinde mücadele etmişlerdir.

CHP de Atatürk tarafından Altı Ok programına göre örgütlemek istenmiştir ama CHP Atatürk döneminde bile Altı Ok’u örgüt olarak savunan bir yapı olamamıştır. CHP’li siyasetçiler zaman zaman söylem düzeyinde Altı Ok’u savunsalar da kritik anların tümünde programın özne aykırı davranmışlardır. Altı Ok CHP’ye program olarak girmiştir ama uygulamada kendini bu programa yüzde yüz bağlı bir partililer kadrosu oluşamamıştır.

CHP’yi Değerlendirmenin Kıstası Altı Ok Olmalıdır

Altı Ok bir program olarak CHP’ye bir kerede kabul ettirilmiş de değildir. Atatürk’ün Nutuk’ta ve diğer konuşmalarında kendisinin de ifade ettiği gibi bir çok kereler bazı gerçekleri daha uygun anlarda açıklamak amacıyla saklamak zorunda kalmış, CHP’nin içinde de yer alan devrim karşıtlarıyla zaman zaman geri çekildiği, zaman zaman saldırdığı bir mücadele yürütmek zorunda kalmıştır. Altı Ok’un tümünün CHP’nin ilkeleri olması böyle bir mücadelenin sonucu olmuştur. Atatürk yapacakların aşama aşama programa geçirmek durumunda kalmıştır.

Altı Ok programı ve devrimler mücadelenin başından beri Atatürk tarafından tasarlanmış olmasına rağmen açıklamak ve gerçekleştirmek aşamalarla olmuştur.

Atatürk bu gerçeği Nutuk’ta belirtir, CHP’nin ilk programı açıklanırken bazı şeyler ertelenmek zorunda kalınmıştır: “Bu program, bugüne kadar icra ve intacettiğimiz esaslı bilcümle hususatı ihtiva ediyordu. Maahaza, programa ithal edilmemiş, mühim ve esaslı bazı meseleler de vardı. Mesela cumhuriyetin ilanı, hilafetin ilgası, Şeriye Vekaletinin lağvı, medreseler ve tekkelerin kaldırılması şapka iksası gibi... Bu meseleleri programa ithal ederek vaktinden evvel, cahil ve mürtecilerin, bütün milleti tesmime fırsat bulmalarını muvafık bulmadım. Çünkü bu mesailin, zamanı münaibinde hallolnabileceğinden ve milletin binnetice memnun olacağından emin idim.”

Cumhuriyet Halk Fırkası kurulurken “Cumhuriyet” kavramı partinin adına girmiş ama programa girememişti. CHP’nin 1923 Nizamnamesi okunduğu zaman aslında Cumhuriyetin tanımlandığı ama isim olarak anılmadığı görülür. Altı Ok’un tamamının ortaya konuluşu da benzer mücadelelerin sonucu olmuştur. Her ilkenin kabul ettirilişi bir muhalif kesimin tasfiyesini getirmiştir.

Atatürk’ün ardından gelen Kemalizme ihanet aşamalarında ise Altı Ok yavaş yavaş törpülenmiş ve sonunda da tasfiye edilmiştir. Altı Ok’a alınan tavır, CHP’nin hangi dönemde hangi konumda olduğunu da tanımlamaktadır. Bu açıdan Altı Ok CHP’yi değerlendirirken kullanacağımız temel kıstas olarak da anlam kazanmaktadır. Her dönem teker teker bu kıstasa vurulduğu zaman dönemin niteliği de ortaya çıkacaktır.

Emperyalızme Karşi Savaş Dönemı: Müdafaa-ı Hukuk Cemıyetı
CHP tarihini dönemlerine ayırdığımız zaman Sivas Kongresi’nde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kuruluşundan, CHP’nin kuruluşuna kadar olan zamanı ilk dönem olarak almamız gerekir. Bu aslında ilk bakışta da hemen anlaşılabileceği gibi CHP’nin siyasi bir parti olarak ortaya çıkmasından, kendini net bir programla tanımlamasından önceki dönemdir.

Şartlar Türk vatanının emperyalist İtilaf Devletleri ve onların yandaşı Yunan Orduları tarafından işgal edildiği, Misak-ı Milli sınırları içerisinde Kürt ve Ermeni devletlerinin oluşturulmasına emperyalistler tarafından karar verildiği şartlardır. Osmanlı Devleti dağılmış, vatan parçalanmış ve Türk milleti henüz kendisini ve vatanı kurtaracak bir mücadeleye başlayamamıştır. Bu mücadelenin önderi Mustafa Kemal Atatürk olacaktır.

Atatürk temel ihtiyaç olarak vatan savunmasının verilmesine hizmet edecek olan bir örgütün kurulması için çalışmaktaydı. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti bu ihtiyacı karşılayacak örgüt olarak kurulmuştur. Erzurum ve Sivas’ta toplanan kongrelerin ardından Cemiyet kurularak yurt çapında bir mücadelenin tetikleyicisi olmuştu. Cemiyet’in kurulması ve aracılığıyla Ankara’da TBMM toplanmış, direniş oluşturulmuştur.

Bu nedenlerle Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti siyasal bir parti gibi değil, silahlı mücadele veren bir hareket gibi örgütlenmek ve kendini bu anlamda sınırlamak durumunda kalmıştır. Ancak daha bu dönemde bile Atatürk’e karşı muhalefet kendini hissettirmeye başlamıştı. Atatürk’ün kafasındaki ulus devlet projesi ve siyasal program ilk baştan itibaren nettir. Kurtuluş Savaşı’na katılan, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne giren muhafazakâr kesimler de durumu sezmektedirler ve bir muhalefeti ilk baştan itibaren yürütmüşlerdir.

Cemiyet’in amaçları konusunda Atatürk daha sonradan şunları söyleyecektir: “... Nizamnamenin teşkilata ait sahifesinde görülüyor ki maksat Osmanlı vatanının tamamiyetini muallayı hilafet ve saltanatın ve istiklali millinin masuniyetini temin zımnında Kuvayı Milliye’yi hakim kılmaktır.”

Bunları söyledikten sonra devamında “(...) Bugün cihan milletleri yalnız bir hakimiyet tanırlar: Hakimiyeti milliye” demektedir.

Cumhuriyet fikri her zaman vardır ve aslında Atatürk’ün kafasında nettir. Bu netlik taktik olarak o dönem çok ön plana çıkarılmasa da Atatürk’ün niyetinin cumhuriyet kurmak olduğunu hisseden sağcı muhalifler onun önder olmasının ve zaman içinde planladığı programı uygulamasının önüne geçmeye çalışmışlardır.
Bu engelleme çabaları her dönemde Atatürk’ün karşısına çıkmıştır. Önce Kongre ve cemiyet başkanı, ardından milletvekili ve Başkomutan olması engellenmeye çalışılmıştır. Bu muhalefete karşı bir yapı oluşumak istemesinin de etkisiyle Atatürk Meclis içinde bir siyasal grup oluşturarak, onun başında mücadele etmenin önemini daha ilk başlarda anlamıştı ve Müdafaa-i Hukuk Grubu’nu oluşturarak bir siyasi parti gibi davranma yoluna gitmişti: “Herşeyden evvel, memlekette, milletin mevcudiyet ve iradesini tebarüz ettirmek ve bunu sarsılmaz bir tarzda Meclis-i Milli’de temsil etmek lazımdır. 

Bu da, memlekette milli bir mefkure etrafında, kuvvetli bir teşkilat yapmak ve bu teşkilata müstenit, Mecliste bir grup bulundurmakla mümkündür.”
Atatürk siyasal bir örgütle verilecek mücadelenin gerekliliğini bu şekilde açıklamaktaydı. Ancak muhafazakâr-sağcı güçler hem TBMM’deki muhalif grup içinde hem de Müdafaa-i Hukuk Grubu içerisinde çalışarak engellemelerde bulunmaya devam etmişlerdir.

Atatürk ise kendisinin emirlerini uygulayacak ve Türk Devrimi’ni ilerletecek bir örgüt oluşturmak istemektedir. Bu örgüt de ancak Atatürk’ün önderliğini tamamen onaylayan bir siyasal parti olabilirdi. CHP kurulduktan sonra bir dereceye kadar Atatürk’ün devrimci önderliğinde ulus devlet kurucusu bir siyasal örgüt olacaktır ama ilk baştan beri içinde yer alan muhalif gericilerin frenleme çabaları da devam edecektir.

Atatürk Dönemi CHP ve Altı Ok’un Ortaya Çıkışı

1923 yılında artık Türkiye emperyalistlere karşı verdiği askeri mücadeleyi büyük oranda kazanmış bir durumdadır. Bu noktaya gelinmesi Atatürk’ün de başında bulunduğu örgütü bir savaş aracından, siyasal bir örgüte dönüştürme fikrini hayata geçirmesini sağlamıştır. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti isim değiştirerek Cumhuriyet Halk Fırkası’na dönüşmüştür. Atatürk başında bulunacağı bir siyasal parti oluştururken 1923-1938 arasında bu örgütün programlarını da kendisi inşa edecektir.

1923 yılı CHP Nizamnamesi temel bazı ilkeleri ortaya koyarak partiyi tanımlamıştı. Nizamname’ye göre: “Halk Fırkası, Cemiyetler Kanunu mucibince, teşekkül etmiş bir siyasi cemiyettir. Gayesi milli hakimiyetin halk tarafından ve halk için icrasına rehberlik etmek ve Türkiye’yi asri bir devlet haline yükseltmek ve Türkiye’de bütün kuvvetlerin fevkinde kanunun velayetini hakim kılmaktır.”
Bu ilk Nizamname’de bile halkçlık, milli egemenlik, çağdaşlık gibi bir çok temel kavramın çok net olmasa da yer aldığını görebiliriz. İlkeler ve program net olarak sadece Atatürk’ün bilincinde mevcuttur. Atatürk, en yakınında yer alan Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak gibi Kurtuluş Savaşı önderlerinin bile aslında bu programın neredeyse tamamının karşısında yer alacaklarını bilmektedir. Bu nedenle erken bir çıkış yaparak henüz belirli güçleri ve stratejik mevkileri ellerinde tutan bu muhafazakarlar karşısında zor durumda kalmak istememiştir.
Partinin ilkelerinin açıklıkla rotaya konulması zaman içinde gerçekleşecek mücadelelerin ve muhafazakarların tasfiyesi sonucunda gerçekleşebiecekti.
1925 yılında gericilik esas kalkışmasını Şeyh Sait isyanıyla gerçekleştirecek, Atatürk de isyanın bastırılmasının ardından Takrir-i Sükun Kanunu’nun çıkmasını sağlayarak gericiliğin tasfiyesi için en önemli adımları atacaktır. Terakiperver Cumhuriyet Fırkası gericiliğin örgütlenme aracına dönüşmesi dolayısıyla kapatılacak ve önemli bir tasfiye süreci yaşaacaktı.

Sonuç olarak özellikle Cumhuriyet’in ilanına ve hilafetin kaldırılmasına muhalif olan Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir ve Rauf Orbay gibi isimler etkisiz hale geldiler. Sağcılığın tasfiyesi Atatürk’ün 1927’de Nutuk’u okumasıyla da açıklanmış oluyordu. Nutuk, Bağımsızlık Savaşı’nı anlatan bir metin olmasının yanısıra Atatürk’ün sağcı, Batıcı muhalefetle olan mücadelesini de ayrıntılarıyla anlattığı ve bu kesimleri siyasal ve tarihsel olarak mahkum ettiği bir belgedir. Yine buna koşut olarak 1927 yılında Altı Ok’un bir kısmı da formüle edilmeye başlanmıştır.

1927 CHP Nizamnamesi’nde “umumi esaslar” başlığı aytıda program şöyle tanımlanır: “Cumhuriyet Halk Fıkası, Cemiyetler Kanununa tevfikan teşekkül etmiş cumhuriyetçi, halkçı, milliyetçi, siyasi bir cemiyettir ve merkezi Ankara’dadır. Fırka, Türk milleti mevkii itibar ve refaha mütemadiyen yükseltmekte olan ve her türlü istibdat ve tagallüp idaresi imkanını kapıyan yegane şekl-i devletin, hakmiyet-i milliyenin aksayı tekamülü olan (Cumhuriyet) olduğunu ve cumhuriyetin halen ve atiyen her türlü tehlike ve taaruzlardan masun bulundurulmasının en ali bir vazife-i milliye ve vataniye bulunduğunu en esaslı bir kanaat ve gaye-i siyasiye olarak kabul ve ilan eder.”
Artık Cumhuriyetçlik, Milliyetçilik ve Halkçılık üç ilke olarak belirginleşirken, Cumhuriyet rejimi, baskının ve sömürünün engelleyicisi olarak da tanımlanmıştır. Devletçilik okunun parti programına girişi de ancak 1930 yıında bu konu üzerinden ortaya çıkan Serbest Cumhuriyet Fırkası ayrışmasından ve bu partinin liberal- gerici programıyla beraber tasfiye edilmesinden sonra olmuştur.
Altı Ok’un tümünün parti programına girmesi ise ancak 1931’de gerçekleşmiştir: 

“Cumhuriyet Halk Fırkası 
A- Cumhuriyetçi, 
B- Milliyetçi, 
C- Halkçı, 
Ç- Devletçi, 
D- Layik, 
E- İnkılapçıdır”  tanımlaması yapılarak Altı Ok bilinen sırasıyla sayılmıştır. 

Kısacası Altı Ok’un bir bütün olarak Parti programına alınması bile başlı başına bir mücadelenin sonucu olmuştur ve 1923-1931 yılları arasında aşamalarla gerçekleşmiştir.

CHP’nin kuruluşu itibariyle Atatürk hem parti hem de TBMM açısından kendi etrafında merkezileşen bir yapı kurmaya gayret etmiştir. 1. TBMM’de her türlü gericiliğin Meclis ve hatta Müdafaa-i Hukuk Grubu içinde engellemelere kalkışması bu çabada etkili olmuştur. Parti içindeki devrim karşıtlarıyla mücadele etmek zorunluluğu, Atatürk ölene kadar da hızı kesilmeden süren bir süreç olmuştur. Ancak Atatürk’ün ölümünün ardından bu güçler karşılarında kendileriyle uzlaşmaya çalışacak bir İsmet İnönü bulacaklardır. Atatürk yaşadıkça karşı devrimle uzlaşmak isteyenlerin önündeki engel olarak da var olmuştur.

Atatürk CHP’ye isim verirken bile aslında ideolojik bir mesaj vermekten geri kalmamıştı. Kurulan siyasal örgüt gelecekteki Altı Ok programının iki okunu isminde barındırıyordu. Parti halk egemenliğine dayanarak, halkla birleşerek, cumhuriyeti savunacak olan bir parti olacaktı. Burada muhafazakâr sağcılığa karşı verilecek olan mücadelenin tek yolunun solcu devrimcilik olduğu da bilinmektedir. Bu güçleri engellemek için parti yapısı da merkezi ve Atatürk’ün kendisine bağlı bir şekilde kurulmaya çalışılmıştır.

Atatürk’ün bu yapıyla uyguladığı program da uydu toplumsal yapıya yapılan halkçı devrimci müdahale olarak tanımlanmalıdır. CHP’nin Altı Ok programı da tam olarak bu müdahaleyi gerçekleştirmek ve toplumda devrimci dönüşümleri gerçekleştirmek anlamına gelecekti.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***