Ahmet Taner Kışlalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Taner Kışlalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Nisan 2020 Cuma

Karakış-Karagünler,

Karakış-Karagünler,


Yekta Güngör Özden,
06.02.2006


  Çok kimseyi acıyla kıvrandıran kara günlerin yıl dönümleri kara kışa rastladı. Muammer Aksoy (31 Ocak 1990), Uğur Mumcu (24 Ocak 1993), 

  Necip Hablemitoğlu (23 Aralık 2002) kışın sert günlerinde aramızdan ayrıldılar. Mustafa Fehmi Kubilây 23 Aralık 1930’da gericilerin kıyımına uğramıştı. Turan Dursun 4 Eylûl 1990’da, Bahriye Üçok 6 Ekim 1990’da, Ahmet Taner Kışlalı 21 Ekim 1999’da öldürülmüştü. Abdi İpekçi 1 Şubat 1979’da. Kışa yaklaşırken ve kış çıkmadan. Bu nedenle aydınların sonsuza uğurlandıkları günleri karagün olarak anıyoruz. Hepsi yakın tanıdığımdı. Muammer Aksoy’la aynı caddede oturuyorduk. Onların apartmanı 22, bizimki 23 no.lu idi. Bürosu bizim sıramızda, yakınımızdaydı. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kuruluş toplantılarından ikincisini orda yapmıştık. 

Hemen hemen her salı bize uğrardı. O, benden sonraki Ankara Barosu başkanlarındandı, ben ondan sonraki Türk Hukuk Kurumu başkanlarından dım. Ölümünden 33 gün önce “Geleceğin Anayasa Mahkemesi Başkanı’na...” diye bana kitabını imzalamıştı. Benim yerime öldürüldüğünü sanıklardan biri duruşmada söylemişti.

Uğur Mumcu bir dergide benim için “Devrimcilerin devrimci avukatı” diye yazmıştı. Yanımda staj yapmak istedi, baronun sınırladığı sayıda stajyer olduğu için yapamadı. Baro kararıyla yürütülen bir soruşturma nedeniyle aleyhime Yeni Ortam gazetesinde yazdığı yazıları düzeltmelerle karşıladım. Ölümünden bir hafta önce öğle yemeğinde konuğumdu.

Necip Hablemitoğlu ile 2000 yılında Samsun’da bir etkinlikte karşılaştık. Öğrenciliğinde avukatlığını yaptığımı anımsatıp yanıma oturdu.
Bahriye Üçok’la Devrek Baston Festivali etkinliğine birlikte katıldık. Otobüsle gidip döndük. Mahkemede öğle yemeğine gelmişti. 1952 yılından beri tanıyordum. Eşi dersimize gelmişti, kızını küçükken Fakülte bahçesinde dolaştırmıştık, meslektaşımız olmuştu.

Ahmet Taner Kışlalı, Tokat’ın Zile ilçesi doğumluydu, ben Niksar ilçesi doğumluydum. Atatürkçü Düşünce Derneği’nde Genel Başkan yardımcımdı. 20 Ekim 1999 akşamı yanlış atılan imzaları silmemek için daksille adlarını silip imzalarının üstüne kendi adlarını yazıp toplantıdan çıkmıştım. Ayrılarken asansöre binmeyi önerdim, spor olması için merdiveni yeğlediğini söyledi. Bina kapısında selâmlaşıp iyi dileklerde bulunup ayrıldık. Bakanlığı zamanında kendisinin ve eşinin avukatıydım. Kızının nikâh tanığıydım. Birkaç yazısında benden sözetmişti.

Abdi İpekçi ile 27 Mayıs Devrimi’nin hemen ertesi günlerinde Türk Ceza Yasası’nın 280. maddesi için oluşturulan Komisyonda birlikte üyeydik. Raportör ve sözcü görevlerindeydik. Ankara Radyosu’nda toplanan Komisyonun Başkanı da sonradan Tabii Senatör olan Ahmet Yıldız’dı.

Turan Dursun, öldürülmesinden 15 gün önce Ankara’da konuğum olmuştu. O zaman Başkanvekili idim. Arabayla kente giderken Atatürk Bulvarı’ndaki TRT Binası önünde indirmemi istedi, orda bir arkadaşını görecekmiş. İsteği üzerine İstanbul adresine gönderdiğim mektubu alıp almadığını saptayamadım.
Bu değerli aydınları ve öbürlerini aramızdan alan insanlık düşmanlarının, destekçilerinin, tetikçilerinin, yandaşlarının suçlarına bilip de bilgi vermeyenler, gereğini yapmayanlar, sözlerini tutmayanlar, inanç ve ırk sömürüsüyle, çıkar güdüsüyle katılanlar da ortak olmuşlardır. Kimilerinin içtenlikli olmasının yanında kimilerinin günah çıkarmak, kimilerinin kendilerini göstermek için katıldıkları anma etkinlikleri kimseyi doyurmuyor. Devlet adına davrananlar, kaynağına inmek için çaba göstermiyor. Gidenler gittiğiyle, yakınları ve sevenleri de acılarıyla baş başa kalıyor. Nedense değerbilir toplum ve kişiler değiliz. Böyle olsaydı, her şeyden ve herkesten önce Atatürk’ün değerini bilirdik. Duyurulara, iletilere, yazılara, konuşmalara bakmayınız. Öldüğü güne kadar konuşmadıkları, unuttukları, arkasından söylemediklerini bırakmadıkları kişileri övüyor, cenaze törenine, anma toplantısına koşuyorlar. Karşılaşıp çatıştıkları, tutumundan zarar gördükleri insanın yandaşlarını yanlarına çekmek için hiçbir şey olmamış gibi yakınlık gösteriyorlar. Gidenin aykırı ve çelişkili davranışlarını unutup unutturuyorlar. İkiyüzlülük, maskaralık ölçüsünde duygu sömürüsü. Değerler değersiz, değersizler değerli oluyor. Ölümlere bile siyaset karıştırılıyor. Oysa, bilenler kimin ne olduğunun ayırdın da. Gülerek, tiksinerek izliyorlar. Önemli ulusal ve toplumsal sorunlar kişisel gelgitler nedeniyle gözardı ediliyor, gündemi amaçlı biçimde değiştirenlerin atı Üsküdar’ı geçiyor.
Mahkemelerin geri çevirdiği salıvermeleri Savcı sağlıyor. Cezalıya devlet yardımı yapılıyor. Türkiye’de suçlular korunuyor, zarar görenler yoruluyor.

Dış Olaylar

Doğalgaz kısıntısı kapıdan döndü ama yarınlarda yine olabilir. Bağımlılık, sağlıksız ilişkiler umulmadık zamanda güçlük yaratabilir, ansızın bastırabilir.
Filistin’de Hamas’ın çoğunluk kazanması Ortadoğu barışını büsbütün tehlikeye sokmuştur.

İngiltere Dışişleri Bakanı’nın Kıbrıs ve Ankara ziyaretleri bilinen İngiliz diplomasisinin yeni oyunlarının başlangıcıdır. Türkiye’yi oyalayıp avutup rumların açılımına yeni kolaylıklar getireceklerdir. Türkiye adına yeni olduğu söylenip yinelenin öneriler Kıbrıs’ın tümüyle elden gitmesinin kamuoyuna sindirilmesi amaçlıdır.

Rusya Devlet Başkanı Putin 24.01.2006’da Moskova’yı ziyaret eden Güney Kıbrıs lideri Papadopulos’a destek sözü verdi. Türkiye limanları açmak için öneride bulunuyor.

Davos’ta “Beyin fırtınası toplantısı” yapılıyormuş. Uluslararası güçlerin yönlendirme, etkileme, kullanma görüşmeleri. Beyni dincilikle katılaşmış kimselerin beyin fırtınasındaki yeri ne olabilir? Irak’taki durumun beyinle, akılla ilgisi var mı? Beyni sarıklı, kavuklu ve değişik örtülüler ne olabilir, ne yapabilir? Gösteri, sükse o kadar. Almak yok, vermek var. Etkilenmekten öte esir olmak var. Çağdışı görünümlerde Davos’ta Türkiye’nin yanlış tanıtılması, öncekinden geriye gidildiği kanısının yayılması ayrı.

Belçika’nın, Danimarka’nın dostluğa, hukuka aykırı tutumları sürüyor. AB üyeliği için ayrıcalıklı ortaklık önerileri geliştiriliyor. İran’ın nükleer direnmesi de sürüyor. Daha nice olumsuzluklar birbirini izliyor, birbirine ekleniyor.
Değinmekle yetinelim

Yasalardan kaynaklanan salıverme olaylarının sorumluları daha çok siyasetçilerdir. Dosyalar iyi incelense suçluları yararlandıracak kararlar, işlemler, itiraz ve temyiz edilmeyerek kesinlik kazanmış olumsuzluklarla karşılaşılabilir. Milliyetçi geçinen ırkçıların gösterisi, dindar geçinen köktendincilerin tutumuyla örtüşüyor. Bayrağı yersiz ve gereksiz kullanmak da bayrağa saygısızlıktır.
Sıkmabaş-bohçabaşın köktendinci anlayışın simgesi olarak kullanıldığını bile bile “Kendini ifade özgürlüğü” diye savunan sözde aydınların tutumu da böyle. Çoğumuz Lozan Barış Antlaşması’yla tüm sorunların bittiğini sanarak aldandık. İçerdeki cumhuriyet düşmanları ile dışardaki Türkiye düşmanları boş durmadılar, durmuyorlar. Sapkınlar işgalde ezilseler, dikta altında sürünseler, savaşta kıyıma uğrasalar, şeriatta boğulsalar, yokluk çekseler, öbür müslüman çoğunluklu ülkeleri görseler Atatürk’ün değerini bilirlerdi.

Aydınlar doğru dürüst demokrasiyi savunamıyor, sağlayamıyor, gericiler şeriat düzenini yavaş yavaş oluşturuyor. Değişik konulu çirkin oluşumlardan insan, yurttaş, öğretmen, hukukçu olarak utanmamak olanaksız.

AB bizi askerimiz için istiyordu. Avuçlarına sığmayacak duruma gelince ondan da vazgeçtiler, istemediklerini açıklamaya başladılar.

Kendi işlerine geldiği için Avrupalıların kimi yazarların dâvalarına elatmalarını ibretle izledik. Bir yazarın dâvasının düşürülmesi danışıklı dövüş gibi. Bakanlığın oluruna bağlı ise olur verilmemiş oluyor, değilse dâvanın yürütülmesi gerekiyor. Yargıçlarına güvenmeyen hukuk devleti olamaz. İlke korunur, uygulama yargıçların yorumuna ve değerlendirmesine bırakılır. Yanlışlık varsa temyiz organları gereğini yapar. Ama kimilerini kurtarıp Avrupa’ya yaranmak için yarınlarda geniş ve önlenemez açılımları olacak değişik saldırılara olanak verecek biçimde kurallarla oynanamaz.

Siyasal iktidar her yeri ele geçirmek, kadrolaşmayı tüm kurum ve kuruluşlarda gerçekleştirmek için her şeyi yapıyor. Futbol Federasyonu seçimlerinden sonra karışanları lekeleyecek biçimde Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu seçimlerine elattılar. Genel Kurulu engelleyip kayyuma teslim ederek kendi adamlarını yerleştirme kurnazlıkları yargı kararıyla geçersiz kaldı. Baro seçimlerinde akçalı destek görenlerin, ırkçı ve köktendincilerin, bölücü ve yıkıcıların nasıl birleşip neler yaptıklarını zamanı gelince göreceğiz. İktidarın politikayı futbola soktuğu yazıldı, çizildi. Siyaseti dine, dini siyasete, hatta herşeye sokanlar futbola sokmaz mı? Sanata sokmadılar mı?

Hukuk düzenlemeleri de bilim, düşün, sanat, spor adamlarından çok siyasetçiler ve suçlular yararına çıkarıldı, çıkarılıyor. Çoğu kof, cılız, yapay (ne derseniz deyiniz) siyasetçilerin kendileriyle yandaşlarının çıkarları için değerlere kıyma ve kıydırma eylemlerinin ürünüdür.

Prim affı, 
Vergi affı, 
Borç affı, 
Faiz affı, 
İmar affı, 
Orman affı, 
Öğrenci affı, 
Türban affı, 
Rahşan affı, 
Ecevit affı, 
Erbakan affı ve daha başkaları, şimdi de 
Unakıtan için villa affı.

Bir de parti değiştirme ödülü var. Muğla Dalyan Belediye Başkanı Doğru Yol Partisi’nden ayrılıp AKP’ye geçince plâj Belediyeye veriliyor. Bayanların başaçık ve erkeklerle namaz kılmaları gürültü kopardı. Yenileşme ve uygarlaşma karşıtları bağnazlıklarını açıklamalarıyla yansıttılar. Nelerle uğraşılıyor...
Partizanlık durmuyor. Kıbrıs’ı gözden çıkaranların, “Kazandık, başardık” yalanlarını partililer alkışlıyor. Hele belediyelerde çalışmasalar, vakıflar kullanılmasa idi kimi parti liderleri mal varlıklarının boyutunu nasıl sağlarlardı?
“Ne mutlu Türk’üm diyene” özdeyişini söylemeyi “hitlercilik”le suçlayan birini “Kürt aydını” diye öven yazı ilerici ve Atatürkçü sanılan gazetede yayımlanabiliyor. Yandaşlıkla gerçekler nasıl da örtülüp saptırılıyor. Tıpkı kimi ölümlerde kimi ölenler için olduğu gibi. Etkinliklerde Atatürkçülüğü, lâikliği, milliyetçiliği, solculuğu, insan haklarını, demokrasiyi, hukuksallığı araç olarak kullanan gösterişçi, etiketçi, rozetçi, sahteciler de bunlara benziyor.
Başaçık namaz kılma olayını kalemine dolayanlardan birisi hemen “Kemalist gelenek” sözleriyle irticayı övmeye, bilgisi, eğitimi, durumu ve tutumuyla çağdaşlıkla hiçbir ilgisi olmayan Fethullah’ı islâmın yenileşme örneği olarak gösterdi. Cumhuriyet, lâiklik karşıtı, her organa dincileri yerleştirip devleti ele geçirmeyi öneren adamı halife yapmaya uğraşıyorlar. Ne keskin ırkçı-şeriatçı medya militanları var.

Günümüzün kükreyen Başbakanı, AB Dönem Başkanı Avusturya Büyükelçisi Marius Calligaris’in konuşmasıyla başlayan yemekte “Yargıyı eğiteceğiz” demiş. Sormuyorlar “Yargı kim, sen kim?” Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri de patronunun bu sözüne dayanmış olacak ki, ABD’de aynı doğrultuda konuşmuş. Yargıyı eğitmek isteyen ya da öneren kimseler önce kendilerini eğitmelidir. Bu ölçüsüz ve saygıyla bağdaşmayan sözler sahiplerinin niteliklerinin ve düzeylerinin göstergesidir. Ne var ki yeterli karşılık verilememiştir. Önceleri kimlere ne tür raporlar hazırlattığı bilinen TÜSİAD’ın 36. Genel Kurulu’nda hiç değilse saygılı önerilerle yargıya destek verildi. Saygılı sözcükler ve anlatım biçimleri yeğlendi.

DTP Eşbaşkanları Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk’un ortak basın toplantısındaki açıklamaları (18.1.2006) amaçlarının yeni bir kanıtıdır. 22.1.2006’da İstanbul Dolapdere ve Ümraniye’de PKK’lıların polise saldırıp belediye otobüsü yakma olayında gözaltına alınan olmaması, saldırganların kaçması ilginç bulunuyor. Kaçanları çeviremeyen, yakalayamayan polis ne anlatıyor?
Bir kez daha yineleyelim, Türkiye’de derininden geçtik, etkin, olağan bir devlet bile yok sayılır. Olsaydı başta bayrak yakmalar, polis kaçırıp aylarca tuttuktan sonra teslim etmeler, Belediye Başkanlarının ROJ TV desteği, Ağca Olayı, cezaevi karşılaması, AKP’nin iktidara gelmesi, askerin etkisizleştirilmesi olur muydu? 

Ve daha başkaları..

Yakınmalar artıyor. Ayrılıkçıların birleşme önerileri, içtenliksiz çağrıları duyuluyor. Toplantılar, kurtarma nutukları da. Umutsuzluk, bıkkınlık, yılgınlık, karamsarlık sözlerinin sevimsizliği açık. Çarpıklık ve suskunluk kötü. Atatürk’ün yolundan ayrılmanın sakıncaları tüm ağırlığıyla omuzlarımıza çöküyor.

http://www.turksolu.com.tr/100/ozgun100.htm


***

8 Nisan 2016 Cuma

Kafamda Sorular, Elbet Zaman Yanıtlar



Kafamda Sorular, Elbet Zaman Yanıtlar



Çağdaş Bayraktar 
Tarih:15/12/2013
Türü:İç Politika 


Mustafa Balbay'ın bayramda attığı:

"Dik açı 90 derecedir. Cumhuriyet'i hep dik açıda, dimdik kutlayacağız. 90. yıl kutlu olsun" mesajını anımsarken, "The Cemaat - CHP - ABD" üçgeninin açısal olarak bu olaydaki etkisinin "dar" mı yoksa "geniş" mi olduğunu sorgular halde olmaktan dolayı suçlu hissettim kendimi.

Bu konuda tek suçlunun ben olduğumu sanmıyorum.

www.acikistihbarat.com 
16.12.2013



Yazmayı hiç sevmediğim, ama yazmadığım zaman da içimde kalacak, içime oturacak düşünceler demeti...

O demeti oluşturmak için gözümün içine bakan kelimeler...

***

14 Kasım 2013, Mustafa Balbay açıklamalarda bulundu:

"İç barış AKP'nin de hayrınadır."

"İç barışın yolu, ayırmadan; insanların da Hükümet'in de affedeceği bir yöntem bulunması. Karşılıklı kutuplaşmak iki tarafı da birbirinden uzaklaştırıyor."

"O mahkemelerde hukuk yok. Mahkeme bizi de, dışarıdan getirilen tanıkları da dinlemedi. Balyoz davasında askerler, KCK’da Kürtler yargılandı. Ancak, Ergenekon davasında ise her kesim yer aldı. Böyle bir dava olamaz" [ Hem Kürt kökenli hem asker olunmuyorsa demek ki ] [ Üstelik bu cümleyi kuran da "ulus devlet"i adı gibi bilen kişi! ] 

19 Kasım 2013, Mustafa Balbay açıklamada bulundu:

“ Kamuoyunda tartışılan şekliyle af gibi bir düşüncem ya da talebim yoktur. Bunun dışında hiçbir kişisel isteğim yoktur. Hiçbir planın parçası değilim.”

Tam bu zaman diliminde ayyuka çıkan Cemaat - AKP kavgası.

2 Aralık 2013 Pazartesi, CHP'nin ABD ziyareti.

3 Aralık 2013 Salı, CHP'nin ABD ziyareti 

4 Aralık 2013 Çarşamba, CHP'nin ABD Ziyareti.

Bu görüşmeler esnasında cemaatin çatı örgütünün üst düzey yetkilileri ile yapılan görüşmeler.

Bu görüşmeler kapsamında " tüm insanlığın anasını ağlatma " amacında olan " ABD"nin temsilcileriyle yapılan görüşmeler.

Yargı'daki cemaat yaptırımının yadsınamaz boyutta olması.

5 Aralık 2013 Perşembe, Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal'ın uzun tutukluluk süreleri için yaptıkları itirazın Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilmesi.

6 Aralık 2013 Cuma, Mahkemenin kararı 9 Aralık 2013'e ertelemesi.

9 Aralık 2013 Pazartesi, Mustafa Balbay'ın tahliye olması.

***

Bugün kendime "Ne hissetmem lazım?" sorusunu sorduğum kadar bir daha kendime aynı soruyu sorar mıyım?

Bilmiyorum.

Mustafa Balbay. Yakınlarım geçmişten beri O'na verdiğim değeri de koyduğum yeri de iyi bilir.

Tahliye ile beraber susmadı telefonum.

Epey içselleştirdiğim dışarıdan da belli olmuş demek ki.

Coşkuluydu neredeyse her arayan.

Coşkumu beklediler.

Yapamadım.

Yapmaya çalıştım.

Geçiştirmeye çalıştım.

Kaçmaya çalıştım!

Aklımdaki sorulardan, kuşkulardan.

Balbay'ın tahliyesi ile herkesin aklına Balbay geldi. Fakat ben sokaklara çıkıp avaz avaz: " Fatih Hilmioğlu ölüme terkedildi. Bir şeyler yapmalıyız! " diye bağırmak istedim.

Mesela Engin Alan neden içeride?

Peki ya diğer Balyoz ve Ergenekon tertipleriyle tutsak edilenler?

Mustafa Balbay'ın bayramda attığı: 

" Dik açı 90 derecedir. Cumhuriyet'i hep dik açıda, dimdik kutlayacağız. 90. yıl kutlu olsun" 

 mesajını anımsarken, " The Cemaat - CHP - ABD " üçgeninin açısal olarak bu olaydaki etkisinin "dar" mı yoksa "geniş" mi olduğunu sorgular halde olmaktan dolayı suçlu hissettim kendimi.

Bu konuda tek suçlunun ben olduğumu sanmıyorum.

Bazen bir şeyi istersiniz. Olmaz.

Bazen bir şeyi çok isterseniz, o arada başka bir şey olur.

İstediğiniz de olur ama artık olan şey tam olarak istediğiniz "kıvamda" olmaz. Aynı etkiyi yaratmaz.

Kalbinizin kapısı çalar, " Kim o? " dersiniz, Yumruk: " Benim " der ve ekler: "Oturmaya geldim müsaitsen?"

Kapına kadar gelme nezaketsizliğini gösterdiyse eğer misafir, istenmese de kabul edilir…

Sonra ailesi ile olan fotoğraflarına bakıp, konuşmasını dinlerken tebessüm halinde yakaladım kendimi.

Sonra yine aynı isim çakıldı beynime:

Fatih Hilmioğlu?

Bu isimi belirtmişken bir parantez açmamda fayda var.

Eğer birazcık da olsa bir şeyleri anlayabiliyor, yorumlayabiliyor ve davama katkı sağlayabiliyorsam, bunu tek bir oluşuma borçluyum:

Her kademesinde görev almış olmaktan onur duyduğum; Çukurova Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Kulübü.

Bizim deyişimizle ADK Kültürü.

Ve o kültürün buluşma noktasıdır Ulusal Çalıştaylar.

İşte o çalıştayları başlatanlardan birisiydi Hilmioğlu. Tıpkı yine Ergenekon sanıklarından Ferit Bernay ve Mustafa Yurtkuran hocalarımız gibi.

Anlayacağınız; o adamların yanında olmak, bizler için namus borcu.

Bu halet-i ruhiye içinde yorumlamaya çalışıyordum yorumları.

Bakınıyorum sağıma soluma, özellikle de düşüncelerine güvendiklerim neler diyor diye.

Yazar arkadaşım Erhan Sandıkçı duruma bir not düşmüş:

"Yüzlerce masum insanın tamamı aksini söyleseler dahi, bu kin güdülecek bir davadır. Faşizme tarafsız, hoşgörülü kalınamaz. Ya karşısındasınızdır ya da ona boyun eğiyorsunuzdur. Ya kin güdersiniz ya da onların kiniyle güdülürsünüz.

Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Şirinyer, Sincan tutsakları ve büyük hedef Türkiye Cumhuriyeti için tüm yıkıcılara kin güdüyoruz."

Aklıma Mustafa Kemal'in bir sözü geliyor, dillendirmeden duramıyorum:

" Biz kimsenin düşmanı değiliz! Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız."

***

Ne çıkanlar sustu bu günlerde.

Rüzgar gülünü kıskandıran dönüşlerin yoğunluğundan pistte çocuklara yer kalmadı.

" Birileri pazarlık unsuru haline mi getiriliyor? " sorusu bir ur gibi beynimde.

Bu " Tahliye ", verilecek ödünlerle tamamlanması planlanan sonun başlangıcı mı?

"Kindar olmamalıyız" sözleri, bebek katillerini de kapsar mı?

Ve belki de en kritik soru:

Birileri, yarın atılabilecek bazı adımlara itiraz edecek olduğumuzda; "Aynı madde kapsamında Mustafa Balbay tahliye edilirken gayet memnundunuz düzenlemeden. Şimdi ne oldu?" sorusu önümüze koyar mı?

***

Deniz ve Yağmur mutlu uyuyacaklar bugün.

Uyusunlar, sonuna kadar hakları.

Fakat bizler, durduramıyoruz içimizdeki soruları.

Yok et sorularımızı Balbay.

Susma, değişme, dönüşme.

Sen, Ahmet Taner Kışlalı'nın kendi kitabı için "isim" istediği kişisin. Kışlalı'nın bayrağı senin elinde.

Nilüfer Kışlalı bu yıl dönümünde: "Boşuna ölmüşsün sen" diye eşine seslenmişti ya, sen öyle olmadığını uygulayarak göster, en azından "Ben üstüme düşeni yaptım." diyebil, ve de tarih "İçin rahat mı?" diye sorduğunda yüksek sesle; "İçim çok rahat" de!

***

Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Şirinyer onurumuzdur!


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10444


..

27 Şubat 2016 Cumartesi

28 ŞUBAT TÜRK SİYASETİNİN ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 6






28 ŞUBAT  TÜRK SİYASETİNİN  ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 6





28 ŞUBAT SÜRECİ - YILMAZ-ECEVİT SAFHASI / 3


Bir kere daha tekrarlıyalım: 28 Şubat 1997 Muhtırası ile başlayan dönem, TÜRK MİLLETİ'ne, TÜRK DEVLETİ'ne, TÜRK ORDUSU'na, ATATÜRK'e ve MÜSLÜMANLAR'a ihanet dönemidir! 

Yine şunu kesinlikle ifade etmek isteriz ki, 28 Şubat darbesi asla TÜRK ORDUSU'nun giriştiği bir hareket değildir. TÜRK ORDUSU içine sızmış, ta tepelere yükselmiş olan mason, Yahudi dönmesi, Ermeni ve Rum kökenli hain kişilerin işidir. Başını mason-dönme Orgeneral ÇEVİK BİR'in çektiği, bilhassa Deniz Kuvvetleri'nden monşer tipli mason-dönme amirallerin desteklediği 28 ŞUBAT darbesi, SİLAHLI KUVVETLER içindeki gerçek ATATÜRKÇÜ ve MİLLİYETÇİ TÜRK subayların kendini "BATI ÇALIŞMA GRUBU" diye adlandıran İSRAİL yanlısı ekip tarafından ayıklanması, MİLLÎ SİYASET'e yönelmiş olan DEVLET'in tekrar A.B.D., İSRAİL ve A.B. güdümüne sokulması, TÜRK ORDUSU'nun PEYGAMBER OCAĞI niteliğinden çıkarılması, TÜRK MİLLETİ'nin İSLÂM'dan uzaklaşması için yapılmıştır! 

 28 Şubat " Postmodern " darbesi sözümona irticaya karşı yapılmış, ancak Necmettin Erbakan'dan daha çok dini istismar eden Recep Tayyip Erdoğan'ın iktidara gelmesini sağlamıştır. Recep Tayyip Erdoğan da müslüman görüntüsü altında Hıristiyan Batı'ya, AB ve ABD'ye uşaklık eden, Kıbrıs'tan ve Güneydoğu Anadolu'dan, Türklük'ten. hatta İslam'dan vazgeçen, " Darbecileri Temizliyorum " derken TÜRK ORDUSU'nu zaafa uğratan bir politikayla Türkiye'yi uçuruma sürüklemiştir... Hepsini bir bir, kronolojik olarak anlatacağız. 

Bir kere daha söyleyelim ki, 28 Şubat darbesini TÜRK ORDUSU'na ve TÜRK SUBAYLAR'a mâletmek, son derece büyük bir hatadır ve bizi tam da 28 Şubatçılar'ın istediği noktaya götürür, ORDUMUZ, ASKERİMİZ kötülenmiş olur! 

Kaldığımız yerden 28 Şubat sürecinde cereyan eden olaylar ve Ecevit-Yılmaz dönemindeki yolsuzluklar, yurt ve dünya olayları ile kronolojimize devam ediyoruz. 

23 Eylül 2000'de Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, Ceza Kanunu'nun 312. Maddesi ile af konusunda açıklama yaptı. Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararının ardından, "ırza tecavüz" ve "toplum vicdanının affetmeyeceği suçlar"ın "tecil"le affının mümkün olmadığını söyledi. Ne var ki, cinayet suçuna getirilen af şöyle çarpık bir sonuca yol açtı: Tecavüz eden aftan yararlanamadı, ama hem tecavüz edip, hem de kadını öldüren affa uğradı! 

Aynı gün İnsan Hakları Derneği (İHD) eski Genel Başkanı Akın Birdal, bölücülükten yattığı 2 yıllık hapis cezasını tamamlayarak tahliye oldu. 

24 Eylül'de Ahmet Taner Kışlalı'yı öldüren dinci terörist Rüştü Aytufan Adapazarı'nda yakalandı. Üç bombacıdan ikisi daha önce " Umut Operasyonunda yakalanmıştı. ''

25 Eylül'de Cumhurbaşkanı Necdet Sezer 3 kamu bankasının özelleştirilmesine dair kanun hükmünde kararnameyi geri gönderdi. 

27 Eylül'de Danıştay 2. Dairesi, eski İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkındaki dosyayı Yargıtay Başsavcılığı'na gönderdi. 

28 Eylül 2000 gecesi Mâlî Şube ekipleri, Swissotel'deki suitinde kalan Mason Süleyman Demirel'in has yeğeni Yahya Murat Demirel'i, sevgilisi Ayşenur Eserler ve 14 kişi ile birlikte gözaltına aldı. Hakkında gıyabi tutuklama kararı bulunan bankanın Başkan Yardımcısı Ümit Öndeş ve kredi işlerinde komisyonculuk yaptığı iddia edilen `Fırıldak Ömer' lâkaplı Ömer Gülüştür de, İstanbul'da Mâlî Polis tarafından gözaltına alınanlar arasında bulunuyordu. 

Yahya Murat Demirel'in gözaltına alınmasıyla birlikte, Zekeriya Temizel'in başkanlığındaki Bankacılık Üst Kurulu'nun da yönlendirmesiyle batık bankalara yönelik kapsamlı bir operasyon başlatılarak 'Kasırga' adı verildi. Murat Demirel'in yanısıra Egebank yöneticileri, çalışanları, yakınları peşpeşe gözaltına alındı. İki ayda gözaltına alınanların sayısı 100'ü geçti. 

Harmak isimli firmaya verilen 8 milyon dolar krediyi Yahya Murat Demirel'in hesabına aktardığı iddia edilen Ümit Öndeş; Egebank, Tasarruf Mevduat Fonu'na devredildikten sonra görevden alınmamıştı. Banka yeni yönetime devredildikten 4 ay sonra dahi Harmak şirketine 4,5 milyon dolar daha kredi çıkartmak için yönetime baskı yapan Ümit Öndeş ile, 500 bin dolar komisyon aldığı iddia edilen Ömer Gülüştür hakkında, Şişli Cumhuriyet Savcılığı tarafından gıyabî tutuklama kararı çıkarılmıştı. O günlerde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu Başkanı Zekeriya Temizel, bir takım dosyalarla Savcı Nuh Mete Yüksel'i ziyaret etmişti. 

Yapılan soruşturmalarda yolsuzluğun daha çok off-shore hesapları ve naylon şirketlere kredi kullandırılmasıyla yapıldığı anlaşıldı. Egebank'ın içi boşaltılırken dört farklı yöntem izlenmişti. 

Bunlardan birincisini yurtdışı krediler oluşturuyordu... Bankanın garantisi kullanılarak yurtdışındaki bankalardan kredi çekiliyordu. İkincisi ise komisyonlu aracılardı... Firmaların komisyoncular aracılığıyla kredi alınması sağlanıyor, firma sahiplerinin haberi olmadan aracıların aldığı komisyonlar Murat Demirel'in cebine giriyordu. Üçüncü yöntem ise naylon şirketlerdi... Bu şirketler Egebank'tan kredi istiyor ve yönetim kurulu hiçbir faaliyeti olmayan bu şirketlerin kredi isteklerini onaylıyordu. Dördüncüsü ise off-shore hesaplardı... Müşterilerin onayı ile Demirel'in yurtdışındaki off-shore bankasına aktarılan para daha sonra yine kâğıt üzerinde Demirel'in firmalarına kredi olarak dönüyordu. 

Egebank'a el konmadan bir gece önce bankanın genel müdürlük binasından çuvallar dolusu evrak kaçırıldığını belgeleyen güvenlik kamerasına yakalanan Cenajans Grey'in eski Yönetim Kurulu Başkanı Nail Keçili, görüntülerinin tespit edilmesi üzerine "Reklam için oradaydım" açıklamasına rağmen gözaltına alınmaktan kurtulamadı. 

29 Eylül'de Sidney Olimpiyatları'nda 58 kiloda güreşen Harun Doğan, kürtçülük yapıp ayyıldızlı formayı giymeden mindere çıktı. Sonra da yenileceğini anlayınca Rus rakibi Murad Ramazanov'la güreşmekten kaçındı. Harun Doğan'a madalya falan kazanmadığı halde önceden 10 milyar lira ödül verilmişti. İnşallah geri alınmıştır! 

29 Eylül'de Güneydoğu'da askerlik yapanlardan özellikle seçilmiş Kürt ve Ermeni kökenli kişilerin konuştuğu "Mehmedin Kitabı"ında, orduyu küçük düşürdüğü iddiasıyla 2 ila 6 yıl arası hapsi istemiyle yargılanan gazeteci Nadire Mater ile Metis yayınları sorumlusu Semih Sökmen geçen yıl bugün beraat etti. Orduya bu şekilde düşmanlık Mehmet Ali Birand'dın "Emret Komutanım" (1986) adlı kitabı ile başlamıştı. Bu ikincisidir. 

30 Eylül'de CHP Olağanüstü Kurultayı'nda Deniz Baykal, 15 ay aradan sonra, 543 oyla Genel Başkan seçildi. 

Yine 30 Eylül'de Egebank'ın eski sahibi Yahya Murat Demirel'in askerde iken kiraladığı depoya baskın düzenlendi. İki kamyon dolusu evraka el kondu. 

2 Ekim'de Yahya Murat Demirel'in nikâhsız sevgilisi, kendinden 10 yaş büyük Ayşenur Esenler'in babası Dr. Ali İhsan Esenler, "Murat Demirel ailesinden habersiz hiç iş yapmaz," dedi. Halbuki mason Süleyman Demirel, "Olayın benimle ilişkisini kurmak isteyenler çıldırmıştır," diye sözümona kendini savunmuştu. 

3 Ekim'de Yahya Murat Demirel'in içini boşalttığı Egebank'la ilgili " Kasırga Operasyonu" nun, Bankacılık Denetleme Üst Kurulu Başkanı Zekeriya Temizel'in "batık bankalar" dosyasını inceleyip durumdan İçişleri Bakanı Saadettin Tantan'ı haberdar etmesi ile başladığı ortaya çıktı. 

4 Ekim'de tutuklanan Yahya Murat Demirel'in cezaevinde kendisini ziyaret eden yakınlarına, "4 gündür beni eziyorlar. Bir şey yapmadınız," diye bağırdığı öğrenildi. Ulucanlar Cezaevi'nde 4 kişi ile birlikte kalan Demirel'in gergin olduğu, kimseyle konuşmadığı ifade edildi. 

5 Ekim'de kendi bankası olmasına rağmen Murat Demirel'in şirketlerine kamu bankalarının kredi açtığı ortaya çıktı. Demirel usülsüz olarak Halkbank'tan 100 milyon dolar, Emlak Bankası'ndan 20 milyon dolar, Vakıfbank'tan 30 milyon dolar götürmüştü!.. Bunlar hiç arkasında "bir bilen" politikacı olmadan olabilir mi? Kimse bana 100 dolar bile kredi vermiyor1 

DYP Başkanı Tansu Çiller, ABD Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi'nde kabul edilen Ermeni Tasarısı'na mukabil, "Türk vatandaşı olmadıkları halde Türkiye'de iş yapan Ermeniler'in bir süre için sınırdışı edilmeleri"ni teklif etti. 

8 Ekim'de Yahya Murat Demirel tutuklu bulunduğu cezaevinde Ayşenur Esenler ile evlendi. 

9 Ekim'de geçen yıl ölen ünlü mafya babası Dündar Kılıç'ın imam nikâhlı eşinden olan kızı Hülya Ferhan Sarı, "Ben de 100 milyon dolar mirastan payımı isterim," diye ortaya çıktı. 

12 Ekim'de ifadesi alınan Murat Demirel'in her soruya "hatırlamıyorum" diye cevap verdiği öğrenildi. "Cep telefon numaramı hatırlamıyorum. 20 şirketim var, isimlerini hatırlamıyorum," dediği belirtildi. Tıpkı Yassıada duruşmaları sırasında Menderes'in "Hatırlamıyorum Reis Beyefendi," dediği gibi... 

15 Ekim'de Fethullah Gülen gıyabında yargılanmaya başladı. 

17 Ekim'de becerikli yeğen Yahya Murat Demirel'in, bankasına elkonulduktan sonra iki yat daha aldığı ortaya çıktı. 

20 Ekim'de Bergama Cezaevi hükümlüleri gördükleri işkenceyi fotoğraflarla ispatladılar. Mahkumlar fotoğrafları basına verdikleri için 15'er gün hücre cezası aldılar... Ceza başka işkence başkadır. Kimsenin başkasına keyfî ve şahsî bur uygulama ile ceza vermeye, hele işkence etmeye hakkı yoktur. Böyle dvranışları örtbas etmek te çok büyük suçtur. Görevliler hakkında işlem yapılması gerekirdi... Aynı gün bölücü Kürt mahkûmlarca cezaevlerinde açlık grevi başlatıldı. 

22 Ekim 2000'de Cumhuriyet tarihinin son nüfüs sayımı yapıldı. Evlerden çıkılamadı. 

23 Ekim'de Adana E Tipi Kapalı Cezaevi'nde tutuklu ve hükümlüler eylem başlattı. Eylemciler, 21 infaz koruma memurunu rehin aldı. Af talebinde bulunan eylemciler, cezaevinin bazı bölümlerini ateşe verdi. Bayrampaşa Cezaevi'nde ise sayım vermek istemeyen bir grup tutuklu 16 infaz koruma memurunu rehin aldı. Cezaevinden nakilleri protesto eden eylemciler açlık grevi başlattı. 

27 Ekim'de Elazığ E Tipi Kapalı Cezaevi'nde terör örgütü Hizbullah mensupları eylem başlattı. Mahkûmlar 16 gardiyanı rehin aldı... Cezaevleri Devlet'in kontrolünde değildi! 

28 Ekim'de Ankara DGM, Egebank'ın içini boşaltmakla suçlanan Yahya Murat Demirel'in 19 şirketine elkoydu. Elkonulan Etibank ve Bank Kapital'in yöneticilerine yurtdışına çıkış yasağı getirildi. 

30 Ekim'de Ankara 3. Asliye Ticaret Mahkemesi, Etibank ve Bank Kapital'in eski sahipleri, bazı yakınları ve yönetim kurulu üyelerinin tüm mal varlıklarına tedbir koydu. Yahya Murat Demirel, Egebank davasında ikinci kez tutuklandı. Nöbetçi 13. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada, Demirel ile birlikte bankanın Genel Müdür Yardımcısı Emine Mehtap Ceylan ve Demirel'in özel mutemedi Şaban Ayhan Tatlıgil de tutuklandı. 

Yine 30 Ekim'de Birecik barajı suları altında kalacak olan, hernedense çok lâfı edilen Zeugma antik kentinde kazı çalışmaları sona erdi. 

31 Ekim'de Yatağan Termik Santralı çevresinde hava kirliliği sınır değerleri aştı, santralin 3 ünitesi durduruldu, ilçe halkına "sokağa çıkmayın" çağrısı yapıldı... Cennet gibi bir bölgede olan Yatağan Termik Santralı eğer iyi bir filtre ve baca sistemi olsa, böyle sıkıntılar yaratmaz. 

 1 Kasım 2000 sabahı Sümerbank'ın eski sahibi Hayyam Garipoğlu İstanbul'da, aynı gece Nail Keçili Marmaris'teki yazlığında gözaltına alındı. Keçili'ye ait Cenair Havacılık şirketi adına 4 milyon dolarlık kredi çekilerek Demirel'e devredilmişti. Ancak Keçili ifadelerinde kredinin şirket aracılığıyla Demirel'e devredilmesinden haberdar olmadığı söyledi. Keçili hileli kredi çekmek ve suç örgütüne iştirakle suçlandı. 

2 Kasım'da Nail Keçili, Ankara'ya getirildi. Keçili'nin Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Cenajans Grey'in 3 yöneticisi de gözaltına alındı. 

Yine 2 Kasım'da Karagümrük çetesinin lideri Nuri Ergin ve adamları, Uşak E Tipi Cezaevi'nde olay çıkardı. Cezaevi müdürü ve bazı gardiyanların rehin alındığı olayda, 5 kişi öldü, 17 kişi yaralandı. 

Yine 2 Kasım'da Genelkurmay Başkanlığı, FP İstanbul Milletvekili Nazlı Ilıcak'ın açıkladığı ''Andıç'' belgesi konusunda açıklama yaptı. "Uygulamaya yönelik çeşitli karargâh içi taslak çalışmalar yapıldığını, bir milletvekili tarafından illegal yollarla temin edilen ve basına dağıtılan belgenin de bu kapsamda bir belge olduğunu'' bildirdi. 

3 Kasım'da Devlet Güvenlik Mahkemesi Yurtbank'ın eski sahibi Ali Balkaner hakkında soruşturma başlattı. Egebank'ın ardından diğer bankaların da soruşturma kapsamına alınması Kasırga'da ikinci dalga olarak yorumlandı. Sümerbank soruşturması kapsamında, bankanın eski 3 yöneticisi hakkında yakalama emri çıkarıldı. 

Yine 3 Kasım'da Uşak E Tipi Cezaevi'ndeki eylem sona erdi. Nuri Ergin, kardeşi Vedat Ergin ile 17 mahkum başka cezaevlerine nakledildi. 

5 Kasım'da Keçili ve Hayyam Garipoğlu tutuklanarak cezaevine gönderildi. 

8 Kasım'da FP İstanbul Milletvekili Nazlı Ilıcak, Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklamasında kişilik haklarına hakaret edildiği gerekçesiyle Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu hakkında 1 milyon liralık manevi tazminat davası açtı. Ilıcak, daha sonra (21.12.2000) bu davasını geri çekti... Aynı gün "AB Katılım Ortaklığı Belgesi" açıklandı. Bu belge Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğinde atması gereken adımları belirliyordu... Bu belgenin başında "Türkiye AB'ne diğer aday ülkelere uygulanan aynı kriterler temelinde Birliğe katılması mukadder bir aday ülkedir" denmesine rağmen, öteki ülkelerin hiç birindin istenmeyen kriterler Türkiye'den istendi. Türkiye'den çok daha sonra müracaat edenler AB'ye alındı. Siyasî ve iktisadî olarak Türkiye'den çok daha kötü durumda olan ülkeler (Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan, Çekya, Slovenya, Slovakya) alındı, Türkiye alınmadı!.. Niye?? Türkiye MÜSLÜMAN bir ülke!.. TÜRKİYE AVRUPA BİRLİĞİ'NİN TEK LOKMADA YUTAMIYACAĞI KADAR BÜYÜK BİR ÜLKE!.. 

Yine 8 Kasım 2000 günü Ankara DGM Başsavcılığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen bir operasyonla, Türkiye'ye kaçak et getiren bir şebeke çökertildi. 500 ton kaçak et yakalandı. Aralarında İnter Gıda firmasının sahibi İshak Romano ve DTP Genel İdare Kurulu üyesi Orhan Keçeli'nin oğlu Engin Keçeli'nin de bulunduğu 24 kişi gözaltına alındı. Şebeke "İşleyip satacağız" diye yurda soktukları bufalo etlerini iç piyasada satıp 5 yılda 500 trilyonluk vurgun yapmıştı. Bu yüzden "Bufalo Operasyonu" diye bilinir... Aslında bufalo mandayla öküz arası eti yenir, doğada beslenen bir hayvandır. Eğer o ad ile ithal edilip ucuza satılsa idi, böyle bir yolsuzluk olmazdı. Bugün bile ithali yapılıp halka ucuz et yedirilebilir. 

İnter Gıda, Milko, Yaman, Mar-Nak adlı şirketler, Çukurova Gümrükleme Şirketi aracılığıyla 5 yıl önce Hindistan, Avustralya ve ABD'den "Bufalo" ve "çift hörgüçlü öküz" eti ithal etmeye başladı. Mersin ve Mardin'deki "serbest bölge"lere getirilen bu etlerin Azerbaycan gibi ülkelere ihraç edileceğini bildiren şirket yetkilileri, Türkiye'yi transit konumda gösterdi. Ancak, şirket, bazı gümrükçülerin de yardımıyla, binlerce ton bufalo etini iç piyasaya sürdü. Şebeke, bu kaçakçılık sonucunda 500 trilyonluk vurgun gerçekleştirdi. 

Bufalo operasyonu, 3 ay önce İçişleri Bakanı Saadettin Tantan'a gelen bir ihbar üzerine başlatılmıştı. Tantan, şebekenin çökertilmesi için bir komisyon kurulmasına karar verdi. Komisyonda İçişleri Bakanlığı ve Mülkiye başmüfettişlerinin yanısıra Gümrük Müsteşarlığı müfettişleri ile Emniyet Genel Müdürlüğü yetkilileri de görev aldılar. Tantan, "Bufalo Operasyonu"nun tüyosunu, her zamanki gibi, ilginç sözleri ile basın mensuplarına yemekte "Yediğiniz ete dikkat edin," diye takılarak vermişti. Bu laf üzerine gazetecilerin, "Hayırdır, Sayın Bakan... Bu defa da et operasyonu mu yapacaksınız?" sorusuna, kaçamak cevap veren Tantan, "Bilemem... Siz yine de yediğiniz etlere dikkat edin" demişti. 

Savcı Talat Şalk'ın koordinesinde harekete geçen polisler, 3 ay boyunca şebekenin elebaşı İshak Romano'yu takibe aldı. Çete üyelerinin adresleri, kimlerle görüştükleri tek tek belirlendi. 

Daha sonra, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi bünyesinde 6 ekip kuruldu. Ekiplere, 8 Kasım'da saat 14.30'da, "Harekete geç" emri verildi. İstanbul, Ankara, İçel, Antalya, Bursa ve Mardin'de yapılan operasyonlarda 23 kişi yakalandı. İstanbul'daki ekip, İshak Romanov ile Engin Keçeli'yi ilk önce İstanbul Mali Şube'de sorguladı. Daha sonda Romano ve Keçeli, diğer illerde yakalanan şebeke üyeleri gibi Ankara'ya gönderildi. Gözaltına alınanlar arasında Ramano'nun sekreterliğini yapan 3 kadının da olduğu öğrenildi. Mersin Serbest Bölge'de faaliyet gösteren Milko Gıda Tekstil, İnter Gıda Tekstil, Yaman Soğuk Hava Deposu ve Çukurova Gümrükleme'nin evraklarına el kondu. 

Mersin'de yakalananların Milko Şirketi Müdürü Ünsal Güngör, ortakları Müslüm Koçak ve Orhan Nesibi Aksüt, Çukurova Gümrükleme ve Yaman Soğuk Hava Deposu ortakları Aydın Coşkun, Rüçhan Bozdik, Ergün Akdeniz, Azmi Şahan, Sabahattin Dikiciler ve Metin Akkutan; Mardin'dekinin ise Şaban Çelik adlı gümrük komisyoncusu olduğu belirtildi. "Bufalo" etlerinin yurt genelinde market ve kasaplarda yerli et olarak satıldığı belirlendi. 

Dava 7 yıl sürdü. 17 Ocak 2007'de Ankara 11. Ağır Ceeza Mahkemesi İshak Romano'yu 3 yıl 20 gün hapis cezasına çarptırdı. Mankeme; sanıklar Ünsal Güngör, Cem Birim, Müslüm Koçak, Serpil Kotan, Ömer Faruk Kamaç hakkında 'suç işlemek için kurulan teşekküle üye olmak ve resmi evrakta sahtecilik' suçlarından 2'şer yıl 9'ar ay 10'ar gün hapis cezası verdi. Sanık Yakup Rakıcıoğlu hakkında 'resmî evrakta sahtecilik' suçundan 1 yıl 11 ay 10 gün hapis cezası vererek cezaları erteleyen mahkeme, sanıklar Sevda Öktem Karaca, İbrahim Aras, Cemil Güzelik, Argun Özdemir, Mustafa Murt, Şaban Çevik, Mahmut Aslan, Alican Koçoğlu, Abdullah Kırcali, Özkan Ergin, Hüsamettin Öner, İsmail Mert, Kemal Erdoğan, Kenan Taşkentli, Hasan Hüseyin Atıl, Yusuf Yıldız, Maruf Kaynak, Hüseyin Kantar ve Adil Hortoğlu hakkında ise 'suç işlemek için kurulan teşekküle üye olmak' suçlarından 5'er ay hapis cezası verdi. Mahkeme daha sonra bu sanıklara verilen hapis cezalarını 450'şer YTL'ye çevirerek erteledi. Peki, bu heriflerin yolsuzluktan içettikleri paralar ne oldu?.. Hâkim gene bir bardak su koydu masaya, "soğuktur, buyurun, için," dedi. 

Yine 8 Kasım'da IMF Türkiye Masası Şefi Carlo Cottarelli, 2001’de 7 milyar dolar gelir gelmesi hedeflenen özelleştirme uygulamalarındaki çokbaşlılığı eleştirdi. 

12 Kasım 2000 tarihinde İç Ege Tekstil Sanayi ve Dış Ticaret Şirketi'nin sahibi Gürcan Güngören Yalova'da Ahmet Toprak sahte kimliğiyle Kanada'ya kaçma hazırlığındayken ele geçirildi. Güngören "Balina Operasyonu" çerçevesinde aylardır aranıyordu. 

Yine 12 Kasım'da Mesut Yılmaz, Almanya Başbakanı'nın 'AB'nin Hristiyan Kulubü olmadığı' yönündeki sözlerine güvenmek istiyorum" dedi. Güvenemezsin, çünkü gerçekten bir Hıristiyan Klubü!.. 

13 Kasım'da Ankara 2 No'lu DGM, "Halkın yararlanmasına sunulmuş Varan Otobüsü'nü silah ile kaçırdıkları" gerekçesiyle haklarında dava açılan 3 sanığı, 101 yıl 8'er ay ağır hapis cezasına mahkûm etti. Mahkeme, daha sonra sanıkların cezalarını 36'şar yıl ağır hapse çevirdi. 

Yine 13 Kasım'da Bergama'da siyanürle altın çıkarma yöntemine karşı çıkan köylüler, alınmaya başlanan yasal izin ve onayları protesto amacıyla Çanakkale'ye doğru yürüyüşe başladı... Türkiye'deki altın Alman, Kanada ve Amerikan firmalarını birbirine düşürdü. Bergama köylüleri de buna âlet oldu. Konu hakkında kitap yazan Necip Hablemitoğlu Alman ajanlar tarafından öldürüldü, suç gene dincilere atıldı. 

Yine 13 Kasım'da Egebank'ın eski sahibi olan Bayraktar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Bayraktar, oğlu Mehmet Bayraktar, İhlas Sigorta'nın müdürü Ayhan Apak, arkasından Ali Balkaner gözaltına alındı. Her gün başka bir ünlü işadamı Kasırga Operasyonu kapsamında gözaltına alınmaya başladı. 

14 Kasım'da Egebank soruşturması kapsamında, bankanın eski genel müdürü Şükrü Esat Erkuş ile eski genel müdür yardımcısı Ali Ertunç Yalçın'ın da aralarında bulunduğu 11 kişi gözlem altına alındı. İstanbul DGM Cumhuriyet Savcılığı, bankanın eski yönetim kurulu üyesi Aydoğan Semizer hakkında ''yakalama emri'' çıkardı. 

Kasırga Operasyonu'na Sabah Gazetesi eski yazarı Rauf Tamer'in de ismi karıştı. Bir gazetecinin iş takibi için kurye aracılığıyla 1 milyon dolar aldığı söylentileri kısa sürede yayıldı ve kısa süre sonra o kişinin Rauf Tamer olduğu söylendi. Kendini savunan Tamer "aklanıncaya kadar yazmayacağım" diyerek Sabah Gazetesi'nden ayrıldı. Bu arada işadamı Mete Has "Ben Rauf Tamer'in evindeyken içinde 650 bin dolar olan çanta bana geldi, ben teslim aldım" dediyse de, Murat Demirel'in koruması Ender Keskin'in DGM'deki ifadesinde tersini söylüyordu. Keskin ifadesinde şöyle dedi: 

- "Bana çantayı ve adresi Murat Demirel'in sekreteri Yasemin Altıparmak verdi. Çantayı Rauf Tamer'e teslim etmemi istedi. Ayrıca 'Çok dikkatli ol' diye de tembih etti. Ben de olay günü çantayı Rauf Tamer'in evine götürdüm. Kendisi evde yoktu. Kapıyı bir hanım açtı. Rauf Bey'i istedim, evde yokmuş. Çantayı kapıyı bana açan hanıma bıraktım."  

 Dört aşamalı operasyon Egebank soruşturmasıyla başlayan Kasırga Operasyonu diğer bankaları içine alarak genişletildi. Öyle ki artık içinden çıkılmaz bir hal alan operasyon Kasırga 1, Kasırga 2, Kasırga 3, Kasırga 4 olarak adlandırılarak her defasında masaya başka bir yolsuzluk iddiası yatırıldı. Buna göre: 

Kasırga 1- Egebank soruşturması: Eski sahibi Murat Demirel. Dört farklı yöntemle bankanın içi boşaltıldı. 54 kişi gözaltına alındı, 22 kişi tutuklandı. Yolsuzluğun boyutu 750 trilyon idi. 

Kasırga 2- Sümerbank soruşturması: Eski sahibi Hayyam Garipoğlu. Sümerbank Efektif Off-Shore hesaplarında toplanan paralar banka personeline baskı yapılarak yurtdışında kurulan paravan şirketlere aktarıldı. 35 kişi gözaltına alındı, 11 kişi tutuklandı. Yolsuzluğun boyutu 750 trilyon idi. 

Kasırga 3- Yurtbank soruşturması: Eski sahibi Ali Avni Balkaner. Yurtbank-Yurt Security off-shore hesaplarında toplanan paralar yurtdışında kurulan paravan şirketlere transfer edildi. 19 kişi gözaltına alındı, 7 kişi tutuklandı. Yolsuzluğun boyutu 400 trilyon idi. 

Kasırga 4- Bank Ekspres soruşturması: Eski sahibi Korkmaz Yiğit. Toplam 20 kişi gözaltına alındı, 17 kişi tutuklandı. Yolsuzluğun boyutu 300 trilyon idi. 

Yolsuzluğa adı karışanlar: 


 Kasırga 1: Egebank'ın eski sahibi Yahya Murat Demirel'in ile birlikte bankanin pek çok yöneticisi ve yolsuzluğa karışan yakın arkadaşları tutuklandı. Demirel'in sağ kolu Gökalp Baştürk, kasası Şaban Ayhan Tatlıgil, akıl hocası Hakan Ferhatoğlu'nun yanısıra Egebank yöneticilerinden Aydoğan Semizer, Sevtap Arslan, Ümit Öndeş, Şükrü Esat Erkuş, Hüsnü Barboros Olcay, Emine Mehtap Ceylan, Ali Süha Paya ile Universal Yatırım Holding A.Ş.'nin personel müdürü Turan Turanoğlu, Cenajans Grey Yönetim Kurulu Başkanı Nail Keçili tutuklandı. Egebank soruşturmasında adı geçen ve gözaltına alınanlar ise Demirel'in kardeşi Neslihan Demirel, avukatı Suat Çelebi, Berdan Tekstil'in sahibi Muhteşem Ekenler, Egebank'ın eski sahibi Hüseyin Bayraktar, banka yöneticileri Özcan Tangu, Ali Ertunç Yalçın, Ayhan Apak, Aydın Dündar, Tuğrul Aladağ, Abdüllatif Yoldüz, Mehmet Karakaş ve Cemal Birol Meral... Kasırga Operasyonu soruşturma dosyası, Ankara DGM Cumhuriyet Savcısı Nuh Mete Yüksel'in yetkisizlik kararıyla İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmişti. 

Savcı Nuh Mete Yüksel, Demirel'in KKTC'de kurulan Egebank Off-Shore Ltd'ye ait işlemlerle 84 milyon dolar para hortumladığını vurguladı. Yüksel, yetkisizlik kararında şu ifadelere yer verdi: 

- "Murat Demirel, Egebank'tan paravan şirketlerine usulsüz krediler aktarmış, ancak bu yol kamu denetimine açık olduğundan off-shore yoluna başvurmuştur. KKTC'de kurulan Egebank Off-Shore Ltd'ye ait işlemler Egebank personeli tarafından İstanbul'da yürütülmüştür. Demirel ve diğer banka yöneticileri şube müdürlerine off-shore mevduatı toplamaları için baskı yapmışlardır. Hedeflerini tutturanları primlerlerle ödüllendirmişlerdir. Müşterilere ise off-shore hesapların Egebank'ın güvencesi altında olduğu teminatı verilmiştir. Bu sistemle bankaya el konulmadan önce 84 milyon dolar toplanmıştı. " 

- "Bankaya el konulmasaydı off-shore'da toplanan paranın 134 milyon dolara ulaşması hedefleniyordu. Toplanan paranın 73 milyon doları kredi olarak kullandırılmıştır. Kalan 11.9 milyon dolar repo olarak kullanılmış ve bankaya el konulmadan önce yapılan ödemelerle tüketilmiştir. Bu yüzden paralarını off-shore hesaplarına yatıran vatandaşlar mağdur edilmiştir. Egebank Off-Shore tarafından kredi kullandırılan 73 milyon dolardan 35 milyon doları, Demirel'in arkadaşı Gökalp Baştürk'ün kiraladığı Virjin Adaları'ndaki Yonni ve Dina şirketlerine yatırılmıştır."  

Savcı Yüksel, yetkisizlik kararında off-shore hesaplarına para yatıran vatandaşların mağduriyetini Murat Demirel'in karşılaması gerektiğini kaydetti. Yüksel, 

-  ""Bankaya el konulduktan sonra devlet güvencesi dışında olan bu paralar vatandaşlara ödenmemiştir. Dolandırıcılık suçunu oluşturan bu fiil nedeniyle Demirel ve şirketleri vatandaşlara bu paraları ödeyerek onların mağduriyetlerini giderebilir," 

dedi. 

 "Dava ne durumda?" derseniz, 14 Aralık 2011 tarihindeki duruşmada kalan tek tutuklu sanık olan Çöpçüler Kralı lakaplı A.Aziz Yıldız Temizlik firması sahibi A.Aziz Yıldız, tahliye edilince Antalya Havalimanı’nda davul ve zurnalarla krallar gibi karşılanmıştı. "Kasırga 1" veya "Yeğen Demirel" davasının neticesi ne oldu?.. Çok şükür, 17 Mayıs 2012'de Yargıtay Mason Süleyman Demirel'in üçkâğıtçı yeğeni Yahya Murat Demirel'in 17 yıl hapis cezasını tasdik etti. 58 bin lirada para cezası verildi ki, devede kulak!.. Murat Demirel'in götürdüklerinin yanında hiç sayılır!.. 

Kasırga 2 olarak adlandırılan Sümerbank'la ilgili soruşturmada ise bankanın eski sahibi Hayyam Garipoğlu ile Nizam Garipoğlu, Nida Garipoğlu, Kasım Burhan Taştan, Murat Yüksel, Faruk Ünal, Tuğrul Hüseyin Mataracı, Metin Berk, Ali Aydın, Bülent Gökhan Günay, Cem Feridun Yeşil, Osman Karabağ, Cengiz Biçer, Nadir Naseh, Cavit Çağlar, Orhan Aslıtürk, Yavuz Zeytinoğlu tutuklandı. 

Sümerbank Davası'nda mahkeme, 1 Haziran 2005 tarihinde verdiği kararda Hayyam Garipoğlu'nu, "zimmet" suçundan 20 yıl, "nitelikli dolandırıcılık" suçundan da 7 yıl 3 ay 15 gün hapis cezasına çarptırmıştı. Ancak Yargıtay kararı bozdu. 19 Şubat 2013 günkü mahkemede duruşma tekrar başladı, Hayyam Garipoğlu için tutuklama kararı  çıktı. Dava sürüyor. 

Kasırga 3: Yurtbank soruşturmasında ise bankanın eski sahibi Ali Avni Balkaner, Engin Aras, Süleyman Ekiz, Mustafa Nihat Yurdadök, Bayram Eser, Özcan Kaşlıoğlu tutuklandı... Sadettin Tantan olmasaymış, biz ne yapar mışız??? 

15 Kasım'da kamuoyunda "Manisalı Gençler Davası"  olarak bilinen davada yargılanan gençler e işkence yaptıkları iddia edilen ve 2 kez beraat eden sanık 10 polis, 5 yıl ile 10 yıl 10 ay arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı. Bu gençler "Dev-Genç adlı örgütün "Dev-Lis" kısmının talimatıyla eylemlere karışmıştı. Medya kasıtlı olarak olayı baştan itibaren çarpıtmış, Devlet aleyhine kullanmıştı. Gençlerin beraatini talep eden Savcı Ahmet Birsen, emekli olduktan bir süre sonra intihar etti. 

16 Kasım'da Kürttçü şarkıcı Ahmet Kaya Paris'te geçirdiği kalp krizi sonucu öldü. 18 Kasım'da toprağa verildi. 

20 Kasım'da Bergamalı köylülerin, 13 Kasım tarihinde Ovacık köyünden, siyanürle altın aranmasını protesto için başlattıkları ve "Kuvayı Milliye" adını verdikleri Bergama-Çanakkale yürüyüşleri sona erdi. 

Yine 20 Kasım'da, 20 Ekim Günü ,18 cezaevinde 865 tutuklu ve hükümlünün başladığı açlık grevleri bugün ölüm orucuna dönüştürüldü. Ama bu arada bir ay geçmesine rağmen, mahkûmların sağlıklarının hiç bozulmadığı, bazılarının kilo bile aldığı görüldü. Açlık grevleri F Tipi cezaevleri protestosu idi. 

21 Kasım'da terör örgütü Hizbullah üyesi 3 kişiden birine ömür boyu, diğer 2 sanığa ise 3 ile 13 yıl arasında değişen ağır hapis cezası verildi. Yine aynı gün Deprem Vergisi  Kanunu çıkarıldı. 

22 Kasım'da Yurtbank'a ilişkin soruşturma kapsamında İstanbul DGM'ye çıkarılan bankanın eski sahibi Ali Avni Balkaner'in de aralarında bulunduğu 7 kişi tutuklandı. 

Ayrıca Marmara Depremi'nde, Çınarcık'ta yaptığı binaların yıkılması sonucu 280 kişinin ölümüne neden olduğu gerekçesiyle yargılanan müteahhit Veli Göçer, karşılıksız çek vermek suçundan 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. 

23 Kasım'da Sümerbank soruşturması kapsamında hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkarılan, bankanın eski genel müdürü Cengiz Biçer, İstanbul'da yakalandı. 

Ayrıca eski Sivil Havacılık Genel Müdürü Mustafa Sermet Ünel, ''Yapılmaması gereken bir işin yapılması için rüşvet aldığı'' gerekçesiyle 7 yıl, Gül Havacılık İşletmesi Genel Müdürü Alaattin Özdemir de ''rüşvet vermek'' suçundan 3 yıl 4 ay ağır hapse mahkum edildi. 

25 Kasım'da Adalet Bakanlığı, cezaevlerinde başlanan açlık grevine 805, ölüm orucuna da 57 kişinin katıldığını açıkladı... Militan liderler tarafından zorla aç bırakılanlar hariç, açlık grevleri hiç bir zaman gerçek değildir. Gündüz aç gibi duranlar, gece bol bol tıkınırlar. Bu yüzden 100-150 gün süren (!) açlık grevleri vardır. Halbuki İngiltere'de İRA militanlarının ikişerli girdikleri açlık grevinde 60 günden sonra ölümler başlamıştı. 

28 Kasım'da sahte altın dolandırıcılığı olayını soruşturan Mali Şube ekipleri, organizatör Hasan Bora ile birlikte 8 kişiyi gözaltına aldı. 

1 Aralık'ta "Duman Operasyonu" adı verilen operasyon çerçevesinde Çin'den getirildiği belirtilen 3,5 trilyon lira değerindeki kaçak sigara, iç piyasaya dağıtılırken ele geçirildi. Aynı gün Şili'de mahkeme eski diktatör Augusto Pinochet'nin tutuklanmasına karar verdi.... Bizimkiler de "Kenan Evren de tutuklanabilir" hevesine kapıldılar. 

4 Aralık'ta Yatağan Termik Santrali'nde üretim durduruldu. Santral filtresiz çalıştırıldığı için Yatağan halkını zehirliyordu... Bunca iktidar gelip geçmiş, hiçbiri bu santrale filtre koydurmayı düşünmemişti! 

7 Aralık'ta Genelkurmay Başkanlığı, Kürtçe televizyon konusundaki açıklamaları, "başta Kürtçe eğitim ve yayın olmak üzere, son günlerde yapılan girişimleri, PKK'nın siyasallaşma çabaları" olarak nitelendirdi... Ne var ki, AKP Hükûmeti zamanında, 2008 yılında TRT-Şeş (şeş Farsça bir kelimedir, Kürtler de, biz de kullanırız, bilhassa tavlada "dü-şeş" iki 6, yani 6-6 demektir) açıldı, 24 saat aralıksız "Kürtçe" yayın yapmaya başladı. Hem de bölücü Kürt televizyonu Roj TV günde 4-6 saat TÜRKÇE yayın yaparken! 

7 Aralık 2000 tarihinde, sisli bir günde Ankara, Çankırı ve İstanbul'da aynı anda bir operasyon başladı. İstanbul Holding ve Ankara Holding'e yönelik düzenlenen operasyonda aralarında İstanbul Holding'in sahibi Selahattin Diker'in de bulunduğu 14 kişi gözaltına alındı. Sisli günden dolayı bu operasyona "Sis Operasyonu" adı verildi. 

Adı geçen holdinglerin Devlet'in şeker fabrikalarından 'yurtdışına ihraç edeceğiz' diyerek düşük fiyatla aldıkları şekerleri, sahte belgelerle ihraç edilmiş göstererek iç piyasaya sürdükleri belirlenmişti. Bunun yanısıra hayalî şeker ihracatçılığıyla Ankara ve Çankırı'daki vergi dairelerinden trilyonlarca liralık KDV ve teşvik primi alınarak ikinci bir vurgun daha gerçekleştirildiği ortaya çıktı. 

Sanıklarının sorgulamalarının ardından yolsuzluğun bir ucunun da Kasırga Operasyonu'nun kahramanı Murat Demirel'e uzandığı anlaşıldı. İstanbul Holding ve Ankara Holding'in yöneticileri naylon faturalarla, Egebank'ın eski sahibi Mason Süleyman Demirel'in has yeğeni Murat Demirel'in 55 milyon dolarlık fatura açığını kapatmasına yardımcı olmuşlardı!.. 

"Sis Operasyonu" kapsamında Selahattin Diker, Orhan Tatlı, Şevki Eren, Birol Çetin, Erdal Türedi, Mehmet Alakaş "Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu'na muhalefet" ile "sahtecilik ve hayalÎ ihracat" suçlarından tutukladılar. Davanın neticesi belli değil. 

8 Aralık'ta "Rahşan Affı" diye bilinen ''Şartla Salıverilme'' yasa tasarısı TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi. 

9 Aralık'ta Cezaevlerinde açlık grevi yapan tutuklu ve hükümlü yakınları Türkiye genelinde protesto gösterisi yaptı. Gösterilerde, İstanbul'da 100, İzmir'de 43, Eskişehir'de ise 44 kişi gözaltına alındı. 

10 Aralık'ta İstanbul Okmeydanı'nda, 4 yasadışı örgüt üyesi ile polis arasında çıkan çatışmada, örgüt üyesi bir kişi öldü. 

11 Aralık'ta İstanbul Gaziosmanpaşa'da Çevik Kuvvet otobüsüne düzenlenen silahlı saldırıda 2 polis şehit oldu, 11 polis yaralandı. 

Ayrıca Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi Başkanı Silvia Casala ve Komite İcra Sekreteri Traver Stevens, bir grup tutuklunun "ölüm orucu" eylemi yaptığı Bayrampaşa Cezaevi'nde incelemelerde bulundu... Nedense gavurlar bizim kurumlarımıza, hapishanelerimize girer, teftiş ederler. Biz ise onların kurumlarına, hapishanelerine girip kendi vatandaşlarımızı bile ziyaret edemeyiz. Hep aşağılık duygusu ile mâlûl hükûmetler yüzünden! 

Yine 11 Aralık'ta Yurtbank soruşturması kapsamında tutuklu bulunan bankanın eski sahibi Ali Avni Balkaner'in kardeşi Ahmet Uğur Balkaner'in de aralarında bulunduğu 7 kişi İstanbul'da gözaltında alındı. "Sis Operasyonu" kapsamında, ''hayali şeker ihracatı yaptıkları'' gerekçesiyle gözaltına alınan ve Ankara DGM'ye sevkedilen 8 kişiden 6'sı tutuklandı. 

Ali Balkaner bir süre sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Dava 10 yıl sonra sonuçlandı. 2 Haziran 2010'da Yargıtay Ali Avni Balkaner'e verilen 16 yıl 8 ay hapis ve 66 bin 666 liralık adli para cezasını tasdik etti. Kaçak olan Balkaner  1 yıl sonra İstanbul Üsküdar’daki bir alışveriş merkezinde gözaltına alınıp hapse tıkıldı. Ancak götürdükleri geri alınamadı. Yurtbank mağdurlarına ödemeyi TMSF, yani Devlet üstlendi... Böylelerinin neden 7 göbek sülalesinin mal varlığına elkonup dımdızlak bırakılmaz, anlamam! 

Yine 11 Aralık'ta Hollanda'da gerçekleştirilen geniş çaplı uyuşturucu operasyonundan elde edilen bilgiler çerçevesinde Ankara'da 4 kişi gözaltına alındı. Operasyona, ''Matador-II Operasyonu'' adı verildi. 

12 Aralık'ta Gaziosmanpaşa'da düzenlenen saldırıda ölen 2 polisin cenaze töreni dolayısıyla İstanbul Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü'ne bağlı yaklaşık 4 bin polis eylem yaptı, "Yeter artık!" diyerek yürüdü. Polisler, Bursa ve Adana'da da yürüdü. 

Ayrıca Ankara Kızılay'da F tipi cezaevi protestosunda olaylar çıktı. Adalet Bakanlığı'na yürümek isteyen F tipi protestocuları, emniyet güçleri tarafından dağıtılırken, karşıt görüşlü kürtçü bir grupla çatıştı. Taşlı, sopalı saldırılara karşı polis panzerlerle su sıktı ve havaya ateş açtı. Olaylar sonrası 66 kişi gözaltına alındı. 

13 Aralık'ta İzmir, Adana, Mersin, Gaziantep, Antalya, Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube müdürlüklerine bağlı polisler yürüyüş yaptı. Öte yandan Fatih, Bursa, Adana, Mersin ve İzmir Cumhuriyet Başsavcılıkları, protesto yürüyüşüne katılan polisler hakkında soruşturma başlatırken, Bursa'da 8, Adana'da 21 polis açığa alındı. Çevik kuvvet polislerinin yürüyüş yaptığı illerde, İçişleri Bakanlığı'nın talimatıyla başlatılan soruşturmalar kapsamında, 41 polis memuru açığa alındı. 

Aynı gün Aydın E Tipi Cezaevi'ndeki 24 hükümlü açlık grevine son verdi. 

15 Aralık'ta Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Rahşan Affı diye bilinen Şartla Salıverilme Yasası'nı bir kere daha görüşülmek üzere iade etti. 

17 Aralık'ta Mehmet Ali Ağca, Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada, 2 gasp suçundan toplam 36 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste kaldığı süre ve iyi hali gözetilen Ağca'nın cezası, 1991 yılında çıkarılan "Şartla Salıverme"den de yararlandırılarak 7 yıl 2 aya indirildi. 

Aynı gün Beylikdüzü McDonald's önünde mendil satan 10 yaşındaki Leyla Alkış'ı derin dondurucuya kapatarak, "hürriyetini tahdit ettikleri" iddiasıyla tutuklu yargılanan İnan Ünal ve 17 yaşındaki V.B. cezaevinde kaldıkları süre gözönüne alınarak tahliye edildi... Ben de bunu anlamam!.. 18 yaşından küçük suç işleyenler "suçlu" sayılmaz. Adları gizlenir. Peki, onların mağdur ettikleri ne olacak?.. Üstelik suçlunun adını gizleyerek onlara karşı kendini savunma imkânını da ortadan kaldırmıyor musun?.. Şu ahlâken çökmüş Amerika'da bile bir mahalleye sübyancı biri taşındı mı, polis afişler ile mahalle sâkinlerini "Dikkatli olun, çocuklarınızı koruyun," diye uyarır! Biz ise suçlu gençleri gizlediğimiz bir yana, Rahşan Affı ile azılı cânileri bile sokağa salarız! 

Yine 17 Aralık'ta Ankara DGM Cumhuriyet Savcısı Talat Şalk, "Matador Operasyonu"nda yargılanan Çetinkaya’nın da aralarında Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde sorguları devam eden 15 kişinin malvarlıklarına ihtiyati tedbir konulması için dün Ankara 2 No’lu DGM Yedek Hâkimliği’ne başvurdu. Başvuruyu değerlendiren 2 No’lu DGM Yedek Hâkimi Ramazan Aksan, Çetinkaya ve 14 kişinin malvarlıklarına ihtiyatî tedbir konulmasını kararlaştırdı. Örfi Çetinkaya 100 milyar lira kefaletle tahliye edildi. Örfi Çetinkaya bir süre sonra kayıplara karıştı. 

Davanın sonucu mu?... 2008 yılında Yargıtay 24 yıllık hapis cezasını bozdu. Herif yeniden yargılanıyor. Sonuç belli değil! 

18 Aralık 2000’de Cumhurbaşkanı Sezer Yargıtay Başsavcılığı seçiminde 49 oy fark atan Vural Savaş’ın yerine, nedense bu makama ikinci sıradaki Sabih Kanadoğlu’nu atadı. 

19 Aralık 2000 günü "Hayata Dönüş Operasyonu" başlatıldı. Ölüm orucu ve açlık grevlerinin devam ettiği 20 cezaevine, müdahale edildi. Operasyon, sabah saat 05.00'te başladı. Operasyonun ilk gününde, Çanakkale ve Ümraniye cezaevleri hariç 18 cezaevinde eylem sona erdirildi. İçişleri Bakanlığı, "operasyon sırasında çoğu kendini yakmak suretiyle 15 tutuklu ve hükümlünün öldüğünü, 78 kişinin de yaralandığını" açıkladıysa da, olayın tamamen farklı olduğu televizyon kanallarında seyredilmişti. Dinlenen telefonlarda bir örgüt lideri hapishanedeki adamına "Biri kendini yaksın," emrini veriyor, ama kimse kendini yakmaya yanaşmadığı için "yeni"lerden bir genç kızın direğe bağlanıp üzerine kolonya dökülerek yakıldığı ekranlara yansıyordu. ibret verici bir "belgesel"  sunuyoruz. 

Daha sonra yapılan ve televizyon kanallarında gösterilen, "belgesel"  diye sunulan yayınların hiçbirinde bu "yakma" sahnesi ve "telefon konuşması" yer almadığı gibi, mahkûmları haklı gösteren uydurma iddialar yer alıyordu! Ama unutulan bir husus var: Bizim gibi belge meraklıları, o sahneleri vidyoya kaydetmiş bulunuyor!.. Saklanması, inkâr edilmesi mümkün değil! CNN-Türk'ün hazırladığı "belgesel" de, dikkatli bakınca "Kendimizi yakarız" ifadesi, duyulmakta, militan önderler tarafından direğe bağlanıp yakılan kızın, Fidan Kalşen'in mozaiklenmiş görüntüsü farkedilmektedir. Damı delmenin, duvarları yıkmanın, gaz bombası atılmasının sebebi mahkûm teröristlerin "içeri sokmayacağız" diyerek kapılardan girişi engellemeleridir. Mahkûmların iddiaları ise ihtar yapmadan ateş açıldığı, benzinli battaniyeler verildiği, gaz bombası atıldığı şeklinde idi. CNN-Türk belgeselinde ihtarın yapıldığı görülüyor... Yine de bu belgeselde dahi inanılmaz iddialar yer alıyor. Meselâ, askerlerin "av tüfeği" kullandığı öne sürülüyor! Aslında o tüfek koğuşlardan bulunan silahlardan sadece biri idi. Bu "belgesel" de de "yakılarak öldürüldükleri" öne sürülen, ancak seyredince "kendilerini tutuşturdukları", "ateşe atıldıkları" iddia edilen mahkûmlar var ki, biz bunların liderler tarafından üzerlerine kolonya dökülerek yakıldıklarını biliyoruz. Birinin de dışarı kaçtığı zaman üzerinde tutuşturulmuş olan çeketi bir an önce çıkarmaya çalıştığını da operasyon günü seyretmiştik. 

 Operasyon sonrası F tipi cezaevlerine ilk nakiller yapıldı. 

20 Aralık'ta Çanakkale ve Ümraniye Cezaevi'ndeki operasyon devam etti, ancak sonuç alınamadı. 

21 Aralık'ta Ümraniye Cezaevi'ne yapılan operasyon sona erdi. 

Aynı gün şartla salıvermeye, dava ve cezaların ertelenmesine olanak sağlayan yasa, TBMM Genel Kurulu'nda aynen, değiştirilmeden kabul edildi. Yasa aynı gün Cumhurbaşkanı Sezer tarafından onaylandı. 

4616 sayılı Şartla Salıverme ve Erteleme Yasası 23 Nisan 1999 tarihinden önce işlenen suçları kapsıyordu. Yasa çıktıktan sonra ilk planda cezaevlerindeki 23 bini aşkın tutuklu ve hükümlü aftan yararlanarak tahliye oldu. Daha sonra Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararlarıyla yasanın kapsamının genişlemesi sonucu, cezaevinden tahliye olanların sayısı 45 bini buldu Rahşan Ecevit daha sonra "Ben affı garibanlar için istedim, katiller yararlandı." demiştir. Öyle de, yasayı çıkartan kocan!.. Onu azarla! Üstelik sen kimsin ki, istiyorsun, kocan da yasa çıkartıyor! 

22 Aralık 'ta "Hayata Dönüş Operasyonu"nda güvenlik görevlilerinden 2 şehit, 4 yaralı, hükümlülerden ise 20 ölü, 102 yaralı olduğu açıklandı. 

2 Ocak 2001'de yıllık enfilasyonun % 32,7 olduğu açıklandı. Halbuki 2000 yılı için asgarî ücret % 25 arttırılmıştı. 

Yine 2 Ocak'ta İstanbul DGM Savcılığı, Bank Ekspres ile ilgili soruşturma kapsamında Korkmaz Yiğit ve 11 kişi hakkında yakalama emri çıkarttı. Yiğit, gözaltına alındı. İstanbul 1 No'lu DGM Hakimliği de Egebank soruşturması kapsamında İnterbank'ın eski sahibi Cavit Çağlar için gıyabi tutuklama kararı verdi. 

3 Ocak'ta terör Şişli Emniyet Müdürlüğü'nü kana buladı. ''Canlı bomba'', beşinci kata çıkarak, üzerindeki bombayı patlattı. Emniyet Müdürü Selçuk Tanrıverdi'nin makam şoförü Naci Canan Tuncer şehit oldu, 7 kişi yaralandı. Saldırıyı gerçekleştiren kişinin yasadışı DHKP-C örgütüne mensup Gültekin Koç olduğu bildirildi. Aynı gün 2000 yılında enfilasyonun % 39 olduğu açıklandı. Tabii inanırsanız!.. 

4 Ocak'ta Hazine, Ziraat ve Halkbank'a görev zararlarına karşılık yaklaşık 4 katrilyon lira ve 750 milyon dolarlık tahvil verdi. Enerji Bakanlığı'nda 7 üst düzey bürokrat görevden alındı... Buradaki "görev zararı" tabiri sizi aldatmasın, aslında "suistimal zararı" demek istiyorlar. Yani bu bankaların görevleri ve sahaları dışında şaibeli yeğen Yahya Murat Demirel gibi ne idüğü belirsiz kişilere milyonlarca dolar kredi vermeleri, ve bu paraların geri dönmemesi kastediliyor! 

Hazine, ayrıca dara düştüğü için yapacağı borçlanma ihalesi öncesinde, bankalara faiz konusunda uyarıda bulundu. Turkcell hakkında halka arz öncesi yatırımcıları yanılttığı gerekçesiyle ABD'de dava açıldı. 

Yine 4 Ocak 2001 günü Ray Denizcilik firmasının fırtına nedeniyle Kemer'de batan mülteci gemisinin sigorta işlemlerini yaptığı basına yansıyınca "Fırtına Operasyonu" başladı. Bir ihbarı değerlendiren Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı, Antalya Emniyet Müdürlüğü ile birlikte Ray Denizcilik Limited Şirketi'ni bir süredir takibe almış, iki ay süren takip sonucu yabancı bandıralı gemiler için ithal edilen akaryakıtın sahte belgelerle iç piyasaya sürüldüğü anlaşılmıştı. 

Kullanılan yöntem "Buffalo Operasyonu'"dakileri andırıyordu. İthal edilen akaryakıt üçüncü bir ülkeye ihraç edilmiş gibi gösterilip sahte belgelerle trilyonlarca liralık vergi iadesi alınıyordu. Aynı zamanda akaryakıt iç piyasaya maliyetinin iki katına sürülerek ikinci bir vurgun gerçekleştiriliyordu. 

Gözaltılar başladı. Kayıtdışı akaryatın bin tondan fazla olduğu söylendi. Kaçakçılığın maddî boyutu ise 100 trilyon idi. Operasyon genişledikçe M-Oil Bölünmez Petrol Şirketi'nin de yolsuzluğa karıştığı anlaşıldı. Şirket sahibi Süleyman Bölünmez ile çalışanların bir bölümü de gözaltına alındı. 

Savcılığın incelemesinde ise Ray Denizcilik sorumlusu Tayfun Yelken'in sahte beyannameler ve kaşelerle gemilere vurulan sahte mühürler hazırladığı, Antalya gümrüğündeki görevlilerin ise hayalî satışa onay vererek kaçakçılığa karıştığı ortaya çıktı. Üç üst düzey görevli, Antalya Gümrükler Başmüdürü Turan Yıldız, Serbest Bölge Gümrük Müdürü Osman Kalay ve Gümrük Muhafaza Kaçakçılık İstihbarat Müdürü Osman Peker gözaltına alındı. 

"Fırtına Yolsuzluğu"na adı karışanlar Ray Denizcilik Şirketi'nin Antalya temsilcileri Tayfun Yelken ve Dermani Yurtsever, şirketin İstanbul merkezinde çalışan Mehmet Ümit Korkut ile Serhat Bakırcı, Süleyman Bölünmez, Selami Şahin, Mustafa Akın, Cemal Yurdakul, Yücel Yurdakul, Dursun Çalışkan, Cemalettin Hancı, Celalettin Hancı, Ali Naki Eren, Bölünmez Petrol Şirketi sahibi Süleyman Bölünmez idi. 

6 Ocak'ta Eti Holding ile Şeker Fabrikaları, Çelbor ve MKEK'in bazı işletmeleri özelleştirme kapsamına alındı. Aynı gün ''Beyaz Enerji Operasyonu'' kapsamında aralarında eski Devlet Bakanı ve TEAŞ Yönetim Kurulu Üyesi Birsel Sönmez'in de bulunduğu 6 kişi gözaltına alındı. 

7 Ocak'ta Al Gore'ın kazandığı seçimde, binbir hile ile, Florida'da zencilere oy kullandırmayarak Cumhuriyetçi George W. Bush'un başkanlık seçimlerini kazandığı resmi olarak açıklandı. 

8 Ocak'ta Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zekeriya Beyaz, fakültede katıldığı toplantıda, türban konusunun tartışıldığı sırada çıkan karışıklıkta bıçaklandı. 

9 Ocak'ta eski Devlet Bakanı Yusuf Bozkurt Özal, kansere yenik düşerek hayatını kaybetti. 

10 Ocak'ta Kongo Devlet Başkanı Laurent Desire Kabila öldürüldü... Allah bilir, hangi emperyalist Batılı devletin ayağına basmıştır! 

11 Ocak'ta TAI, Airbus'un üreteceği dünyanın en uzun menzilli nakliye uçağı A-400 M'yi üretecek AMC şirketine yüzde 9 oranında ortak oldu. 

2000 yılındaki motorlu taşıt üretiminin 468 bin, satışların da 659 bin adetle rekor kırdığı, ilk kez 104 bin araç ihraç edildiği açıklandı. Ayrıca alkollü içkilerde tekel kaldırıldı. 

12 Ocak'ta Bursa Devlet Tiyatrosu'ndaki yolsuzluk iddiaları üzerine ''Birinci Perde Operasyonu'' başlatıldı. 

"Tiyatroda da yolsuzluk olur muymuş?" demeyin!.. 14 Ocak 2001'de Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Rahmi Dilligil, Kültür Bakanı İstemihen Talay'ın ani bir kararıyla açığa alındı. Sebep Devlet Tiyatrolarındaki yolsuzluktu. "1. Perde" adı verilen operasyon, Bursa Devlet Tiyatrosu'ndaki sahte fatura yolsuzluğu iddiaları üzerine Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatıyla başlatılmış, ve 5 günde tamamlanmıştı. 

Tiyatro adına sahte fatura kesildiği iddiasıyla yapılan suç duyurusundan bir gün sonra savcılık talimatıyla operasyon başlatıldı. Önce tiyatronun idare müdür vekili Hasan Acar arkasından müdür Emin Gümüşkaya ve diğer çalışanlar gözaltına alındı. Tiyatrodaki evraklara el kondu, tam 5 çuval evrak emniyete götürüldü. Faturalar incelendi, tiyatroya fatura kesen firma sahiplerinden bilgi alındı. 

Devlet Tiyatroları Genel Müdür Yardımcısı Sabri Özmener'e göre sorun faturaların kesildiği firma sahibinin faturaların kendisine ait olmadığını söylemesinden kaynaklanıyordu. Özmener, "yolsuzluk iddiasına konu malların çoğunun tiyatro deposunda olduğunu, hatta Bursa Devlet Tiyatroları'nın dolandırılmış bile olabileceğini" belirtti. Ama Bursa Emniyet Müdürü yaptığı açıklamalarda "olayın naylon ya da şişirilmiş fatura boyutlarından çıkarak yolsuzluğun ciddi olduğunu" söyledi. Bursa Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü Emin Gümüşkaya'nın tiyatroya alınmış gibi gösterilen malzemeleri villasında kullandığı iddia edildi. 

Operasyonun 3. gününde ise süpriz bir gelişme yaşandı ve Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Rahmi Dilligil gözaltına alındı. 17 Ocak'ta 1.Perde soruşturmasının tamamlandı. 

"1. Perde Yolsuzluğu"na adı karışanlar Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Rahmi Dilligil, Bursa Devlet Tiyatroları Müdürü Emin Gümüşkaya, İdare Müdür Vekili Hasan Acar, eski sayman Fatma Şengül, sayman vekili Adnan Bilgin, Levazım Şube Müdürü Lütfü Durmaz, satın alma memuru Nejdet Şengezer, marangoz Celil Salman, Ambar Müdürü Nejla Bayramoğlu ve terzi Cemil Benzeş idi... Bir de kalkar "Sanatı seviyorum" , "sanatıma dokunma" gösterileri yaparlar!.. Meğer "yolsuzluğa dokunma" demek isterlermiş! 

7 Cİ  BÖLÜMLE  DEVAM EDECEKTİR



..