Erbakan affı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erbakan affı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Nisan 2020 Cuma

Karakış-Karagünler,

Karakış-Karagünler,


Yekta Güngör Özden,
06.02.2006


  Çok kimseyi acıyla kıvrandıran kara günlerin yıl dönümleri kara kışa rastladı. Muammer Aksoy (31 Ocak 1990), Uğur Mumcu (24 Ocak 1993), 

  Necip Hablemitoğlu (23 Aralık 2002) kışın sert günlerinde aramızdan ayrıldılar. Mustafa Fehmi Kubilây 23 Aralık 1930’da gericilerin kıyımına uğramıştı. Turan Dursun 4 Eylûl 1990’da, Bahriye Üçok 6 Ekim 1990’da, Ahmet Taner Kışlalı 21 Ekim 1999’da öldürülmüştü. Abdi İpekçi 1 Şubat 1979’da. Kışa yaklaşırken ve kış çıkmadan. Bu nedenle aydınların sonsuza uğurlandıkları günleri karagün olarak anıyoruz. Hepsi yakın tanıdığımdı. Muammer Aksoy’la aynı caddede oturuyorduk. Onların apartmanı 22, bizimki 23 no.lu idi. Bürosu bizim sıramızda, yakınımızdaydı. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kuruluş toplantılarından ikincisini orda yapmıştık. 

Hemen hemen her salı bize uğrardı. O, benden sonraki Ankara Barosu başkanlarındandı, ben ondan sonraki Türk Hukuk Kurumu başkanlarından dım. Ölümünden 33 gün önce “Geleceğin Anayasa Mahkemesi Başkanı’na...” diye bana kitabını imzalamıştı. Benim yerime öldürüldüğünü sanıklardan biri duruşmada söylemişti.

Uğur Mumcu bir dergide benim için “Devrimcilerin devrimci avukatı” diye yazmıştı. Yanımda staj yapmak istedi, baronun sınırladığı sayıda stajyer olduğu için yapamadı. Baro kararıyla yürütülen bir soruşturma nedeniyle aleyhime Yeni Ortam gazetesinde yazdığı yazıları düzeltmelerle karşıladım. Ölümünden bir hafta önce öğle yemeğinde konuğumdu.

Necip Hablemitoğlu ile 2000 yılında Samsun’da bir etkinlikte karşılaştık. Öğrenciliğinde avukatlığını yaptığımı anımsatıp yanıma oturdu.
Bahriye Üçok’la Devrek Baston Festivali etkinliğine birlikte katıldık. Otobüsle gidip döndük. Mahkemede öğle yemeğine gelmişti. 1952 yılından beri tanıyordum. Eşi dersimize gelmişti, kızını küçükken Fakülte bahçesinde dolaştırmıştık, meslektaşımız olmuştu.

Ahmet Taner Kışlalı, Tokat’ın Zile ilçesi doğumluydu, ben Niksar ilçesi doğumluydum. Atatürkçü Düşünce Derneği’nde Genel Başkan yardımcımdı. 20 Ekim 1999 akşamı yanlış atılan imzaları silmemek için daksille adlarını silip imzalarının üstüne kendi adlarını yazıp toplantıdan çıkmıştım. Ayrılarken asansöre binmeyi önerdim, spor olması için merdiveni yeğlediğini söyledi. Bina kapısında selâmlaşıp iyi dileklerde bulunup ayrıldık. Bakanlığı zamanında kendisinin ve eşinin avukatıydım. Kızının nikâh tanığıydım. Birkaç yazısında benden sözetmişti.

Abdi İpekçi ile 27 Mayıs Devrimi’nin hemen ertesi günlerinde Türk Ceza Yasası’nın 280. maddesi için oluşturulan Komisyonda birlikte üyeydik. Raportör ve sözcü görevlerindeydik. Ankara Radyosu’nda toplanan Komisyonun Başkanı da sonradan Tabii Senatör olan Ahmet Yıldız’dı.

Turan Dursun, öldürülmesinden 15 gün önce Ankara’da konuğum olmuştu. O zaman Başkanvekili idim. Arabayla kente giderken Atatürk Bulvarı’ndaki TRT Binası önünde indirmemi istedi, orda bir arkadaşını görecekmiş. İsteği üzerine İstanbul adresine gönderdiğim mektubu alıp almadığını saptayamadım.
Bu değerli aydınları ve öbürlerini aramızdan alan insanlık düşmanlarının, destekçilerinin, tetikçilerinin, yandaşlarının suçlarına bilip de bilgi vermeyenler, gereğini yapmayanlar, sözlerini tutmayanlar, inanç ve ırk sömürüsüyle, çıkar güdüsüyle katılanlar da ortak olmuşlardır. Kimilerinin içtenlikli olmasının yanında kimilerinin günah çıkarmak, kimilerinin kendilerini göstermek için katıldıkları anma etkinlikleri kimseyi doyurmuyor. Devlet adına davrananlar, kaynağına inmek için çaba göstermiyor. Gidenler gittiğiyle, yakınları ve sevenleri de acılarıyla baş başa kalıyor. Nedense değerbilir toplum ve kişiler değiliz. Böyle olsaydı, her şeyden ve herkesten önce Atatürk’ün değerini bilirdik. Duyurulara, iletilere, yazılara, konuşmalara bakmayınız. Öldüğü güne kadar konuşmadıkları, unuttukları, arkasından söylemediklerini bırakmadıkları kişileri övüyor, cenaze törenine, anma toplantısına koşuyorlar. Karşılaşıp çatıştıkları, tutumundan zarar gördükleri insanın yandaşlarını yanlarına çekmek için hiçbir şey olmamış gibi yakınlık gösteriyorlar. Gidenin aykırı ve çelişkili davranışlarını unutup unutturuyorlar. İkiyüzlülük, maskaralık ölçüsünde duygu sömürüsü. Değerler değersiz, değersizler değerli oluyor. Ölümlere bile siyaset karıştırılıyor. Oysa, bilenler kimin ne olduğunun ayırdın da. Gülerek, tiksinerek izliyorlar. Önemli ulusal ve toplumsal sorunlar kişisel gelgitler nedeniyle gözardı ediliyor, gündemi amaçlı biçimde değiştirenlerin atı Üsküdar’ı geçiyor.
Mahkemelerin geri çevirdiği salıvermeleri Savcı sağlıyor. Cezalıya devlet yardımı yapılıyor. Türkiye’de suçlular korunuyor, zarar görenler yoruluyor.

Dış Olaylar

Doğalgaz kısıntısı kapıdan döndü ama yarınlarda yine olabilir. Bağımlılık, sağlıksız ilişkiler umulmadık zamanda güçlük yaratabilir, ansızın bastırabilir.
Filistin’de Hamas’ın çoğunluk kazanması Ortadoğu barışını büsbütün tehlikeye sokmuştur.

İngiltere Dışişleri Bakanı’nın Kıbrıs ve Ankara ziyaretleri bilinen İngiliz diplomasisinin yeni oyunlarının başlangıcıdır. Türkiye’yi oyalayıp avutup rumların açılımına yeni kolaylıklar getireceklerdir. Türkiye adına yeni olduğu söylenip yinelenin öneriler Kıbrıs’ın tümüyle elden gitmesinin kamuoyuna sindirilmesi amaçlıdır.

Rusya Devlet Başkanı Putin 24.01.2006’da Moskova’yı ziyaret eden Güney Kıbrıs lideri Papadopulos’a destek sözü verdi. Türkiye limanları açmak için öneride bulunuyor.

Davos’ta “Beyin fırtınası toplantısı” yapılıyormuş. Uluslararası güçlerin yönlendirme, etkileme, kullanma görüşmeleri. Beyni dincilikle katılaşmış kimselerin beyin fırtınasındaki yeri ne olabilir? Irak’taki durumun beyinle, akılla ilgisi var mı? Beyni sarıklı, kavuklu ve değişik örtülüler ne olabilir, ne yapabilir? Gösteri, sükse o kadar. Almak yok, vermek var. Etkilenmekten öte esir olmak var. Çağdışı görünümlerde Davos’ta Türkiye’nin yanlış tanıtılması, öncekinden geriye gidildiği kanısının yayılması ayrı.

Belçika’nın, Danimarka’nın dostluğa, hukuka aykırı tutumları sürüyor. AB üyeliği için ayrıcalıklı ortaklık önerileri geliştiriliyor. İran’ın nükleer direnmesi de sürüyor. Daha nice olumsuzluklar birbirini izliyor, birbirine ekleniyor.
Değinmekle yetinelim

Yasalardan kaynaklanan salıverme olaylarının sorumluları daha çok siyasetçilerdir. Dosyalar iyi incelense suçluları yararlandıracak kararlar, işlemler, itiraz ve temyiz edilmeyerek kesinlik kazanmış olumsuzluklarla karşılaşılabilir. Milliyetçi geçinen ırkçıların gösterisi, dindar geçinen köktendincilerin tutumuyla örtüşüyor. Bayrağı yersiz ve gereksiz kullanmak da bayrağa saygısızlıktır.
Sıkmabaş-bohçabaşın köktendinci anlayışın simgesi olarak kullanıldığını bile bile “Kendini ifade özgürlüğü” diye savunan sözde aydınların tutumu da böyle. Çoğumuz Lozan Barış Antlaşması’yla tüm sorunların bittiğini sanarak aldandık. İçerdeki cumhuriyet düşmanları ile dışardaki Türkiye düşmanları boş durmadılar, durmuyorlar. Sapkınlar işgalde ezilseler, dikta altında sürünseler, savaşta kıyıma uğrasalar, şeriatta boğulsalar, yokluk çekseler, öbür müslüman çoğunluklu ülkeleri görseler Atatürk’ün değerini bilirlerdi.

Aydınlar doğru dürüst demokrasiyi savunamıyor, sağlayamıyor, gericiler şeriat düzenini yavaş yavaş oluşturuyor. Değişik konulu çirkin oluşumlardan insan, yurttaş, öğretmen, hukukçu olarak utanmamak olanaksız.

AB bizi askerimiz için istiyordu. Avuçlarına sığmayacak duruma gelince ondan da vazgeçtiler, istemediklerini açıklamaya başladılar.

Kendi işlerine geldiği için Avrupalıların kimi yazarların dâvalarına elatmalarını ibretle izledik. Bir yazarın dâvasının düşürülmesi danışıklı dövüş gibi. Bakanlığın oluruna bağlı ise olur verilmemiş oluyor, değilse dâvanın yürütülmesi gerekiyor. Yargıçlarına güvenmeyen hukuk devleti olamaz. İlke korunur, uygulama yargıçların yorumuna ve değerlendirmesine bırakılır. Yanlışlık varsa temyiz organları gereğini yapar. Ama kimilerini kurtarıp Avrupa’ya yaranmak için yarınlarda geniş ve önlenemez açılımları olacak değişik saldırılara olanak verecek biçimde kurallarla oynanamaz.

Siyasal iktidar her yeri ele geçirmek, kadrolaşmayı tüm kurum ve kuruluşlarda gerçekleştirmek için her şeyi yapıyor. Futbol Federasyonu seçimlerinden sonra karışanları lekeleyecek biçimde Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu seçimlerine elattılar. Genel Kurulu engelleyip kayyuma teslim ederek kendi adamlarını yerleştirme kurnazlıkları yargı kararıyla geçersiz kaldı. Baro seçimlerinde akçalı destek görenlerin, ırkçı ve köktendincilerin, bölücü ve yıkıcıların nasıl birleşip neler yaptıklarını zamanı gelince göreceğiz. İktidarın politikayı futbola soktuğu yazıldı, çizildi. Siyaseti dine, dini siyasete, hatta herşeye sokanlar futbola sokmaz mı? Sanata sokmadılar mı?

Hukuk düzenlemeleri de bilim, düşün, sanat, spor adamlarından çok siyasetçiler ve suçlular yararına çıkarıldı, çıkarılıyor. Çoğu kof, cılız, yapay (ne derseniz deyiniz) siyasetçilerin kendileriyle yandaşlarının çıkarları için değerlere kıyma ve kıydırma eylemlerinin ürünüdür.

Prim affı, 
Vergi affı, 
Borç affı, 
Faiz affı, 
İmar affı, 
Orman affı, 
Öğrenci affı, 
Türban affı, 
Rahşan affı, 
Ecevit affı, 
Erbakan affı ve daha başkaları, şimdi de 
Unakıtan için villa affı.

Bir de parti değiştirme ödülü var. Muğla Dalyan Belediye Başkanı Doğru Yol Partisi’nden ayrılıp AKP’ye geçince plâj Belediyeye veriliyor. Bayanların başaçık ve erkeklerle namaz kılmaları gürültü kopardı. Yenileşme ve uygarlaşma karşıtları bağnazlıklarını açıklamalarıyla yansıttılar. Nelerle uğraşılıyor...
Partizanlık durmuyor. Kıbrıs’ı gözden çıkaranların, “Kazandık, başardık” yalanlarını partililer alkışlıyor. Hele belediyelerde çalışmasalar, vakıflar kullanılmasa idi kimi parti liderleri mal varlıklarının boyutunu nasıl sağlarlardı?
“Ne mutlu Türk’üm diyene” özdeyişini söylemeyi “hitlercilik”le suçlayan birini “Kürt aydını” diye öven yazı ilerici ve Atatürkçü sanılan gazetede yayımlanabiliyor. Yandaşlıkla gerçekler nasıl da örtülüp saptırılıyor. Tıpkı kimi ölümlerde kimi ölenler için olduğu gibi. Etkinliklerde Atatürkçülüğü, lâikliği, milliyetçiliği, solculuğu, insan haklarını, demokrasiyi, hukuksallığı araç olarak kullanan gösterişçi, etiketçi, rozetçi, sahteciler de bunlara benziyor.
Başaçık namaz kılma olayını kalemine dolayanlardan birisi hemen “Kemalist gelenek” sözleriyle irticayı övmeye, bilgisi, eğitimi, durumu ve tutumuyla çağdaşlıkla hiçbir ilgisi olmayan Fethullah’ı islâmın yenileşme örneği olarak gösterdi. Cumhuriyet, lâiklik karşıtı, her organa dincileri yerleştirip devleti ele geçirmeyi öneren adamı halife yapmaya uğraşıyorlar. Ne keskin ırkçı-şeriatçı medya militanları var.

Günümüzün kükreyen Başbakanı, AB Dönem Başkanı Avusturya Büyükelçisi Marius Calligaris’in konuşmasıyla başlayan yemekte “Yargıyı eğiteceğiz” demiş. Sormuyorlar “Yargı kim, sen kim?” Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri de patronunun bu sözüne dayanmış olacak ki, ABD’de aynı doğrultuda konuşmuş. Yargıyı eğitmek isteyen ya da öneren kimseler önce kendilerini eğitmelidir. Bu ölçüsüz ve saygıyla bağdaşmayan sözler sahiplerinin niteliklerinin ve düzeylerinin göstergesidir. Ne var ki yeterli karşılık verilememiştir. Önceleri kimlere ne tür raporlar hazırlattığı bilinen TÜSİAD’ın 36. Genel Kurulu’nda hiç değilse saygılı önerilerle yargıya destek verildi. Saygılı sözcükler ve anlatım biçimleri yeğlendi.

DTP Eşbaşkanları Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk’un ortak basın toplantısındaki açıklamaları (18.1.2006) amaçlarının yeni bir kanıtıdır. 22.1.2006’da İstanbul Dolapdere ve Ümraniye’de PKK’lıların polise saldırıp belediye otobüsü yakma olayında gözaltına alınan olmaması, saldırganların kaçması ilginç bulunuyor. Kaçanları çeviremeyen, yakalayamayan polis ne anlatıyor?
Bir kez daha yineleyelim, Türkiye’de derininden geçtik, etkin, olağan bir devlet bile yok sayılır. Olsaydı başta bayrak yakmalar, polis kaçırıp aylarca tuttuktan sonra teslim etmeler, Belediye Başkanlarının ROJ TV desteği, Ağca Olayı, cezaevi karşılaması, AKP’nin iktidara gelmesi, askerin etkisizleştirilmesi olur muydu? 

Ve daha başkaları..

Yakınmalar artıyor. Ayrılıkçıların birleşme önerileri, içtenliksiz çağrıları duyuluyor. Toplantılar, kurtarma nutukları da. Umutsuzluk, bıkkınlık, yılgınlık, karamsarlık sözlerinin sevimsizliği açık. Çarpıklık ve suskunluk kötü. Atatürk’ün yolundan ayrılmanın sakıncaları tüm ağırlığıyla omuzlarımıza çöküyor.

http://www.turksolu.com.tr/100/ozgun100.htm


***