AFGANİSTAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AFGANİSTAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ekim 2021 Pazar

ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN PERDE ARKASI. BÖLÜM 4

ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN PERDE ARKASI. BÖLÜM 4




ABD ve Afganistan.. 

 Amerika 20 yıldır yani bir insan nesli süresince Afganistan‟ı bombalıyor. Usame Bin 
Ladin‟in ekibi Afganistan‟ı çoktan terk etti, kendisi de uzun zaman önce öldü. Taliban ise 
ABD‟ye hiç saldırmadı. O zaman ABD ve NATO neden hala orada? 20 yıllık Afgan macerası 
ABD‟ye 2.26 trilyon dolara mal oldu26. Bu süre zarfında çocuklar okula gidemedi, ABD‟nin 
ülke inşası başarısız oldu. Afganistan‟ın tek kazananı uçak ve bomba üreten Amerikan 
şirketleri. 
 Biden, 11 Eylül‟ün 20. Yıl dönümünde Afganistan‟ı terk edeceklerini açıkladı. Ancak, 
ABD askeri çekilse de CIA, paralı askerler ve özel askeri şirketlerin artan bir güç ve rolle 
Afganistan‟da kalacağı biliniyor. Halen CIA, Afganistan içinde kendine yerel güçlerden bir 
ordu kurmuş durumda ve Kabil‟deki Afgan istihbaratı da CIA‟nın kontrolünde. 
Doha‟da yapılan ve ABD, Rusya, Çin ve Pakistan‟ın katıldığı görüşmeler de Aşraf 
Gani hükümeti ve Taliban ile istişare edilerek, barış için bir yol haritası oluşturuldu. Buna 
göre, ABD kuvvetleri 1 Mayıs‟ta çekilmeye başlayacak ve 11 Eylül‟de çekilme tamamlanmış 
olacak. Üzerinde anlaşılan müşterek bildiriye göre; çekilme sürecince taraflar çatışmayacak, 
barış görüşmeleri devam edecek, NATO askerleri ve büyükelçiliklerin güvenliği sağlanacak, 
BM Güvenlik Konseyi Taliban‟da uygulanan yaptırımları gözden geçirecek, barış 
görüşmelerinde BM daha çok rol alacak. 

 Bildirinin en önemli yanı; “Bağımsız, egemen, birleşik, barışçı, demokratik, tarafsız ve 
kendi kendine yeterli bir Afganistan” vurgusunun yapılması. Afgan topraklarında yabancı güç 
kalmayacak ve Afganistan herhangi bir askeri ittifaka veya bloka katılmayacak. Ancak, Orta 
Asya‟da başlayan büyük oyunda Afganistan‟ın tarafsız kalması zor gözüküyor. 
 ABD ve Taliban arasında yapılan görüşmelerde Afgan hükümeti ile iktidarı 
paylaşması, bunun içinde ortak bir geçici hükümet kurulması tartışılıyor27. Bu da aslında bir 
süre sonra Kabil‟den başlayarak Taliban‟ın ülkeye tamamen hâkim olması demek. 
 ABD‟nin Afganistan‟dan çekilmesinin arkasında yeni bir plan olduğu ortaya çıkıyor. 
Bu yeni bir ABD-Cihatçı işbirliği olabilir. ABD‟nin çekilmesini müteakip ülkede tekrar iç 
savaşın başlaması ve ülkeye gelecek diğer cihatçılar ile birlikte Çin‟e karşı planların 
yürürlüğe sokulacağı konuşuluyor28. Bu plan ile sadece Çin‟in Afganistan ile bağlantıları 
değil, İpek ve Kuşak Yolu üzerindeki projeleri de hedef haline gelecek. Çin ile ilgili planların 
hedeflediği Harita-4 aşağıda görülmektedir. Detaylarını Büyük Avrasya Projesi başlıklı 
makalemizde anlatmıştık. 

Harita 4: Gerçek Çin 



En büyük hedef, Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru. Her yanı her çeşit cihatçı ile 
dolacak Afganistan‟ın Çin ile olan dağlık sınırı uygun bir savaş ortamı da sağlıyor. 
Afganistan; Orta-Güney-Batı Asya üçgenini kontrol eden merkezi bir coğrafyaya sahip. 
 Sonuç olarak, ABD on yıldır küresel terör örgütleri listesinde en başa koyduğu Taliban 
ile şimdi barış görüşmeleri yapıyor. Moskova ve Pekin‟in de Afganistan için ayrı ayrı 
hesapları var. Afganistan‟da yeni dönemde özel askeri şirketlere sonsuz savaş için daha çok 
görev verileceği düşünülüyor. Bu şirketlerin Orta Asya‟da yeni düşük yoğunluklu savaş 
senaryolarında kullanılacağı konuşuluyor29. Yani işler Asya‟da da daha kötüye gidecek gibi. 
Taliban olsun ya da olmasın ABD çoktan Çin‟e karşı ayaklanma stratejilerinin sahnesini 
hazırlamaya başladı. ABD, buraya Çeçenleri ve Uygurları yerleştirerek, Orta Asya-Kafkasya 
ekseninde örtülü operasyonlar planlıyor30. Hedefte Doğu Türkistan ve Kuzey Kafkasya vd. 
bölgeler var. 

 Rusya ve Orta Asya; en zayıf halka Kırgızistan… 

Çin ise İpek Yolu projesi üzerinden Orta Asya‟da sürdürülebilir müttefikler edinerek 
kendi eksenini Avrupa‟ya kadar uzatmak peşinde. ABD ise kuşatma ve istikrarsızlaştırma 
stratejisi izliyor. Bu coğrafyada kritik eksen Orta Asya-Afganistan-Pakistan hattı ve bu hattın 
en zayıf ve kırılgan kesimi ise Tacikistan-Kırgızistan arasında. Rusya, burada oyunu yeniden 
kurguluyor. Rusya, Hazar Denizi‟nin doğu ve batısını kontrol etmek istiyor. Bu nedenle, 
Kafkasya ve Orta Asya coğrafyasındaki sorunlarda çözüm istemiyor, sınır ihtilaflarını sürekli 
hale getirmek, Rus askeri varlığının kalıcılığı demek. 

Kırgızistan, Orta Asya ülkeleri içinde en sıkıntılı ülke. Bu kara ülkesi tamamen dağlık 
olduğu için ekonomik kalkınması çok zor. Sınırlarında Çin, Kazakistan, Özbekistan ve 
Tacikistan var. Ülkede biraz altın maden var ama diğerlerindeki gibi petrol ve doğal gazı yok. 
Sonuçta eski Sovyet coğrafyasındaki en fakir ülke. Bu dağlık ülkede aynı zamanda iç siyasi 
ve sosyal bölünmeler var. Özellikle kuzey ve güney bölgeleri arasında, birbirinden ayrı iki 
nüfus ve iki siyasi merkez var. Biri başkent Bişkek‟te, diğer Oş ve Celal-Abad arasındaki 
koridorda. Bu durum ülkede sürekli istikrarsızlık yaratıyor. 

1924 yılında Stalin, Orta Asya‟nın sınırlarını çizerken bölgedeki Fergana Vadisi‟ni 
kasıtlı olarak üçe böldü, üç ayrı siyasi kimliğe ayırdı. Kırgızistan‟da büyük bir Özbek nüfus 
ve azınlık olarak güneyde Tacik nüfus bıraktı. İlave olarak, Kırgızistan ve Tacikistan 
arasındaki sınırlarda sınırlı su kaynakları üzerinde anlaşmazlık konuları yarattı ki, bugünkü 
çatışmalarının kaynağını teşkil ediyor. 

 Coğrafi nedenlerle ekonomik, güvenlik ve siyasi sorunlara rağmen, Kırgızistan 
stratejik konumu itibarı ile büyük güçlerin rekabet alanı içinde. Rusya, Kırgızistan‟ın en 
büyük ticaret ortağı ve Kant‟ta Rus askeri üssü var. Manas‟ta ise ABD üssü var ve bu üs 
yakındaki Afganistan‟da NATO harekâtı için kullanılıyor. 
 Tacikistan ve Kırgızistan arasına 29 Nisan 2021‟de sınır sorunu nedeni silahlı çatışma 
yaşandı. Sovyetler Birliği çöktüğünden beri Orta Asya bölgesindeki sınır sorunları nedeni ile 
bu tür düşük yoğunluklu çatışmalar sık sık yaşanıyor31. 
Kırgız-Tacik sınırında yaşanan olaylar, ABD‟nin Afganistan‟dan çekilme sürecinde 
Orta Asya‟da yaşanan en önemli çatışmalardan ilkini oluşturmaktadır. Bu çatışma, yeni bir 
dönemin başlangıcı olmakla birlikte, aslında Rusya ile ABD arasındaki rekabette devrilen ilk 
domino taşlarından biri olarak okunabilir. 
Bundan sonraki süreçte toplumsal hareketler, terörizm faaliyetleri ve sınır sorunları 
gibi konuların Orta Asya gündemini daha da meşgul edeceği öngörülebilir. Dolayısıyla artık 
Fergana merkezli gelişmeler üzerinden Orta Asya‟yı kontrol altında tutmayı amaçlayan bir 
güç mücadelesi başlamıştır. Fergana, “Büyük Oyun”un kalpgâhıdır 32. 

Harita 5 : Fergana Vadisi 
 

Kaynak: Stratfor, Kyrgyzstan's Geographic Challenge, (October 16, 2012). 

Kırgız-Tacik Sorunu, en temelde bölge devletleri arasındaki sınır ihtilafı gibi 
görünmekle birlikte, asıl hedef bu ülkelerin aralarındaki olası bir uzlaşmanın yol açacağı 
“Fergana Birliği”nin önüne geçmektir33. Yani hedef, kalpgâhı kontrol etmektir ve bölge 
devletlerinin bu bağlamda Fergana‟da söz sahibi olması istenmemektedir. Bu, en temelde 
Rusya ve ABD‟nin bölge ile ilgili hedeflerine uygun düşse de “Çin faktörü”nü de göz ardı 
etmemek gerekmektedir. “Çin faktörü”, daha çok bölgede artan bir gücün önünü kesmeye 
yönelik olarak görülmektedir. 

Rusya ve Azerbaycan.. 

Kırgızistan gibi özellikle son zamanlarda hassas konumda olan diğer bir ülke Azerbaycan. Önce Rusya-Ermenistan ilişkileri ile ilgili yeni gelişmeleri özetleyelim, sonra Azerbaycan neden hassas anlatalım. Ermenistan‟ı Dağlık-Karabağ ile yola getiren Rusya, bölgeye yerleştikten sonra şimdi meyvelerini topluyor. İki önemli gelişme var. 

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, geçen hafta Ermenistan'ın başkenti Erivan'da 
Ermenistan başbakanı Nikol Paşinyan ile görüştü. Paşinyan‟ın açıklaması ilginç; “Dağlık 
Karabağ ihtilafına AGİT Minsk Grubu tarafından yapılan ilkeler temelinde nihai bir çözüme 
ulaşmak için barış sürecini yeniden başlatma ihtiyacına ilişkin tutumumuzu vurgulamak 
istiyorum.” Arkasından Paşinyan, Rusya ordusunun Ermenistan'ın güneyinde Azerbaycan sınırı 
yakınında "ek güvenlik garantisi" olarak iki yeni askeri üs kurduğunu açıkladı. 
Ruslar, sanki bundan sonraki süreçte Ermenileri kollama sözü veriyor. Ermenistan‟ın 
güneyine askeri olarak iyice yerleşmesi ise Azerbaycan-Nahçivan-Türkiye arasını kontrolüne 
alması anlamına geliyor. 
Rusya-Azerbaycan ilişkilerine gelince, Ruslar, artan Türkiye etkisi karşısında yeni 
bazı şeyler denemek, Aliyev rejimini değiştirmek derdindeler. 
Azerbaycan konusunda Rusya‟nın çevirdiği dolaplar ile ilgili elimizde uzun bir liste 
var. Bunları başka bir makaleye bırakıp, kısa bir özet yapalım. 
Azerbaycan‟ın 1991 sonrası dış politikasında başlangıçta Rusya ve Batı arasında bir 
denge politikası izlemeye başladı. İki tarafla da askeri ittifak ve tam bir bölgesel ekonomik 
entegrasyondan kaçındı. Tercihini enerji işbirliği için Batı‟dan yana kullandı ve bu dönemde 
Moskova‟nın güç projeksiyonu azaltmak isteyen Batının siyasi desteğini aldı. Ancak, 
ABD‟nin Kafkasya politikası 2008 yılındaki Rusya-Gürcistan Savaşı‟ndan sonra radikal 
olarak değişmeye başladı. Bu durum Obama‟nın ikinci dönemi ve Trump döneminde daha 
belirgin hale geldi. Daha öncesinde Rusya‟nın etkisine karşı bir güçlü alternatif oluşturan 
ABD, bölgenin Moskova‟nın arka bahçesi haline gelmesine göz yumdu. 2013 yılına kadar 
Azerbaycan‟ın denge politikası başarılı oldu. 2014 yılındaki Ukrayna krizinden sonra 
Moskova‟nın baskısı artınca Azerbaycan, Rusya ile ilişkileri derinleştirme ihtiyacı duydu. 
Özellikle Kırım‟ın işgalinden sonra Azerbaycan, Rusya‟ya kapıları daha çok açtı ve Rus 
yumuşak gücü ülkeye yerleşti. Azerbaycan yönetimi böylece Rusların Dağlık-Karabağ 
sorununda tavrını kendi lehine değiştireceğini umdu. 

Öte yandan, bugüne kadar Batının ekonomik ve demokratik reform istekleri bölgenin 
ve ülkenin şartları ile uyumlu değildi ve kötü niyetli olarak algılandı. 2013 sonrası Batı‟nın 
Azerbaycan‟ı demokratik reform isteği ile eleştirmesi Rusların komplo teorilerini 
destekliyordu. Batı düşmanı eski elit, sadece ülke içinde değil hükümet içinde de güçlü bir 
Rusya yanlısı kadro kurdu. 2014 yılında ABD‟nin Ukrayna‟daki başarısız darbe girişimi 
deneyimi Batı karşıtı söylemin artmasına yaradı. Azerbaycan yönetimi, ülkedeki NGO‟ları 
baskı altına alacak yeni bir yasa çıkardı, yabancı ülkelerden fon alan NGO‟ları kapattı. Batılı 
kurumların yerel ofisleri kapatıldı. Azerbaycan, böylece Rusya‟nın gücünü tanımış oldu, Batı 
karşıtı elit ülke içinde güçlü bir hale geldi ve artık Batı ile ilişkilerde denge arayışı yoktu. 
Aliyev yönetimine göre, Batı ülkedeki rejimi de değiştirmek istiyordu. Rus yanlısı elit istediği 
propaganda ortamını bulmuş, güçlenmişti. 

Azerbaycan‟ın Rusya ile olan ilişkilerinin arkasında gittikçe güçlenen bir grup 
Azerbaycanlı elit var. Rusya ise ülke içinde algıları değiştirmeye ve kendine uygun koşullar 
ortaya çıkarmaya yarayan bazı vasıtalar geliştirdi. Rusya, özellikle Azerbaycan‟ın medya ve 
eğitim sektörlerinde etkili. Azerbaycan içinde Rus dilinin kullanılmasını ve halkın Rus 
medyasından haber almasını istiyor. Rusya‟da iş imkânı bulacağını düşünen yeni nesil 
Azerbaycanlılar, Rusça kurslarına katılıyor. 

Bir de diaspora konusu var. Rusya içinde çoğu işçi göçmeni yaklaşık 1 milyon 
Azerbaycanlı yaşıyor. Azerbaycan‟ın yönetimi için diaspora bağımsızlığın kazanıldığı 
günlerden beri hep bir endişe konusu oldu ve Rusya‟nın manipülasyon aracı olarak görüldü. 
Ülkeden kaçan eski Azerbaycan yöneticileri de Bakü yönetimi aleyhine güçlü bir muhalif ağı 
kuruyordu. Rusya, diasporayı iki nedenle kullanmaya devam etmek istiyor. Öncelikle 
Azerbaycanlı göçmenlerin geri gönderilmesi Azerbaycan‟da önemli ekonomik gelir kaybına 
ve sosyal istikrarsızlığa (muhalefete) neden olabilir. Bu kozu elinde tutmak istiyor. İkincisi, 
diaspora Azerbaycan‟ın Avrasya Ekonomik Birliğe katılımına vasıta olabilir. Üye ülkeler 
arasında serbest işçi akımı, diasporanın da işine gelebilir. Sonuçta, Ruslar için eski Sovyet 
coğrafyasında diaspora sadece siyasi bir manivela.
 
Rusya‟nın Azerbaycan‟ı manipüle etme stratejisi etnik gerilimleri kullanma üzerine 
olagelmiştir ve bu diğer komşu ülkeleri için de böyledir. 1990‟larda Rusya, Azerbaycan‟daki 
etnik azınlıklara finansal ve lojistik destek sağladı. Amaç, Aliyev ve etrafındaki iç halkaya 
karşı bir kalkışma sağlamaktı. Bu amaçla, Rusya içinde Lezgin, Avar ve Taliş azınlıklarının 
hakları için konferanslar düzenledi. Sonraki adımda Rusya içinde bölücü örgütler kuruldu; 
Dağıstan‟da Lezgin Ulusal Hareketi (Sadval) ve Taliş Gençlik Örgütleri. Sadval, 
Azerbaycan‟da yasaklandı. Rusya‟nın bu örgütlere desteği aktif ve görünür idi. Rusya, 2012 
yılında Azerbaycan‟da kurulacak Rus radar üsleri için yapılan görüşmelerde istediği sonucu 
alamayınca hem muhalif diasporaya hem de bölücü örgütlere desteğini artırmaya başladı34. 
Rusya‟nın yumuşak güç uygulamasına gelince; Azerbaycan‟da birkaç Rus Üniversitesi 
çeşitli bölümler açtı. Ayrıca, propaganda amaçlı enstitüler kuruldu ve Rusya Avrasya 
Çalışmaları Kalkınma Fonu tarafından finanse edilen proje çalışmaları yapıyorlar. 2011 
yılında Bakü‟de Rus Bilgi ve Kültür Merkezi kuruldu. Okul müfredatlarında Rus dil eğitimine 
yer verilmesi için Bakü‟de Rus büyükelçiliği, Azerbaycan Milli Eğitim Bakanı ile anlaşma 
imzaladı. Böylece 50 okulda Rusça öğretilmeye başlandı. Azerbaycanlı öğrencileri Rusya‟ya 
çekmek diğer bir öncelikli konu oldu. ABD destek programlarının azalması Rusların işine 
yaradı. Rusya Eğitim Bakanlığı, Rossotrudnichestvo yolu ile Rus üniversitelerine gidecek 
Azerbaycanlı öğrencilere burs veriyor. 
Rusya‟nın diğer bir önemli hedefi Azerbaycan‟ı Avrasya Ekonomik Birliği‟ne 
çekmek. 2012 yılından beri Rusya, Azerbaycan dâhil tüm aday ülkelerde medya ve Avrasya 
Kulübü gibi NGO kurgusu ile propaganda yapıyor. Üniversite öğrencilerini “Avrasyacılık” 
fikirleri ile bir araya getiriyor. Ülkelerde kurulan Avrasya Hareketi örgütleri doğrudan 
Rusya‟daki askeri ve siyasi yapılarla bağlantılı çalışıyor. 2015 yılından itibaren Rusya, 
Azerbaycan‟da bu tür gayretlere yoğunlaştı. Önce Mayıs 2015‟de Sputnik Haber internet 
portalı kuruldu. Sputnik bir yandan Azerbaycan hükümetini destekleyen yayınlar yapıyor, 
diğer yandan Batı karşıtlığını pompalıyor. 
 Bütün bunların ötesinde Rusya, eski Sovyet Cumhuriyeti döneminden kalan bu 
ülkelerdeki KGB bağlantılarını yeniden kurgulayarak ülkenin iç işlerine ve egemenliğine 
müdahale etmektedir. Azerbaycan içinde de Rusya‟nın dediğinden çıkmayan kukla bakanlar 
ve Rus istihbaratı tarafından işkence gören generaller ve subaylar ya da Dağlık-Karabağ 
çatışmalarında savaşın başarısız olması için çalışan askerler bulunmaktadır. Azerbaycan-
Rusya dengeleri özellikle Türkiye için çok hassas bir şekilde takip edilmesi gereken bir 
süreçtedir. 

Sonuç.. 

Devletleri yönetenlerin asıl vazifesi, tarihin kırılma noktalarından geçerken ülkelerini 
bekleyen fırsat ve tehditleri önceden görmek ve bu kapsamda ulusal gücü hazırlamak ve 
zamanı geldiğinde tereddüt etmeden kullanmaktır. Her ülkenin kısa ve orta vadeli politikaları 
yanında asıl “büyük oyun”u var. Ama önemli olan öndeki hükümet yetkilileri değil sahnenin 
gerisinde oyunu kuranlar çünkü oyunu kuran kazanacak olanlardır. Bu alanda her türlü hile, 
tuzak, barbarlık ve delilik geçerlidir. Büyük oyunların oynanmasında yol haritası çoğu kez 
kazaya uğrar, planlar değişir. Tarihi değiştiren genellikle liderlerin kabiliyetleri değil, 
tesadüfler ve yapılan hataların ortaya çıkardığı yeni durumlardır. Yanlış kararların arkasında 
ülkeleri yöneten liderlerin durumu nasıl algıladıkları, kişisel özellikleri ve insanlığın 
geleceğini nasıl hafife aldıkları gibi faktörler bulunur. Ancak, günümüzde artık para ve güç 
arayışı devletin önüne geçmektedir. Ülke çıkarları lafta kalmış, siyasi iktidarı ve statüsünü 
korum endişesi yönetimlerin içinde egemen olmaya başlamıştır. Bu yüzden, dünya genelinde 
otokratik eğilimler artmaktadır. Dünyamızın evrensel yani tüm insanlığı düşünen bilge 
liderlere ihtiyacı var. Bunun olması için de dünyanın yeniden tuzla buz olması ve büyük 
hesaplaşmadan yeni ve evrensel bir kahraman doğması gerekiyor. 

DİPNOTLAR:

1 E.C. Knuth, The Empire of The City, 1946, aktaran Kevin Cahill: Who Owns the World: The Surprising Truth 
About Every Piece of Land on the Planet, Grand Central Publishing, 2010, p.144. 
2 Caroll Quigley, Tragedy and Hope: A History of the World in Our Time, GSG and Associates, (1975), p.267. 
3 Nicholas Shaxson, Treasure Islands, Tax Havens and the Men Who Stole the World, The Bodley Head, 
(London, 2011), p.147. 
4 Charlie Edwards, National Security for the Twenty-first Century, Demos, (London, 2007), 60. 
5 Peter Harris, Keys to the Kingdom: Who Will Govern the UK? Politics at Earlham College, (April 30, 2015). 
6 Alan Duncan, In the Thick of It, William Collins, (April 2021). 
7 Chris Mullin, Alan Duncan Diaries: An Insider’s Account of Boris Johnson, Middle East Eye, (May 3, 2021). 
8 Michael Sobolik, Countering China’s Global Great Game, (April 29, 2021). 
9 Paul R. Pillar, Foreign Election Interference and the Other Ills of American Democracy, (April 28, 2021). 
10 Ted Galen Carpenter, Joe Biden’s Foreign Policy Dream Team Is Disappointing, Cato Institute, (January 6, 2021). 
11 Brett Wilkins, Counter-Terrorism’?: Two Decades after 9/11, New Interactive Map Details Footprint of US War Machine in 85 Countries, Common Dreams, (25 February, 2021). 
12 Rick Rozoff, Pentagon Adds Africa to Global Battleground with China and Russia, Anti-bellum, (19 April, 2021). 
13 Robert A. Manning, Peter A. Wilson, Offshore Balancing Strategy Can Correct America’s Middle East Approach, Atlantic Council, (February 26, 2021). 
14 Manning, ibid, (February 26, 2021). 
15 Jan Oberg, Biden Bombs in Syria — Helping to Steal Its Oil but What Is There to Talk About? (March 02, 2021). 
16 Michael Sobolik, Countering China’s Global Great Game, (April 29, 2021). 
17 Will Lowry, Fear and Unknowing in the Indo-Pacific Region, Press the Button, (May 4, 2021). 
18 Michael Sobolik, Countering China’s Global Great Game, (April 29, 2021). 
19 Paul Antonopulos, Washington to Organize Ukraine, Georgia and Moldova to Challenge Russia in the Black Sea, InfoBricks, (February 15, 2021). 
20 Brian Kalman, Will the Montreux Convention Prevail? South Front, (18 April 2021). 
21 Stratfor, Russia: Moscow to Withdraw Troops Near Ukraine, But Keep Weapons, (April 22, 2021). 
22 Lyle J. Goldstein, The Shadow of a New Cold War Hangs over Europe, U.S. Naval War College, (March 30, 2021). 
23 Medea Benjamin, Nicolas J.S. Davies, What Planet Is NATO Living On? CODEPINK for Peace, (February 24, 2021). 
24 Sonja van den Ende, EU Provoking Russia by Attempting Color Revolutions in Belarus, Ukraine and Crimea, InforBricks, (April 06, 2021). 
25 Bonnie Kristian, Four Pivots Joe Biden Should Make with Russia, The Week, (May 2, 2021). 
26 Brown University‟s Cost of War Project has detailed, the US has wasted $2.26 trillion dollars 
27 Michal Senk, Whether America Stays or Goes, the Taliban Will Control Afghanistan, Charles University, (April 7, 2021). 
28 Bob Goush, Biden’s Afghanistan Withdrawal Is A Blow to China, Blooomberg, (April 15, 2021). 
29 Andrew Korybko, What’s the Future of Afghanistan After Trump? US Troops Replaced by Private Military Contractors? OneWorld, (January 13, 2021). 
30 M.K. Bhadrakumar, Breakthrough in Afghan Peace Process! Indian Puncline, (May 1, 2021). 
31 Stratfor, Tajikistan, Kyrgyzstan: Militaries Exchange Gunfire at Border in Water Dispute, (Apr 29, 2021). 
32 M.Seyfettin Erol, Kırgız-Tacik Sınır Çatışmaları Ya Da “Büyük Oyun”un Dönüşü, ANKASAM, (30 Nisan, 2021). 
33 Erol, (30 Nisan, 2021). 
34 Zaur Shiriyev, Azerbaijan’s Relations with Russia Closer by Default, Chatham House, Russia and Eurasia Programme Research Paper, (March 2019). 

***

7 Aralık 2019 Cumartesi

TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA AFGANİSTAN,

TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA AFGANİSTAN, 



Sevinç Alkan Özcan*
* Dr., Bilim ve Sanat Vakfı, Küresel Araştırmalar Merkezi Direktörü. 


Soğuk Savaş dönemi uluslararası sistemin statik yapısından Soğuk Savaş sonrasındaki dinamik yapıya geçişte önemli dönüm noktalarından birini oluşturan Afganistan krizi, Türk dış politikasının yeni güvenlik, tehdit ve menfaat tanımlarının oluşmasında önemli bir rol oynadı. Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan sıcak çatışma alanlarının coğrafi olarak çok yakınında bulunması ve bu çatışma alanları ile tarihi ve kültürel bağlarının bulunması, Türkiye’yi bu çatışmalarda önemli bir yere oturttu. Ancak Türkiye’nin bu bölgelere 
yönelik olarak gerçekleştirilen siyasi ve diplomatik süreçlerden çok askeri süreçler içinde yer alması, Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk yıllarında, onun büyük ölçüde askeri gücüne önem verilen bir ülke olması imajını güçlendirdi. Bu açıdan bakıldığında, Afganistan operasyonu sonrasında Türkiye’nin gösterdiği ilk tepkiler ve geliştirdiği dış politika Türkiye’nin yeni dönemde sadece askeri 
potansiyeli ve yeteneklerine önem verilen bir ülke olarak kalıp kalmayacağına cevap verir nitelikteydi. Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası dönemde Afganistan’a yönelik politikasının temel ilkelerinin belirlenmesinde 11 Eylül saldırıları ve ardından 7 Ekim 2001’de ABD’nin Afganistan’a yönelik düzenlediği operasyonun etkisi büyük oldu. Bu nedenle Türkiye’nin 2009 ve 2010 yıllarında Afganistan’a yönelik izlediği dış politikanın ele alındığı bu makalede öncelikle 2001 sonrası Türkiye’nin yeni duruma verdiği tepkiler ve geliştirdiği politikalar tartışılacaktır. 

ABD’ nin Afganistan Operasyonu ve Türk Dış Politikası

11 Eylül saldırılarının gerçekleşmesinin hemen ardından tüm devletler, saldırıların kimin tarafından gerçekleştirildiğinden çok, saldırıların sonrasında oluşacak uluslararası atmosfere nasıl cevap verecekleri sorusu ile ilgilendiler. Türkiye ve Türk dış politika yapımcıları için bu sorunun yanıtı, diğer pek çok devlet için ifade ettiğinden daha fazla anlam ifade etmekteydi. Türkiye’nin NATO üyesi tek Müslüman ülke olması, laik bir yönetim modelini benimsemiş olması, terörizmle mücadele konusunda tecrübesinin bulunması ve Amerika’nın terörist saldırıları bahane ederek yapacağı operasyonlarda Türkiye’nin hava sahasını ve İncirlik üssünü kullanma talebinde bulunma ihtimali Türkiye’yi yeni uluslararası atmosferde önemli bir konuma oturtuyordu. Saldırıların hemen ardından Türkiye’den gelen resmi açıklamalar genellikle, uluslararası terörizmin ve ABD’ye karşı yapılan saldırıların kınanmasını içermiş; bu açıklamalarda Türkiye’nin uzun süredir terörle mücadele eden bir ülke olduğu vurgulanmıştır.

Türkiye’nin yeni uluslararası atmosfere yönelik ilk tepkileri oldukça temkinli ve İslam ve terör üzerine yapılan tartışmalar konusundaki tavrı da oldukça sağduyuludur.2 

O dönemde Bakanlar Kurulu’nun aldığı bir karara göre Türkiye, yeni ortaya çıkan durumu, terör konusundaki tezini Avrupa’ya ve dünyaya anlatmak için kullanma yolunu tercih etmiş, Türkiye’nin yıllardır maruz kaldığı terör saldırıları karşısında NATO’nun 5. maddesinin işletilmesi gerektiğini savunduğu ancak bunu kabul ettiremediğini vurgulamıştır. Bununla birlikte NATO’nun 5. maddesinin işletilmesi ile ilgili karardan memnun olan Türkiye, bu maddeden doğan yükümlülüklerini yerine getireceğini dönemin Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri bakanının ağzından tüm dünyaya duyurmuştur.3 

Bu çerçevede Türkiye ve ABD arasında stratejik ortaklığa işaretle, Türkiye’nin terörle mücadele alanında uluslararası işbirliğine tam destek verdiği, gerektiğinde Türk hava sahasının ve havaalanlarının ABD nakliye uçakları tarafından kullanılması yönündeki ABD talebine de sıcak baktığı belirtilmiştir.4 Bununla birlikte Türkiye’nin Afganistan politikasını anlamak açısından altı çizilmesi gereken bir husus, başlangıçta her ne kadar ABD’nin Türk hava sahası ve havaalanları ile ilgili talebini olumlu karşılamışsa da Türkiye, olası bir operasyonda yer almak üzere ABD ya da NATO’dan gelecek asker talebine sıcak bakmamıştır. Eğer Afganistan’a bir operasyon yapılacaksa, operasyona asker sağlamak yerine, Kuzey İttifakı güçlerine askeri eğitim ve istihbarat yardımı vermeyi tercih ettiğini belirtmiştir.5

7 Ekim 2001’de ABD Afganistan’a yönelik olarak NATO çerçevesi yerine İngiltere ile birlikte tek yanlı bir operasyon başlattığında Türkiye ilk tepki olarak, NATO çerçevesinde hareket etmeye ve uluslararası işbirliğine özen göstereceğini açıkladı ve operasyon sırasında sivil halkın zarar görmemesi gerektiği konusundaki kaygılarını dile getirdi.

Genel olarak bakıldığında 11 Eylül ve 7 Ekim tarihleri arasında Genelkurmay, Başbakanlık ve Çankaya Türkiye’nin operasyona katkısının hep NATO’nun 5. Maddesi ile sınırlı olacağı yönünde açıklamalar yaptılar. Ancak hükümetin kısa süre sonra Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi için TBMM’den yetki istediği ve 10 Ekim 2001 tarihinde yetki tezkeresi kararını Meclis’ten çıkardığı görüldü. 31 Ekim’de ise ABD’den gelen asker talebine, 90 kişilik bir özel harekât grubunu göndermeyi kararlaştırmakla olumlu yanıt vermiştir.7 Gönderilecek olan ekibin görev yapacağı bölge Kuzey İttifakı’nın etkin olduğu kuzey bölgesi olacak ve gerektiğinde sıcak çatışmalara girebilecekti. Ekibin sıcak çatışmalara girme ihtimali Türkiye’nin başlangıçtaki sıcak çatışmalara girmeme ilkesiyle çatışan bir tutum olmuştur. 

Kasım 2001’de Taliban kontrolündeki şehirlerin tek tek düşmesiyle birlikte Afganistan’a uluslararası bir askeri gücün konuşlandırılması gündeme gelmiş, bundan sonra Türkiye sınırlı sayıda asker gönderme yerine büyük miktarda askeri güçle barış gücüne önderlik etme ihtimalini konuşmaya başlamıştır. Bu tartışmalar esnasında Türkiye, barış gücü kapsamında gönderilecek olan Türk askerlerinin hangi büyüklükte ve görev bölgesinin neresi olacağı konularının altını çizmiş, Türk askerlerinin yalnızca Kabil’de görev yapmasının istendiği çeşitli düzeylerde resmi ağızlardan dile getirilmiştir.

20 Aralık 2001’de BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 1386 nolu karar Afganistan’ın geleceği açısından olduğu kadar Türk dış politikası açısından da önemlidir. Bu kararla Afganistan’a gönderilecek olan Uluslararası Destek ve Güvenlik Gücü (ISAF) yetkilendirilmiş, İngiltere üç ay süreyle Gücün komutasını üstlenmiştir. Başlangıçta 4500 askerden oluşacak olan ISAF’a Türkiye başlangıçta 267 kişiden oluşan bir birlikle katkı sağlayacağını açıklamıştır. Haziran 2002’de ise BM Güvenlik Konseyi’nin 1413 sayılı kararı gereğince Türkiye ISAF II’nin komutasını üstlenmiş ve komutası süresince katkılarını istikrarlı bir biçimde devam ettirmiştir. ISAF’ın komutası 11 Ağustos 2003 tarihinde NATO’ya devredilmiş, Kabil ve çevresi ile sınırlı olan görev alanı ülke çapına yayılacak bir biçimde genişletilmiştir. 

NATO’ya devredilmesinin ardından alınan en önemli kararlardan biri NATO Kıdemli Yüksek Sivil Temsilciğinin Ocak 2004’te Türkiye’ye verilmesidir. 
Türkiye’nin NATO’ya üye tek Müslüman ülke olması ve Afganistan’a sağladığı katkılar bu görevin ona verilmesinde etkili olmuştur. 

Görüldüğü üzere, Türkiye’nin 11 Eylül’ün hemen akabinde başlayan Afganistan krizi sırasında izlediği dış politikada uluslararası hukuk vurgusu oldukça güçlüdür. NATO’nun 5. maddesinin işletilmesi, uluslararası işbirliğine özen gösterme, sivil halkın zarar görmemesi sıcak çatışmalara girmeme ve BM Güvenlik Konseyi kararlarına uygun hareket etme gibi ilkeler Türkiye tarafından kriz sırasında sıklıkla dile getirilmiştir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki Türkiye, kriz sırasında zaman zaman uluslararası hukukun sınırlarını zorlama 
noktasına da gelmiştir. Türkiye, BM kararlarının yetkilendirmediği tek taraflı bir Amerikan müdahalesinden sonra, yurt dışına asker göndermeyi içeren yetki tezkeresini Meclis’ten geçirmek suretiyle neredeyse bu müdahaleye ortak olma noktasına gelmiştir. Ancak operasyonun kısa sürmesi ve ardından BM’nin 1386 nolu Güvenlik Konseyi kararıyla ISAF’ın oluşturulması Türkiye’yi zor durumdan 
kurtarmış ve uluslararası bir çerçevede hareket etme imkânı sağlamıştır.9 

Obama’nın AfPak Stratejisi ve Türk Dış Politikasında Afganistan 2001’de Afganistan operasyonunu NATO çerçevesinin dışında gerçekleştiren ABD, 
ISAF’ın komutasını Ağustos 2003 itibariyle NATO’ya devrederek Irak işgaline daha fazla yoğunlaşmak üzere üzerindeki yükü hafifletmeye çalıştı. 

Böylece aralarında Türkiye’nin de bulunduğu pek çok devlet, NATO çerçevesinde Afganistan’daki riski bir kez daha üstlenmiş oldu. 

Ancak ISAF’ın komutasının el değiştirmesi Afganistan’da güvenlik ve istikrarın sağlanmasına yetmedi, tam aksine Afganistan gün geçtikçe ABD için ikinci bir Vietnam olarak anılır oldu. 2001’deki Anglo-Amerikan operasyonuyla ülkenin doğu ve güneyine çekilen Taliban, Pakistan’ın sınır bölgelerinin sunduğu güvenli alanın da desteğiyle NATO güçlerine büyük kayıplar verdirecek bir güce ulaştı.10 

2008 yılında yalnızca Amerikan askerilerinin değil, aynı zamanda İngiliz, Kanada ve Fransız birliklerinin ağır kayıplar vermesi, ABD’nin yeni Başkanı Obama’yı, 
ABD ve İngiltere için terörle mücadelenin kalbi durumundaki Afganistan ve Pakistan’la ilgili olarak yeniden düşünmeye ve mevcut politikaları gözden geçirmeye itti. 

Obama’nın 27 Mart 2009’da Ulusal Güvenlik Danışmanı James Jones’un ağzından açıkladığı AfPak Stratejisi, Afganistan’da yaşanan kayıpların artmasına verilmiş bir yanıt olarak okunabilir. Şubat 2009’da Obama’nın Afganistan’a 17.000 asker daha göndereceği yönündeki açıklaması, bu strateji ile teyit edilmiştir. ABD bu strateji ile terörle mücadele konusunda geçmişe nazaran yeni dönemde 
Pakistan’a daha fazla yoğunlaşacağı mesajını vermektedir. ABD’nin Güney Asya’nın önemli oyuncuları Pakistan ve Afganistan’la, istihbarat paylaşımı, sınırlarda askeri işbirliği, ticaret, enerji ve ekonomik gelişme konuları başta olmak üzere pek çok alanda işbirliği içinde olacağı belirtilmektedir.11 

AfPak Stratejisi ile Afganistan ve Pakistan Obama’nın dış politikasının merkezine oturmuş, Taliban’ın Amerikalı ve diğer güçlere verdirdiği kayıplar karşısında Taliban direnişini kırmayı amaçlamıştır. Bu çerçevede Pakistan’a askeri ve ekonomik yardımların artırılması, sınır güvenliği için Pakistan’la işbirliğinin artırılması ve Afganistan’ın Pakistan’la birlikte diğer komşuları İran, Rusya ve Hindistan’la da diplomatik ilişkilerin yoğunlaştırılması hedeflenmiştir. 

ABD’nin yeni stratejisinin en önemli maddesini Afganistan’a ilave 30.000 askerin konuşlandırılması kararı oluşturmaktadır. Afganistan’da halen 110.000’e yakın müttefik askeri bulunmakta, bu sayının 70.000’ini ABD askerleri oluşturmakta dır. Afganistan’daki NATO kuvvetleri komutanı bu sayının 40.000 artırılarak 150.000’e çıkarılmasını teklif etmiştir. Obama da bunun üzerine 30.000 yeni 
ABD askerinin gönderileceğini ve müttefiklerin de buna destek vermesini istemiştir. Bu çerçevede de NATO Genel Sekreteri müttefiklerin 5.000-7.000 yeni asker göndererek katkı sağlayabileceğini açıklamıştır.

Nisan 2009’da NATO Zirvesi’nde ve Obama’nın Türkiye ziyareti sırasında Afganistan için Türkiye’den ek asker talebinde bulunması, ABD’nin yeni stratejisi çerçevesinde Türkiye’nin askeri çatışmaların içine çekilmek istendiğini göstermektedir. NATO’nun tüm üyelerden toplam 5.000 asker talebinde bulunduğu ve bunun 1.000 kişilik bölümünün Türkiye’den istendiği bilinmekte dir.12 

Bununla birlikte hâlihazırda Afganistan’da 1750 askeri bulunan Türkiye, bu talebin ardından muharip güç göndermeme konusunda kararlı olduğunu 
yinelemiştir. Türkiye’nin Afganistan’daki katkısı güvenlik güçlerinin eğitilmesi ve halkın sosyal ve ekonomik durumunun iyileştirilmesi yönünde olmuş, sivil destek projelerine önem vermiştir. Bu sayede Afganistan halkının gözünde iyi bir imaja sahip olan Türkiye, muharip asker gönderme taleplerine sıcak bakmamıştır. Bu da Türkiye’nin, krizin başından bu yana izlediği sıcak çatışmalara girmeme 
prensibi ile uyumlu bir politikadır. Obama’nın açıkladığı AfPak stratejisinin unsurlarını Afganistan’a muharip güç gönderme dışında da destek veren Türkiye, güvenlik ve istikrarın sağlanması, demokratik seçimlerin yapılması, ekonomik kalkınma, sivil kayıpların engellenmesi ve ülkenin yeniden yapılandırılması gibi temel konularda Amerikan hükümetiyle aynı görüştedir. Ek asker talebine 
olumlu yanıt verse bile Türkiye’nin bu askerlerin sıcak çatışmalara girmesini arzu etmediği kesindir. 

ABD ve NATO’nun asker sayısının artırılması talebi yalnızca Türkiye değil diğer üye ülkeler nezdinde de bekledikleri kadar destek görmemiştir. Örneğin Almanya, çatışmaların yoğun olduğu güney bölgelerine gitmeyi reddetmekte, Kanada ise askerlerini 2011 yılında geri çekmeyi planladığını söylemektedir. Amerika ve Avrupa kamu oyları da artan oranda Afganistan’dan çekilmeyi istemektedir. 2009’da Afganistan NATO kuvvetleri komutanının hazırladığı, Washington Post tarafından ele geçirilen gizli raporda, Afganistan’ın 
güvenliği konusunda son derece olumsuz bir tablonun söz konusu olduğu yazılmaktadır. Asker sayısının artırılmaması durumunda ABD’nin savaşı kaybedeceği, Afgan hükümetinin tehlike altında olduğu ve direnişi kırmaya çalışmak yerine hükümetin korunması gerektiğini belirten rapor Güvenlik zafiyetini ve ABD’nin başarısızlığını açık bir biçimde ortaya koymaktadır. 13

Ayrıca Afgan hükümetinin yaptığı yolsuzlukların direnişi güçlendirdiği belirtilen raporda, hapishanelerde yapılan kötü muamele ve işkence nedeniyle el-Kaide’ye sempati ve katılımın arttığı da belirtilmektedir. ABD ve NATO kuvvetleri Taliban ve direnişe verilen maddi ve lojistik yardımları engelleyememekte 
ve ciddi bir istihbarat zafiyeti yaşamaktadır.14 

Böylesi güvenlik zafiyetinin olduğu bir bölgede Türk askerinin sıcak çatışmaya girip kayıplar vermesi, Türkiye hükümeti tarafından istenmeyen bir durumdur. 
Zira böyle bir durumda Afgan halkının sempatisini kaybedecek ve yaptığı diğer sivil faaliyetler akamete uğrayacaktır. 

Nitekim Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 9-10 Haziran 2009’da Pakistan’a ve hemen ardından 11-13 Haziran’da Afganistan’a yaptığı ziyaretler Türkiye’nin Afganistan politikası konusunda herhangi bir değişimin olmayacağını göstermesi açısından önemliydi. Davutoğlu’nun Pakistan’da Mayıs ayında ordunun Taliban’a karşı başlattığı operasyonlar sırasında yerlerinden edilen 
4 milyon Pakistanlının kaldığı mülteci kamplarından Şah Mansur’u ziyaret etmesi ve yardım malzemeleri dağıtması,15 

Türkiye’nin meselenin insani boyutuna verdiği önemi göstermekteydi. Pakistan ziyaretinin ardından Afganistan’a giden Davutoğlu, Kabil’e varmadan önce bazı vilayetlerde türbe, cami, hastane ve okulları ziyaret etmiş, Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled’in vatanı Belh Vilayeti’nin merkezi Mezar-ı Şerif’e giderek Mevlana’nın barış mesajlarını hatırlatmıştır. Şibirgan’a giderek Vali Haşim Zari ile bir araya gelip 
“Afganistan’ı unutmadık” mesajını vermiş, burada cami, okul ve hastane yaptıracaklarını söylemiştir. Afganistan-Türkiye Dostluk Çocuk Hastanesi’ni ve Akça ilçesinde Habibe Kadiri Kız Lisesi’ni ziyaret eden Davutoğlu, Türkiye’nin Afganistan sorununun sivil halk boyutuna çok fazla önem verdiğini göstermiş tir. 16. 2009 yılının Afganistan için büyük önem taşıyan olaylarından biri 20 Ağustos’ta yapılan tartışmalı seçimler oldu. Tartışmalı idi, çünkü güvenlik probleminin en üst düzeyde yaşandığı bir ülkede meşru ve adil bir seçimin yapılması imkânsızdı. NATO kuvvetleri ile Taliban arasında çatışmaların yaşandığı özellikle doğu ve güney eyaletlerinde güvenlik sorunu nedeniyle oy kullanamayan milyonlarca insanın varlığı söz konusu idi. ABD ve İngiltere’nin seçimler öncesinde mümkün olduğunca güvenli bir ortam oluşturmak amacıyla 
Helmand bölgesinde Taliban’a karşı başlattığı operasyonun başarılı olduğunu söylemek mümkün değildi. Amerikan müdahalesinin ardından ikinci kez yapılan genel seçimler, Devlet Başkanı Hamid Karzai, Rabbani çizgisinin önemli ismi eski dışişleri bakanı Abdullah Abdullah, Fransız okullarında yetişmiş eski planlama bakanı Ramazan Beşerdost ile Karzai hükümetinde maliye bakanlığı yapmış 
Dünya Bankası ve BM’de üst görevler almış Eşref Gani arasındaki rekabete sahne oldu.17 

2004 yılında devlet başkanı seçilen Karzai bu tartışmalı seçimler sonucunda ikinci kez seçilmiş oldu. Son yıllarda yolsuzluk, adam kayırma ve kötü yönetimi nedeniyle Karzai, Batı medyasında ciddi bir biçimde eleştirilse bile koalisyon güçleri için hala vazgeçilmez bir isimdi.18 

Başkent Kabil’de düzenlenen yemin töreniyle ikinci dönemine başlayan Karzai, önceliğinin ülkedeki şiddet olaylarına son vermek olduğunu söyledi. NATO’nun yardımlarıyla Afgan güçlerinin beş yıl içinde ülkenin güvenliğini eline alabileceğini söyleyen Karzai, yoğun bir şekilde eleştirildiği yolsuzluk konusunda mücadele edeceğini söyledi.19 

Yolsuzluk iddiaları nedeniyle hem Afgan halkının hem de uluslararası aktörlerin güvenini yitiren Karzai, başta ABD olmak üzere koalisyon güçlerinin pek çok koşulunu yerine getirmek üzere yeniden devlet başkanı olarak kabul gördü. 

Bu koşulların başında ise Afganistan’ın güvenliğinin sağlanmasında Afgan hükümetinin ve güvenlik güçlerinin daha çok sorumluluk alması, Pakistan ile işbirliği, yolsuzlukla mücadele, uyuşturucu ticaretinin kontrol altına alınması ve kurulacak hükümetin ülkedeki tüm grupları içermesi geliyordu. Ancak tüm bu koşulları Karzai’nin yerine getirmesi önceki yönetimi göz önüne alındığında oldukça zor görünmektedir. Zira Karzai içeride Tacik, Hazara, Özbek ve Türkmen gibi etnik grupların desteğine sahip değildir; büyük oranda Peştunların 
desteğine sahip ve daha çok onları memnun edecek politikalar yürütmüştür.20

Davutoğlu, Karzai’nin göreve başladığı törenin üst düzey katılımcıları arasındaydı. ABD, İngiltere, Fransa ve Pakistan başta olmak üzere pek çok ülkenin yanında Türkiye de Karzai’nin bu koşulları yerine getirmesi gerektiğine inanıyordu, zira yalnızca Afganistan değil Pakistan için de istikrarsızlık kaynağı olan Taliban güçlerinin oluşturduğu güvenlik boşluğu Türkiye için de önemli bir endişe kaynağıdır. Yeni Amerikan ve NATO askerlerinin bölgeye gönderilmesi ile de çözülecek gibi görünmemektedir. Afganistan’da güvenlik ve istikrarın sağlanması tüm yerel aktörlerin taleplerini dikkate alan bir uluslararası koalisyona bağlı görünmektedir. Türkiye başından bu yana bu prensibi savunmakta ve uluslararası koalisyonun üyelerine eşit mesafede durmayı tercih etmektedir. 

27 Ekim 2009’da Başbakan Erdoğan’ın Pakistan’a yaptığı ziyaret Afganistan sorunu bağlamında Türkiye-Pakistan ilişkileri açısından önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir.21 

Pakistan ve Türkiye halkları arasındaki tarihi yakınlık Afganistan ve çevresinde istikrar ve barışın sağlanmasında bu iki ülkeyi önemli bir yere koymaktadır. 
Sovyet işgali sırasında Peştunların siyasi direniş hareketi Hizb-i İslami ve lideri Gülbeddin Hikmetyar’ı destekleyen Pakistan, 1994’ten sonra yine Peştunların tabanını oluşturduğu Taliban hareketinin ortaya çıkmasında önemli roller oynamış ve kısa zamanda iktidara gelmesini sağlamıştır. Ayrıca Hindistan’la yaşadığı Keşmir sorununun ortaya çıkardığı çatışmalarda Afganistan’daki İslami direniş gruplarını kullanan Pakistan, pek çok Keşmirli direnişçinin Afganistan’ın Taliban kontrolü altındaki bölgelerinde eğitilmesini sağlamıştır.22 

Türkiye ile Pakistan arasındaki yakınlık Pakistan’ın Afganistan’da ve bölgede sadece kendi çıkarlarını koruyan politikasını gözden geçirmesini gerektirmekte dir.  AfPak stratejisi ile ABD, Pakistan’a bu politikasını değiştirmesi gerektiği mesajını vermiş oldu. Aksi takdirde Pakistan, ABD ve İngiltere tarafından sıkça ifade edildiği şekliyle terör üreten bir coğrafya olarak anılmaya devam edecek. Nitekim ABD ve İngiltere bir taraftan Pakistan’ın iyi niyetini devam ettirmesini isterken diğer taraftan Hindistan kartını kullanmak suretiyle Pakistan’ı baskı altında tutmaya devam etmektedirler.23 

2009 ve 2010 yılları Türkiye’nin bölgede istikrar ve barışın sağlanması için diplomatik çabalarını artırdığı yıllar oldu. 25 Ocak 2010’da İstanbul’da yapılan “Türkiye-Afganistan-Pakistan Üçlü Zirvesi”, 2007 yılında başlatılan sürecin dördüncü toplantısıydı. Afganistan Cumhurbaşkanı Hamid Karzai, Pakistan Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari ve Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün katıldığı zirvede, Afganistan ile Pakistan’ın üst düzeyde yakınlaşmasının sağlanması ve işbirliğinin artırılmasına yönelik mekanizmalar üzerinde duruldu. 
Genelkurmay ve güvenlik birimlerinin görüşmelerinde ise Afganistan ordusunun eğitimi ile ilgili konular ele alındı. Başbakan Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Karzai’nin zirve çerçevesinde yaptıkları görüşmelerde üçer aylık periyotlarla Afganistan’daki asker ve polisin eğitilmesi ve terörle mücadele konusunda daha yakın işbirliği yapılması kararlaştırıldı. Üç ülke arasında imzalanan ortak bildiride Başbakan Erdoğan’ın Afganistan’da tamamı TİKA tarafından yaptırılan 68 okulun açılışını yapması kararlaştırıldı. Ayrıca üç ülkenin eğitim bakanlarının imzasının yer aldığı, eğitim konusunda işbirliği alanlarını içeren ortak bir bildiri yayınlandı.24

Üçlü zirvenin hemen ertesi günü İstanbul’da yapılan, “Asya’nın Kalbinde Dostluk ve İşbirliği Zirvesi” Türkiye’nin Afganistan sorununda diplomasinin araçlarının yoğun bir biçimde kullanılması gerektiği yaklaşımının bir başka göstergesidir. Afganistan’a komşu ülkelerin katıldığı zirve sonunda açıklanan bildiride Türkiye’nin Afganistan politikasının ana hatlarının altı bir kez daha çizilmiş, bölgesel işbirliğinin önemi vurgulanmıştır. “Emin, güvenli ve müreffeh bir Afganistan’ın bölgesel barış ve istikrarın hayati unsuru olduğu, karşı karşıya kalınan risk ve sorunların ortak olduğu ve terörizmin tüm biçimleri ve yasa dışı uyuşturucu ticaretinin bölgedeki tüm ülkeleri etkilediği” ifadeleri bildiride yer almıştır.25 

Bu zirvelerin gösterdiği gibi Türkiye, Afganistan meselesini Afganistan sınırları içinde çözülecek bir mesele olarak görmemekte, bölgesel bir yaklaşımla çözülmesi gerektiğini düşünmektedir. Bölgesel yaklaşımın en önemli unsurların dan ve sorunun en önemli taraflarından biri olan Pakistan’la işbirliğinin artırılması gerekmektedir. Türkiye’ye göre Afganistan ile Pakistan arasında üst düzey ilişki ve işbirliğinin artırılması bölgenin istikrarı ve barışı için hayati öneme sahiptir. Türkiye’nin öncülüğünde gerçekleştirilen üçlü zirveler bu amaca hizmet etmek ve iki ülke arasındaki buzları eritmek amacıyla yapılmakta ve başarılı da olmaktadır. Bu zirvelerin sonucunda yapılan Afganistan’a komşu ülkeler zirvesi (Irak’a komşu ülkeler zirvesi benzeri) de yine Ankara’nın öncülüğünde yapılmıştır. Türkiye, Pakistan ve Afganistan’ın yanı sıra İran, Çin, Rusya, İngiltere, ABD, Japonya, Tacikistan, Kırgızistan, BAE, İKÖ, BM, NATO ve AB’nin 
üst düzey temsilcileri zirveye katılmışlardır.

Uluslararası katılımın oldukça yoğun olduğu Afganistan konulu bir başka toplantı 28 Ocak’ta Londra’da yapıldı. Afganistan’ın geleceğinin yeniden masaya yatırıldığı, yaklaşık 70 ülkenin dışişleri bakanları ve üst düzey temsilcilerinin katıldığı Londra Konferansı, 2001’den bu yana Afganistan’ın yeniden yapılandırılması için yapılan konferanslar zincirinin sekizincisi oldu. Londra Konferansı’nı diğerlerinden farklı kılan, Karzai’nin uzlaşı planı çerçevesinde ilk defa Taliban’ın ılımlı unsurlarının silah bırakarak anayasayı kabul etmek 
suretiyle siyasi yapıya entegre edilmesini öngörüyor olmasıdır.26 

Ayrıca konferansta uluslararası güçlerin yetkilerinin yerel birliklere devredilmesi gündeme geldi. Taliban militanlarını siyasi sürece dahil etmek için katılımcı ülkelerin 140 milyon dolarlık bir fon oluşturmasına karar verilirken, Cumhurbaşkanı Karzai de yolsuzlukla etkin mücadele edeceğine dair söz verdi. Afgan askerlerinin istikrarı sağlayabilecek kapasite ve yeteneğe kavuştuktan sonra uluslararası güçlerin ülkeden çekilmesine karar verildi.27 

2009 ve 2010 NATO ve ABD birliklerinin büyük kayıplar verdiği yıllar oldu. 

Bu nedenle Avrupa ve ABD kamuoylarının, askerlerin geri çekilmesi konusundaki baskıları bu iki yılda arttı. Asker ve sivil kayıplarını azaltma, Taliban direnişini kırma ve nihayetinde istikrarı sağladıktan sonra geri çekilme planını içeren AfPak stratejisinin uygulanması için 30.000-35.000 ek asker takviyesinin gerekmesi, ABD ve NATO’nun nasıl bir bataklığın içinden çıkmaya çalıştığının açık bir göstergesidir. Yukarıda atıfta bulunulan raporunda dile getirdiği uyarılar Obama yönetimini rahatsız etmiş olmalı ki ISAF Komutanı General McChrystal Haziran 2010’da Rolling Stone dergisinde çıkan yazısı bahane edilerek görevinden alınmış, yerine General David Petraeus getirilmiştir. McChrystal’in Obama yönetimin Afganistan politikasını açık bir biçimde eleştirdiği bilinmektedir. 2010 Haziranında 2001’den bu yana en büyük kayıpların verildiği düşünüldüğünde ABD’nin başarılı olduğunu söylemek zor görünüyor. Asker seviyesinin AfPak stratejisinin öngördüğü şekliyle istenilen düzeye çıkarılmasından 18 ay sonra yabancı askerlerin ülkeden çekilmeye başlayacağı öngörülmektedir. Obama, General Petraeus’un göreve gelmesiyle birlikte Afganistan stratejisinde herhangi bir değişiklik olmayacağını açıkladı. Buna göre Temmuz 2011 tarihinden itibaren 
çekilmenin başlayacağı fakat bunun birkaç sene devam edebileceği belirtilmekte dir. 

2009 ve 2010 yıllarında Türkiye’nin pozisyon belirlemek durumunda kaldığı en kritik dış politika konularından biri, ABD’nin AfPak Stratejisi çerçevesinde 
Türkiye’den beklediği katkılar oldu. Türkiye’den Afganistan’a muharip asker göndermesi, Kabil bölge komutanlığında görev yapan Türk birliğinin görev alanını çatışmaların yoğunlaştığı güneye doğru genişletmesi ve Türkiye’den sıcak çatışmaya girmeme prensibini gözden geçirmesi istendi. 2009 yılına kadar zaman zaman gündeme gelen bu talepler ilk kez bu kadar net bir biçimde ifade edilmiş oluyordu.28 

Kasım 2009’da ISAF’ın Kabil bölge komutasını ikinci kez üstlenen Türkiye, bölgenin güvenliğini sağlamakta; lojistik, istihkâm ve altyapı desteğinde bulunmakta ve askeri eğitim faaliyetlerine devam etmektedir. Askeri lise ve harp okullarında Türk eğitmen ve danışmanlar bulunmaktadır. Ayrıca, askeri akademinin kuruluş ve organizasyonunu üstlenmiştir. Sağlık alanında 
faaliyetlerine devam etmekte ve hastaneler açan Türkiye, 27 ilk ve ortaokulun yeniden inşası ya da onarılmasına katkı sağlamış, 38.000 öğrenciye öğrenim imkânı sunmuş ve kız çocukları için bir lise ve kadın gelişim merkezinin açılmasına öncülük etmiştir. Türkiye’nin yaptığı bu türden katkılar medyada sık sık yer almakta ve bunlardan övgüyle söz edilmektedir. Ancak bu alanlarda desteğini artırmasına rağmen operasyon bölgesine asker gönderme talebine sıcak bakmamıştır. 

Türkiye’nin operasyona fiilen katılacak asker göndermesi ve görev sahasında ve tanımında esneklik göstermesi hariç yeni stratejiye olumlu cevap vermesi beklenmektedir. Bu çerçevede çekilmenin önceliklerinden olan Afgan güvenlik güçlerinin kapasitesinin artırılması için Türkiye’nin, Afgan ordusunun eğitim ve organizasyonunda daha fazla katkı sağlaması beklenmektedir.29

Son iki yılda bölgede barış, güvenlik ve istikrarın sağlanması için diplomatik çabalarına ağırlık veren Türkiye, 7-8 Haziran 2010 tarihleri arasında, Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (AİGK, CICA) Üçüncü Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’ne ev sahipliği yapmış ve Konferans’ın yeni dönem başkanlığı görevini almıştır. CICA’nın misyonunu “Asya’da İşbirliğine Dayalı Güvenliğin İnşası” olarak tanımlayan Türkiye, dönem başkanlığı süresince Afganistan sorununda Asya ülkelerinin desteğini alabileceği ve diplomatik çabalarına ivme kazandıracağı bir platform elde etmiştir. 

DİPNOTLAR;

1 Yapılan resmi açıklamalar için bkz. “Başbakan Bülent Ecevit’in ABD’de Meydana Gelen Terörist Saldırılara İlişkin Olarak Yaptıkları Açılama”, 12 Eylül 2001, 
    Dışişleri Güncesi Arşivi, http://www.mfa.gov.tr; “Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in, ABD’ye Yönelik Terörist Saldırılar Hakkında Basın Mensuplarına Yaptığı Açıklama”, 
    13 Eylül 2001, Dışişleri Güncesi Arşivi, http://www.mfa.gov.tr. 
2 ...........“Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in, ABD’ye Yönelik Terörist Saldırılar Hakkında Basın Mensuplarına Yaptığı Açıklama”, 13 Eylül 2001, Dışişleri Güncesi 
Arşivi, http://www.mfa.gov.tr; Derya Sazak, “Sezer’den Huntington Uyarısı”, Milliyet, 18 Eylül 2001.
3 Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in TV-8 televizyonuna verdiği mülakat, 20 Eylül 2001, Dışişleri Güncesi Arşivi, http://www.mfa.gov.tr. 
4 Dışişleri Güncesi Arşivi, http://www.mfa.gov.tr, 2001 yılı Eylül ayı gelişmeleri. 
5 Dışişleri Güncesi Arşivi, http://www.mfa.gov.tr, 5 Ekim 2001. 
6 ..........Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Başkanlığında, ABD’nin Afganistan’a Yönelik Askeri Operasyonu Konusunda Yapılan Değerlendirme Toplantısına 
    İlişkin Açıklama, Dışişleri Güncesi Arşivi, http://www.mfa.gov.tr, 8 Ekim 2001. 
7 “Türk Askerine Yol Göründü,” Milliyet, 1 Kasım 2001. 
8 Milliyet, 23 Kasım 2001. İsmail Cem’in yaptığı açıklama. 
9 Bu argümanın detaylı bir analizi şu makaleye bakılabilir. Sevinç Alkan Özcan, “ABD’nin Afganistan Operasyonu ve Türk Dış Politikası”, Avrasya Etütleri, 
   TİKA, 27-28, Sonbahar-Kış 2005, s. 33-75. 
10 Ebru Afat, “Obamalı ABD’nin İlk Hedefi AfPak”, Anlayış, Mart 2009. 
11 FPC Briefing, General James Jones, National Security Advisor, President Obama’s Afghanistan-Pakistan (AFPAK) Strategy, Foreign Press Center, March 27, 2009, 
    http://fpc.state.gov, Erişim Tarihi, 12 Haziran 2010. 
12 “Türkiye Afganistan’a bin asker gönderecek”, Zaman, http://www.zaman.com.tr, Erişim Tarihi: 15 Haziran 2010.
13 McChrystal Raporu için bkz. “General McChrystal’ın Afganistan Raporu,” Hürriyet, 30 Eylül 2009, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr.
14 M. Serkan Taflıoğlu, “Afganistan’da Güvenlik: NATO Kuvvetleri Zorda,” http://www.orsam.org.tr.
15 “Davutoğlu Pakistan ve Afganistan’ı Ziyaret Etti”, Anlayış, Temmuz 2009. 
16 “Davutoğlu Sıradışı Afganistan Turunda”, Radikal, 13 Haziran 2009. 
17 Nuh Yılmaz, “Seçimler Afganistan’a Güvenlik Getirecek mi?”, Anlayış, Eylül 2009. 
18 Ebru Afat, “ABD ve İngiltere’nin Afganistan Oyunu”, Anlayış, Ağustos 2009. 
19 “İkinci Karzai Dönemi Başladı”, BBC, http://www.bbc.co.uk. 
20 Sabri Çiftçi, “Hamid Karzai Afganistan için Çözüm Olabilir mi?”, http://www.orsam.org.tr. 
21 “Turkey and Pakistan”, Daily Times, 27 Ekim 2009.
22 Zalmay Khalilzad, “Afghanistan: The Next Phase”, Perceptions, Aralık 2000-Şubat 2001, s. 8. 
23 Syed Talat Hussain, “Londra Konferansı Afganistan’a Yenilikler Getirmeyecek”, Daily Times, 28 Ocak 2010, Çev. Ebru Afat, Anlayış, Şubat 2010. 
24 “Afganistan’da 15 okul daha inşa edilecek,” Zaman, 29 Ocak 2010, http://www.zaman.com.tr.
25 “Asya’nın Kalbinde Dostluk ve İşbirliği için İstanbul Bildirisi”, 26 Ocak 2010, http://www.mfa.gov.tr.
26 Fikret Ertan, “Londra Konferansı”, Zaman, 28 Ocak 2010.
27 “Yeni Afgan Stratejisi”, Star, 29 Ocak 2010.
28 .........Armağan Kuloğlu, “Afganistan’a Operasyon icin Türk Askeri Gider mi?” http://www.orsam.org.tr.
29 Kuloğlu, “Afganistan’a Operasyon icin Türk Askeri Gider mi?”


KATKIDA BULUNANLAR.,

Ali Balcı | Dr., Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Ali Resul Usul | Doç. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
Ayşe Aslıhan Çelenk | Yrd. Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Bahadır Çelebi | Araş. Gör., Fatih Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Burhanettin DURAN | İstanbul Şehir Üniversitesi 
Bülent Aras | Prof. Dr., Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı
Cemal Alpgiray Bölücek | Araş.Gör., Adnan Menderes Üniversitesi Nazilli İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü
E. Fuat Keyman | Prof. Dr., İstanbul Politikalar Merkezi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, Sabancı Üniversitesi
Ertan Efegil | Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü 
Fahrettin Altun | İstanbul Şehir Üniversitesi, İletişim Fakültesi 
Gökhan Çetinsaya | Prof. Dr., İstanbul Şehir Üniversitesi
Hüseyin Emiroğlu | Doç. Dr., Kırıkkale Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
İsmail Numan Telci | Araş.Gör., Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Kamer Kasım | Prof. Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
Kemal İnat | Doç.Dr., Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Mehmet Özkan | Doktora Öğrencisi, Sevilla Üniversitesi, İspanya
Mesut Özcan | Yrd.Doç.Dr., İstanbul Ticaret Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Muhittin Ataman | Prof. Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
Nasuh Uslu | Prof. Dr., Kırıkkale Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
Nuh Uçgan | Doktora Öğrencisi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
Pınar Akpınar | Öğretim Görevlisi, Yalova Üniversitesi
Ramazan Gözen | Prof.Dr., Çankaya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
Sadık Ünay | Yrd. Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi, İ.İ.B.F., Uluslararası İlişkiler Bölümü.
Savaş Genç | Doç. Dr., Fatih Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Selçuk Çolakoğlu | Doç.Dr., Adnan Menderes Üniversitesi Nazilli İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü
Sevinç Alkan Özcan | Dr., Bilim ve Sanat Vakfı, Küresel Araştırmalar Merkezi Direktörü
Turgay Kayalak | Araş. Gör., Kırıkkale Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
Vügar İmanov | Yrd. Doç. Dr., İstanbul Şehir Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
Yunus Can Polat | Adnan Menderes Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi

Türk Dış Politikası Yıllığı ülkemizde uluslararası ilişkiler literatüründe var olan büyük boşluğu doldurma konusunda katkı sunmayı amaçlamakta dır. Türkiye’de, özellikle Türkçe yazılmış uluslararası ilişkiler konulu eserlerin gerek sayı ve gerekse içerik olarak ciddi eksiklikleri olduğu ilgili alanın uzmanları tarafından sürekli olarak dile getirilmektedir.

Türk Dış Politikası Yıllığı, bu boşluğu doldurmak üzere, Türkiye’nin dış politikasının değişik alanlarına ilişkin verilerin, konunun uzmanları tarafından belirli bir sistematik içerisinde ve olayların anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir biçimde okuyucuya aktarılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Aktarılan bu verilerin analizi konusunda okuyucuya yol gösterilmekte, ancak aktarılan bilgilerden 
okuyucunun kendi analizini yapmasına da fırsat tanınmaktadır.

Türkiye gibi, giderek artan bir şekilde bölgesinde önemli roller üstlenen bir ülkenin dış politikasını inceleyen düzenli bir yıllık çalışmasının bugüne kadar yapılmamış olmasının ciddi bir eksiklik olduğu düşüncesiyle 2009 yıllığıyla başlayan bu projenin önümüzdeki yıllar için de planlandığını müjdelemek istiyoruz.

Temel amacımız, bu şekilde, Türk dış politikasına ilgi duyan okuyucuların, öğrencilerin ve araştırmacıların faydalanacağı bir çalışma serisinin Türk uluslararası ilişkiler literatürüne kazandırılmasıdır.

Bu Kitabın ve Türk Dış Politikası Yıllığı’nın bundan sonraki sayılarının okuyucuya faydalı olmasını diliyoruz.

SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı
Reşit Galip Caddesi Hereke Sokak No:10, 
GOP, Çankaya 06700 Ankara, TÜRKİYE
Tel: +90 312 405 61 51 | Faks: +90 312 405 69 03
www.setav.org | info@setav.org


***