TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu, Bilgisine Başvurulanlar, BÖLÜM 5
14- Sedat BUCAK 21.01.1997 tarihli ifadesinde;
1960 Siverek doğumlu olduğunu, siyasete 1991 yılındaki seçimlerde katıldığını, DEP milletvekillerinin, özellikle Abdullah Öcalan’ın yanından gelen elçiler vasıtasıyla kendisiyle görüşmek istediklerini, kendisiyle görüşerek “Biz, Siverek’e, Urfa’ya örgüt olarak gireceği, yalnız tarafsız kalacaksınız, bize karışmayacaksınız, devletin yanında yer almayacaksınız” demek istediklerini bildiğini, devletiyle beraber olduğunu, Bekaa’dan gelen bazı insanlarla görüşmelerinin çoğunu kasete aldığını ve bundan Ankara Emniyeti başta olmak üzere o zamanki tüm devlet yetkililerine bilgi verdiğini, DEP’in kapatılması ve milletvekillerinin çoğunun içeri alınmasında Devlet Güvenlik Mahkemelerine verdiği ifadelerin büyük katkısının olabileceğini, 1993’te bunların kendine karşı ve ailesine karşı bir tavır almak istediklerini ve Siverek’te örgütlü eylemlerin başladığını, Siverek’te Anavatan Partisi İlçe Başkanı ve kardeşinin katledildiğini, bazı köylülerin ve vatandaşların katledildiğini, Siverek halkının bu olayları istemediğini, Siverek halkının tavır almasıyla beraber örgütün orada
çökertildiğini, halkla olan içtenliği ve devlete olan bağlılığı nedeniyle kendisine karşı tavırlar olduğunu, kanunsuz bir iş yaptığı zaman devletini çiğnemiş olacağını, İstanbul’a giderken Mehmet Özbay’ı aradığını, Mehmet Özbay’ın Abdullah Çatlı olduğunu çok sonraları öğrendiğini, İstanbul’a dinlenmeye gittiğini, Yalova’daki termale gittiklerini, o akşam yakın arkadaşı Ali Aydınlıktan’ın oğlunun kafasına kurşun değdiğine dair haber aldıklarını, durumunun kötü olduğunu öğrendiklerini, akşam bu durumu arkadaşlarına söylediğini, İzmir’e gitmesi gerektiğini söylediğini, Mehmet Özbay’ın “bende gelirim” dediğini, yola çıktıklarını, Ören’de veya Altaylar’da bir arsa ofisi olduğunu, bu arsaya baktıktan sonra şoförünün gelip “Ağabey, Ali Abinin oğlu
vefat etmiş” dediğini onun üzerine hemen harekat ettiklerini, hastaneye gittiklerini, fakat kimseyi bulamadıklarını, daha sonra evlerine gittiklerini, taziyelerini bildirdikten sonra ayrıldıklarını, Princess’te yer ayırttıklarını, otele gittiklerinde bir bayanın Mehmet Özbay’ın yanında oturduğunu, onunda kendileriyle geldiğini, İzmir’e gelirken Kocadağ ile görüştüklerini, Kocadağ’a İzmir’e gidiyorum dediğini, onunda “bilsem bende gelirdim” dediğini, daha sonra uçakla yarın geleceğini söylediğini, ertesi sabah uyandıklarında Kocadağ
ile görüştüklerini ve onun geleceğini öğrendiklerini “beni aldırabilirmisiniz?” dediğini, bunun üzerine yanındaki koruma polisi Ercan Bey’i (daha önce Kocadağ’ın yanında çalışmış bir polis olan) Hüseyin Kocadağ ı arabayla
almaya gönderdiğini, koruma polislerinde ve şoförün de huzursuzluk gördüğünü, polis Ercan’ın bir ara kendisini çağırıp huzursuz olduklarını ve takip edildiklerini söylediğini, “İzmir’den hemen ayrılalım” dediklerini, Bunun üzerine Kuşadasına gitmeye karar verdiklerini, o gün akşam üzeri çıktıklarını, Onura otel’de
kaldıklarını, ertesi gün de orada kaldıklarını, polislerde rahatsızlık ve tedirginlik olduğunu görünce Ankara veya İstanbul’a gidelim dediğini, Hüseyin Kocadağ’ın İstanbul’da işi olduğu için İstanbul’a gidip oradan Ankara’ya geçmeyi düşündüklerini, o gün sabah en geç kendisinin kalktığını ve kahvaltısını yarım bırakarak yolaçıktıklarını, o bayan ile Mehmet Özbay’ın arabanın arkasında oturduklarını, İzmir’i geçtikten sonra Kocadağ’ın çok süratli gittiğini gördüğünü, arabanın ibresinin 230’u gösterdiğini, birşeyler söylediğini, Kocadağ’ın
kendisine dönüp birşeyler söylediğini ve güldüğünü, kendisininde gülerek yolu görmemek için koltuğun ucuna doğru geldiğini, kaza’dan sonra Ankara’da ancak arabasını televizyonda görünce, kaza yaptığının kesin olduğuna emin olduğunu, arabada bulunan silahların İstanbul’a gelirken dahi olmadığını, o silahlardan
bilgisinin olmadığını, kendisinin arabada bulunan Sig Sauter silahı olduğunu, onun dışında polislerinin hepsinin silahı olduğunu, eğer takip ediliyorlarsa bu silahların kazadan sonra arabaya konulmuş olabileceğini, diğerlerinin çantasında vardıysa silahların onların olabileceğini, arabada söylenildiği gibi gizli bölme
olmadığını, Mehmet Özbay’ın, köyüne 1 defa 1996 Kasım’ında geldiğini, 1993 yılı sonu veya 1994 yılı başında Siverek’e halka güven verebilmek için gittiğini, Ankara’da babasının vefat etmesi üzerine Siverek’e defnettiklerini ve taziyelerin 1,5-2 ay sürdüğünü bu arada yorgun düştüklerini, 1994 ortası veya sonunda
dinlenebilmek amacıyla Ankara’ya geldiğini, daha sonra İstanbul’a gittiğini, İstanbul’da Mehmet Özbayı tanıdığını, Abdullah Çatlı adıyla tanımadığını, kalabalık bir ortamda “siz, Sedat Bucak’sınız” diyerek kendisiyle tanışmak istediğini söylediğini, orada tahminen bir hafta kaldığını, Ankara’ya geldiğinde kendisini telefonla aradığını, kendisinin tekrar Siverek’e döndüğünü, 1995’te geldiğini bir-iki defa Mehmet Özbay’ın kendisini sorduğunu, Ankara’ya yılda 2 ya da 3 defa geldiğini, kendisinin dışarıda bürosu olduğunu, bürosuna gelip,
oturup, sohbet edip gittiğini, bu insanla (Abdullah Çatlı) bir illegal ya da legal bir işinin, ya da bağlantısının olmadığını, Çatlı nın kendisine ithalat-ihracat şirketi olduğunu ve ticaretle uğraştığını söylediğini. Abdullah Çatlı ile Gonca Us arasında bir gönül ilişkisi olduğunu varsaydığını, hanımıyla bir-iki defa görüştüğünü, ailece İstanbul’da oldukları bir zamanda Çatlı’nın ailesini alarak bir-iki defa yanlarına geldiğini, hatta bir keresinin de bir düğünde olabileceğini, Mehmet Özbay ile Kocadağ’ın kendi yanında tanıştıklarını varsaydığını, kendinden
önce tanıyıp tanımadığını bilmediğini, Hüseyin Kocadağ ile her zaman görüştüklerini, Mehmet Özbay’ı vatansever biri olarak tanıdığını, konuşmalarının hep bu yönde olduğunu, Hüseyin Kocadağ ın 1980 ihtilalinden hemen sonra Siverek’e emniyet amiri olarak verildiğini, sonra tahminen Ankara’da Özel Harekatın kurulma aşamasında Ankara’ya geldiğini, Siverek’te de Ankara’da da görüştüklerini, Diyarbakır Özel Harekat Şube Müdürlüğü yaptığı sıralarda da görüştüklerini, kendisinin bu sıralarda Siverek’i tanımasından dolayı arada bir
geldiğini, babasıyla Hüseyin Kocadağ’ın ilişkilerinin çok samimi olduğunu, babasından sonra bu ilişkiyi kendisinin sürdürmek istediğini, Bucak Aşireti olarak varsayılan topluluğun 40, 50 veya 60 aileden oluştuğunu, Siverek’te 70’i geçici olmak üzere 430 korucu olduğunu bildiğini, Fatih Bucak’ın amcaoğlu olduğunu,
Ankara’da oturduğunu, şu anda inşaat şirketi kurduğunu bildiğini, aralarında kopukluklar olduğunu, korumalarını istemesi konusunda; Koruma Şube Müdürlüğünün kendilerini atadığını ve koruma vereceklerini söylediklerini, kendisinin ise koruma istemediğini, daha sonra aradıklarında “siz isim verebilirseniz de olur” denildiğini, bu korumaların Özel Harekat Daire Başkanı İbrahim Şahin’in korumaları olduğunu, İbrahim Şahin’le PKK’ya karşı tavır ortaya koymak için Emniyet Genel Müdürü, Paşalar, 7. Kolordu Komutanı
geldiğinde Özel Harekat Daire Başkanı olarak geldiği sırada konuştuğunu, daha sonra birbirlerini aradıklarını, İbrahim Şahin’in doğuya gittiği zaman, özellikle Siverek güzergahını seçtiğini ve misafiri olduğunu Polis Ercan’a “bana koruma verilmek isteniyor, korumalık yaparmısınız?” diye sorduğunu, onun da “benim bir arkadaşlarla görüşmem gerekir” dediğini, daha sonra “evet” cevabının geldiğini bunların 5 kişi olduğunu, oysa 6 koruma verilmek istendiğini, 6’ncının da bu beş koruma tarafından önerildiğini adının da Mustafa olduğunu,
Bakan Mehmet Ağar’a bunların verilmesi için yazdığını ve kabul edildiğini, hatta çok zaman sonra verildiğini, Ömer Lütfi Topal cinayetinden daha sonra korumalığını yapan polislerin gözaltına alınmasından sonra İstanbul
valisi veya Emniyet Müdürünü aradığını, bu insanları koruma olarak istediği için bunların işlediği bir suç varsa bunları bilme zorunluluğunu hissettiğini, bu kişilerle (korumalarla) telefonla konuşmadığını, Arnavut Sami yi (Sami Hoştan) bir defa Çınar Otelinde başkalarıyla birlikte oldukları sırada kendisine tanıttıklarını, daha sonra onu görüp görmediğini hatırlamadığını, kendilerinin kumarla ya da kumarhanelerle hiç bir ilişkilerinin olmadığını, bir gece kulubü ya da diskoteğe amcaoğlunun da içinde bulunduğu üç gencin girersin-giremezsiz
tartışmaları sonucu öldürüldüğünü, bu olayın kumarla ilgili olmadığını, söylemezleri de bu olaydan sonra bildiklerini, daha sonra bunlardan iki tanesinin öldürülmesiyle kendilerinin hiç bir ilgisinin olmadığını, Mehmet Ağar Genel Müdür olana kadar kendisini tanımadığını, öldüren kişilerden birinin lojmanında kaldığı hususunda; o insanla konuşmuşluğunun olmadığını, tanımadığını, kendisinin evine gelen biriyle gelmişse gelmiş olabileceğini , kalsa bile 1 geceden fazla kalamayacağını, Mehmet Ali Yaprak’ı tanımadığını, televizyonunun da
Gaziantep te olduğunu bilmediğini, Mehmet Ali Yaprak’ın kaçırılmasının ailesince yapılmış olamayacağını, Rıdvan Kocaman diye birisini tanımadığını, 1979’da amcasının bir suikastle yaralandığı ve akrabalarından bir çoğunun PKK tarafından öldürülmesi ve kendilerinin PKK tarafından tarafsız kalmalarının istenmesiyle birlikte ailelerinin PKK ile mücadelesinin başladığını, kendilerinin operasyonlara katılmadıklarını operasyonları askerlerin yaptığını, halkın istihbaratı çalışmaları olduğunu, 1979 da PKK tarafından kendilerinden 140-150
askerlerin yaptığını, halkın istihbaratı çalışmaları olduğunu, 1979 da PKK tarafından kendilerinden 140-150 arasında kişinin öldürüldüğünü, bir çoğunun kendilerinin yakını olduğunu, Korkut Eken ve diğerlerinin kendi yerlerinin olduğunu onların oralarda kaldıklarını, Mehmet Ağar’ın hiç evine gelip kalmadığını, korucuların çatışmaya gittiklerinde muhimmatı onların kendilerinin aralarında temin ettiğini, HBB Televizyonunda yaptığı konuşmanın 5 veya 10 dakikasını hatırladığını geri tarafını hatırlamadığını, daha sonra bu roportajın kasetini getirttiğini, oradaki konuşmalarını görünce tamamını bile izlemediğini, hükümetin güvenoyu almasından önce Mehmet Özbay’ın çok özel, gizli görüşmek istediğini söylediğini, o görüşmedeMehmet Özbay’ın “ben devletle
çalışan gizli bir adamım; bunu da kimsenin bilmemesi lazım şu kimliğim, şu yeşil pasaportum, bu ehliyetim, bu silah ruhsatım, bu nüfus cüzdanım” diyerek birşeyler çıkardığını, Terörde uzman yazan bir kağıt gördüğünü,
onun söylediği ismi bir lakap ve kod ismi zannettiğini ve sonuna kadar bile onu Mehmet Özbay olduğuna inandığını, o kimliğin sahte mi yoksa gerçek mi olduğunu tespit edemediğini, Haluk Kırcı ve Yaşar Öz’ü tanımadığını, Drej Ali’yi tanıdığını, onun taziyelerine geldiğini kendininde İstanbul’daki yazıhanesine birkaç defa gittiğini, PKK’nın ölüm listesinde, birinci sırada olduğunu bildiğini, Abdullah Çatlı’yı 1980’den önce aranan biri olarak bilmediğini, “Ben Abdullah Çatlıyım” dedikten sonra da bir arkadaş olarak ilişkilerinin devam ettiğini, Korkut Eken’in , babasının eski dostu olduğunu, babasının yanına bir defa geldiğini
hatırladığını, kendilerine devletin her kademesinden insanların geldiğini, istedikleri bilgileri bilebildikleri kadar hepsini verdiklerini, her zaman devletin yanında olduklarını, PKK’nın Siverek’i yenemediğini, Med TV’de, Abdullah Öcalan’ın söylediği sözlerin kendisine o gün telefonla dinlettiklerini, HBB’ye Sayın Yılmaz’ın kendisini Fransa’da dediğini duyunca “Ben buradayım” mesajını vermek için çıktığını, hastanede emar filmi çektirmek dışında bir yere gitmediğini, kaza anında bu susturucu ve silahlar arabada olsaydı bunların korumalar tarafından alınabileceğini, Meysu’nun sahibinden 300 bin marklık bir senet alma, bürolarında kurşunlama gibi bir olayın olmadığını, tahminen bu olayın faillerinin yakalanmış durumda olduğunu, arabada bulunan silahların
arkada oturanlar tarafından konulmuş ya da başkaları tarafından konulmuş olabileceğini, kendisinin 130-140 milyar aldığı şeklindeki ithamların yalan olduğunu, kumarhanelerden haraç almadığını, maaşı dışında kimseden
para almadığını belirtmiştir.(Ek:187)
15- Hasan Celal Güzel Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı 17.02.1997 tarihli ifadesinde;
1945 yılında Gaziantep’te doğduğunu, 1975 yılında Süleyman Demirel’in özel müşaviri olarak Başbakanlık’ta görev yaptığını,1977 yılının ikinci yarısında II MC Hükümeti sırasında Korkut ÖZAL’ın İçişleri Bakanlığı döneminde Müsteşar Yardımcılığı, Turgut Özal’ın Müsteşarlığı döneminde, onun yardımcılığını yaptığını, 1980 yılında 12 Eylül’den önce yayınlanan gizli bir genelge ile Devletin Güvenlik Koordinatörü yapıldığını, Emekli Korgeneral Rüştü Naipoğlu, Emekli Hava Korgenerali Refik Işıtman ve Emekli Albay Kadir Bilgen’den oluşan
o tarihte artan terör olayları ile meşgul olan bir güvenlik koordinasyon ekibi kurduklarını, MİT, Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet İstihbarat Dairesinden gelen bilgilerin bu kurulda değerlendirildiğini ve o tarihte
Başbakan olan Süleyman Demirel’e arz edildiğini, o tarihte Başbakanlık Müsteşarı olan Turgut Özal’a da bilgi verildiğini, Başbakanlık Müsteşar Vekilliği ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşar Vekilliği görevlerinde bulunduğunu,12 Eylülden sonra da 35 gün Başbakanlık Müsteşarlığına vekalet ettiğini, Necdet Calp’in Başbakanlık Müsteşarlığına getirilmesi üzerine onunla 5 ay süre ile çalıştığını, Şubat 1981 ayında Süleyman Demirel’i ziyarete gitmesi nedeniyle görevinden alındığını, görevinden istifa ederek Kayseri Erciyes Üniversitesinde öğretim elemanı olarak çalıştığını, 1983 yılı sonunda Anavatan Partisinin iktidara geldiğinde Başbakanlık Müsteşarlığına getirildiğini, 1986 yılının Ağustos ayı başına kadar bu göreve devam ettiğini,o tarihteki ara seçimlerde Gaziantep’ten Milletvekili adayı olduğunu, Milletvekili seçildiğini, Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü olarak göreve başladığını,1987 erken seçimlerinde Gaziantep Milletvekili olarak yeniden seçildiğini, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı olduğunu, Mart 1989 tarihinden itibaren de ANAP Gaziantep Milletvekili olarak devam ettiğini,17 Haziran 1989 tarihinde ANAP’tan istifa ettiğini, 20 Ekim 1991 seçimlerine iştirak etmediğini, 23 Kasım 1992 tarihinde de Yeniden Doğuş Partisini kurduğunu, halen Genel Başkanlık görevini yürüttüğünü,
Babasının Demokrat Parti yöneticilerinden, Dayısı Ali İhsan Göğüş’ün de Halk Partisi Bakanı olduğunu, kendisinin Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde iken Türkiye’de sağ denilen öğrenci lideri olarak uzun süre çalıştığını, bütün hadiselere iştirak ettiğini, Hür Düşünce Kulüplerinin merkez sağ çizgide, demokrasiyi savunan,
meşruiyetçi çizgide bir teşkilat olduğunu, o tarihte İçişleri Bakanı Faruk Sükan’ın, hatta Adalet Partisi’nin buteşkilata müdahale etmek istediğini, zira iktidar partisi olmasına rağmen üniversitelere hiç giremediğini, müdahale etmelerini istemediklerini belirtmelerine rağmen dinlenmeyince Adalet Partisi gençlik kollarına el koyarak meseleyi çözdüklerini, Muhalefet Partisi Cumhuriyet Halk Partisinin bir bürosunu Siyasal Bilgiler Fakültesine kurmuş olduğunu,
Türkiye İşçi Partisinin tamamen öğrenci gençliğe dayandığını, Hükümet olan Adalet Partisininde sağcı gençliği solcu gençliğe karşı kullanma staretejisi içerisine girdiğini, İsmet İnönününde bunu hep dile getirip, şikayet ettiğini, Fransada 1968 olaylarını başlatan meşhur Kızıl Rocky’nin Siyasal bilgiler Fakültesi yurdunda bir hafta kaldığını ve polis saldırısına karşı fakülteyi nasıl koruyacakları konusunda sosyalist, marksist öğrenci liderlerine taktik verdiğini gözleriyle gördüğünü, MHP Ülkü Ocakları Teşkilatının kendisinin de samimiyetle inandığı şekilde son derece vatansever, millîyetçi, millî ve manevi değerlere itibar eden gençlerden oluştuğunu, onların bu hislerini Emniyet Genel Müdürlüğü ve Milli İstihbarat Teşkilatına bağlı kişilerin istismar ettiğini, kullandığını, kendisinden de bu konuda destek istendiğini ancak kendilerinin Türkiye de bir takım terörist olayların meydana gelmesine, dış müdahalelerin olmasına karşı olduklarını ve böyle bir kullanıma karşı çıktığını,bu gençlerden bazılarının resmen Milli İstihbarat Teşkilatında ve Emniyet Genel Müdürlüğünde görev aldıklarını, belli seviyelere kadar da gelebildiklerini, Devletin istihbarat ve güvenlik örgütlerinin teşkilatların her kesiminden bilgi alması lazım geldiğini, bunun aksinin düşünülmeyeceği ni ancak bilgi toplarken bu kesimlerdeki kişileri bilginin ötesinde operasyon faaliyetlere sokmalarının fevkalade yanlış olduğunu,operasyonların bu teşkilatların elemanları vasıtasıyla yapılması gerektiğini, problemin bu olduğunu, Çatlı hadisesinde de problemin bu nedenle ortaya çıktığını, Gerek Süleyman Beyin Döneminde gerekse Turgut Beyin döneminde “Sadece Sayın Başbakan tarafından açılacaktır” ibaresi bulunan zarfları onların verdikleri yetki ile açtığını,okuduğunu ve özet bilgileri onlara
aktardığını,devletin bu tip bilgilerine sahip 3-4 kişisinden birisi olduğunu,
Milli İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet Genel Müdürlüğü arasında çok belirgin bir koordinasyonsuzluk,rekabet hatta zaman zaman sürtüşme ortaya çıktığını,MİT’in istihbarat görevinin kendilerinde olduğunu,Emniyetin sadece adli vakalarda istihbarat yapması,onun ötesine karışmaması gerektiğini,Emniyet Genel Müdürlüğünün de MİT’in iyi istihbarat yapamadığını,Türkiye genelinde birinci şubelerce yapılan kendi istihbaratlarının olmaması halinde dağılacağını,hazıra konduğunu,iyi çalışmadığını iddia ettiğini,bunun özellikle kaçakçılık
istihbaratı konusunda ortaya çıktığını,Emniyette Atilla Aytek’in çok kuvvetli bir polis müdürü olduğunu,gözüpek işinin ehli,uyuşturucu kaçakçılığı işi ile çok etkin mücadele ettiğini,ancak bu vasıflarını bilmesinden dolayı Genel Müdürünü bile takmayan,dediği dedik bir müdür haline geldiğini,onun dönemi MİT
içerisinde o tarihe kadar kurulmamış kaçakçılık istihbaratı adıyla bir birimin kurulduğunu, Emniyet MİT’in bu işin içerisine girmesinin gereksizliğini savunduğunu,MİT’inde kaçakçılık istihbaratınında kendi konularına
girdiğini ve kaçakçılık istihbaratının siyasî konularla da ilişkili hale geldiğini bu nedenle yapmaları gerektiğini savunduğunu bunun uzun seneler tartışıldığını,daha sonra Emniyetteki bu birim ile Mit’teki bu birim arasında
problemler çıktığını,Emniyetteki birimin gayrıresmi şefliği daha sonra İstanbul Emniyet Müdür Muavini iken Mehmet Ağar tarafından üstlenildiğini, Mehmet Ağar’ın Özallarla yakın irtibatının kurulmasının bu olaylara rastladığını, Zeynep Özal’ın Asım Ekren isimli bir müzisyenle münasebeti bulunduğunu, Zeynep ve Semra Özalın gece eğlencesini çok sevdiklerini, bu nedenle sık sık eğlence yerlerine gecenin geç saatlerinde gitmelerinden dolayı koruma sorunu doğduğunu,Başbakanın kızının ve eşinin korunmasının Devlet görevi olduğunu,bu nedenle Emniyet Müdürü Ünal Erkan ile muhatap olduklarını,onun ise politik yanının bulunmaması sebebiyle bu işlerden hazzetmediğini,
Mehmet Ağar’ın politikaya daha yatkın olduğunu,kibar nazik,zeki herkes tarafından sevilen,çok süratli hareket edebilen iyi polis denecek özelliklere sahip olduğunu,sivil sektörle çok yakın ilişkileri bulunduğunu,kendiliğinden koruma konularında onun daha öne çıktığını, Zeynep Özal ve Asım Ekren’in Antalyaya kaçmaları ve evlenmelerine ilişkin olaylarda Ekren’in İstanbuldaki aydınlık olmayan çevrelerle münasebetleri bilindiğinden evlenme olayının aile tarafından hiç istenmediğini,bu nedenle polisin koruma görevi altında Antalyaya gitmelerinin kontrol edildiğini,bu olayın Mehmet Ağarın Özallara yakın olmasını
sağladığını, çünkü onu tanıdıklarını, Semra ve Turgut Özal ile çok yakın samimi olduğunu, âdeta onların emrinde, özel bir polis gibi olduğunu,Ankara Emniyet Müdürlüğüne terfian getirilmek istenildiğinde Bakanlar Kurulunda kendisinin karşı çıktığını,münasebetleri yönünden bu atamanın yanlışlığını anlattığını,ancak Turgut beyin dediğini yaparak, Ağarı Ankara Emniyet Müdürlüğüne getirdiği ni,sonrada Ağar’ın kendisine gelerek,kendisinin aleyhinde olduğunu bilmesine rağmen,’emriniz varmı sayın Bakanım’ diye sorduğunu,bu tavrının da son derece hazımlı son derece sempatik ve olgun bir insan olduğunu gösterdiğini, Hiram Abbas’a Emniyet Mit çekişmesinin sebebini sorduğunda,MİT’in bu mafyadan bilgi aldığını,hem uyuşturucu kaçakçılığı bakımından,hemde siyasî bakımlardan bilgi aldıklarını, Emniyetinde bilgi aldığını,Mafyanın dininin imanının para olduğu nu, başka birşey düşünmediğini,ve terörle beslendiğini,silah kaçakçılığının onlara kar getirdiğini,onlarında hem sağ hem de sol teröriste silah temin edip,para
kazandıklarını, bunları bildiklerini,bilgi aldıkları grupları da himaye ettiklerini, mafyanın da hem poliste çeşitli guruplara,hem de istihbaratta çeşitli guruplara dayanmak ihtiyacını hissettiğini söylediğini,bunun kendisine çok ters geldiğini,sonradan bunu emniyetteki kişilere de teyid ettirdiğini,bunun sonucu olarak da Emniyet ve Mit arasındaki rekabetin doğurduğu başka bir platformun oluşmuş olduğunu,yani herkesin kendi mafyasını oluşturduğunu anladığını,Hiram beye ve emniyetteki kişilere,” siz ne yapıyorsunuz,adamları uyuşturucu ile
yakalayınca görmüyormusunuz,iade mi ediyorsunuz?” dediğinde çok açık bilgi veremediklerini,biraz müsamahakar davrandıklarını söylediklerini, kendisinin de ”Mafyayı ikiye ayırdınız,bilgi aldıklarınızı müsamahaa ediyorsunuz, emniyetin mafyası ayrı Mitin mafyası ayrı,emniyetin içinde falanın mafyası var
filanın mafyası var aynı şekilde mitin içinde falanın mafyası var filanın mafyası var bu ne biçim iş böyle kepazelik? “ dediğini, bunun üzerine konuyu Özal’a anlattığını,bilgi kaynağının olabileceğini,belirli kişilerin korunabileceğini,ama ekipleri korumaya kadar işin götürülmesinin sakıncalarını anlattığını,sonradan istihbarat raporunda da ,sorgulama raporunda da bunu teyid eder mahiyette Dündar Kılıç’ın polisin bir kısmını bu şekilde beslediğinin ortaya çıktığını,bu nedenle işin ciddiyeti yönüyle ilgili kişilerle görüştüğünü,bir müddet sonra
mafya-polis, mafya-istihbaratçı ilişkisi halinde devam eder,probleme sebebiyet verir dediğini, nitekim, Mehmet Eymür-Atilla Aytek,Mehmet Ağar-Mehmet Eymür rekabeti halinde ortaya çıktığını,sonuçta 1987 tarihinde ki raporun ortaya çıkmasına kadar da bu rekabeti getirdiklerini,raporların hepsinin doğru olmadığını,özel hayatına kadar çok yakından tanıdığı Saffet Arıkan Bedük’e bile çamur atmalarının bunu gösterdiğini,bunu her tür rapora güvenmemek gerektiği için söylediğini,adamın kendine göre rapor yazdığını sonra da el altından bunu
herkese dağıttığını,Çatlı ile ilişkisi olup olmadığını bilmediğini, Milli İstihbarat Teşkilatının aslında devletin en önemli ve gerekli bütün ülkelerde olan bir teşkilatı olduğunu,MİT’in 1960 yıllarına kadar sivil kişiler tarafından yönetildiğini,27 Mayıs ihtilalinden sonra asker kişilerin eline geçtiğini, süreç içerisinde MİT Müsteşarlığının Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir kadro ve tayin
makamı haline geldiğini ve bunun fevkalade yanlış olduğunu,bu kadronun Korgenerallerin tayin yeri haline geldiğini, tüm parti liderleriyle yaptığı konuşmalarda MİT Müsteşarlığının Başbakandan çok Genel Kurmay
Başkanına bağlı ve yakın olduğunu değerlendirdiklerini,12 Mart ve 12 Eylül istihbaratını özel olarak yapmadığını söylediklerini, 12 Eylül döneminde bir tesadüf sonucunda arkadaşı olan bir kişinin bilgi vermesi üzerine öğrenmesine karşılık MİT’in tam bir sessizlik içerisinde olduğunu,buna karşılık,askeri sistemin
bürokratik yapısının çok iyi çalışması sonucu kodlu olarak Başbakanlığa ertesi gün ihtilal yapacaklarını bildirdiklerini,bu nedenlerle de ne kadar Başbakana bağlı görülse de hiçbir şekilde Genel Kurmay’ın dışında kullanılamayacağını, ilk sivilleşme harekatının buradan başladığını,Müsteşarlığın boşaldığında önce Vecdi
Gönül’ü, sonra Saffet Arıkan Bedük’ü yani sivil birisini bu göreve getirmek istediklerini, olmadığını, daha sonra teşkilattan olan Hiram Abbas’ı önerdiklerini ancak uygun görülmediğini, o zaman Teoman Koman Paşanın getirilmesi söz konusu olduğunu,kendisinin emekli olmasını ve bu teşkilatın başına getirilmesini
istediklerini ancak onunla yapılan görüşmede asker olarak yükselmek istediğini,bunun içinde ordu komutanı olması gerektiğini ve kıta hizmetine çıkacağını,bu durumdu du en fazlaa 3 yıl için orada kalmasının söz konusu
olduğunu ve atamanın yapıldığını,sivilleşme uzantısı olarak da Evren Paşa’dan Hiram Abbas’ı Müsteşar Yardımcılığına atama tavizini aldıklarını,onun atanması ile birlikte Nuri Gündeş’in kendisine gelerek ayrılmak istediğini söylediğini, ayrılmaması için ikna edemediğini,onun emekli olduğunu bunun dea içeride hizipleşme olduğunu gösterdiğini,Hiram Abbasın son derece gözüpek,dürüst ve namuslu ve canını feda etmekten çekinmeyen bir kişi olduğunu teşkilatın böyle yetişmiş elemanları varken,Çatlılara ya da benzeri kişilere ihtiyacı bulunmadığı düşüncesinde olduğunu, Mit'te Teoman Koman Paşanın Turgut Beyle dostluğu zaviyesinde ilişkilerin yumuşatılmasıyla devam ettiğini,ancak istedikleri gibi sivilleştiremedikleri ni, Sönmez Köksal ‘ın gelmesi ile MİT’in
sivilleştirdigini, Dışişlerinde gerçekten kabiliyetli bir insan olduğunu, güvenlik dairesinden bilgisibulunduğunu,o şekilde geldiğini ve gelmesinin de kendisince isabetli olduğunu,Sönmez beyin alt kadroda bir değişiklik yapmadığını aslında hem Emniyet Teşkilatının hem de Mit teşkilatının yenilenmeye ihtiyacı
bulunduğunu,
6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,