27 Şubat 2019 Çarşamba

TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu, Bilgisine Başvurulanlar, BÖLÜM 6

TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu,  Bilgisine Başvurulanlar, BÖLÜM 6





Başbakanlık Teşkilat Kanunu’nun bir maddesine göre Başbakanlık Güvenlik Başkanlığı’nı kurduklarını, bu birimin tamamen bir değerlendirme ve istihbari bilgilerin koordine edildiği bir yer şeklinde olduğunu, icrai,operatif hiç bir yönünün bulunmadığını, Başbakanlık Güvenlik Kurulunun başına Rüştü Paşa’nın 
getirilmesinin sivilleşmeye mani bir durum olmadığını çünkü; onun antimilitarist bir kişi olduğunu burda Orduya karşı olduğu anlamında değil, militarizmi bir anti demokratik rejim olarak alma konusunda dediğini “The man on the horce back” isimli kitabı tercüme eden kişi olduğunu bunun sivillerin bile yapamayacağı bir 
şey olduğunu, döneminin birincisi olduğunu, Genel Kurmay Başkanı olması gerekir iken olamamış birisi olduğunu, bu sebepten bu işe getirildiğini, 
Başbakanlık’ta ilk defa bir kripto servisi kurduklarını,çok gizli evrakların Başbakanlıkta toplanmasının son derece tesadüfü olması sebebiyle 5-6 kişilik bir ekip kurduklarını,bunların değerlendirme yaptığını,gizli evrakı muhafaza ettiklerini, arşivlediklerini,gerektiğinde kendilerine verdiklerini,ayrıca Başbakanlıkta MİT tarafından şifrelenen bir kasa bulunduğunu,bunun içerisine çok gizli,kripto evrakı,millî savunma ile ilgili evrakları özel olarak muhafaza ettiklerini,bundan Başbakanlık Güvenlik İşlerinin bilgisi olduğunu, 
Batılı anlamda denetim ve teftiş,araştırma işlerinin yapılamaması sebebiyle bu tür işlerin ortaya çıktığı görüşüne aynen katıldığını,Emniyet teşkilatında Teftiş Kurulunun kızak yeri olarak kullanıldığını,kariyer sisteminin kesinlikle bulunmadığını,öncelikle bunun kurulması gerektiğini,birçok müfettişin fezleke yazmayı bile bilmediğini,orasının bilindiği gibi bir teftiş kurulu olmadığını,her devirin değişmesinde korunanların teftiş kuruluna, daha az korunanların APK.’na alındığını,Osmanlı’dan bu yana Emniyet Genel Müdürlüğüne getirilenlerin emniyet dışından olduğunu,emniyetçilerin Genel Müdürlüğe son zamanlarda tam bir sistemle hakim olduklarını,Mülki idaareden koptuklarını,ancak hem mülki idareye hemde TBMM’ne belli dönemde lüzumundan fazla bir şekilde geldiklerini.Emniyetçinin Emniyet Genel Müdürü olduğu dönem, bu son 
zamanlarda olduğunu,kadrosunun bile büyük kavgalarla kendisi tarafından Vali-Emniyet Müdürü olarak çıkarttığını,Vali olmadan Emniyet Genel Müdürü olunmasının önüne geçilmek istenildiğini,ancak emniyetçilik in bu defada Vali olarak onu kırdığı ve Genel Müdürlüğe geldiğini,şu anda Genel Müdürlükte Alaattin Beyin bulunmasının son derece güzel bir şans olduğunu,mülki idareden geldiğini vce son derece dürüst olduğunu,dezavantajının Emniyet hakkındaki genel bilgisizliği olduğunu, Emniyette Pol-Der ve Pol-Bir klikleşmesinin Devlete faturasının çok fazla pahalıya mal olduğunu,Emniyetin Mülki İdarenin kendisine müdahalesinden çok sıkıntı duyduğunu,ve bunu hep dile getirdiklerini,polisin 
kirlenmesi durumlarında Mülki İdareden takviye alınmak gerektiğini, Mülki İdareden Emniyete gidenlerin hep dışlandığını,bunları korumak içinde sonradan bunların Vali yapılmasının gerektiğini ve hepsinin Vali yapıldığını, Bu uygulamalarla karşılaşılmaması için orta bir sistem gerektiğini,poliste kalitenin artmış olduğunu,polisin kalitesinin ve teçhizatlanması nın gerektiğini,polis müfettişinin meslekten yetişmesinin sağlanması,polisteki kadroyu kırmadan mülki idareden polise doğru gelme olması gerektiğini,polisten mülki 
idareye eleman alınırken çok dikkatli ve cimri davranılması gerektiğini,polisin hemen büyük bir il valisi olması halinde bir netice alınamayacağını, 
Emniyette Narkotiğin çok iyi işleyen bir teşkilat olduğunu,dünyanın en iyi narkotikçilerinin Türkiyede olduğunu,interpolünde bunu kabul ettiğini,Türkiyenin uyuşturucu kaçakçılığını devlet çerçevesinde düşünmediğini,bunun Türkiyeye çok büyük bir haksızlık olacağını,Susurluk meselesinin istismar edilmesinin 
Türkiyeyi terörist devlet ilan edilmesi aşamasına getirdiğini,tabii ki Ermeni Anıtını Abdullah Çatlıya dinamitlettirildiğinin söylenmesinin buna neden olduğunu,işi bu hale getirmenin ihanete varan bir yanlışlık olduğunu,Türkiyenin bir mafya devleti olamıyacağını,hiç bir zamanda olmadığını,Türkiyenin sadece 12 eylül 
döneminde kendi içinde bir hesaplaşmaya girdiğini,yanlış yaptığını,şu anda Türkiyenin bir hukuk devleti olduğunu ve iftiralara da karşı çıkmaak lazım geldiğini, Türkiyenin bütün narkotik maddelerin uyuşturucu maddelerin üzerinden geçtiği en büyük köprü olduğunu,buna rağmen Türkiyenin devamlı olarak mücadele verdiğini,eğer Türkiye bir başka türlü devlet olsaydı,50 milyar 
dolardan fazla böyle bir avantajla çok daha değişik noktalara gelebilecek ekonomik güç sağlayabileceğini söylediğini,arkotik polisinin şevkini kırmadan,polisle mafyanın ilişkilerinin çok ciddi bir şekilde gözden
geçirilmesi gerektiğini,mafyadan bilgide,istihbaratta alınabileceğini,ancak korunmasının yanlış bir şey olduğunu,mümkün mertebe öldürülmesi gerektiğini,bu işin devletin üst kademelerine kadar gelmiş veya belirli 
ideolojik görüşteki kişilerin çete şeklinde kullaanılması haline dönüşmüşse,bunun da üzerine gidilmesi gerektiğini, Önce karşı çıktığı sonra kabul ettiği Aadnan Kahvecinin önerisi olarak gelen pişmanlık yasası kanununu çıkardıklarını,bununla hem teröristin terörüne maani olunacağını,hem de onun istihbaratının elde edilebileceğini düşündüklerini,bu şekilde hem sol hemde sağ guruptan insanların bu konuda kullanıldıklarını,bu kullanımın bir örgüt şeklinde olmadığını,münferit olarak kullanıldıklarını,istihbaratın alındığını ancak operasyonlara daahil 
edilmediklerini,sadece geçmişte yaptıkları işlerin bilgisinin alındığını,sonradan bu kişilerin,pişmanlıktan yararlananların, emniyet ve istihbarat teşkilatlarının içlerinde de kullanılmadığını, Örtülü ödeneğin nasıl kullanıldığını biraz bildiğini, belirli dönemlerde o dönemlerde de böyle özel kişilere operasyon yapsın diye örtülü ödenekten bir para verilmediğini, Mit raporlarının tüm gönderilen yerlere aynı nitelikte gönderildiğine inandığını, Susurluk meselesinde esas bilgilerin MİT tarafından verildiğinin aşikar olduğunu bir bakıma Emniyet Genel Müdürlüğünü karşısına aldığını ve kendisine göre bir maç kazandığını, bunların dış ülkelerde de olduğunu bu tür olayların asgariye indirmek gerektiğini, Sayın Demirel’in son dönemi ve Sayın Özal’ın Başbakanlığı dönemlerinde bu şekilde bir mafya ilişkisinin örgüt kuracak seviyede olduğu kanaatinde olup olmadığını, şu anda ise böyle bir örgütün olduğu ve kullanıldığı konusunda hiç bir bilgisinin bulunmadığı nı, son dönemde devletin dışında olduğunu, 1990 yılında Nerden Buldun Kanunu diye bilinen 3628 Sayılı Mal Bildirimi Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Kanunu çıkarttıklarını, bu kanun sonradan Özal’ın da biraz baskısı ile çok değiştiğini, zaten Özal’ın da bunun çıkmasını istemediğini, kanunun şu anda güya yürürlükte olduğunu, ama hiç bir şekilde uygulanmadığını, bu kanun bütün Türkiye için işletilmesi gerektiğini, kayıt dışı ekonominin Türkiyede çok büyük hudutlara 
vardığını, ekonominin neredeyse 3’te birine kadar uzandığını, ayrıca Türkiyede mafya tipi olaylardan elde edilen bilhassa kumardan çok büyük kazançlar olduğunu, böyle bir paranın döndüğü bir ekonomide polisi ne yaparsanız yapın, bunun dışında tutmanın çok zor olduğunu, çünkü paraların çok büyük paralar olduğunu, hiç değilse polise halen yürürlükte olan yasanın uygulanması gerektiğini ve bu suretle servet değişiklikleri çok yakından takip etmek gerektiğini, çok ciddi bir denetleme sistemi getirmek sureti ile ekonominin kontrol altında tutulması gerektiğini, 

İstanbul’un çok özel bir proje olarak masaya yatırmak gerektiğini, polise verilen para ile orada dönen paraların hiç bir irtibatının bulunmadığını, yüksek para vermek ile de bunun halledilebileceğine inanmadığını, Gümrük konusunda bir bakanın istifasına neden olan konuda olanların herkes tarafından bilindiğini, büyük bir skandal patladığını, ama bu arada Kapıkulenin de temizlendiğini, 
Turgut Özal’a suikast yapıldıktan sonra konunun çok araştırıldığını, en yakın akrabalarından hatta arkadaşlarından bile şüphelendiğini yani bunu bir iktidar kavgası olarak da değerlendirdiğini, tabii sonunda yakınları ile ilgili şüphelerinden vazgeçtiğini, bir kaç defa bu işin karını tıkadığı bir takım çevrelerin mafya marifeti ile yaptırdığı bir iş olarak gördüğünü söylediğini, ancak onun da tam sonuca ermiş bir halini görmediğini, kullanılma meselesi olabileceğini, bunun arkasında polis yada herhangi bir güvenlik gücünün 
olduğu kanaatinde bulunmadığını, mafya birimi olabileceğini, bunlardan birisi menfaate haleldar olan birinin verdiği para ile bunu yapabileceği, ama kendisinin böyle bir şey söylemediğini ve onunda kafasında net bir şey bulunmadığını, Turgut bey’in ölümünden sonra öldürüldüğüne ilişkin iddialara inanmadığını, böyle bir şeyin olmasının mümkün olmadığını, bunların biraz komplo teorileri olduğunu, Ergenekon Örgütü diye bir örgütten bilgisi olmadığını, Uğur Mumcu öldürülüşünden birkaç gün önce, uyuşturucu madde kaçakcılığı artık tamamen PKK’ya kaydırıldığını beyan ettiğini, dolayısı ile kendisinin asker ve sivil Emniyet Mensuplarının PKK’ya üst seviyede kaçakçılık için yardım ettiği kanaatinde olmadığını,

Sınır güvenliği konusu ile yıllarca uğraştığını, Irak sınırını bir türlü çizemediğini, Suriye sınırını çok yanlış çizdiklerini, sınırın mayınlar ile doldurulup haritasını da kaybettikten sonra birçok insanın o yerlerde sakat kaldığını, aslında bize ait milyonlarca dönüm arazinin birinci sınıf tarım toprağının orada bomboş durduğunu, Irak’taki fiziki zorlukların sebebi ile sınır çizilmesinde çok büyük zorluklar çıktığını, Türkiye’de siyasî partilerin mali kaynaklarının çok ciddi şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiğini, Türkiye’de siyasal partilerin denetlenemediği ni, Anayasa Mahkemesinin denetiminin çok yetersiz olduğunu, denetim bile 
sayılamayacağını, Mahkemenin denetim elemanının da bulunmadığını, Yargıtay Başsavcılığının ise bu konuda yani mali yönden denetim yaptırmadığını, siyasal partilerin hazineden bile aldıkları paranın trilyonları bulduğunu ancak, bunların tek olarak denetimi olmayan kuruluşlar olduğunu, Vali ve Güvenlik Güçleri ile 
konuştuğunu, Güneydoğu hadisesinin altında çok büyük menfaatler yattığını, Parlementer Hükümete kadar uzanan menfaatler olduğunu, çok ciddi şekilde Güneydoğu için kullanılmak üzere alınan silahların hangi kaynaklardan geldiğini, nasıl alındığını, kimlere ne şekilde verildiğinin incelenmesi gerektiğini, Güneydoğuda olayların devam etmesinden menfaatlenen çok üst seviyeli kişiler olduğunu bildiğini, mahalli olarak aşiretler, şeyhlikler, hakim sınıflar sistemi ile menfaat bağları olduğunu, oyların alınıp satıldığı, bunun da siyasî yozlaşmayı yarattığını, çünkü bu işin ekonomik bir sektör haline geldiğini, örneğin; Bakırköy Belediyesinde meclis üyeliklerinin ilk beş sırasına girmek için ödenmesi gereken paranın 3-5 milyar arasında değiştiğini, seçildikten sonra da bunun on mislini, yüz mislini çıkarttığı, siyasî partilerin artık Türkiyede en verimli işletmecilerinin bulunduğu yerler olduğunu, 

Siyasal ekonomik bağlamdaki ilişkilerin varlığını ortadan kaldırmak için ANAP’ta beş yıl bu işin mücadelesini yaptığını, mesela hayali ihracaatın cezasının ekonomik suç olduğu için ekonomik olması gerektiğine karşı çıktığını, bu kokuşmuşluğun başının da ANAP olduğunu düşündüğünü, ANAP’tan ayrılmasının asıl sebebinin de bu olduğunu ancak; ANAP’tan sonra gelenlerinde onu aratır olduklarını, Bu komisyon üyelerinin hiç birinin bu işlere karışmamış olması, en az hakkında şaibeler olan kimseler olmasının da bir teminat olduğunu, başta komisyon başkanı olmak üzere bu olayın Türk devletinin kendisi ile 
hesaplaşabilmesi olduğunu, Sayın Demirel’in de bu konuya girmesi gerektiğini, Ancak koalisyon menfaatleri ve siyasî menfaatlerin buna mani olduğunu, siyasî menfaatlerin bir tarafa bırakılması sözkonusu olmadan, bu işin tam üstüne gidilmesinin mümkün olamayacağını, herkesin kendine göre sorunları olduğunu, o sorunun karşı tarafla dengelendiğini, karşılıklı anlaşmalar olduğunu, bunun ihtilal idarelerinde hiç olmadığını, ihtilal yönetimlerinin en fazla yolsuzluğun olduğu dönemler olduğu, çünkü hesap soran kimsenin bulunmadığı, Millet 
Meclisine para kazanmak için değil, hizmet için girmeye başlanılması gerektiğini, halbuki şu anda parlamento dahil herkesin malı götürmek için bu işi diyet borcu ödemek için yaptıkları, onun için daha iyi bir sistem kurulması gerektiğini, Emniyette yapılan operasyonun çok yerinde olduğunu, Meral Akşener’in dürüst bir insan olduğuna inandığını, Koalisyon yıkılmasın diye kimsenin kolay, kolay bu işlere göz yummayacak hale geldiğini, bunun da güzel bir şey olduğunu, 

1986 Ağustos ayında Mardin Dargeçit’te çıkan bir olayda güvenlik güçlerinin olayın üzerine gitmek için sabahı beklediklerini ve vazifelerini ihmal ettiklerini, konunun basına da bu şekilde geçtiğini, bunu yapanların Jandarma olduğu, Turgut bey’in çok üzüldüğünü ve bu tam bir rezalet buna bir şey yapmamız lazım diyerek kendisini çağırdığını, Genel Kurmay Başkanına sorayım mı? dediğini, kendisinin de Genel Kurmay Başkanlığına yazalım ve hesap soralım dediğini ve bu konuda yazılan yazıda “Basına intikal eden Mülki İdari 
ve Emniyet kaynaklarından alınan değerlendirmelerde Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı birliklerin olay yerine zamanında varmadığı, ulaşmak için sabahı bekledikleri ve görevlerini ihmal ettikleri intibaı uyanmıştır, bu konuda soruşturma yapılarak sonucun bildirilmesine, olay sabit olmuşsa ilgililer hakkında gereken cezaların verilmesi ve bize bildirilmesi” şeklinde ifade kullanıldığını, Genel Kurmay Başkanı Necdet Uruğ Paşa’nın bu işi ele alıp çok ciddi şekilde komisyon kurduğunu, araştırmayı yapıp, sonucu bildirdiğini, verilen cevabın daha çok sudan bir cevap olduğunu, ama ilk defa onlara sorumluluklarının hatırlatıldığı, PKK konusunda polisin bu işi karışmasına sempati ile bakmadıklarını, halbuki kendilerine Jandarma bu konuda yeterli olmadığı kanaatinde olduklarını halen de aynı kanaatinin devam ettiğini, Teoman Paşa’ya göre özel timin bunlarla anlaştığı hatta kendini sattığı bu yüzdende bu işin devam ettiğini söylediğini, ancak kırsalın kontrolünün Silahlı Kuvvetlerinin elinde olması sebebi ile Özel Tim’in operasyona çıkabilmesinin ancak Asker tarafından verilecek talimatla mümkün olabildiğini,

Türkiye’de Olağanüstü Hal Bölgesinin çok yanlış ilan edildiğini Evren Paşa’ya çıktığını ve kendisine “Kürt Haritasını çiziyorsunuz” dediğini, Olağanüstü Hal Bölge Valiliğinin çok yanlış bir sistem olduğunu, sömürge valiliği gibi anlaşıldığını, bunun son derece yanlış olduğunu, anlattığını, Turgut Bey’e de, Evren Paşa’ya da kabul ettiremediğini, ondan sonrada bu konunun müesseseleştiğini, Korucu sistemini dikkate alırsak 70 bin adamın dağdan daha sonra nasıl aşağı indirileceğinin düşünülmesi gerektiğini, kimin PKK’ya kimin Türkiye Cumhuriyetine çalıştığının belli olmadığını, bir sürü para aldıklarını, devletin silah ve mermisini kullandıklarını ancak, sistemin hemen kalkması halinde, oranın yine çökeceğini, Milli İstihbarat Teşkilatının kendi dönemlerinden önce, sadece Bütçe Ödenekleri sebebi ile Başbakanlığa bütçesini getiren, onu onaylattırıp kabulden sonra teşekkür eden teşkilat olduğunu, Türkiye de Genel Kurmay Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı hesaplarının Sayıştay da incelenmediğini, Silahlı Kuvvetlere %72 oranında zam yapılmasının çok kötü bir rüşvet olduğunu, askerinde bu rüşveti Tank ile cevaplandırdığını, ancak Hükümetin tüm bürokrasiyi bozduğunu, ücret sisteminin aynı zamanda bürokrasinin yapısı ile çok yakından ilgili olduğunu, 657 sayılı kanunun rütbelere ve mevkilere göre hesaplanmış ve bunların fonksiyonu ile ilişkilendirilmiş bir yapıda olduğunu, ihtilal sonrası 1983’ten sonra en büyük sorunun Başbakanlık Müsteşarlığı ve diğer Müsteşarların asker bürokrasideki karşılarındaki kişilerin yerlerini tespit etmekte çıktığını, hem protokol listesinde, hem de 657 de bunun böyle olduğunu, o zamanlar Başbakanlık Müsteşarını, Tuğ Generallikten alıp, Orgeneralliğe getirdiklerini, şimdi yapılan bu işle, Başbakanlık Müsteşarlığının, Yarbay seviyesine indirildiğini, sadece onların değil Genel Müdürlerin, Valilerin de ona göre aşağı doğru indiğini, 

   Jandarmanın Devlette çok büyük bir problem olduğunu, bir yandan Türk Silahlı Kuvvetlerinin, dördüncü kuvveti olarak telakki edilirken, diğer taraftan da İçişleri Bakanlığına bağlı olduğunu, böyle bir şeyin olamayacağını, Jandarmanın Silahlı Kuvvetler olmaktan çıkarılması gerektiğini, sivil bürokrasinin mağduriyetini süratli bir şekilde giderilmesi gerektiğini, Emniyet Genel Müdürü Saffet Arıkan bey’in polise mümkün olduğu kadar daha fazla yetki almak istediğini, 
Özal’ı da bu konuda ikna ettiğini, polisin yetkisizliğini, birçok problemlere sebebiyet verdiğini bildiğini, ancak, yetkilerin mümkün olduğu kadar daha darlaştırıcı, daha demokratik bir çerçevede olmasına çalıştığını, anti 
demokratik rejimlerde güvenlik güçlerinin çok daha rahat dolaşacağını halbuki demokrasilerde polisin işinin çok zor olduğunu, burada önemli olanın, mümkün olduğu kadar az yetki ile, çok iş başarmak olduğunu bunun da hukuk devletinin meşruiyet sınırı olduğunu, Mehmet Eymür ve Mehmet Ağar’ın konuta yakın 2 kişi olmalarına rağmen hesaplaşmaya girmelerinden karışık bir durum ortaya çıktığını, Mehmet Eymür’ün bu olaylardan sonra görevden alınmasına rağmen, Sayın Çiller’in Başbakan olduğu dönemde Sönmez Köksal’a tavsiye edilerek, aynı yere getirilmiş olmasının da dikkat çekici olduğunu, Türkiye de maalesef hakkında yolsuzluk iddiaları bulunan birçok kişinin bu husus bilinmesine rağmen, bazı göreve gelmeleri ve gelmeye de devam etmelerinin sözkonusu olduğunu, bunda birçok faktörün rol oynamasına karşılık, anlaşıldığı kadarı ile bu kişilerin kulis yapma kabiliyetleri, hulul etme kabiliyetleri hatta kendisini o makama getirenlere bazı menfaatler sağlamalarının, bunda etkin olduğunu, bunun hissedilebildiğini, 1984 yılında ki Turgut bey ile 1987 yılından sonraki Turgut bey’in farklı olduğunu, etrafının sarılmış olduğunu, o tarihten sonra etrafından kendisinin ayrıldığını, dolayısı ile Ahmet’in arkadaşlarının piyasaya girdiğini, Bülent Şemiler hadisesinin bu konuda tam bir rezalet olduğunu, Coşkun Ulusoy’un Ziraat Bankası NewYork şubesine sıra memuru olarak girmek için müraacat ettiği sene 6 ay sonra Ziraat Bankası Genel Müdürü yapıldığı, 6 ay 
önce ehliyetsizliğinden dolayı sıra memuru olarak NewYork şubesine alınmadığı nı, benzeri pek çok olay olduğunu, bürokratların da o dönemden sonra bu tür işlere çok alıştığını, 50 yaşına kadar yanlış iş yapmadığına rahatlıkla yemin edebileceği kişilerin, 50 yaşından sonra hırsız olarak karşılarına çıktığını, 50 yaşından sonra Bakan olmuş insanların gözlerinin önünde çalmaya başladıklarını, Bürokratik atamalar konusunda, bir dönemde Sayın Çiller’in eşi kendisine yakın ne kadar bürokrat var ise onların tayinini yaptırdığını, bunu arkadaşlarından duyduğunu, buraya nasıl geldin diye sorduğunda, Özer bey 
ile oturduk konuştuk, anlaştık, geldim diye beyanda bulunduklarını, hiçbirisinin Sayın Çiller’den bahsetmediğini, Hayali ihracat konusunda Özal ile birkaç defa münakaşa ettiğini, hayali ihracat’ın bir bakıma ele alındığında Türkiye’ye döviz girmesi yönünden faydalı olduğunu, ancak hayali ihracaat kadar, hayali ithalatın da meydana gelmeye başladığını, listenin başında Mehmet Ali Yılmaz’ın bulunduğunu, konuyu Sayın Demirel’e arz ettiklerini, listenin başında Mehmet Ali Yılmaz’ı görünce onun başka bir Mehmet Ali Yılmaz olduğunun söylenmesi üzerine nüfus müdürlüğünden konuyu ispat ettikleri, daha sonra Mahmut Öztürk’ün çalışmalarından sonra bunun etkisi ile Mehmet Ali Yılmaz’ın kabine dışı kaldığını, ancak Sayın Çiller’in Başbakan olduğunda Mehmet Ali Yılmaz’ı tekrar bütün bu bilgiler çerçevesinde Bakan yapabildiğini, Mehmet Ali Yılmaz’ın 
aklanmadığı, Şirketi ile hayali ihracat suçu işlediğini, 

1990’lı yıllardan itibaren polisin elinde müthiş bir kudret olduğunu, PKK ile mücadele olduğunu, kumarhanelerin kurulduğu, bu kepazeliğinde ANAP döneminin yüz karası olduğunu, maalesef Türkiyede kumarhanelerin kapatılacağı yerde, Turizm Bakanlığı’nın CHP’nin elinde olduğu dönemde aynı temaüllerin 
devam ettiği, Refah Partisinin kumara karşı olduğu açık olduğu halde, aynı temaülünün olduğu, Türkiyede kumarhanelerin tamamen kapatılmasının bir şey kaybettirmeyeceğini, çünkü buralardan elde edilen paraların büyük bir bölümünün dışarı kaçtığını, PKK’ya yardım ediyor diye Topal’ı vurmanın gereği olmadığını , onu takip edip PKK’ya para transferine mani olunduğunda gizliden gidilip, adamın vurulmasına ihtiyaç kalmayacağını, hukuk devletinde işin böyle yapılması gerektiğini, Ahmet Karaevli’nin Oral Çelik’in 1984 yılında uyuşturucu kaçakcısı olarak tutuklanması üzerine İsviçreye gidip,ilgili makamlarla görüşerek ondan kurtaran kişi olduğu hususunda bir bilgisi bulunmadığını,ancak şimdi 
sorulduğunda ilk aklına gelen ismin o olduğunu,görevden alınma sebebinin Kemal Horzum ile İsviçrede buluştuklarının tespiti, Antalyada hayali ihracaat yapan bir gemiye el konulması sebeblerine dayalı olarak görevden alındığını, Turgut Beyin en büyük endişesinin hayali ihracaat sebebiyle ihracaatın durabileceği ve ekonominin bozulabileceği hususu olduğunu, Kendisi ile iddia edilen hususun hukuk önünde ortaya çıktığını,aşk ilişkisinin ve kripto meselesinin olmadığının yargı kararı ile kesinleştiğini,bu dava sonunda 3 DGM Başkanının Yargıtay üyesi olmayı başardığını,davayı uzatmaları karşılığı yargıtay üyesi yapılacaklarının taaahhüt edildiğini ve yapıldıklarını,son kararı veren DGM 
Başkanının da Konya Devlet Güvenlik Maahkemesine üye olarak sürüldüğünü, Yargıtaydan da bu konuda karar geldiğini,bu konunun tamamen Türk siyasetinin,idaresinin hatta yargısının bir yüzkarası olarak tarihe geçtiğini, 
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine bağlı Toplumla İlişkiler Başkanlığının yurtdışındaki işçi sorunlarıyla ilgili Bakanlar seviyesinde bir koordinasyon komisyonunun olduğunu,Burada yurtdışındaki vatandaşlara sahip çıkma şeklinde çalışmalar yapıldığını, TİB’in bundan başka Türkiye üzerinde Ermeni-Rum 
tezviratına karşı savunma konusundaki psikolojik Hareket Projesi ve benzeri projelerin bulunduğunu,Türk vatandaşı işçilerin diğer dinlerin misyoner faaliyetlerine maruz kaldığı konusundaki ciddi iddialar üzerine Diyanet İşleri Başkanlığınca DİTİB teşkilatlarının kurulduğunu,bunun gizliliği olan bir proje olduğunu belirtmiştir.(Ek:188) 

16-Hanefi AVCI 4.2.1997 tarihli ifadesinde; 

PKK’nın ciddi eylemleri üzerine, Devletin PKK mensuplarına ve PKK’ya büyük destek veren kişilere karşı hukuki olarak yeterince mücadele edemediğini düşünen bazı devlet görevlilerinin hukuk dışı bir anlayışla görev yapmak gerektiğine inanmaya başladıklarını ve ilk defa Güneydoğu’da JİTEM görevlisi Cem ERSEVER’in bu tür faaliyetler içerisine girdiğini ve bunu takiben özellikle İstanbul da PKK’ya önemli ölçüde maddi yardımda bulunan finans çevreleri ve uyuşturucu kaçakçılarına karşı yasal mücadele yapılamadığı anlayışı ile illegal 
çalışacak gruplar oluşturulması ve illegal mücadele edilmesi düşüncesiyle Emniyet, MİT ve Jandarma içinde böyle grupların oluşturulduğunu ve eylemlerin başlatıldığını, neticede PKK’nın ve diğer örgütlerin destekçisi aktif unsurların susturulduğunu, daha sonra faaliyet gösterilecek zemin kalmayınca resmi görevli ve sivil kişilerden teşekkül ettirilmiş olan bu grupların kendilerine menfaat temini uğruna mafya türü birtakım yasadışı faaliyetlere giriştiklerini,

Bu grupların Emniyet, Mit ve Jitem içerisinde ayrı ayrı oluştuğunu, Emniyet içerisinde Emniyet Genel Müdürü Mehmet AĞAR’a bağlı Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim ŞAHİN’in başkanlığında özel harekatçılardan ve Korkut EKEN’e bağlı sivillerden, MİT içinde Mehmet EYMÜR’e bağlı özel harpten geçmiş 
subaylar ile aşırı ülkücü ve mafya denen insanlardan, JİTEM içinde kendilerine bağlı kişilerden teşekkül ettiğini, Behçet CANTÜRK, Savaş BULDAN ve beraberinde gelişen beş-on eylemin ve bazı bombalama eylemlerinin bunlar tarafından yapıldığını, bunlara normal Polis ve Jandarmanın müdahale edemediğini, bunların zengin işadamlarına müdahale ettiklerini ve haraca bağladıklarını, bir kısmının basına intikal ettiği halde çok büyük kısmının intikal etmediği ve bu grupların denetlenemez hale geldiğini, YEŞİL denilen kişinin 
önceleri Jandarma tarafından Güneydoğu’da eleman olarak kullanılırken daha sonra bu gruplar içinde en büyük para tahsilatçısına dönüştüğünü, YEŞİL’in şu anda MİT içinde Mehmet EYMÜR ve arkadaşları tarafından resmen eleman olarak kullanıldığını, Ege Bölgesinde JİTEM’e bağlı Yüzbaşı Sinan YAŞAR ve bazı astsubayların mafya işlerine giriştiklerini, bunların ve Ankara Jandarma İstihbarat görevlisi binbaşı Ali YILDIZ’ın mafya örgütleriyle de görüşerek menfaat temin ettiklerini, Kocaeli Jandarma Alay Komutanı Veli KÜÇÜK’ün mafyacılarla sıkı diyaloğunun olduğunu, Nurullah Tevfik AĞANSOY’un yurtdışına kaçırılışını MİT görevlisi Yavuz ATAÇ’ın organize ettiğini, Alaattin ÇAKICI ve adamlarına MİT tarafından yardımcı olunduğunu, 

Bursalı işadamı Erol EVCİL’in Alaattin ÇAKICI’yı birkaç defa kiralayarak eylemlerde kullandığını, son defa da banka açmak istemesine mani olanları etkisiz hale getirmesi için iki milyon dolara anlaştığını, ÇAKICI’nın durumu MİT görevlisi Yavuz’a anlatarak birlikte plan yaptıklarını, Kocaeli çetesi olarak basına yansıyan Hadi ÖZCAN’ın sürekli MİT ile görüştüğünü, MİT görevlisi assubay Duran FIRAT’ın EYMÜR’ün temsilcisi ve kirli işleri ile ilgili olarak bütün mafyacılarla irtibatta olduğu ve ayak işlerini yaptığını, Tarık ÜMİT olayı ve Mehmet Ali YAPRAK’ın kaçırılması olaylarında Mehmet AĞAR ve Mehmet EYMÜR’e bağlı gruplar arasında anlaşmazlık çıktığını, Emniyet ile MİT arasında aslında bir çekişme olmadığını, olayın özünde Mehmet AĞAR’la Mehmet 
EYMÜR’ün çelişkisi bulunduğunu, ancak bunun kendilerine bağlı mafya gruplarına yansıdığını ve bunların birbirlerini öldürmeye çalıştıklarını, 
İtirafçı Mustafa DENİZ üzerinde çıkan silah taşıma belgesinin yapılan görüşmeler sonunda kendisine yardımcı olmak amacıyla bir idari tasarruf olarak kendisi tarafından düzenlendiğini ve tabancanın Mustafa DENİZ’in Jandarma eri olarak görev yaptığı karargah bölüğünün resmi tabancası olduğunu, daha sonra kendisine taşıma ruhsatlı özel tabanca alıp bu tabancayı iade ettiği halde düzenlenmiş olan belgenin alınmamış olduğunu, Cem ERSEVER’in öldürülmesi olayının o zamanki Habur Gümrük Müdürü Ali BALKAN’ın Şoförü KEMAL’in 
yakalanması halinde aydınlatılabileceğini, Orhan TAŞANLAR’ın İstanbul Emniyet Müdürlüğüne gelirken bugün bilinen suçlardan ve rüşvet suçundan yakalanıp yargılanmakta olan personeli beraberinde getirdiğini, bunlarla İzmir Emniyet Müdürlüğünde birlikte çalıştığını, bunları İzmir’den Ankara’ya ve Ankara’dan da İstanbul’a tayin ettirdiğini, İstanbul’da bunların bu olaylara karıştıklarını, Orhan beyin belli bir grup siyasî tarafından İstanbul’a getirildiğini, İstanbul’dan Bursa 
Valiliğine gönderilmesinde kendi ifade ettiği gibi kumar mafyasının rolü bulunduğunu zannetmediğin belirtmiştir.(Ek:189) 

17- EMİN ASLAN 30.1.1997 tarihli ifadesinde; 

Yaşar ÖZ’ün pasaport işlemlerinin çabuklaştırılması için zamanın Emniyet Genel Müdürü Mehmet AĞAR’ın talimat verdiğini, konunun basında çıktıktan sonra kendisi ile görüştüğünde “gerektiğinde ben onunla ilgili açıklamayı yapacağım, o talimatı zamanında ben size vermiştim” dediğini, Yaşar ÖZ ve Tarık ÜMİT’i Emniyet Genel Müdürü Özel Kaleminde gördüğünü belirtmiştir. (Ek:190) 

18- MEHMET AĞAR 16.1.1997 tarihli ifadesinde;

Emniyet Genel Müdürlüğü görevine tayin olduğu vakit Türkiye’nin en önemli meselesinin terörle mücadele olduğunu, turistik bölgelerimizdeki patlama eylemleri sonucu turizmde büyük çöküntü olduğunu, Güneydoğunun dışında büyük şehirlerimizde öldürme ve patlama olaylarının devam ettiğini, yeni çalışma düzeni kurarak istihbarat ve terörle mücadele birimleri ile eğitim çalışmalarına ağırlık verdiklerini, teçhizatlanmayı artırdıklarını ve bunların neticesinde de göreve başlamasından bir yıl kadar sonra terör ve önemli asayiş olaylarında yüzde 95 civarında düşme olduğunu, bazı bölgelerde sıfırlandığını, 
Hakkında ortaya çıkan bazı kişilere usulsüz silah taşıma belgesi, kimlik, yeşil pasaport tanzim edilmesi gibi iddialarla ilgili olarak mahkemelere intikal etmiş konular olması ve Anayasanın 138. maddesi gereği bilgi vermesinin mümkün olmadığını, Ömer Lütfi Topal’ın failleri olarak ihbar üzerine İstanbul emniyet Müdürlüğünce alınan özel tim polislerinin Emniyet Müdürü tarafından konunun kendisine anlatılıp serbest bırakacaklarını söylemesi ve bunları bir de kendi Daire Başkanlığının tetkik etmesinin ve hassasiyetle üzerinde durulmasının uygun olacağı görüşüne varmaları üzerine Ankara’ya getirttiğini, Uyuşturucu kaçakçısı Hüseyin BAYBAŞİN’in 1983 yılında İstanbul İkinci Şube Müdürü iken zorla senet 
imzalatma ve gasp suçundan yakalayıp tevkif ettirmesi yüzünden MED TV’de hakkında iftiralarda bulunduğunu, 1988 MİT Raporunda adının geçmesi üzerine zamanın emniyet Genel Müdürüne ve Başbakanına hakkında tahkikat açılması için müracaatta bulunmasına rağmen açılmadığını Başbakanlık Teftiş Kurulunca yapılan tahkikat hitamında da iddiaların aslı çıkmadığını belirtmiştir. (Ek:191) 

7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder