çay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Nisan 2020 Pazar

2000’ LERİN TARIM POLİTİKALARI VE BİRLİKLERİN KRİZİ

2000’ LERİN TARIM POLİTİKALARI VE BİRLİKLERİN KRİZİ





2000’ LERİN TARIM POLİTİKALARI VE BİRLİKLERİN KRİZİ


Prof. Dr. OĞUZ OYAN
CHP İzmir Milletvekili
Tariş Eski Genel Müdürü.,

    Türkiye’de, 9 Aralık 1999’da IMF’ye verilen kapsamlı Niyet Mektubuyla 1 Ocak 2000’den itibaren bir stand-by düzenlemesi başlatılmıştır.

    Böylece dış açık sorunu olmadığı halde IMF ile bu türden bir anlaşma yapılmasının ilk örneği de verilmiştir. Ama dış açık sorununun ‘yaratılması’ da gecikmemiştir. Döviz çıpasına dayalı “kademeli sabit kur” modelinden büyük bir cari açık sorunu ve devalüasyonu içeren bir mali krizle çıkılacağı, dünya pratiğinden bilinmekteydi ve bu, IMF açısından da bir sır değildi (IMF birinci başkan yardımcısının, bu yöndeki makalesi, Ocak 2001’de yayınlandığında Türkiye’de, Kasım 2000 krizi oluşmuş, Şubat 2001 krizi ise kuluçka halindeydi!).


    IMF’ye verilen ilk Niyet Mektubunu, alışılmadık bir biçimde 10 Mart 2000’de Dünya Bankası’na verilen Niyet Mektubu izlemiştir. 
    Dünya Bankası, ‘yapısal dönüşüm’ programından sorumlu olurken en fazla da tarımda, büyük bir altüst oluşun mimarlığına soyunmuştur. 
Daha sonra IMF’ye verilen birçok Niyet Mektubunda ve kriz sonrasında iman tazelemek için düzenlenen 3 Mayıs 2001 tarihli Mektupta, tarımdaki  dönüşüm, hep birinci sıradaki yerini korumuştur. Öngörülen ‘Tarım Reformu Uygulama Projesi’nin, (TRUP veya İngilizcesiyle ARIP) tamamen DB gözetimine bırakılması, bu dönemin ilgi çekici bir özelliğidir.

Niyet mektuplarında, tarıma ilişkin yeniden yapılandırmanın özüne bakılırsa önerilen model, mevcut tüm dolaylı destekleme araçlarının kademeli olarak tasfiye edilerek 2002 sonuna kadar tek bir destekleme aracının, ‘Doğrudan Gelir Desteği’ (DGD)’nin yürürlüğe sokulması anlayışına dayalıdır. 10 Mart 2000’de, DB’na verilen niyet mektubunda açıkça ifade edildiği gibi, “Orta vadeli hedef, hükümetin sübvanse ettiği girdi, kredi ve temel mahsullerdeki fiyat desteklerine dayanan mevcut sistemin, zaman içerisinde küçük çiftçileri giderek daha fazla hedefleyecek doğrudan gelir desteği programı ile değiştirilmesidir” (Hazine, 2000/ II: 52).


   Bir diğer hedef, “Tarım Satış Kooperatif Birlikleri’nin, (TSKB’lerin) bağımsız kurumlar haline dönüştürülmesi”, “TSKB’lere tam özerklik sağlayacak yasanın çıkarılması” (…) ve “bu yasayla TSKB’lerin işletilmesinde bütün öncelik haklarının ve hükümetin rolünün ortadan kaldırılması”dır. Nitekim TSKB’leri, mali desteklerin dışına itecek olan yasal düzenleme, DB uzmanlarının hazırladığı yasa taslağı üzerinden  geliştirilecek ve henüz programın altıncı ayında, 16 Haziran 2000’de, 4572 sayılı yasayla yürürlüğe sokulacaktır.  

Doğrudan Gelir Desteği Dönemi

Önerilen DGD modelinin, Türkiye’de yıllarca denenmiş ve giderek olgunlaşmış destekleme kurumlarının ve politika araçlarının yerini alması isteniyordu. Karmaşık bir düzeneğin yerine önerilen bu tek parça politika aracı, başlangıçta her türlü üretim ve verimlilik referanslarından yalıtılmış son derece basit bir modeldi. Türkiye tarımı dönüştürülürken ayrıca bir deneme laboratuarı olarak da işlev görmesi isteniyordu.

   Dünyada bu tür cüretkâr bir politika kopuşunu uygulamış ülke örneği bulunmuyordu. Bir başka açıdan da DGD modeliyle, tarımsal desteklerde
köklü olduğu kadar hızlı bir gerilemenin yaratacağı toplumsal tepkileri yatıştıracak bir geçiş dönemi sosyal politika aracının devreye sokulması
amaçlanıyordu.

   DGD Programı 2001’de başlatılıp 2007 yılı sonu itibariyle tamamlanmıştır. (Ödemeler en az bir yıl gecikmeli olduğundan son ödemeler 2008 yılında yapılmıştır). Niyet Mektuplarında ortaya konulan gerekçelerden biri, 2000 öncesinin fiyat, girdi ve kredi desteklerinin daha çok zengin çiftçilere yaradığı ve tarım içindeki eşitsizlerin büyümesine katkıda bulunduğuydu.

   Yedi yıllık DGD uygulamasının gösterdiği ise bu dönemde, tarım ile tarım dışı sektörler arasındaki mesafenin tarım aleyhine açıldığı ama özellikle de tarım içindeki eşitsizliklerin büyümüş olduğuydu.

    DGD sistemi, mülkiyet esaslı ve dönüme göre sabit oranlı uygulandığından, iddianın aksine, en yoksul köylülere daha az ulaşmış veya daha az yarar sağlamıştır. DB raporu (2004: xi) bile, DGD’nin eşitsizlikleri arttıran niteliğini belirlemek durumunda kalmıştır.

    DGD uygulamasının destekleme sistemi içinde ağırlığının arttığı ilk yıllardan sonra hızla bir reel aşınma sürecine sokulduğu görülmektedir.
Bunun nedeni, esas olarak bu modelin başarısızlığının yaşayarak görülmesidir. DGD’nin destekleme sistemi içindeki payının azaltılması, diğer desteklerin arttırılması yoluyla değil; çiftçiye dönük DGD ödemelerinin eritilmesiyle sağlanmıştır. Üretici gözünde destekler çeşitlendirilerek bir illüzyon yaratılmış, ancak DGD ödemeleri toplamda azaltılmış, bu arada toplam tarım desteklerinin bütçe ve milli gelir payı düşük düzeylerde sabit tutulmuştur.

Sonuçta, 2000 öncesinin destekleme sistemini ‘adaletsiz’ olduğu gerekçesiyle ortadan kaldıranlar, uygulamaya koydukları destekleme sistemini de aynı gerekçeyle aşındırmaya ve giderek sistemden çıkarmanın gerekçelerini üretmeye çalışmışlardır.

Uğruna tüm dolaylı desteklerin ve destekleme araçlarının tasfiye edildiği -veya edilmeye çalışıldığı-DGD, işlevini tamamladıktan sonra sessizce  sistem dışına atılmıştır.
Yedi yıllık uygulama döneminin toplamı olarak üreticiye 13,1 milyar TL’lik DGD ödemesi yapılmıştır.
Yedi yılın toplamı olan bu tutar, tek bir yılın, 2008 yılının GSMH’sının yüzde 1,4’ü oranındadır; oysa 2006 yılının Tarım Kanunu’na göre tarıma desteklerin yıllık düzeyi, GSMH’nın yüzde 1’inden az olmamalıdır!

Uygulamanın Genel Sonuçları

    2000–2008 arasında uygulanan TRUP Projesi, bazı bakımlardan 2007 sonunda, bazı bakımlardan IMF programının sona erdiği Mayıs 2008’de ama her bakımdan, 31 Aralık 2008 tarihi itibariyle sona ermiş durumdadır. Ancak bu programın yerine tutarlı bir model koyamayan siyasal yönetim, söz konusu politikaların bozulmuş izleklerinde yürümekten başka bir çözüm üretememiş, 2006 yılında çıkardığı Tarım Kanunu’nu bile uygulamaktan aciz kalmıştır.

    2000 yılından itibaren uygulanan programın bazı sonuçlarının muhasebesini yaparsak, nereden bakıldığına bağlı olarak, TRUP’un “başarı” veya “başarısızlık” hanesine şunlar yazılabilir:

XX Tarımsal KİT’ler başta olmak üzere özelleştirme/ tasfiye/ küçültme/ işlevsizleştirme mekanizmaları önemli ölçüde sonuca ulaştırılmıştır;
(TÜGSAŞ, İGSAŞ, TEKEL, Tİ- GEM, TZDK, TMO, Şeker Fabrikaları gibi)
XX Tarıma yönelik destekler 2003- 2008 döneminin yıllık ortalaması olarak GSMH’nın yüzde 0,6’sına geriletilmiştir;
XX Tarımsal örgütlenme özellikle de TSKB’ler zayıflatılmıştır;
XX Üreticiler önce DGD’ye bağımlı duruma getirilmiş yani ‘üreten çiftçi’den ‘muhtaç çiftçi’ konumuna geçirilmiş, ardından da yüzüstü bırakılarak yeni bir ‘yoksul çiftçi’ kategorisi oluşturulmuştur;
XX 2000-2009 arasındaki 10 yılın birikimli tarım dış ticareti bilançosunun net bakiyesi negatiftir;
XX Özellikle girdi üretimi/ girdi fiyatları ile tarımsal ürün fiyatlarının oluşumu tamamen piyasaya bırakıldığı için dönem boyunca iç ticaret hadleri tarım aleyhine gelişmiştir (Boratav, 2009:11);
XX Tarım kredilerinin nominal faiz hadleri düşmekle birlikte düşüş, enflasyondan daha yavaş olmuş ve tarımın reel faiz oranları, negatiften pozitife dönmüştür; böylece tarımsal kredilerin toplam kredi hacmindeki payı, 1999-2000’deki ortalama yüzde 9,5 düzeyinden 2002-2008 arasında ortalama yüzde 4’e kadar gerilemiştir (Günaydın, 2009:187- 189). 



   Gerçi bu payın 2005’te yüzde 3,5’e kadar gerileyip 2008’de yüzde 4,6’ya çıkması, hacmen iki katı aşkın bir kredi genişlemesi anlamına da gelmiştir; bunun ardında hem yeni bir kredi genişlemesi konjonktürü hem de geri dönmeyen kredilerin yeni faiz yükleriyle canlı tutulmaya çalışılması vardır. Tarımsal krediler salt Ziraat Bankası üzerinden değil (bu Banka’nın tarımsal kredilerde 2004’te yüzde 98 olan payı, 2007’de yüzde 47’ye gerilemiştir); birçok özel bankanın ödeme vadelerini, hasat dönemine denk getiren tarımsal kredilerle sisteme girerek üreticileri çekebilmeleriyle de büyümüştür.

   Bu banka çeşitlenmesi, bir banka borcunu başka banka borcuyla kapatan üretici açısından da geçici bir sığınak oluşturmuştur; ancak çiftçilerin
önemli bir kesimi 10 yıllık TRUP dönemi sonunda icralık durumdadır ve bu nedenle üretimi terk etme aşamasındadır;

XX Tarımsal istihdamda hızlı bir çözülme yaşanmış; Ağustos 2000’de 8,9 milyondan Ağustos 2008’de 6,3 milyona gerilemiş yani 2,6 milyon işgücü açığa çıkmıştır; Kısacası 2000’lerdeki ‘yapısal dönüşüm’, öngörüldüğü ve istendiği gibi tarımsal katma değerin GSYH içindeki payını 
hızla geriletmiştir.

TÜİK’e göre 1998 fiyatlarıyla 2002’de yüzde 12,2 olan bu pay, 2007’de yüzde 8,9’a, 2008’de yüzde 9,2’ye gerilemiştir. (Maliye Bk., 2009:17-20) 

    Dolayısıyla 2000’lerde uygulanan Tarım Reformu Uygulama Projesi, tarım açısından son derece olumsuz etkileri ve geriye kalan tortularıyla anılacaktır.
IMF/DB ikizlerinin kendi adlarına herhalde en önemli başarıları, tüm desteklerin bütçede yer almasını ve bunların MG’in binde altısı civarında bir payı, pek aşmamasını sağlamalarıdır.

Bu, en fazla değer verilen, en kritik çıpadır ve faiz dışı fazla ve bütçe kontrolleri üzerinden sıkı denetime alınmıştır. Öyle ki IMF programı sonlandıktan sonra dahi bu yönde müdahalelerden geri durulmamıştır.
Bu çıpanın sınırları içinde kaldığınız sürece tarımsal politikalarla istediğiniz gibi oynamanıza, gerekirse DGD’den çıkmanıza, üretime dayalı destekler bile vermenize, bu bağlamda ‘havza modelleri’ oluşturmanıza göz yumulabilecektir.

Tarımda Dışa Bağımlılık..

    Nitekim 1998-2008 arasında, 10 yıllık IMF güdümünden sonra Türkiye’nin kendi yolunu çizebilecek politika esnekliğini tümüyle yitirdiği görülmektedir. Mayıs 2008’de, IMF programı sözde sona ermiş olmasına karşın, 2009 bütçesi görüşmelerinin son günlerinde IMF’nin görünmez eliyle kamu yatırımlarının ve tarımsal destek ödeneklerinin yüzde 10 düşürülebilmesi, görüntüyle gerçekliğin çakışmadığının yeni bir kanıtını oluşturmuştur. (Aslında 2008’e göre 2009 tarım destekleme bütçesi tam olarak yüzde 21 oranında azalmıştır). 

Kriz yılı olan 2009’da tarımsal desteklerin daha da düşürülerek GSMH’nın binde 5’ine geriletilmesi, Türkiye’nin ne ölçüde bağımlı kılındığının da bir başka göstergesi olmuştur.

   2010 yılı tarımsal destekleme öngörüsünün dahi 2007-2008 yıllarının ortalama düzeyini aşamaması, hatta 2010 bütçesine ilk kez konulan ve üç yıllık geçici bir ödeme olan fındık alan desteği hariç tutulursa, geriye 5 milyar TL düzeyinde bir destek tutarı kalacaktır ki 2007-2008 düzeylerinin ve 2009 için teklif edilen ama uygulanamayan ödeneğin dahi hayli altında kaldığı görülecektir.

    Tarımda Tasfiyenin Diğer

Adı: Birlikler Şimdiye kadar 16 TSKB’den ikisi (Kayısı Birlik ve Taskobirlik) fiilen kapanmış, bazıları neredeyse tarımsal faaliyetlerini durdurma  noktasına gelmiş (ÇUKOBİRLİK, Antbirlik gibi), diğerlerinin bir bölümü (Tariş Pamuk Birliği gibi) ürün alım dönemlerinde kaynak sağlayabilmek için –bankaların kredi hatları kapandığı veya aşırı risk primleri talep edildiği için- varlık satışına yönelmeye başlamıştır.

    Bankalara borç geri ödemeleri çerçevesinde, atıl taşınmazları yanında sınaî üretim tesislerinin bile bir bölümünü satan veya bunlarda üretimi durduran Birlik yöneticilerinin, “biz, asıl işimiz olan tarıma ve tarımsal ticarete dönüyoruz, sanayiden çekiliyoruz” türünden avunmalarla (veya ortaklarını avutmalarla) nereye kadar gidebilecekleri, kaç yılı daha kurtarabilecekleri, sınaî katma değere uzanmadan salt tarımsal katma değerle bir yaşama şanslarının olmadığını tekrar tekrar öğrenmeleri için daha ne kadar zaman ve varlık kaybedileceğini bilmek, kuşkusuz bilinçli kooperatif ortaklarının hakkıdır.

    Peki, bu duruma nasıl gelindi ve çözüm nerede?

Birincisi, Dünya Bankası’na taahhüt edildiği gibi, 16 Haziran 2000 tarihinde 4572 sayılı TSKB Yasası çıkarılarak, “Kooperatif ve Birliklere (…) devlet veya diğer kamu tüzel kişilerinden herhangi bir mali destek sağlanamaz” hükmü getirildi ve böylece TSKB’ler için idam fermanı da yazılmış oldu. Aynı yasayla Birliklerin tepesinde kurulan Yeniden Yapılandırma Kurulu (YYK), bu tasfiye sürecine nezaret etme birimi olarak ortaya çıkarıldı.

    Yedi kişilik kurulun sadece bir üyesi Birlikler temsilcisiydi. Bir özendirme ve havuç politikası olarak Birliklerin (Fiskobirlik gibi bazı birlikler hariç), 2000 öncesinin borçları silindi ve böylece YYK kararlarına uymaları sağlandı.

     İkincisi, yeterli ve uygun koşullu kredi desteği sağlayamayan Birlikler, 2000-2010 döneminde yeniden ağır bir borç yükü biriktirdiler.

2000 sonrasında, 250 milyon TL’lik Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu (DFİF) kredisiyle Birliklere sağlanan kaynaklar (her yıl yapılan geri ödemelere
rağmen) Şubat 2010 itibariyle 920 milyon TL’lik bir DFİF borcuna dönüştü. Buna, Birliklerin kamu ve özel bankalara olan borçları dahil değildi.

Üçüncüsü, TSKB yönetimlerinin birçoğu, işleyen sürecin niteliğini zamanında kavrayamadılar; 4572 sayılı yasanın kendilerine tanıdığı özerkliğin aslında bir tasfiye programının havucunu oluşturduğunu göremediler; bunu ortaklarına zamanında anlatıp tepkilerini örgütlenemedi ler; zaman kazanmaya ve günü kurtarmaya çalıştılar.

   Birlik yönetimlerinin daha önemli stratejik hatası, ürün alımında Birliğin yeterince kaynak sağlayamadığı dönemlerde yöneticilerin, günü kurtarmak için ipotekli banka kredilerine başvurmaları oldu. Oysa asıl yapılması gereken, DFİF kaynağı sağlanamayan yıllarda ürün alımını yapmayarak üretici ile tarımdaki tasfiyenin asıl sorumluları olan siyasi iktidarı karşı karşıya getirmekti.

   Böylece hem üretici ortaklar gerçek sorumluları daha iyi görebilir hem de şimdi ipotekli taşınmazlarını değerinin altında pazarlayarak borç ödemek
noktasında olmazlardı. Kuşkusuz bunun için Birlik içi iktidar kavgaları yerine tam bir dayanışma gerekiyordu ki bu, hiçbir zaman sağlanamadı.
Gene de süreci kötü yönetmekten kaynaklanan bütün bu hataların, Birliklerin bugünkü duruma düşmelerindeki payı yüzde 20’yi aşmaz.
Asıl sorumluluk, bir ulusal tarım politikası olmayan ve bu nedenle de TSKB’leri gözden çıkarabilen teslimiyetçi yönetim anlayışlarındadır.

TARİŞ ve Birlikler İçin Çıkış Yolu

    Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri, tarımda var olan en önemli örgütlenmiş kesimi temsil etmektedir.

    Dolayısıyla Birliklerin elindeki en önemli güç, 14 Birliğin 700 bini aşkın ortağının haklı taleplerinin -siyasi görüş farkı tanımadan- harekete geçirilebilmesinden başkası değildir.
Ancak bu durumda seslerini Ankara’ya hatta Washington’a duyurabileceklerdir. O zaman siyasi iktidarın şimdi yapmaya çalıştığı gibi tüm sorumluğu, Birlik yönetimlerine atarak sorumluluktan kurtulma çabası sonuçsuz olacak ve çözüm üretmek zorunda kalacaktır.

Peki, hangi ortak talepler?

Birincisi, 4572 sayılı yasanın yerine geçecek yeni bir düzenlemenin yapılmasıdır. Yeni düzenleme, 4572’dekinin tam tersine, TSKB’lere finansman desteği sağlamayı bir devlet görevi olarak benimsenmeli ve yasal zorunluluğa bağlamalıdır. Dolayısıyla Hükümetçe yıllardır hazırlığı yapıldığı halde Meclise sunulamayan ama gerçekte tasfiye sürecini devam ettirmekten başka bir önerisi de olmayan taslağın yaklaşımı, tümden değiştirilmelidir. (Bu konuları düzenleyen bir yasa teklimiz, üç yıldır TBMM’de görüşme sırasını beklemektedir).

İkincisi, Birliklerin birikmiş DFİF borçlarının hemen tahkime tabi tutulmasıdır. (250 milyon TL olarak başlatılan bu krediler eğer faizsiz verilmiş ve döndürülmüş olsaydı, Birliklerin bugün geri dönmemiş 920 milyon TL DFİF borcu olmayacaktı).

Üçüncüsü, Birliklerin banka borçlarının bir kerelik Hazine hibesiyle (bir doğrudan gelir desteği mantığıyla) temizlenmesidir.


İkinci ve üçüncü sıradaki desteklerin finansmanını sağlamak için 2006 tarihli Tarım Kanunu’nda yazılı hükmün, yani bütçeye konulan tarımsal destek ödeneklerinin, milli gelirin yüzde 1’inden az olamayacağı hükmünü harekete geçirmek fazlasıyla yeterli olacaktır. Tarıma yüzde 1 destek sağlanıyor olsaydı, 2010’da bugünkü 5,7 milyar TL yerine 10 milyar TL’lik bir destek düzeyine ulaşılırdı. Bu, yaklaşık 4,3 milyar TL’lik ek finansmanın sadece üçte biri bile Birliklerin birikmiş mali sorunlarını hemen çözmeye yeterli olacaktır.

   Dördüncüsü, bundan böyle Birliklere fiyat enflasyonunun en fazla yarısı düzeyindeki faizlerle DFİF kaynaklı kredi kullandırılmasıdır.
(Bu kredi kolaylığının istismar edilmesi riskine karşı, geçmiş deneyimlerden edinilmiş denetim düzenekleri getirilebilir). Yılın iki ayında yoğun ürün alımı yapan, sonra bu ürünleri aynen veya ilk dönüştürmelerini (çırçırlama, zeytin sıkma, üzüm temizleme gibi) yaparak 10 ay boyunca borsada satan bir Birliğin stok maliyetlerini başka türlü karşılayamazsınız.


Eğer Kooperatif birlikleri olacaksa–ki mutlaka olmalıdır- onlara bir kamu finansmanı desteği şarttır.
Beşincisi, arz açığı olan ürünlerde (yağlı tohumlar ve bitkiler…) fark ödemesi sistemi devreye sokulurken, arz fazlası olan ürünlerde (fındık, çekirdeksiz kuru üzüm gibi) ise -alternatif ürün geliştirme etkin bir biçimde desteklenirken-, devlet adına destekleme alımı yapılmasıdır.
(Fark ödemesi için bugünkü iktidarın, 2006 tarihli kendi Tarım Yasası’nın ilgili hükmünü uygulamaya sokması yeterlidir).

    Altıncı olarak, ülkenin tarım ve dış ticaret politikalarının ülke çıkarları ekseninde yeniden tanımlanmasıdır.
Gümrük Birliği’nin makul bir sürede tam üyeliğe götürmediği görüldüğüne göre Türkiye’ye, üçüncü ülkeler karşısında avantajdan ziyade yükümlülük getiren Gümrük Birliği düzenlemesi mutlaka değiştirilmeli ve hiç olmazsa Türkiye’nin üçüncü ülkelerle ayrı ayrı ikili anlaşma yapması şartına bağlanmalıdır. 

     Unutulmamalıdır ki düşük fiyatlı veya dampingli/düşük gümrüklü Çin-Hindistan-Pakistan-Bangladeş ipliği ithalatı nedeniyle, Türkiye’deki 350
iplik fabrikasının yarısından fazlası kapalıdır, geri kalanın da bir bölümü düşük kapasiteyle çalışmaktadır.

    Sonuç olarak iktidar, uyguladığı politikaların da bir sonucu olan krizin sonuçlarıyla daha iyi mücadele edebilmek, tarımda yol açtığı sorunlara
çözüm getirebilmek, kendi tarım yasasını tüm hükümleriyle uygulamak ve 4572 sayılı yasayı doğru yönde değiştirmek üzere tarımın tüm örgütlü kesimleriyle derhal diyaloğa girmeli ve tarım politikalarını yeniden şekillendirmelidir.


Kaynakça


BKK (15 Temmuz 2009), “Fındık Üreticilerine Alan Bazlı Gelir Desteği ve Alternatif Ürüne Geçen Üreticilere Telafi Edici Ödeme Yapılmasına
Dair Karar”, Resmi Gazete, 15.7.2009.

Boratav, Korkut (2009), “Tarımsal Fiyatlar, İstihdam ve Köylülüğün Kaderi”, Mülkiye, Bahar sayısı, Cilt XXXIII, ss. 9-23, Ankara.

Dünya Bankası, 9 Mart 2004, TURKEY: A Rewiev of the Impact of the Reform of Agriculture Sector Subsidization. (Katkıda
bulunanlar: Mark Lundell, Julian Lampietti, Rashid Pertev, Lorenz Pohlmeier (DB’nın Türkiye TRUP/ ARIP proje sorumlusu), Halis Akder,
Ebru Ocak, Shreyni Jha).

Günaydın, Gökhan (2009), “Türkiye Tarım Politikalarında ‘Yapısal Uyum’:2000’li Yıllar”, Mülkiye, Bahar sayısı, Cilt XXXIII, ss. 175-221, Ankara.

Hazine Müsteşarlığı (2000/I), Enflasyonla Mücadele Programı Politika Metinleri, (Cilt I: Niyet Mektubu, Para Politikası, 
Ekonomik Kararlara İlişkin Mevzuat), Ocak, Ankara.

Hazine Müsteşarlığı (2000/II), Enflasyonla Mücadele Programı Politika Metinleri, (Cilt II: Niyet Mektupları ve Ekonomik Kararlara
İlişkin Mevzuat), Temmuz, Ankara.

Maliye Bakanlığı (2009), Yıllık Ekonomik Rapor, Ankara

Oyan, Oğuz (2004), “Tarımsal Politikalardan Politikasız Bir Tarıma Doğru”, Neşecan Balkan, Sungur Savran (hazırlayanlar), Neoliberalizmin
Tahribatı 2, 2000’li Yıllarda Türkiye içinde, ss. 44-67, Metis Yayınları, İstanbul.


Oyan, Oğuz (2009), “IMF ve Dünya Bankası’nın Tarım Reformu Uygulama Projesi’nin Bilançosu”, Mülkiye, Cilt XXXIII, sayı 262,
Bahar 2009, ss.237-253, Ankara.


Oyan, Oğuz (2010) “Tarımda IMF-DB Gözetiminde 2000’li Yıllar”, Prof. İzzettin Önder için 2010’da yayınlanacak Armağan’da yer alacak.


EGİAD YARIN, DERGİSİ - İZMİR
YönetimYeri: 
Punta İş Merkezi 1456 Sokak 
No:10Kat:8 
Alsancak/İZMİR 
Tel-Fax:(232)4223000pbx 
egiad@egiad.org.tr 
www.egiad.org.tr 

***

18 Haziran 2017 Pazar

Türkiye'de Barzanici Hareket (1965-2007), BÖLÜM 5



Türkiye'de Barzanici Hareket (1965-2007),  
BÖLÜM 5


VII. NÜFUZ FAALİYETLERİ

Mesut Barzani Türkiye'ye yönelik çok boyutlu bir nüfuz faaliyeti süreci içindedir. Bu faaliyetleri şöyle sıralayabiliriz:

a) Türkiye'den giden öğrencileri açtığı üniversitelere sınavsız yerleştirerek, burs vermesi
b) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına "Kürdistan kimliği ve pasaportu" dağıtması
c) Türkiye'de yapılan düğün ve nişanlarda Barzani adına altın takılıp , hediyeler verilmesi
d) Türkiye'den yerleşimci kabul etmesi
e) Ortak kültür değerleri geliştirmek istemesi
f) Türkiye'ye yönelik basın yayın faaliyetlerinde bulunması
g) Türkiye Irak sınırına yakın yerlerde oturan aşiretleri kullanması

VII.1 Türkiye'den giden öğrencileri, açtığı üniversitelere sınavsız yerleştirerek, onlara karşılıksız burs vermesi:

Kürt Yönetim Bölgesinde 6 üniversite bulunmakta ve bunlar Dohuk, Hevler, Selahaddin, Süleymaniye, Köysancak ve Kürdistan Üniversitesi adlarını
taşımaktadırlar. İçlerinde en donanımlıları, Türkiye'den giden öğrencilerin de tercih ettikleri, Selahaddin ve Süleymaniye Üniversiteleridir. Irak'a komşu ülkelerden öğrenci kabul edilen bu üniversitelere gelen komşu ülke öğrencileri arasında yaklaşık 750 öğrenci ile Türkiye başı çekmektedir. Söz konusu üniversitelerde Irak'ın kuzeyinde, Türkiye'den giden vatandaşlarımız tarafından kurulan Mahmur Kampı'ndan da 50 civarında öğrenci öğrenim görmektedir.

Söz konusu üniversitelere 2007 itibariyle Türkiye'den 600 öğrenci baş vurmuş, bunlardan 160'ı hemen kabul edilmiştir. Kabul edilmeyenlerin alınmama
sebebi ise not ortalamalarının tutmaması, eğitim düzeyinin yeterli olmamasıdır.

Değilse bu öğrenciler de kabul edilebilirdi; çünkü Barzani herhangi bir sınav yada ücret talep etmemektedir.

Söz konusu üniversitelere Irakta iş yapan iş adamları, esnaflar ya da PKK milisleri aracılığı ile kayıt yaptırıldığı gibi merkezi İstanbul' da bulunan
Kürt Kültürünü Araştırma Vakfı(Kürt-Kav) aracılığı ile de kayıt yaptırılmaktadır.

Kürt-Kav, öğrencilere hangi üniversitelere başvurmaları gerektiği, hangi şartları taşımaları gerektiği ve hangi bölümleri yazmaları gerektiği konusunda rehberlik ve danışmanlık hizmeti yürütmektedir.

Yabancı ülkelerden gelen öğrenciler için ortalama 200 dolar burs verilmektedir. 59

 Başka bir ülkenin vatandaşı olan öğrencilere burs vermenin en önemli sebebi, gelecek günlerde bu öğrencilerden bir şekilde yararlanmak düşüncesidir. Barzani üniversiteleri gibi Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınmayan üniversiteler burs veriyorsa bunun mutlaka bir amacı olmalıdır. 
O amaçla burada okuyan öğrencilerin mezun olduktan sonra yaşadıkları bölgelere dönerek, birer Barzani misyoneri olarak çalışmalarıdır.
200 dolar Irak şartları için büyük bir para; çünkü Barzani tarafından hazırlanan öğrenci evlerinde hiç bir ücret vermeden kalınmakta; ayrıca Irak'ta
gençlere yönelik merkezlerin azlığı nedeniyle fazla para tüketilmesi de mümkün görülmemektedir. Irak'ın kuzeyine giden öğrenciler, aldıkları paraların
yarısını Türkiye'deki ailelerine göndermektedirler. Bu şekilde aileler; hem bölgedeki Kürt üniversitelerine güven duyuyor hem bu üniversitelerin
reklâmı yapılıyor hem de gönüllü olarak Barzani'nin propagandası yapılmış oluyor.

VII.2 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına " Kürdistan kimliği " dağıtması

<  Kürt yönetim bölgesinde hazırlanan nüfus cüzdanları ve pasaportlar özel kuryeler aracılığı ile Türkiye'ye sokulup, bölgedeki yandaş milislere teslim edilmekte, milisler de bu cüzdan ve pasaportları önceden belirledikleri kişilere dağıtmaktadır. >

Irak'ın kuzeyine, kaçak ticareti yapmak amacıyla giden vatandaşlar, iş yapmak amacıyla giden işadamları ve Barzani ile akraba olan aşiretler
en fazla tercih edilenler arasındadır. Sınıra yakın bölgelerdeki aşiret önderleri ve korucularla yaptığımız görüşmelerde olay doğrulanmakta,
dağıtım gizlilikle yürütüldüğü için herhangi bir rakam telâffuz edilememektedir.

Üst düzey bir PKK yöneticisi bu verilen sözde Kürdistan pasaportu ile Almanya'ya giriş yapmaya çalışmış; fakat Alman makamlarınca
kabul edilmeyip geri gönderilmiştir. 60 

Bu olay işin uluslar arası boyutunu yansıtması bakımından önemlidir. Barzani bu operasyonla birden çok hedef gözetmektedir. Birinci hedefi, Irak'la sınır 
ticareti yapanlara kendi hâkimiyetini kabul ettirip bu şahısları da sözde Kürdistan kimliği taşıyarak bölgedeki diğer vatandaşlara karşı daha ayrıcalıklı 
görünür hale getirmektir.

İkinci hedefi, bölgedeki PKK yandaşlarına yöneliktir. Şöyle ki, dağıttığı bu cüzdan ve pasaportlar sayesinde " Bakın PKK yıllarca mücadele etti fakat
her hangi bir kazanım elde edemedi,ben Kürdistan devletini kurdum ve sizlere de onun vatandaşlığını sunuyorum" diyerek PKK'ya karşı üstünlük
sağlamak istemektedir. Barzani'nin bir üçüncü hedefi ise ileride bu vatandaşları sözde Kürdistan devletinin vatandaşı ilân edip,sonraki aşamada ise
"bölgede yaşayanların büyük çoğunluğunda Kürdistan kimliği var,Türkiye Cumhuriyetinin kimliğini kabul etmiyorlar" diyerek Güneydoğunun bir
kısmı ile bütünleşmenin yollarını arayacaktır.

Nitekim bu hedefin yoklamalarından birisini Şemdinli olayları sırasında denemişlerdir. Yüksekova,Şemdinli ve Hakkari de meydana gelen kalkışma
denemeleri sırasında bazı sözde vatandaşlar Türkiye Cumhuriyetinin kimliğini ellerine alıp havaya kaldırarak "biz bu kimliği istemiyoruz" demişlerdir.
Bir kısmı basına yansıyan olaylar,bölgede yaşayan güvenilir kaynaklarca da doğrulanmıştır. Bu hedefin birinci aşaması olan "federatif" yapının temeli
olabilecek çifte vatandaşlık talepleri bizzat Mesud Barzani tarafından MİT müsteşarına iletilmiştir. Mesud Barzani, "özellikle sınırdaki Türkiye ve Irak
aşiretleri arasındaki akrabalık ve geliş gidiş sıklığı da dikkate alınarak her iki ülke vatandaşlarına çifte vatandaşlık verilmelidir" diyerek bu hedefi açık
açık dile getirmekten kaçınmamıştır.61

VII.3 Düğün ve nişanlarda Barzani adına altın takılıp , hediyeler verilmesi

Güneydoğu Anadolu bölgesinde yapılan düğünlerde ve benzeri törenlerde takı takmak,hatır saymak ayrı bir değer atfedilen geleneklerdendir.
Bunu çok iyi bilen Barzani yandaşları burada yaşayan vatandaşlarımızın düğünlerine giderek Mesud Barzani adına takılar takmaktadır. Bu olay,TBMM
Meclis Araştırma Komisyonu raporuna da yansımıştır.62

VII.4 Türkiye'den Yerleşimcileri Teşvik Etmesi:

Basın yayın organlarının psikolojik operasyonu ile büyük bir ekonomik faaliyet alanı gibi gösterilerek Irak'ın kuzeyini cazip kılma propagandasını kullanan Barzani yandaşları Türkiye'den Irak'ın kuzeyine yerleşmek amacıyla göç organizasyonlarında bulunmaktadırlar. Irak'ın diğer bölgelerinden Kerkük'e Kürt nüfus yerleştiren Barzani yönetimin Türkiye'nin doğu ve güneydoğusundan bazı aileleri de Kerkük'e yerleştirdiği iddia edilmektedir.63

Genellikle Diyarbakır ve Tunceli illerinden ailelerin ağırlıkta olduğu bu göç ile ilgili resmi bir rakam mevcut olmamakla birlikte 1500 civarında Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşının yerleştirilmiş olduğu iddia edilmektedir. Göç eden ailelerle ilgili bir başka bilgi de ailelerin Türkiye'de Kürtçülük faaliyetleri
nedeniyle fişlenmiş olduklarıdır.

Mahmur Kampı'nda bulunan bazı vatandaşlarımızın da Irak'ın kuzeyindeki Barzani kentlerindeki merkezlere yerleştirildiği; Kerkük'ün de bu yerleşim 
merkezleri arasında olduğu istihbarat kayıtlarınca takip edilmektedir.

Barzani'nin Irak'ın kuzeyine yerleşmesini teşvik ettiği Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında terör örgütünden firar ederek ayrılan PKK'lılar
da bulunmaktadır. 1999 yılında Abdullah Öcalan'ın yakalanmasından sonra hayal kırıklığına uğrayarak PKK'dan ayrılan teröristler Barzani ve Talabani'-
ye ait yerleşim merkezlerine yerleştirilerek,bunlara sözde Kürdistan kimlikleri verilmiştir. Bu teröristlerin bazıları peşmerge güçlerine katılırken, bazıları da Dohuk, Zaho, Erbil ve Süleymaniye gibi şehirlerde bir iş sahibi olarak yaşamları nı sürdürmektedirler Irak'ta iş yapan firmalarca Erbil'de kurulan İş adamları Derneği'nin rakamlarına göre 13.780 Türk vatandaşı Irak'ta ikamet için izin almış durumda. Bunlardan bazılarına kimlik verilerek Irak'a daimi olarak yerleşmeleri sağlanmıştır.64

< Barzaniciler burada çalışan işçiler ve onların Türkiye'deki aileleri kanalıyla Türkiye'ye yönelik olarak nüfuz faaliyetlerinde bulunmaktadır.>

VII.4 Ortak Kültür Değerleri Geliştirmek İstemesi

Barzaniciliğin Türkiye'ye yönelik pan-Kürdist faaliyetlerinin ana hedeflerinden birisini de ortak kültür değerlerini geliştirmek ve yaygınlaştırmak oluşturmak tır. Türkiye'deki Kürtçü camia tarafından sevilen ve değer kabul edilen kişiler Irak'ın kuzeyinde de ön plâna çıkarılmak istenmektedir.
Yılmaz Güney'in büstünün Kürt büyüklerinin büstlerinin sergilendiği bir mekânda bulunması ve “ Yaşar Kemal ve Yılmaz Güney sizin olduğu kadar da bizimdir”  şeklindeki yorumlarının yapılması da bu yönde yürütülen çalışmaların ürünüdür. 65

Erbil'de 500 evlik bir toplu konut arazisine 'kadın ve çocuk eğitimi kampı' kurulacak Türkiye' den de kadınların çocukları ile buraya gelerek evlerde
misafir edilmesi düşüncesi de, eğer hayata geçirilirse,son derece tehlikeli bir operasyon yürütülmüş olacaktır. I-KDP'nin MKYK'sında görevli ve Kürt parlamentosunun bir üyesi olan Şirin Amedi'nin ifadeleri gerçekten çok ilginç. Buna göre; “Türkiye'den kadınlar çocukları ile birlikte gelecekler, bu evlerde misafir edilecekler. 

< Barzani'nin Irak'ın kuzeyine yerleşmesini teşvik ettiği Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında terör örgütünden firar ederek ayrılan PKK'lılar da bulunmaktadır. >

Kadınlar ve çocuklar bu merkezlerde Iraklı Kürt kadınlarla birlikte kalacaklar ve böylece Iraklı Kürt kadınlarla  Türkiyeli Kürt kadınlar arasında kültür alışverişi yaşanacaktır. Söz konusu merkezdeki eğitimler de 6 ay olacaktır. 

Bir başka ilginç proje ise “anne çocuk değişimi programı”. Bu projeye göre Türkiye'den Kürt kadınlar ve çocuklar Irak'a gidecek ;66 

Irak'taki Kürt kadınlar ve çocuklar Türkiye'ye gelecekler. Bütün bunlar aşiret ağası diye küçümsenen Barzani'nin başının altından çıkmakta.Binlerce yıllık devlet geleneği olan Türkiye Cumhuriyeti ise beceriksiz idareciler yüzünden bütün bu olan biteni sadece seyretmekle yetinmekteler.

Eğer söz konusu projeler hayata geçirilirse ülkemizin doğu ve güneydoğusunun Barzani'den sorulur hale gelmesi kaçınılmaz olacaktır.

VII.5 Türkiye'ye yönelik yıkıcı basın-yayın faaliyetleri

Barzanici akımın Türkiye'ye yönelik bu faaliyetlerinin en önemli ayağını Kürdistan TVteşkil etmektedir.1990'lı yılların başında PKK'nın yayın organı olan Med TV'ye alternatif olması bakımından Türkiye'nin de katkıları ile faaliyete konulan Kürdistan TV; bugün maalesef PKK  elebaşılarının da yayına çıktığı, PKK ile ilgili özel programların yapıldığı bir yayın organı halini almıştır. Pan-Kürdist bir yayın politikası izleyen bu televizyon kanalı doğu ve güneydoğu illerinde yoğunluklu bir izleyici ağına sahiptir.

Terörle Mücadele Yüksek Kurulu'nda alınan kararlar doğrultusunda Güneydoğu Anadolu'nun bazı illerinde PKK'nın yayın organı olan Roj TV'ye yönelik olarak frekans bozucu yayınların yapılması sonucu bu kanal izlenmez hale gelirken,yerine Barzani yanlısı Kürdistan TV izlenir hale gelmiştir.
Kürdistan TV'nin Diyarbakır'da bir temsilciliği de bulunmakta ve diğer yayın organları gibi haber alma faaliyetlerinde bulunmaktadır. Kürdistan
TV'nin ayrıca Internet üzerinden yayın yapan sitesinde Türkçe bölümü de bulunmaktadır.

Barzani'nin ayrıca Zagros TV adlı televizyonu da uydu üzerinden yayın yapmakta ve Türkiye'den izlenebilmektedir. Zagros Radyo adıyla yayın yapmakta olan radyo da sınıra yakın yerleşim merkezlerinde dinlenebilmektedir.

Barzanici akımın sanal ortamda da bir hayli yayın organı bulunmaktadır.

I-KDP'nin resmi haber ajansı(PNA)'nın Internet sitesinde Türkçe bölümü de bulunmaktadır. Böylelikle Barzani bölgesi ile ilgili gelişmeler bu site aracılığı ile Türkiye'den anında takip edilebilmektedir. Irak'ın kuzeyinde temsilci bulundurmayan Türk basını da zaman zaman bu sitedeki haberleri Türkiye'de  Barzanici Hareket (1965-2007) Türk kamuoyuna duyurmaktadır.

Türkiye kökenli Kürtler tarafından yönetilen kerkuk-kurdistan.com adlı site de tamamen Barzani yanlısı bir tutum izleyerek Türkiye karşıtı
yayınlar yapmaktadır. Yine,12 Eylül öncesi Türkiye'de etkili olan Kürtçü gruplardan biri tarafından hazırlanan peyamaazadi.com adlı site de Barzani
yanlısı Pan-Kürdist yayınlar yapmaktadır. Bunlar ve benzeri diğer siteler tamamen ırkçı bir söylem kullanarak Türkiye'deki PKK'lı Kürtleri kendi
taraflarına, nüfuz sahalarına çekmeyi amaçlamaktadırlar.

<  1990'lı yılların başında PKK'nın yayın organı olan Med TV'ye alternatif olması bakımından Türkiye'nin de katkıları ile faaliyete konulan Kürdistan TV; bugün maalesef PKK elebaşılarının da yayına çıktığı, PKK ile ilgili özel programların yapıldığı bir yayın organı halini almıştır.
Pan-Kürdist bir yayın politikası izleyen bu televizyon kanalı doğu ve güneydoğu illerinde yoğunluklu bir izleyici ağına sahiptir.   >

Barzani ile anlaşarak Türkiye'ye yönelik faaliyetlerde bulunan PSK, Rızgari, Özgürlük Yolu gibi bölücü-Kürtçü fraksiyonların yayın organları da Barzani 
propagandası yapmaktadır.

Kemal Burkay grubuna ait Dema-Nu adlı haftalık gazete her sayısında Barzani yanlısı haber ve yorumlar yapmakta,bu yolla Barzani'nin gözüne girmeyi 
amaçlamaktadır. Çünkü söz konusu grubun Irak'ın kuzeyinde önemli iş bağlantıları bulunmaktadır.

İmralı'da Öcalan'ın avukatlığını da yapan ancak daha sonra Öcalan ile yolarını ayıran Avukat Ahmet Zeki Okçuoğlu tarafından süreli olarak yayınlanmakta olan Serbesti Dergisi de sık sık Barzani yanlısı haber,yorum ve röportajlara yer vermektedir. Yine aynı grup tarafından kurulan Doz Yayınları da Barzani yanlısı kitaplar yayınlamaktadır. Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ve Barzani adlı iki ciltlik kitabın da bulunduğu birçok kitabı yayımlayan Doz Yayınevi bir ara Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nin açtığı kitap fuarına alınmaması ile gündeme
gelmiş fakat daha sonra yapılan girişimler sonucu sorun aşılmıştır.

Mesut Barzani tarafından yazılan " Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ve Barzani" isimli iki ciltlik kitap,ilk başlarda 56YTL'den piyasaya sürülmüş
fakat kitabın fiyatı daha sonra bill-boardlara asılan ilânlarla duyurulan kampanya sonucunda 13YTL'ye indirilmiş nihayetinde de Barzanici oluşumlarca
Güneydoğu'da ücretsiz olarak dağıtılmıştır.


VII.6 Türkiye-Irak Sınırına Yakın Yerlerdeki Aşiretleri Kullanması




Bugünkü Türkiye-Irak sınırı Cumhuriyet döneminde belirlenmiş daha önceki dönemde tamamı Osmanlı devletinin sınırları içerisinde olan sınırlar
1926 Ankara Anlaşması ile bugünkü halini almıştır. Bundan dolayıdır ki birçok aşiretin bir kısmı Türkiye'de iken diğer kısmı da Irak'ta kalmıştır.
Türkiye-Irak sınırının her iki tarafında da akrabalık bağları bulunan aşiretler arasında Şemdinli'den itibaren Suriye sınırına kadar sınır boyunca uzanan
Şemzinan,Gerdi, Herki, Dostki, Oramar, Ertuşi, Goyan, Teyyanı Reşit, Teyyanı Kervan ve Herikan aşiretleri bulunmaktadır.

Feodal ilişkiler Ortadoğu'da geçmişten beri ön plânda tutulan bağların başında gelmektedir. Günlük hayatta, bireylerin devletle ilişkilerinde genellikle
aşiret mensubiyeti belirleyici unsur olmaktadır. Bu yüzdendir ki Mesud Barzani, Irak'ın kuzeyinde oluşturulan Kürt Yönetim Bölgesinde önemli
görevleri hep Barzani aşireti, Zibari aşireti ve Talabani aşireti mensuplarına vermektedir.

M. Barzani Türkiye-Irak sınırı boyunca yerleşmiş aşiretleri hem akrabalık bağlar ile hem de sınır ticareti ilişkileri nedeniyle Türkiye'ye karşı kullanmaktadır.
Türkiye ve Irak'ta akrabaları bulunan Gerdi ve Herki aşiretleri aynı zamanda Barzani aşireti konfederasyonunun birer üyesi olarak kabul edilmektedir.67 

Diğer aşiretler de eskiden beri sınır ötesindeki akrabaları ile yakın ilişki içerisindedirler,bu ilişki sınırdan kaçak ticareti yapılmasına imkân ve zemin 
hazırlamaktadır.

Bu aşiretlerden sayıca çok olan ve bulundukları konum bakımından stratejik öneme sahip olanları ana hatları ile inceleyerek bölge üzerinde yapılan
ve yapılması plânlanan çalışmalara dair bir projeksiyon sunmamız gerekmektedir. Şöyle ki burada bulunan söz konusu aşiretlerin alacakları tavır
bölge üzerindeki hesaplarda belirleyici unsur olacaktır.

Şemzinan Aşireti:




Cumhuriyetin ilk yıllarında 1925 ve 1927 de iki defa isyan eden aşiret, daha sonraları kaçakçılık anlaşmazlığı yüzünden Barzani'ye düşmen olmuşlarsa
da son yıllarda yükselen Barzanici akımın etkisi ile kırgınlıklar bir kenara bırakılmış görünmektedir.

Aşiret Şemdinli'nin sınıra en yakın olun köylerinde yaşamakta. Sınırın Irak tarafında pek akrabaları bulunmamaktadır.

Gerdi Aşireti:

Geçmişte Barzani aşireti konfederasyonu içerisinde gösterilen aşiret mensupları Şemdinli ve Beytüşebab ilçelerinde yaşarlar. Aşiretin sınırın Irak yakasında 
çok sayıda akrabası bulunmaktadır. Barzani ile araları zaman zaman kaçakçılık ve hayvancılık yüzünden açılmaktadır. Ne var ki,kaçakçılık önemli miktarda kar 
getirdiğinden dolayı bir kısım aşiret üyesi sık sık sınırın öteki yakasına geçmektedir. Gerdi aşiretinin Türkiye sınırları içerisinde yaşayan üyelerinin tamamına yakını devletin yanında yer alarak korucu olmuşlar ve PKK'ya karşı mücadele etmektedirler.

Herki Aşireti: 

Şemdinli'nin büyük çoğunluğunu oluşturan Herki aşireti de geçmişte Barzani aşireti konfederasyonu içerisinde kabul edilmekteydi.

Anadolu'nun birçok yerleşim merkezinde Herki adıyla yerleşim merkezi bulunmaktadır. Bu, aslında Herki aşiretinin göçebe Türkmen aşiretlerinden
birisi olduğunun kanıtıdır;ama aşiret üyeleri bugün Kürtçe konuşmaktadır. Şemdinli,Silopi ve Cizre'de yaşayanlar aşiret üyelerinin çok küçük
bir kısmını teşkil etmektedir. Herki aşireti Irak'ın kuzeyinde yaşamakta olan aşiretlerin en büyüklerinden birisidir ve ayrıca İran'da da aşiret üyeleri 
yaşamaktadır. Herki aşireti mensupları Hamidiye alaylarında önemli görevler üstlenmişlerdir. Bugün de aşiret üyelerinin çoğunluğu koruculuk yapmaktadır
ve aşiret köylerinin çoğunluğu korucu köyleridir.

Goyan aşireti:

Aşiret üyeleri, Uludere ilçesinin çoğunluğu Irak sınırınayakın 3 belde ve 13 köyünde oturmaktadır. Beytüşşebap ve Şemdinli'de de aşiret mensupları 
bulunmaktadır. 

Aşiretin Irak'ta yaşayan mensuplarının bir kısmı 1970'li yıllarda Barzani ile araları açılınca, Irak'tan Türkiye'ye kaçmak zorunda kalmışlardır. 
Bugün aşirete bağlı köylerin tamamına yakını korucu köyleridir. Geçmişte PKK ile girilen mücadelede devletin yanında çatışan aşiretin bazı köyleri (Taşdelen )

 <  PKK'lı teröristler tarafından yakılarak çok sayıda kadın ve çocuğu katledildi. Aşiret ile ilgili bir başka ayrıntı da, Irak'ın kuzeyinde bulunan Mahmur Kampı'nda yaşamakta olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının büyük çoğunluğunu bu aşiret mensupları olmasıdır. >

1990'lı yıllarda sınıra yakın bir mevkide bulunan aşiretin üyelerinin yaşamakta olduğu Hilâl kasabasının tamamına yakını örgütün baskıları sonucu Irak'a yerleşmiştir. Aşiret daha sonra bugün oturmakta oldukları Mahmur Kampına taşınmıştır. Kamp bir süre sonra PKK'nın merkezi haline gelmiştir ve bugün de PKK'nın etkisinde bulunmaktadır.

PKK, kültürel olarak Irak'ın kuzeyinde yaşayan Kürtlere çok benzeyen Goyan aşiretini burada kendi ideolojik etkisini yaymak amacıyla kullanmaktadır.
Söz konusu aşiret Barzani ve Talabani etkisinden uzak bulunmaktadır.68 

Mahmur Kampında yaşayan 12-15 yaşları arasındaki vatandaşımızın eli silah tutmamış,teröre bulaşmamış olan kısmının PKK'nın güdümünden çıkarılıp Türkiye sınırları içerisinde gözetim altında rehabilite edilerek topluma kazandırılması projesi üzerinde düşünülmeye değer bir projedir. Çünkü son gelen haberlere göre, Barzani yönetimi bu kampta yaşamakta olanların bir kısmını Kerkük'e yerleştirmeyi plânlamaktadır.

Dostki Aşireti: 

Yüksekova civarında yerleşik bulunan aşiretin büyük bir bölümü Irak'ın kuzeyinde yaşamaktadır.Şemdinli olaylarında adından
çokça bahsedilen CHP Hakkari milletvekili Esat Canan da Dostki aşireti mensubudur.

6.CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

Türkiye'de Barzanici Hareket (1965-2007), BÖLÜM 4


Türkiye'de Barzanici Hareket (1965-2007),  
BÖLÜM 4 


VI. EKONOMİK FAALİYETLER


Mesud Barzani'nin Türkiye'ye yönelik faaliyetlerinde kullandığı en etkili silahların başında ticarî ve ekonomik faaliyetler gelmektedir. 
Barzani tarafından sürdürülen ekonomik faaliyetlerin amacı bir yandan Irak'ın Kuzeyinde kurulması hedeflenen Kürdistan'ın ekonomik alt yapısını oluşturmak, öte yandan dönemin Ankara'daki Amerikan Büyükelçisi Pearson tarafından tek bir ekonomik bölge olarak ilan edilen Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Irak bölgelerini ekonomik olarak bütünleştirmektir.41

 Bu çerçevede Barzani (ve Talabani) Mersin Serbest Ticaret Bölgesi'ni Türkiye'de kurdukları 170'in üzerindeki firma ile hem kendi kişisel servetlerini artırmak hem Irak'ın kuzeyinde etkin bir ekonomik yapı kurabilmek için kullanmaktadırlar. Mersin Serbest Ticaret Bölgesi ve Habur sınır kapısı Barzani'nin dünyaya açılışını temsil etmektedir. Barzani, Kuzey Irak'ta oluşan pazarı ise Türkiye'de Barzanici bir iş lobisi oluşturmak amacı ile çok etkili bir şekilde kullanmaktadır. 

Barzani'nin yanına çekmek istediği Kürt kökenli işadamlarına Irak'ın kuzeyinde ihaleler verilmektedir.İhalelerin politikleşmiş niteliği Leyla Zana'nın Barzani'yi 
ihaleler için teşekkür etmek için ziyaret etmesinden de anlaşılmaktadır.42

Irak'ın kuzeyinde oluşan yeni yatırım alanları Güneydoğu Anadolu'dan işçi kayışı içinde önemli bir faktör olmaya başlamıştır. Nüfusu 264 bin olan Siirt ilinden 
bile Irak'ın kuzeyinde 500 kişinin çalıştığı düşünülür ise bu sayının hiç küçümsenmemesi gerektiği ortaya çıkacaktır. 43

Gelinen noktada “ Aşiret Reisi ” denilen Barzani Türkiye'den daha etkili psikolojik operasyonlar yapmaktadır. Irak'ın kuzeyi ile iş yapan firmalar ve şahıslar üzerinden Türkiye'nin içine uzanabilmektedir. Bunda şüphesiz medyada ele geçirdiği tetikçileri aracılığı ile, “Türkiye'nin Irak'ın kuzeyi ile çok önemli ticarî ve ekonomik ilişkiler geliştirdiği ve bu ilişkilerin Türkiye'ye çok fazla avantajlar getirdiği ” yolunda belli merkezler tarafından yapılan propagandanın da etkisi çok fazladır. Aynı merkezler de çok iyi bilmektedirki,bu ilişkiler Irak için vazgeçilemez ama Türkiye için tercih edilebilir ilişkilerdir. Türkiye'nin Irak'ın kuzeyi üzerindeki en önemli/doğrudan etkili olacak baskı aracı Türk ordusu değil; Türk Ekonomisidir. 44

Yine aynı merkezlerce bilinen fakat göz ardı edilen gerçeklerden birisi de Barzani yönetiminin Türkiye'ye yönelik olarak 20 milyar doları bulduğu iddia 
edilen Akaryakıt, sigara, kaçak çay, pirinç, şeker, deri, silah, Canlı hayvan, Eroin, Uyuşturucu, İnsan kaçakçılığı v.b. organize işlerin baş aktörü olduğu gerçeğidir.

<  Barzani (ve Talabani) Mersin Serbest Ticaret bölgesini Türkiye'de kurdukları 170'in üzerindeki firma ile hem kendi kişisel servetlerini artırmak hem Irak'ın kuzeyinde etkin bir ekonomik yapı kurabilmek için kullanmaktadırlar. >


Eline geçirdiği bu kozlar sayesinde Irak'ta sağladığı rant karşılığında Türkiye'de kendine yakın gazeteci, sivil toplum örgütü ve siyasetçiyiistediği gibi yönlendirebilmektedir. Bu unsurlar sayesindedir ki Barzani Türkiye'de bir hayli etkili olan bir lobiye sahip olabilmiştir. Türkiye'nin kendisine sağladığı ekonomik imkânlar sayesinde sermaye transferi yoluyla gün geçtikçe daha da palazlanan bir Kürtçü burjuvazi oluşturulmaktadır.

O kadar ki Kürtçü burjuvazinin medyada gizli patronluk yaptığı; Antalya, Mersin ve Muğla gibi merkezlerde turizm sektöründe söz sahibi bir konuma geldiği; 
pirinç ve şeker piyasasında faaliyet gösteren Diyarbakır merkezli bir firmaya bir takım avantajlar sağlandığı ve hatta para piyasalarında manipülatif operasyonlar
yaptığı iddiaları sık sık gündeme gelmektedir, Türkiye'nin Güneydoğusu ile Irak'ın Kuzeyi arasında ekonomik ilişkileri yoğunlaştırarak tek bir ekonomik bölge haline getirmek ABD'nin de oldukça fazla arzuladığı ve çaba sarf ettiği hedeflerden birisidir.45  Bir dönem ABD'nin Ankara Büyükelçiliğini de yapan 
Robert Pearson “Anadolu'nun güneyi ve doğusu ile Irak'ın kuzeyini ele alırsanız tek bir ekonomik bölge olduğunu görürsünüz”  açıklamalarının altında 
yatan gerçek ABD'nin hedefinin en bariz delilidir. 46

Yine Gaziantep'te yapılması plânlanan ve organizasyon hazırlıkları yapılan “Uluslar arası Bağdat Fuarı”nın son anda Diyarbakır'a alınması da iktidarı ellerinde bulunduran Kürtçü milletvekilleri ve ABD'nin çabaları sonucunda gerçekleşmiştir. Halbuki Gaziantep ile Diyarbakır arasındaki sanayileşme ve ticaret olanakları, Gaziantep lehine olarak kıyaslanamayacak derecede fazladır. Bu tür etkinlikler ile iki ülke arasında tek bir ekonomik bölge inşa edilmek istenmektedir.

VI.1 Barzani-Kaçakçılık İlişkisi

Barzani yönetimi Türkiye'ye yönelik olarak sınır kaçakçılığına göz yumduğu gibi yönetimi altındaki tesislerde sadece Türkiye'ye yönelik olarak kaçak ürünlerin üretimine de destek vermektedir. Türkiye-Irak sınırına komşu olan yerleşim merkezlerinde yaşamakta olan binlerce vatandaş,sınırın öte yakasındaki akraba aşiretler ve Barzani peşmergeleri aracılığı ile sınır ticareti yapıyor. Irak'ta devletin subvanse ettiği yağ, şeker, çay ve pirinç ile Türkiye üzerinden Irak'a gümrüksüz bir şekilde giden tütün,oradaki sigara fabrikalarında işlendikten sonra Şemdinli üzerinden Güneydoğu'ya dağıtılıyor. Yine aynı bölgede binlerce insan da katırlarla dağlardan mazot kaçakçılığı yapıyor. Anlayacağımız bölge halkı biraz da Irak'tan, Barzani'den  geçinmiş oluyor. Bu kaçakçılık, bölge insanlarında Barzani'ye bağımlılık yaratmaktadır.47

Barzani kontrolünde Türkiye'ye yönelik kaçakçılık faaliyetlerini şöyle sıralayabiliriz:

VI.1.1 Akaryakıt Kaçakçılığı

İskenderun'da rafine edilerek Habur üzerinden Irak'a sevk edilen mazot Irak'ın kuzeyinde,Türkiye sınırına 3040 km uzaklıkta bulunan merkezlerde 
katkı maddeleri eklenerek tekrar Türkiye'ye yönlendiriliyor. 48

Bu yolla Türkiye'ye sokulan mazotlar iç piyasada satılmaktadır. Öyle ki Güneydoğu'da bazı yollar üzerinde galonlarla mazot satılabilmekte hatta 
devletin denetiminde bulunan benzinliklerde bile satılmaktadır. Benzinliğe girdiğinizde “kaçak mazot almak istiyorum” dediğinizde sizi kaçak mazot satılan
pompaya sevk edebilmektedirler.

TBMM'de kurulan “Akaryakıt Kaçakçılığını Araştırma Komisyonu” Güneydoğu ağırlıklı olarak yürüttüğü araştırmaların sonucunda bir rapor hazırladı. Raporun 60 bin sayfa,8 klasör,22 koli tutması da olayın boyutlarını gözler önüne sermesi bakımından dikkat çekicidir. Söz konusu komisyonun başkanı Vahit Kiler Irak'ın kuzeyi ile yapılan akaryakıt ticaretinden Türkiye'nin kaybının 7 milyar dolar olduğunu beyan etmiştir. 

Bu ticaretten para kazananlar ise Barzani ailesi ve PKK'lılar olmaktadır.49

Komisyon başkanı Vahit Kiler'in şu ifadesi oldukça düşündürücüdür: 

“ Biz tüm bu büyük suça adı karışanları isim isim listeleyip açıkladık,hayat riski altında araştırmalarımızı tamamladık;bundan sonrası da bu ülkenin 
savcılarının,hakimlerinin ve sokaktaki vatandaşın takip gücüne,sorumluluğuna kalmıştır..” 

Bu ifadelerden de anlaşıldığı üzere

Sınırdan yasadışı yollarla getirilen akaryakıttan PKK terör örgütü %10 kar payı almaktadır. Barzani'nin Türkiye'ye yönelik olarak kurdurduğu KDP-Bakur örgütünün finanse edilmesi amacıyla Irak'ın kuzeyinde bazı petrol işletmelerinin denetiminin de söz konusu örgüte tahsis edildiği istihbarat 
raporlarına yansımıştır.50

Akaryakıt kaçakçılığı artık katır sırtında sınır kaçakçılığı olmaktan çıkmış resmi belgeler üzerinde oynamalar yapılarak gümrük kapıları yoluyla yapılır
hale gelmiştir. Bütün bunlar iddia olmaktan öte TBMM Akaryakıt Kaçakçılığı Komisyonu'nun raporlarına girmiş gerçeklerdir. Sadece 2000 yılında
I-KDP'nin mazot ürünlerinde çeşitli vergi kalemlerinden 166,5 milyon dolar kazandığı göz önünde bulundurulursa işin boyutlarının ne derece vahim olduğu daha iyi anlaşılacaktır.51


VI.1.2 Sigara Kaçakçılığı

Kaçak sigara alanında uluslar arası bir şebeke kuran Barzani Bulgaristan'dan topladıkları üçüncü sınıf tütünleri Türkiye üzerinden Irak'ın kuzeyine
sevk etmekte. Irak'ın kuzeyinde Barzani'nin yakınlarınca kurulan sigara fabrikalarında yıkanıp, paketlenip, üzerine tanınmış yabancı ve yerli sigara
markaları yazılarak tekrar Türkiye'ye gönderilerek piyasaya sunulmaktadır.

Tekel Genel Müdürlüğünün kayıtlarına göre son yıllarda Güneydoğuda badrollü sigara satışlarında %50 civarında düşüş görülmektedir. 

Bu düşüş Irak'a komşu olan il ve ilçelerde çok daha fazla olmaktadır.

Gümrükler Baş Müfettişliği'nce yapılan araştırmalar sonucunda çok ilginç bağlantılara ulaşılmış; fakat üzerine fazla gidilmemiştir. Söz konusu rapora
göre Irak'ın kuzeyinde iki tane sigara fabrikası bulunmaktadır. 

Olayı daha ilginç kılan ise bu fabrikaların her türlü malzeme ihtiyacının Mersin Serbest Bölgesinde faaliyet gösteren Barzani şirketleri üzerinde Irak'ın kuzeyine
ulaştırılması. Bu malzemeler arasında sigara kâğıdından tutun da teknik malzemelere kadar her şey bulunmakta. 

Raporda olayla alâkalı şirket isimleri ve bunların bağlantılarına da yer verilmiştir.52   

Mesud Barzani her şeyini ülkemiz üzerinden tedarik ederek kurduğu bu fabrikalarda ürettiği sigaraları çok çeşitli yollardan ülkemize sokarak milyon dolarlar kazanmaktadır.

Sınırdan yasadışı yollarla getirilen akaryakıttan PKK terör örgütü %10 kar payı almaktadır.

Irak'ın kuzeyinde üretilen sigaralar Şemdinli'ye yakın sınır bölgelerinden katır sırtında ülkemize sevk edilmektedir. 

Her bir katırın 700 dolarlık mal taşıdığından hareket edersek bunun ciddî bir gelir kaynağı olduğu daha iyi anlaşılır. Katırlarla yapılan sevkıyatlardan PKK da 
kurduğu ” gümrük”ler aracılığı ile %10 vergi almaktadır. PKK terör örgütü tarafından “gümrükçü” olarak adlandırılan sorumlular gelip geçenlerden malın cinsine göre vergi almaktalar. İşin maddî kazancı o boyutlara varmış ki örgüt buraya adam dayandıramamaktadır; bölgede bir süre kalan teröristler topladıkları paralarla birlikte firar etmektedirler.53  

Katır sırtında yapılan bu kaçakçılık sayesinde Barzani bölge genelinde bir ekmek kapısı olarak görülmekte ve bu, Barzani'ye itibar kazandırmaktadır.
Kaçak sigarada ikinci bir yöntem gümrük kapılarının kullanılarak uygulanmaktadır. kazancı çok daha fazla olduğu için en çok tercih edilen yöntem bu olmaktadır. 

Buna göre Barzani yandaşlarınca paravan şirketler kurularak yapılan “yatay satış” olarak adlandırılan yönteme göre Türkiye'ye deniz yoluyla gelen kaçak ve
sahte sigaralar Mersin Serbest Bölgesinde farklı beyan edilmekte ya da paravan şirketlere satılmış olarak gösterilmekte. Depolarda olması gereken sigaralar da bu suretle piyasaya sürülmüş olmakta. Yatay satış yöntemi, tütünde de uygulanmaktadır.

Dubai'deki bir şirkete gönderilmek üzere faturalandırılan tütünler uluslararası sularda el değiştirerek yeniden Mersin Serbest Bölgesine sokularak hile ile 
Irak'ın kuzeyine gönderilmekte. 54

Bu yöntemle bir konteyner sigaradan kazanılan net kazancın bir milyon dolar civarında olması,daha önceden uyuşturucu işi yapan kişileri bile bu sektöre 
sevk etmiştir.

Kaçak sigarada uygulanan üçüncü bir yöntem olarak ise gümrük muafiyetinden yararlanılarak yapılan kaçakçılık karşımıza çıkmakta. Yasaya göre, yurt dışına giriş çıkış yapan her yolcunun yanında bulunduracağı 20 paket (bir karton) sigara vergiden muaf tutuluyor. Uygulamada ise bu üç kartona kadar idare edilebiliyor. Hiç bir cezaî yaptırımı bulunmayan bu yöntem, yöre halkı tarafından oldukça fazla rağbet edilen bir iş haline getirilmiştir.

<  Mesud Barzani her şeyini ülkemiz üzerinden tedarik ederek kurduğu bu fabrikalarda ürettiği sigaraları çok çeşitli yollardan ülkemize sokarak
milyon dolarları kazanmaktadır.  >

Sigara kaçakçılığında kullanılan bir diğer yöntem de, çok eskiden beri kullanılmakta olan yöntemdir.

Bu yönteme göre sigaralar araçların " Zula " tabir edilen yerlerine yerleştirilerek ülkeye sokulmaktadır.55 Bu yöntemle ülkeye sokulan  sigara miktarının
yılda 50 milyon paketi bulduğu göz önünde bulundurulursa,bu işten ne derece kazançlar elde edildiği daha iyi anlaşılacaktır. Zira yukarıda zikredilen
yöntemlerle ülkemize sokulan sigaranın miktarı,Türkiye genelinde satılan sigaranın %10'una tekabül etmektedir.

Sigara kaçakçılığının bu derece yoğun olmasının temel sebeplerinden birisi de bu suçun cezaî yaptırımlarının yetersiz olmasıdır. Kaçak sigara işi ile uğraştığı tespit edilen kişiler, mevcut yasalara göre malî suçlar kapsamında değerlendirildiği için,genellikle para cezası ile cezalandırılmakta;nadiren de hapis cezasına çarptırılmaktadırlar. Yüksek meblâğlarda kazanç elde edilen bu işin karşılığında verilen para cezalarının caydırıcı olamayacağı da aşikârdır.
Türkiye'ye yasadışı yollardan sokulan sigaralar,Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bir çok şehirde seyyar satıcılar vasıtasıyla piyasaya sürülmekte dir. Şehirlerin ana caddelerinde kaldırımlara kurulan tezgâhlarla yapılan bu satışa, ne yazık ki her hangi bir işlem uygulanmamaktadır. Bu tür organize işlerin tamamının bölücü örgüt yandaşları himayesinde yapıldığı göz önünde bulundurulursa kaçak sigara işinde Barzani-PKK ikilisinin rantı daha iyi anlaşılacak;bunların üzerine gidilmediği dikkate alınırsa da siyasî irade noksanlığı bütün yönleri ile ortaya konulacaktır. Bugün gelinen noktada Barzani-PKK ikilisi ve bunlardan nemalanan bürokratların birlikteliği sonucunda Tekel Genel Müdürlüğü bölgede önceki yıllara göre yüzde seksenlere varan düşüşle piyasasını kaybetmiş durumdadır. Olayın malî boyutları ise devletin resmi raporlarına yansıyan rakamlara göre 2,5 milyar doları bulmaktadır.


VI.1.3. Barzani ve Şeker Kaçakçılığı Barzani'nin eskiden beri yaptığı organize işlerden birisi de şeker kaçakçılılığıdır. 

Sınır boylarından katır sırtında çuvallarla ülkemize sokulan şeker kaçakçılığı işini de Barzani ailesi organize etmektedir. Nitekim Irak'ta devlet  tarafından subvansiye edilen şeker,Barzani ailesince organize edilen şebekeler vasıtasıyla Türkiye'ye sokularak iç piyasaya sürülmektedir. Konu ile ilgili olarak yakın zamanlarda, yılda bir milyon ton civarında şekerin yurdumuza kaçak olarak sokulduğu ve bunun 1,5 milyar dolara tekabül ettiği iddia edilmiştir.56 

Söz konusu şekerler Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da satışa sunulmaktadır. Bölgede bulunan,çoğu ruhsatsız olan işletmelerde küp şeker haline getirilen şekerler iç piyasaya hakim durumdadır. Son zamanlarda Diyarbakır merkezli bir firmanın şeker sektöründe ön plâna çıktığı gözlenmekte ve bu firmanın bir takım imtiyazlar tanınarak,yüksek miktarda haksız kazançlar elde ettiği iddia edilmekte dir. Söz konusu bu firmanın ürünleri ülkemizin büyük marketlerinde satılmakta ve televizyonlarda sık sık reklâmları çıkmaktadır.

Olayın malî boyutlarına gelince; vergi kaybı sebebiyle devletin hazinesinin zararı yanında piyasadaki kaçak şeker yüzünden arazisini ekemeyen köylülerimizin de etkilendiği görülmektedir. Kaçak şeker yüzünden, stoklarda şeker birikmesi nedeniyle 2 milyon dönüm alanda pancar tarımı yapılamıyor.

Şeker kaçakçılığının tarımda 1 milyon 600 bin,sanayide 260 bin olmak üzere 1 milyon 860 bin kişilik istihdam kaybına yol açtığı iddia edilmektedir.57  

Açıkça görüldüğü üzere, Barzani ve PKK yandaşları para kazanırken Türkiye Cumhuriyeti'nin temel direği olan köylümüzün mağdur olmasına maalesef göz yumulmaktadır.

VI.1.4 Barzani ve Çay Kaçakçılığı

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde çay tüketme alışkanlığında " Kaçak Çay " diye tabir edilen çay, hakim durumdadır. Bu bölgede evlerde, işyerlerinde ve kahvehanelerde kaçak çay tüketilmektedir. Türkiye'ye Irak'ın kuzeyinden giren kaçak çay, Şemdinli üzerinden getirilip civar yerleşim merkezlerin de paketlendikten sonra iç piyasaya sunulmaktadır. Katır sırtlarında getirilen kaçak çay aynı zamanda, Mersin Serbest Bölgesindeki Barzani yanlısı paravan şirketlerce " Yatay Satış " yöntemi ile de iç piyasaya sunulabilmektedir.

Çay-Kur yetkilileri piyasaya yıllık 750 milyon dolarlık kaçak çay sürüldüğünü iddia etmektedirler. Bu rakamdan hareketle piyasadaki 750 milyonluk bu payın, kaç bin çay üreticisi ailenin mağdur olmasına yol açtığını daha net anlayabiliriz.
Bütün bunlar haricinde pirinç,canlı hayvan,deri içki, elektronik malzeme gibi ürünler Barzani ailesi tarafından organize edilerek Türkiye'ye kaçak
yollardan sokulmaktadır.

VI.1.5 Nakliyatçılıkta Barzani Parmağı

Türkiye'den Irak'a yapılan nakliyat işini de Barzani peşmergeleri yönlendiriyor. Türkiye'- den Irak'ın içlerine gitmek üzere yola çıkan Türk tırları, Barzani bölgesinden geçmek zorunda. Bu tırlardan peşmergelerce yasal olmayan bir şekilde, araç başına 50 dolar alınmakta. Barzani peşmergeleri, denetimleri dışında ticaret ve nakliye yapan firmaların kamyonlarını yakıyor, şoförlerini kaçırıyor. Bu korku doğal olarak bölgedeki nakliyeciler ile işadamlarını; Barzani'nin peşmergeleri ve Güneydoğu'daki uzantıları ile iş birliğine zorluyor.

Irak'ta öldürülen Türk şoförlerinin bu durumuna son vermek amacıyla önerilen yol ise Türk kamyonlarının Zaho'ya kadar gelip yüklerini burada boşaltarak, burada bir karasal liman oluşturulmasıdır. Zaho'da boşaltılan mallar peşmergelerce oluşturulan nakliyat şirketleri tarafından Irak'ın içlerine
taşınacak ve Barzani yandaşları kazançlarına kazanç katacaklardır. Türkiye'de federatif sistemi ve Barzani'yi savunanların başında gelen Şerafettin Elçi'nin oğlu Renas Elçi'nin büyük bir nakliyat şirketinin bulunması;ayrıca Diyarbakır'da Barzani Nakliyat isimli bir nakliyat firmasının bulunması da ilginçtir.

Barzani Yönetim Bölgesindeki yöneticiler, Irak'a mal gönderecek firmalara mutlaka bir "Kürt ortak " bulmalarını şart koşuyor. Bu şartı yerine
getirmeyen şirketlerin ise kamyonları yakılıyor, şoförleri kaçırılıyor. Medyada söylenilenin aksine Türk kamyonları direnişçiler tarafından değil; Barzani
peşmergelerince yakılıyor. 58

 < Irak'ta öldürülen Türk şoförlerinin bu durumuna son vermek amacıyla önerilen yol ise Türk kamyonlarının Zaho'ya kadar gelip yüklerini burada
boşaltarak, burada bir karasal liman oluşturulmasıdır. >

Barzaniciliğin Güneydoğu'da bu kadar etkili hale gelmesinin altında yatan nedenlerin başında, yukarıda ifade ettiğimiz ekonomik faaliyetler gelmektedir.
Sadece Irak'ın kuzeyinde değil; diğer bölgelerinde de iş yapmak isteyenler için Barzani'nin yandaşları ile anlaşmak gerekiyor. Güneydoğu kökenli firmalar
Süleymaniye, Dohuk ve Erbil'de kurulan ihale büroları aracılığı ile Barzani ailesi ile ilişkiye geçip mevcut pazardan pay kapma arayışına giriyorlar. 
Irak'ın kuzeyinde Güneydoğu kökenli müteahhitler ihaleleri kazandıkça, Türkiye'de Barzanicilerin sesleri daha da yükseliyor ve bu oldukça etkili bir 
propaganda silahına dönüşüyor.

5.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***