ÇÖZÜM DEMOKRASİDE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÇÖZÜM DEMOKRASİDE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Eylül 2020 Cuma

UMUTSUZLUK DEĞİL ÇÖZÜM ZAMANI.,

 UMUTSUZLUK DEĞİL ÇÖZÜM ZAMANI.,



USAK Başkanı Sanberk: Umutsuzluk Değil Dayanışma Zamanı

 

* Demokratik açılım sırf Kürt kökenli vatandaşlarımızı değil aynı zamanda bütün vatandaşlarımızı tatmin edecek bir çözüm getirebilmelidir. Ortak kabul koşullarının gerçekleştirilebilmesi ise hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasimizin derinleştirilmesiyle mümkün olur


Özdem SANBERK (USAK Başkanı)


PKK’nın son saldırıları ve çok sayıda askerimizin şehit edilmesi hepimiz için büyük bir kaygı ve ıstırap kaynağı oluşturdu. Ülkeyi saran öfke ve karamsarlık bulutları siyaset sahnesinde karşılıklı verimsiz suçlamalar dönemini yeniden başlattı. 

– Suçlama

Birbirimizi suçlayarak çözüme ulaşamayız. Suçlu cinayeti işleyendir. Saldırıyı yapanın hiçbir suçu yokmuş gibi başka yerde suçlu aramak ülkede ümitsizlik yaratanların tam da ulaşmak istedikleri hedeftir. Devlet mekanizmasının işleyişinden şikâyet edilmesi demokratik bir ülkede her vatandaşın doğal görevidir. Ne var ki zaman şikayet zamanı değil, dayanışma ve uzlaşma zamanıdır. Terörün iç boyutu ve dış boyutu var. İç boyutunda sorumluluk taşıyan kurumumuz güvenlik güçlerimizdir. Silahlı kuvvetlerimizin moralinin yüksek tutulması şimdi birinci öncelik taşıyor. Terörün dış boyutunun önlenmesinde sorumluluk taşıyan Dışişleri Bakanlığımızın ve çalışanlarının, memuriyet görev ve sorumlulukları dolayısıyla yanıt veremeyecekleri polemikler içine çekilmeleri, görevlerini yerine getirmelerini kolaylaştırmaz.

– Gerçek nedenler

Ülkemizdeki Kürt kökenli vatandaşlarımızın beklentilerini karşılayacak politikaların ve uygulamaların uzun yıllardan beri hâlâ oluşturulmamış olması bir gerçek. Bir başka gerçek de terör örgütünün, bu sorunları gerekçe göstererek şiddete başvurması ve silahlı şantaj stratejisidir. Adlarına eylem yapılan Kürt kökenli vatandaşlarımızın tümün talepleri ile terör örgütünün talepleri uyuşmuyor. Örgütün nihai stratejisi etnik ve kimlik temelinde ayrışma. İki ayrı ulus, iki ayrı halk. Bu strateji Örgütü ve liderini destekleyen büyük bir kitle tarafından muhakkak ki paylaşılmakta.

– Demokratik zeminde barış

Ama Örgütü desteklemeyen büyük bir kitle Kürt vatandaşımız da var. Onların sayısı da milyonları buluyor. Bunun kanıtı Güneydoğu’da Adalet ve Kalkınma Partisi’nin aldığı oylar. Bu partiye oy veren Kürt kökenli yurttaşlarımızın Kürt kimliklerine saygı, Kürtçe özgürlüğü, ayrımcılık, ötekileştirme gibi olumsuz algılamalara maruz kalmama, kent, köy adlarının iadesi, eşitlik, iş, aş, bölgelerarası dengesizliklerin giderilmesi, ekonomik ve sosyal uyum eğitim, kültür ve daha iyi yaşam koşulları gibi haklı talepleri var. Bu talepler yurdumuzdaki tüm Kürt kökenli vatandaşlarımızla ortak. Bu talepler hiç şüphesiz yerine getirilemeyecek talepler değil. Kürt kökenli vatandaşlarımız şimdiye kadar yararlanamadıklarını düşündükleri yukarıda sayılan haklarına kavuşturulması onların etnik bakımdan Kürt oldukları için değil, Türk vatandaşı olmalarından doğan evrensel eşitlik ve özgürlüklere doğal olarak sahip olmalarından kaynaklanacaktır.

– Temel fark

Ancak Örgüt’e oy verenlerle Adalet ve Kalkınma Partisine oy veren vatandaşlarımızı ayıran çok temel bir fark, bu sonuncuların iki ayrı ulus temelinde egemenlik paylaşımı taleplerinin bulunmaması. Örgüt’ün bu vatandaşlarımıza kendi görüşlerini şiddet ve silahlı şantaj yoluyla dayatmaya hakkı yok. TBMM temsil edilen Barış ve Demokrasi Partisi’nin de, kendinde önce ayni çizgide siyaset yapan ve kapatılmış olan partilerin yaptığı gibi, kendilerine oy vermeyen bu kitleye, bize oy vermeyenler Kürt değildir şeklinde dayatmalar ika etmeye hakkı bulunmuyor.

– Etnik siyaset

Evet Türkiye’de etnik siyaset talep eden ciddi sayıda bir seçmen tabanı var. Böyle bir tabanın mevcudiyeti, etnik çözüm talep etmeyen yine ciddi sayıdaki seçmen tabanını, hangi gerekçeyle olursa olsun şiddet yoluyla etnik dayatmalara maruz bırakma hakkını kimseye bahşetmez. Önemli olan etnik siyaset talebini canlı tutan koşulları ortadan kaldırmaktır. Bunun da yolu olağanüstü hal uygulamaları ve polis önlemlerinden değil, demokrasimizin derinleştirilmesinden geçer. Açılım olmasaydı bu kadar şehit vermezdik savına katılmak mümkün değil. 1980’li ve 90’lı yıllarda açılım değil, olağanüstü hal vardı. 

– Demokratik açılımın anlamı

Demokratik açılımın ana amacı Türkiye’de terör düşüncesinin tasfiye edilmesidir. Şiddet davranışının bitirilmesidir. Demokratik açılımın uygulanmamasında yanlışlıklar yapılmış olabilir. Ama Barış ve Demokrasi Partisi’nin, açılımın daha ilk başından itibaren bu girişime karşı çıkması ne yazık ki, bu partinin ve liderlerinin tüm barış söylemlerini inandırıcılıktan uzaklaştırmıştır. Aslında bu tutumun pek şaşırtıcı olduğu söylenemez. Türkiye ne zaman demokrasi yönünde bir atılıma kalksa karşısında derhal PKK’yı bulmuştur. 1984 Eruh ve Şemdinli baskını askeri rejimden Özal hükümetiyle demokrasiye geçişin başlangıcı, 2004 silahlı mücadeleye yeniden başlama kararı, Avrupa Birliği ile müzakere sürecinin başlangıcı, Haziran 1010, ne kadar tartışmalı olursa olsun yeni anayasa değişikliklerinin gerçekleştirilmesi girişimlerinin başlangıcıdır. 

– Terörün hedefi demokrasi

Çünkü Örgüt, Türkiye demokrasisini derinleştirdikçe, şiddetin azalacağını, şiddet azaldıkça kendisinin tasfiye edileceğini biliyor. Bu nedenle Öcalan, çözümün demokratik yollar üzerinden değil, kendi üzerinden yapılmasını istemekte. Başka deyişle terör aslında demokrasiyi hedef alıyor. Hal böyle olunca son olaylarla artan terörün nedenlerini, birbirimizi suçlayarak veya kim oldukları bir türlü açıklanamayan gizemli taşeronlarda aramanın bize ancak zaman kaybettirmeye devam edeceğini ve örgütü memnun etmekten başka sonuç vermeyeceğini göremememiz düşündürücüdür.

– Dış politika

Bu değerlendirme terörle mücadelede dış faktörlerin rolünü dışlamaz. Tam tersine dış politikada özellikle son iki yıldan beri atılan etkili adımlarla Kandil’deki yuvalanmaların sökülüp atılması için diplomaside ciddi yol alındı. Amerika ile istihbarat işbirliği sağlandı ve son olaya gelinceye kadar bu işbirliği meyve verdi. İngiltere, Fansa ve Almanya’nın örgütün istihbarat kaynakları üzerine gittiler. Hatta Danimarka Roj TV konusunda 

ilk defa farklı bir davranış sergiledi. Ne var ki Filistin-İsrail meselesi, Gazze’deki ambargo’nun kaldırılması ve İran Takas anlaşmasındaki haklı girişimlerimizi, transatlantik toplumu ile olan ilişkilerimizle dış politikadaki önceliklerimiz ışığında uyumlu biçimde yönetebildiğimizi söyleyemeyiz. 

– Öncelik

Oysa, son derece tehlikeli sorunların merkezinde bulunan bir coğrafyada yer alan ülkemizin, dış ilişkilerimizde bizi öncelikle hangi ülkelerle münasebetlerimiz üzerine odaklandırması gerektiği sır değildi. Öncelik kavramından yoksun bir dış politika ne kadar girişimci olursa olsun uluslararası alanda ülke çıkarlarını korumada etkili olamıyor. Amerika ve Avrupa ile son yıllarda büyük zorluklara rağmen maharetle kurduğumuz karşılıklı güvene dayalı ilişkilerden bu gün bu çok ihtiyacımız olan bu dönemde acaba optimal yarar sağlayabiliyor muyuz?

– Siyasetin Sorumluluğu

Bu ve buna benzer birçok konu hepimizin zihnini kurcalıyor. Açılım sürecinin anlaşılması önemliydi. Bu mümkün olmadı. Ama bunun mümkün olmaması, aslında doğru olan bir şeyden vazgeçilmesi anlamına gelmez. Örgüt bizim demokrasimizi derinleştirmemize karşı diye halkımızı en ileri demokratik standartlara ulaştırma idealinden vaz mı geçeceğiz? 

Çözümleri bulmak hiç şüphesiz iktidarın sorumluluğundadır. İktidarın yorum yapması yeterli olamaz. Nasıl ekonomik krizde Hükümet sırf krizini sebeplerini tahlille yetinmeyip çözüm önerilerini getiriyorsa, iktidar da şimdi bu meseleyi kısa ve uzun vadede nasıl çözeceğini gösteren somut bir yol haritası hazırlamalı, kamu oyuna sunmalı ve yaygınlaşan ümitsizlik ve güvensizlik duygusunu gidermelidir. Mayınlar patlarken ve şehitlerimizin sayısı artarken önceliğin güvenlik önlemlerine verilmesi doğaldır. Demokratik açılımın başarısı ise ancak, ortak kabul koşullarının gerçekleştirilebileceği uzun vadede alınabilir. Çünkü Demokratik açılım sırf Kürt kökenli vatandaşlarımızı değil ayni zamanda bütün vatandaşlarımızı tatmin edecek bir çözüm getirebilmelidir. Ortak kabul koşullarının gerçekleştirilebilmesi ise hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasimizin derinleştirilmesiyle mümkün ile mümkün olur. Bunun yolu da Avrupa Birliği reform sürecine kararlılıkla devamdan geçer.

Aynı şekilde muhalefet de, şimdi her zamankinden daha fazla kendi sorumluluğunun idraki içinde olmalı ve iktidarın TBMM’de, demokratik zeminde uzlaşma arayışlarını yanıtsız bırakmamalı, toplumumuzun ihtiyacı olan dayanışma ve güven duygusunun arttırılmasına katkıda bulunmalıdır. Bu mesele partiler üstü bir meseledir. 

Kaynak: USAK Gündem

https://akademikozgurluk.wordpress.com/2010/06/22/usak-baskani-sanberk-umutsuzluk-degil-dayanisma-zamani/

***

ÇÖZÜM DEMOKRASİDE

ÇÖZÜM DEMOKRASİDE



ÖZDEM SANBERK 

29/11/2007 02:00

Demokratik gelenek 21'inci yüzyılda geleceği kontrol altında tutabilme, temel insan hakları ve onuruna yakışır bir rejim geliştirebilme umudu ancak demokrasilerde yeşerebiliyor. Bugün Türkiye'de demokratik ideallere hiç olmadığı kadar yakın olarak işleyen temsili bir parlamenter sistem...

Demokratik gelenek 21'inci yüzyılda geleceği kontrol altında tutabilme, temel insan hakları ve onuruna yakışır bir rejim geliştirebilme umudu ancak demokrasilerde yeşerebiliyor. Bugün Türkiye'de demokratik ideallere hiç olmadığı kadar yakın olarak işleyen temsili bir parlamenter sistem var. Seçim sistemindeki yüzde 10 barajının temsil alanında yarattığı sorunlara rağmen seçmen karşısında destek bulabilecek her görüşün siyasal partiler ya da bağımsız adaylar tarafından Meclis'te temsil olanağı bulmasını 2007 seçimlerinin Türkiye demokrasisine getirdiği yeni bir aşama olarak görmek gerekir. Seçmenin değişik görüşteki pek çok bağımsız adaya yakın tarihimizde görülmediği kadar yüksek bir oy oranıyla sahip çıkmış olması ülkemizin demokratik geleneğinin bir yansıması.

Kurtuluş Savaşı'nın en zor günlerinde canlı tartışmalarla çalışmalarına devam etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Cumhuriyet geleneğimizin en temel taşı. Bu tarihsel perspektifden bakıldığında en sağdan en sola kadar, TBMM'de temsil edilen görüşlerin ülkenin sorunlarının çözümünde etkin ve zengin bir kaynak olduğu ortada. Meclis değişik görüşlerin dile getirilip tartışıldığı bir kurum olarak ülke demokrasisinin meşruiyet temellerini sağlamlaştırıyor. Çağdaş demokratik ilkelere bağlı bir çatı altında sorunlarını tartışıp çözüm yolunda ortak bir çaba içerisinde olabilen bir Meclis, toprak bütünlüğümüzden milli birliğimize kadar tüm temel ülkülerimizin gerçekleştirilmesinde başrolü oynuyor. Bu ortak çabaya bir tehdit oluşturan terörün ulusal ve uluslararası ortamlarda desteksiz ve yalnız bırakılması ancak ülke demokrasisinin bir işlevsizlik içerisinde bulunmamasıyla mümkün olabilecektir. 

Terörün hedefi demokrasi

Türkiye bu gerçeğin bilincine varamayıp, kendini bu silahtan mahrum bırakacak yaklaşımlara yönelirse hüsrana uğrar. Terör örgütü ve bu örgütün içeride ve dışarıdaki açık ve örtülü taraftarları yeniden meşruiyet kazanabilmek için Türkiye'nin yeniden kısıtlı siyasi uygulamalara geri dönmesini bekliyor. Terör, ülkenin yalnız toprak bütünlüğüne ve sıradan vatandaşların huzuruna yönelik bir tehdit değil, aynı zamanda, özünde Osmanlı aydınlanmasından bu yana devam eden demokratikleşme sürecinin temeline yönelik bir tehdit oluşturuyor. 

Ortak geleceği paylaşmak

Kürt kökenli vatandaşlarımızın ezici bir çoğunluğu bu tehdidin farkında. Son seçimler, bu vatandaşlarımızın kendi geleceklerini, Türk milletinin tamamı ile birlikte paylaşmak istediklerini ortaya koyuyor. Esasen 1990'lardan bu yana yapılan bütün seçimlerde, alternatif kimlik öneren DEP, HADEP, ÖZDEP, DEHAP gibi çeşitli adlar altındaki partiler yurt çapında yaklaşık yüzde 5'ten fazla oy alamadılar.

DTP Kürt kökenli vatandaşlarımızın tek temsilcisi değil: Demokratik Toplum Partisi (DTP), bu parti ailesinin en yeni üyesi ve devamı. DTP'nin bağımsız adaylar aracılığı ile katıldığı son seçimlerde, barajı aşarak girdiği TBMM'de 20 milletvekili ile temsil ediliyor. Ancak DTP Kürt kökenli vatandaşlarımızın ülkedeki ne tek ne de en büyük temsilcisi. Temmuz 2007 seçimlerinin en önemli sonuçlarından biri iktidara ikinci kez gelen AKP'nin Kürt kökenli vatandaşlarımızın en çok destek verdiği parti olması. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizde iktidar partisi açık ara ile önde ve DTP'nin yaklaşık iki katı oy almış durumda.

Güneydoğuda iki parti

Örneğin Bingöl'de AKP yaklaşık yüzde 72 oy alırken DTP yüzde 14'te kalarak hiç milletvekili çıkaramamış. DTP'nin yaklaşık yüzde 47 ile yüksek oranda destek bulduğu Diyarbakır'da iktidar partisinin oyu DTP'nin ancak 6 puan kadar gerisinde. Urfa'da AKP on Milletvekili çıkarırken DTP iki milletvekili kazanmış. En fazla Kürt kökenli vatandaşlarımızın yaşadığı kent olarak bilinen İstanbul'da AKP yüzde 44 üzerinde destek bulurken DTP'nin desteklediği bağımsız adayların yüzde 5'in altında kalması söz konusu. Rize, Sivas, Tunceli ve İstanbul da, DTP dışında bağımsız adayların seçildiğini de unutmamak gerek. Bu sonuçlar Türkiye'nin birlik ve beraberliğinin kanıtı. Ama aynı zamanda DTP'nin, Kürt kökenli vatandaşlar adına Cumhuriyet'in temellerini ilgilendiren demokratik özerklik gibi, muhtevası şu anda bilinmeyen değişiklikler isteme yetkisinden de yoksun bulunduğunun kanıtı. Çünkü bu vatandaşlarımızın büyük çoğunluğunun böyle bir talebi yok. Olmadığı son seçimlerdeki tercihlerinden belli.

DTP'nin temsil kabiliyeti

Türk siyaseti öteden beri Kürt sorunu konusunda DTP'yi veya seleflerini muhatap alıyormuş gibi bir izlenim yaratmakta. Bu izlenim DTP'nin de Kürt konusu benden sorulur şeklinde bir vehme kapılmasına yol açıyor. Aynı zamanda uluslararası çevrelerin de aynı izlenimi edinmelerine sebep oluyor. Oysa DTP'nin Kürt kökenli vatandaşlarımızın tümünü temsil kabiliyeti yok. Aldığı oy miktarı belli. Bu durumda terör örgütünün, toplumun hassasiyetlerini DTP üzerinde yoğunlaştırarak içerde ve dışarıda yalnızlıktan kurtulma hedefini gütmesi doğal. DTP'nin Meclis'te, terör örgütüne rağmen yasama görevini sürdürebilmesi, terör örgütünün bu siyasetini bozar. Evet DTP ile terör örgütü ilişkisi açık ama DTP'yi sırf terör örgütünü temsil eden bir siyasi parti olarak görmek de yeterli olmuyor. Örgütün içinde ve dışındaki alternatif kimlik taleplerinin DTP vasıtasıyla TBMM'ne kanalize edilebilmesi toplumumuz içindeki gerginlik ve kutuplaşmaları azaltmakta ve aşırı görüşlerin şiddet yoluyla ifade bulmasını zorlaştırmakta. Terör örgütünün yalnız bırakılması gereği açık. Bu gereği DTP'nin Meclis'te kalması ve örgüte rağmen politika üretebiliyor olması sağlar. 

Muhalefet partileri

Kürt kökenli vatandaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı Doğu ve Güneydoğu illerimizde AKP ve DTP dışındaki partilerin hemen hiç varlık gösterememiş olması son seçim sonuçlarının diğer bir ilginç özelliği. Bu durum muhalefet partilerinin Kürt kökenli vatandaşlarımızı temsilde en azından önemli bir sorunla karşı karşıya olduklarının kanıtını oluşturuyor. İktidar partisinde bu temsil DTP'yi dengeler ve kontrol eder bir güç yansıtırken, muhalefet içerisinde seçmen desteği temelinde temsilin ise düşük olduğu gözlemleniyor. Ancak Güneydoğu Bölgemizden yeterli oy almamış olsalar bile TBMM'de temsil edilen muhalefet partilerimizin yine de bu bölgemizdeki yurttaşlarımızı temsil eden siyasi partiler olduğu açık. Temsil hiç şüphesiz sırf bölge, il ve etnik kökene indirgenemez. Milletvekilleri sadece seçildiği illerin değil Türkiye'nin tüm halkının milletvekilleridir. Aynen AKP kadar, CHP ve MHP de Kürt kökenli vatandaşlarımızın milletvekilleri. Aynı şekilde temsil sırf rakamsal bir veriye de indirgenemez. Kürt kökenli bir milletvekili veya bakan olmak Kürt kimliğinin temsilcisi olmak anlamını taşımaz. 

Fırsat

Seçim meydanlarında kimliğin rakamla değil içerikle tanımlanmasında yaşanan zorluklar var. Eğer bugün Güneydoğu'da seçim kampanyalarında Kürtçe propaganda yapılamamasına rağmen yöre halkı alternatif kimlik öneren bir partiden başkasına oy vermişse, bu tercih yöre insanının iş, aş ve hizmeti ön plana koyduğunu kanıtlıyor. Bu da hiç şüphesiz siyasi partilerimizin üzerinde durmaları gereken bir fırsat. 

Kürt kimliği

Bugün hemen bütün siyasi partilerimiz içinde Kürt kökenli vatandaşlarımız var. AKP ve CHP içindeki Kürt kökenli milletvekillerinin sayısı birleştirildiğinde TBMM'de oldukça yüksek bir sayıya ulaşılıyor. Bu partilerimizin kendi içlerindeki Kürt kökenli milletvekillerine daha fazla kulak vermelerinin lüzumu açık. Onların yerel ihtiyaçları en iyi hisseden, yapılmasına gerek duyulan fakat şimdiye kadar yapılmayan şeylerin neler olduğunu da en iyi bilenler olduğu muhakkak. Kürt kimliğinin dile getirebilirliği ve bunun siyasal düzlemde temsilinde sorunlar olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu sorunların çözümü kısa dönemde mümkün değilse de akut bir yara haline dönüştürülmemesi mümkün.

Yerel sorunlardan kopuk tartışmalar: Güneydoğu'da sıradan vatandaşın artık yorgun düştüğü ortada. Gerginliklere ve kutuplaşmalara ihtiyacı yok. On beş-yirmi yıldan beri Türkiye'de orta sınıf güçlendi ve yaygınlaştı. Son beş yılda Güneydoğu Bölgemizde de gelişmeler var. Türkiye'deki orta sınıf içine bölgedeki vatandaşlarımızın tümünü entegre etmek önümüzdeki yıllarda karşılaşacağımız en önemli sorunumuz olabilir. Oradaki vatandaşımız toplumdan ve toplumsal sorunlardan kopuk bir rejim tartışmasından bıktı. Kavga gürültü değil hizmet bekliyor. Kısa dönemli değil, uzun dönemli yaklaşımlar arıyor. Ankara'yı, vatandaş olarak, kendi arkasında görmek istiyor. Bu desteği söz olarak değil, yakınlık olarak, hizmet olarak hissetmek istiyor. Devlet aslında o bölgeye şimdiye kadar büyük yardımlar ve yatırımlar yaptı. Ama devlet sadece bir yardım gücünü ifade etmez. Ayni zamanda geleceğe dönük bir güvencedir. Güneydoğu'daki vatandaşımız bu güvenceyi hak ediyor.

Özdem Sanberk: Emekli Büyükelçi, eski Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı,

http://www.radikal.com.tr/yorum/cozum-demokraside-833017/


***