MENDERES DÖNEMİNDE 1950 - 1960 TÜRKİYE DE EĞİTİM, BÖLÜM 1
DEMOKRAT PARTİ ve HÜKÜMET PROGRAMLARINDA MİLLÎ EĞİTİM
Tunay Karakök (.)
ÖZET
Temel bir insan hakkı olan eğitim, bireylerin diğer insan haklarından yararlanmalarının ve haklarını arayabilmelerinin de ön koşuludur.
İşte bu gerçek ile birlikte Türkiye Cumhuriyetinin 1950 – 1960 yıllarında Başbakanlığını yapmış olan Türk siyasi ve demokrasi tarihinde
önemli bir yer tutan Ali Adnan Menderes’in de söylediği “Medeni bir ülkede olanlardan eksik ne varsa hepsini, hepsini sırasıyla yapacağız;
devası olmayan hastalık yatırımsızlıktır” sözleri ile Türkiye’nin II. Dünya savaşının sıkıntılı ve çaresizlik dolu günlerinin ardından 1950’li
yıllar ile birlikte eğitim ve öğretim alanında çok büyük ve önemli reformlara imza atılmıştır. Öyle ki Menderesli yıllarda Türkiye’de mali yapı iyileştirilmeye çalışılırken eğitimin de üzerinde hassasiyetle durulmuş ve Türkiye’de okul öncesi, ilköğretim, orta öğretim ve yükseköğretim eğitimlerine yönelik olarak her türlü iyileştirmelerin yapılmasına çalışılmış, devamında ise dünya da bu alanlarda yaşanan gelişmeler takip edilmeye ve ülkede uzmanlarca uygulanmaya çalışılmıştır.
Menderes Dönemi’nde 1950 – 1960 Türkiyede Eğitim Tunay Karakök .,
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölümü, Zonguldak,
karakokt@karaelmas.edu.tr
Geliş Tarihi/Received : 17.04.2011
Kabul Tarihi/Accepted: 19.06.2011
GİRİŞ
II. Dünya Savaşı ve 1950–1960 Yılları Arasında Türkiye’de Siyasi Durum
1939–1945 yılları arasında süren II. Dünya Savaşı resmi kayıtlara göre 72.768.000 insanın ölümüyle sonuçlanmış ve 20. yüzyılın genel portresini siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda önemli ölçüde etkileyen hadiselerin başında gelmiştir.
Türkiye ise II. Dünya Savaşı’na askeri anlamda katılmamış olmasına karşın, bu topyekün savaşın etkilerini derinden yaşamıştır.
Buna bağlı olarak da etrafını saran kargaşa ortamından kendisini koruyabilmek için çeşitli önlemler almıştır. Türkiye yönetimi, bir yandan başını Almanya’nın çektiği Mihver devletler, diğer yandan da Müttefikler arasında bir denge politikası sürdürerek savaşın dışında kalmaya çabalamıştır. Mihver ve Müttefik politikaları genel anlamda Türkiye’yi Akdeniz’deki güç dengelerinde kendi safına çekmeye yöneliktir (Gümüş, 2006).
İnsan kaynakları yönünden ağır sonuçları yaşanan bir Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından yeni bir savaşa girmemek konusunda kesin kararlı olan Türkiye, savaş sonuna kadar denge politikasını sürdürebilmiştir. Buna göre 1943’e kadar Almanya’nın istediği krom ve boru temin etmiştir. 1943’ten sonra ise, Balkanlar’daki Alman gerilemesine karşılık Almanya ile anlaşmayı feshetmiş, daha sonra ise Alman-Türk Tarafsızlık Antlaşması’nı da yürürlükten kaldırmıştır (Vikipedi, 2010).
1940 yılında çıkarılan Milli Koruma Kanunu ile bir savaş ekonomisi uygulanmıştır. Savaşın özellikle ekonomiyi kötü yönde etkilemesi, Büyük kentlerde karaborsacılığın ortaya çıkmasını ve sermayenin belirli ellerde toplanmasını kolaylaştırdı. Kırsalda, genç nüfusun silah altına alınması küçük ve orta büyüklükteki çiftçinin üretimini düşürdü. Büyük toprak sahipleri, arzı
kendileri kontrol etmeye başladı. Artan talep karşısında arzdaki
daralma enflasyonu ve hayat pahalılığını arttırdı (Güzel, 2006).
Söz konusu tabloya karşı iktidarın önlem olarak düşündüğü çözümlerden
ilki “varlık vergisi” oldu. Keyfi uygulamalara sebep olan bu vergi kent burjuvazisini iktidara cephe almaya itti. Diğer önlem ise “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” idi. Bu kanunla büyük toprak sahiplerinin toprakları bölünerek, küçük çiftçiye destek sağlamak hedefleniyordu. Ancak bu, devletin Türkiye’deki
bütün arazilerin zaten %70’ten fazlasına sahip olduğunu bilen toprak sahiplerini muhalefet saflarına kanalize etti. İsmet İnönü’nün devletçilik uygulamaları sonucu oluşan ekonomik dar boğaz zaten toplumu da aynı yöne iletmiş durumdaydı (Çavdar, 1983).
II. Dünya Savaşı’yla birlikte Batıda oluşan yeni bir düzen ve özellikle ABD, Fransa, İngiltere gibi demokrasiyi her platformda savunan ülkelerin II. Dünya savaşından galip çıkmaları, Türkiye’nin çok partili demokrasiyi benimseme nedenlerinin başında gelen dış faktörlerden biridir. Türkiye’nin Batıya yönelmesini hızlandıran asıl gelişme 1945 yılındaki Sovyet tehdididir. Aynı dönemlerde Birleşmiş Milletler örgütünden Türkiye’de CHP dışında başka partilerin de kurulması gerektiği yönündeki ilk ciddi açıklama gelmiş, bunun üzerine 19 Mayıs 1945’te İsmet İnönü çok partili siyasal hayata geçileceğini halka duyurmuştur. Birkaç ay sonra 18 Temmuz 1945’te “Milli Kalkınma Partisi” kurulmuştur.
MKP Türkiye Cumhuriyeti’nin çok partili rejimdeki ilk muhalefet partisi olması bakımından önem taşımaktadır. Ancak Nuri Demirağ tarafından kurulan bu parti, on üç yıllık siyasi yaşamında pek bir varlık gösterememiş ve 1958 yılında kendisini feshetmiştir.
Tüm bu gelişmelerin arkasından Türk siyasi tarihinde demokrasiye geçiş çalışmalarının geriye dönülmez bir noktasını teşkil eden Demokrat Parti, 7 Ocak 1946’da CHP’den ayrılan Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Kotaran ve Fuat Köprülü’nün önderliğinde kurularak Türk siyasi hayatındaki yerini almıştır.
DP’nin kurulmasının hemen ardından Anadolu’nun her tarafından partiye olağanüstü bir ilgi olmuştur. Bu arada Türkiye Truman Doktrini ve Marshall Planı ile ABD’den ilk yardımlarını da almaya başlamış ve DP’nin ilk yıllarında aldığı bu yardımlar sayesinde ülkede ekonomik olarak bir rahatlama yaşanmıştır
(Karahanoğlu, 2007).
14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimlerde Demokrat Parti’nin %52 oy alarak iktidara gelmesi tarihimizde önemli bir dönüm noktasıdır. 14 Mayıs 1950 seçimi, seçmenin serbest iradesinin sandığa yansıdığı ilk seçim olarak tarihe geçmiştir. Böylelikle, 27 yıl süren tek partili dönem sona ermiştir. 1950’de büyük
bir çoğunlukla iktidara gelen DP, 1954 ve1957 seçimlerinden de birinci parti olarak çıkmıştır. Ancak seçim sistemi yüzünden bu sonuçların parlamentoya yansıması oldukça farklı olmuştur.
Öyle ki DP 408 sandalye ile milletvekilliklerin % 85’ini, CHP ise 69 sandalye ile milletvekilliklerin %15’ini elde etmişlerdir (Ertan, 2006).
1950 – 1960 Yılları Arasında Türkiye’de Finansal Durum 40’lı yılların sonuna doğru Türkiye’deki halk desteğinin Cumhuriyet Halk Partisi’nden Demokrat Parti’ye kaymasının en önemli nedeni; II. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan kıtlıklar ve ekonomik sıkıntılar olarak kabul edilmektedir (Tokgöz, 1999).
Savaştan ağır ekonomik faturalar ile çıkmış Avrupa devletleri finansal kalkınmaya devletin öncülük etmesi gerektiğini kabul etmişlerdir. Ancak Demokrat Parti, bu durumun tersini savunan bir tutum sergilemiştir. Sanayi sektörüne olan yatırımı azaltarak, tarım sektörünü geliştirmeye yönelik uygulamalar gerçekleştirmiş, Türkiye sanayisi ise özel sektöre bırakılmaya çalışılmıştır.
Bu sebeple kamuya ait sanayi kuruluşlarının özel sektöre satışı ile ilgili kanuni düzenlemeler yapılmıştır. Ancak tarımı desteklemek uğruna Demokrat Parti Hükümeti’nin gerçekleştirdiği bazı faaliyetler (Toprak Mahsulleri Ofisi’nin çok yüksek fiyatlarla buğday alması vs.) hazinenin zarar etmesine ve ülke enflasyonunun artmasına sebep olmuştur.
II. Dünya Savaşı’nda Hitler’in ezilmesiyle Batılılarla işbirliği yapan Stalin, önce Doğu Bloku’nu kurduktan sonra etrafındaki ülkeleri tehdit etmeye başlamıştır. Türkiye kuzey komşusundan etkilemesi, gelen bu tehditler karşısında ABD ile askeri yardım ve işbirliği ilişkileri içerisine girmiştir. Bu işbirliğinin en önemli göstergesi Marshall Planı kapsamında alınan yardımdır (Özkan, 2008).
Marshall Planı II. Dünya Savaşı sonrasında, 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı almıştır. Türkiye’nin bu yardım kapsamında aldığı para yüz milyon dolar civarındadır. Kazgan’a (2004) göre; Marshall Planı
çerçevesinde yapılan yardımların amacı; ABD’nin kendi parasının ve sermayesinin egemenliğini sağlaması ve Batı devletlerinin SSCB karşısında güçlenmeleriydi. Marshall Yardımı’nın etkileri en çok tarım sektöründe görüldü, Türkiye’deki traktör sayısı 1950 senesinde 16 bin iken, 1955’te 40 bini aşmıştır (Şahin, 2000).
Türkiye bu tarihten sonra ekonomik kalkınmanın kaynağını dış borç ile karşılama eğilimi göstermiştir (Öçal, 2005). Ancak bu dönemde döviz rezervleri iyi durumda olan ve dış ticaret fazlası veren Türkiye’nin dış yardım almaya başlamasının doğru olmadığını iddia eden bilim adamları da vardır (Boratav, 2003). 1950–1960 yılları arasındaki finansal duruma genel olarak
bakacak olursak, Türkiye’nin dış ticaret açığı bu yıllardaki ekonomik gidişatı için bir gösterge olabilir. Her ne kadar Marshall Yardımı ile geçici bir rahatlık yaşansa da, 1950’de 22,3 milyon dolar olan dış ticaret açığının 1952’de 193 milyon dolara ulaşması ekonomik yapının kötüye gittiğini ortaya koymaktadır.
Buna rağmen kişi başına düşen gelir çeşitli faktörlerin etkisiyle %35–40 civarında artmıştır (Şahin, 2000).
DEMOKRAT PARTİ ve HÜKÜMET PROGRAMLARINDA MİLLÎ EĞİTİM
Birinci Menderes Hükümeti (22 Mayıs 1950 – 9 Mart 1951) programında, millî ve manevi değerlere bağlılığı olmayan bir cemiyetin kötü akıbete sürüklenecekleri ifade edilerek, böyle bir ülkede ilmin ilerleyemeyeceği de vurgulanmıştır.
Eğitim konusunun ciddiyetle ele alınacağı ve detaylı bir plana bağlı kalınarak memleketin her köşesinde eğitim olanaklarının yayılacağı programda bahsedilen diğer bir husustur (Ekinci, 1994).
İkinci Menderes hükümeti (9 Mart 1951 – 17 Mayıs 1954) programında ise, memleket dâhilinde bulunan ilk, orta, yüksek ve teknik öğretim şubelerinin tek bir genel eğitim siyasetine göre idare edileceğinden söz edilmektedir. Birinci
hükümet programına göre daha kapsamlı biçimde ele alınan eğitim konusuyla ilgili yapılması planlanan bazı değişiklikler ve girişimler şu şekildedir (Ekinci, 1994):
1. Teknik öğretim okullarında ziraat ve yol kalkınmasının makineleşmesine paralel olarak bölge ihtiyaçlarına lüzumlu
ustaları yetiştirmek üzere kurslar ve şubeler kurulacaktır.
2. Köy okulları inşaatında Doğu illeri ile bu iller kadar geri kalmış diğer illerin ihtiyaçları ön planda tutulacak ve
köylü vatandaşlarımızı mükellefiyete tabi tutan mevzuat kaldırılacaktır.
3. Doğuda bir üniversitenin temelleri atılacaktır.
Üçüncü Menderes hükümeti (17 Mayıs 1954 – 9 Aralık 1955) programında ise, eğitim konusuna her iki programdan da daha yüzeysel bir biçimde değinilmiştir. Hür bir milletin teminatı ve gençliğin manevi değerleri kazanabilmesi için eğitimin taşıdığı önemden söz edilmiştir. Dördüncü Menderes hükümeti (9 Aralık 1955 – 25 Kasım 1957) ve beşinci Menderes hükümeti
(25 Kasım1957 – 27 Mayıs 1960) programlarında daha önceki programlar esas alınarak, ayrıca eğitime yer verilmemiştir.
Sonuç olarak, oluşturulan hükümet programlarının yanı sıra parti programında da milli eğitim konusuna değinilmektedir.
Demokrat Partinin 1949 yılında gerçekleştirmiş olduğu ikinci büyük kurultayında kabul edilen programında milli eğitim konusu detaylı bir biçimde ele alınmakta dır.
Öyle ki; DP eğitim sisteminde öğretimin birliği ilkesini benimsemiştir. Mesleki eğitim ve orta öğretimin yurt ihtiyaçlarını karşılayacak bir plan çerçevesinde düzenlenerek gelecek nesillerin yalnızca entelektüel bilgi ile değil, aynı zamanda milli, manevi ve insani değerlerle yetiştirilmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca belirtilen temel ilkeler şunlardır (Ekinci, 1994):
1. Programda ilköğretim Milli Eğitimin temeli olarak kabul edilmekte, öğretmenlerin ise aynı ruha ve bilgiye sahip olmaları esası dikkate alınarak farklı grupların oluşmasına izin verilmeyeceği belirtilmektedir.
2. Ortaöğretim kurumlarının gerek program, yönetmelik gerekse laboratuar, kütüphane gibi öğretim araçları yönünden yeniden düzenlenmesi,
3. Teknik öğretim kurumlarının ülke çapında yaygınlaştırılarak ülkenin ekonomik ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi,
4. Üniversitelerin bilimsel ve yönetsel özerkliğe sahip olması, çeşitli bilim dallarında çalışmak amacıyla üniversite bünyesinde araştırma enstitüsü kurulması ve özellikle ülkeye yönelik çalışmalara ağırlık verilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.
1950 – 1960 Yılları Arasında Türk Millî Eğitiminin Yönetilmesi Millî eğitim bir memlekette iktidarı elinde bulunduran kadroların en çok önem vermesi gereken konulardan bir tanesi olarak kabul edilmektedir. Devletin genel bütçesinden eğitime ayrılan pay ise, uzun yıllardır tartışılan bir konudur. Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 1950 yılında devletin genel bütçesi 1 milyar 487 milyon lira iken, eğitime ayrılan pay 176 milyon ile %11,86 orana sahiptir. 27 Mayıs Darbesi ile Demokrat Parti iktidardan indirildiğinde ise, genel bütçe 7 milyar 281 milyon lira iken, eğitime 981 milyon lira ile %13 pay ayrılmıştır (Ekinci, 1994).
1950 – 1960 yılları arasında kurulan Adnan Menderes yönetimindeki beş hükümet boyunca görev yapan Millî Eğitim Bakanları şunlardır (Tablo 1):
Menderes Hükümetleri boyunca çeşitli dönemlerde dört yılayakın süre Millî Eğitim Bakanlığı görevini üstlenen Ahmet Tevfik İleri’nin, eğitim faaliyetleri bu alanda döneme damgasını vurmuştur. Bu çalışmalardan belli başlıları şunlardır (Vikipedi, 2010b):
1. İlgili kanun maddesini değiştirerek köy okulu binaları ve öğretmen evlerinin genel bütçeden ayrılacak ödeneklerle yaptırılmasını karara bağlayarak köylünün okul yapma sorumluluğunu ortadan kaldırmıştır.
2. İleri, CHP döneminde yapılan Dördüncü Milli Eğitim Şurasında alınmış olan liselerin dört yıla çıkarılması kararını 1952–1953 öğretim yılından itibaren uygulamaya koymuştur. Ancak dört yıllık lise uygulaması 1956 yılına kadar devam etmiş, bu tarihten itibaren lise öğretimi üç yıla indirilmiştir.
3. Ortaokuldan sonra liseye devam edememiş ya da lise sınıflarından belgeli olanların lise öğrenimini tamamlayıp yüksek öğrenime gidebilmelerini sağlamak amacıyla 1959–1960 öğretim yılından itibaren Akşam Liseleri açılmıştır.
4. Doğuda bir üniversitenin kurulması için gerekli altyapıyı birinci bakanlığı döneminde oluşturan İleri, ikinci bakanlığı döneminde 23 Temmuz 1957’de Erzurum’da kurulmasına karar verilen Atatürk Üniversitesinin temelini atmıştır.
Ayrıca DP’nin fen ve teknik elaman yetiştirmek üzere Ankara’da bir öğretim ve araştırma kurumunun kurulması fikri Ortadoğu Teknik Üniversitesinin doğmasına yol açmış ve İleri 1956’da bakanlığı döneminde ODTÜ’nün temelini atmıştır
5. Mesleki ve Teknik Ortaöğretim alanında ise, tarımda makineleşmenin ortaya çıkardığı teknik eleman ihtiyacını karşılamak ve yurt dışından ithal edilen makinelerin bakım ve onarımını sağlamak amacıyla sanat enstitülerinin
içinde motor bölümlerinin temellerini atmıştır.
6. Özellikle ilköğretimin mevcut sorunlarının tespiti ve bu sorunların çözümü için 5 Şubat 1953’te Beşinci milli eğitim şurasını toplamıştır.
1950 – 1960 Yılları Arasında Gerçekleştirilen Millî Eğitim Şuraları;
1950–1960 yılları arasında birisi Şubat 1953’te; diğeri ise, Mart 1957’de iki Millî Eğitim Şurası gerçekleştirilmiştir.
Bunlardan ilki, olan ve 5–14 Şubat 1953 tarihleri arasında gerçekleştirilen Beşinci Millî Eğitim Şurası, Tevfik İleri’nin girişimleriyle Gazi Eğitim
Enstitüsü Binası’nda toplanmıştır. Şura gündemi sekiz maddeden oluşmakla birlikte, ağırlıklı olarak ilköğretimin düzenlenmesi ile ilgili tedbirleri içermektedir. Ayrıca gündemin birer maddesi de okul öncesi eğitime ve özel eğitime muhtaç çocuklara ayrılmıştır. Şûra’da alınan belli başlı kararlar ise şunlardır (Maarif Vekâleti Çalışma Esasları Raporları, 1991a):
1. İlkokul programının amaç ve ilkeleriyle içeriği arasında uyumun sağlanması
2. Toplu öğretim anlayışının ikinci devrede de hâkim olması
3. Aylık ve yıllık saatlerin uygulanmasında esneklik sağlanması
4. Programların yaygınlaştırılmadan önce denenerek geliştirilmesine karar verilmiştir.
Altıncı Milli Eğitim Şûrası gündemi önceden belirli olarak Milli Eğitim Bakanı Profesör Ahmet Özel başkanlığında 550 üyenin katılımıyla Ankara İsmet Paşa Kız Enstitüsünde 18 Mart 1957 tarihinde toplanmıştır. Altıncı Milli Eğitim Şurası’nda ise, gündem mesleki ve teknik öğretim ile halk eğitimine ayrılmıştır (Maarif Vekâleti Çalışma Esasları Raporları, 1991b). Şûra’da alınan belli başlı kararlar ise şunlardır:
1. İlkokul mezunları için çırak okulları açılması
2. Gündüz tekniker okullarının iki yıl, akşam tekniker okullarının üç yıl öğrenim sürelerinin olması
3. Ticaret liselerinde öğrencilere daha fazla uygulamalı meslek bilgisi verilmesi
4. Yabancı dil saatlerinin arttırılması
5. Kız enstitülerinde, sekreterlik şubelerinin açılması
1950 – 1960 Yılları Arasında Türkiye’de Okul Öncesi Eğitim
20. yüzyılın başında kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti kaynaklarının önemli bir bölümünü ilköğretimdeki okullaşmanın gelişimine harcamıştır. Bu nedenle de okul öncesi dönemin eğitimi ailelerin ve yerel yönetimlerin sorumluluğuna bırakılmıştır.
Okuma çağına girmemiş çocukların eğitim konusu, Cumhuriyet Dönemi’nde ilk kez 1949’da Dördüncü Milli Eğitim Şûrası’nda, “aile eğitimi üzerinde durulması, ailede demokratik eğitimin uygulanması için değişik yöntemlerden faydalanılması gereği” şeklinde belirtilmiştir. Beşinci Milli Eğitim Şûrası’nda okul öncesi eğitim kurumlarının açılmasıyla ilgili hükümlerin yer aldığı görülmektedir. Yer ve vasıta temini şimdilik ferdi teşebbüslere ve mahalli idarelerin yardımına bağlı olmakla beraber, vekâlet bu hususta elinden geleni yapacaktır. 1957 senesinde yapılan Altıncı Milli Eğitim Şurası’nda ise, okul öncesi eğitime ilköğretim bünyesinde isteğe bağlı okullar olarak değinilmiştir (Güven; 2010; Tablo 2).
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder