8 Kasım 2017 Çarşamba

YOLSUZLUK KISKACINDA TÜRKİYE BÖLÜM 2


YOLSUZLUK KISKACINDA TÜRKİYE  BÖLÜM 2


HORTUMLANAN 12 MİLYAR DOLAR İLE NELER YAPILABİLİRDİ?


2001 yılı bütçesinden Sağlık Bakanlığı'na ayrılan pay 1.8 milyar dolar. Yani 70 milyon insanımıza 1.8 milyar dolar 12 banka sahibinin sağlığına 12 milyar dolar.
             70 milyonda adam başına 26 dolar, 12 banka sahibine adam başına l milyar dolar
12 milyar dolara 12 milyon bilgisayar almak mümkündür.
Her biri 300 milyon dolardan 40 boğaz köprüsü yapılabilir.
800 bin konut inşa edilebilir.
2 milyon memura ayda 350 milyon TL para verilebilir.
200 yataklı ve tam donanımlı 400 hastane yapılabilir.
Adam başına 120 milyondan 70 milyon kişi tepeden tırnağa giydirilebilir.
980 bin aileye 10 milyarlık araba alınabilir.
Aylık 100 milyon liradan 7 milyon öğrenciye l yıl karşılıksız burs sağlanabilir.
Her biri l milyar dolardan 12 dev baraj yapılabilir. Böylelikle ülkenin enerji sorunu kökünden hallolur.
Tanesi 150 milyon dolardan 80 adet yolcu uçağı alınabilir. Bu durumda THY, dünyanın en büyük filosu haline gelir.
Her biri, 100 milyar liradan, 84.500 okul yapılabilir.
2001 bütçesinde öngörülen açık 7 milyar dolardır. Eğer 12 milyar dolar hortumlan masaydı, Cumhuriyet tarihinde ilk kez bütçe açığı yaşanmayabilirdi.
Asgari ücret rahatlıkla vergi dışı bırakabilir, ücretlilere önemli bir iyileştirme sağlanabilirdi, (asgari ücretten devletin aldığı vergi 2 milyar dolardır)
2001 yılı faiz ödemelerinin (24 milyar dolar) yarısı karşılanabilirdi. 12 MİLYAR DOLAR
Türkiye'nin 2.5 yıllık turizm gelirine eşittir.
25 yılda KKTC'ye yapılan toplam 550 milyon doların 22 katıdır.
2001 bütçesinde Adalet, Sağlık ve Milli Eğitime ayrılan toplam para 8 milyar dolardır.
Asgari geçinme indeksi 570 milyon liradır. 12 milyar dolar 14 milyon 700 bin ailenin yani 58 milyon nüfusun l aylık geçim parasına eşittir.
45 milyar dolarlık iç borcun %37'sine eşittir.
2001 yılında yatırımlara ayrılan pay 5 milyar dolardır.
2001 yılı ihracat gelirlerinin (31 milyar dolar) %28'ine eşittir. hortumlanan 12 milyar dolar para
Türkiye'nin milli gelirlerini 185 dolar azaltmıştır.

              Değerli konuklar,

Diğer yandan, bazı özel bankalar kendi öz kaynaklarını tükettikleri, kendi firmalarına para aktararak içini boşalttıkları gibi, bir de devlet bankalarını 
dolandırmışlar.
Kimlerdir bunlar?.
Sayın Yüksel Yalova açıklamıyor, çünkü "açıklarsam suç olur" diyor.
Sayın Yalova'ya tekrar sesleniyorum. Devlet bankalarından kimlerin kredi kullandığını, siz açıklamıyorsanız, verin ben açıklayayım.
Diğer yandan, 'Gavura küsüp, oruç bozmanın da alemi yok' Borçlarını ödemek isteyen banka sahiplerine bir şans verilmesi konusu da tartışılmalıdır.
Bunu, "Ne koparırsak o kar" mantığı ile söylüyorum.
Aksi halde bu paralar yerine "pul" alırsınız.
Çünkü eğer devletin daha iyi bir formülü yoksa, devletin usulsüz yaptığı ödemeler veya birinin zimmetine geçirdiği paralar, 5 yıl sonra devlet tarafından
geri alınırken, devletin kabul ettiği toplam 5 yıllık enflasyon oranı yüzde 10'dur.
Benim bildiğim böyle. Böyle değilse aksini söylemelerini hükümet yetkililerinden bekliyorum.
Eğer hırsızsanız, bu şartlarda banka soymazsınız da ne soyarsınız?. Sistemin yasalarının kendisi soyguna davetiye çıkarmaya yetiyor.
"Benim memurum işini bilir" diyenler, bu sözü ederken "Kötü niyetli banka sahibinin de işini bilebileceğini" hiç mi düşünmediler?
O sözde dar gelirli devlet memurunun aldığı küçük rüşvetleri "masum" göstermeye yönelik bu sözün, Türkiye'nin geleceğine ipotek koyacak sonuçlara 
              yol açacağını hiç mi düşünmediler?
Batık paraları almaya gelince 5 yıl için yüzde 10 faiz işleteceksin, memura yüzde 10 zam vereceksin, Moturlu kara taşıtları vergilerini bir yılda yüzde 56 
artıracaksın...
•       Yok öyle şey!..
Devlet, 'Ben devletim' diyerek 'nüfuz ticareti' yapamaz. Devlet, "Ben yaptım oldu" derse, soyguncu da "Ben soydum oldu" der.
Eğer bu ülkede hukukun üstünlüğünü tam olarak uygulamayacaksak, adil bir devlet düzeni kuramayacaksak, burada yolsuzluğa çare aramaya hiç gerek yok.
Sorunun kaynağı yerine, türevleri ile savaşıp duralım.
Diğer yandan, fona önce 3, sonra 5, en sonunda da 2 banka devredildi.
Eğer bu bankaların durumları, suçlu olan banka sahipleri hakkında yapılan işlemler, tam olarak ve ayırt edilmeksizin kamuoyuna açıklanmazsa, kamuoyu 
başka sorulan gündeme getirecektir.
Bir adım daha atıyorum ve diyorum ki; Türkiye bir arınma sürecine girmek istiyorsa, sadece yolsuzluğa bulaşmış sözde iş adamlarını yargılamakta yetmez.
Bir de buzdağının altı var.
Bunların siyasi bağlantılarını da gün ışığına çıkarmak, yolsuzluğa bulaşmış bürokratların ve onlara emir veren siyasilerin üzerine gitmek lazım.
Ben sayın Tantan'a ithaf ederek buradan bazı 'Nüfuz casuslarını' açıklıyorum...
Engin Araş,   Banka ve Kambiyo Genel Müdürü olarak görev yaptığı sırada 15.10.1997 tarihinde istifa ederek, 24.12.1997'de Yurtbank Genel Müdür Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Üyesi olarak göreve başlıyor...
Bayram Eser, Hazine Müsteşarlığı Bankalar Yeminli Murakıplar Kurulu Başkanıyken, 31.3.1997 tarihinde istifa ediyor, ertesi gün Yurtbank Genel 
Müdür Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Üyesi oluyor...
Mustafa Kırali, Hazine Müsteşarlığı Bankalar Yeminli Murakıplar Kurulu Başkanıyken, 1998 Ağustosunda emekli olup, l Eylül'de Yurtbank'ta çalışmaya başlıyor...
Mustafa Selçuk, Ziraat Bankası Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yaparken, 16 Temmuz 1997 de istifa ediyor, l Ağustos 1997'de Kentbank'ta göreve başlıyor...
Ekrem Aydemir, Ziraat Bankası Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yaparken, 16.6.1999'da istifa ediyor, aynı gün İnterbank Genel Müdür Yardımcısı olarak göreve başlıyor...
•            Salih Şevki Doruk, Ziraat Bankası Genel Müdür Vekili ve Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yaparken, 16 Ocak 1998'de istifa ediyor, aynı tarihte usulsüz olarak kredi tahsis ettiği Ceylan Holding'de finans koordinatörü olarak göreve başlıyor...
Yener Dinçmen, Başbakanlık Hazine Müsteşarı olarak görev yaptığı sırada 4.5.1995 tarihinde ayrılıp, 1995 Haziran ayında Toprakbank Yönetim Kurulu 
Başkanı olarak göreve başlıyor.
Tevfik Altınok, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarı iken, 1.3.1993 tarihinde bu görevinden ayrılıp, aynı gün Koçbank Yönetim Kurulu Başkanı olarak göreve başlıyor.
Ahmet Mahir Barutçu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşarı olarak görev yaptığı sırada 8.2.1994 tarihinde görevinden ayrılıp, 1.1.1995 tarihinde 
Bayındır Holding'te göreve başlıyor...
Mehmet Savaş, Halkbank Genel Müdür Yardımcısı ve Ziraat Bankası Genel Müdür Yardımcısı iken, 5.1.1996 da görevinden ayrılıp, kredi ilişkisinde bulunduğu İhlas Grubuna ait İhlas Finans Genel Müdürü olarak göreve başlıyor.
Fehmi Gültekin, Vakıfbank Genel Müdürü iken, Nisan 1997'de görevinden ayrılıyor, kredi ilişkisinde bulunduğu Bayındır Holding'e Finans Koordinatörü oluyor.
Hasan Kılavuz, Vakıfbank Genel Müdürü iken, 10 Mart 1998 tarihinde görevinden ayrılıp, kredi ilişkisinde bulunduğu Süzer Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı, Kentbank Yönetim Kurulu Üyesi ve Kent leasing Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev alıyor.

Değerli konuklar,

Şimdi "ne var bunda" diyeceksiniz.
Şimdi ben size bir kanun maddesi okuyacağım.
"Bu kanun genel bütçeye dahil daire, kurum ve kuruluşlar ile katma bütçeli kuruluşlar ve bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlarda, fonlarda, belediyelerde, özel idarelerde, sermayesinin yarısından fazlası ayrı ayrı ya da birlikte Hazine'ce veya yukarıda belirtilen kuruluşlarca karşılanan yerlerde, aylık ücret ya da ödenek almak suretiyle görev yapmış olanlar hakkında uygulanır.

Bu madde kapsamına giren yerlerdeki görevlerinden hangi sebeple olursa olsun ayrılanlar, ayrıldıkları tarihten önceki iki yıl içinde hizmetinde bulundukları 
daire, kurum ve kuruluşlara karşı, ayrıldıkları tarihten başlayarak üç yıl süreyle o daire, idare, kurum ve kuruluştaki faaliyet alanları ile ilgili konularda 
doğrudan doğruya veya dolaylı olarak görev ve iş alamazlar, taahhüte giremezler, komisyonculuk ve temsilcilik yapamazlar."
Yorumu size bırakıyorum.

Değerli konuklar,

Türkiye'de her kurum 'Aynalar da yalan söyler' diyebilmelidir.
Aynalara yansıyan işadamı, siyasetçi, bürokrat suretlerinin ardındaki o gerçek kimliği, bu ülkenin insanları artık "itiraf" edebilmelidir.
Bu "itiraf da, ya da "deşifre" sürecinde taraf ayrımı yapılırsa, yolsuzluk ile mücadeleye en büyük kötülük yapılmış olur.
Keşke internette birileri 'yolsuzluk yaptığımı, rüşvet aldığımı ya da verdiğimi itiraf ediyorum' türünde bir site açsa da bu ülkenin insanları, isim veremeyerek de olsa içlerini dökebilseler.
Şimdi bir başka "masum" gibi görünen ancak sonuçlarının nelere mal olacağı hesaplanmayan bir örnek olay daha vereceğim.
Geçenlerde nüfus sayımı yapıldı. Türkiye'nin nüfusu bir anda 71 milyon 600 bine çıktı.
Sonradan anlaşıldı ki, illerine daha fazla fayda sağlasın diye bindirilmiş kıtalar il il dolaşarak nüfus artışını tavana vurdurdular.
Şimdi bu olayın sonuçlarına bir bakalım.
Tam olarak hesaplamadım ancak, 1999 yılında 6.4 küçülen ekonomi nedeniyle 3200 dolar seviyesinden 2880 dolara inen kişi başına düşen milli gelirimiz, 
              bu nüfus sayımında bunu da altına indi.
Diğer yandan, illerin çıkardığı milletvekili sayıları bu 'masum' nüfus artışları yüzünden ters-yüz olacak.
Yani bir ilin hakkını başka bir il yiyecek.
O il, bir başka ilden, İller Bankası'ndan alınan yardımlardan daha fazla alacak.
Türkiye'nin ileriye dönük olan plan ve programları bu çarpıtılmış rakamlar üzerinden sağlıksız şekilde yapılacak.
Bu uygulamanın arkasında o illerin ya da ilçelerin Belediye Başkanlarının telkinleri olduğunu biliyoruz.
O zaman buna 'siyasi yolsuzluk' demek gerekir mi, gerekmez mi, yorumu size bırakıyorum.

Değerli arkadaşlarım,

Her türlü ayak sürümeye rağmen, kamu bankalarının önce özerkleştirilmesi, sonra özelleştirilmesi konusunun komisyondan geçerek Meclis gündemine alınması son derece önemli bir gelişmedir.
Ahmet Necdet Sezer gibi bir Cumhurbaşkanımızın, Saadettin Tantan gibi bir İçişleri Bakanımızın, Zekeriya Temizel gibi Bankacılık Üst Kurulu Başkanımızın,  Vural Savaş gibi Cumhuriyet Başsavcımızın, Nuh Mete Yüksel, Talat Saik gibi savcılarımızın aynı dönemde görev yapmaları, Türkiye için büyük şanstır.
Bu isimlerin "inci" gibi korunması gerektiği yönündeki temennilerimi tekrarlıyorum.
Diğer yandan, bankalar kanununda yapılan değişikliklerin meyvelerinin yeni yeni alındığını da düşünürsek, gelecek için çok kötümser olmamak gerektiğini vurgulamak isterim.
Ancak, bankacılık sektörü "bıçak sırtı" bir döneme girmektedir. 2001 ve 2002 yıllarında bu sektör "sırat köprüsü"nden geçecektir.
Çünkü, 1998-99 yıllarında devlete para satarak kazanç sağlama dönemi geride kaldı.
Sektörde bankaların sayısı gereğinden fazla ve sektörde rekabet yüksek.
Bu tehlikeli yılları bankalarımızın çok dikkatli geçmesi gerekiyor.
Bu tehlikeler ortadayken, banka birleşmelerine vergi muafiyeti getirilmesinin avantajlarını, sektörün iyi değerlendirmesi gerekir.
Geçtiğimiz günlerde Mecliste bankalar konusunda genel görüşme açılması isteği, iktidar partilerinin oylarıyla reddedildi.
Bunun mantığını anlamakta oldukça güçlük çektiğimi söylemeden geçemeyeceğim.
Bankaların bu durumda olmasından şu andaki hükümet sorumlu değildi ki, neden üzerlerine alınma gereği hissettiler, anlamadım.
Bankacılık sistemini tartışarak, daha iyi bir sistemi oluşturma, çözüm bulma fırsatını neden kaçırdılar?
AB gündeminin l. sırasında bulunan yolsuzluk konusunda, TBMM'nin duyarlılığını dünya kamuoyuna işletmekten neden kaçındılar?
Yolsuzlukları, kamuoyu denetimine açmaya, kamuoyunun yolsuzluklara karşı daha duyarlı hale gelmesine olanak tanıyacak bu eşsiz fırsatı neden teptiler?
Ülkenin Meclisinde yolsuzlukları sorgulamak, Türkiye'nin itibarını zedelemeyeceği gibi, yolsuzluklar karşısında "duruşunu" da netleştirir.
İktidarlar, sevmedikleri konuları bile tartışabilmelidir.
Bu durumdan, bir vatandaş olarak üzüntü duydum.
Sırası gelmişken bir öneride de bulunmak istiyorum.
Sahte Atatürkçülüğü yolsuzluğun kamuflajı yapmayalım.
Atatürk'ün kemiklerini sızlatmayalım.
Bu gün de 20 Kasım. Gelin, 10-20 Kasım tarihlerini 'Yolsuzlukla Mücadele Günleri' olarak belirleyelim ve çeşitli etkinliklerle her yıl bu fırsatı değerlendirelim.
Toplum bu hastalığı unutmasın. Dünya önemli günler tarihine bir şerh de Türkiye koysun.

Değerli konuklar,

Konuşmamın son bölümlerinde bazı tesbitlerimi sunmak istiyorum.
Yolsuzlukla mücadele için kamu alımlarında saydamlığın mutlaka sağlanması gerektiği inancındayım.
İş, dünyasında dürüst davranışları ve duruşları destekleyecek ve özendirecek bir sistemin işletilmesi gerektiği inancındayım.
Özellikle Ticaret ve Sanayi Odaları'nın özendirme ve cezalandırma kriterlerini yeniden gözden geçirerek gündemlerine almaları gerektiği düşüncesindeyim.
Ankara Ticaret Odası olarak buradan açıkça ifade ediyorum ki, yasa önünde suçlu olduğu kanıtlanmış üyemizi bu çatı altında asla tutmayacağız.
Diğer yandan, seçim kampanyalarının ve siyasi partilerin finansmanı konusu üzerinde uzun uzun düşünülmesi gerekmektedir.
Yolsuzluğu ihbar edenleri ve ortaya çıkaranları koruma konusunun son derece önemli olduğunu, hatta bu kişilerin ödüllendirilmesi gerektiği düşüncesindeyim.
Ve nihayet güvenlik güçlerinin ve yargının tam bağımsızlığının asla unutulmaması gerektiğini de vurgulamak isterim.
Son olarak, eğer bu yolsuzluk belasından kurtulamazsak, Avrupa Birliği yerine Afrika Birliği'ne gireriz.
Konuşmama son verirken hepinizi saygıyla selamlıyor, Temiz toplum-temiz siyaset ve temiz düzen savaşçılarına bu uğurda başarılar diliyorum.



3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder