28 Temmuz 2017 Cuma

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI ÇOK PARTİLİ YAŞAMA GEÇİŞTEKİ DIŞ ETKENLER BÖLÜM 6


 İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI ÇOK PARTİLİ YAŞAMA GEÇİŞTEKİ DIŞ ETKENLER BÖLÜM 6

2.5 TÜRKİYEDE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇME ÇABALARI 


Daha savaş sona ermeden Türkiye, daha doğrusu İnönü tercihini yapmıştır ve çok partili hayata geçilecektir. İç ve dış konjonktür hazırdır. Bu geçiş sinyalini İnönü, 1 Kasım 1944 tarihinde meclisi açış konuşmasında vermiştir. İnönü bu konuşmasında “ Türkiye Cumhuriyeti iç idaresinde sağlam, demokratik ve milli bir siyaset takip eder, bütün vatandaşlar için eşit bir adaleti, fikir ve vicdan hürriyetini samimi olarak esas tutan bir anlayıştayız… İdaremiz bütün manasıyla halk idaresidir. Bu idare demokrasi prensiplerini Türkiye’nin bünyesine ve hususi şartlarına göre tekamül etmektedir… Türkiye halk idaresinin ameli tedbirlerini bulurken, ilk günden itibaren taklit idareye düşmekten sakındık ve daima sakınacağız.” Diyerek hem demokrasiyi övmüş, hem de demokrasiye uyumun Türkiye şartlarına uygun olacağını belirtmiştir146. Milli şef bu konuşmasıyla, tek-parti yönetimini aklama ve kurulmakta olan savaş sonrası yeni dünya düzeni ile uyumlu gösterme çabalarına girmiştir. İnönü’nün ‘taklit’ sözcüğü ile 
anlatmak istediği, Faşizm ve Nasyonal sosyalizmi temel aldığını ileri sürdüğü Türkçü ve Turancı harekettir. Sovyet tehdidi karşısında, Batının demokrat devletlerinin desteğini almak için, çok partili bir düzenin gerekliğini kavrayan İnönü, geçiş sürecinin de bu düzenin niteliğini de tek-parti geleneğine uygun olarak kendisi belirleyecektir. 

Fakat demokrasiye geçiş yavaş olacaktır, anlık ve hızlı değişim beklenmemelidir. 15 Aralık 1944’de yapılan ara seçimlerde milletvekili adaylarının seçiminde hassas davranılmaması bunun bir göstergesidir. Bu seçimlerde Antalya milletvekilliği için aday gösterilen kişi Erzurum ‘da hem il başkanı, hem de Belediye Başkan’ıdır 147. 

Seçimlerde eski alışkanlıkların bırakılması sinyali 1945 Nisan’ında gerçekleşmiş tir. 04 Nisan 1945 ’te İnönü, parti yöneticilerine boş bulunan milletvekilleri için yapılacak seçimlerde adayları, partinin değil halkın seçmesini tecrübe etmek istediğini dile getirmiştir148. 

2.6 II DÜNYA SAVAŞI SONUNDA MUHALEFETİN BELİRGİNLEŞMESİNE YOL AÇAN SEBEPLER 


Savaşın müttefik devletlerce kazanılması, yani demokrasi cephesinin bu savaştan galip çıkması, tek-parti yönetimlerinin gözden düşmesine yol açmış ve pek çok ülkede serbest seçimlere dayalı demokrasilerin ortaya çıkmasına ve canlanmasına neden olmuştur. Siyasal liberalleşme eğilimlerini destekleyen milletler arası ortam, Türkiye’de hem iktidarı hem de belirginleşmeye başlayan muhalefeti etkilemiştir149. Türkiye’nin iki dünya savaşı arası dönemde, ama özellikle de ikinci dünya savaşı sırasında büyük ölçüde yararlandığı, çok merkezli uluslar arası politika arenasında farklı ve karşıt güçler arasında bir denge politikası izleme imkanı, artık tamamen sona ermiştir. Batıda yer almak isteyen Türkiye’nin gelişmeler dışında hareket etmesi düşünülemezdi. 1945 yılı başlarından itibaren iç politika gelişmeleri gözle görülür oranda hızlanacaktır. 

  Ayrıca Batılı müttefiklerin yanında yer almak isteyen ülkeler kendi sistemlerini bu açıdan yeniden gözden geçirmek zorundaydılar. Siyasal liberalleşme 
eğilimini destekleyen ve ona uygun olan uluslararası ortam elbette Türkiye’yi de etkiliyordu. İktidarı, siyasal liberalleşme eğilimine zorlamakta, muhalefete ise destek olmaktaydı. Yani uluslararası ortam siyasal liberalleşme açısından olumlu ve destek verici, hatta bir ölçüde de zorlayıcı dır 150. 

İkinci Dünya Savaşının sonunda, yani 1945 yılında Türkiye’de iç politika gelişmeleri gözle görülür bir şekilde hızlanmış yönetime karşı gerek basında ve gerekse CHP ve TBMM’de görülen muhalefet artık açıklık kazanmaya başlamıştır. 

Tek-parti yönetimi, kendisine karşı başlayan bu muhalefet hareketlerini görmemezlikten gelemezdi. Çünkü uzun yıllan tek-parti idaresinin sert 151 ve disiplinli yönetimi altında bunalmış bulunan basın, CHP içindeki bazı kişi ve hizipler savaş sonrasında milletlerarası durumunda sağladığı destekle, artık yönetimi eleştirmeye başlamışlardır. Nitekim o günlerle ilgili olarak Nihat Erim: “Memlekette ki muhalefet ihtiyacı, her türlü tahminin üzerine çıkmıştı. İktidarı partisine ve hükümete karşı en kötümser yorumcuların bile akla getiremedikleri sert ve taşkın hücumlar birden bire son haddini bulmuştur.” diyerek, basında, CHP ve TBMM’de belirginleşmeye başlayan muhalefetin durumunu belirtmek istemiştir152. F.Hüsrev Tökin’de ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra totaliter sistemlerin yıkılması ve demokrasinin üstün gelmesinin Türkiye’de kuvvetli bir muhalefet havasının esmesine yol açtığını belirterek: Bilhassa basında yapılan eleştiriler ve uyarıcı yazılar, muhalefeti elle tutulur hale getirmektedir. 
CHP içinde de düşünce ve görüş ayrılıkları baş göstermeye başlamıştır. Artık, politika ve düşünce hayatında demokrasi ilkeleri geniş ölçüde yayılıyor153, şeklinde benzer anlatımlarda bulunmaktadır154. 

Bütün bu gelişmeler elbette ki Türkiye’nin bir anda Batılı devletler safında yer almasına yetmeyecektir. Çünkü savaşın nihai amacının, demokrasiyi dünyaya hakim kılmak olarak belirleyen Batılı demokratik devletleri, İtalya ve Almanya benzeri tek parti idarelerle ortak dayanışma içerisine girmeyecekleri açıktır. Bu savaşla birlikte otoriter devletlerin tek-parti idarelerinin de ortadan kalkması, Türkiye’de tek-parti rejiminin temellerini sarsmıştır. 

1944 yılı başında Başbakan Şükrü Saraçoğlu Türk siyasi rejiminin savaş sonrasında bütün ülkeler için örnek olabileceğini beyan ederken, bir yıl sonra ise eski rejimi korumak maksadı ile alınmış olan şu veya bu tedbirlerin yeniden gözden geçirilebileceğini söylemektedir. Bu hiç kuşkusuz iç ve dış baskıların altında Halk Partisinde yavaş yavaş görüşlerin esastan değişmeye başladığının bir ifadesidir 

CHP içinde muhalefetin alttan alta kendini belli etmesi, 1944 Mayıs’ındaki bütçe görüşmelerine denk düşmektedir. İnönü, 1 Kasım 1944 nutkunda “idaremiz bütün manasıyla halk idaresidir. Bu idare demokrasi prensiplerini Türkiye’nin bünyesine ve hususi şartlarına göre tekamül ettirmektedir” diyor ve “Türkiye’de halk idaresi kesiksiz bir tekamül yolunda durmadan yükselecektir” diye ekleyerek yeni politikanın mesajını veriyordu. Ancak asıl gelişmeler 1945’ te kendisini göstermektedir. 1945 San Fransisco toplantısı muhaliflere cesaret vermiş, Birleşmiş milletler anayasası’nın kabulü hiç şüphesiz tek-parti sistemine marşı koymaya elverişli bir ortam hazırlamıştır. 
Muhaliflere, tek-parti sistemine karşı kullanabilecekleri manevi ve hukuki deliller sağlayarak, onları muhalefetlerini açığa vurmaya ve halkın desteğini aramaya 
dolayısıyla teşvik etmiştir155. 


2.6.1 Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu 

Hem dış hem de iç konjonktürün elverişli olduğu böyle bir ortamda ilk önemli muhalefet, Ocak 1945 de meclise sevk edilen çiftçiyi topraklandırma kanunu üzerinden tartışmaların başladığı mayıs 1945’de ortaya çıkmıştır156.14 Mayıs 1945’te görüşülmeye başlanan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, çok partili yaşama geçişte önemli bir dönemeçtir. Bu kanunun görüşmeleri sırasında parti içindeki muhalefet açıkça kendini ortaya koymuştur157. 

Bu kanun tasarısı 1945 yılı Ocak ayı başlarında Çiftçiye Toprak Dağıtılması ve Çiftçi Ocakları Kurulması adıyla TBMM’ye sunulmuştur. Bu kanun tasarısı TBMM’de oluşturulan geçici komisyonda 3 ay boyunca enine boyuna tartışılmış ve Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu adıyla 14 Mayıs 1945 günü TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlanmıştır158. 

Kanun topraksız ve az topraklı köylülerle çiftçilik yapmak isteyenlere geçimlerine yetecek kadar toprak dağıtmak ve dağıtılan toprağın sürekli işletilmesi için 
gerekli donanımı sağlamak amacındadır. Bir başka deyişle Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu büyük toprak sahiplerinin siyasi gücünü kırmak, toprak mülkiyetini üretimi artıracak şekilde yeniden düzenlemek amacıyla çıkarılmıştır. Görüşmelerde asıl kıyamet koparan 17. madde olmuştur. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun 17. maddesi aynen şöyledir: “Topraksız veya az topraklı olan ortakçılar, kiracılar veya tarım işçileri tarafından işlenmekte bulunan arazi, o bölgede 39. madde gereğince dağıtmaya esas tutulan miktarın bir çiftçi ailesinin geçinmesine ve aile fertlerinin iş kuvvetlerinin değerlendirilmesine yetecek kadar arazi kendi seçtiği yerde üç katı sahibine bırakılmak şartıyla yukarda yazılı çiftçi ve işçilere dağıtılmak üzere kamulaştırılabilir. Sahibine bırakılacak olan arazi 50 dönümden aşağı olamaz. Bu madde hükmünün uygulanmasında 15. ve 16. maddelerin hükümleri (geniş ve orta topraklarda dağıtım düzeni) işlemez. Geçici mevsim işçileri hakkında bu hüküm uygulanmaz. İşçinin geçici işçi olup olmadığını Tarım Bakanlığı belli eder.”159 Takdir edilir ki kanunun 17. 
maddesi nüfus yoğunluğunun fazla olduğu bölgelere ait çok kapsamlı hükümler içermektedir. Bu gibi bölgelerde devlete, vakıflara ve belediyelere ait topraklar ihtiyacı karşılamazsa, yarıcılar, kiracılar ve ırgatlar tarafından işlenmekte olan 2 000 veya daha az dönümlük mülkler dahi istimlak edilecek, toprakların bedelleri sahiplerine, uzun vadeli karışık bir usulle ödenecektir. 17, Maddenin gerçekten uygulanması köy ve küçük kasabalarda orta büyüklükte mülklerin yani toprak sahipleri sınıfının ortadan kalkması demektir. 17. madde 1950’ye kadar yürürlükte kalmasına rağmen hiçbir zaman uygulanmamıştır 160. 

14 Mayıs 1945’te Meclis müzakereleri başlar başlamaz. Meclis üyeleri iki gruba ayrılmışlardır. Tasarısının lehinde olanlar meseleye sosyal entelektüel açıdan 
bakanlar, sivil askeri bürokrat kökenli üyelerdir. Tasarının 17. maddesi hariç toprak reformuna karşı olmayan diğer grup ise, büyük toprak sahibi ve bazı sivil 
bürokratlardan oluşmaktadır. Muhalif milletvekilleri tasarının 17. maddesini eleştirirken, toprağın bölünmesi yerine sistemin muhafazasını ve ziraat usullerinin geliştirilmesini savunmaktadırlar. Bu muhalif görüşe göre; Mülkiyet hakkı Anayasa ve Medeni Kanunca garanti edildiği için, şahsi mülkler yerine devlet, kendi topraklarından dağıtmalı demektedirler. Bu grup milletvekilleri, kanun müzakeresinde, parti disiplinine ve nizama aykırı da olsa, savundukları hususlar için mücadele etmişlerdir161. 

Toprak Kanunu müzakereleri Adnan Menderes adında bir politikacıyı sahne ışıkları önüne çıkarmaktadır. Menderes, gerçekten de kanun üzerinde, en uzun 
konuşmayı yaparken, özellikle hükümetin son anda tasarıya müdahalesini şiddetle eleştirmiştir. Adnan Menderes konuşmasında: “Savaş bitti ve gerek milli; gerekse milletlerarası yaşayışın demokratik esaslara ve milli egemenlik ilkelerine göre yeni baştan düzenlenmesine dünyaca uygulanmakta olduğu bu günlerde olayların önüne geçmek gerektiği inancındayım... Memleketin selameti için şart olan ve son zamanlarda gelişmekte olan tartışma hürriyetini bu kanun Meclise getirilince durdurulduğunu... tekparti sistemi devam ettikçe Anayasaya aykırı olan durumun daha da esef edilecek bir hal aldığını... Toprak Kanunu hakkında ise ekilen topraklar Türkiye yüz ölçümünün %15’i 
kadardır, Hiç masrafsız ve da az masrafla Türkiye’de ekilen topraklar iki katına çıkarılabilir..” diyordu. Menderes, uzun konuşmasının diğer bir bölümünde tasarıda yer alan çiftçi ocakları hakkında da “Bu tasarı ile kurulmak istenen ocaklar geri bir zihniyete dayanmaktadır.... Bunlar Nasyonel Sosyalist rejimin, Erihhof Kanunundan hemen hemen aynen alınmış düşünce ve hükümlerdir.” demekte dir162. 

CHP içinde başlayan muhalefet hareketi Çiftçiyi Topraklandırma Kanununun TBMM’de görüşülmesi sırasında açıkça ortaya çıkmıştır. San Fransisko Konferansı’nın devam ettiği günlerde muhalefet hareketinin kendini gösterebilmesi için elverişli bir ortam hazırlanmıştır. Daha ziyade Adnan Menderes, Celal Bayar, Fuat Köprülü, Refik Koraltan gibi ileride Demokrat Parti’nin kurucusu olan muhaliflerin başlattığı bu çabalar diğer bazı milletvekilleri tarafından da ortaya konulmuştur. 1945 yılı Bütçe Kanunu görüşmeleri sırasında, aynı kişilerin Hükümete yönelik yoğun eleştiri ve bütçeye ret oyu vermeleri bunun bir göstergesi olmuştur. 163 

2.6.2 Bütçe Kanunu Görüşmeleri 

1945 yılı Bütçe Kanunu tasarısı üzerinde başlayan görüşmeler, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tasarısı sırasında ortaya çıkan muhalefet hareketinin, daha belirgin bir şekilde kendini göstermesine imkan yaratmıştır. 

Bütçe Kanunu ile ilgili görüşlerini belirtmek için kürsüye gelen Aydın Milletvekili Adnan Menderes ise mali durumumuz hakkında Bütçe Komisyonu’nun 
hazırlamış olduğu raporun, kendisinde iyi bir intiba uyandırmadığını belirterek konuşmasına başlamıştır. Bütçe ve ekonomik durumlarla ilgili görüşlerini uzun bir konuşmayla dile getiren Menderes karşılaşılan bütün aksaklıkların “… dünyada yeni açılmakta olan safhanın gereklerine ve gerçeklerine uyarak yepyeni bir zihniyetle hareket olunduğu takdirde, hiçte elverişli olmayan bu durum düzelecektir”164 demiştir. 

Bütçe ile ilgili görüşmeler TBMM’de bir hafta süreyle görüşülmüştür. Bütçe görüşmeleri sona erdiğinde İçel Milletvekili Refik Koraltan oturduğu yerden yaptığı konuşmada “Gerçekler apaçık ortada dururken bütçenin uygulanmasını hangi kurula emanet edeceğiz” diyerek, mevcut hükümetin uygulanması konusunda yeterli olmadığını belirtmiştir. Koraltan, konuşmasının bu bölümüne yapılan itirazlar ve eleştiriler karşısında, bütçe için yapılacak oylamada bu durumun açıkça belli olacağını söyleyerek, hükümet hakkındaki kanaatinde yalnız olmadığını vurgulamak istemiştir165. 

Bütçe görüşmeleri sırasında TBMM’de hükümetin politikaları sanki karşı bir partinin milletvekilleri imişçesine eleştirilmiştir Bütçe oylaması ile karşılaşılan 
muhalefet oldukça dikkat çekici bir gelişme olmuştur. Çünkü uzun yıllardan beri TBMM’nde yapılan bütçe oylamalarında Hükümetlerin bütçeleri hep ittifakla kabul edilmiştir166. Oysa şimdi hem bütçe oylaması, hem de güvenoyu için yeniden yapılan oylamada ret oyları görülmüştür167. Bütçe 7’ye karşı 359 oyla kabul edilmiştir168. Bu durum başta Milli Şef olmak üzere, CHP’li ileri gelen yöneticileri dehşete düşürmüştür. Uzun yıllar CHP Genel Sekreterliği yapan Peker’in ret oyu vermesi onları şaşırtmıştır. 

Milli Şefin Başkanlığında, oylamanın yapıldığı günün gecesi gerçekleşen toplantıda durum tartışılmış ve ret oyu veren bu yedi kişinin birlikte hareket etmelerinin CHP için büyük bir tehlike yaratacağı kanaatine varılmıştır169. Bu toplantıda CHP’ye karşı başlatılan muhalefet hareketini etkisiz kılmak adına öncelikle bu grubu dağıtmak için çalışılma yürütülmesi kararına varılmıştır. Bunun için öncelikle Recep Peker’in kazanılma. yoluna gidilmesi ve Hükümete karşı beliren havanın yumuşatılması için kabinede bazı değişikliklerin yapılması kararlaştırılmıştır 170. 

CHP ve TBMM’de başlayan bu gelişmeler basında ve kamuoyunda da merakla izlenmektedir. Muhalefetin toplu hareketleri kamuoyu ve basında yeni bir parti 
kurulacağı inancının doğmasına yol açmıştır. Özellikle basında, yeni bir partinin kurulacağına ilişkin haberler gözden kaçmamaktadır. Nitekim Son Posta’daki bir 
yazısında Ekrem Uşaklıgil İkinci Bir Parti Yapılabilir mi? başlığıyla “... Hükümetin faaliyetinden çıkan neticelere tam bir güven beslemeyenlerin, o neticeleri iyileştirmek maksadıyla bir grup halinde serbest hareket etmelerinin yurda ve partiye daha faydalı olacağı düşüncesini doğurmuş, bu düşünceden ikinci bir partinin kurulacağı, kurulmasının iyi karşılanacağı söylentilerine yol açmıştır.” demektedir. Yine bir başka gazetede çıkan haberde “İkinci partinin teşekkülü Milli Şefin nutkundan da anlaşıldığı gibi Halk Partisince iyi karşılanacaktır,” denilmektedir 171. 

Ülkedeki tek-parti yönetiminin, kendisine karşı beliren muhalefet hareketinden tedirgin olmasına yol açan diğer bir gelişmede, CHP Genel İdare Kurulu üyelerinden Manisa Milletvekili Rıdvan Nafiz Ergüder, Bilecik Milletvekili Kasım Gülek ve Urfa Milletivekili Kudsi Tecer’in bu görevlerinden istifa etmeleridir. Bu olay CHP yöneticilerinin sarsılan ve sallanan partiyi toplama konusunda acil tedbirler almak gerektiği, aksi takdirde muhalefetin her geçen gün artacağı endişesi ve kanaatine girmeleri yol açmıştır. Nitekim yönetim muhalefet hareketi içerisindeki partili milletvekilleri ile temasa geçerek, onlara parti içindeki disipline uymaları partilerini düşünmeleri ve partiden arzu ettikleri bir şey varsa bunları er geç yerine getirileceği konusunda hem bir uyarı hem de taviz taşıyan mesajlar vermiştir. Bu girişimleri özellikle Recep Peker, Emin Sazak, Y. Hikmet Bayur üzerine etkili olduğu söylenebilir172. CHP yönetimini parti içinde bir liberalleşme ve yönetim değişikliğini ele aldığını gösteren bir uygulaması da 17 Haziran 1945’te yapılacak ara seçimlerde CHP’nin aday göstermemesinin Parti Divanınca kararlaştırılmasıdır 173. 


2.6.3 Dörtlü Takrir 


CHP meclis grubunun parçalanması ve yakın gelecekte CHP’ne karşı en güçlü muhalefet partisinin kurulması, siyasi tarihimizde Dörtlü Takrir adını alan olayla başlar. 7 Haziran 1945 tarihli takrir (önerge), Celal Bayar, İ. Refik Koralaltan, Fuat Köprülü ve Adnan Menderes imzasıyla CHP Meclis Grubu Başkanlığına verilmiştir. 174 

İstekler üç noktada toplanmaktadır. Kanunlardaki ve parti tüzüğündeki antidemokratik hükümlerin tasfiyesi, Meclisin, Hükümeti gerçekten denetlemesine izin verilmesi ve serbest seçimlerin yapılması, takrirde ayrıca 1924 Anayasası’nın demokratikliğinden 1925 sonrasında gericiliği yıkmak için siyasal özgürlüklerin kısıtlandığından SCF deneyimiyle Atatürk’ün demokrasiye bağlılığından söz edilmektedir. SCF deneyiminin başarısızlığa uğramasından sonra özgürlüklerin yeniden kısıtlandığına dikkat çekilmektedir. II. Dünya Savaşının bu durumun sürmesine neden olduğu belirtilmekte, anayasanın demokratik ruhundan uzaklaşıldığı ve meclisin denetimsiz kaldığı görünüşü savunulmaktadır. Önergede savaş sonrası demokrasinin tüm dünyada biricik rejim olarak kabul edildiği ve benimsendiği ve cumhurbaşkanından 
bu yöndeki görüşlerini açıkladığı belirtilmekte; 1924 Anayasa’sının demokratik ruhuna geri dönülmesi istenmektedir. Bu amaçla meclis denetiminin sağlanması, antidemokratik yasaların kaldırılması ve CHP’nin etkinliklerinin bu ilke etrafında örgütlenmesi istenmektedir175 

CHP Genel İdare Kurulu takriri görüşmek üzere toplanmıştır. İnönü genel kurulda takrir olayını eleştirmiş, “Bunu parti içinde yapmasınlar. Çıksınlar, karşımıza geçsinler, teşkilatlarını kursunlar ve ayrı bir parti olarak mücadeleye girişsinler.” Demiştir. 176. 

Dörtlü takrir, 12 Haziran 1945 de toplanan CHP Meclis Grubunun gizli oturumunda okunup görüşülmüş, Takrir, takrircilerin oyu hariç bütün CHP’lilerce 
reddedilmiştir 177. 

Bu takririn reddedilme nedenleri üzerinde birkaç şey söylenebilir. CHP bir yandan Batı dünyasına demokratikleşme vaat etmekte, diğer yandan parti içinde çok masum sayılabilecek bir önergeyi reddetmiştir. Bu, hem Hükümetin hem de Partinin bir çelişkisi gibi görülebilir. Ama daha realist bir biçimde düşünülürse, aslında önergenin reddi çok partili hayata geçiş için bir fırsat olarak görülmelidir. Çünkü CHP de çok partili bir hayata kendi içinden çıkan bir grubun önderliğinde kurulan, bir partiyle geçilmesini istemekte ve böylece hem yeni kurulan parti CHP’nin bir türevi olmakla beraber, CHP’den küçük ve de parti içinde bütünlük sağlanmış olmaktadır. Ayrıca muhalif bir partinin CHP içinden doğması da iktidarı rahatlatır178. 

2.6.4 Birleşmiş Milletler Anayasasının Mecliste Onaylanması 

26 Haziran 1945’de imzalanan Birleşmiş Milletler anayasası, savaştan galip gelmiş devletlerin yanında, Türkiye gibi son anda savaşa katılmamış ve tarafsızlığını korumuş, demokrat ve demokratik yolda olan ülkelerde onaylanmıştır. 

Birleşmiş Milletler anayasası’nın Büyük Millet meclisinde onaylanması yakın geçmişte vukuu bulan meclis tartışmalarına bir yenisini eklemiştir. Onay, basına açık olan mecliste yapılacağı için daha önce takrir vererek dikkatleri üzerine çekmiş olan dörtler, takrirle elde edemedikleri müspet ortamı yakalamayı ummaktadırlar. Bununla birlikte, CHP üst kademesinin Çankaya’da yaptığı görüşme öncesi toplantıda, takrircilerin bu vesile ile yıpratılmaları kararlaştırılmıştır. 

Çiftçiyi topraklandırma kanununda olduğu gibi Birleşmiş Milletler Anayasasının TBMM’ indeki müzakerelerinde de dikkatleri üzerine çeken yine Adnan 
Menderes’tir. Menderes Birleşmiş Milletler Anayasası’nın kabulüyle dünyanın yeni bir istikamete doğru yöneldiğini ve Türkiye’nin kendi iç bünyesini de demokratize etmesi gerektiği görüşünü savunmuştur179. Menderes, Birleşmiş Milletler Anayasasının öngördüğü hususlar zaten bizim anayasamızda vardır demekte, ancak içinde bulunulan ortam ile yazılı anayasamız arasında bir ahenksizlik, yani uyuşmazlık vardır diye belirtmektedir. Menderes demektedir ki, CHP yönetimi ve Hükümet, anayasamızla vatandaşlara verilen hak ve hürriyetlere kısıtlamalar getirmiştir. Bu günkü durumumuz bunu göstermektedir180. 

Menderesin bu sözleri CHP sözcülerince, bir dış meseleyi ölçü alarak iç bünyeyi eleştirdiği için şiddetle tenkit edilmiştir181.. 

Nitekim yaptığı konuşmada özellikle Adnan Menderes’e karşı çıkan Ankara Milletvekili Mümtaz Ökmen “Bütün bir insaniyetin canı gönülden alkışlandığı bu 
prensipleri bu milletin 25 sene evvel kanunlaştırdığı esaslardan olarak, her vatandaşı kanun muvacehesinde bir ve her imkandan istifadeye layık kıldığı ortada iken, bir arkadaşımız (A.Menderes) neden bilmiyorum, milletler arası bir mevzunun mevzubahis olduğu bir zamanda, bizim fiili durumumuzun buna uygun olmadığını iler sürdü.” demekte, anayasalarda dahi Türk rejiminin bütün rejimleri içerisinde en gelişmişidir şeklinde kanaatini de eklemektedir. Tartışmaların devam ettiği bu ortamda, oturum başkanı Birleşmiş Milletler, Anayasasının oylamasına geçmiştir. Birleşmiş milletler anayasası, oylamada hazır bulunan 332 milletvekilinin oybirliği ile kabul edilmiştir182. 

Sonuçta Birleşmiş Milletler Anayasası Mecliste onaylandı, ama bu vesileyle CHP’nin içinde özellikle de takrircilerle demokratik telakkiler bakımından derin görüş farklılıklarının varlığı bir kere daha ortaya çıkmış oluyordu 183. 

2.7 MUHALİFLERİN CHP’ DEN İHRACI 

Kamuoyu CHP’ye karşı yapılan bütün tenkitleri iyi karşılayarak Dörtlü Takrir sahiplerini tasvip ettiğini belli etmektedir. Kamuoyunun bu tepkisinden cesaret alan Fuat Köprülü ve Adnan Menderes, takririn görüşülüp reddedilmesinden üç ay sonra, esasen hükümete karşı cephe almış bulunan gazeteci Ahmet Emin Yalman’ın sahibi ve başyazarı olduğu Vatan Gazetesi’nde, hükümeti, Başbakanı ve bazı antidemokratik kanunları tenkit yollu yazılar yayınlayarak rejime ve CHP’ye karşı muhalefetlerini iyice ve açıktan açığa ortaya koymuşlardır184. 

Parti’nin bilgisi dışındaki faaliyetlerin, direkt olarak parti disiplinini zedeleyici özellikte olduğu gerekçesiyle, A.Menderes ve F.Köprülü, basında çıkan yazılar 
dolayısıyla parti disiplin kuruluna sevk edilmişlerdir. Disiplin Kurulu, iki milletvekiline 21 Eylül 1945’te toplanacak olan parti grup toplantısında savunmalarını yapmaları için birer mektup göndermişlerdir185. 

Çok partili hayata geçiş, İnönü’nün denetiminde sürmektedir. İnönü 1 Kasım’da TBMM’ni açış konuşmasında “Bizim tek eksiğimiz, hükümet partisi karşısında bir parti bulunmamasıdır. Fakat memleketlerin ihtiyaçları sevkiyle, hürriyet ve demokrasi havasının tabii işlemesi sayesinde başka bir partinin de kurulması 
mümkün olacaktır.” Demekte ve devam etmektedir: “Tek dereceli olmasını dilediğimiz 1947 seçiminde, milletin çoklukla vereceği oylar gelecek iktidarı tayin edecektir. O zamana kadar bir karşı partinin kendiliğinden kurulabilip kurulamayacağını ve kurulursa, bunun meclis içinde mi, meclis dışında mı ilk şeklini göstereceğini bilemeyiz.”demektedir.186 

İnönü’nün kafasında şekillenen plana göre en uygunu, CHP’nin kendi kadroları içerisinden çıkacak bir grubun yeni partiyi kurmasıdır. Böylece, Cumhuriyet’in 
başından beri yürütülen modernleşme programı aksatılmayacak ve daha da önemlisi, Tek-Parti döneminin ve bu dönemdeki antidemokratik uygulamaların meşruluğunun ve hukuka uygunluğunun sorgulanması gündeme gelmeyecektir. CHP’nin içinden çıkan ve iktidara gelme şansı olmayan göstermelik bir parti kurulacaktır. İnönü, bu konuşmasıyla, Milli Kalkınma Partisi’ni adeta yok sayarak, “dörtlü takrir”i veren muhaliflere seslenmekte ve ayrı bir parti kurmalarının yerinde olacağını belirtmektedir. 
İnönü, kontrolünün kolay olacağını düşünerek, CHP’den kopan grubun yeni bir parti kurmasını daha uygun bulmaktadır 187. 

Metin Toker’ in “İnönü’ ün emriyle” yazıldığını söylediği Ulus başyazısında, “Celal Bayar’ın Kemalizm davasına ve Türk devrim geleneklerine uygun bir muhalefet 
partisi kurmaya ve işletmeye muvaffak olmasını biz de en aşağı kendisi ve arkadaştan kadar dilemekteyiz. Celal Bayar bizim partimizde fazileti, dürüstlüğü ve ülkücülüğüyle şöhret kazanmıştır. Karşımızda bu vasıfta bir liderin muhalefet partisini kurmasından memnun olmamak imkanı var mıdır?” Denilmektedir 188. 


BÖLÜM DİPNOTLARI;

146 Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları, Tek Partiden Çok Partiye Geçiş, 1944-1950, 3. basım Ankara: Bilgi Yayınları, 1990, s.37. 
147 Toker, a.g.e., s. 38-39. 
148 Çufalı, a.g.e., s.39.
149 Osman Akandere, Milli Şef Dönemi, Çok Partili Hayata Geçişte Rol Oynayan İç ve Dış Etkenler 1938-1945 İstanbul: iz Yayıncılık, 1998, s.347. 
150 Sina Akşin, Yakınçağ Türkiye Tarihi 1908 -1980, İstanbul: Doğan Medya, Kelebek Matbaacılık, s.178. 
151 Ahmet Yeşil, Türkiye’de Çok Partili Siyasi Hayata Geçiş, Ankara: TC Kültür Bakanlığı Yayınları 897, Kültür Eserleri Dizisi/114, Özyurt Matbaacılık, 2001. s.53. 
152 Akandere, a.g.e., s.353-354. 
153 Tökin, a.g.e., 353-354 
154 Akşin, a.g.e., s.174-175 
155 Karpat, a.g.e, s.128. 
156 Çufalı, a.g.e., s.40.157 Torun, a.g.e., s.209. 
158 Mahmut Goloğlu, Milli Şef Dönemi (1934-1945), Ankara: Kalite Matbaası, 1974, s.344. 
159 Timur, a.g.e, s.197. 
160 Doğan avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, İstanbul: Tekin Yayınları,1987, s.495. 
161 Karpat, a.g.e., s.108. 
162 Ekinci, a.g.e.,s.293.163 Akandere, a.g.e., s.366. 
164 Koçak, a.g.e., s.384. 
165 Goloğlu, a.g.e. s.350-352.
166 Karpat, a.g.e.,s.129. 
167 Tekin Erer, Türkiye’de Parti Kavgaları, Ankara: Ticaret Postası Matbaası, 1963, s.71. 
168 Ahmad, a.g.e. s13 
169 Erer,a.g.e., s.71. 
170 Koçak, a.g.e., s.385. 
171 Erer,a.g.e., s.68. 
172 a.g.e. ,s.73. 
173 koçak, a.g.e., s.385. 
174 Mahmut Goloğlu, Demokrasiye Geçiş 1946-1950, İstanbul: kaynak yayınları, 1982 ,s.50-51. 
175 Goloğlu, demokrasiye geçiş, a.g.e., s.34. 
176 Toker, s.67. 
177 Ünal, a.g.e., s.207. 
178 Mustafa Çufalı, a.g.e., s.46-47. 
179 Yeşil, a.g.e., s.55-56. 
180 Akandere, a.g.e.,380-381 
181 Yeşil, a.g.e., s.56 
182 Akandere, a.g.e., s.381-382. 
183 Yeşil, a.g.e., s.56-57. 
184 Karpat, a.g.e. ,s.131. 
185 Tunaya a.g.e., s.648. 
186 Çufalı, a.g.e., s.60.187 Ünal, a.g.e., s. 212. 
188 Taner Timur, Çok Partili Hayata Geçiş, İstanbul: İletişim Yayınları, 1991, s.31. 

7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder