İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI ÇOK PARTİLİ YAŞAMA GEÇİŞTEKİ DIŞ ETKENLER BÖLÜM 2
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI ÇOK PARTİLİ YAŞAMA GEÇİŞTEKİ DIŞ ETKENLER BÖLÜM 2
1.2 OSMANLI SONRASI YENİ TÜRK DEVLETİ
İtilaf Devletleri Ocak 1919’dan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nu nasıl paylaşacaklarını görüşmeye başlamışlardı. Mayıs 1919’dan itibaren de paylaşmaya, yağmaya dönüşmüştür. Buna karşılık Osmanlı Devlet adamları ve Padişah, her isteneni yerine getiren, kaderini İngiltere’nin eline terk eden bir politika içindedir. Osmanlı Devleti’nin bu politikasının dışında, ülkenin kurtuluşu için başka politikalar da oluşmuştur. Amerikan mandası isteyenler ve yöresel kurtuluş çaresi arayanlar bunlardan en önemlileridir. Bunların izlediği politikanın esasını da yine Osmanlı İmparatorluğu ve Padişah kavramları oluşturmaktadır.
Bu durum karşısında M. Kemal Paşa Anadolu’ya çıktığında bütün bu politikaların dışında, yeni inanç ve programa dayanan bir politikanın esaslarını ortaya
koymaktadır. Atatürk bu politikanın esaslarını “hakikat-ı halde, içinde bulunduğumuz tarihte, Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuştu...
Osmanlı Devleti onun istiklali, padişah, halife, hükümet, bunlar hepsi kavramı kalmış bir takım anlamsız sözlerden ibaretti... O halde ciddi ve gerçek karar ne
olabilirdi? Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da ulusal egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak”29 sözleriyleaçıkça ortaya koymuştur. Görülüyor ki Atatürk’ün politikasının esasını tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak düşünce ve eylemi oluşturmaktadır. Amasya Genelgesi ile ulusal bağımsızlık ve ulusal egemenlik düşünceleri açıklanmış, Erzurum, Sivas Kongreleri ile ilan edilmiş ve Büyük Millet Meclisi.’nin açılışı ile meşru bir temelde somutlaşmıştır. Yeni Türk devleti tam bağımsızlık ilkesini esas alırken, Misak-ı Milli ile de sınırlarını gerçekçi bir biçimde çizmiştir.
1921 yılı Türkiye’nin cephelerde ve dış politikada büyük başarılar elde ettiği bir yıl olmuştur. 1. ve 2. İnönü muharebelerinin ve Sakarya muharebesinin kazanılması dış politikada çok olumlu sonuçlar vermiştir30.
1.2.1 1921 Anayasası
1921 Anayasa’sının tek amacı, devlet içindeki milli birlik ve iradeyi ifade edecek otorite kaynağı belirlemek olmuştur31.
Anayasa’nın 3. maddesi, öncelikle “ Türkiye devleti” demek suretiyle gerçekte fiilen sona ermiş olan Osmanlı devletini hukuken de ortadan kaldırmış32 ve
koyduğu hükümlerle yeni devlette egemenliğin kaynağını, kullanılışını ve arzulanan siyasi rejimi belirlemiştir. Bu kapsam dahilinde ki maddeleri irdelediğimizde:
Madde 1 de “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yürütme milletin kaderini doğrudan, kendisinin yönetmesi temeline dayanır”33 demektedir. Her ne kadar 1921 Anayasası son maddesi 5 Eylül 1920 tarihli Nisab-ı Müzakere Kanunu’nun varlığını kabul etmiş, kanunda Meclis’in amacının saltanat ve hilafeti kurtarmak olduğu vurgulanarak, padişahlık kurumu açıkça yıkılamamışsa da, Anayasa gerçekte egemenliğin, siyasi iktidarın kaynağı, sahibi, oluştuğu yer ve konularında getirdiği hükümlerle monarşi prensibini ve saltanatı ortadan kaldırıcı nitelik taşımaktadır34.
Maddenin 2. Fıkrası ise, idare usulünün halkın kendi kendini yönettiği bir halk idaresi olduğunu belirtmek suretiyle, bir demokrasi rejimi kurma idealini vurgulamaktadır35.
Anayasa bir halk idaresi kurmak konusunda o kadar ileri gitmiştir ki, illerdeki ve bucaklardaki yönetimin seçilmiş yönetici meclislere bırakılmasını ve bu meclislerin eğitim, sağlık, ekonomik, sosyal yardım gibi işlerin yürütülmesinde etkinliğini sağlayacak öneriler getirmiştir. Fakat bunlar Kurtuluş Savaşı’nın o dönemdeki havası içinde uygulanamamış tır36.
Egemenliğin millette olduğunu belirttikten sonra Anayasa bunun kullanımı konusunu da açıklığa kavuşturmuştur. Anayasanın 2. Maddesinde “yasama ve
yürütme yetkisi milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi’nde belirir ve toplanır.” denmekte, 3. Maddesinde ise” Türkiye devleti Büyük Millet Meclisi tarafından yönetilir ve Hükümeti, Büyük Millet Meclisi Hükümeti ismini taşır37.” ifadeleri yer almaktadır.
Egemen milletin temsilcisi BMM, millet adına iktidarı kullanacak tek otorite olarak benimsenirken, Anayasa 23 Nisan 1920’de Meclis’in açılması ile yaratılan
düzenin biçimlendiği güçler birliği ilkesi ve bunun sonucu oluşan Meclis Hükümeti sistemini korumuş ve bunu hukukileştirmiştir.
1.3 SALTANATIN KALDIRILMASI VE CUMHURİYET
Anadolu’da Yunanlılara karşı zafer kazanılması, Ankara hükümetinin kendine olan güvenini arttıran gelişmelerdir. Aynı zamanda padişahın, Ankara Hükümetine destek vermek yerine, işgalcilerle onu baltalama girişimlerinde bulunması ve imparatorluğun kurtuluşunda yapıcı hiç bir faktörü bulunmaması, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kendilerini pek çok girişim için yeterli görmelerini sağlayacak nedenleri oluşturmaktadır38.
Daha 1921 Anayasa tasarısının görüşülme evrelerinde, hilafet-saltanat makamlarının fonksiyonunun ne olacağı tartışmaları içinde Mustafa Kemal bu
makamların sorumsuzluğunu çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. 25 Eylül 1921 tarihli konuşmasında “Türk milletinin ve onun tek temsilcisi bulunan yüce
Meclis’in vatanın ve milletin istiklalini, hayatını kurtarmaya çalışırken, hilafet ve saltanatla, halife ve sultanla bu kadar çok meşgul olması sakıncalıdır.
Şimdilik bunlardan hiç söz etmemek yüksek menfaatlerimiz gereğidir. Eğer maksat, bugünkü Halife ve Padişah’a bağlılık ve sadakatten ayrılmadığını söylemek ve belirtmekse, bu zat haindir. Düşmanların vatan ve millet aleyhinde kullandıkları bir maşadır.”39 Demektedir
Mustafa Kemal, bu koşullar altında, içinde kendisinin de bulunduğu 80 kişinin imzasını taşıyan bir önergeyi Meclis’e sunmuştur. Önergede, Osmanlı devletinin
sona ermiş olduğu, Türk devleti adıyla “ Milli Halk Hükümeti’nin” kurulduğu belirtildikten sonra, yeni Türk devletinin “ Milli Sınırlar” içinde Osmanlı devletinin varisi olduğu açıklanmıştır. Yine önerge, padişahın tüm egemenlik haklarını millete vermiş olduğu için tarihe göçtüğünü, İstanbul ve çevresinin de Büyük Millet Meclisi’ne aidiyetini vurgulayarak, Türkiye Hükümetinin Hilafet makamını yabancıların elinden kurtaracağını ilan etmiştir40.
Doğal olarak Meclis’de bu konuda hem fikir bir oluşum sağlamak pek kolay olmamıştır. Saltanatçı ve hilafetçi milletvekilleri bu iki makamın ayrılamayacağını, şeriat kuralları gereğince halifeliğin hükümet etmek anlamını taşıdığını ve siyasal gücün halifelikten arındırılmasının İslamı bölücü bir unsur teşkil edeceği tezini savunarak, hükümetsiz bir halifenin olanaksızlığını ileri sürmüşlerdir. Bu tartışmalar saltanatın kaldırılması sonrasında da varlığını sürdürmüştür41.
Sergilenen tüm bu gerçeklere rağmen, Meclis içindeki saltanatçı ve hilafetçi milletvekillerinin hala aynı tezi savunmaları üzerine karar, Mustafa Kemal’in kesin ve inançlı konuşması ile sonuçlanmıştır. Mustafa Kemal, “Hakimiyet ve Saltanat hiç kimse tarafından, hiç kimseye ilim gereğidir diye, görüşmeye ve tartışmayla verilmez. Hakimiyet, Saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğlulları, zorla Türk milletinin hakimiyet ve saltanatına el koymuşlardır. Bu zorbalıklarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir. Şimdi de Türk milleti bu saldırganlara isyan ederek ve artık dur diyerek, hakimiyet ve saltanatını fiilen kendi eline almış bulunuyor. Bu bir oldu bittidir. Söz konusu olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir.
Mesele, zaten oldubitti haline gelmiş olan gerçeği kanunla ifadeden ibarettir. Bu mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii olarak
karşılarsa, sanırım uygun olur. Aksi taktirde, yine gerçek usulüne uygun olarak ifade edilecektir. Fakat, belki de bazı kafalar kesilecektir.”42 Demektedir.
Her ne kadar, bu makamın ortadan kaldırılması Mustafa Kemal’in arzu ettiği oya dayalı, seçimli bir düzene karşıt olarak “ bir takım kafaların kesileceği” tehdidi
ile alınmışsa da, bu demokratik olmayan tutum, gerçekte devrim hareketinin zorunlu bir sonucudur.
Bu bağlamda bir devrim öncüsü olan Mustafa Kemal’in kendi deyimiyle “ Türk milletini son asırlarda geri bırakmış müesseseleri yıkarak yerlerine, milletin en
yüksek medeni gereklere göre ilerlemesini temin eden yeni müesseseleri koymuş olmak”43 şeklinde ifade ettiği devrim anlayışının ve bu devrimin güttüğü amacın meşruluğu ortadadır. Bu amaç, milletin en yüksek medeni gereklere göre ilerlemesini sağlamaktadır.
1.3.1 Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurulması
Saltanatın kaldırılması devletin yönetimin biçiminin ne olacağı sorununu gündeme getirirken, zaman içinde Meclis’de çeşitli tartışmaların oluşumuna da neden olmuştur.
Meclis içindeki çevreler, saltanatın kaldırılması ile devlet başkanlığı makamının boşaldığına inanmaktalar, bu makamla halifelik arasında bir bağ kurulması
arzusuyla, halifeye siyasi otorite tanıma amacını gütmektedirler44.
Bu açıdan mümkün olan en kısa sürede, gerçekte TBMM’nin açılışından beri adı söylenmemekle birlikte, kurulu düzenin taşıdığı anlamın ve adının açıklığa kavuşturulması zorunluluğu doğmaktadır. Mustafa Kemal “ Nutuk” adlı eserinde
saltanat döneminden Cumhuriyet dönemine geçişi anlatırken, kurulu düzenin adının gerçekte belli olduğunu şöyle ortaya koymaktadır:“ Devlet idaresini, Cumhuriyet’ten söz etmeksizin milli hakimiyet ilkeleri çerçevesinde her an Cumhuriyet’e doğru yürüyen rejim etrafında yoğunlaştırmaya çalışıyorduk”45 demektedir.
Çözümün Meclis’in o dönemdeki kadrosuyla gerçekleşmesinin olanaksızlığı anlaşılmıştır. Kurtuluş Savaşı’nda etkin olan Meclis artık yorulmuş ve gerçekleştirilmek istenen devrimler karşısında tavır göstermeye başlamıştı. Bu nedenle Cumhuriyet yönetimini ve onun arkasından gelecek devrimleri destekleyecek bir meclisin kurulması için seçimlerin yenilenmesi ve Mustafa Kemal’in yanında yeni bir siyasi kadronun oluşması için girişimlere başlanmıştır. Bu sırada ulusal mücadelenin zaferini belgeleyen Lozan Barış Antlaşması’nın 24 Temmuz 1923 ‘de kabul edilmesi, Mustafa Kemal’in yapacağı girişimleri motive edici bir unsur olmuştur. Bundan bir ay sonra, 9 Eylül 1923’de ise Halk Fırkası kurulmuş ve yapılan seçimlerde Meclis’te çoğunluğu eline geçirmiştir46.
1923 yılı Ekim ayında oluşan bir hükümet bunalımı Meclis Hükümeti sisteminin yetersizliğini açıkça göstermiştir. Mustafa Kemal bu sorunun çözümü olarak,
devlet başkanının başbakanı atadığı başbakanın ise belirli bir program dahilinde uyumlu çalışabilecek hükümeti kurduğu ve bunu devlet başkanlığı makamına onaylatıp, meclisin onayına sunduğu kabine yöntemidir. Bu sistemin varlığı ise Cumhuriyetin ilanını zorunlu kılacaktır47.
Kanun tasarısı 28 Ekim’i, 29 Ekim’e bağlayan gece Mustafa Kemal ve İsmet Paşa’nın birlikteliği ile hazırlanmıştır. 29 Ekim 1923 günü, 364 sayılı kanun gereğince Cumhuriyet ilan edilmiştir48.
29 Ekim 1923’de kabul edilen Cumhuriyet, hükümdarlığın reddi anlamını taşıyan hükümet şekli olarak belirlenmekle birlikte, milli egemenliği, halk egemenliğini
yani demokrasiyi oluşturmaktadır. Mustafa Kemal, “ Demokrasi prensibinin en modern ve mantıklı uygulamasını temin eden hükümet şekli, cumhuriyettir. Cumhuriyette son söz, millet tarafından seçilmiş meclistedir”49 demek suretiyle yaratılan yönetim biçiminin renginin, yönünün ve temel amacının demokrasi olduğunu vurgulamaktadır.
1.3.2 Halifeliğin Kaldırılması
1921 Anayasası, 1 Kasım 1922 tarihli saltanatın kaldırılmasına ilişkin karar ve 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı, yeni devlet kaynağı millet temelinde bulan yeni bir egemenlik anlayışı getirmiştir. Bununla birlikte saltanatla birleşik olan halifelik makamı, halkın dinsel duyarlılığının bir sonucu olarak, saltanatla birlikte kaldırılamamış ve bu girişim için belirli bir süre beklenilmek durumunda kalınmıştır.
Cumhuriyet aleyhtarı duyguyu kısmen, halifenin gelecekteki konumuna ilişkin kaygı körüklemektedir. Birçok kimse, kuşkusuz İstanbul’dakiler, hanedana duygusal şekilde bağlı bulunmakta, ama ayrıca halifenin, Mustafa Kemal’in siyaset sahnesindeki üstünlüğüne karşı olası tek karşı ağırlık olduğuna da inanmaktadırlar 50.
Abdülmecit ise arkasında bulunan bu destekten güç alarak gösterişli törenler düzenleyerek, basına iddialı demeçler vermektedir. Özellikle İngiltere’nin etkisiyle Hindistan Müslümanlarının Halife’ye bağlılıklarını bildirmesiyle birlikte Halife, ödeneklerinin arttırılmasını talep etmiştir. Bu konu üzerinde İsmet Paşa ile Mustafa Kemal arasındaki yazışmalardan Mustafa Kemal’in Halife’yi açıkça ikaz ettiğini gözlemlemekteyiz: “Halife kendi özel hayatı ve dış yaşayışı ile ecdadı padişahların yolunu tutmuş görünmektedir. Cuma alayları, yabancı devlet temsilcileri yanına memurlar göndererek ilişkiler kurmak, gösterişli gezintiler, saray hayatı, sarayında yedek subaylara varıncaya kadar kabul etmek, onların şikayetlerini dinleyerek onlarla birlikte ağlamak gibi davranışlar bu cinstendir... Halife ve bütün dünya kesin olarak bilmelidir ki, bugün var olan ve korunmakta bulunan Halife’nin ve halifelik makamının gerçekte ne dini ve ne de siyasi bakımdan hiç bir anlamı ve varolma gerekçesi yoktur. Türkiye Cumhuriyeti safsatalarla varlığını ve istiklalini tehlikeye atamaz. Bizde hilafet makamı olsa olsa tarihi bir hatıra olmaktan öteye bir önem taşıyamaz”51 demektedir.
Hilafetin Meclis tarafından kaldırılmasının güçlüğünü gören Mustafa Kemal, 15–20 Şubat 1924 tarihleri arasında İzmir’de düzenlenen ve bütün komutanların
katıldığı Harp oyunlarında halifeliği kaldırma kararını Türk Silahlı Kuvvetlerinin onayına sunmuştur. Mustafa kemal silahlı kuvvetlerin yüksek komutan heyeti tarafından onaylanan kararını, meclise getirmiştir52.
Mustafa Kemal Ordudan da aldığı destekle yeni yasama yılının, 1 Mart’ta açılmasının hemen ardından beklenen kararını bildirmiş, hilafet kaldırılarak, Osmanlı hanedanı mensuplarına ülkeden gitmeleri emredilmiştir53.
1.3.3 1924 Anayasası
Milli egemenlik ilkesine dayanan ilk anayasa olarak değerlendirilen 1924 Anayasası’nın 3, 4, 5, 6, 7. maddeleri egemenliğin kaynağı ve kullanılışına açıklık getirirken, meclis üstünlüğü ilkesiyle parlamentarizmin nasıl bir arada bulunduğunu da sergilemektedir.
1924 Anayasası’nın parlamentarizme kayan yapısını yasama ve yürütme arası ilişkilerde ve Cumhurbaşkanının konumunda da görmektedir. Şöyle ki, Anayasa’nın 44. maddesi Başbakanın Cumhurbaşkanınca Meclis üyeleri arasından tayin olunacağı, hükümet üyelerinin ise Meclis’çe değil, Başbakanca hazırlanıp, Cumhurbaşkanının onayına sunulduktan sonra, Meclis’in güveninin istenileceği bir sistem yaratılmıştır.
Diğer yandan Anayasa’nın 46. maddesinde parlamenter sisteme uygun olarak Başbakanın ve Bakanlar Kurulu’nun sorumlulukları düzenlenmiş ve bu kişilerin
hükümetin genel siyasetinden hep birlikte, kendi bakanlıklarıyla ilgili işlem ve eylemlerden tek başlarına sorumlu olacakları kabul edilmiştir 54.
Yine meclisin hükümeti her zaman denetleyip, düşürebileceği ilkesini kabul eden Anayasa, bu yönüyle de parlamenter sistemin temel bir kuralını da yerine
getirmektedir55. Bu niteliklere sahip olan Anayasa’nın 1921 Anayasası’ndan farklı olarak, milli egemenlik ilkesini, Anayasanın milli egemenlik ilkesine 1921
Anayasası’ndan daha az önem verdiği biçimde yorumlanmaktadır. Anayasa’nın 1. maddesinde Türkiye devletinin bir Cumhuriyet olduğu belirtilmek yoluyla, milli egemenliği geliştirmenin Cumhuriyet rejimiyle gerçekleştirilmesi düşünülmüştür 56.
1.3.4 Halk Fırkası
1.TBMM döneminde iç ve dış gelişmelerin dayattığı zorlamalar, yeni bir meclisin oluşturulmasını gerekli hale getirmiştir. Ancak, Halk Fırkası’nın kurulması
kararına, mecliste seçim kararı alınmadan önce gruplaşmaların ve tartışmaların yoğunluk kazandığı bir dönem olan 1922 yılının sonlarında varılmıştır. 1 Nisan 1923’te mecliste seçim kararı alındıktan sonra Mustafa Kemal, Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti reisi sıfatıyla 8 Nisan 1923 tarihinde bir beyanname yayınlamıştır57.Dokuz ilkeden oluşan ve Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Grubu’nun Halk Fırkası’na dönüşeceğini açıklanmıştır. Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti, özellikle mecliste bir grubu oluştuktan sonra bir siyasal parti görünümü kazanmasına rağmen, daha sonraları Halk Fırkası’na dönüşmesi, hukuki ve pratik bazı zorunlulukların ve beklentilerin bir sonucudur. Oldukça farklı kimliklere sahip insanlardan meydana gelen ve belli bir programa sahip olmayan bir cemiyete göre, yeni bir partinin getireceği daha fazla disiplin ve homojenliğin sağlayacağı siyasal iktidarın güçlendirilmesinde ve sürekliliğinin sağlanmasında önemli araçlardan biri olmuştur58.
Halk fırkası 1 Ağustos 1923 tarihinde yenilenen ve İkinci Grubun tümüyle tasfiyesi ile sonuçlanan seçimlerden sonra, Meclis’in bütününü oluşturmuştur.
Meclis’teki bu çoğunluk 9 Eylül 1923 tarihinde bir siyasi partiye dönüşmüş ve Halk Fırkası resmen kurulmuştur59.
1924 yılı 10 Kasım’ında, “ Cumhuriyet” sözcüğünün Fırka adına eklenmesi ile Cumhuriyet Halk Fırkası adını alan parti60 iki kısa süreli muhalefet hareketi dışında 1946’lara kadar tek parti olarak iktidarı elinde bulundurmuştur.
Halk Fırkası iktidarda bulunduğu süre içinde, devrimle 3 Mart 1924 tarihinde Halifeliğin kaldırılması ile laikleşme sürecindeki ilk adım atılmış, laiklik ancak 5 Şubat 1937 tarihinde bir anayasa ilkesi olabilmiştir.61
İslam alemi için özel bir kutsallık taşıyan Cuma günü yerine Pazar gününün hafta tatili olarak kabul edilmesi, 1925 tarihinde Hicri ve Rumi takvimlerin yerlerini
Miladi takvime bırakılması, 1931 değişikliği ile de ölçülerde yaratılan değişimler devrim hareketleri içinde önem dereceleri tartışılır olmakla birlikte, İslam
geleneklerinden ayrılma yönünde bir gelişimi sergilerken, batı dünyasına büyük ölçüde yakınlaşma anlamı da taşımaktadır62.
3 Mart 1924 tarihinde Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun( Eğitimin Birleştirilmesi Kanunu) çıkarılması, tüm eğitimin Maarif Vekaletinin denetiminde toplanması, bütüncü bir eğitim sistemi kurmak konusunda gerçekleştirilen ilk adımlardır. Tevhidi Tedrisat Kanunu’nda dini eğitim kurumları olan medreselerin kapatılmasına ilişkin açık bir hüküm olmamakla birlikte, bu kurumlara ayrılan ödeneğin Maarif Vekaleti’ne devredilmesi doğal olarak bu kurumların yaşamasını engellemiştir63.
Türk dilinin yapısına uygun Latin kökenli harflerin 1 Kasım 1928 tarihli yeni alfabenin kabul edilmesi ve 1 Ocak 1929 tarihinden başlayarak Millet Mekteplerinin açılması ile halkın toplumda her alanda etkinleşmesini sağlamayı amaçlayan ilk adım bu şekilde atılmıştır 64.
Hukuk alanındaki düzeltim çalışmaları yabancı hukuk kaynaklarının Türkçeleştirilip benimsenmesi yoluyla oluşturulmuştur. Türk Medeni ve Borçlar
Kanunları İsviçre’den, Ceza Kanunu İtalya’dan alınarak, hepsi 1926 yılında yürürlüğe sokulmuştur 1927’de yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun İsviçre’den, 1929’da kabul edilen Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun ise Almanya’dan alındığı görülmektedir 65.
BÖLÜM DİPNOTLARI;
29 Mustafa Kemal Atatürk ,Nutuk(1919-1920), Cilt 1. Haz. Zeynep Korkmaz. Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1984, s.9
30 Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, a.g.e. s,294-295.
31 Bülent Nuri Esen, Türk Anayasa Hukuku, 2. bs., Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1071, s.61 – 62.
32 Esen, a.g.e., s.62
33 Kemal Dal, Türk Anayasa Hukuku, Ankara: A.Ü. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları, 1978, s.36
34 Yavuz Abadan ve Bahri Savcı, Türkiye’de Anayasa Gelişmelerine Bir Bakış, Ankara: A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1959,s.61
35 Esen, a.g.e., s.61- 62
36 Mümtaz Sosyal, Anayasaya Giriş 2. Bası: A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1969. s.159-160
37 Dal, a.g.e.,s.36
38 Anıl Çeten, Atatürk ve Cumhuriyet, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1981, s.220
39 Atatürk, Nutuk, a.g.e, s.385
40 Çetin Özek, Devlet ve Din, İstanbul: Ada Yayınları s. 469–470
41 A.g.e. s.472
42 Atatürk, Nutuk, a.g.e, s.468
43 Ayşe Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, 3. Basım., Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 1981, s.259.
44 Çeten, a.g.e, s.229.
45 Atatürk, Nutuk, a.g.e, s.477
46 Çeçen, a.g.e. s.232 – 233.
47 kili, a.g.e. s.154
48 Yavuz Abadan-Savcı. a.g.e., s.68
49Ayşe Afetinan, Medeni Bilgiler ve M.kemal Atatürk’ün El Yazıları,2. Basım, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1988.s.3250 Zürcher, a.g.e., s.244.
51 Atatürk, Nutuk, S.572.
52 Ümit Özdağ, Ordu Siyaset İlişkileri,İstanbul: Bilge Oğuz yayınları, 1998, s.3
53 Zürcher, a.g.e., s.245.
54 Sosyal, a.g.e., s. 172 173
55 Mümtaz Sosyal, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, 6.basım,İstanbul: Gerçek Yayınevi,1986 s,44.
56 Hamza Eroğlu, Milli Egemenlik İlkesi ve Anayasalarımız, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları sayı 1,cilt:1,
kasım 1984 s.152
57 Esat Öz, Türkiye’de Tek Parti Yönetimi ve Siyasal Katılım, 1.Basım Ankara: Gündoğdu Yayınları,1992 s. 82
58 Öz, a.g.e.,s.87.
59 Erdoğan Teziç,100 Soruda Siyasal Partiler, İstanbul: Gerçek Yayınevi,1976 , s.236
60 Atatürk, Nutuk, C2, s486
61 Mete Tuncay,T.C.’de Tek Parti Yönetiminin Kurulması(1923-1931), Cem Yyn., İstanbul: 1990 s.225-227
62 Eroğlu, Türk İnkılabı Tarihi, a.g.e. s.325-326.
63 a.g.e., s.30 309.
64 Kili, a.g.e., s.170-171
65 Eroğlu, a.g.e., s.303.
3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder