İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI ÇOK PARTİLİ YAŞAMA GEÇİŞTEKİ DIŞ ETKENLER BÖLÜM 4
2. II. DÜNYA SAVAŞI SONRASI YENİ DÜNYA DÜZENİ VE TÜRKİYE
2.1 ULUSLARARASI ORTAM VE TÜRKİYE
II. Dünya Savaşı, 1945 yılının başlarında müttefiklerin galibiyetiyle sonuçlanmıştır. Ancak galipler de dahil olmak üzere bütün Avrupa devletleri büyük yıkıma uğramışlardır. Savaştan önce kuvvetler dengesini sağlayan devletler güçlerini yitirmiş ve savaş sonunda iki büyük süper güç ortaya çıkmıştır.
Bunlar Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyetler Birliği (SSCB) 'dir.96 Savaşın sonucu yalnızca Avrupa'da hegemonya kurmak isteyen Almanya ve
İtalya ile, Uzakdoğuda hegemonya peşinde koşan Japonya 'nın yenilgisi anlamına gelmemektedir, aynı zamanda bu ülkelerin ideolojisi olan Faşizmin ve
ırkçılığın da yenilgisi anlamına gelmektedir. 2. Dünya Savaşının demokrasi cephesinin zaferiyle sonuçlanması, dünya genelinde demokrasi
eğilimlerinin artması sonucunu doğurmaktadır.97 1945 yılında İngiltere’nin yeni Başbakanı M. Attlee Avrupa’da demokrasiye ne kadar önem verdiklerini şu
sözlerle ortaya koymaktadır: “Avrupa’da birçok hükümetler vardır ki halk seçimlerinden vücut bulmuş sağlam temellere dayanmıyorlar. Her tarafta milletlerin arzusunun muzaffer olmasına yardım etmek niyetindeyiz. Serbest seçimlere dayanan ve harap olan Avrupa Kıtasının imarına iştirak edecek demokrat hükümetlerin kurulmasını temenni ediyoruz.”98 demektedir.
1945 yılından itibaren uluslararası politikada hızla değişen güç dengesi, Türkiye’nin savaş boyunca izlediği dikkatli ve hassas denge politikasını artık olanaksız kılmakta, dahası bu tür bir politikanın temellerini ortadan kaldırmaktadır99.
Türkiye de batıdaki değişime ayak uydurmak zorunluluğunu hissetmektedir.
Türkiye savaş sırasında özellikle Almanya ile ilişkilerini müttefiklerin istediği bir biçimde değil, Türkiye’nin kendi çıkarları istikametinde bir tutum takınmıştır.
Önceleri İngiltere daha sonra SSCB Türkiye’nin savaşa girmesini ısrarla istemişlerdir100.
Buna rağmen Türkiye savaşa girmek bir yana Almanya ile ilişkilerini sıcak tutmaya çalışmıştır. Türkiye daha savaşın ikinci yılı dolmadan 18 haziran 1941
tarihinde Almanya ile on yıllık dostluk anlaşması imzalamıştır. Bu anlaşmanın Almanya’ya şu yararı vardı ki sağ kanadını güvence altına alan Almanya,
22 Haziran’da Sovyetlere saldırmıştır.101 Türkiye ayrıca Almanya’ya krom ihraç etmektedir. Bu ihraç da ancak ABD ve İngiltere’nin 19 Nisan 1944 tarihli notası sonucu durdurulmuştur.102 Bu gelişmeler batı dünyası tarafından unutulmamıştır. İngiliz Başbakan Churchill, Avam kamarasında yaptığı konuşmada, Türkiye’ye savaşa girme konusunda baskı yapmadıklarını, bunun Türkiye’nin kendi kararı olduğunu, ama savaş bittiğinde Türkiye’nin durumu Müttefiklere katılmış olması halindeki kadar kuvvetli olmayacağını ihtar etmiştir103. Tüm bunlar göz önüne alındığında savaş sonunda Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini geliştirebilmesi için Batılı değerleri diğer ülkelere göre daha fazla benimsemesi gereği doğmaktadır.104
Dünya savaş sonuna doğru demokrasi bağlamında bir değişim içerini doğru ilerliyor, faşizm ve benzeri rejimler demokrat ülkelerin kamuoylarında tepki ile
karşılanıyordu. Mihver devletlerine savaş açmasına karşılık Türkiye, demokratik bir yapıya sahip değildir ve II. Dünya Savaşını çıkmasına neden olmuş Totaliter diktatörleri anımsatan bir yapıya sahip olması da, yeni kurulacak dünya düzeninin ilkeleriyle uyuşmamaktadır. Parti ile devletin kaynaştığı Milli Şef varlığın resmi olarak varlığını koruması, Almanya’nın Führeri, İtalya’nın Duçe’si gibi bir ilişkilendirmeyi ortaya koymakta dır105.
Savaşın sonlarına doğru Türkiye, savaşı Mihver devletlerinin kaybedeceğini, özellikle Nazi Almanya’sının yenilgisi, Avrupa dengesinde büyük bir boşluk meydana getireceğini görmektedir. Dolayısıyla, bu boşluktan Sovyet- Rusya yararlanacaktır. Yenilmiş olan Fransa ile, savaşın ağır zahmetleriyle iyice yıpranmış İngiltere yeni bir Avrupa dengesini kurmaları mümkün görülmemektedir. O halde Sovyet emperyalizminin kendisine yönelen tehdit ve tehlikeleri karşısında, Türkiye için en iyi yol, Sovyet- Rusya’dan çok daha güçlü bulunan ABD ‘ye dayanmaktır. Savaşın son yıllarından itibaren Türk dış politikasının yöneldiği
doğrultu bu olmuştur.106
2.2 TÜRKİYE ÜZERİNDE SOVYET TEHTİDİ
2.2.1 1925 Tarihli Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşmasının Tek
Yanlı Feshi
Büyük ve kuvvetli bir Sovyet-Rus İmparatorluğu ile sınır komşuluğu, Türk dış politikasını idare edenlerin her zaman göz önünde tutmak gereğini duydukları,
kaçınılmaz bir zorunluluktur. Türkiye Cumhuriyeti ile SSCB arasındaki iyi komşuluk ilişkileri, iki dünya savaşı arasındaki dönemde, bir yandan milletler arası durumun etkisiyle, öte yandan Türk yöneticilerinin Sovyetleri ürkütmemek için gösterdikleri devamlı dikkat sayesinde hiç bozulmamıştır. Bu dönemde, her
şeyden önce kendi ülkesinde kurduğu komünist düzeni koruyup geliştirmekle meşgul olan Sovyetler, Türkiye’nin bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygılı görünmüştür. 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan Türk-Sovyet Dostluk ve İşbirliği Anlaşması ve 1925 yılı Aralık ayında imzalanan Türk-Sovyet dostluk ve Saldırmazlık Anlaşması, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki iyi komşuluk ilişkilerinin belgeleri dir107.
2. Dünya Savaşı yıllarında birçok değişiklikler gösteren bu ilişkiler taraflar arasında herhangi bir ciddi mesele yaratmadan sürüp gitmiştir. Sovyet Rusya’nın Türkiye’ye takındığı dostça tavır kendi üzerindeki Nazi ilerlemesi devam ettiği sürece, yani 1942 Kasımı’ndaki Stalingrad zaferine kadar devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşının sonuçlanmasına az bir zaman kala Türk-Sovyet ilişkilerinde savaş yılları boyunca oluşan soğuma yerini ciddi bir gerginliğe bırakmıştır.108
Kızıl ordunun askeri başarıları Sovyet lider ve diplomatlarını Türkiye’ye karşı tavırlarını değiştirmeye sevketmekte gecikmemiştir. Ankara’da herkes, bu tavrın Moskova’da Türkiye aleyhine hazırlanan planın ilk işareti olduğunu sezmektedir. Sovyet Lider Stalin, Türkiye’nin savaşa girmesi ve ABD Başkanı Roosevelt ile İngiltere Başbakanı Churchill’in gayretleri sayesinde Birleşmiş Milletlere katılması neticesinde, uluslar arası durumdan kazandığı istikrarı sıfıra indirmek için, en iyi yolu arayıp bulacaktır. 19 Mart 1945 ‘de, Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov, Türkiye’ye dönmekte olan Türkiye Büyükelçisi Selim Sarper’i kabul ederek, kendisine Sovyet Hükümetinin günün şartlarına ve savaşın getirdiği değişikliklere uymadığı için, 1925 tarihli Türk-Sovyet Tarafsızlık Anlaşmasını feshettiğini bildirmiştir.109 Sovyetler Birliğinin bu tutumu, Türkiye açışından çok büyük önem arz etmektedir. Çünkü Sovyetler Birliği tarafından son verilen anlaşma saldırmazlık anlaşmasıdır.110
Türkiye, feshedilen anlaşma yerine yeni bir anlaşma yapmak istediğini açıkça ilan etmesine rağmen, Sovyet hükümeti bu isteğe belirli bir süre cevap
vermemiştir. Ancak aradan çok geçmeden Türkiye’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünden bazı tavizler vermeden, Sovyetler birliği ile anlaşılabilmesinin imkansız olduğu ortaya çıkmıştır.111
2.2.2 Sovyetlerin Türkiye’den, Toprak ve Üs Talebi 7 Haziran 1945’de Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Molotov, Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’e iki ülke
arasında yeni bir anlaşma yapılabilmesi için Türkiye’nin Bazı Sovyet isteklerini kabul etmesi gerektiğini söylemiştir. Bunlar:
16 Mart 1921 tarihli Moskova Anlaşması’yla tespit edilen Türk-Sovyet sınırında Sovyetler lehine bazı düzeltmeler yapılması, yani Kars ve Ardahan’ın Sovyetler
Birliği’ne iadesi istenmektedir112. Molotov, 1921 haksızlığının tamirinden söz ettmiştir. O dönemde Sovyetlerin zayıf durumda olduğunu ileri sürerek,
16 mart 1921 Türk-Sovyet anlaşmasıyla düzenlenen sınırlarda değişikliği gündeme getiriyor, Selim Sarper in cevabı da kesin oluyordu “1921 zaten bir haksızlığın tamiriydi ve onu Lenin imzaladı. SSCB’nin toprağa ve nüfusa gereksinimi yok. Bu iş için Türkiye kamuoyunun sempatisini kaybetmeğe değmez. Zaten olacak iş de değildir”. Sarper’in “zaten bir haksızlığın tamiriydi” derken kastettiği, 1918 Brest-Litovsk anlaşmasının Osmanlıya zaten bıraktığı Ardahan ve Kars’ın ancak 1921 de Türkiye’ye verilmiş olmasıdır113.
Boğazların Türkiye ile Sovyetler birliği tarafından ortaklaşa savunulması ve bunu sağlamak için de Sovyetler birliğine, boğazlarda deniz ve kara üsleri verilmesi
istenmiş,114 Molotov gerekçe olarak “Boğazlar 200 milyon kişiyi yalnız Türkiye’nin iradesine bırakıyor” demiştir. Sarper’in cevabı “ bundan kastınız Boğazlarda üs ise, söz konusu olamaz” olmuştur.115
Montreux Boğazlar rejiminin Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında İmzalanacak iki taraflı bir anlaşma ile değiştirilmesi istenmiş116, Sarper bunun uluslar arası bir konu olduğunu ve diğer imzacı devletlere danışılması gerektiğini Belirtmiştir117. Moskova Büyükelçisi Selim Sarper Sovyetlerin bu isteklerini Ankara’ya bildirmeye bile gerek görmeden geri çevirmiştir.118
SSCB bir pazarlık konusunu öne sürerek Türkiye karşısında büyük bir taktik hatası yapmıştır. Asıl derdi kendisi açısından boğazlarda güvenliğin sağlanmasıdır. Ama toprak isteklerini gündeme getirerek, Boğazlar konusundaki isteklerinden çok daha fazla tepki yaratmış ve Türkiye’nin ABD’ye yanaşmasında önemli etki yapmıştır. Böylece, Türkiye ile SSCB arasında 1925 anlaşmasının yerini alacak bir dostluk anlaşmasının imzalanması olasılığı ortadan kalkmıştır.119
Sovyet isteklerinin Türk Hükümetince geri çevrilmesinin ardından Sovyetler Birliği, 1945 Haziran ortalarından başlayarak Türkiye üzerinde ağır siyasal baskılara yönelmiştir. Sovyetler Birliği’nin bu tutumu batı basınında sık sık yer almıştır. Türk Hükümeti, Sovyetlerle olan bu görüşmelerden doğan baskıları iki ülkenin ilişkilerini daha fazla bozmamak ve Sovyetlerin bu isteklerini geri almalarına olanak tanımak amacıyla, daha çok susma yolunu seçmiştir. Ancak Sovyetler Birliği’nin baskısı azalacağına daha da artmaktadır; uluslar arası alanda Türkiye’yi İngiltere ve ABD gibi demokrat batılı ülkelerin önünde zor durumda bırakmak için mevcut Türk Hükümet’inin demokrasiden uzak Faşist ilkelerle yönetildiğini söylemekte; rejimin mutlak olarak değişmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Sovyetler Birliği, bir yandan Türkiye’nin demokratik olmayan, totaliter özellikler taşıyan siyasal rejimine, batılı demokrat ülkelerin dikkatini çekerken, diğer
yandan, bu ülkelerin Ermenilere olan sevgisini Türkiye’ye karşı kullanmak için bir takım ustaca oyunlara girmekten de geri durmamaktadır.
Ermeni Katolikos’u I.haren 1938 yılında ölmesinden sonra o güne dek, yerine seçim yaptırmayan Sovyetler birliği, “Katolikos Seçim Kongresi”nin toplanmasını
birdenbire 1945 Haziran’ında yapılmasına izin vermiştir. Bu kongre , dünyanın dört bir yanından gelen din adamlarını ve Ermeni diasporası ileri gelenlerini bir araya getirmiştir. Kongre VI. Kevork’u Katolikos seçtikten sonra, Stalin’e başvurarak, Ermenistan’ın Türkiye’den olan toprak isteklerini desteklemesini ve ayrıca diasporadaki Ermenilerin, Ermenistan’a dönmeye çağrı yapılmasını istemiştir. Stalin ve Sovyet yönetimince kabul edilen bu teklif gariptir ki, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’in Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov ’la yaptığı birinci görüşmeden hemen sonra alınmaktadır.120
Bunun sonucu olarak, Sovyetler Birliği, Türkiye karşıtı yeni bir kampanya yanında, San Fransisco’daki Ermeni komitesi ile San Fransisco Konferans’ındaki
Sovyet temsilcileri arasında dikkati çeker bir biçimde, büyük dayanışma gösterisine dönüşmektedir. Türkiye, tüm dünyanın gözleri önünde ustaca kendine yöneltilmiş bir Sovyet tehdidiyle karşı karşıya kalmış bulunmaktadır.121
2.2.3 Sovyet İstekleri Karşısında ABD ve İngiltere’nin Yaklaşımları
Sovyetler Birliği yayılmacı isteklerini öne sürmeden önce, tek parti’nin iç ve
dış siyasal uygulamalarından ötürü, İngiltere’nin ve ABD’nin savaşın başlarında ortaya çıkan, sonuna doğru gittikçe belirginleşen, Türkiye’ye karşı oluşan olumsuz duyguları da göz önünde tutmuş ve değerlendirmiştir.
Örneğin, Churchill’in Stalin’le Moskova’da görüşmesinin ardından Roosevelt’e yolladığı 22 ekim 1944 günlü telgrafın 9. maddesinde şöyle denilmektedir:
“… Stalin, Montreux Sözleşmesi’nin Boğazlardan Sovyet savaş gemilerinin serbestçe geçmesini temin edecek şekilde tadilini istiyor.
Prensip olarak itiraz etmedik. Japonya bu sözleşmeyi imzalayan taraflardan biri olduğu ve İnönü de geçen Aralık’ta fırsatı kaçırdığı için (kahire konferansında savaşa katılmamasından söz ediyor) bir tadil elzem görüyor. Tekliflerin hazırlanmasını Sovyetler birliğine bıraktık. Stalin bunların mutadil olacağını söyledi.” Demek oluyor ki, Stalin Yatla Zirvesi’nde Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin değişmesi gereğinden söz ederken, İngiltere’nin Sovyetler Birliği’ne destek vereceğine güvenmektedir.
21 Mayıs 1945 günü Sovyetler Birliği’nin Ankara Büyükelçisi Vinogradov, Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’e Karadeniz güvenliği ve Montreux konularını
açtığında; Sarper kendisine” Bu nokta İngilizlerle aranızda olan anlaşmazlıklar zümresine bir yenisini eklemez mi?” diye sorması üzerine, Vinogratov
beklenmedik bir tepki göstererek;” İngilizlerle aralarında anlaşmazlık olmadığını ve olmayacağını” söylemiştir.
San Fransisco Konferansı’ndan sonra Ankara’nın emri üzerine, Sovyetler Birliği ile ortaya çıkan yeni durumu görüşmek üzere Londra’ya uğrayan Türk Heyeti,
İngiliz Dışişleri Bakanı Eden ile görüşmüştür. Türk Dışişleri Bakanı Hasan Saka şerefine verilen yemekten sonra, bir ara İngiliz Dışişleri Bakanı Eden,
San Fransisco Heyetinde görevli olan Erkin’e dönerek: “Görüyor musunuz ?... şayet sözümüzü dinleyip zamanında savaşa katılsaydınız, şimdi bu durumla
karşılaşmazdık.” diyerek, İngiliz Hükümeti’nin de olaya bakış açısını ortaya koymuştur. Türkiye, Sovyet Tehdidiyle karşı karşıya kaldığından, İngiltere ve ABD’nin desteğini sağlamak için girişimlerde bulunmuş, ama İngiltere’nin tutumu açıkça ortadadır.
Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak, Boğazlardan üs istemesi karşısında ABD Hükümeti’nin tutumunun ne olduğunu ise, Truman anılarında açıkça belirmiştir.
Truman: “…Karadeniz Boğazları; Süveyş Kanalı ve Panama Kanalı gibi su yolları bütün dünya milletlerine ve bütün gemilere açık olmalıdır…”122 diyerek ulusal
çıkarlarını gözeten geleneksel Amerikan Siyasetini savunurken, Sovyetlerin arazi taleplerini ise Truman’a göre; “… Rusya ile Türkiye’nin kendi aralarında
halletmeleri gereken bir mesele idi…”123 Truman;”… Nitekim Mareşal Stalin de bu husustaki fikrimi benimle paylaşıyordu…”124 demekte, Türkiye’nin
topraklarından bazı yerlerin Sovyetler Birliği’ne geçmesinin o günlerde ABD’ni ilgilendiren bir konu olmadığını da ortaya koymaktadır125. Ancak üç büyüklerin
bu tatlı işbirliği havası, Potsdam Konferansı’na dek sürecek, sonra yerini karşılıklı çıkar çatışmalarına bırakacaktır.126
BÖLÜM DİPNOTLARI;
96 Esma Torun, II. Dünya Savaşı Sonrası Türkiye’de Kültürel Değişimler İç ve Dış Etkenler (1945-1960), İstanbul: Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Yayınları, s. 207.
97 Siyasal Katılma Türkiye’de Partiler Çok Partili Yaşama Geçiş, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Kamu Yönetimi Bölümü, İstanbul, 1985, s.106.
98 Mustafa Çufalı, Türkiye’de Demokrasiye Geçiş dönemi (1945-1950), Ankara: Babil Yayınları, 2004, s.18.
99 Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), Cilt 2., Ankara iletişim Yayınları, 1986, s. 546.
100 Yetkin, a.g.e., s.232
101 a.g.e., s.229-231.
102 a.g.e., s.233.
103 Fahir Armaoğlu, İkinci Dünya Savaşı Yılları (1939-1946), Ankara : Dışişleri Bakanlığı Yayınları, 1973 s.240
104 Çufalı, a.g.e., s.18.
105 Ekinci; a.g.e., s.270.
106 Oğuz Ünal, Türkiye’de Demokrasinin Doğuşu, Tek Parti Yönetimi’nden Çok Partili Rejime Geçiş Süreci, 1. Baskı, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1994, s.121.
107 Ünal, a.g.e., s.119
108 a.g.e., s.120.
109 Feridun Cemal Erkin, Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Ankara: 1968, s.246.
110 Ekinci, a.g.e., s.260.
111 Yusuf Sarınay, Türkiye’nin Batı İttifakına Yönelişi ve Nato’ya Girişi (1939-1952), Ankara : Nüve Matbaası ,Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,
Kültür Eserleri Dizisi:107, s.44.
112 Sarınay, a.g.e., s.45.
113 Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt 1. 19191980,
İstanbul: 2001, s.267.
114 Sarınay, a.g.e., s.45.
115 Oran, a.g.e., s.267.
116 Sarınay, a.g.e., 45.
117 Kamuran Gürün, Türk Sovyet İlişkileri (1920-1953), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1991, s.283.
118 Ekinci, a.g.e., s.265.
119 Oran, a.g.e., s.502
120 Gürün, a.g.e., s.287-288.
121 Ekinci, a.g.e., s.266.
122 Harry S. Truman, Hatıralarım, Çev. Cihad Baban, Semih Tuğrul, Ankara : Ulusal Basımevi, 1968, s.168.
123 A.g.e., s.168.
124 A.g.e. ,s.168.
125 Yetkin, a.g.e.,s.240.
126 Ekinci, a.g.e., s.269.
BEŞİNCİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder