6 Temmuz 2017 Perşembe

28 ŞUBAT BİR DAHA ASLA BÖLÜM 6

28 ŞUBAT BİR DAHA ASLA  BÖLÜM 6





3.6. Bürokrasi

28 Şubat 1997 tarihli MGK kararlarına ek olarak sunulan Ek-A (Rejim Aleyhtarı İrticai Faaliyetlere Karşı Alınması Gereken Tedbirler) başlıklı belgede; “Türk 
Silahlı Kuvvetlerine aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle 
üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanması” istenilmektedir. 
Bu doğrultuda özellikle Refahyol hükümetinden sonra kurulan hükümetlerin başbakanlık ve bakanlık bürokrasilerinin hevesli işbirliği dikkatlerden kaçmamıştır.

28 Şubat kararlarından sonra İçişleri Bakanlığı tarafından tüm illere gönderilen 28.03.1997 tarihli ve 70674 sayılı “Anayasa ve Yasaların Uygulanmasına 
Uyulacak Usul ve Esaslar” konulu Genelge’de, 28 Şubat 1997 tarihli 406 sayılı MGK Kararı çerçevesinde icra edilmesi öngörülen tüm tedbirler, tüm Vali ve 
Kaymakamlara birer emir olarak ulaştırılmış; 28 Şubat MGK Kararı’nda yer alan tüm hususların (yıkıcı faaliyetler, tarikatlar, yurt ve vakıf okulları, Kur’an kursları, YAŞ Kararıyla atılanların işe alınmamaları, kılık-kıyafet, kısa ve uzun namlulu silahlar, kurban derilerinin THK tarafından toplanması, özel üniforma giymiş korumalara, Atatürk’e karşı işlenen suçlar vd.) Valiler, Kaymakamlar ve de onların yönlendirmeleriyle Belediye Başkanları tarafından uygulanması talimatı verilmiştir. Genelgede, YAŞ Kararlarıyla TSK’dan ihraç edilen asker personel ile diğer “irticai düşüncedeki” kişilerin Valilikler, Belediyeler ve Belediye şirketlerindeki işlere alınmamaları/sızmamaları konusuna özel önem verildiği dikkat çekmektedir.

Yine Anasol-D hükümeti zamanında başbakan Mesut YILMAZ imzasıyla 28.11.1997 tarihli ve “406 Sayılı MGK Kararına İstinaden Çıkarılan 14 Mart 1997 tarih ve 01704 Sayılı Başbakanlık Direktifinin Uygulanmasının Takibi” konulu Uygulama Direktifiyle, 406 sayılı MGK Kararının uygulanması açısından yeni bir döneme girildiği mesajının verilmesi amacıyla, eskiden var olan “Sürekli İzleme Merkezi” ve “Milli Güvenlik Kurulu 406 Sayılı Kararıyla ilgili Tedbirlerin Uygulanmasını İzleme ve Koordinasyon Komisyonu”nun adları, sırasıyla “Uygulamayı Takip ve Değerlendirme Merkezi” ve Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu” olarak değiştirilmiş, görevi, daha önce bu Merkez ve Kurul çalışmalarını koordine etmekle sınırlı tutulan MGK Genel Sekreterliği’ne, MGK Genel Sekreter Yardımcısının “Uygulamayı İzleme ve Koordinasyon Komisyonu” üyesi haline getirilmesiyle, 406 sayılı MGK Kararı konusunda Başbakanlık bünyesinde yapılacak çalışmalara doğrudan müdahil olma ve yönlendirme yetkisi verilmiştir. 

Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu’nun insanları takip etmek için kurulmadığı, Millî Güvenlik Kurulunun 406 sayılı Kararındaki tedbirlerin 
uygulanmasını takiple görevli olduğu iddia edilmiş ise de; özellikle 1999 yılından sonra Kurul’un “kamu kuruluşlarında irtica faaliyetlerde bulunduğu öne sürülen 
personel hakkında meslekten çıkarma dâhil disiplin cezalarının uygulanmasını talep eden bir birim haline dönüştüğü” açıktır. 

3.7. Tasfiyeler [VII]

28 Şubat süreciyle birlikte, on binlerce kamu görevlisi malum gerekçelerle sürgüne gönderilmiş, binlercesi, görevlerinden atılmıştır. İdarenin hukuka aykırı 
eylem ve işlemlerinden dolayı başvurulacak en son mercii “idari yargı” olduğuna göre, 28 Şubat 1997 tarihinden itibaren idare aleyhine açılan davalardaki 
olağanüstü artış, 28 Şubat’taki “kıyımı”, somut istatistiklerle kanıtlamaktadır. Örneğin, 28 Şubat süreciyle birlikte başlatılan, başörtü yasağı aleyhine 
binlerce davada (birkaç istisna dışında), yürürlükteki yasaya karşı, yargı kararlarının gerekçeleri üstün tutulmuştur. 

Dünyaca meşhur El-Ezher Üniversitesinden mezun yüzlerce öğretmenin, (müktesep) öğretmenlik hakları, hala iade edilebilmiş değildir. 

Başarılı bürokratların, sadece siyasi düşünce ve inançları nedeniyle yurdun değişik yerlerine sürgün edilmesi, görevlerinden alınması, idari yargı tarafından 
durdurulmamıştır. 

Refah-Yol hükümetinin devrilmesinden sonra kurulan AnaSol-D hükümeti tarafından, kurulduktan sonraki bir buçuk ay zarfında üç yüze yakın üst düzey 
bürokrat (daire başkanı, denk veya daha üst kadrolar) görevlerinden alındılar.12 

28 Şubat sürecinde kamu personeline yönelik “ Tasfiyelerin ” odak noktası şüphesiz ki TSK’dır. Bu süreçte “ İrticai Faaliyetlerde ” bulundukları gerekçesiyle 
yüzlerce subay ve astsubayın TSK ile ilişikleri kesilmiştir. TSK’nın “irtica” tanımı konusundaki yorum serbestliği dikkate alındığında, bu tasfiyelerin eşi başörtülü 
astsubaydan bir üst rütbeye terfi edebilmek için aynı rütbedeki silah arkadaşı tarafından aleyhinde ihbar mektubu yazılan generale kadar geniş bir yelpazeyi 
kapsadığına şüphe yoktur. 

Ancak daha vahimi, kendisi ve/veya eşi dindar/mütedeyyin olarak görülen personelin öncelikle fişlenmesi, akabinde çeşitli yollarla kendisinin ve ailesinin sözlü veya fiili şekilde taciz edilmesi, nihayetinde bu kişilerin kendi istekleriyle istifa etmesi veya emekliye ayrılmak zorunda kalması yahut “kaderine razı” 
olanların “disiplinsizlik” gerekçe gösterilerek, Yüksek Askeri Şura Kararı veya Bakan Onayı gibi yöntemlerle re’sen emekliye sevk edilmek suretiyle tasfiye 
edilmesiyle sonuçlandırılmasıdır. 

Tasfiye edilen personel, psikolojik yönden çöküntüye uğramanın yanı sıra, bazıları intihar etmiş, birçoğunun kendisi veya eşi hastalığa yakalanmıştır. 
Daha da önemlisi, bu kişiler, YAŞ Kararlarının temyiz edilememesi sebebiyle idarenin bu eylemine karşı çaresiz kalmış; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 
(AİHM) gibi hak arama imkânlarını kullanamamış ve neticede özlük hakları kaybına uğrayarak maddi yönden yıkıma uğramıştır. Öte yandan, bu personelin, 28 Şubat 1997 tarihli MGK Kararı gereğince, ordudan ihraç edildikten sonra başka bir işe girmeleri de, yine temel insan haklarına aykırı şekilde engellenmek istenmiştir. Böylece bu kişilerin mağduriyetlerinin ömür boyu sürmesi istenmiştir.

01.01.1990 – 31.12.2011 tarihleri arasında toplam 1235 personelin Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiğinin kesildiği; bu kişilerden 1043‘ünün “irticai faaliyet” 
gerekçesiyle ordudan uzaklaştırıldığı; bunların 395’inin subay, 648’inin astsubay olduğu anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle, 1990-2011 yılları arasında, 
Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilen asker personelin yaklaşık %84,4’ünün mesleklerinden koparılma gerekçesi “irtica” olmuştur.

Yüksek Askeri Şura kararlarının yanında 926 sayılı TSK Personel Kanunu’nun 94/b maddesinin “disiplinsizlik veya ahlaki durum sebebiyle ayırma” hükmü ile bu Kanun’a istinaden çıkartılan Subay Sicil Yönetmeliği’nin 91/f maddesi ile Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 60/f maddesinin “Tutum ve davranışları ile yasa dışı siyasi, yıkıcı, bölücü, irticai ve ideolojik görüşleri benimsediği, bu gibi faaliyetlerde bulunduğu veya karıştığı anlaşılanlar” hükmüne istinaden, söz konusu “sübjektif ölçütlere” dayalı olarak, sicil raporları menfi şekilde düzenlenen çok sayıda subay ve astsubay mağdur edilmişlerdir. Bu şekilde görevinden atılan personel sayısı halen bilinmemektedir. Bu yöntemlerle ordudan atılanlar için YAŞ’zedelerden farklı olarak, temyiz yolu açık gibi görünmekle birlikte, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin yerindelik denetimi yapamaması sebebiyle, bu kişilerin hak arama mücadelesi olumsuz sonuçlanmıştır. Tıpkı YAŞ’zedeler gibi, bu yollarla ordudan atılan kişilerin AİHM’deki hak arama mücadeleleri de başarısız olmuştur.

Başbakanlık Uygulamayı Takip Kurulundan ve çeşitli çevrelerden gelen ihbar ve bildirimler sonucunda, “toplam 21 görevlendirme ile Başbakanlık ve İçişleri 
Bakanlığınca yayımlanan bölücü, yıkıcı ve irticai faaliyetlere müteallik genelgeleri de göz önünde bulundurularak genel tutum ve davranışlarının 
değerlendirilmesi, Hilvan İlçesindeki bir yurdun Fethullahçılara ait Özyurt Vakfına kiralamasını sağlamak, cami açılışında dini içerikli konuşmalar yapmak, 
bazı dini grupların desteğini arkasına almak, bölücü, yıkıcı ve irticai faaliyetlere müteallik olarak hakkında değerlendirme yapılması, genel tutum ve 
davranışlarının değerlendirilmesi; tarikat Şeyhi olarak bilinen Bekir PEHLİVAN’ın evinde yapılan bayramlaşma ve tarikat faaliyetleri konuşmada isminin geçmesi, 
1997 yılı Kurban Bayramında deri toplamak için resmi araç talep eden THK araç tahsis edilmemesi; Atatürk Düşmanlığı, İrticai faaliyetleri yönlendirmek ve 
Tarikat savunuculuğu yapmak; tarikat liderleri ile görüştüğü, makam odasının kapısı içerden kilitleyip namaz kıldığı; Düzce İl Sağlık Müdürlüğü ve Sağlık Meslek Liselerinde irticai faaliyetler yapıldığı; eşinin ve büyük kızının türbanlı olması” gibi konularla ilgili olarak toplam 3 vali, 166 kaymakam, 41 vali yardımcısı ve 3 hukuk İşleri Müdürü olmak üzere toplam 213 Mülki İdare Amiri hakkında değerlendirme raporları tanzim edilmiş bu raporlar sonucunda 3 Vali merkez valiliğine teklifleri yapılarak merkeze alınmış 71 Kaymakam hakkında her ne kadar Mülki Amir Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinde ve eki cetvelde eşdeğer görev olarak tanımlanmakta ise de temsil görevi olmayan pasif bir görev kabul edilen vali yardımcılığına atanmalarının uygun olacağı belirtilerek tekliflerde bulunulmuş bunlardan 59 kaymakam vali yardımcılığına atanmış ayrıca, 22 Kaymakam ise somut bir soruşturma veya kovuşturmaları olmadan müfettiş raporuna dayanılarak pasif bir görev olan Hukuk İşleri Müdürlüğüne tayin edilmişlerdir.

Emniyet Genel Müdür onayı ile Polis Başmüfettişleri ile APK uzmanlarından oluşan bir İzleme Denetleme kurulunun oluşturularak yapılan İzleme ve 
Denetlemeler sonucunda 331 Emniyet Mensubu hakkında inceleme yapılmış, bunlardan 15 Emniyet Mensubu meslekten uzaklaştırılmış, 38 personel de çeşitli 
cezalara çarptırılmıştır.

7  Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder