6 Temmuz 2017 Perşembe

28 ŞUBAT BİR DAHA ASLA BÖLÜM 1


28 ŞUBAT BİR DAHA ASLA  BÖLÜM 1



Rakamlarla 28 Şubat Raporu 
Şubat 2014 | Ankara
Adres : G.M.K. Bulvarı Ş. Danış Tunalıgil Sokak No: 3/13
Maltepe-Ankara/Türkiye
Tel : (0.312) 231 23 06
Bürocell : (0.533) 741 40 26
Faks : (0.312) 230 65 28
E-Posta : egitimbirsen@egitimbirsen.org.tr
Sahibi : Eğitim-Bir-Sen Adına

Ahmet GÜNDOĞDU
Genel Başkan

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü : Ali YALÇIN

Genel Başkan Yardımcısı
Yayın Kurulu : Ahmet ÖZER

Esat TEKTAŞ
Murat BİLGİN
Ali YALÇIN
Teyfik YAĞCI
Ramazan ÇAKIRCI
Grafik Tasarım : Selim AYTEKİN




Sunuş

Türk siyaset tarihine “Postmodern Darbe” olarak geçen 28 Şubat’a ilişkin yargılamalar devam ederken, Eğitim-Bir-Sen Genel Merkez Kadınlar Komisyonu olarak o dönemde mağdur olan kişilerin sayısını tespit için yola çıktığımız ve aylar süren çalışmalar sonrası meydana getirdiğimiz “Rakamlarla 28 Şubat” başlıklı raporumuzu kamuoyunun bilgisine sunuyoruz. 

Raporla, kamuda ve eğitim hayatında yaşanan mağduriyetlerin ortaya çıkarılması amacıyla o dönemde meslekten çıkarılan, istifa etmek zorunda kalan, disiplin cezası alan, eğitim hakkı elinden alınan, mağduriyet yaşamış kişilerin sayısına ulaşmaya çalıştık. 

Raporumuzu hazırlarken, Genel Merkez Kadınlar Komisyonu olarak, Türkiye’nin tüm illerindeki teşkilatlarımızla iş birliği hâlinde hareket ettik. Türkiye’nin 7 
bölgesinde gerçekleştirdiğimiz 11 bölge toplantısında, bu dönemde baskı ve dayatmalara maruz kalan yüzlerce kadınla bire bir görüşerek bilgi ve belge 
paylaşımında bulunduk. 

Raporumuzun hazırlık aşamasında tüm kamu kurum ve kuruluşlarından, 1997-2003 yılları arasında irtica, kılık-kıyafet veya siyasi ve ideolojik davranma 
gerekçeleriyle disiplin cezası verilen, meslekten çıkarılan veya görev yeri değiştirilen kamu personeline ait sayısal veriler talep ettik. Bu rakamların tamamına ulaşmak için yürüttüğümüz çalışma esnasında kamu kurumlarının maalesef oldukça “ ketum ” davrandığını, bilgi ve belge paylaşımında cimrilik lerinden ödün vermediklerini belirtmemiz gerekir. Çalışmamızı, sınırlı da olsa, kamudan aldığımız bilgiler, kamuoyuna isimleriyle birlikte yansıyan belgeler ve istatistikler, Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen teşkilatlarına ulaşan belgeler, dönemin mağdurlarının dosyalarını takip eden avukatların ellerindeki dokümanlardan yola çıkarak oluşturduk.

28 Şubat’ın yaşandığı süreci derli toplu ifade edebilen ve yaşanılanları sayısal gerçekliği ile ortaya koyabilen bir çalışma amaçladık. 

Dönemin aktörlerinin yargılandığı bir süreçte, hâlâ mağdurların sayısının bilinmemesi büyük bir eksikliktir. Bu kapsamda, bir yıldır bilgi-belge 
toplamak için uğraştığımız ve bir ilk olan raporumuzun, bu alandaki tüm mağdurları tespit edemese bile önemli bir kısmını kapsadığını düşünüyoruz.

Eğitim-Bir-Sen Genel Merkezi Kadınlar Komisyonu

İçindekiler

Sunuş ..............................................3

1. Giriş .............................................5


2. Çarpık Modernleşme Zihniyetinin Defolu Ürünü; 
28 Şubat.................................................10


3. 28 Şubat’ın Yapıtaşları...........................14

 3.1. Sivil (!) Toplum Kuruluşları.................14

 3.2. Brifingler..........................................15

 3.3. MGK................................................16

 3.4. Medya..............................................17

 3.5. Yargı................................................17

 3.6. Bürokrasi..........................................22

 3.7. Tasfiyeler.........................................23

 3.8. Ekonomi / Bankacılık..........................27

 3.9. Sekiz Yıllık Kesintisiz Eğitim.................29

4. 28 Şubat Kronolojisi...............................31

 1995.......................................................31

 1996.......................................................31

 1997.......................................................32

 1998.......................................................37

 1999.......................................................39


5. Rakamlarla 28 Şubat..............................41

6. Sonuç ve Öneriler..................................45

7. Dipnotlar..............................................50

8. Son Notlar............................................50



1. Giriş

Türkiye siyasal hayata çok partili sisteme geçtikten sonra periyodik olarak gerçekleştirilen darbeler, demokrasinin kurumsallaşamamasına neden olmuştur. 
Tek Parti iktidarından itibaren, (kısa dönemler hariç) “devlet tarafından tanımlanan bir ‘din’ anlayışı” yerleştirilemediği için, “ Devlet dışında gelişen din anlayışı ” devlet tarafından daima tehlike olarak görülmüş ve sürekli kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır. Bütün bunlara rağmen, dinsel faaliyetlere, gelişmelere Devlet tarafından çizilen dar sınırlar ve sıkı denetim, “sorgulayan-üreten” din anlayışını zapt edememiş, “din”, kısa zamanda, toplumumuzun bir gerçeği haline dönüşmüştür. Dünyadaki gelişmelere paralel olarak dinin popülaritesinin artması, bir yönüyle din konusundaki devlet politikalarının da iflası anlamına gelmektedir. 

Zira 28 Şubat süreci, bir başka açıdan; bu yöneliş ve yükselişin, devlet erk ve imkânlarıyla susturulmasının adıdır. Açıkçası; Cumhuriyetin kısa tarihinin, “din ile devlet” arasındaki ilişkilerin tarihçesidir demek yanlış olmaz.

28 Şubat süreciyle birlikte, -özellikle- “Dinle ilgili” konularda yapılan düzenlemelere kısa bir göz atarak; bu baskının boyutlarını görmek mümkündür. 
Ancak, bu süreci, sadece dinsel alana müdahale ile sınırlandırmak yanlış olur. Her darbe gibi, 28 Şubat darbesi de, “insana”, “insan fıtratına” karşı yapılmıştır! 
28 Şubat, bütün insanların, egemen iradenin belirledikleri “doğru” etrafında hizaya getirilmeye çalışıldığı bir süreçtir. Bu dönemin en belirgin 
özelliği, sivil inisiyatifin sahip olduğu her türlü imkânın, Devlet ve Bürokrasi/Ordu lehine azaltılması olarak tanımlanabilir. Daha farklı bir deyimle, millete giydirilen dar gömlek, bu defa, kıpırdayamayacak kadar daraltılmıştır.

28 Şubat sürecinde, serbest seçimler sonucu oluşturulmuş bir hükümet yıkıldı. Yerine, “28 Şubat Kararları”nın öngördüğü uygulamaları gerçekleştirmeyi kabul 
etmeye hazır liderlerin yönetimindeki partilerden oluşan bir hükümet kuruldu. İrtica “birinci öncelikli iç tehdit” ilan edildi, kurumları ve değerleriyle toplumu “ 
çağdaş yaşamın gerekleri” doğrultusunda yeniden biçimlendirmek için bir dizi önlem uygulamaya konuldu. Bütün bu uygulamalarda belirleyici olan irade ise, 
seçilmişlerin oluşturduğu siyasi organlar değil, demokratik bir hukuk devletinde kabul edilebilir sınırların ötesinde yetkilerle donatılmış olan “MGK Genel 
Sekreterliği ve Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi” ile silahlı kuvvetler içinde ortaya çıkan “Batı Çalışma Grubu” adlı oluşum gibi bürokratik organlardı. 
Bu süreçte siyaset, laik-İslamcı karşıtlığı temelinde yeniden biçimlendirilmeye ve “silahsız kuvvetler”in laik cephecilik temelinde örgütlenmesine çalışıldı. 
28 Şubat’ın bir müdahale olarak başarıya ulaşmasında ve sürecin meşrulaştırmasında, büyük medya, yüksek yargı organları ve bazı sivil toplum örgütleriyle, - korporatif rejimlerdekine benzer biçimde bir araya getirildiği ileri sürülen- işçi ve işveren örgütlerinin oluşturduğu “Beşli Sivil İnisiyatif” önemli rol oynadı.[I]

28 Şubat “irtica”yı hedef almıştı ve kendisini böyle meşrulaştırıyordu. Ama bu süreç sadece ilticayla ilişkilendirilen İslami kesimlerle dindar kitleler için değil, 
toplumun tüm kesimleri için bir demokrasi kaybı, baskı ve insan hakları ihlalleri üretti. “İrtica ile mücadele” misyonu, kişi ve kurumların denetimden bağışıklık 
ve bir tür dokunulmazlık kazanmak için benimsedikleri bir misyon hâline gelmeye başladı. Medya, üniversiteler ve yargı organları “ irtica tehlikesi” konusunda brifinglere tabi tutuldu; binlerce insan fişlemelere tabi tutuldu, binlerce kamu personeli soruşturma geçirdi, yüzlerce kişi “irticai örgüt” üyeliğinden yargılandı, cezaevlerine konuldu, yüzlerce kamu personeli memuriyetten atıldı, iş kurmaları ve iş sahibi olmaları engellendi, haksız ve hukuksuz uygulamaların taşındığı yargı mercileri, taraflı ve yönlendirilmiş kararlarla haksızlıkları onayladı. Başlarını açan veya peruk takan kadınların birçoğu da cezalandırılmaktan veya işlerini kaybetmekten kurtulamadı. Bugün için sayısını tespit etmenin mümkün olmadığı çok sayıda erkek de, eşi başörtülü olduğu için veya “irticai fikirleri ya da faaliyetleri” nedeniyle işten atıldı ve cezalandırıldı. Yüksek Askerî Şura kararlarıyla savunma hakkı verilmeden ordudan atılanların sayısı bu dönemde astronomik bir artış gösterdi. Büyük medyanın ihlallere yer vermemesi ve İslami kesimin dışındaki basının yeterince ilgi göstermemesi nedeniyle bu süreçte yaşanan ihlallerin maddi ve psikolojik tahribatı ve doğurduğu trajik hadiseler genellikle bilinmedi. Aynı süreç, üniversitelerde yaygın bir akademisyen tasfiyesine sahne oldu. 12 Eylül 1980 sonrası yaşanan tasfiyeye benzer biçimde, hatta ondan daha sistematik ve daha programlı biçimde, özellikle araştırma görevlisi, yardımcı doçent ve doktora öğrencisi üniversitelerinden atıldı, yüksek lisans için gidenler yurtdışından geri çağrıldı ve akademik hayatları sona erdirildi. 

Hukuk normları geriye yürütülerek birçoğunun kazanılmış hakları yok sayıldı. El Ezher gibi bazı üniversitelerin denkliği iptal edildi ve bu iptal hükmü geriye 
yürütülerek, yıllar önce bu üniversitelerden birinden mezun olup Türkiye’deki bir üniversitede görev yapan öğretim elemanları, bir anda lise mezunu durumuna 
düşürülerek işlerini kaybetti. Sekiz yıllık eğitime geçiş de aynı biçimde kazanılmış hakların tanınmaması yoluyla gerçekleştirildi ve böylece meslek okulu öğrencilerinin üniversiteye girmelerini fiilen imkânsız kılacak bir alan zorlaması ve puan sistemiyle “ötekilerin çocukları”nın en az üç kuşağı tasfiye edilmiş oldu. 

Bu uygulama, İmam-Hatiplilerle birlikte tüm meslek okullarının öğrencilerini de içine aldığından dolayı, uygulamadan zarar görenlerin sayısı çok daha fazla oldu. Sekiz yıllık kesintisiz eğitim sürecinde diğer bir ihlal ise, vatandaşların kendi paralarıyla yaptırıp MEB tarafından eğitime açılması için anahtarteslimi verdikleri İmam-Hatip okullarının binalarına el konmasıydı. Sadece din özgürlüğünün değil, mülkiyet hakkının da ihlali anlamına gelen uygulamalara diğer bir örnek ise, “dinci vakıflara ve PKK’ya gideceği” gerekçesiyle camilere, vakıflara ve derneklere bağışlanan kurban derilerine el konması, deri toplama yetkisi nin sadece THK’ya verilmesiydi. Bu tür uygulamalardan dolayı mağdur olduğunu düşünerek yargı yoluna başvuran bireyler tarafından açılan davaların genellikle kaybedildiğinden yakınıldı. Bunun önemi, bireylerin kendi malları üzerindeki tasarruf haklarının açıkça ihlali anlamını taşıyan bu durumun Yargıtay tarafından hukuka uygun bulunmuş olmasıdır. 28 Şubat’ın hedef aldığı kesimlerin yaşadıkları genellikle bilinmedi. Eşi ile işi arasında tercih yapmaya zorlananlardan bazıları başörtülü eşlerinden, bazıları geçimlerini sağladıkları işlerinden vazgeçmek durumunda kaldılar. “İkna odaları” yükseköğretim literatürüne bu dönemde girdi ve üniversiteli kızlar, inançları ve siyası kimlikleri ile gelecekleri arasında tercih yapmak zorunda bırakıldılar. Bu süreçte, yine sayısı belirsiz kız öğrenciler, kimi zaman son sınıfına veya son sınıfın son dönemine kadar geldikleri üniversitelerini terk etmek zorunda kaldılar. Mağdurelerden okulunu veya işini kaybedip eşleri tarafından geçindirilmeyi bekleyen, eşi tarafından başı açtırılan veya aile düzeni bozulup eşini kaybeden, sağlığı bozulup depresyona giren ve intihara kalkışanlar oldu. Bugün için ihlale uğrayanların sayısı ve ihlallerin niteliği ile ilgili sağlıklı veriler mevcut değildir.1

Değerler ve semboller düzeyinde koparılan bütün bu fırtına, maddi ilişkiler alanında 28 Şubat’ın neleri değiştirdiğini önemli ölçüde gizlemeyi başardı. 
Oysa 28 Şubat, bütün bu görüntünün ötesinde veya siyasi mücadelenin yanında, Cumhuriyet tarihi boyunca ekonomik ve sınıfsal bakımdan ayrıcalıklı bir 
kesimin, bürokrasinin ve devletle organik ilişki içindeki büyük sermayenin, yeni gelişen toplumsal güçlere karşı giriştiği bir tasfiye operasyonu olarak da 
okunabilirdi. Bu bakış açısına göre, “türban”, sadece kamusal alanın hizmetli sınıfında istihdam edilen kadının başını örtseydi, belki “devleti ele geçirmeye 
kararlı irtica sembolü” olmayacaktı; çember sakallı da varoşlardaki esnaf olarak kalıp TÜSİAD’la yarışmaya aday bir girişimci olmaya kalkışmasaydı, aynı şekilde 
“rejim için tehdit” oluşturmayacaktı. Ama Türkiye’nin sosyolojik dönüşümü, üretilen maddi değerlerin paylaşımında da söz sahibi olmak isteyen kesimlerin veya sınıfların, işbölümü sürecindeki eski konumlarını sorgulama ve değiştirme çabasına şahitlik ediyordu. TÜSİAD’ın sekiz yıllık eğitim veya laiklik konusundaki aşırı duyarlılığını, sadece bu işadamlarının çağdaş yaşam değerlerine bağlılıklarıyla izah etmek güç görünüyordu. Bugün de 28 Şubat’ı anlamak için 
yapılması gereken, belki de öncelikle onun iktisadi boyutuna bakmaktır. “İrticai veya yeşil sermaye” olarak tanınan girişimlerin bu süreçte nasıl ambargoya 
tabi tutulduğu, kaçının iflas ettiği, hangi büyük medya grubunun borçlarının silindiği, hangi büyük holdingin süreçten sermaye artırımıyla çıktığı, onların yönetim kurullarına kimlerin “danışman” olarak girdiği, hangi bankaların neden artık mevcut olmadığını ve onların yerini hangilerinin aldığı gibi sorular bugün de cevap beklemektedir.

2 NCİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder