28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ BÖLÜM 28
4.7.5. İrtica Brifingleri
İrtica brifingleri TSK’nın ülkenin önemli kurumlarına ve kişilerine verdiği, irticaya karşı bu kesimleri harekete geçirmeyi amaçlayan bir toplantılar silsilesidir
(Özer, 2011, s.91). İrticai toplantılara ilk olarak dönemin Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel’le başlanmıştır. Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i irtica tehdidi konusunda ki brifingler için Genelkurmay Başkanlığı’na davet etmiştir. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 18 Ocak günü sesiz bir şekilde Genelkurmay Başkanlığı’na gitmiş ve burada yaklaşık olarak 2 saat kalmıştır. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel brifinge çağırıldığında Milli Savunma Bakanı Turan Tayan dâhil hiçbir iktidar parti üyesi bu brifinge çağırılmamıştır. Bir nevi iktidarın bu olaydan haberdar olması istenmemektedir. O dönem basın ve medyaya bu brifingde Kuzey Irak, Kıbrıs ve TSK’nın ihtiyaçlarının ele alındığı dile getirilmiştir
(Özer, 2011, s.91). Ancak bu brifinglerden sonra ülkeyi adeta irticai brifingler sarmalı sarmış olmakla beraber Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile yapılan görüşmenin de Kuzey Irak, Kıbrıs ve TSK’nın ihtiyaçlarının ele alınmadığının ortaya çıkması ile anlaşılmıştır.
İrtica tehdidi Genelkurmay Başkanlığı tarafından bir numaralı iç tehdit unsuru olarak görülmüş ve ilk başta koalisyon ortakları olan RP ve DYP Milletvekillerine
yönelik olarak süren psikolojik baskılar daha sonraki evrede medya ve özelliklede yargıya yöneliktir (Tayyar, 2009, s.95).
28 Şubat Kararları ve sonraki toplantılarda askeri üyelerinin söylediklerinin, Refah-Yol Hükümeti üyeleri tarafından savsaklandığı ve kamuoyuna yansıtılmadığı için irtica konusunda; medyaya, yargıya, sivil toplum örgütlerine, işçi temsilcilerine, meslek odalarına, hâkim ve savcılara, iş adamlarına, üniversitelere Genelkurmay Başkanlığı tarafından çeşitli brifingler veriliyordu. Bu brifingler ile istenen amaç;
1. Kamuoyunu irtica tehlikesi karşısında uyararak, aydınlatarak ve bilgilendirerek irtica ile savaşıma halkın da katkısının ve kamuoyu baskısının sağlanması.
2. Aynı amaçla medyanın irtica ile savaşıma destek vermesi, öncelikler saptaması
3. İrtica ile savaşımdan sorumlu olan ve yıllardır yetkilerini kullanmayıp olaylara seyirci kalan kamu görevlilerine ve yetkililere görevlerini anımsatarak onları
harekete geçirmek,
4. Bilgi noksanlığı nedeni ile harekete geçememiş olan kamu görevlilerine ve yetkililere gerekli bilgileri aktarmak (Bölügiray, 2000, s.236-237).
Bununla beraber irticanın Türkiye’nin bir numaralı iç tehdidi haline geldiğinin saptamasının ardından ilk brifing “Siyasal İslam’ın Yayılması” adı altında medyada verilmiştir. İkinci önemli adım, aynı brifingin Başbakan Erbakan'a da verildiği 26 Mayıs tarihli YAŞ toplantısı olmuştur. Bunu 10 Haziran'da önce Yüksek Yargı'ya, ertesi günü basın ve ardından iş çevrelerine verilen ve talep üzerine tekrarlanan brifingler serisi izlemiştir (Özgan, 2008,s.91). Bu irtica brifinglerini bir başka ayağı ise yargı mensuplarına yönelikti, düzenli olarak bu brifinglere çağırılan hâkim ve savcılara irtica hakkında bilgi verilmekte ve bu konu hakkında hassas olmaları istenmekteydi.
Genelkurmay Başkanlığı hâkim ve savcıları brifinglere çağırırken dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan ise bu toplantılara katılacak kişiler hakkında soruşturmalar
açılacağını belirtmekteydi. Orduya yakın duran bazı hâkim ve savcılar Şevket Kazan’ın bu hamlesine sert tepki göstermişlerdir. Fakat daha sonra Şevket Kazan’ın bu açıklamalarının sonucu olarak hiç kimse hakkında soruşturma açılamamış veya idari yaptırıma gidilmemiştir (Tayyar, 2009, s.96).
Genel olarak bu brifingler “Türkiye’de İslam’ın siyasi yönden yayılması Milli Görüşçüler tarafından yapılmaktadır,” “Nüfusun yüzde 85’ini oluşturan eğitimsiz kitle kolaylıkla kandırılmakta ve sömürülmektedir,” “Halkın dini duyguları, gelenek ve görenekleri sömürülmektedir,” “İrtica, ancak kısa ve uzun vadeli çözüm tarzları içeren devlet politikaları ile önlenebilir”, “Bölücü ve irticai terör odakları, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak için işbirliği ve dayanışma içerisindeler”, “Bazı tarikat ve cemaatlerin yurt dışında açtıkları okullar Milli Eğitim Bakanlığı tarafından denetlenmemektedir. Bunların amacı, ileride kurulacak olan din devletine destek sağlayacak sempatizanlar yetiştirmektir” (Bölügiray, 2000, s.237-239) vb. gibi brifingler verilmiştir.
Gerçek koşulları okumak konusunda sıkıntı çeken ve tam anlamıyla başarı gösteremeyen Refah-Yol Hükümeti lideri Necmettin Erbakan, ilk gün atması gereken adımları geç attığı için siyasi arenada sıkıntılı bir dönem yaşamış ve takip etmiş olduğu politikalarıyla bir anlamda askerin siyasallaşmasını sağlamıştır (Bayramoğlu, 2007, s.256). Siyasi İslami kadrolaşma ve irtica konusunda ordunun dolaylı uyarılarını daima kulak arkası eden ve “Bunlar sun’i gündem. Ordu böyle bir şey söylemiyor” şeklinde göz ardı eden Refahlı yöneticilere, bu brifingle, bu kez açıkça ordunun düşünceleri yansıtılıyordu. Hem de açıkça adı söylenmese de tanımlamalardan irtica tehdidinin bizzat iktidardaki RP’nin olduğu anlaşılıyordu. Öyle ki “Bu Kez İşi Silahsız Kuvvetler Çözsün” diyen ordu, Cumhuriyet’i korumak ve kollamak uğruna gerektiğinde silah kullanabilece ğini anımsatmaktan bile çekinmiyordu (Bölügiray, 2000, s.244).
Brifinglerin ortaya koydukları, TSK’nin, MASK’da (Milli Askeri Stratejik Konsept) yaptığı değişiklikle ülkeye yönelik tehdit değerlendirmesinde birinci sırayı ilk
kez iç tehdide vermesi ve buna göre yeniden yapılanması, iç tehditten özellikle irticai hareketlerin kastedilmesi, ancak irticai akımların neler olduğuna dair açık bir tanımın olmaması, bu strateji değişikliği ve onu takip eden ordu içindeki düzenlemelerin varlığını kamuoyu, basın ve özellikle sorumlu siyasi aktörlerin sonradan öğrenmesidir (Özgan, 2008, s.91).
Genelkurmay Başkanlığı’ndan medyaya verilen 2. Brifingde ise, ülkede yaşanan krizin renginin değiştiği yeni bir aşamanın başladığı kanaati yaygındır. Ali
Bayramoğlu’nun da belirttiği üzere, bu brifingde Silahlı Kuvvetleri’n İç Hizmet Yasası’nın 85/1 maddesi uyarınca, Cumhuriyet’i içte ve dışta koruma ve kollama görevi çerçevesinde silaha başvurabileceğini açıklaması, süreç içerisindeki aktörlerin birisinin imkânlarını ve kararlılığını ortaya koymaktadır (Bayramoğlu, 2007, s.269).
28 Şubat sürecinde Genelkurmay Başkanlığı tarafından sivil toplum örgütlerine, medyaya, öğretim üyelerine, yargı mensuplarına verilen brifinglerin hangi amaçla verildiğini ve taşıdıkları felsefeyi anlayabilmek için söz konusu brifinglerin, “Hükümetin demokratik yolla sona ermesi için kullandıkları yöntemlerden biri” olarak niteleyen Dz. Kuv. Kom. Ora. Güven Erkaya'nın söylediklerinin ne kadar önemli olduğu görülecekti:
“Brifinglerle kamuoyunu bilinçlendiriyoruz. Tabii çalışmalarımızın çoğu milletvekillerini ikna etmeye yöneliktir. Rejimin içine düştüğü tehlikeyi öncelikle onların görmesi gerekir... Biz bu yola çıkarken Genelkurmayda toplandık. Muhtemel olumsuzluklara karşı köklü, alternatif planlar hazırlamaya koyulduk. Her olumsuzluğun bir karşı koyma tedbirini aldık. Planlar cebimizde. Ama meselenin demokratik yollardan çözülmesini istiyoruz ve bekliyoruz. Parlamento üyelerinin meseleyi siyaseten halletmeleri için bekledik. Verdiğimiz mesajları almadılar veya almak istemediler. Şimdi ikinci maddeyi uyguluyoruz. Sivil kesimde kamuoyu oluşturuyoruz” (Komisyon, 2012, s.311) şeklinde açıklamalar yapmıştır.
4.7.6. Parti İstifaları ve Yaşanan Diğer Gelişmeler
Refah-Yol Hükümeti’nin iktidarı uzun süreli olmamış ve 28 Şubat 1997 tarihi MGK Toplantısından sonra iktidar adeta çatırdamaya başlamıştı. 28 Şubat 1997 MGK Kararları, Refah-Yol Hükümeti’ni derinden sarsmıştır. Tarihi MGK Kararları hükümeti etkisi altına almış etki alanını kısıtlamış ve hükümetin icra alanını hemen hemen sona erdirmişti. Ancak bütün bu gelişmeler karşısında yine de Refah-Yol Hükümeti iktidardaydı bunun için Refah-Yol Hükümeti’ni devirerek askerin ve bazı güç odaklarının istekleri doğrultusunda bir hükümet kurulmak isteniyordu (Özer, 2011, s.94).
Sonuçta yaşanan bu sürecin sonu da genel olarak şu şekilde gerçekleşti; ANAP lideri Mesut Yılmaz birçok koalisyon milletvekilini kendi partisine katmak istiyordu. Böylece Refah-Yol Hükümeti koalisyonunun milletvekilleri hem ordu hem de bazı çevrelerce açık bir şekilde sıkıştırılarak, hükümetten ve partilerin den kopartılmak isteniyordu. Aynı şekilde RP’de muhalefet partilerinden, milletvekili transfer ederek iktidarını sürdürmek istiyordu. RP’nin ilk girişimi ANAP’lı Siirt Milletvekili Nizamettin Sevgili ile oldu. Başbakan Erbakan, Nizamettin Sevgili’nin transferi için yoğun çaba sarf etti fakat Nizamettin Sevgili ile bir ön anlaşma imzalanmasına rağmen ANAP yönetimi bunu engelledi. ANAP ise ilk girişiminde başarılı oldu ve Bingöl Milletvekili Mahmut Sönmez ANAP’a transfer oldu (Aksoy, 2000, s.220).
Ancak asıl dağılma ve partiden istifalar ise koalisyonun diğer ortağı olan DYP’de gerçekleşmekteydi. DYP’de ki bu istifalar ve ortaya çıkan çatlak sesler Refah-
Yol Hükümeti’nin adeta sonunu hazırlamaktaydı. O zaman zarfında koalisyon ortağı DYP dağılma sürecine girmeseydi, iktidar yoluna devam edecekti ve Başbakan Erbakan istifa etmeyecekti (Çelik, 2003, s.151).
DYP’de bazı milletvekilleri Refah-Yol iktidarının artık sona erdiğinin ve bu işin daha fazla uzatılmaması gerektiğinin altını çizmekteydiler. DYP’li Mehmet Gölhan bu fikirde olanlardan biriydi (Özer, 2011, s.94-95). Mehmet Gölhan bir konuşmasında ise:
“Bu hükümet ömrünü tamamladı. Artık gitmez… Sayın Erbakan’ın yerine bizim genel başkanımız geçse bile bir şey fark etmez… Yine uzun boylu gitmez” (Donat, 1999, s.521).
Yaşanan bu olaylar artık Refah-Yol Hükümeti’nin mutlaka iktidardan uzaklaşması gerektiği görüşünde idi. Bu uzaklaşma ya gensoruyla ya da seçim yoluyla
olacaktı. DYP yapılan gensoruda 15 fire vermişti ve bu firelerin de daha ilerleyen zamanlarda artacağına kesin gözüyle bakılmaktaydı. Refah-Yol Hükümeti artık köşeye sıkışmış olmakla beraber yolun sonu gözükmekteydi.
RP kendi üzerinde oluşan bu baskıyı azaltmak için partinin sivri dilli iki millet vekilli Hasan Hüseyin Ceylan ile Şevket Kazan istifa etmişti (Özer, 2011, s.96). Yavuz Donat’a göre bu istifaların izahı “Bugün Git Yarın Gel” şeklindeydi ve bir anlamı yoktu. Daha çok koalisyon ortağı DYP’deki itirazları ve hoşnutsuz lukları engellemek amaçlıydı. Bu istifalar pek işe yaramamıştı yani Refah-Yol Hükümeti üzerindeki baskıları azaltmamıştır (Donat,1999, s.551).
28 Şubat sürecinde, partilerin tabanları başta olmak üzere, basın, medya, sivil toplum örgütleri ve partisiz halkın büyük bir kısmı geçmişteki yaşanan olaylar
sonrasında ki ortaya çıkan sağ-sol grupları gibi değil de laik, demokratik ve Türkiye Cumhuriyet’i düzeninden yana olanlar ve şeriat devletinden yana olanlar şeklinde ayrılıyordu. TSK ise bu bölünmede, irticanın karşısında ve laik, demokratik, Türkiye Cumhuriyeti’nden yana olanların yanında yer alıyordu. Bu tavrı ile Anayasa’nın ve yasalarında yanında yer aldığını gösteriyordu.
TSK’nın irtica karşısında almış olduğu bu kararlı tutumu, Refah-Yol Hükümeti’nin ise 28 Şubat Kararları’nı uygulamamakta ve irtica hareketlerine destek
olmayı sürdürmekte direnmesi bu dönemdeki yaşanan gerginliğin ve bunalımların yaşanmasının temelini oluşturmaktadır (Bölügiray, 2000, s.345).
Bütün bu yaşanan gelişmeler sonucunda artık siyaset yaşamı içerisinden çıkılmaz bir hal almış olmakla beraber parti istifaları da yaşanan bu sürecin en önemli kısmını oluşturmaktadır. Bu gelişmeler sonucunda Refah-Yol Hükümeti’nin iktidarda tutunamayacağı anlaşılması üzerine DYP’li bazı milletvekilleri kimileri kendi kararları doğrultusunda kimileri ise gelen telkinler neticesinde partilerinden ayrılmaya başlamışlardı. Bu ayrılmalara 2 büyük bakanında katılması ile istifa depremi iyice büyümüştü (Birand-Yıldız, 2012, s.235).
25 Nisan tarihinde Sanayi Bakanı Yalım Erez istifa etmiş ve bu istifayı Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna’nın istifası izlemiştir. Yıldırım Aktuna’nın Bakanlıktan istifa ettikten sonra ki Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile olan görüşmesinde Süleyman Demirel; “Sen siyasi background’una altın harflerle bir şey yazdırdın” dedi. Türkiye’nin rejimini koruma adına (Birand-Yıldız, 2012, s.235).
Sağlık ve Sanayi Bakanları’nın bu istifaları gerek siyaset yaşamında gerekse kamuoyunda büyük bir deprem yaratmış ve bu gelişmelerin akabinde 12 DYP'li muhalif hükümeti devirmeye ve muhalefetin gensorusunu desteklemeye karar vermişlerdir. Ancak gensoru 20 Mayıs 1997 tarihinde 265 evet oyuna karşılık 271 hayır oyuyla reddedilmiştir Yalım Erez'in hesabı doğru olmasına karşın yeminlilerinin 7'si son anda vazgeçerek kendisini yalnız bırakmıştır. DYP, Yalım Erez'i 2 Haziran tarihinde parti üyeliğinden ihraç etmiştir (Özgan, 2008, s.92).
DYP’nin istifalar tutumu içerisine girmesindeki en önemli etken “İstifa edip hükümeti düşüremezsek asker darbe yapacak” kuşkusuydu bilakis. Bu kuşkuyu bizatihi-i Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’de paylaşıyordu (Birand-Yıldız, 2012, s.236). Bu gelişmelerle beraber 17 Mayıs tarihinde Işılay Saygın Bakanlık görevini bırakmış idi. Hükümetteki bu istifalar depremi devam ederken asıl büyük olay ise 20 Mayıs oylamasının ertesi günü, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş’ın, laiklik karşıtlığının odağı haline geldiği için RP’ne kapatma davası açmış olması idi. Artık yaşanan bu gelişmeler sonucunda silahsız kuvvetler cephesinin en büyük örgütleri, TOBB, TÜRK-İŞ, TİSK, TESK ve DİSK bir bildiriyle hükümeti istifaya çağırmışlardır. RP aleyhine açılan kapatma davası ve kitlesel tepkiler ise iktidar saflarında ki istifaları daha da hızlandırmıştır (Özgan, 2008, s.93).
Refah-Yol Hükümeti 1997 Haziran ayında adeta bir yol ayrımına gelmişti. Askerler irtica brifingleri vermeye devam ediyor, gazeteler “Gerekirse silahla” diye manşetler atıyorlardı. Bu olaylar karşısında DYP’li milletvekilleri darbe olacağı endişesinden dolayı birer birer istifa ediyorlardı. RP ve lideri Erbakan adeta köşeye sıkışmıştı. Refah-Yol Hükümeti’nin DYP’de ki bu istifa depremine daha fazla dayanamayacağı açıktı. İktidar mecliste çoğunluğu kaybetmek üzere idi. Necmettin Erbakan, Tansu Çiller’in ve yaşanan bu istifalar karşısında daha fazla dayanamamış ve istifa etmeye karar vermişti. Ancak Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, Mesut Yılmaz’ı Hükümeti kurmakla görevlendireceğinden ise kuşku duymakta idi. Ankara kulisleri başta olmak üzere, medya ve kamuoyu Başbakan Erbakan’ın istifası dâhilinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in hükümeti kurma görevini Tansu Çiller’e değil de Mesut Yılmaz’a verileceği tartışmaları ve dedikoduları gündeme gelmiş idi. Başbakan Erbakan’ın istifasını Cumhurbaşkanına sunduğu gün, Tansu Çiller’de BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu ile basın toplantısı düzenlemiş ve yeni kurulacak hükümetin Tansu Çiller’in Başbakanlığında kurulması konusunda anlaştıklarını söylemiştir (Birand-Yıldız, 2012, s.241). Koalisyon süreci içerisinde BBP’ne iki bakanlık verilecek idi. 29
Mayıs'ta askerler Türk Yunan ilişkileri ve PKK terörizmi konulu ilk brifinglerini vermişlerdir. 12 Haziran’da Ertuğrul Yalçınbayır RP’den, DYP'li Bahattin Yücel ise
Turizm Bakanlığı'ndan istifa etmişlerdir (Özgan, 2008, s.93).
Yaşanan bu olaylar ülkede ki siyasi tansiyonu yükseltmekle beraber gergin bir siyasi atmosferi de beraberinde getiriyordu. Yine DYP istifaları devam etmiş, Mesut Yılmaz hükümeti kurmak için liderlerle görüşmelerini sürdürürken Tansu Çiller ise Cumhurbaşkanı’nı “Çankaya darbesi” yapmakla suçluyordu (Birand-Yıldız, 2012, s.244). Bütün bu yaşanan olumsuz olaylar ile beraber Mayıs ayı sonunda muhalefetin vermiş olduğu gensoru başarısızlıkla sonuçlanmış ve tekrardan darbe söylemleri gündeme gelmiştir. DYP’nin darbe karşısında ki en büyük ve en önemli hazırlığı ise Emniyet İstihbaratı içinde girişilen organizasyon la TSK’nın hareketlerini gözlemlemeye almaktır. Bütün bu darbe söylemleri karşısında Başbakan Erbakan ise, yakın çevresi ile yapmış olduğu görüşmeler neticesinde askeri bir darbe ya da müdahaleye ihtimal vermemektedir.
Parti istifaları ile gelişen olaylar sonucunda artık TSK içerisindeki huzursuzluklar iyice artmış olmakla beraber siyasi yaşama âdete bir kriz hükmeder olmuştur. Asker ve siyasetçi gerilimi en üst seviyeye çıkmış olmakla beraber Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek'in Başbakan Erbakan’a seviyesi düşük hakaretler dolu sözler sarf etmesine kadar varmıştır. Bu olay karşında adli makamların hemen soruşturma açması gerekirken o dönem içerisinde bu olay bütün detayları ile gündemde yerini almış ve siyasi tansiyon daha da yükselmiştir.
Ali Bayramoğlu’na göre bu dönem; “Bir generalin Başbakana büyük hakaretler edebildiği ve bu generalin Silahlı Kuvvetler tarafından desteklendiği ve bu generalin görüşlerinin TSK’nın görüşlerinin olduğunun açıklandığı bir dönem dir”(Bayramoğlu, 2007, s.203) şeklindeki açıklaması askerin artık sivil hükümet üzerindeki baskısını açıkça göstermektedir.
Yaşanan tüm bu olumsuz gelişmelerin neticesinde dönemin güç unsuru olarak anılan silahsız kuvvetlerin, Başbakan Erbakan'ı iktidardan düşürmesi artık beklenen olaylar içerisinde yerini almış idi. Meclis operasyonları artık belirgin bir seviyeye yükselmiş olmakla beraber artık siyaset hayatına Meclisin ve siyasetin dalgalı ve parçalı yapısı hâkim olmuştur.
KAYNAK
BİLĞİSAYARINIZA PDF İNDİRİNİZ;
http://earsiv.atauni.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/123456789/1219/%C4%B0smail_G%C3%9CLMEZ_tez.pdf?sequence=1
29 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder